SWP: Almanya CHP'li belediyelere mali destek verebilir

Almanya'nın saygın düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı'nın (SWP), Türkiye'deki siyasi güç dengelerinde 31 Mart yerel seçimleri ile yaşanan değişimin mercek altına alındığı raporunda, Almanya ile Türkiye ilişkilerinin CHP'li belediyeler ile yoğunlaştırılacak, derinleştirilecek iş birliği ile canlandırılabileceğine dikkat çekiliyor.

SWP bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) Müdürü Dr. Hürcan Aslı Aksoy ile uzman Dr. Yaşar Aydın tarafından kaleme alınan raporda önce yerel seçim sonuçlarına ilişkin dikkat çekici gözlem ve değerlendirmelere yer veriliyor.

"Erdoğan'ın karizması zedelendi"

CHP'nin yerel seçimlerdeki başarısı "Tarihi galibiyet" sözleriyle tanımlanırken, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ise seçmen tarafından, "Sadece ekonomik sefalet nedeniyle değil, aynı zamanda artan yolsuzluk ve kayırmacılık nedeniyle cezalandırıldığına," seçmenin izlediği istikrarsız para politikasının faturasını Erdoğan'a yerel seçimlerde kestiğine işaret ediliyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel AKP Genel Merkezi’nde görüştü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel AKP Genel Merkezi’nde görüştü.null DHA

Seçim yenilgisi nedeniyle Erdoğan'ın "karizmasının zedelendiğine" dikkat çekilen raporda, "Muhtemelen bu seçimden çıkan en önemli mesaj, 2028 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde bir iktidar değişikliğinin ilkesel olarak mümkün olduğudur" ifadelerine yer veriliyor.

SWP raporunda ayrıca, "Kimlik siyasetinin reddi, Erdoğan'a bir ders" alt başlığı altında, yerel seçim sonuçlarının artık Türkiye siyasetindeki bir değişime işaret ettiği, laik-dindar, Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi kültürel ve etnik kimlikler üzerinden yapılan siyasetin öneminin azalmakta olduğu kaydediliyor.

"Sonun başlangıcı mı?"

"Erdoğan döneminin sonunun başlangıcı mı?" sorusuna yanıt aranan raporda, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yerel seçimlerden farklı sosyo-politik dinamiklere tabi olduğuna vurgu yapılıyor, ayrıca Erdoğan'ın partisinden daha popüler olduğu hatırlatılıyor.

Bununla birlikte uzmanlar, "Erdoğan'ın görev süresinin kalan dört yılı çok sayıda sınamayı beraberinde getirecektir. Bunları popülaritesini kaybetmeden atlatması çok zor olacaktır" öngörüsüne yer veriyor.

31 Mart yerel seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan eşi Emine Erdoğan ile birlikte Üsküdar’da oyunu kullandı.
31 Mart yerel seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan eşi Emine Erdoğan ile birlikte Üsküdar’da oyunu kullandı.null DHA

Erdoğan'ın bir sonraki seçimlere kadar popülaritesini yeniden artırmasını zora sokacak muhtemel zorluklar ise özetle şöyle sıralanıyor: Erdoğan'ın sağ cenahtaki mevcut ve potansiyel müttefikleri de büyük miktarda oy kaybetti. Yeniden Refah Partisi ile Erdoğan'ın yeni bir rakibi var. Ayrıca büyükşehirlerin muhalefete kaptırılması, iktidar elitlerinin kamu kaynaklarına erişimini daha da kısıtlayacak ve bu da daha fazla seçmeni AKP'den uzaklaştıracak.

"Otokrasiye daha fazla kayma tehlikesi şimdilik önlendi"

Seçim yenilgisiyle birlikte Erdoğan'ın Anayasayı değiştirerek iktidarda kalma planlarının da "ağır bir darbe almış" olduğu kaydedilirken, "Eğer Erdoğan Anayasa değişikliği için referandum çağrısı yaparsa, bundan sonuç alabilmek için bir kez daha ekonomik popülizme ve seçim hediyelerine güvenmek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisinin toparlanmasını engelleyecek ve dolayısıyla siyasi olarak da sürdürülemez olacaktır. Dolayısıyla otokrasiye doğru daha fazla kayma tehlikesinin şimdilik önlendiği sonucuna varılabilir" tespiti aktarılıyor.

"Türk finans ve iş dünyası CHP'ye yönelebilir"

Raporda, otokratik yönetim sisteminin konsolidasyonunu önlemeye çalışan ve Erdoğan sonrası döneme hazırlanan CHP için yerel seçimlerden ilk parti çıkmanın ise iyi bir başlangıç noktası olduğu vurgulanıyor.

Bu galibiyetle birlikte CHP'nin "yeni bir güç" olarak ortaya çıktığına işaret ediliyor, beş yıl boyunca yöneteceği yerel yönetimlerle birlikte ülkedeki siyasi ve ekonomik ağırlığının da daha artacağına dikkat çekiliyor.

CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u yeniden kazanması üzerine 31 Mart akşamı seçmenleri kutlamalarda bir araya geldi.
CHP’nin 31 Mart seçimlerinden birinci parti çıkması İstanbul’da olduğu gibi pek çok kentte kutlandı.null ANKA

CHP'li belediyelerin nüfusun yüzde 62'sine ev sahipliği yaptığına, bu bölgelerde gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 73,4'ünün üretildiğine ve tüm tasarruf mevduatlarının yüzde 84,5'inin de yine bu illerde tutulduğuna dikkat çekilen raporda, "Bu iller Türkiye'nin toplam ihracatının yüzde 79,6'sından sorumludur ve burada kişi başına düşen milli gelir 9 bin 588 dolar ile AKP'li belediyelerin kişi başına düşen gelirini aşmaktadırlar" bilgisine yer veriliyor.

CHP'nin yoksullukla kararlılıkla mücadele ve kamu yararı vurgularıyla hükümetin neoliberal politikalarına sıkı sıkıya bağlı olmadığını göstermekte olduğuna işaret edilirken, "Demokratik dönüşüm, yolsuzlukla mücadele ve kamu ihalelerinde şeffaflık vaatleri, Türk iş ve finans dünyasının bu partiye yönelmesi fırsatını yaratıyor" görüşü aktarılıyor.

"İmamoğlu umut vaat eden aday"

Raporda yerel seçimlerde ikinci kez seçilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için de ilginç değerlendirmelere yer veriliyor.

İmamoğlu'nun şimdiden Türk ve yabancı medyada diğer Türk muhalif siyasetçilerden daha fazla ilgi gördüğüne dikkat çekilirken, "İmamoğlu'nun zaferi hiç şüphesiz önümüzdeki yıllarda Erdoğan'ın en güçlü rakibi ve bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde umut vaat eden bir aday olarak konumunu sağlamlaştırdı" ifadeleri kaydediliyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.null ANKA

İmamoğlu'nun siyasi yasak ve üç yıldan yedi yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davaya işaret edilen raporda, "Bu yargılamanın siyasi amaçlı olduğu açıktır. Seçimin galibi İmamoğlu'nun mahkûm edilmesi, kendisi ve partisi CHP ile dayanışmaya yol açacaktır. Bu da onu siyasi olarak güçlendirecektir" görüşü aktarılıyor.

CHP'li belediyeler iş birliği için yeni fırsat kapısını aralıyor

SWP raporunda Almanya ile Türkiye ya da Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkilerde bir ilerleme kaydedilebilmesinin ancak Türkiye'deki merkezi hükümetin mevcut otoriter çizgisinden uzaklaşması ve Kıbrıs konusunda daha yapıcı adımlar atmasıyla mümkün olabileceğini vurgu yapılırken, "Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin canlandırılması artık öncelikle ekonomik bağlar ve belediyeler düzeyinde iş birliği yoluyla mümkün görünmektedir" ifadeleri yer alıyor.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye’ye ilk resmi ziyareti sırasında İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüştü.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye’ye ilk resmi ziyareti sırasında İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüştü.null Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

CHP'nin artık daha fazla belediyeyi yönettiği bu sayede de Alman ve Türk şehirleri ve belediyeleri arasında yeni iş birliği imkanları için alan açıldığı vurgulanırken, "Halihazırda 80'in üzerinde Türk-Alman kardeş şehir programı bulunmaktadır. Kardeş şehir uygulaması sadece toplumlar arasındaki bağları güçlendirmekle kalmıyor; aynı zamanda çevre koruma, sürdürülebilir kentsel gelişim, dijitalleşme, marjinalleşmiş grupların ve mültecilerin korunması ve gençlerin katılımı gibi konularda belediyeler arası iş birliği ve deneyim alışverişi için de alan yaratıyor" deniliyor.

"Almanya CHP'li belediyelere mali destek sağlayabilir"

Erdoğan'ın yerel seçimlerden önce seçmenlere "Oy yoksa hizmet yok" sözleriyle muhalefetin kazandığı belediyelere merkezi hükümetin destek sağlamayacağı mesajının anımsatıldığı SWP raporunda, şu dikkat çekici ifadelere yer alıyor:

"Bu yolla CHP yönetimindeki İstanbul belediyesinin iç borçlanmasını imkânsız hale getirmişti. Bu nedenle örneğin raylı ulaşım ağı daha fazla genişletilemedi. İşte bu noktada Almanya, raylı ulaşımın genişletilmesi ve dijitalleşme gibi altyapı ve iklim projeleri için belediyelere mali destek sağlayarak devreye girebilir."

DW/ DA, JD

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Hamburg Limanı'nda ele geçirilen kokain miktarı üç kat arttı

Almanya'nın Hamburg Limanı‘ndan giderek daha fazla kokain Avrupa’ya ulaşıyor. Hamburg Limanı‘nda ele geçirilen kokain miktarının son beş yılda üç kat arttığı belirtildi.

Hamburg eyaletinde Senato'nun, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi meclis grubunun yazılı soru önergesine verdiği yanıta göre, 2019 yılında limanda polis ve gümrük tarafından 9,5 ton uyuşturucu yakalanırken bu rakam geçen yıl 33,9 tona yükseldi.

Tespit edilemeyen kokain miktarının çok daha yüksek olduğu düşünüldüğünden, söz konusu verilerin buzdağının sadece görünen kısmı olduğu belirtiliyor.

Senato yanıtında, "Güney Amerika üretim ve transit ülkelerinden kokain tedariki konusunda büyük bir baskı olduğu ve bunun da Avrupa'daki satış pazarının güçlü bir şekilde büyümeye devam etmesiyle ilişkili olduğu varsayılabilir. Avrupa'nın üçüncü büyük limanı olan Hamburg Limanı suç örgütlerinin odağında yer alıyor" ifadelelerine yer verdi.

Yeni önlemler alınıyor

Uluslararası uyuşturucu suçlarıyla her düzeyde mücadele edebilmek için güvenlik yetkilileri ve liman endüstrisi geçen yıl Ekim ayında güçlerini birleştirerek "Güvenli Liman İttifakı" oluşturdu.

Aynı zamanda polis, gümrük ve Federal Emniyet Teşkilatı, Avrupa Biliği (AB) tarafından finanse edilen "Kuzey Denizi limanlarına Organize Suç Yapılarının Sızması (INOK)" projesiyle baskıcı, operasyonel-taktiksel önlemlerin yanı sıra önleyici yaklaşımlar da izliyor.

Bunun yanı sıra, her ikisi de Sosyal Demoktat Partili (SPD) olan Hamburg Belediye Başkanı Peter Tschentscher ve İçişleri Senatörü Andy Grote ve liman endüstrisi geçtiğimiz hafta liman çalışanlarına yönelik bir farkındalık kampanyası sundu.

Bu kampanya ile uyuşturucu kartellerinin eleman kazanma girişimleri nedeniyle "suç faaliyetlerine dahil olma" tehlikesinin altı çizildi. Ayrıca, konuya ilişkin anonim olarak bilgi paylaşımı yapılabilecek bir portal da bulunuyor.

Uluslararası iş birliği güçlendiriliyor

Uyuşturucu kaçakçılığı ve örgütlü suçlarla mücadelede uluslararası işbirliğinin de güçlendirilmesi planlanıyor.

Salı günü, Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser'in daveti üzerine Belçika, Fransa, İtalya, İspanya ve Hollanda içişleri bakanları "Ağır ve Organize Suçlara Karşı Avrupa Ülkeleri Koalisyonu" kapsamında Hamburg'da bir araya gelecek.

Denizcilik Müzesi'nde gerçekleştirilecek toplantıya Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kurum ve kuruluşların temsilcileri de katılacak.

İçişleri Bakanlığı, uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele ve limanların güvenliğinin toplantının ana konuları olacağını belirtti.

dpa/AI,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Almanya'da siyasetçilere saldırılar "demokrasiye tehdit"

Almanya'da 9 Haziran'da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerine yaklaşık bir ay kala Sosyal Demokrat Parti'den (SPD) Avrupa Parlamentosu Milletvekili Matthias Ecke'nin Dresden'da seçim kampanyası sırasında saldırıya uğramasına tepkiler sürüyor.

Saksonya Eyalet Kriminal Dairesi, Ecke'ye saldıran 17 yaşındaki şüphelinin Cumartesi gecesi polise teslim olduğunu açıkladı. Ancak Ecke'ye ve yine aynı yerde Yeşiller partisinin seçim kampanyasında çalışan bir kişiye yönelik saldırının nedeni hakkında açıklama yapılmadı. Polis, dün yaptığı açıklamada saldırılarla bağlantılı olarak yaşı 17 ile 20 arasında değişen dört şüphelinin arandığını belirtmişti. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Ecke, Cuma akşamı Dresden'da afiş asma çalışmaları sırasında darp edilerek ve tekmelenerek ağır yaralanmıştı. Saldırı sonrasında ameliyat edilen ve hastanede tedavi altına alınan Ecke'nin yanı sıra Yeşiller partisinden bir kampanya çalışanı da aynı yerde saldırıya uğramıştı.

Geçen günlerde de seçim kampanyası çalışanları ve siyasetçilere yönelik saldırılar gerçekleşti. Almanya siyasi partilerin seçim kampanyalarında çalışanlara ve siyasetçilere yönelik saldırıların artması siyasette kaygıyla karşılanırken, demokrasiye sahip çıkma çağrıları geldi.

Scholz: Saldırılar demokrasimize tehdit

Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Ecke'ye yönelik saldırı sonrasında yaptığı açıklamada, "Bu şiddetin artması bir uyarıdır: Liberal demokrasimizi korumak isteyen herkes partiler üstü bir şekilde bir arada durarak, siyasi rekabetteki saldırılara karşı koymak zorundadır" dedi.

Deutschland Bundeskanzler Olaf Scholz
Almanya Başbakanı Olaf Scholz saldırıya tepki gösterdinull Christoph Soeder/dpa/picture alliance

Almanya Başbakanı Olaf Scholz sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Avrupa Parlamentosu Milletvekili Matthias Ecke ve diğer adaylara yapılan saldırılar demokrasimizi tehdit ediyor. Buna hep birlikte karşı koymalıyız" ifadelerini kullandı.

İçişleri Bakanı Nancy Faeser, seçim kampanyasında çalışanları ve siyasetçileri hedef alan saldırıların "antidemokratik şiddetin yeni bir boyutu" olduğunu belirtti. Faeser, bu hafta içinde eyaletlerin içişleri bakanları ile yapacağı olağanüstü toplantıda konuyu ele alacaklarını kaydetti.

Seçim kampanyalarına ve siyasetçilere saldırılar

Almanya'da son günlerde siyasetçilere yönelik saldırılarda artış yaşandı.

Yeşiller partili politikacı Rolf Fliss ve Milletvekili Kai Gehring de Perşembe akşamı Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin Essen kentinde saldırıya uğradı.

Geçen hafta Brandenburg'da meydana gelen olayda, bir etkinlik sonrasında Federal Meclis Başkan Yardımcısı Katrin-Göring Eckardt'ın aracının ilerlemesi engellendi. 

Aşağı Saksonya eyaletinin Nordhord kentinde aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinden bir eyalet milletvekiline seçim standında Cumartesi günü saldırı düzenlendi. Dresden'de ise AfD'nin seçim standındaki afiş ve broşürlere zarar verildi. Yine Dresden'da AfD'nin yanı sıra Hür Demokrat Parti (FDP), Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Sol Parti'nin seçim afişleri yırtıldı.

epd, dpa/JD, SSB

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Alman Tabipler Birliği'nden doktor açığı uyarısı

Alman Tabipler Birliği Başkanı Klaus Reinhardt, Mainz'da düzenlenen Alman Tıp Konferansı vesilesiyle dpa'ya verdiği demeçte "Doktor açığı artık bir tahmin değil, Almanya'nın pek çok bölgesinde uzun zamandır yaşanan bir gerçek" dedi.

Reinhardt'a göre 4 bin 800 aile hekimliği kadrosu boş ve benzer bir durum hastanelerde de söz konusu. Çalışan her dört doktordan neredeyse birinin 60 yaş ve üzerinde olduğunu belirten Reinhardt, "Bu nedenle büyük bir emeklilik dalgasıyla karşı karşıyayız ki bu, sorunu daha da kötüleştirecek" şeklinde konuştu.

Rheinhardt "Siyasiler bu sorunu ciddiye almazsa gerçek bir arz sıkıntısına doğru gidiyoruz. Bu, toplumun neredeyse tüm alanları için ciddi sonuçlar doğurur" dedi.

Alman Tabipler Birliği Başkanı Klaus Reinhardt
Alman Tabipler Birliği Başkanı Klaus Reinhardtnull Wolfgang Kumm/dpa/picture alliance

Almanya'da toplumun yaşlanması nedeniyle sağlık hizmetlerinden yararlanma ve tedavi ihtiyacı da artıyor. Almanya'nın nüfusu 2022 yılında yüzde 1,3 artarak 84,4 milyona ulaşmış, 59 yaşın üzerindekilerin oranı ise yüzde 32,4 seviyesinde gerçekleşmişti.

Sağlık Bakanı'ndan uyarı

Sağlık Bakanı Karl Lauterbach'ın da katılacağı Salı günü düzenlenecek olan Alman Tıp Konferansı'nda kapasitenin nasıl daha verimli kullanılabileceği ele alınacak.

Sağlık Bakanı Lauterbach'ın gelecekte kırsal bölgelerde ve şehirlerin daha yoksul mahallelerinde aile hekimi sıkıntısı çekilebileceği uyarısında bulunmuştu.

Almanya'da tıp okuyan gençlerin aile hekimliği alanına yönelmesi için çalışma koşullarının bir yasa ile iyileştirilmesi tartışılıyor. Aile hekimleri için ücretlendirme üst sınırının kaldırılması gündemde.

Aile hekimlerinin çoğu 60 yaşın üzerinde

Son birkaç yıldır ilk kez aile hekimi sayısında bir düşüş yaşanmadı. Ancak Ulusal Yasal Sağlık Sigortası Hekimleri Birliği (KBV), giderek daha fazla sayıda hekimin emekli olmasıyla birlikte, özellikle Almanya'nın batısında aile hekimi açığı yaşanabileceği konusunda uyarıda bulundu. KBV'ye göre 60 yaşın üzerindeki aile hekimlerinin oranı yüzde 37.

Yabancı doktor sayısı artıyor

Öte yandan sağlık sisteminde yabancı doktorların sayısı da giderek artıyor.

Funke Medya Grubu gazetelerinin Federal Doktorlar Odası istatistiklerine dayandırdığı haberlerde, 31 Aralık 2023 itibariyle Almanya'da 63 bin 763 Alman pasaportu olmayan doktor çalıştığı bildirildi.

Türkiye'den gelerek Alman sağlık sistemi bünyesinde hekimlik yapanların sayısı ise 2 bin 628 olarak açıklandı.

dpa/SSB, JD

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Alman ordusundan güvenlik açığı itirafı

Alman ordusu, kullandığı video konferans platformunda yaşanan güvenlik açığının kapatıldığını açıkladı. Siber ve Bilgi Komutanlığı sözcüsü Cumartesi günü yaptığı açıklamada, ordu tarafından kullanılan video konferans platformu Webex'te bir güvenlik açığı olduğunu, ancak bunun 24 saat içinde giderildiğini söyledi.

Güvenlik açığına ilişkin haber daha önce Zeit Online'da yayımlandı. Haberde, Cuma akşamına kadar 6 binden fazla video konferansa ait bilgilere internetten açık bir şekilde erişim sağlanabildiği belirtildi. Habere göre bazıları gizli olan bu toplantıların tarihi, saati ve davet eden kişi bilgileri görülebiliyordu.

Ordu, güvenlik açığı nedeniyle "video konferanslara fark edilmeden veya yetkisiz katılımın" mümkün olmadığını vurgulayarak, "Sonuç olarak konferanslara dair hiçbir gizli içerik sızdırılamadı" açıklamasında bulundu.

Savunma Bakanlığına eleştiri

Ordu içinde video konferanslardaki güvenlik açığı, siyasetçilerin eleştirilerine neden oldu. Yeşiller partili Milletvekili Konstantin von Notz güvenlik açığına istinaden Savunma Bakanlığını "büyük dikkatsizlik" yapmakla suçladı. Von Notz bu olayın, özellikle "güvenlik açısından hassas dosya ve bilgilerle" çalışan kurumların siber güvenliğinin gözden geçirilmesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyduğunu vurguladı.

İlk skandal değil

Alman ordusu Mart ayında da bir dinleme skandalıyla sarsılmıştı.

Russia Today, Alman subaylara ait olduğu belirtilen ve doğruluğu teyit edilen 38 dakikalık bir ses kaydı yayımlamıştı. Alman Hava Kuvvetleri Komutanı Ingo Gerhartz'ın diğer üst düzey ordu mensuplarıyla gerçekleştirdiği görüşmede, Berlin'in Ukrayna'ya Taurus füzeleri verilmesi durumunda ortaya çıkabilecek ihtimaller konuşulmuştu. Görüşmede, Ukrayna'nın bunları hangi hedefleri vurmak için kullanmak isteyeceği, bu misyonların planlama aşamasında Alman askerlerinin bir görev üstlenmek zorunda kalıp kalmayacakları, Almanya'nın savaşa müdahil olmadan bu füzelerin Ukrayna'ya verilip verilemeyeceği ve verilmesi yönde siyasi bir karar alınması durumunda füzelerin ne zaman teslim edilebileceği ele alınmıştı. 

Savunma Bakanı Boris Pistorius, Rusya'nın yayımladığı ses kaydının sızdırılmasının "kişisel kullanım hatası" nedeniyle mümkün olabildiğini açıklamış, ancak ordudaki güvenlik açığı iddialarını reddetmişti.

AFP, DW/SSB, JD

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Almanya'da okullarda şiddet artıyor

Almanya Eğitim Bakanı, bazı günlerde işinden son derece memnun. Örneğin her yıl ülkenin en iyi öğretmenlerine ödüllerinin verildiği gün. Alman Öğretmen Ödülü'nün verildiği bu törende, Bakan Bettina Stark-Watzinger, onur konuşmasını yapma ayrıcalığına sahip. Söz konusu törende ödül alanlar arasında, matematik dersini eğlenceli hâle getiren öğretmenler de yer alıyor, tekerlekli sandalye kullanan öğrencilerini bir tiyatro projesine kazandıran pedagoglar veya dersinde, önceden çektiği videoları kullanan öğretmenler de.

Bu töreni izleyen, sanki Alman eğitim sisteminde her şey kusursuz işliyormuş izlenimine kapılıyor. Ancak gerçekte durum böyle değil.

Son haftalar ve aylarda, Alman eğitim sisteminin iyileşme yönünde acil adımlara ihtiyaç duyduğunu ortaya koyan çok sayıda araştırma yayımlandı. Sonuçları Aralık ayında açıklanan PISA araştırması, Alman öğrencilerin matematik ve okumada, daha önce hiç olmadığı kadar kötü seviyede olduğunu ortaya koydu.

2024 yılında yürütülen bir gençlik çalışmasında da, gençler, okulda dijitalleşmenin yetersizliğinden ve okulun kendilerini iş hayatı ve gerçek yaşama hazırlamadığından yakındı.

Son olarak yayınlanan ve "okul barometresi" olarak da nitelenen bir diğer araştırma da, Almanya'daki öğretmenlerin yüzde 47'sinin yani neredeyse yarısının, öğrenciler arasında fiziksel veya ruhsal şiddete tanıklık ettiğini su yüzüne çıkardı.

"Hasta bir sistemi görüyoruz"

"Okul barometresi" adıyla tanınan araştırma için bin 600 öğretmenle mülakatlar yapan Stuttgart merkezli Robert Bosch Vakfı'nın eğitim departmanının yöneticisi, eski öğretmen Dagmar Wolf, konuya ilişkin değerlendirmesinde, "Sonuçlarda adeta hasta bir sistemin anlık fotoğrafını görüyoruz" diye konuştu. DW'ye konuşan Wolf, "Burada zorbalık ve vandalizmin yanı sıra kısmen okul bahçesini de aşan fiziksel şiddetten bahsediyoruz. Hatta ebeveynlerin karıştığı vakalar da kulağımıza geldi. Bular istisna olsalar da, böyle olayların var olduğunu da biliyoruz" dedi.

Öte yandan gençler arasında sosyal medya kullanımı da, okullarda bazı sorunları beraberinde getiriyor. Örneğin Berlin eyaletinin Eğitim Senatörü, TikTok'ta yayılan bir söylentiye karşı uyarıda bulunmak için 800 okula bir mektup göndermek zorunda kaldı. TikTok'ta yayılıp viral olan bir videoda, 24 Nisan tarihinin sözde "Uluslararası Tecavüz Günü" olduğu ve bu günde cinsel saldırılarda bulunmanın caiz olduğu iddiası yer aldı. Wolf, okul yönetimlerinin, Gazze'deki savaş nedeniyle öğrenciler arasında yaşanan şiddet olaylarının da arttığını aktardığını söylüyor.

Almanya'da son aylarda sosyal medyada yapılan cesaret denemelerinin okullara da taşınmasıyla bağlantılı olarak okullara ilkyardım, itfaiye ve polis ekiplerinin müdahale ettiği olaylar kayda geçti.
Almanya'da son aylarda sosyal medyada yapılan cesaret denemelerinin okullara da taşınmasıyla bağlantılı olarak okullara ilkyardım, itfaiye ve polis ekiplerinin müdahale ettiği olaylar kayda geçti. null René Priebe/dpa/picture alliance

Yüz binlerce mülteci ilkokullara entegre ediliyor

Üstelik tüm bunlar, yalnızca lise seviyesinde yaşanmıyor. 6 ila 10 yaş arası çocukların gittiği ilkokullarda da mobbing ve dövüşme vakaları yaşanıyor.

Eğitim uzmanı Wolf'a göre, Almanya, eğitim konusunda iki farklı yüze sahip. Bir yanda, yüksek derecede eğitim veren, mevcut sorunların pek yaşanmadığı 3 bini aşkın lise (Gymnasium) var. Diğer yandan da, ailesinde eğitim geleneği olmayan veya göçmen kökenli ailelerden gelen çocuk ve gençlerin çoğunluklu olarak gittiği liseler var. Bunlara bir de, Almanya'nın son yıllarda çözmeye çalıştığı bir sorun daha eklendi: Mültecilerin bu okullara dahil edilmesi.

Robert Bosch Vakfı'ndan Wolf, konuyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıyor:

"Son iki yılda, Ukrayna'dan gelen 200 bini aşkın çocuğu eğitim sistemimize entegre ettik. Buna ek olarak, iç savaş veya savaşa benzer durumlar veya ekonomik zorluktan muzdarip diğer ülkelerden gelen bir o kadar çocuğu da öğretime dahil ettik. Bunlar da elbette ilkokuldaki durumu, on yıl öncesine göre daha zor kılıyor."

Son yıllarda okullardaki gündelik yaşamın nasıl değiştiği hakkında fikir sahibi olmak isteyen, kendi isteği üzerine isimini değiştirdiğimiz Torsten Müller ile konuşabilir. Kuzey Ren-Vestfalya eyaletindeki ortaokul-lise düzeyindeki bir Gesamtschule'de sosyal hizmet uzmanı olarak çalışan Müller, çocukların sorunları ve endişelerine günü gününe tanıklık ediyor. Stres, yorgunluk, kendini sorgulama ve amaçsızlık, bu okullarda hüküm sürüyor. Gesamtschule, yukarıda sözünü ettiğimiz iki okul kategorisinin ikinci türüne, yani göçmen ve eğitim geleneği zayıf ailelerden gelen çocukların gittiği okul türüne tekabül ediyor.

Almanya'ya son iki yılda sadece Ukrayna savaşından kaçıp gelen 200 bin öğrenci eğitim sistemine dahil edildi. Ukraynalı çocuklar dışında diğer kriz bölgelerinden gelen sığınmacı ailelerin çocukları da eğitime entegre ediliyor.
Almanya'ya son iki yılda sadece Ukrayna savaşından kaçıp gelen 200 bin öğrenci eğitim sistemine dahil edildi. Ukraynalı çocuklar dışında diğer kriz bölgelerinden gelen sığınmacı ailelerin çocukları da eğitime entegre ediliyor. null Lars Heidrich/Funke Foto Services/IMAGO

"Pandemi kısıtlamalarının yol açtığı sorunlarla hâlâ uğraşıyoruz"

Müller, tanıklık ettiği sorunları DW'ye şöyle anlatıyor:

"Elbette çocuklar arasındaki iletişimi de değiştiren akıllı telefonun tüketimi, belirleyici konumda. Gençler artık birbirleriyle konuşmaktan ziyade birbirleri hakkında konuşuyor ve bu da, yüz yüze bir iletişimde ortaya çıkmayacak yanlış anlaşılmalara mahal veriyor. Öte yandan koronavirüs pandemisinin yol açtığı, güvenlik hissinin kaybı ve psikiyatrik hastalıkların artışı gibi sonuçlarla hâlâ başa çıkmaya çalışıyoruz."

Müller'e göre, okulların pandemi döneminde aylarca kapatılması, Alman korona politikasının en büyük hatası olarak tarihe geçti. Okulların kapatıldığı süre Fransa'da 56, İspanya'da 45 ve İsveç'te 31 iken, Almanya'da öğrenciler 180 günü aşkın süre evde kalmak zorunda kaldı. Müller, bu sosyalleşme eksikliğinin bir sonucu olarak, birçok gencin karşılıklı argümanlar öne sürmek yerine itişip kakışmaya meylettiğini gözlemlediğini söylüyor.

Okul yönetimi, gerilimin tırmanmasını önleme eğitimleri ile, bu eğilime karşı harekete geçmiş durumda. Söz konusu eğitimleri ekibiyle birlikte yöneten Müller, "Kavganin neden çıktığını ve grup veya birey olarak bu duruma gelinmesini nasıl önleyebileceğimize dair bilgiler aktarıyoruz. Ya da, her iki veya üç öğrenciden birinin deneyimlemiş olduğu mobbing'in ne olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Daha sonra egzersizlerde ortak stratejiler geliştiriyoruz" diye konuşuyor.

Müller'e göre, Almanya'nın, okullarını yeniden sağlığına kavuşturmasının yolu, aynı sayıda öğretmenle daha küçük sınıflar oluşturulması ve sosyal ve psikolojik yardım olanaklarının artırılmasından geçiyor.

Kalifiye iş gücü sorunu: "Bütün çalışmaz hâlde"

Alman Öğretmenler Birliği Başkanı Stefan Düll, Müller'in önerisinin altına imzasını atacağını, ancak listeyi biraz daha uzatacağını söylüyor:

"Almanca'yı ikinci ve yabancı dil olarak öğretebilecek çok fazla insana ihtiyacımız var. Okul psikolojisi, gençlik çalışmaları gibi konularda destek verecek personele ihtiyacımız var. Ancak demografik değişim kapsamında ihtiyaç karşılanamadığı için bu insanları bulmamız pek kolay değil. Bu ihtiyaç sürekli büyüyor, aranan kalifiye iş gücü sürekli azalıyor ve bütün çalışmaz hâle geliyor."

Bunlar yaşanırken, ders anlatmak yerine öğrenciler arasındaki sorunlarla boğuşmak zorunda kalan öğretmenlerin hayal kırıklığının şiddeti giderek artıyor. Bir anket, öğretmenlerin büyük çoğunluğunun işlerinden memnun olduğunu ortaya koysa da, ankete göre öğretmenlerin dörtte birinden fazlası, işlerini bırakmayı düşünüyor. Öğretmenler, bu isteklerine, birincil olarak, öğrencilerin davranış biçimini gerekçe gösteriyor.

Bavyera eyaletindeki bir lisenin müdürü, tam bu nedenle, şiddet önleme konusunda daha fazla personelin istihdam edilmesi gerektiği görüşünde. Ona göre, belirli kırmızı çizgiler aşıldığında, işe yarayan tek yöntem, "sıfır tolerans politikası". Bir noktadan sonra da kimi durumlarda konuyu polise de aktarmakla hallettmeyi denediklerini anlatıyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor:

"Belirli bir eşikten sonra sınır aşılıyor ve polise şikayette bulunma noktasına geliyoruz. Bunun nedeni biraz da caydırmak. Bu, mobbing vakaları için de geçerli. Siber mobbing konusunda da birçok okul müdürü, vakaları polise bildiriyor."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Almanya'da siyasette hilafet gösterisi tartışması

Almanya'nın Hamburg kenti, Cumartesi günü yaklaşık bin kişinin katıldığı, tartışmalara neden olan bir gösteriye sahne oldu. Gösteride "Çözüm hilafet" ve "Almanya eşittir değerler diktatörlüğü" yazılı pankart ve afişler taşındı.

İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Almanya'da yoğun tartışmalara neden olan gösteriye ilişkin Bild gazetesine yaptığı açıklamada, daha fazla radikal İslamcı ve Yahudi düşmanını sınır dışı etmeyi planladıklarına dikkat çekti. Faeser, "Geniş çaplı yasa paketimiz şimdi yürürlükte. Bu çerçevede, Alman vatandaşlığı olmayan İslamcı ve antisemitlerin daha hızlı bir biçimde sınır dışı edilmesi kolaylaşıyor" diye konuştu.

Hamburg'da düzenlenen gösteride "Çözüm hilafet" afişi taşındı
Hamburg'da düzenlenen gösteride "Çözüm hilafet" afişi taşındı null Axel Heimken/dpa/picture alliance

İçişleri Bakanı Nancy Faeser'e eleştiri

Öte yandan, Hamburg'daki gösterinin yasaklanmamış olması, Alman siyaset camiası ve toplumda eleştirilere neden oldu.

Başbakan Olaf Scholz'ün de üyesi olduğu Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) üyelerinden Dirk Wiese, gösteride atılan sloganları eleştirdi. Wiese, "Hilafetin asla çözüm olmadığını, IŞİD teröründen kaçabilip Almanya'ya gelen çok sayıda insan bizzat biliyor. Hukuk devleti, şiddet, Hamas propagandası ve Yahudilere karşı nefret söylemine göz yummaz" diye konuştu.

Muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik'in (CDU) üyelerinden Christoph de Vries ise, İçişleri Bakanı Faeser'in radikal islamcılarla mücadele ediş biçimini "topyekün çöküş" olarak betimledi. De Vries, "Genç Müslümanlar üzerinde etkisi giderek artan İslamcılara karşı mücadelede derhal partiler üstü bir omuz omuza vermeye ihtiyaç var" değerlendirmesinde bulundu.

İslamcılık alanında uzmanlaşan Claudia Dantschke de, gösteriyi organize eden örgütlerden olan "Muslim Interaktiv" ismindeki grubun henüz yasaklanmamış olmasından ötürü İçişleri Bakanlığı'nı sert bir dille eleştirdi. Salı günü yaptığı açıklamada, Dantschke, "Muslim Interaktiv'in çoktan yasaklanmamış olması benim için gizemli bir durum. Çünkü bu grup maskesini çoktan çıkardı" diye konuştu.

Muslim Interaktiv örgütü, Hizb-ut Tahrir'in halefi olarak değerlendiriliyor. Dantschke, Hizb-ut Tahrir örgütünün 2003 yılından bu yana yasaklı olduğuna dikkat çekiyor.

Hizb-ut Tahrir'in Türkçe yayınları da var

Alman iç istihbaratı Anayası Koruma Teşkilatı'nın son raporunda, Hizb-ut Tahrir'in 750 üyesi olduğu bilgisi yer alıyor. 1953 yılında kurulan ve Almanya'da 2003'te faaliyetleri yasaklanan radikal örgütün hedefinin, "Bütün Müslümanları baskıdan kurtarmak" ve "dünya çapında bir hilefet çatısı altında birleştirmek" olduğu da belirtiliyor.

Örgüte göre Müslümanların baskıdan kurtulmak amacıyla kendini savunması için başvuracağı her yol mübah. Bu amaçla başka İslamcı gruplara yönelik şiddete de göz yumulabileceğini savunuyor. Hizb-ut Tahrir'in en karakteristik özelliği ise antisemitizm.

Federal istihbaratın raporuna göre, örgütün farklı dillerde hilafet hedefinin öne çıktığı yayın organları mevcut. Bunlar arasında Türkçe "Köklü değişim" isimli aylık gazete de bulunuyor.

Bu grupların hem yapılanmalarının tanınırlığını artırmak, hem de yeni üye kazanmak amaçlı yoğun sosyal medya faaliyeti yürüttüğü dikkat çekiyor. 

Hamburg'daki gösteride Muslim Interaktiv adlı internet ve sosyal medyada aktif olan yapılanma öne çıksa da, Türkçe'ye "İslam Kuşağı" diye çevrilecek "Generation Islam" da yine Hizb-ut Tahrir'e yakınlığıyla istihbarat raporlarına geçen bir diğer yapılanma.

Hafta sonunda düzenlenen ve hilafet çağrıları yapılan gösterilerle öne çıkan, hem kent hem de eyalet olan Hamburg'un istihbaratına göre, burada 2022 itibarıyla farklı uyruklara sahip 360 Hizb-ut Tahrir üyesi bulunuyor.

Güçlü oldukları Hamburg'da bu kişilerin özel ve kamuya kapalı alanlarda ya da restoranlarda biraraya geldiği de istihbarat raporunda yer alan bir diğer ayrıntı. 

Örgütün üyelerini, "Halaqat" yani güzel ahlak, halukluk adını verdiği iç eğitim çalışmalarıyla yetiştirdiği ve bu eğitimde derslerin Almanca, Dari ve Türkçe yapıldığı haber veriliyor.

Hizb-ut Tahrir üyelerinin Hamburg'da genelde camilerde istenmeyen gruplardan olduğu da istihbarat raporlarında yer alan bir diğer tespit.

12 "tehlikeli İslamcı" sınır dışı edildi

Resmi verilere göre, 2023 yılında Almanya toplam on iki "tehlikeli İslamcı"yı vatandaşları oldukları ülkeye sınır dışı etti.

Öte yandan, Alman güvenlik makamları, ülkede toplam 480 kişiyi dini aşırıcılık gerekçesiyle, "tehlike teşkil eden kişi" olarak sınıflandırıyor. Bu 480 kişiden 152'si Alman vatandaşlığına sahip. 120'si ise hem Almanya, hem de başka bir ülke olmak üzere çifte vatandaşlığa sahip.

Almanya'da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı (Verfassungsschutz), ülkedeki İslamcıların üye potansiyelini 27 bin 480 olarak tahmin ediyor. 

Almanya'dan IŞİD'e katılan Türkler

AFP, KNA / BÜ, ETO, HT

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Almanya'da "darbe planı" davası

Almanya'da darbe yoluyla hükümeti devirmeyi planlamakla suçlanan, kendilerini "İmparatorluk Vatandaşları" (Reichsbürger) olarak adlandıran aşırı sağcı oluşumun üyeleri hakkında açılan dava Pazartesi günü başladı. Prens XIII. Heinrich Reuss liderliğindeki grubun, Alman Federal Meclisi'ne baskın yaparak, milletvekillerini tutuklamayı planladığı iddia ediliyor. Hedeflerinde ise Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin Genel Başkanı Friedrich Merz'in olduğu belirtiliyor.

Ancak Almanya'nın birçok kentinde aşırı sağcı "Vatanseverler Birliği" adlı terör grubuna yönelik 7 Aralık 2022 tarihinde yapılan bir operasyon bu planların hayata geçirilmesini engelledi. "İmparatorluk Vatandaşları" oluşumunun bir parçası olan "Vatanseverler Birliği" grubuna yönelik operasyon sonucu aralarında Reuss'un da aralarında bulunduğu 25 kişi gözaltına alınarak, tutuklandı. Operasyonda 382 ateşli silah ve yaklaşık 150 bin parça mühimmat bulundu. Toplamda 200 civarında üyesi olduğu tahmin edilen grup üyeleri hakkında hazırlanan iddianame geçen yılın sonunda tamamlandı. Toplam 26 kişinin yargılanacağı dev dava üç kentte görülecek. Üç davadan ilki Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde Pazartesi günü başlayacak. Frankfurt'ta görülecek davanın Mayıs ayında, Münih'teki davanın ise Haziran ayında başlaması öngörülüyor. 

Silah üreticisi şirkette yönetimi ele geçirme planları

Stuttgart'taki davada yargılanan 9 sanık arasında tutuklanmadan önce Frankfurt'ta yaşayan bir emlakçı olan Prens XIII. Heinrich Reuss da bulunuyor. Grubun yaptığı planlara göre İmparatorluk Vatandaşları'nın iktidarı ele geçirmesi halinde 72 yaşındaki Reuss'un devletin başkanı olması öngörülüyordu. İddianameye göre operasyon öncesinde Eylül 2022'de yönetimi ele geçirmek için işbirlikçilerin vereceği sinyal bekleniyordu. "İmparatorluk Vatandaşları" işbirlikçilerinin üyelerinin yabancı hükümet, ordu ve istihbarat servislerinin temsilcilerinin oluşturduğu gizli bir grup olduğu öne sürülüyor.

Reuss liderliğindeki grubun üyelerinin yakalanmasının ardından operasyonlar ve tutuklamalar sürdü. Geçen yıl Kasım ayında düzenlenen operasyon sonrasında bir açıklama yapan İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Sağdan gelen devlet düşmanı eylemlere karşı geniş çaplı bir operasyonun yapıldığı bu günde, kutuplaşmanın arttığını ve bizim her gün demokrasimizi yeniden savunmak zorunda kaldığımızı yüksek sesle söylemeliyiz" demişti.

İmparatorluk Vatandaşları'nın Berlin'de düzenlediği bir gösteriden
İmparatorluk Vatandaşları'nın Berlin'de düzenlediği bir gösteriden null Paul Zinken/dpa-Zentralbild/picture alliance

Silah üreticisi şirkette yönetimi ele geçirme planları

Şiddet uygulamaya hazır olan Reuss grubu, muhtemelen Alman ordusundaki destekçileri tarafından orduya ait helikopterlerin kullanılacağına inanıyordu. Hatta merkezi Oberndorf am Neckar'da bulunan silah üreticisi Heckler&Koch'ta, yönetimin şiddet kullanılarak ele geçirilmesinin bile planlandığı iddia ediliyor. Sanıklara "terör örgütü üyesi olma" ve "vatana ihanet hazırlıkları" yapma suçlamaları yöneltiliyor. Stuttgart'ın yanı sıra Frankfurt ve Münih'te görülecek üç davada da İmparatorluk Vatandaşları grubunun ideolojisi ana konu olacak.

Ölü çocuklarla ilgili komplo teorileri

İddianameye göre bu ideoloji komplo teorileri de içeriyor. Buna göre, Prens Reuss, Almanya'nın çocuk ve gençleri öldürme planları yapan bir çeşit "derin devlet" tarafından yönetildiğini iddia ediyor. Hatta, 2021 yazında Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin Ahrtal kentinde yaşanan sel felaketinin, eski hükümet sığınaklarının sular altında bırakılarak çocukların öldürülmesini örtbas etme girişimi olduğu öne sürülüyor. Reuss yanlıları yaklaşık 600 çocuğun öldürüldüğü iddialarından söz ediyor.

Eski bir AfD'li milletvekili de yargılanacak

Savcılık, grubun şiddet yoluyla iktidarı ele geçirmeyi planladığını savunuyor. İddianamede grup üyelerinin eski savaş müttefikleri ABD, Fransa ve İngiltere ile yeni bir barış anlaşmasını müzakere etmeyi hedefledikleri, burada esas muhatap alacakları ülkenin ise Rusya olacağı belirtiliyor. Bütün bu planları hayata geçirebilmek için de grubun atış talimleri yaptıkları, Federal Meclis binasındaki odaları gözetledikleri ifade ediliyor.

Reuss ile birlikte Frankfurt'ta yargılanacak isimler arasında aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinden eski milletvekili ve eski hâkim Birgit Malsack-Winkemann da yer alıyor. İktidarı ele geçirmeleri halinde Malsack-Winkemann'ın adalet bakanlığı görevine geleceği iddia ediliyor.

20 bin civarında üyesi olan tehlikeli oluşum

Almanya'daki güvenlik kurumlarının tahminlerine göre "İmparatorluk Vatandaşları" adlı grubun yaklaşık 2 bin 300'ü şiddet yanlısı olmak üzere 20 bin civarında üyesi bulunuyor. Grup üyeleri demokrasiyi reddediyor, monarşiyi savunuyor, yabancı düşmanı ve antisemitist bir dünya görüşünü benimsiyor. "İmparatorluk Vatandaşları" İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki düzeni ve Almanya Federal Cumhuriyeti'ni Alman İmparatorluğu'nun devamı olarak kabul etmiyor. Bazı "İmparatorluk Vatandaşları" şiddet kullanma eğilimi gösteriyor hatta şiddet kullanıyor, Almanya Sağlık Bakanı Karl Lauterbach gibi siyasetçileri kaçırmakla tehdit ediyor. 

Yazar Tobias Ginsburg, 2020 ile 2022 yılları arasındaki koronavirüs pandemisi sırasında radikal aşı karşıtları ve komplo teorilerini benimseyen gruplar arasında kimliğini gizleyerek araştırmalarda bulunmuştu. Geçen yıl Mart ayında DW'ye değerlendirmelerde bulunan Ginsburg, bu oluşumun ne kadar tehlikeli olduğuna dair bir soruyu şu sözlerle yanıtlamıştı:

"Bu, yanıtı göründüğü kadar kolay olmayan bir soru. Çünkü İmparatorluk Vatandaşları birlik içinde olan tek bir hareket değil, ayrı bir aşırılık şekli de değil. Daha ziyade Alman tarihine ve Nasyonal Sosyalizme derinden bağlı bir komplo teorisi. Grup, bütün aşırı sağcı aktivistlerin fantezilerini paylaşıyor. Bu da, ötekinin ve yabancının olmadığı, homojen bir toplum."

Her üç davada da kararın gelecek yıl verilmesi bekleniyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

 

Almanya'daki yabancı doktorların durumu nasıl?

Uzun yıllardır sağlık çalışanı sıkıntısı çeken Almanya, göç etmek isteyen doktorların yoğunlukla tercih ettiği bir ülke. Yıllar içerisinde Almanya'daki yabancı doktor sayısında önemli bir artış kaydedildi. Alman Tabipler Birliğinin verilerine göre, Alman vatandaşlığı olmayan yaklaşık 60 bin doktor ülkenin sağlık alanındaki iş gücünün yaklaşık yüzde 12'sini oluşturuyor.

Almanya'daki yabancı uyruklu doktorların çoğunluğunu diğer Avrupa ülkelerinden ya da Ortadoğu ülkelerinden gelen doktorlar oluşturuyor. Suriye'den gelen 6 bin 120 doktorun çalıştığı Almanya'da, Suriyeliler yabancı doktorlar arasında en büyük grup. Bunu 4 bin 668 ile Rumenler, 2 bin 993 ile Avusturyalılar, 2 bin 943 ile Yunanlar, 2 bin 941 ile Ruslar ve 2 bin 628 ile Türkler takip ediyor.

Almanya'ya taşınan doktorlar bir hastanede çalışmaya başlamadan önce hem genel hem de mesleki Almanca dil becerilerinde yeterlilik gösterebildiklerini kanıtlayan iki sınavı da içeren bir onay sürecinden geçmek zorunda.

Pek çok kişi yabancı doktorların Almanya'da çalışması için gerekli sürecin zorlu olduğu, Almanya'da çalışmak isteyen doktorlar için daha fazla desteğe ihtiyaç duyulduğu kanaatinde. Bu desteğin sağlanmadığı bir durumda Almanya'nın sağlık hizmetlerinin zarar görme ihtimalinin olduğu düşünülüyor.

DW'ye konuşan Rhineland-Pfalz Eyalet Tabipler Birliği Genel Müdürü Jürgen Hoffart, "Bu doktorları ucuz iş gücü olarak görmemeliyiz, ancak onları mümkün olduğunca hızlı ve etkili bir şekilde sisteme entegre etmeliyiz" diyor.

Almanya'da neden yabancı doktor sıkıntısı var?

Uluslararası sağlık kuruluşları sağlık personeli sıkıntısının tüm dünyada arttığını ve yakında profesyonel tıp hizmetine erişimin birçok ülkede lüks haline gelebileceği konusunda uyarıyor. Bu durum özellikle Dünya Sağlık Örgütü'nün tavsiye ettiği bin kişi başına bir doktor oranının yakalanamadığı fakir ülkelerde ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Alman hükümetinin verilerine göre, bin kişi başına 4,53 hekimin bulunduğu ve Avrupa'daki 1,82 milyon doktorun yüzde 30'unun çalıştığı Almanya'da şu anda yeterli sayıda doktor bulunuyor, ancak bu sayı hızla azalıyor.

Yaşlanan ve bu sebeple tıbbi müdahaleye daha fazla ihtiyaç duyacak nüfusuyla Almanya'nın, tıpkı diğer Avrupa Birliği ülkeleri gibi yakın zamanda sağlık personeli sıkıntısıyla karşı karşıya kalacağı tahmin ediliyor.

Emekli olan doktorların yerine yeterli sayıda yeni doktor yetişmiyor. Bu da özellikle kamu sektöründeki sağlık çalışanlarının üzerinde ek bir yük oluşturuyor.

2023 yılı itibarıyla Almanya'da çalışan doktorların yüzde 41'i, uzmanların ise yüzde 28'i 60 yaşın üzerindeydi. Önümüzdeki üç yıl içinde, büyük ölçüde emeklilik nedeniyle tahminen 5 bin ila 8 bin doktor muayenehanesinin kapanması bekleniyor.

Bir doktor, hastasına reçete veriyor
Yabancı doktorlar için dil bir sorun oluşturuyor mu? null Uwe Umstätter/Westend61/IMAGO

Emekli olan doktorların yerine yeterli sayıda mezun bulunmadığından, sağlık sisteminin şu andaki standartta işlemeye devam etmesi için kısa vadeli tek çözüm yurt dışından doktor alımı olarak öne çıkıyor.

Almanya'da yabancı doktorlar hangi koşullarda çalışıyor?

Almanya'da 18 yılı aşkın süredir çalışan Dr. Fabri Beqa, "Almanya'da, burada doğmamış olanlar da dahil olmak üzere tüm tıp uzmanlarına güveniliyor ve değer veriliyor" ifadelerini kullanıyor. DW'ye konuşan Beqa, kendi deneyimlerine göre yabancı doktorların başka bir ülkenin sağlık sisteminde çalışmanın zorluklarını öğrenmeye ve bunlarla baş etmeye istekli insanlar olduğunu söylüyor.

"Almanya'nın sağlık altyapısı, kendi ülkem olan Kosova da dahil olmak üzere diğer birçok ülkeden önemli ölçüde daha iyi finanse ediliyor" diyen Beqa bunun bir tıp uzmanı için daha gelişmiş aletlerle çalışmak ve mesleki olarak kendini geliştirebilmek anlamına geldiğini belirtiyor.

"Yabancı doktorların genellikle acil servislerde veya iş yükünün nispeten daha yüksek olduğu hastane merkezli görevlerde" çalışmak zorunda kaldıklarını belirten Beqa buna rağmen Almanya'da iş-hayat dengesinin iyi olması sebebiyle buna değdiğini söylüyor: "Yeterince kazanıyorsunuz ve hayattan keyif almak için yeterli zaman var."

Beqa, Almanya'da yapısal anlamda bir desteğin olmaması yüzünden yabancı bir doktorun kariyer gelişiminde Alman bir doktorla kıyasla daha fazla çaba göstermesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Örneğin, yabancı hekimlerin kendi kliniklerini veya muayenehanelerini açmaları, Alman yasalarındaki uygulamadan dolayı Almanya'daki meslektaşlarına göre çok daha uzun sürüyor.

"Almanya yalnızca temel tıp eğitimini tanıyor, dolayısıyla bir uzman Almanya'da çalışmak istiyorsa yeniden uzmanlık eğitiminden geçmesi gerekiyor" diyen Beqa, bunun yıllar süren yeni bir eğitim gerektirdiğini vurguluyor.

Yabancı doktorlar için dil bir engel oluştuyor mu?

Yabancı doktorların yaşadığı dil sorunlarına dikkat çeken Rhineland-Pfalz Eyalet Tabipler Birliği Genel Müdürü Hoffart, bazı hastalardan yabancı doktorları anlayamadıklarına dair şikayetler geldiğini söylüyor.

"Hastalardan 'Doktorların düzgün Almanca konuştuğu bir hastane önerebilir misiniz?' sorusunu soran başvurular alıyorum" diyen Hoffman yabancı doktorların dil becerisine yönelik eleştirilerin haklı olabileceğini belirtiyor. Yabancı doktorların girdiği dil testlerinin standart Almanca'ya odaklandığını ifade eden Hoffman bunun yerel lehçeleri ve aksanları anlamalarına yardımcı olmadığını vurguluyor.

Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi tarafından 2016 yılında yapılan bir araştırma, birçok göçmen doktorun Almanca dil sorunlarının yanı sıra Almanya'daki kültür ve sağlık sistemine ilişkin bilgi eksikliğiyle mücadele ettiğini ortaya koydu.

Basel Üniversitesi'nin 2022'de yayınladığı ve Almanya'daki iki büyük üniversite hastanesini kapsayan bir başka çalışma ise hemşireler ve doktorlar da dahil olmak üzere birçok göçmen sağlık çalışanının dil, milliyet, ırk ve etnik kökene bağlı ayrımcılığa maruz kaldığını gösterdi.

Dr. Beqa ise doktorların uyum sorunu yaşamadığını ve Almanca öğrenmekte zorlanmadığını gözlemlediğini ifade ediyor. "Benim deneyimlerine göre doktorların çoğu dili çabuk öğreniyor" diyen Beqa, "Ayrıca, siz Almanca'yı çok iyi konuşsanız bile, konuşamayan hastalar her zaman oluyor ve dolasıyla dil sadece doktorlar için bir engel değil" sözleriyle gözlemlerini aktarıyor.

Hoffart, Almanya'daki deneyimli doktorların yurtdışından gelen yeni gelen meslektaşlarıyla daha fazla ilgilenmeleri ve onlara Alman sisteminin özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi vermelerinin iletişim sorunlarını çözebileceğini söylüyor. Hoffman yabancı doktorlara da ek olarak dil ve iletişim kursları alma tavsiyesinde bulunuyor.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim? 

Alman basınından Steinmeier'e hem övgü hem eleştiri

Alman basını, Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'ın Türkiye ziyaretini ve Ankara'da mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan ile düzenlediği ortak basın toplantısındaki açıklamalarını yorumladı.

Frankfurter Rundschau gazetesi, Steinmeier-Erdoğan görüşmesinin zamanlamasına dikkat çekti. Gazete, Türkiye ile Almanya'nın birbiri için "vazgeçilmez" olduğunu belirten Steinmeier'in bu sözlerini de yorumladı.

"Steinmeier'ın Türkiye'deki ziyaret programı bile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la ilişkinin ne kadar mesafeli olduğunu gösteriyor. Steinmeier, üç günlük resmi ziyaretinin ancak son gününde Ankara'da Erdoğan'la görüştü. Nihayetinde Berlin ve Ankara'nın görüş ayrılığı yaşadığı birçok konu var. Örneğin Erdoğan Hamas'ı 7 Ekim'deki acımasız terör saldırısından sonra bir kurtuluş örgütü olarak tanımladı. Erdoğan'ın insan haklarına yaklaşımı da tartışmalı. Ve Türkiye'de uzun süredir bağımsız bir yargı yok. Steinmeier, Türkiye ve Almanya'nın birbirinden ayrılmaz şekilde bağlantılı olduğunu vurguladı. Ki Almanya'daki yaklaşık 3 milyon Türkiye kökenli insan tek başına bunu sağlıyor. Federal Cumhurbaşkanı 'Birbirimize ihtiyacımız var' dedi. Bu doğru. Türkiye zor bir partner. Ama aynı zamanda da vazgeçilmez bir partner."

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan'ın ortak basın toplantısı
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan'ın ortak basın toplantısınull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Reutlinger General-Anzeiger gazetesi ise Steinmeier'in Ankara-Hamas ilişkisi ve Türkiye'deki insan hakları konusundaki tavrını eleştirdi.

"Geçmişte sadece Dışişleri Bakanı değil, aynı zamanda Başbakanlık Dairesi Başkanı ve SPD'nin başbakan adayı da olan bu politik Federal Cumhurbaşkanı'ndan birkaç tane de olsa daha net kelimeler duymak isterdi insan. Eğer Almanya İsrail'in güvenliğini bir devlet politikası olarak ilan ediyorsa, o zaman cumhurbaşkanı da Türkiye'nin Hamas'a desteğini sert şekilde eleştirmek zorunda. Hamas'ın açıkladığı hedef zira, İsrail'i ortadan kaldırmak. Ayrıca Steinmeier, Türkiye'de demokrasinin durumu ve insan hakları konusunda da eleştirel birkaç kelime etseydi kendisine yakışan bir davranış olurdu."

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeiernull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier'ın Erdoğan konusundaki yaklaşımını öven Rhein-Neckar-Zeitung gazetesindeki yorumdaysa şöyle denildi:

"Recep Tayyip Erdoğan kusursuz bir demokrat değil. Ancak anlaşmalar söz konusu oduğunda güvenilir bir partner. İster Avrupa Birliği ile mülteci mutabakatı olsun isterse de Rusya ile Ukrayna arasındaki tahıl anlaşması olsun, Erdoğan sözünü tuttu. Muhalefete ve kendisini eleştirenlere rahat vermemesi, Yahudi düşmanı Hamas'ı desteklemesi ve Kürtlere karşı savaş yürütmesi de siyasetçi Erdoğan'ın birer parçası. Ancak Frank-Walter Steinmeier'in bu Türkiye ziyaretinde ortaya koyduğu gibi, onu idare edebilirsiniz. Bir dışişleri bakanı rolü oynayan Federal Cumhurbaşkanı, yerel yönetimin muhalefette olduğu İstanbul'dan başlayan seyahat güzergâhıyla Ankara'daki Cumhurbaşkanı'yla arasına kritik bir mesafe koydu. Aynı zamanda Almanya'daki Türklerin başarı hikâyelerine önem verdi. Ki elbette bu Erdoğan'ı memnun ediyor. Kıymet bilmek, başarı odaklı diplomaside önemli bir değerdir. Kibirli bir şekilde karşıdakini rencide etmekse bunun tersidir."

dpa/CÖ,EC

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya'nın yeni gündemi: Çin ve Rusya ajanları

Almanya Federal Savcılığı hareketli günlerden geçiyor. Gündem ise farklı ülkelerin gizli servis elemanı olmakla suçlanan şüphelilerin art arda gözaltına alınması.

Üç erkek ve bir kadın dört şüphelinin Çin adına casusluk yaptığı suçlamasıyla yakalanmasının ardından, Federal Meclis'in İstihbarat Servisleri Parlamento Kontrol Komitesi'ne başkanlık eden Yeşiller Partisi milletvekili Konstantin von Notz, "Bunun güvenliğimize yönelik çok ciddi ve gerçek bir tehdit olduğunu anlamalıyız. Hem cezai işlemler uygulayarak de hem de yapıları ve ağları ortaya çıkararak hızlı ve kararlı bir şekilde hareket etmeliyiz" ifadelerini kullandı. 

Yaşanan son gelişmeler Almanya'nın iç istihbarat örgütü olan Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Thomas Haldenwang için sürpriz olmadı. Haldenwang, DW'ye yaptığı açıklamada "Bu soruşturmaları biz başlattık ve deliller netleştiğinde polise ve savcılığa teslim ettik" diye konuştu. Teşkilatın 2023 raporunda şu ifadeler yer alıyordu: "Çin'in giderek daha fazla güç elde etme yönündeki küresel hırsları takip ediliyor. Devlet aktörlerini etkilemenin yanı sıra Çin'in casusluk faaliyetlerini daha da yoğunlaştırması beklenebilir"

Çin'in acelesi olmadığını söyleyen Haldenwang, "2049'a kadar dünyanın bir numaralı siyasi, askeri ve ekonomik gücü olmak istiyorlar. Hem yasal hem de yasadışı yollarla sürekli bu hedefin peşinden koşuyorlar" dedi.

Klasik hedefler: Üniversiteler ve iş dünyası

Haldenwang, Alman Üniversitelerindeki Çinli akademisyenler ve öğrencilerin "Devlete (Çin) bilgi vermekle yükümlü olduğu" konusunda uyardı.

"Çin'le ilişkilerimizde saf olmamalıyız" diye konuşan Almanya Eğitim Bakanı Bettina Stark-Watzinger de, "İhtiyacımız olan şey, özellikle üniversitelerde ve bilim alanında yaptığımız iş birliklerindeki risklerin ve faydaların daha eleştirel bir şekilde tartışması" ifadelerini kullandı.

Anayasayı Koruma Teşkilatı da ekonomik iş birliğine karşı temkinli davranıyor. Haldenwang, her ortak girişim ve doğrudan yatırımla birlikte Çin'den yöneticilerin ve çalışanların Almanya'ya geldiğini bunun da casusluk faaliyetleri için potansiyel oluşturduğunu belirtti ve iş dünyasına ait sırların da Çin'e ulaşabileceği konusunda uyardı.

Ancak Salı günü Çin ajanı suçlamasıyla göz altına alınan şüpheli, bilim veya iş dünyasından ziyade siyaset alanını öne çıkarıyor. Jian G., Haziran 2024'teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı popülist Almanya için Alternatif Partisi'nin (AfD) lider adayı Maximilian Krah'ın yakın çalışma arkadaşıydı.

Federal Anayasayı Koruma Dairesi tarafından aşırılıkçılık şüphesiyle ülke çapında izlenen aşırı sağcı parti AfD, defalarca Rusya ile yakın bağlara sahip olmakla suçlandı.

Almanya Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Thomas Haldenwang
Thomas Haldenwangnull Martina Skolimowska/dpa/picture alliance

Ancak istihbarat teşkilatının bulgularına göre Rusya'nın amacı Çin'inkinden farklı. Haldenwang, Rusya'nın muazzam güç kullanarak bir sıcak savaş yürüttüğünü ve bu sebeple istihbarat servislerinin Avrupa'da karmaşık operasyonlar yürütme yeteneğinin ve isteğinin olmadığını varsaymanın ihmalkarlık olacağını söyledi.

İç istihbarat şefi, Rus casusluğunun artarak devam edeceğini ve bu amaçla Rusya'nın yeni kişileri görevlendireceğini tahmin ediyor. Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı savaştan kısa bir süre sonra Almanya, Berlin'deki Rus büyükelçiliğine akredite olan yaklaşık 40 ajan olduğu düşünülen şüpheliyi sınır dışı etti.

O zamandan beri Rusya'nın Almanya'da yaşayan Rusları askere alma girişimine dair raporlar bulunuyor. Rus topluluğunun çok dayanıklı olduğunu kanıtladığını söyleyen Haldenwang yine de Almanya'da Rusya Devlet Başkanı Putin'e sempati besleyen, "Rusların çıkarları doğrultusunda hareket etmeye hazır" Rusların yaşıyor olabileceğine dikkat çekti.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, casuslukla suçlanan altı şüphelinin altı gün içerisinde benzeri görülmemiş bir şekilde göz altına alınmasını bir başarı olarak nitelendirdi. Faeser, "Federal Anayasayı Koruma Dairesi başta olmak üzere güvenlik yetkililerimiz, casusluğa karşı önlemleri büyük ölçüde güçlendirdi. Bu şekilde kendimizi hem Rus rejiminin hibrit tehditlerine karşı hem de Çin'den gelen casuslara karşı koruyoruz" dedi.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Steinmeier'in Türkiye ziyareti: Depremzedelere dayanışma mesajı

Türkiye ziyaretine İstanbul'dan başlayan Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier bugün de Gaziantep'te incelemelerde bulundu. Steinmeier, 6 Şubat depremlerinin etkilediği kentler arasında bulunan Gaziantep'te Almanya'nın yardımları ile inşa edilen Gazikent İlkokulu'nu ve Nurdağı ilçesinde de depremzedeler için yapılan barınma yerlerini ziyaret etti.

Steinmeier Gaziantep'te yaptığı konuşmada, depremzedelere "unutulmadıkları" mesajını verdi. "Sizi unutmuyoruz, yardımları sürdüreceğiz, örneğin eğitim tesislerinin yeniden inşasında uzun vadeli destek vereceğiz" diyen Steinmeier, bunun için Alman hükümetinin 300 milyon euro tutarında kredi vermeye hazır olduğunu kaydetti.

Steinmeier, Gaziantep'te ilkokul ziyaret ederek, 23 Nisan etkinliklerine katıldı
Steinmeier, Gaziantep'te ilkokul ziyaret ederek, 23 Nisan etkinliklerine katıldınull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Steinmeier, bu sabah da İstanbul'da sivil toplum kuruluşları temsilcileri ile hak ihlalleri ve temel hak ve özgürlükler konusunu ele almak üzere bir araya geldi.

İstanbul'da İmamoğlu karşıladı

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, üç günlük Türkiye gezisinin ilk gününde ise İstanbul'da, 1960'larda Türkiye'den on binlerce işçinin Almanya'ya yola çıktığı Sirkeci Tren Garı'nı ziyaret etti.

Steinmeier burada yaptığı konuşmada "Gezimize bu tren garını ziyaret ederek başlamamız tesadüf değil. Türkiye gezimizin ilk durağı olarak, Türkiye'den Almanya'ya giden binlerce insanın kaderi açısından yoğun duyguların yaşandığı bu yeri ziyaret etmekten mutluluk duyuyorum" ifadelerini kullandı.

Sirkeci Garı'nı İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile gezen Almanya Cumhurbaşkanı, günümüzde Almanya'da yaşayan yaklaşık 3 milyon Türkiye kökenliye işaret ederek, "Türkiye'den gelen insanlar toplumumuzun bir parçası oldu. Onların hikayeleri bizim hikayemizdir, bu göç kökenli insanların hikayesi değil, göç kökenli bir ülkenin hikayeleridir" dedi.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu (ortada) ve tarihçi İlber Ortaylı ile Sirkeci Garı'nı ziyaret etti
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu (ortada) ve tarihçi İlber Ortaylı ile Sirkeci Garı'nı ziyaret ettinull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Almanya Cumhurbaşkanı'nın Sirkeci Garı'nı ziyareti bir protesto gösterisi ile gölgelendi. İsrail'in Gazze'ye yönelik operasyonlarını ve Almanya'nın izlediği tutumu protesto eden bir grup gösterici "Çocuk katili Almanya" şeklinde sloganlar attı. Daha sonra göstericiler polis tarafından uzaklaştırıldı.

Almanya ile Türkiye arasındaki dostluk önemli

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı dönemde sıklıkla Türkiye'ye gitmiş olsa bu Cumhurbaşkanı olarak ilk Türkiye ziyareti. Üç günlük ziyaretinde Steinmeier'e bakan ve müsteşarlar ile milletvekilleri de eşlik ediyor.

Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi, Federal Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz da Steinmeier'in beraberindeki heyette yer alan siyasetçiler arasında bulunuyor. Özoğuz'un ailesi Türkiye'den misafir işçi olarak Almanya'ya gidenlerden. Bu nedenle Özoğuz için Cumhurbaşkanı Steinmeier'in bu ziyaretinin sembolik bir önemi var. DW Türkçe'ye konuşan Özoğuz, "Bu ziyaretle geçmişe ve elbette bugüne bakıyor, Almanya ile Türkiye arasındaki sorunlar aynı mı diye gözden geçiriyoruz" dedi. İki ülke arasındaki sorunların aynı olmadığını belirten Özoğuz, ilişkilerde önemli adımlar atıldığını ve adımların iki ülke ilişkilerini olumlu bir geleceğe taşıyabileceğini ifade etti. Ancak gerçekçi olan Özoğuz, Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin yeniden bir dostluk ilişkisine dönüşmesi için Almanya Cumhurbaşkanı'nın ziyaretinden daha fazlasının gerektiğinin de farkında. 

Steinmeier'in heyetinde Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz ve Maliye Bakanı Christian Lindner de yer alıyor
Steinmeier'in heyetinde Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz ve Maliye Bakanı Christian Lindner de yer alıyornull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Ankara ile Berlin arasındaki ilişkilerde son yıllarda gerginlikler yaşanıyor. Berlin'in Türkiye'de yaşanan insan hakları ihlalleri ile hukukun üstünlüğü ve demokrasi alanlarındaki eksikliklere yönelik eleştirilerin yanı sıra Ankara'nın Almanya'daki Türkiye kökenliler üzerinde giderek artan tesiri gibi meseleler iki ülke arasındaki ilişkilerde gerginliğe yol açıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın geçmişe kadar sınırları açıp mültecileri Avrupa Birliği'ne (AB) gönderme tehditleri ile İsveç'in NATO üyeliğinin onay sürecini uzatması ve konunun muhatabı olmayan AB'den şartlar talep etmesi gibi çıkışlar da ilişkilerde gerginliğe neden olmuştu.

Son aylarda ise Erdoğan'ın İsrail'i "terör devleti" olarak nitelendirerek, Hamas'ı bir "kurtuluş ve mücahitler grubu" olarak gördüğünü ifade etmesi de tarihi açıdan İsrail'e karşı kendini sorumlu gören ve kayıtsız şartsız onun yanında yer alan Almanya'da büyük tepkiyle karşılandı. Buna geçen hafta sonu Erdoğan'ın Hamas lideri İsmail Haniye'yi İstanbul'da kabul etmesi de eklenince, Steinmeier'in ziyareti hiç de kolay olmayan şartlar altında gerçekleşiyor.

Öte yandan her ne kadar partisi AKP 31 Mart yerel seçimlerinden yenilgiyle çıktıysa da bir erken seçim kararı olmadığı sürece Erdoğan 2028'e kadar görevde. Dolayısıyla Steinmeier, bütün bu şartlar altında diplomatik dengeyi de koruyacak bir ziyaret çabası içinde bulunuyor.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier
Steinmeier'in ziyareti, Almanya'dan Türkiye'ye 10 yıl aradan sonra cumhurbaşkanı düzeyinde yapılan ilk ziyaretnull EPA/ERDEM SAHIN

Almanya Cumhurbaşkanı ziyaretine Türkiye'de "muhalefetin siyasi yıldızı" olarak değerlendirilebilecek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüşerek başladı.

Gaziantep ziyaretinin ardından başkent Ankara'ya gidecek olan Steinmeier, yarın da mevkidaşı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilecek.

Steinmeier'e "açık konuşma" çağrısı

Almanya Cumhurbaşkanı'na eşlik eden delegasyonda yer alan bir diğer isim de ana muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) üyesi Milletvekili Serap Güler. Babası 1963 yılında maden işçisi olarak Almanya'ya giden Güler için bu gezinin ayrıca bir önemi var.

Almanya'nın yeni bir Türkiye stratejisi geliştirmesi gerektiğini savunan Güler, yarın yapılacak Erdoğan-Steinmeier görüşmesinde köklü ilişkilere sahip iki ülke liderinin meseleleri açıkça konuşması gerektiğini ifade etti.

Steinmeier'in Türkiye'nin Hamas ile ilgili tutumundan dolayı Almanya'da duyulan rahatsızlığı dile getirmesi gerektiğine işaret eden Güler, "Türkiye'nin Hamas'a yönelik tutumuyla ilgili eleştirdiğimiz bayağı noktalar var. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier'in bunu Türkiye Cumhurbaşkanı'na açık açık iletmesinin, dile getirmesinin çok doğru olacağını düşünüyorum" dedi. 

Alman Maliye Bakanı, Şimşek ile görüşecek

İki liderin görüşmesine paralel olarak bakan ve müsteşarlar düzeyinde de görüşmeler yapılacak.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier ile Türkiye'de bulunan Federal Maliye Bakanı Christian Lindner'in yarın Ankara'da Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile bir araya gelmesi bekleniyor. Lindner, DW Türkçe'ye yaptığı açıklamada, Türk hükümetinin ekonominin istikrara kavuşturulması için gösterdiği çabaları desteklediklerini belirterek, "Bu, enflasyonla mücadele ve ekonomik büyümeyi güçlendirecek bir faiz seviyesine geri dönülmesi anlamına geliyor. Ancak sağlam bir maliye, her tür refahın ön koşuludur. Burada gördüğümüz gelişmeler, güvenilirliği artırma yönünde çabalar bulunduğunu gösteriyor" diye konuştu. Lindner, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün ekonomide sorunların aşılmasında taşıdığı öneme vurgu yaptı.

Keleş: Benim için bir onur

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, dün akşam Tarabya'daki Almanya Büyükelçiliği'nin yazlık rezidansında bir davet verdi. Siyasetten, sanat ve edebiyata, ekonomiden başarılı iş insanlarına çok sayıda davetlinin katıldığı etkinlikte konuklara Almanya'dan götürülen 60 kilogramlık döner ikram edildi.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, İstanbul'da verdiği resepsiyonda konuklara döner ikram etti
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, İstanbul'da verdiği resepsiyonda konuklara döner ikram ettinull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Sosyal medyada oldukça tartışmaya neden olan döneri hazırlayan ve ikram eden, Berlin'de üçüncü kuşak dönercilik yapan gastronom Arif Keleş ise Almanya Cumhurbaşkanı'nın delegasyonunda yer almaktan çok mutlu. DW Türkçe'ye konuşan Keleş, "Cumhurbaşkanlığı'ndan beni aradıklarında ve beni davet etmek istediklerini söylediklerinde çok mutlu oldum. Burada olmak benim için onurdur" diyor. Keleş, Berlin'de hazırladığı ve dondurulmuş 60 kilogramlık döner ve sosları ile İstanbul'a uçmuş.

Döner yemeyi çok sevdiğini belirten Almanya Cumhurbaşkanı için gastronom Keleş'in yaşam öyküsü Almanya'ya Türkiye'den iş gücü göçünü sembolize eden tam bir başarı hikayesi. Almanya'da kültür, sanat veya ekonomi gibi gastronomi de artık Türkiye kökenliler olmadan düşünülemeyecek bir alan.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Steinmeier'in Türkiye gezisi Alman basınında nasıl yorumlandı?

Süddeutsche Zeitung gazetesi Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in Türkiye ziyaretiyle ilgili beklentileri şöyle ele alıyor:

"Steinmeier'in Erdoğan ile görüşmesinde nasıl davranacağı merakla bekleniyor. Federal Meclis'in bazı üyeleri Cumhurbaşkanı'nı açık konuşmaya çağırdı. Ancak Steinmeier'in en güçlü yönü bu değil. Uzun süre görevde olan dışişleri bakanı, Bellevue Sarayı'na çıktığında da temkinli bir diplomat olarak kaldı. Kasım ayında Erdoğan’ı Berlin'de misafir etti. Ziyaret sonrası Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada 'Türkiye tarafının Ortadoğu sorunu ile ilgili son açıklamalarına istinaden' Steinmeier'in 'Almanya’nın pozisyonunu kesin bir şekilde ortaya koyduğu' belirtildi. Steinmeier için bu açık konuşmak sayılır. Ancak bu temkinli halinin nedenleri var…Türkiye mülteci sayısının sınırlandırılması konusunda zaten önemli bir ortaktı. Rusya'nın Ukrayna'daki saldırı savaşı ve Ortadoğu'da gerilimin tırmanması Türkiye'nin önemini daha da güçlendirdi. Ukrayna'yı desteklemek için Ankara'ya ihtiyaç var. Ve Erdoğan'ın Ortadoğu'daki savaşı körüklememesini hatta arabulucu olarak yardımcı olması umuluyor."

Lausitzer Rundschau gazetesi Steinmeier'in gezisindeki sembollerinin birçok mesaj içerdiğinin altını çiziyor.

"Türkiye gibi zor bir ortakla ilişkiler söz konusu olduğunda, bir Federal Cumhurbaşkanının kelime dağarcığı dahi sınırlarına çarpıyor. Aslında eleştirilerin açıkça ifade edilmesi gerekiyor ancak kusursuz, demokratik yönetim sergilemeyen Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu tür seslere anlayışsız, alıngan ve saldırgan bir tepki veriyor. Frank-Walter Steinmeier bu nedenle Türkiye gezisini, zamanlama, dramaturji, ziyaret noktaları, seçilen muhataplar bakımından her türlü sembolle süsledi. Bu sembollerin daha Erdoğan’la buluşması sırasında ilk cümleler kurulmadan önce çeşitli mesajlar taşımaları bekleniyor. Bu mesajlar da şöyle: İnsanların hayat gerçekliği önemlidir, muhalefetin teminat altına alınmış hakları vardır, eleştiri yükseltenler seslerinin duyulmasını isterler ve hukuk devleti korunmalıdır."

Volksstimme gazetesi de iki ülke arasındaki özel ilişkilere dikkat çekerken Türkiye'ye ihtiyaç duyulduğuna da vurgu yapıyor.

"Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Alman siyasetinde yıllardır bir dokunulmazlık statüsüne sahipti. Şimdi Steinmeier, Almanya ile Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 100’üncü yılını kutlamak için ona gidiyor. (...) İki taraf (Almanya ile Türkiye) özel ilişkilerle birbirine bağlı. Türkiye kökenli 3 milyondan fazla insan Almanya’da yaşıyor. Yakınlaşmanın sebebi ise Türkiye’ye ihtiyaç duyulması. Ülke, Merkel’in hemen hemen 10 yıl önce yaptığı anlaşmadan beri Avrupa'ya yasadışı kaçış yolları açısından bir kale. Bunun da tüm iniş ve çıkışlarına karşın böyle olmaya devam etmesi ve Tunus ya da Mısır gibi ülkelere örnek teşkil etmesi gerekiyor. Avrupa Birliğinin ilan ettiği gümrük birliğinin modernizasyonu Türkiye’nin dinçleşmesine yardımcı olacaktır. Avrupa Birliği’ne katılımda yeni müzakereler ise -haklı olarak- gündeme bile gelmiyor."

DW / SSB, EC

 

Almanya'da Türkiye bağlantılı kara para aklama vakaları arttı mı?

Almanya'da emniyet birimleri son dönemde sıklıkla Türkiye bağlantılı para ve altın ele geçirildiğine dair basın açıklamaları yapıyor.

Federal sisteme sahip Almanya'da Saar ve Rheinland-Pfalz eyalet emniyet teşkilatları ile Hessen eyaleti sınırlarında bulunan Frankfurt Gümrük Teşkilatı'nın geçen ay sonunda duyurduğu vaka da bunlardan biri.

Açıklamada 2023 sonunda yakalanan 43 yaşındaki bir şüpheliye Türkiye bağlantılı altın kaçakçılığı ve kara para aklama suçlaması yöneltildi ve bu kapsamda beş konut ve işyerinde aramalar yapıldığı, ayrıca çok sayıda belge ve kamera kaydı ele geçirildiği belirtildi. İddiaya göre 43 yaşındaki zanlı yıllarca Almanya'dan temin ettiği yüksek miktardaki kaynağı belirsiz altın ve nakit parayı Türkiye'ye soktu. Kimi zaman götürdüğü altın değerindeki takıyı da aynı gün Türkiye'den çıkararak Almanya'ya tekrar geri döndü. Soruşturmaya göre şüpheli, getirip götürdüğü altın ve nakit paranın kaynağını gizlemek amacıyla da sadece kağıt üzerinde kayıtlı şirketler kurdu ve "çift haneli orta seviyede" milyonlarca euroluk kaçakçılık yaptı.

Frankfurt Gümrüğü Basın Sözcüsü Carina Orth, söz konusu altın ve nakit paranın kaynağının tespit edilememesi nedeniyle kriminal yollardan edinilmiş kazanç olması ihtimali üzerinde durulduğunu açıkladı.Verilen bilgiye göre şüpheli Türkiye vatandaşına dair soruşturma, şüpheli para transferlerinin Almanya Gümrük Direktörlüğü çatısı altındaki Mali İstihbarat Birimi'ne (FIU) bildirilmesiyle başladı. Zanlının para hareketliliğini analiz eden FUI, Prüm kentinde Ekim 2023'te yapılan aramada yanında kaynağı belirsiz 19 kilogram altın ve 522 bin euro nakit para ile bir adet silah saptadı.

Olaydan sorumlu Saarbrücken Savcılığı, söz konusu zanlı ve işbirlikçilerinin sayısına, kaç yıldır kaçakçılık yapıldığı veya kara para aklandığına ilişkin sorular yönelten DW Türkçe'ye olayla ilgili Mayıs ayından önce yanıt veremeyeceğini iletti.

Türkiye'ye giden çiftin aracında 50 kg altın

Yine geçen Ekim ayında Bavyera Eyaleti sınırlarındaki A3 otoyolu üzerindeki bir dinlenme tesisinde Deggendorf Trafik Polisi'nin şüphe üzerine bir araçta yaptığı kontrolde Dortmund'tan Türkiye'ye gittiğini beyan eden 60 yaşındaki bir erkek ile 42 yaşındaki bir kadının aracında gizli bölmelere saklanmış ve o zamanki değeri 3 milyon civarında olan 50 kilogram altın ile 500 bin euro ele geçirildiği duyuruldu. Çiftin altın ve paranın kaynağına dair beyanda bulunmaması nedeniyle polis kara para aklama şüphesiyle soruşturma başlattı, altın ve paraya da geçici olarak el koydu.  

Aralık ayı sonunda ise Münih Havalimanı'ndan İstanbul'a uçmak isteyen İran kökenli bir Alman yolcunun verdiği bagajlardaki taramada şüphelenen gümrük yetkilileri 1 milyon 400 bin euro nakit para tespit etti. 44 yaşındaki yolcu paranın kaynağına dair bilgi vermeyi reddetti, hakkında kara para aklama şüphesiyle soruşturma başlatıldı.

Bir valizin x-ray cihazı içindeki görüntüsü
27 Aralık'ta İstanbul'a yolculuk etmek üzere Münih Havalimanı'na gelen İran kökenli bir Alman vatandaşının valizinde gümrük memurları 1 milyon 400 bin euro kaynağı belirsiz para yakalandığını duyurdunull Zollfahndungsamt München

Kara para aklama ve terör finansmanı vakaları

Peki Almanya'da son aylarda kamuoyuna sıklıkla yansıyan bu tür olaylar Türkiye bağlantılı kara para aklama vakalarındaki gerçekten artışa mı işaret ediyor?

Federal sisteme sahip Almanya'da bu vakaların toplandığı tek bir merkezi birim bulunmaması sebebiyle bu soruya yanıt bulmak zor.

Havalimanları ile sınırlardaki denetimler gümrük birimlerince yürütülürken araçla Türkiye'ye seyahat edenlere yönelik otoyollarda tesadüfi veya şüphe üzerine yapılan aramalar ise çoğunlukla eyalet emniyet teşkilatları ile trafik polisleri tarafından yapılıyor. Şüpheli transaksiyonlar ise bankalar, kredi kuruluşları, sigortalar, emlak şirketleri gibi para, varlık ve kripto değer transferi alanında faaliyet yürüten kuruluşların "şüpheli transfer" olarak bildirimiyle Mali İstihbarat Birimi (FIU) tarafından analiz edilip sorumlu savcılık ya da istihbaratlara aktarılıyor.

DW Türkçe'nin Gümrük Genel Direktörülüğü'nden aldığı bilgiler artış olduğu izlenimini doğruluyor.

Buna göre göre pandemi kısıtlamalarının damgasını vurduğu 2020'de çoğu havalimanlarında olmak üzere Türkiye'den Almanya'ya girişte kara para aklama şüphesi ile kayda geçen 13 vaka bulunuyor. Bu vakalarda tespit edilen para veya altın miktarı 1 milyon 300 bin euro değerinde. Yine 2020'de Almanya'dan Türkiye'ye gidenlere yönelik aramalarda 158 şüpheli vakada 8 milyon 900 bin euro nakit para ele geçirildiği belirtiliyor.

Pandemi kısıtlamalarının sürdüğü 2021'de ise Türkiye'den Almanya'ya seyahatlerde de 24 şüpheli vaka kayda geçerken bunlarla birlikte tespit edilen nakit para ve altın miktarı 1 milyon 500 bin euro oldu. Aynı yıl Almanya'dan Türkiye'ye seyahatlerde saptanan şüpheli 200 vakada tespit edilen peşin para ve altın miktarı da 4 milyon 900 bin euro olarak tespit edildi.

2022 yılında ise Türkiye'den Almanya'ya dönüşlerde 25 şüpheli olay kayda geçerken saptanan peşin para ve altın miktarının gerilediği ve 1 milyon euro olduğu görüldü. Almanya'dan Türkiye'ye gidişlerde de 172 şüpheli vakada 5 milyon 100 bin euro saptandı.

Çeşitli kripto paralar
Kara para aklama, terör finansmanı ve yaptırımların delinmesine ilişkin transaksıyonlarda artık kripto varlıklar da önemli rol oynuyor null Daniel Kalker/dpa/picture alliance

Mali İstihbarat Birimi raporlarında Türkiye

Almanya'da kara para aklama, terör finansmanı veya yaptırımların delinmesi gibi konuları para ve varlık transferlerinde takip eden kurum 2001 yılında kurulan Mali İstihbarat Birimi (FIU). Kurum, bankaların, sigortaların, emlak şirketleri ve benzeri finans kuruluşlarının "şüpheli" ibaresiyle bildirmekle yükümlü olduğu vakaları analiz ediyor. İnceleme sonucunda şüphenin güçlenmesi halinde FIU dosyayı ya sorumlu savcılıklara ya da istihbarat birimlerine aktarıyor.

FIU'nun 2018 yılından itibaren yayınladığı yıllık raporlarda da Türkiye bağlantılı şüpheli olayların yüksekliği dikkat çekiyor.

FIU'ya 2018'de "şüpheli" ibaresiyle toplam 315 bin bildirim yapılırken yurt dışından Almanya'ya şüpheli finans hareketliliğinde Türkiye 2 bin 400 ile Fransa'nın ardından ikinci sırada yer aldı.

Almanya'dan yurt dışına yapılan 113 bin şüpheli transaksiyondan ise 27 bini Türkiye'ye yapıldı ve yurt dışına şüpheli transferlerde Türkiye birinci ülke oldu.

Mali istihbaratın 2019 raporunda da şüpheli bildirimler artarak 355 bine yükseldiği, yurt dışından Almanya'ya yapılan şüpheli transaksiyonlarda Türkiye'nin dört sıra gerilediği ve altıncı olduğu görülüyor. Almanya'dan yurt dışına şüpheli işlemlerde ise 25 bin ile yine ilk sırada yer aldı.

Pandeminin damgasını vurduğu ve seyahetlerin hemen hemen durduğu 2020'de şüpheli olarak Almanya'ya başka ülkeden yapılan 43 bin transaksiyon tespit edildi. Bunlarda başı Fransa ve Hollanda çekerken onları Türkiye takip etti. Almanya'dan yurt dışına yapılan şüpheli işlemlerde ise yüzde 44 artış kaydedildiği görüldü. Yapılan 133 bin şüpheli transaksiyondan 26 bini Türkiye'ye oldu ve bu sayı ile Türkiye şüpheli hareketlilikte yine başı çekti.

FIU'ye 2021'de iletilen şüpheli transaksiyonlarda patlama yaşandı ve 958 bin olarak kayda geçti. Bunlardan 104 bini yurt dışından Almanya'ya yapılırken Türkiye, Hollanda, İsviçre, Fransa ve İngiltere'nin ardında yer aldı. Almanya'dan yurt dışına yapılan transaksiyonlarda da yüzde 52 gibi rekor bir artış meydana geldi ve toplamda 203 bine ulaştı. Türkiye 2021'de de 29 bin şüpheli işlemle yine birinci sıradaki yerini korudu. 

2022'de kara para aklama, terör finansmanı veya yaptırımların delinmesine yönelik FIU'ya bildirilen işlem sayısı 1 milyon 136 bin oldu. Bunlardan 123 binini yurt dışından Almanya'ya yapılan şüpheli işlemler oluşturdu. Türkiye 2022'de yine Batı Avrupa ülkelerinin ardında yer alırken yurt dışına şüpheli işlemlerde ilk sırasını korudu.

Desteler halinde paketlenmiş bir şekilde 1,4 milyon euro
Münih Havalimanı'nda güvenlik güçleri tarafından el koyulan 1,4 milyon euronull Zollfahndungsamt München

Şüpheli transaksiyon ile ne kastediliyor?

FIU'nun raporlarında kara para aklama veya terör finansmanı gibi olaylara dair anonimleştirilmiş somut örnekler de yer alıyor. 2022 yılı raporunda yer alan bir örnekte, Türkiye'de ikamet eden bir vatandaşın Almanya seyahati sırasında elindeki 25 bin euro banknotu çevirmek üzere bir bankaya başvurduğu, bankanın seri numaralardan şüphelenip FIU'ya bildirim yapması sonucu yapılan incelemede Türkiye'de ikamet eden kişinin elindeki banknotların 2017'de Libya Merkez Bankası'nın Bingazi şubesinin talan edilmesi sırasında çalınan milyonlarca euro banknottan olduğu saptandı. Parayı başka dövize çevirmek isteyen şahsın beyanatının "kendi birikimi/tasarrufu" şeklinde olduğu bildirildi. 

FIU, 2014 yılından beri IŞİD'in Libya Merkez Bankası'na saldırısı ile çalınan paraları farklı aracılar üzerinden Avrupa'da değiştirmeyi denediğini, böylece "temiz" euro banknotlarla kendine finansman yaratmaya kalkıştığını rapor ediyor. Paranın nasıl Türkiye ikametlli kişinin eline geçtiğinin ise aydınlatılamadığı bildiriliyor.

IŞİD finansmanı

Son aylarda Türk vatandaşları veya Türkiye kökenlilerin adının sık geçtiği bir diğer konu da doğrudan terör finansmanı davaları. FIU'nun 2021 raporunda örnek gösterdiği anonim bir şüpheli para transferi vakası bunun boyutlarını ortaya koyuyor.

Raporda verilen örnekte, Almanya'da kayıtlı bir derneğin Türkiye'de bir hesaba beş haneli bir meblağ havale ettiği, havalenin yapıldığı Türkiye'deki hesabın Almanya'da kapatılmasına yönelik hakkında dava süren ve Federal Başsavcılığın terör finansmanı şüphesiyle de soruşturma yürüttüğü selefi bir derneğe ait olduğunun saptandığı belirtiliyor. FIU'nun incelemesi üzerine 320 bin euro bulunan derneğin hesapları acilen dondurulurken soruşturma sırasında toplamda 600 bin euro varlığa el konduğu bildirildi.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya: Konut krizi alarm veriyor

Amir Schraff*, 16 yılı aşkın süredir Almanya'da yaşıyor. Afganistanlı bekâr bir baba. Schraff'ın ev sahibi 24 Aralık 2022'de Bonn kenti yakınlarında bulunan kiralık dairesinden çıkmasını istedi. O günden beri Almanya'daki yüz binlerce insanla aynı kaderi paylaşıyor: Uygun fiyatlı bir daire için aylar süren umutsuz bir arayış.

Onlarca cevapsız mektup, birbiriyle yarışan yüzlerce başvuru sahibi ve evleri sadece görmek için bile beklenen ve sonu gelmeyen kuyrukla... Tabii evi görmeye davet edilmek için de şanslı olmak gerekiyor. Çoğu zaman da karşılaşılan standart bir cevap var: "Üzgünüz, başka birini seçtik!"

Evden çıkarılma kararına karşı yasal yollara başvurduğunu DW'ye anlatan Schraff, "Almanya'daki konut sorunu giderek dramatik bir hal alıyor" diyor.

800 binin üzerinde konut açığı

Rakamlar da Alman emlak piyasasındaki durumun ne kadar kötü olduğunu kanıtlar nitelikte. Ülkede 800 binin üzerinde konut açığı var ve bu açık giderek artıyor. Federal İstatistik Ofisi'ne göre, çoğu bekar ebeveyn ve çocuklarından oluşan 9,5 milyondan fazla kişi evlerinde sıkışık durumda yaşıyor. Alman hükümetinin 100 bini sosyal konut olmak üzere her yıl 400 bin yeni konut inşa etme yönündeki iddialı hedefi ise yüksek faiz oranları ve inşaat maliyetleri nedeniyle zor görünüyor.

Münih kentindeki Ekonomi Araştırma Enstitüsü (ifo), 2023 yılında yaklaşık 245 bin konut inşa edildiğini ancak bu yıl sayının yalnızca 210 bin olacağını açıkladı.

Almanya'da konut arzı az ama talep çok büyük olduğu için kiralar da hızla yükseliyor. Amir Schraff gibi giderek daha fazla kişi çaresizlik içinde kiracıların çıkarları için kampanya yürüten Alman Kiracılar Birliği gibi kuruluşlara başvuruyor. Alman Kiracılar Derneği Bonn/Rhein-Sieg/Ahr Genel Müdürü Peter Kox, DW'nin konuya ilişkin sorularını yanıtladı.

Alman Kiracılar Derneği Bonn/Rhein-Sieg/Ahr Genel Müdürü Peter Kox
Alman Kiracılar Derneği Bonn/Rhein-Sieg/Ahr Genel Müdürü Peter Koxnull privat

Kox, "Düsseldorf, Köln ve Bonn gibi büyük belediyelerde, insanların neredeyse yüzde 50'si artık gelirlerine bağlı olarak bir konut hak sertifikası, yani kira kontrollü bir daire hakkına sahip. Bugünlerde danışmanlık servisimizi ziyaret edenler sadece 'olağan' vatandaşlık yardımı alanlar değil, aynı zamanda toplumun orta kesimi" diyor.

Kiracı derneklerine üyelik rekor düzeyde

Almanya Başbakanı Olaf Scholz da konut sıkıntısının ülkenin en önemli sosyal sorunu olduğu görüşünde. Ülkede artık sadece çocuklu bekar ebeveynler, işsizler, öğrenciler ve mülteciler değil, aynı zamanda giderek artan bir şekilde orta sınıf da uygun fiyatlı konut için mücadele ediyor.

İnşaat halinde bir bina, önünde iskele görülüyor
Almanya'da konut arzının düşük olması, kiraların yükselmesine neden oluyornull Frank Hoermann/SVEN SIMON/picture alliance

Birliğin rekor bir sayıya, yaklaşık 25 bin üyeye ulaştığını ve birliği her gün daha fazla kişinin katıldığını anlatan Kox, "İnsanlar zaten çaresiz durumda. Son yıllarda gördük ki bize gelenler sadece akut yeni sorunları olanlar değil. Örneğin nasıl ödeyeceklerini bile bilmedikleri enerji faturasıyla gelenler de var" diye sözlerini sürdürüyor.

Ev bulamayanlar ise ya dışarıda kamp kuruyor ya arkadaştan arkadaşa taşınıyor veya geceyi belediyeye ait konaklama yerlerinde geçiriyor. Bonn'daki Alman Kiracılar Derneği yetkilisi Kox, kendi bölgesinde şu anda 3 bin 500 kişi olduğunu tahmin ediyor. Bu sayı birkaç yıl önceki sayılardan on kat daha fazla.

Kox acil bir çağrıda bulunyor:

"Önümüzdeki 20 yıl içinde Bonn'a yaklaşık 30 bin kişi taşınacak ve onlar için 15 bin konuta ihtiyacımız var. Sağlıklı bir konut piyasasında tüm dairelerin yüzde 12 ila 14'ünün devlet tarafından sübvanse edildiği ve kira kontrollü olduğu varsayılırsa, bunların 10 bini devlet tarafından sübvanse edilen daireler olmalı."

Almanya: Kiracılar ülkesi

Almanya bir kiracılar ülkesi ve Avrupa'da bu konuda açık ara bir numara. Nüfusun yarısından fazlası kendi evinde yaşamıyor ve Avrupa Birliği'nde ev sahibinden çok kiracısı olan tek ülke. Ancak Almanya şimdi geçmişte yaptığı siyasi hataların bedelini ödüyor: Federal hükümet binlerce daireyi özel yatırımcılara satarken eyaletler sosyal konut yapımından büyük ölçüde çekilmişti.

DW'nin sorularını yanıtlayan konut politikası uzmanı Matthias Bernt, "Eskiden dört milyon sosyal konutumuz ve 15 milyon kiracı hanemiz vardı, bu da 1 bölü 4 oranı anlamına geliyordu. Bugün bir milyon sosyal konutumuz ve 21 milyon kiracı hanemiz var, bu da 1 bölü 21 oranı anlamına geliyor. Şu anda bir şekilde sosyal konuta erişebilenler piyangoyu kazanmış demektir" diyor.

Konut politikası uzmanı Matthias Bernt
Konut politikası uzmanı Matthias Berntnull Leibniz-Institut für Raumbezogene Sozialforschung (IRS)

Bernt, Leibniz Mekânsal Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nde "Politika ve Planlama" araştırmasının başkanlığını yürütüyor. Konut krizinin özellikle büyük şehirlerde ve üniversite kentlerinde belirgin olduğunu gözlemlediğini belirtiyor. Örneğin başkent Berlin'de giderek daha fazla Airbnb dairesi bulunurken aynı zamanda yeni kiralanan dairelerin kirası mevcut dairelerin kirasından ortalama iki kat daha yüksek.

Kira dondurma süresi uzatıldı

Alman hükümeti bu sorunla mücadele etmek için çaresizce çabalıyor ve şimdi kira dondurma süresini 2029 yılına kadar uzattı. Buna göre, yeni bir kira sözleşmesi imzalandığında, kira bedeli standart yerel karşılaştırmalı kira bedelinin yüzde onundan fazla olamaz. Bununla birlikte yeni inşa edilen, kapsamlı bir şekilde modernize edilen veya kısmen mobilyalı daireler için istisnalar mevcut. Berndt'e göre bunlar acilen kapatılması gereken boşluklar.

Berndt, "Kısa vadede kiralık emlak piyasasının gerçekten daha güçlü bir şekilde düzenlenmesine ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Örneğin Berlin'deki dairelerin yarısının bir hile kullanılarak yarı mobilyalı olarak sunulması kabul edilemez. Ev sahipleri bunu, daireye bir masa ve bir dolap yerleştirerek ve bunun için korkunç meblağlar talep ederek üst kira sınırını aşmak için kullanıyor" diyor.

*: İsim editörler tarafından değiştirilmiştir

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Almanya'dan 1150 kişi IŞİD ve El Kaide'ye katıldı

IŞİD'in Horasan kolunun (IŞİD-H) Rusya'da geçen ay düzenlenen ve 130'dan fazla kişinin hayatını kaybettiği saldırının ardından Almanya'da gözler radikal İslamcı örgütlere katılan ve geri dönenlere çevrildi.

Alman hükümetinin İslam ve göç karşıtı aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yönelttiği bir soru önergesine verdiği yanıta göre, 2011 yılından itibaren Suriye ve Irak'a giderek El Kaide ve IŞİD gibi radikal İslamcı örgütlere katılanların sayısı bin 150'yi buluyor. Yanıtta, bu kişilerden yüzde 65'inin IŞİD, El Kaide ve bu gruplara yakın örgütlenmelerin terör faaliyetlerinde yer aldığı veya bu örgütlere destek verdiğine ilişkin ipuçları bulunduğu belirtiliyor.

Hükümetin tespitlerine göre Almanya'dan radikal İslamcı terör örgütlerine katılmak üzere bu bölgelere gidişler 2013-2015 yılları arasında yoğunlaştı. Gittiği tespit edilen bin 150 kişiden 650'si Alman vatandaşı. Kayıtlarda bunlardan 273'ünün çifte vatandaş olduğu yer alıyor. Hem Alman hem de Türk vatandaşı olanların sayısı ise 35.

Suriye ve Irak'a giden bin 150 kişinden 153'ü de Türk vatandaşı. Böylece Almanya'dan giden kişiler arasında Türk vatandaşları, Almanların ardından en büyük ikinci grubu oluşturdu. Bu grubu 85 ile Suriye, 55 ile Rus vatandaşları takip etti.

Alman makamlarının tespitlerine göre 2019'dan bu yana Suriye ve Irak'a gidişler büyük oranda azaldı.  

Yüzde 40'ı döndü

Almanya'dan Suriye ve Irak'a gidenlerin yüzde 40'ı, yani yaklaşık 460'ı ülkeye geri döndü. Bunların da 30'dan fazlasının sınır dışı edilmesi yoluyla veya kendi isteğiyle ülkeden ayrıldığı açıklandı. Almanya'ya dönen 460 kişiden 307'sinin Alman vatandaşı, 44'nün Türk, 30'unun Suriye ve 21'inin Rus vatandaşı olduğu belirtiliyor.

Suriye ve Irak'taki bir radikal İslamcı örgüte katılıp geri dönenlere yönelik Almanya'da başlatılan soruşturma sayısı da 2023 sonu itibarı ile 312 oldu. Bunların büyük kısmı Almanya Ceza Kanunu'nun 129a ve 89a maddeleri ile bağlantılı olarak "yabancı bir terör örgütüne üye olmak, onun için faaliyet yürütmek ve/veya devlete karşı şiddet eylemi hazırlığında olmakla" suçlanıyor.

Alman hükümetin verdiği bilgiye göre, hakkında soruşturma yürütülen 111 kişi ceza aldı, 119'unun davası devam ediyor. 122 kişi hakkında da takipsizlik kararı verildi.  

Bin 150 kişiden yüzde 25'i kadın

Almanya'dan Suriye ve Irak'a giderek radikal İslamcı örgütlere katılanlardan yüzde 25'inin kadın olduğu kaydediliyor. Bunlar arasında Türkiye kökenliler de bulunuyor. IŞİD  içindeki kadınların örgüte finansman ve yeni kadın eleman kazandırma için rol oynadığı yönündeki haberler, katılımın üst seviyede olduğu yıllarda ortaya çıkmıştı. Almanya'da görülen davalarda bu boyut da yeniden gündeme geldi.

Düsseldorf'ta geçen ay sonuçlanan bir davada Alman vatandaşı Alperen K. ile Türk vatandaşı eşi Çağla K., 2020-2021'de IŞİD'e yaklaşık 3 bin 700 euro para yardımı yaptıkları suçlamasıyla 1 yıl 9 ay ile 1 yıl 3 ay tecilli hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme heyeti, Alperen K. ile eşi Çağla K.'nın cezalarını sabıkaları bulunmaması ve toplumla uyumlu yaşadıkları gerekçesiyle verdiği erteledi. Suçunu itiraf eden çift savunmasında "Kürt kamplarında tutulan IŞİD'li kadın ve çocuklara insani amaçlı yardım yaptıklarını" söylemişti.

Bir el arabasını çeken çocuk, arka planda flu insan kalabalığı
IŞİD'in elindeki bölgeleri kaybetmesinden sonra yakalanan pek çok IŞİD üyesi, kadın ve çocuk El Hol ve Roj kampında tutuluyornull Maya Alleruzzo/AP/picture alliance

Yine Düsseldorf'ta bu hafta başlayan başka bir davada da IŞİD'e maddi yardım yapmak suçlamasıyla beş kişi hakim karşısında. Güneybatı Radyo TV Kurumu'dan (SWR) Eric Beres ile Bavyera Radyo TV Kurumu'ndan (BR) Joseph Röhmel'in ulaştığı iddianameye göre bu sefer IŞİD'e yapılan yardım daha büyük melağda ve sistematik. Sistemin arkasındaki isimlerden birinin de 2015'te 16 yaşında Münih'ten giderek IŞİD'e katılan Elif Ö. olduğu iddia ediliyor.

Almanya'da geçen sene Mayıs ayında 10 eyalette eş zamanlı operasyon düzenlenmiş, sosyal medyada verilen tepkilerde "masum Müslümanlara gıda ve giyecek yardımı gönderen kişilerin suçlu olarak sergilendiği" yönünde iddialar ortaya atılmıştı. Ancak Almanya Federal Başsavcılığı'nın hazırladığı iddianameye göre hakim karşısına çıkan söz konusu beş zanlı 2020-2022'de IŞİD'e 250 bin eurodan fazla para gönderdi.

Gönderilen paranın örgütte Elif Ö.'nün de içinde bulunduğu bir sisteme aktığı öne sürülüyor. Bu paranın El Hol ve Roj kamplarında tutulan IŞİD'lilerin "satın alınması" veya "oradaki hayatlarının örgütün ideolojisi çerçevesinde düzenlenmesi" amaçlı da kullanıldığı belirtiliyor. Bunun koordinasyonunda "Bacın Esir Kampında" projesi için yardımlar toplayan Elif Ö.'nün önemli rol oynadığı ifade ediliyor.

Düsseldorf'ta bu hafta ilk kez hakim karşısına çıkan beş zanlıdan Kosova vatandaşı Kujtim B.'ye de Almanya'dan toplanan yardımları "para casusları"(finanzagent) veya aracılar üzerinden Türkiye ya da Suriye'ye gönderdiği iddia ediliyor. Savcılığın dijtal yazışma protokollerinden ortaya çıkardığına göre Kujtim B. Elif Ö. ile de iki kez görüştü.

Çarşaflı kadınlar arasında yürüyen bir erkek çocuk, kadınlardan birinin elini tutar halde...
IŞİD'lilerin tutulduğu bir diğer kamp da Roj; buradaki IŞİD'lilerin kurtarılması için Türkiye ve yurt dışında para toplandığı kaydediliyornull Delil Souleiman/AFP/Getty Images

"Bacın Esir Kampında" için Türkiye'den de para toplandı

Örgüte Almanya'dan katılan Elif Ö.'nin basına daha önce de yansıyan "Bacın Esir Kampında" adlı proje için Facebook, Instagram ve Telegram üzerinden yardım koordine ettiği belirtiliyor.

Projenin Instagram hesabından para toplamak için Türkçe çağrı yapıldığı da görülüyor. Hesaptan para toplamak için yapılan 2020 tarihli bir çağrıda, projenin Ankara'da Mayıs 2018'te kurulduğu belirtiliyor. Projenin 20'den fazla kentte faaliyet gösterdiği belirtilen çağrıda, yardım çalışmalarının IŞİD'in Suriye'deki kalesi İdlib merkezli yürütüldüğü vurgulanıyor. IŞİD'e yönelik operasyonlardan da şikayet edilen açıklamada bazı gönüllü çalışanların ya gözaltına alındığı ya da tutuklandığı aktarılıyor.

Çağrıda Suriye'de YPG'nin elinde tutulan IŞİD'lilerin kurtarılması için bir çok kurumdan ve davetçiden destek aldıkları ve "Bacın Esir Kampında" projesinin bu şekilde hayata geçtiği belirtiliyor. 

Projenin sosyal medya sayfalarında Ramazan'da iftar ve sahur için ayrıca destek istendiği de görülüyor. Aylık "sadaka" bedelinin 33 dolar, "kontör" bedelinin de 7 dolar olduğu yönünde paylaşımlarla takipçilerin düzenli desteği isteniyor. 

Destek çağrılardaki numaraların Türkiye'den cep telefonları olduğu da dikkat çekerken projeye dair son paylaşımın 21 Aralık 2023'te yapıldığı ve projenin sonlandırılacağının duyurulduğu görülüyor. Projenin neden sonlandırıldığına dair bilgi ise verilmiyor.

Projeyi yöneten Elif Ö. Alman Başsavcılığın saptamasına göre hâlâ Suriye'de. IŞİD'in sahip olduğu bölgeleri kaybetmesiyle Elif Ö. önce tutuklanarak Kürtlerin kontrolündeki El Hol kampına düştüyse de oradan kaçmayı başardığı, radikal İslamcıların kontrolündeki İdlib'e geçtiği ve oradan "Bacın Esir Kampında" için yardımlar toplamaya başladığı belirtiliyor.

Alman Başsavcılığı Elif Ö.'nün bu amaçla en az 40 bin euro yardım toplamayı başardığını tahmin ediyor.

IŞİD Horasan örgütü kimdir?

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Almanya'da kürtajın yasallaşması tartışması

Kürtaj, Almanya'da genel olarak yasak ve ceza gerektiren bir suç sayılıyor. Kürtaja ilişkin yasal düzenlemeler Ceza Kanunu'nun 218'inci maddesinde yer alıyor. Ancak, kürtaj hamileliğin ilk üç ayı içerisinde gerçekleştirilirse ve hamile kadın bu konuda danışmanlık almışsa, cezadan muaf tutuluyor. Ayrıca, tecavüz sonrasında hamile kalma durumda veya kadının fiziksel ve ruhsal sağlığı için tehlike oluşturması halinde kürtaja izin veriliyor.

Yaklaşık 30 yıldan beri yürürlükte olan bu mevcut yasal duruma uzun ve hararetli tartışmaların ardından ulaşılmıştı. Şimdi, koalisyon partileri Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) kürtajla ilgili yasal düzenlemelerde değişiklik yapılmasını planlıyor.

Komisyonun kürtaja ilişkin tavsiyeleri

Bir yasa tasarısı hazırlanmadan önce ise Alman hükümeti tarafından atanan hekim, psikolog, sosyolog ve hukukçulardan oluşan bir uzman komisyonu kürtaj konusunda tavsiyeler hazırladı. Komisyon üyeleri bugün yaptıkları açıklamada, hamileliğin ilk 12 haftasında kürtaja izin verilmesi tavsiyesinde bulundu. Komisyon, mevcut yasal düzenlemenin anayasa hukuku, uluslararası hukuk ve Avrupa hukukuna uygun olmadığını belirtti.

İlk 12 haftada kürtajın yasal olmasını tavsiye eden komisyon, 22'nci haftaya kadar olan dönemde hangi koşullar altında kürtajın yasal olması gerektiği konusunda kararı siyasete bıraktı. 22'nci haftadan itibaren kürtajın yasalara aykırı olarak değerlendirilmesini tavsiye eden uzmanlar, tecavüz veya hamilelerin sağlığını tehlike atan bir durumda ise istisna yapılması gerektiğini kaydetti. 

SPD'li politikacı Katja Mast, erken dönemde kürtajın artık bir suç olmaktan çıkarılması gerektiğini ifade ediyor. Mast, "Kürtaj düzenlenmesinin Ceza Kanunu kapsamında olmaması gerektiğini düşünüyorum çünkü bana göre bu, kadınları damgalıyor" diyor.

Toplumda farklı görüşler var

Kiliseler ve sivil toplumun ise tepkileri oldukça farklı. Bu da konuyla ilgili toplumdaki kutuplaşmayı gösteriyor. Katolik piskopos Heiner Koch, Katolik Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada, "Hem annenin ihtiyaç ve endişelerini hem de doğmamış çocuğun korunmasını desteklediği için" mevcut yasal düzenlemenin korunması gerektiğini belirtti. Almanya Katolikleri Merkez Komitesi de hamileliğin erken evresinde embriyonun yaşam hakkının daha az olmasını eleştiriyor.

Uzmanlardan oluşan komisyonun tavsiyelerini destekleyen Pro Familia derneği ise kürtajın tamamen suç olmaktan çıkarılması ve hamileliğini sonlandırmak isteyen kadınlara zorunlu danışmanlık verilmesinin kaldırılması gerektiğini savunuyor.

Muhalefet partileri ne diyor?

Siyasette ise muhafazakâr kesim planlanan yasal düzenlemeye karşı çıkıyor. Ana muhalefet partisi Hristiyan Demokrat Birlik'in (CDU) Genel Başkanı Friedrich Merz, bu reform yoluyla "ülkeye büyük bir sosyal çatışma getirmemesi" konusunda hükümeti uyardı. CDU'nun ittifak yaptığı Bavyera'daki Hristiyan Sosyal Birlik'ten (CSU) Dorothee Bär ise bir röportajında, "doğmamış çocuğun yaşam hakkının korunmasının artık bir rol oynamaması karşısında şaşkın" olduğunu dile getirdi.

Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) de kürtajın yasal olmasına karşı çıkarken, "doğmamış bebeklerin hayatının korunmasını" argüman olarak kullanıyor.

Sol Parti ise federal hükümete tavsiyeleri bir yasa tasarısına dönüştürerek kısa süre içinde sunması çağrısında bulunuyor.

Koalisyon hükümetinin bir tasarı hazırlayarak meclise sunması halinde ise CDU/CSU ve AfD'nin Federal Meclis'teki oylamada birlikte hareket etmesi bekleniyor. Ancak bu AfD'ye karşı bir "güvenlik duvarı" inşa etmiş olan ve AfD ile iş birliği yapmak istemeyen CDU/CSU için bir sorun teşkil ediyor.

CDU'nun, AfD'nin ya da her iki partinin de söz konusu yasa tasarısına karşı Federal Anayasa Mahkemesi'ne başvurması durumunda benzer bir ikilemle karşı karşıya kalabileceği belirtiliyor. 1990'larda Federal Meclis'te onaylanan kürtaja ilişkin daha liberal bir yasa tasarısı Anayasa Mahkemesi'nde kabul edilmemişti. Varılan uzlaşma ile bugün hâlâ yürürlükte olan düzenleme hayata geçirilmişti. Bu kez de, hükümetin reformuna karşı Anayasa Mahkemesi'ne yapılacak bir başvuru başarılı olabilir.

Kürtajla ilgili "reklam yasağı" kaldırıldı

Almanya'da hükümet geçen yıllarda da kürtaj ile ilgili bazı yeni düzenlemeler getirdi. Ceza Kanunu'nun "kürtaja reklam yasağı" öngören 219a maddesi kaldırıldı. Bu madde, kürtaj hakkında kamuoyuna bilgi vermeleri halinde doktorları cezaya tabi tutuyordu.

Ayrıca kürtaj karşıtlarının eylemlerinin yasaklanmasına yönelik yasa tasarısı da parlamento sürecinde. Kürtaj karşıtlarının; kürtaj işlemini gerçekleştiren merkezlerin, hastanelerin ya da doktor muayenehanelerinin çevresinde gerçekleştirdikleri protestoların gelecekte kamu düzenini bozma olarak değerlendirilmesi öngörülüyor.

ABD, Polonya, İrlanda ve Fransa'da kürtaj düzenlemeleri nasıl?

ABD örneği, konunun diğer ülkelerde de ne kadar kutuplaştırıcı olduğunu gösteriyor. ABD'de Yüksek Mahkeme'nin 2022 yılında aldığı karardan bu yana her eyalet kürtaj yasasını yeniden kendisi düzenliyor. Bazı muhafazakâr eyaletler kürtaj hakkını yeniden ciddi şekilde kısıtladı. Hatta Arizona'daki Yüksek Mahkeme, iç savaşın sürdüğü ve kadınların oy kullanmasına bile izin verilmeyen 1864 tarihli bir yasanın yeniden yürürlüğe girmesi yönünde görüş bildirdi. Bu, gelecekte Arizona'da kürtajın neredeyse tamamen yasaklanabileceği anlamına geliyor.

Arizona'daki Yüksek Mahkeme, 1864 tarihli bir yasanın yeniden yürürlüğe girmesi yönünde görüş bildirdi.
Arizona'da kürtaj hakkını savunanlarnull Joel Angel Juarez/The Republic/USA TODAY Network/IMAGO

 

ABD başkanlık için yarışan Donald Trump bile seçimi kazanması halinde ulusal düzeyde bir kürtaj yasağı getireceğini dile getirmiyor. Mart ayında yapılan bir Reuters/Ipsos anketine göre, ABD vatandaşlarının yüzde 57'si kürtajın çoğu durumda ya da her durumda yasal olması gerektiğini düşünüyor.

Kürtaj yasaları bazı Batı ülkelerinde de hassas bir konu. Polonya'da liberal çizgideki Başbakan Donald Tusk seçim öncesinde Polonya'nın katı kürtaj yasalarını gevşetme vaadinde bulunmuştu. Ancak bu plana Tusk'un koalisyon ortağı Hristiyan-muhafazakâr Üçüncü Yol partisi karşı çıkıyor.

Nüfusunun çoğu koyu Katolik ülke olan İrlanda'da da 2018 yılında yapılan referandum üçte iki çoğunluk ile kürtajın yasallaştırılması lehine sonuçlandı. O dönemde pek çok kişi, daha önce toplumsal açıdan muhafazakâr olan ülkede sonucun bu kadar net olmasını beklemiyordu.

Fransa'da ise Mart ayında kabul edilen bir yasatasarısı ile kürtajın tamamen cezasız kalması anayasal bir statüye kavuşturuldu. Buna göre, artık "hamileliği sonlandırma özgürlüğünün" garanti altına alınmasından söz ediliyor. Karara tepki gösteren eski Paris Başpiskoposu Michel Aupetit, sosyal medya platformu X'te yaptığı paylaşımda "Yasa, vicdanı öldürmeye zorluyor. Fransa totaliter bir devlet haline geldi" ifadelerini kullandı.

Almanya'da da federal hükümetin komisyonun tavsiyelerine uyması halinde, ülkede gelecek aylarda da bu konuda hararetli bir tartışma yürütülmesi olası görünüyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Alman ordusunda yakında imamların görev yapması planlanıyor

Alman ordusundaki (Bundeswehr) Müslüman askerler uzun yıllardır Hristiyan ve Yahudi meslektaşlarının sahip olduğu manevi destek alma hakkından yoksun. Politik olarak imkânsız olarak görülen bu uygulamanın değişmesi için Savunma Bakanlığı harekete geçti.

DW'ye konuşan Savunma Bakanlığından bir sözcü Mart ayının ortasından bu yana Bakanlıkta bir uzmanın Alman ordusundaki Müslümanlar için somut bir manevi hizmet modeli geliştirdiğini ve bunun hayata geçirilmesine eşlik edeceği bilgisini verdi. Bu adım aynı zamanda Hristiyan ve Yahudilere yönelik manevi destek olanaklarını genişletmeyi amaçlıyor.

Alman ordusundaki Müslüman askerlere manevi hizmet verilmesi Alman siyasetçiler tarafından da dile getiriliyordu.

Müslüman askerlere manevi destek çağrısı

Alman askerlerinin sorunlarını ve ihtiyaçlarını dile getirmekle görevli Alman Federal Meclisinin Alman Ordusundan Sorumlu Üyesi Eva Högl Mart ayı ortasında sunduğu üç yıllık raporda, Müslüman askerlere imam hizmeti sağlanması çağrısında bulundu.

Almanya'da, Savunma Bakanlığı hangi siyasi partinin elinde olursa olsun konu Müslüman askerlere manevi destek hizmetine gelince bugüne kadar hep aynı siyasi söylem savunuldu. Bunun mümkün olmayacağı, konuyla ilgili iş birliği yapılabilecek, tüm Müslümanları temsil eden bir kurumun olmadığı ifade edildi.

SPD'li siyasetçi Eva Högl
SPD'li siyasetçi Eva Hölg, ordu ile ilgili raporunda Müslüman askerler için imam görevlendirilmesi çağrısında bulundunull Carsten Koall/dpa/picture alliance

Ancak Sosyal Demokrat Partili (SPD) Högl, Savunma Bakanlığının bu söylemini kabul etmiyor. Högl'e göre İslam inancına mensup askerler için diğer dinlerle eşit ölçüde yetkilendirilmiş bir askeri imamın bulunmaması "son derece yetersiz" bir durum. Högl, Savunma Bakanlığından nitelikli personel tarafından sözleşmeye dayalı olarak sağlanacak bu hizmetin hızlıca başlatılmasını talep etti.

Högl, bu talebinde 6 Şubat 2023'te Türkiye'de meydana gelen depremlerin ardından Alman ordusunun Türkiye'nin güneydoğusunda birkaç hafta süren yardım misyonunu hatırlattı.

Deprem sonrasında Türkiye'de görev yapanlar arasında Müslüman askerler de vardı. Bu askerlere manevi destek ise Müslüman olmayan iki askeri papaz tarafından sağlanmıştı. Högl, Müslüman askerlerin dini uygulamalar söz konusu olduğunda kendilerini terk edilmiş hissettiklerine dair geri bildirimler aldığını söyledi.

Alman ordusunda 3 bin Müslüman asker

DW'nin sorusuna yanıt veren Alman Savunma Bakanlığı sözcüsü, 2023 tarihli bir araştırmaya göre Alman ordusunda 3 bin civarında Müslüman asker bulunduğu ifade etti.

Alman ordusu içerisindeki Müslüman askerlere yönelik manevi destek ihtiyacı ilk olarak bundan yaklaşık 25 yıl önce Alman ordusunun iç eğitim kurumu olan Liderlik Kültürü Merkezi'nin "Bundeswehr'deki Müslümanlar" başlıklı makalesiyle dillendirilmişti. Ordu içerisinde imam görevlendirilmesi gerektiğine yönelik çağrılar on yılı aşkın süredir devam ediyor.

Ordu içinde diğer dini cemaatlere hizmet veren askeri papazlar da Müslüman askerlere dini hizmet sunulması gerektiğini savunuyor. DW'ye konuşan Protestan Piskopos Bernhard Felmberg, manevi destek ihtiyacı duyan askerlerin hem kendisine hem de diğer Protestan askeri din adamlarına başvurduklarını söylüyor. Felmberg, böyle bir ihtiyaç olduğunun kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor.

Orduda görev yapan Piskopos Bernhard Felmberg
Orduda görev yapan Piskopos Bernhard Felmbergnull Christian-Ditsch/epd/IMAGO

Manevi desteğin askerler açısından da anayasadaki din özgürlüğü hakkını garanti altına alacağını söyleyen Felmberg, "Bundeswehr'de giderek artan sayıda Müslüman hizmet veriyor. Bu askerlere kendi dinlerinde manevi destek seçeneğinin verilmesini açıkça destekliyorum" diyor.

Hem Katolik hem de Yahudi askeri din adamları da geçen aylarda benzer görüşleri dile getirmişlerdi.

Müslüman askerlere orduda manevi destek sağlayan ülkeler arasında ABD, Kanada, Fransa, Hollanda, İsviçre, Avusturya ve Norveç yer alıyor. Bu ülkelerin çoğunun ordusunda askerî imam bulunuyor. Ancak tüm İslami mezhepleri temsil edecek çatı bir kuruluş bulunmadığı için Almanya'da devlet bunun için gerekli olan düzenlemeyi yapamıyor.

Ordudaki Yahudilere yönelik manevi desteğin uygulamaya koyulması Almanya'daki Yahudiliğin çeşitli mezhepleri adına konuşabilen köklü bir kurum olan Yahudiler Merkez Konseyi ile yapılan bir iş birliği sayesinde 2019 yılında mümkün oldu. Alman ordusunda 500 kadar Yahudi asker olduğu tahmin ediliyor.

Koalisyon partilerinden hükümete çağrı

Mevcut koalisyon hükümetini oluşturan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti'den (FDP) milletvekilleri de Alman ordusundaki Müslüman askerlere manevi destek verilmesi gerektiğini savunuyor.

FDP Grup Başkan Yardımcısı Konstantin Kuhle, SPD'li Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz ve Yeşiller partisinden Filiz Polat Mayıs 2023'te Alman hükümetinden orduda imam görevlendirilmesini talep etti. Açık bir mektup yazan üç milletvekili, böyle bir desteğin öncelikli olarak ele alınması gerektiğini savunarak, hükümete askerlere yönelik manevi destek hizmetini başlatma çağrısında bulundu. Mektupta, Osnabrück kentinde imam adaylarına yönelik bir eğitim kurumu olan İslam Koleji'nin (Islamkolleg) ilk mezunları verdiğine dikkat çekildi.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius
Almanya Savunma Bakanı Boris Pistoriusnull Jonathan Penschek/dpa/picture alliance

DW'nin edindiği bilgilere göre Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, yaklaşık iki ay sonra çağrıya yanıt vererek bu konunun kendisi için özel bir önem taşıdığını ve sonuç olarak manevi destek için çalışmalara başlanmasını onayladığını bildirdi. Bunun mevcut yasama döneminde gerçekleşmesi gerektiğini belirten Pistorius Savunma Bakanlığının İslam Koleji ile temas halinde olduğunu söyledi.

2019'un sonunda kurulan İslam Koleji, Almanya'da imamların ve diğer din görevlilerinin eğitim alabileceği tek yer değil. Ancak İslam Koleji, projenin içerisinde yer alan aktörler ve akademik bağlantıları sebebiyle siyasette umut ve beklenti yaratmış durumda.

Uçar: Müslüman askerler ikinci veya üçüncü sınıf değil

DW'ye konuşan İslam Koleji Direktörü Bülent Uçar, "Yıllardır Müslüman askeri imam olmasını istiyorduk" diyor. Yahudi askerlere yönelik manevi desteğin yaygınlaştığına dikkat çeken ilahiyat uzmanı Uçar, Müslümanlar açısından da "eşit veya benzer personel ve destek sağlanmasını" istediğini belirtiyor.

İslam Koleji Direktörü Bülent Uçar
İslam Koleji Direktörü Bülent Uçarnull Lino Mirgeler/dpa/picture alliance

Bu konunun yakın zamanda netliğe ulaşması gerektiğini vurgulayan Uçar, Alman ordusundaki Müslümanların "ikinci veya üçüncü sınıf askerler olmadığına" işaret ediyor. Uçar, devletin manevi hizmeti sağlaması gerektiğini de sözlerine ekliyor. 

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Alman ordusu Bundeswehr savaşa hazırlanıyor

Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasının ardından savunma politikalarında değişikliğe giden Almanya, ordusu Bundeswehr'i yeniden yapılandırmak için kolları sıvadı.

Savaşın başlamasının hemen ardından savunma yetkinliğini güçlendirmek için askeri harcamalarını rekor düzeyde artırma kararı alan Alman hükümeti, şimdi de orduyu "savaşmaya hazır hale getirmek" amacıyla adımlar atıyor.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius.
Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, Alman ordusu için öngördükleri reformları "Yeni bir milat" olarak tanımladı. null Lisi Niesner/REUTERS

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius'un "Yeni bir milat" sözleriyle açıkladığı yapısal reformlar, Alman ordusunun "çevik operasyonel yetkinliklerle güçlendirilmesini" amaçlıyor.

Alman ordusundaki dönüşümün ana hatları

Buna göre Bundeswehr'in iç ve dış operasyonları artık tek elden, kurulacak Müşterek Komuta ve Harekat Merkezi Komutanlığı tarafından koordine edilecek.

Alman ordusu ayrıca yeni bir savaş türü olan siber savaşa da hazır hale getirilecek. Kara, hava ve deniz kuvvetlerine dördüncü bir kuvvet daha eklenecek: Siber ve Enformasyon Kuvvetleri. Bu kuvvet yapısı, hibrit tehlikeleri analiz edecek, elektronik savaş ve siber operasyonlar, keşif, elektronik altyapının korunması gibi konulardan sorumlu olacak.

NATO’nun Polonya’daki tatbikatına katılan Alman ordusuna ait Leopard 2 tankı.
NATO’nun Polonya’daki tatbikatına katılan Alman ordusuna ait Leopard 2 tankı. null Sean Gallup/Getty Images

Bir de Destek Komutanlığı oluşturulacak. Bu komutanlık her dört kuvvet komutanlığına nükleer, biyolojik ya da kimyasal saldırı durumunda tıbbi malzeme ve lojistik destek sağlayacak. 

Kime, hangi mesaj verilmek isteniyor?

Savunma Bakanı Pistorius, ilan ettiği bu reformların altı ay içinde hayata geçirilmesini hedeflediklerini açıkladı.

Rusya'nın Avrupa'ya oluşturduğu tehdidin yoğunlaştığına, bu nedenle orduyu acil durumlarda ülkeyi savunmaya hazır hale getirmek zorunda olduklarına dikkat çeken Pistorius, "Şu herkes için çok net olmalı. Biz ülkemizi ve ittifak ortaklarımızı savunuyoruz. Kimsenin NATO toprağına saldırma fikrine kapılmaması gerektiğini bir kez daha açıkça ortaya koyuyoruz" dedi.

Bu arada Alman ordusu asker sıkıntısı da çekiyor. Pistorius'un reformları açıklarken Almanya'da 2011 yılında askıya alınan zorunlu askerlik hizmetinin yeniden uygulanmasına dönük önerilerini de sunması bekleniyordu. Ancak Pistorius muhtemel modellere ilişkin incelemele ve değerlendirmelerin sürmekte olduğunu söylemekle yetindi.

Ordudaki asker sayısı son resmi verilere göre 181 bin 811'e geriledi. Savunma Bakanı Pistorius'a göre ordu bünyesindeki askerlerin sayısının 2031 yılına kadar en az 203 bine ulaşması gerekiyor.

Ana muhalefet reformlar için ne diyor?

Ana muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin milletvekili ve savunma uzmanı Roderich Kiesewetter, ülke içi ve ülke dışı operasyonların Müşterek Komuta ve Harekat Merkezi Komutanlığı çatısı altında toplanmasını olumlu olarak değerlendiriyor.

Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin milletvekili Roderich Kiesewetter.
Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin milletvekili Roderich Kiesewetter.null Bernd Elmenthaler/IMAGO

DW'nin sorularını yanıtlayan Kİesewetter, Bakan Pistorius'un ordunun savaşma yetkinliklerini güçlendirmeye odaklanmasını ilkesel olarak doğru bulduğunu belirterek "Ancak reformlar, uygulama olanaklarının gerisinde kalıyor" dedi.

Basında nasıl yankı buldu?

Alman basınında yer alan yorumlarda da reformlar önemli bir adım olarak nitelendirilmekle birlikte yeterli olmamakla eleştiriliyor.

Tagesschau'da yer alan yorumda, "Yeniden yapılanma planları Bundeswehr'i savaşa uygun hale getirmeyecek. Ekipman ve altyapıdaki eksikliklerin listesi bunun için çok uzun. Ve bu sorunlar bir çırpıda çözülemez. Pistorius bunu biliyor" görüşü aktarılıyor ve Alman savunma bakanının "daha aşması gerekecek bazı dirençler olduğu" kaydediliyor.

Focus dergisi ise yorumunda Pistorius'un reformlarıyla "cesaret" ortaya koyduğu ancak zorunlu askerlik gibi en önemli kararın hala alınamadığına vurgu yapıyor. Südkurier gazetesi de Bundeswehr'in yaşlandığına, kuvvet yapısının küçüldüğüne dikkat çekiyor, "20 bin doldurulmayan pozisyon var, ayrılma oranı yüzde 20'den fazla ve neredeyse hiç kadın yok. Çok sayıda reklam kampanyası az etki yarattı, hatta etkisiz kaldı, bu da doğal olarak savaşın Almanya'ya yaklaştığı zamanlarda gönüllülüğün tek başına yeterli olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor" değerlendirmesini aktarıyor.

Almanya ciddi boyutta asker açığı yaşıyor.
Almanya ciddi boyutta asker açığı yaşıyor.null ABB/picture alliance

Bir diğer dikkat çekici yorum da Reutlinger General-Anzeiger gazetesinde yer aldı. Bu yorumda, modern bir ordu için yetkin askerlere ihtiyaç duyulduğuna işaret edilerek şu ifadelere yer verildi:

"Ancak İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden 80 yıl sonra, askerlik hâlâ birçok kişi tarafından barışı tehdit eden kirli bir meslek olarak görülmeye devam ediliyor. Oysa Ukrayna'da yaşananları görmek, bir saldırı durumunda özgürlüğümüzü ve kendi kaderimizi tayin hakkımızı savunmak için hayatlarını riske atmaya hazır insanların varlığının ne kadar önemli olduğunu anlamamızı sağlamalı."

Uzman Wiegold: Önemli olan nasıl uygulanacağı

DW'nin sorularını yanıtlayan Alman savunma uzmanı Thomas Wiegold ise reformları prensipte olumlu buluyor ve hükümetin doğru yolda olduğunu söylüyor.

Ancak Wiegold, uygulamaya da bakılması gerekeceğine işaret ederek "Her iyi niyetli düşünceler ve hedeflerde olduğu gibi önemli olan bunların nasıl uygulanacağıdır" dedi.

Alman savunma uzmanı Thomas Wiegold.
Alman savunma uzmanı Thomas Wiegold.null DW

Zorunlu askerlik hizmeti konusunda Pistorius'un henüz net bir açıklama yapmamasına şaşırmadığını söyleyen Wiegold, Bakan'ın zorunlu askerlik ile ordu reformunu bilinçli olarak birbirinden ayırmak istediği görüşünde. Nedenini ise Wiegold, "Zorunlu askerlik konusunda siyasi desteğe ihtiyacı var çünkü bu siyasi bir karar. Bunu tek başına yapamaz. Koalisyonun ve parlamentonun desteğine sahip olmalı" sözleriyle açıkladı.

Savunma stratejisindeki kritik değişim

Savunma uzmanı Wiegold, Alman hükümetinin açıkladığı reformlarla orduda yaşanacak dönüşüme de ışık tuttu.

Wiegold, "Bu, ülke dışındaki askeri misyonlara odaklanmış bir ordunun, ulusal ve ittifak savunmasına odaklanan bir orduya dönüşümünü temsil etmektedir" dedi.

Alman ordusu bugün kadar ağırlıklı olarak Afganistan, Mali ve Kosova gibi yurtdışı misyonlarına odaklanmıştı. Ancak hem Savunma Bakanı Pistorius'un açıklamasında altını çizdiği hem de Thomas Wiegold'un da dikkat çektiği gibi artık Alman ordusu Almanya'nın ve NATO ittifakının savunmasına odaklanacak.

Litvanya’da görev alacak Alman askerleri Savunma Bakanı Pistorius’ın katıldığı törenle uğurlandı.
Litvanya’da görev alacak Alman askerleri Savunma Bakanı Pistorius’ın katıldığı törenle uğurlandı.null Lisi Niesner/REUTERS

Almanya'nın Rusya'ya karşı caydırıcılığı güçlendirmek amacıyla Litvanya'ya önümüzdeki yıllar içinde 5 bin asker konuşlandıracak olması da buna örnek teşkil ediyor. Bu kapsamda yirmi askerden oluşan öncü ekip, Pazartesi günü Almanya'dan Litvanya'ya uğurlandı. Törende konuşan Pistorius, "Bu Almanya ordusu için önemli bir gün" dedi. Bakan, Almanya'nın ilk kez ülke dışında daimi olarak bir tugay asker bulunduracağına işaret etti.

Alman askerlerini Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta karşılayan Litvanya Savunma Bakanı Laurynas Kasciunas da "Bu tarihi bir an" diyerek şu açıklamayı yaptı:

"Öyle bir savunma ve caydırıcılık mimarisi inşa edeceğiz ki doğudan hiçbir hasım NATO'nun 5. maddesini test etmeyi aklından bile geçiremeyecek."

 

DW / VW, DA, HS

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Gazze'de "soykırıma yardım" davasında Almanya'dan savunma

Nikaragua'nın, İsrail'e verdiği askerî destekle "Gazze'deki soykırıma yardım" suçlamasıyla Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davada bugün Almanya savunmasını sundu. Dün Nikaragua'nın suçlamalarının dinlendiği duruşmayla başlayan davada ilk etapta Nikaragua'nın ihtiyati tedbir talepleri karara bağlanacak.

Almanya'nın hukuki temsilcisi Tania von Uslar-Gleichen, suçlamayı kesin dille reddederek Nikaragua'nın iddialarının "yargılama sürecinde taraf olmayan İsrail'in eylemleriyle ilgili değerlendirmelere" dayandığını, pratikte ve hukuken bir dayanağının bulunmadığını kaydetti.

"İsrail'in güvenliğinin Almanya dış politikasının merkezinde yer almasının nedeni tarihimizdir" diyen Tania von Uslar-Gleichen, "Silah ve diğer askerî teçhizat ihracatı dahil Almanya'nın İsrail'e sağladığı destek, bu tedarikin niteliği ve amaçları Nikaragua tarafından kaba bir şekilde çarpıtılmaktadır" ifadesini kullandı.

Almanya'nın hukuk ekibinden Christian Tams da, Almanya'nın Ekim ayından bu yana İsrail'e sadece dört silah ihracatına onay verdiğini, bunlardan üçünün test ya da talimlerde kullanılan donanım olduğunu belirtti.

UAD'nin 16 üyeli yargıçlar heyetine Almanya'nın Filistinliler için gönderdiği insanî yardım malzemelerinin uçaktan atılırkenki fotoğraflarını gösteren Tams, "Berlin'in son derece zor koşullar altında her gün Filistinlilere yardım sağlamaya devam ettiğini ve uluslararası partnerlerle yapıcı bir iş birliği içinde olduğunu" söyledi.

"İsrail'in mahkum edildiği bir karar yok"

Almanya'yı temsil eden hukukçulardan Samuel Wordsworth da Mahkeme'nin Almanya'nın BM Sözleşmesi çerçevesinde soykırıma engel olma yükümlülüğünü yerine getirmediğine hükmedemeyeceğini, çünkü Mahkeme'nin İsrail'in Sözleşme'yi ihlal ettiğine hükmettiği bir kararın bulunmadığını kaydetti.

Nikaragua, Almanya'nın İsrail'e silah tedariki yoluyla 1948 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal ettiğini savunuyor. Nikaragua açtığı davada İsrail'e silah ve diğer askerî teçhizat sevkiyatının durdurulması ile BM Filistin Yardım ve Bayındırlık Ajansı'na (UNRWA) durdurulan yardım ödemelerinin yeniden başlatılması şeklindeki ihtiyati tedbir önlemleri de talep ediyor.

Davada Almanya'yı temsil eden hukuk ekibi
Davada Almanya'yı temsil eden hukuk ekibinull Robin van Lonkhuijsen/ANP/picture alliance

Dün başlayan davanın ilk duruşmasında Nikaragua'nın avukatları, Berlin'in desteğinin "Gazze'de İsrail'in soykırım eylemlerini mümkün kıldığı ve uluslararası insancıl hukuku ihlal ettiğini" iddia etmişti. Nikaragua'nın avukatları Alman hükümetinin bir yanda İsrail'e silah tedarik ederken diğer yanda Filistinlilere insanî yardım sağlamasını "acınası" bir durum olarak nitelendirmişti.

Mahkeme'nin ön kararını açıklamasının haftalar sürebileceği belirtiliyor. Nikaragua'nın açtığı ana davanın sonuçlanmasının ise yıllar sürmesi bekleniyor.

Almanya ABD'nin ardından en büyük ikinci tedarikçi

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü verilerine göre Almanya, ABD'nin ardından İsrail'e en fazla silah tedariki yapan ikinci ülke. Nikaragualı yetkililer sadece Almanya'ya karşı dava açmalarını, ABD'nin UAD'yi tanımaması ve Soykırım Sözleşmesindeki ilgili protokolü imzalamamasıyla gerekçelendirmişti.

Birleşmiş Milletler'in en üst düzey yargı mercii konumundaki Lahey merkezli Uluslararası Adalet Divanında İsrail'e karşı Güney Afrika'nın açtığı soykırım davası da devam ediyor. Mahkeme, ihtiyati tedbir talebiyle ilgili ön kararında İsrail'in soykırım eylemlerini engellemek için tüm önlemleri almasına hükmetmişti. UAD kararlarının hukuki bağlayıcılığı bulunmakla birlikte, Mahkeme'nin kararların uygulanmasını sağlayacak mekanizmaları bulunmuyor.

AFP,AP/BK,BÖ

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

Nikaragua'nın Almanya hakkında açtığı "soykırıma yardım" davası başladı

Orta Amerika ülkesi Nikaragua'nın, İsrail'in Gazze'deki eylemlerine siyasi, mali ve askeri destek sağlayarak "soykırım işlemesini kolaylaştırdığı" gerekçesiyle Almanya aleyhine geçici tedbir kararı alınması talebiyle Uluslararası Adalet Divanında (UAD) açtığı dava bugün başladı. 

Nikaragua'nın avukatlarından ağır suçlama

Mahkemede konuşan Nikaragua'nın avukatları Almanya'ya yönelik sert ithamlarda bulundular. Nikaragua'nın Alman avukatı Daniel Müller, "Bir yandan Filistinli çocuklara, kadınlara ve erkeklere, özellikle de hava yoluyla insani yardım sağlamak, diğer yandan da onları öldürmek ve yok etmek için kullanılan askeri teçhizatı tedarik etmek gerçekten acınası bir bahanedir" dedi.

Nikaragua'nın diğer avukatı Alain Pellet ise Lahey'de görülen duruşmanın başında yaptığı açıklamada, Almanya'nın İsrail’e mühimmat desteği sağlamaması gerektiğine işaret ederek, "Almanya'nın bu yardımı artık askıya alması son derece acildir" ifadelerini kullandı.

İki gün sürecek duruşma öncesinde Almanya, Nikaragua'nın Gazze Şeridi'nde uluslararası hukukun ihlal edildiği yönündeki iddialarını çürütecek görüşlerin aktarılacağını açıkladı.

Pazartesi günü Almanya Dışişleri Bakanlığı'nın X hesabından yapılan açıklamada, hukuki görüşün yarın (Salı günü) UAD'a sunulacağı belirtilerek, "Uluslararası hukuk ekibimiz yarın beklenen suçlamaları ayrıntılı olarak çürütecek" denildi. Bakanlığın açıklamasında Almanya'nın hem uluslararası hukuka hem de Uluslararası Adalet Divanı'na destek oluğu belirtilerek, "Almanya'nın Soykırım Sözleşmesi'ni veya uluslararası insancıl hukuku ihlal ediyor olabileceği yönündeki suçlamaları reddetmemizin bir nedeni de budur" denildi.

Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sebastian Fischer de Cuma günü Berlin'de gazetecilere yaptığı açıklamada "Almanya ne Soykırım Sözleşmesini ne de uluslararası insancıl hukuku ihlal etmiştir ve bunu Uluslararası Adalet Divanı önünde ayrıntılı olarak ortaya koyacağız" demişti.

Almanya ne ile suçlanıyor?

Davada Nikaragua, Almanya'yı BM Filistin Yardım ve Bayındırlık Ajansı'na (UNRWA) yapılan ödemeleri durdurarak "Gazze Şeridi'ndeki soykırımı" desteklemekle suçluyor. Berlin'den İsrail'e silah sevkiyatının ve diğer desteklerin durdurulmasını da içeren beş acil tedbir talebi yer alan metinde, "Almanya, askeri teçhizat tedarik ederek ve UNRWA'ya yönelik finansmanı iptal ederek (...) soykırıma yardım ve yataklık etmektedir" ifadeleri yer alıyor.

Pazartesi günkü duruşmada Nikaragua argümanlarını sunacak, Almanya temsilcileri ise Salı günü iddialara yanıt verecek.

Almanya desteği neden kesti?

Almanya UNRWA'ya yaptığı ödemeleri Ocak ayında askıya almıştı. Gerekçe olarak UNRWA'nın 12 çalışanının 7 Ekim'de radikal İslamcı Hamas tarafından İsrail'e düzenlenen geniş çaplı saldırıya karıştığı yönündeki suçlamalar gösterilmişti.

Birleşmiş Milletler'in en üst mahkemesi olan UAD, devletler arasındaki anlaşmazlıkları karara bağlamak üzere 1945'te Hollanda'da kuruldu. Kararları yasal olarak bağlayıcı olsa da, bunların uygulanmasına yönelik gücü sınırlı. Aralık ayında Güney Afrika, İsrail hakkında "Gazze Şeridi'nde soykırım yapma suçlamasıyla" UAD'a başvurdu.

İsrail ise saldırılarının soykırım anlamına geldiğini şiddetle reddediyor ve kendini savunma amacıyla hareket ettiğini ifade ediyor.

Mahkemenin ön kararını vermesinin haftalar alacağı ve davanın muhtemelen yıllarca süreceği belirtiliyor.

Güney Afrika "soykırım" davası açmıştı

UAD, Ocak ayında Güney Afrika tarafından açılan ve İsrail'i Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal etmekle suçlayan bir davada, "İsrail'in Gazze'deki ölüm, yıkım ve soykırım eylemlerini önlemek için elinden geleni yapmasını” karara bağlayan geçici tedbirler almıştı.

Mahkeme ayrıca geçen hafta İsrail'in Gazze'deki insani durumu iyileştirmek amacıyla, savaştan etkilenen bölgeye gıda, su, yakıt ve diğer malzemelerin girmesine izin vermek için daha fazla kara geçişi açmak da dahil olmak üzere bir dizi önlem almasını kararlaştırmıştı.

AP,AFP/TY,BÖ

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Depreme Berlin'den bir ağıt: Haydar'ın Dansı

Türkiye'nin on ilinde binlerce binanın yıkılmasına ve on binlerce insanın ölümüne neden olan 6 Şubat Depremleri, acısı nesiller boyu sürecek sayısız trajedinin kaynağı oldu. Bu trajik öykülerden biri de, iktisat tarihçisi, halk müziği araştırmacısı ve bağlama sanatçısı Dr. Mehmet Yıldırım'ın hikayesi.

Depreme Antakya'da yakalanan ve üzerine çöken binanın içinde günlerce yardım gelmesini bekleyen Yıldırım'ın, nihayetinde felaketten ancak bir hafta sonra cesedine ulaşılabilmişti. Polis tarafından cep telefonuna ve dizüstü bilgisayarına el konulan Yıldırım'ın, enkaz altında iken yakınlarına mesajlar gönderdiği öne sürülüyor.

Almanya'nın başkenti Berlin'in üç operasından biri olan Neuköllner Oper'in Genel Sanat Yönetmeni Bernhard Glocksin, duyduğu bu dramı, yaklaşık altı ay önce kurgusal bir hikaye ile tiyatro oyunu olarak sahneye taşımaya karar vermiş. İspanyol Dramaturg Albert Tola ile birlikte yazdıkları müzikal oyunda, Mehmet Yıldırım'dan esinlenilen Haydar karakteri, kaldığı enkazın altından üniversite yıllarında tanıştığı, aşık olduğu ancak bu sevdasını dile getirmeye hiç cesaret edemediği Songül'e mesajlar gönderiyor.

Seyirciyi sarsan deprem efekti

Her iki yanına seyircilerin oturduğu küçük bir sahnede sergilenen oyun, seyirciyi amaçlandığı gibi oldukça rahatsız eden ve tam da 6 Şubat 2023, saat 04:17'de olduğu gibi 65 saniye süren bir deprem efekti ile başlıyor. İnsanı çaresiz hissettiren gürültü, sarsıntı ve tavandan dökülen parçacıklarla... Bu esnada, başını ellerinin arasına alarak korku dolu yüz ifadesi ile sahneye bakan seyirciler göze çarpıyor.

Tiyatro sahnesi üzerinde diz çökmüş ve oturmuş halde dört oyuncu, tavandan sarkan lamba sallanıyor, duvardaki dijital saat, Kahramanmaraş Depremleri'nin ilkinin yaşandığı 06.02.2023 tarihini ve 04:17'yi gösteriyor - (04.04.2024 / Berlin)
"Haydar'ın Dansı" oyununun en çarpıcı anlarından biri depremin canlandırıldığı bölümnull Erkan Türkel/DW

Üçü aynı zamanda müzisyen olan, oyunun sahnedeki dört kişilik kadrosunda başroldeki Songül karakterini Taies Farzan canlandırıyor. Farzan, böyle büyük bir felaketi sahneye aktarmanın psikolojik anlamda hiç kolay olmadığını şu sözlerle ifade ediyor: "Ben uzun yıllar İstanbul'daydım. Deprem de yaşadım. Bu kadar büyüklerini değil de... İnsanlar günlük hayatında çok da düşünmemeye çalışıyor herhalde, ben de onlardan biriydim. Fakat bu oyuna başladıktan sonra çok farklı hissediyorum. Farklı bir şekilde dokundu bu oyun bana ve gerçekten her akşam, her akşam yeniden yaşıyorum bunu."

Yaklaşık bir saat süren Haydar'ın Dansı'nda iç içe üç konu işleniyor. İlk olarak Songül'ün enkaz altında kalan Haydar'ın gönderdiği her mesajla toplumun kaderciliğine karşı artan öfkesi ve toplumsal hayatta, kimlik sorunu gibi kendini de rahatsız eden sıkıntıları sorgulaması. İkinci olarak, bağlama, ud ve ney aracılığıyla, müzikal bir anlatımla Haydar'ın da mensubu olduğu Alevilerin yer yer acı tarihinden kesitlerin anlatımı ve son olarak Anadolu ve İran coğrafyasından çıkarak Orta Doğu'ya, oradan Kuzey Afrika üzerinden, Müslümanların hakimiyetindeki Endülüs'e ulaşan mistik müziğin, 9'uncu yüzyılda burada yaşayan dönemin en ünlü şair ve müzisyenlerinden Ziryab'ın katkıları ile yeniden şekillenip tekrar Anadolu'ya gelişi ve başta Mevlevi müziği olmak üzere tasavvuf müziğini etkilemesi.

Oyunun tüm metni ve çeşitli dillerde söylenen şarkılar, türküler, bir karekod okutularak Türkçe, Almanca ve İngilizceye çevriliyor. Böylece isteyen seyirciler akıllı telefonları üzerinden tüm oyunu kendi dillerinde takip etme şansına sahip oluyor.

Glocksin, oyunu birlikte kaleme aldığı Tola ile birlikte, müziğin asırlar süren göçü gibi böyle iddialı bir konuyu sahneye hakkını vererek taşıyabilmek için çok özel müzisyenlerle çalıştıklarını aktarıyor. Bunun için, Hamburg doğumlu bağlama sanatçısı Derya Yıldırım, Faslı ud sanatçısı ve bestekar Alaa Zouiten ve İtalyan neyzen Valentina Bellanova ile yola çıkma kararı almışlar.

Oyundan bir gün önce, 2010 yılında ney çalmaya başladığında ilk ve bugüne dek tek hocası olan Neyzen Ömer Erdoğdular'ın ölüm haberini aldığı için üzgün olan ve sahnede bu sebepten birkaç kez ağladığını dile getiren Bellanova, kendinin de kadroda yer almasını şöyle değerlendiriyor: "Bu göç eden müzik biraz da benim tarihim. Benimle biraz da Orta Çağ müziği konusundaki bilgi-birikimim nedeniyle irtibata geçildiğini düşünüyorum. Müziğin birçok alanında kendimi evimde hissediyorum. Ney ile daha çok klasik Osmanlı müziğinde var olmuştum, bugüne dek Alevi müziği çalmadım. Derya'nın eserleriyle bu müziğe de derinlemesine temas etme şansım oldu."

Neuköllner Oper Genel Sanat Yönetmeni Bernhard Glocksin
Neuköllner Oper'in Genel Sanat Yönetmeni Bernhard Glocksinnull Erkan Türkel/DW

Haydar'ın Dansı 2025'te yeniden programa alınıyor

Haydar'ın Dansı'nın duyurusu, Neuköllner Oper tarafından yapılır yapılmaz çok büyük bir ilgi görmüş Berlinli sanatseverler tarafından. 2004 yılından bu yana bu sahnenin sanatsal içeriğinden sorumlu olan Glocksin, "Gala gösteriminden on gün önce, planlanan 20 gösterimden sekizinin biletleri tükenmişti ve biz bu durumu kendimize açıklamakta zorlandık. Seyircilerimizin çoğunluğunu da Almanlar oluşturuyor. Biz de, 'Vay be, çok ilginç. Burada birileri Alevi tarihine ilgi duyuyor' diye düşündük. Hem etkilendik hem de buna kafa yorduk. Galadan sonra oyunun ikinci kez sahnelenmesinin ardından ise bütün gösterim tarihlerinin biletleri tükenmişti" diyor.

Glocksin ve ekibi, kendileri için büyük bir sürpriz olan bu ilgi nedeniyle bu yıl içinde programa ek gösterimler koymuşlar ve şimdiden 2025 yılının Şubat ayından itibaren 20 gösterim daha yapılması konusunda karar almışlar.

Oyuna gelen tepkiler

Oyunda Songül karakterine hayat veren Taies Farzan da çevresinden sadece olumlu tepkiler almış ancak on binlerce insanın hayatına mal olan korkunç bir felaketin konu edildiği bir oyun ile ilgili "güzel tepkiler aldık" demekte zorlanıyor: "Güzel dönüşler alıyoruz... İnanın güzel bile diyemiyorum, selama çıkarken, nasıl desem, utanç mı desem?.. Hani normalde oyunu bitirirsiniz ve çıkarsınız, harika bir oyun oynadım diye. Ben her seferinde hem bir burukluk var içimde hem bir ölenlere saygıyla, hakikaten eğilirken hep o var benim içimde ve bir burukluk, bir mahçubiyet var hep içimde. Çok zor."

Farzan, oyunun Şubat ayında yapılan galasına davet ettiği özel bir konuğunun hikayesini de şu söylerle paylaşıyor: "Prömiyerde çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. 60 aile üyesini Antakya'da kaybetmişti. Benim iki davetiyem vardı, salon küçük gördüğünüz gibi. Bir eşim geldi, diğerini ona vermek istedim çünkü en çok onun hakettiğini düşündüm duygusal olarak ve sordum, buna dayanabilecek misin? Çünkü çok zor. Orada olmak istiyorum dedi. Ve geldi, inanın ne kadar teşekkür etti anlatamam. Çünkü dedi en azından birileri yaşadıklarımızı, yaşananları dile getiriyor, gösteriyor."

Soldan sağa: Valentina Bellanova ve Taies Farzan - (04.04.2024 / Berlin)
Songül karakterini canlandıran Taies Farzan ve Neyzen Valentina Bellanovanull Erkan Türkel/DW

Floransa doğumlu Neyzen Bellanova da oyunla ilgili yorum yapan seyircilerden birinin kendine, "Bizden hemen oyun biter bitmez alkışlamamızı nasıl bekleyebiliyorsunuz?! Böyle bir hikayenin içine çekilince hemen alkış yapılamaz. O duygudan çıkmak çok zor" dediğini aktarıyor. Oyun defalarca sahnelenmiş olmasına rağmen, kendinin de her seferinde konuyu duygusal açıdan hazmetmek için zorlandığını belirten Bellanova, "Buradan çıkınca yolum epey uzun olsa da eve kadar yürümeyi tercih ediyorum. Ancak böyle öğütebiliyorum" diyor.

"Böyle bir oyunun insanı birçok açıdan etkilemesine engel olamazsınız. Entelektüel açıdan mesela, bu felaketin ne olduğunu kavrayabilen. Ayrıca duygusal ve bedensel anlamda... Sahnedeki efektler, sesler, titreşimler, bunlar gerçek bir depremden alındı ve ne kadar tekrar etmiş olursanız olun beden hissediyor" ifadelerini kullanan Valentina Bellanova, "Vücudunuz asla yalan söylemez. Ve vücudun hissetmesi ruhun da etkilenmesine neden oluyor" görüşünü dile getiriyor.

"Deprem neden bu kadar çok can alıyor?"

9 yaşında ailesi ile İran'dan Türkiye'ye kaçmak zorunda kalan, 15 yaşında ise, ailesinin İran'a iade edilme riski ortaya çıkınca İsveç gitmek üzere yola çıkan ancak Berlin'de kalan Taies Farzan, uzun yıllar yaşadığı ve hâlâ eşinin de Türk olması nedeniyle sık sık gidip geldiği Türkiye'de de, İran'da da depremlerde bu kadar çok insanın ölmesini kabullenemiyor:

"Mesela geçende yine bir deprem olmuş fakat iki kişi ölmüş, Tayvan'daydı galiba. 'Neden' sorusunu sormadan edemiyorum. Neden 'biz' diyorum çünkü İran'da aynı durum var. Neden biz bu kadar suskunuz? Neden hiçbir şey yapmıyoruz? Neden sorgulamıyoruz? Ya da sorguladığımızda da, aldığımız cevaplardan neden ikna oluyoruz? Ve neden bizim bir denetleme kurulumuz yok? Neden bu binalar hala yapılıyor?" 

Haydar'ın Dansı oyununun oyuncu ve müzisyen kadrosu: Derya Yıldırım, Valentina Bellanova, Taies Farzan ve Alaa Zouiten, oyunun ardından kendilerini alkışlayan seyirciyi selamlıyor - (04.04.2024 / Berlin)
Haydar'ın Dansı oyununun oyuncu ve müzisyen kadrosu: Derya Yıldırım, Valentina Bellanova, Taies Farzan ve Alaa Zouitennull Erkan Türkel/DW

"Türkiye'nin iç işlerine pek çok konuda müdahil olan Avrupa Birliği'nin", öncelikli olarak bu konuyla ilgili Türkiye ile iş birliği yapması gerektiğini ifade eden Farzan, Türk ve İran toplumlarının kaderciliğini içine sindiremiyor olsa da diğer yandan bu ülkelerdeki fakirlik nedeniyle insanların, yaşadıkları binaların sağlamlığından önce, "ekmeklerinin derdinde" olmasını da anlayabildiğini belirtiyor.

Haydar'ın Dansı bu yıl 18 Nisan'da son kez sahnelenecek. Bernhard Glocksin, oyunun Almanya'nın farklı şehirlerinde gösterimi için görüşmelerin yapıldığını belirtiyor. Türkiye'de sahnelenmesi ile ilgili planlarının olup olmadığı yönündeki sorumuza ise şu yanıtı veriyor:

"Bu harika olurdu ama Türkiye'de irtibatta olduğumuz arkadaşlar ve Goethe Enstitüsü'nden bazı kişiler, şu an Türkiye'deki siyasi durumun buna uygun olmadığını ifade etti."

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Petrol, altın ve bakır fiyatları neden artıyor?

"159 litrelik fıçı" son günlerde Almanya'da yine tartışmalara neden oluyor.

Burada bahsi geçen fıçı ile küresel piyasalarda ham petrolün fiyatı için ölçü olarak baz alınan varil kast ediliyor.

Sene başında Kuzey Denizi'nden çıkarılan bir varil Brent petrolün fiyatı 70 Amerikan Doları'ndan biraz yüksekti. Şimdiyse 90 dolar civarında. Bu da sene başından beri yüzde 20 artış anlamına geliyor. Petrol fiyatlarındaki artışı milyonlarca araç kullanıcısı benzin istasyonlarında derhal hissediyor. Benzinin litre fiyatı sene başından bu yana 10 euro centi artmış durumda. Eğilim fiyatların daha da artacağı yönünde.

Alman Commerzbank'ın ham petrol piyasaları analistlerinden Carsten Fritsch, artışlarda farklı faktörlerin rol oynadığını belirtiyor:

"Konjonktürdeki iyi beklenti, petrolde arzın sınırlı olması ve Ortadoğu'da da gerilimin devam etmesi ham petrol fiyatlarında görülen aktüel artışta rol oynayan faktörler."

Yaşanan iki savaş petrol fiyatlarını tırmandırıyor 

Petrol fiyatlarındaki artışa özellikle Ortadoğu'daki gelişmeler de neden oluyor. Son olarak İsrail'in Suriye'deki İran Büyükelçiliğine yönelik saldırısı ve bu saldırıda İran Devrim Muhafızı üyelerinin hayatını kaybetmesi bölgede çatışmanın yayılma tehlikesini gözler önüne serdi.

Bu tehlike, petrol tedarikinde yaşanabilecek olası endişeleri artırıyor. Piyasalar huzursuz. Commerzbank'ın ham petrol piyasaları analisti Fritsch, "Bu endişelere Ukrayna'nın Rusya'nın petrol rafinerilerine yönelik artan SİHA saldırılarını da eklemek gerek" diyor.

Ukrayna'nın Rusya'nın petrol ve enerji tesislerine artan SİHA saldırıları da fiyatlara etki edien bir diğer faktör.
Ukrayna'nın Rusya'nın petrol ve enerji tesislerine artan SİHA saldırıları da fiyatlara etki edien bir diğer faktör. null Video Obtained By Reuters/via REUTERS

DZ-Bank'tan analist Linda Yu da ham petrol fiyatlarındaki artıştaki ana sorumlunun jeopolitik gerilimler olduğu konusunda Fritsch ile hemfikir. "İlaveten Çin ve Avrupa'da zayıflayan konjontürdeki toparlanma beklentisi" diyerek ekonomik büyüme öngörülerinin etkisine işaret ediyor. Yani küresel piyasalarda konjonktürün iyileşeceği yönündeki beklenti ve ona bağlı biçimde artan petrol talebi de "kara altının" fiyatında yukarı yönlü hareketlenmeye neden oluyor.

Bakır ve altın da parıldıyorlar

Küresel piyasalarda değerli metal ve hammadde fiyatlarında genel olarak artış kaydedildiği görülüyor. Altının ons fiyatı son olarak 2 bin 300 Amerikan Doları'nı geçti, ki bu şimdiye kadar ulaşılmış en üst tavan fiyat oldu.

Commerzbank uzmanı Fritsch'e göre şu dönemde bir "hammadde fiyatları rallisinden" söz etmek bile mümkün. Fritsch'e göre petrolden altına hammadde fiyatlarındaki artışın nedenleri birbirine benziyor. Arzın sınırlı olduğuna yönelik haberler ile talebin artacağına yönelik tahmin ve beklentileri ortak nedenler olarak sayıyor. 

Sanayinin en önemli metallerinden bakırın da fiyatıABD Merkez Bankası'nın faiz indirimine gideceği spekülasyonları yüzünden tırmanıyor. Bu gelişme Amerikan Doları'nı zayıflatırken dolarla ticareti yapılan bakır gibi önemli metalleri diğer döviz türünden alım satım yapan yatırımcılar için daha da uygun hale getiriyor. Bu da talebin artmasına, talebin artması da fiyat artışına yol açıyor. 

Bakır, sanayinin rağmet ettiği en değerli metallerden.
Bakır, sanayinin rağmet ettiği en değerli metallerden. null Thomas Trutschel/photothek/picture alliance

Yatırımcılar, "güvenli liman" olarak görülen altının fiyatında neden artış kaydedildiği konusunda ise kendileri de biraz şaşkın.

Kimi uzmanlar, altındaki artışta faizlerde azaltmaya gidileceği beklentisinin belirleyici rol oynadığı görüşünde. Dünya Altın Konseyi de altın fiyatlarındaki artışla bağlantılı olarak farklı merkez bankalarının artan ilgisine işaret ediyor. Pek çok merkez bankası son aylarda altın alımını en yüksek seviyede gerçekleştiriyor. Bunlar arasında Çin Merkez Bankası'nın yanı sıra Polonya, Çekya, Hindistan, Singapur ve Libya'nın merkez bankalarını saymak mümkün.

Yani artan talep de altın fiyatını yukarı yönlü hareketlendiriyor.

OPEC: Arzda azalma planlanmıyor

Petrol konusunda arzın sınırlanması noktasında en önemli faktör ise OPEC, yani Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü. OPEC, birkaç ay önce üretimini sınırlandıracağını duyurmuştu. Bu hafta içinde de petrol üretimi konusunda izlediği çizgiyi değiştirmeyeceğini açıkladı. Bu durum da önümüzdeki aylarda küresel piyasalarda gerilimli bekleyişin süreceği, ham petrolün varil fiyatındaki artışı daha da tırmandıracağı şeklinde yorumlanabilir.

Irak ise öngördüğünden daha fazla petrol çıkardığını duyurken Rusya'nın ihraç ettiği petrol miktarı da artış kaydetti.

DZ-Bank uzmanı Linda Yu, bütün yıla bakıldığında da petrolün varil fiyatındaki artışın devam edeceği öngörüsünde bulunuyor ve 95 Amerikan Doları olacağı tahminini paylaşıyor.

Benzin ve dizelin fiyatı ham petrole bağlı olduğu için ham petroldeki artış hızlı bir şekilde benzin istasyonlarına yansıyor. Almanya Ototmobil Kulübü ADAC'nin son yaptığı Mart 2024 değerlendirmesi de araç sahiplerinin önümüzdeki dönem daha da fazla gideri olacağına işaret ediyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Almanya'da yabancı düşmanlığı nitelikli iş gücünü kaçırıyor

Almanya'da nüfusun yaşlanmasıyla giderek artan nitelikli iş gücü açığı kapatılamıyor. Hükümetin yabancı kalifiye personeli ülkeye çekmek ve Almanya'yı uluslararası istihdam piyasasında daha cazip hale getirmek üzere yaptığı yasal düzenlemeler de henüz büyük bir etki göstermedi. Bunun en önemli nedenlerinden biri, ülkede son dönemde aşırı sağın siyasi yükselişiyle de gündemden düşmeyen yabancı düşmanlığı.

Alman şirketleri, yurt dışından nitelikli eleman bulmakta zorlandıklarını, gelenler arasında da Almanya'daki koşulları beğenmeyerek bir süre sonra istifa edip ülkeyi terk edenlerin olduğunu belirtiyor.

Güneş enerjisi alanında faaliyet gösteren SolarWatt firmasının yöneticisi Detlef Neuhaus, iki yabancı çalışanının kendilerini Almanya'da artık huzurlu ve güvende hissetmedikleri için ülkeyi terk ettiğini anlatıyor. Neuhaus, "Bunlar ülkedeki bunaltıcı havanın doğrudan etkileri. Bu iki vakada çalışanlara yönelik somut bir tehdit durumu yoktu ama ülkedeki havanın sertleşmesi etkili oldu" diyor.

Kimya şirketi CAC Engineering de son 12 ayda yabancı 40 çalışandan 5'inin ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı nedeniyle istifa ettiğini belirtiyor. Şirketin idari müdürü Jörg Engelmann, "Elimizden gelen ne varsa yapıyoruz. Ama bodyguardlık yapamayız. Toplumda bir kesim, bu kişilerin Almanya'ya gerçek bir katkı sağlamak üzere gelmiş yabancı nitelikli iş gücü olduğunu göremiyor" diye konuşuyor.

Chemnitz kentindeki yazılım şirketi FDTech'in yöneticisi Karsten Schulze de şirkette istifa eden yabancı kalifiye elemanlar bulunduğunu anlatıyor. Schulze, "Evet, burada bir yabancı düşmanlığı sorunumuz var. Ama sadece Saksonya'da, Chemnitz'de değil, tüm Almanya'da, ve hatta tüm Avrupa'da" diyor.

Almanya'da bir laboratuvarda çalışan iki Afrikalı laborant
Almanya'da bir laboratuvarda çalışan iki Afrikalı laborantnull Thomas Imo/photothek/picture alliance

Chemnitz'deki bir başka yazılım firması Community4You'da ise bazı yabancı çalışanlar, Almanya'nın başka bölgelerine taşınmayı tercih etmiş. Bu kişilerden biri de günlük işleyişten sorumlu müdür pozisyonundaki Lavinio Cerquetti. İtalyan müdür, "Chemnitz'de bazen daha dikkatli olmam gerektiği hissinin yabancı olmamla da bağlantılı olduğu hissine kapılıyordum" diyor. Cerquetti, daha kozmopolit olduğunu düşündüğü Leipzig yakınında bir yere taşınmış.

Almanya'nın itibarı zarar görüyor

Enformasyon teknolojileri (IT) alanındaki iş gücüne aracılık yapan Who Moves şirketinin yöneticisi Deniz Ateş, Almanya'da aşırı sağın siyasi yükselişinin ülke dışında da yakından takip edildiğine işaret ediyor. Geçen yıl Hindistan'da bir bilgilendirme etkinliğinde kendisine ilk kez Almanya'da aşırı sağın yükselişiyle ilgili sorular sorulduğunu belirten Ateş, bazı katılımcıların Almanya'nın kendileri için artık bir seçenek olmadığını belirttiğini aktarıyor. Ateş, iş başvurusundaki en önemli faktörün kendini güvende hissetmek ve memnuniyetle karşılanmak olduğunu vurguluyor.

Hint avukat Romy Kumar, her yıl birkaç ayını geçirdiği Avrupa'ya tamamen taşınma planlarını, yabancı düşmanlığındaki yükseliş nedeniyle rafa kaldırmış. Kumar, "Bu durum, bir sonraki uçağa atlayıp orada bir şeyler kurmak için riske hazır olma hissini törpülüyor. Bu nedenle şimdi işi yavaşa alıyorum, durumun ne yöne gideceğini tahmin etmeye çalışıyorum" diyor.

Yabancı düşmanlığı da iş gücü açığı da artıyor

Alman İçişleri Bakanlığı verilerine göre, yabancı düşmanlığı kaynaklı suç vakalarının sayısı 2013-2022 yılları arasında üç kattan fazla artarak yılda 10 bin vakaya yükseldi. Aynı zamanda nüfustaki yaşlanma nedeniyle Alman istihdam piyasasındaki nitelikli iş gücü açığı, resmi tahminlere göre 2035'te 7 milyon kişiye yükselecek.

Symbolbild Migration Fachkraft Facharbeiter
null Thomas Koehler/photothek/picture alliance

Aşırı sağ eğilimi Almanya'nın doğu eyaletlerinde daha güçlü bir şekilde gözleniyor. 1990 yılında Almanya'nın yeniden birleşmesinin ardından pek çok şirket kepenk indirmiş, genç nüfusun büyük bir bölümü batı eyaletlerine göç etmişti. O dönemden bu yana Chemnitz kentinin nüfusu yüzde 20 azalarak 250 bine geriledi, yabancı oranıysa yüzde 2'den yüzde 14'e yükseldi.

Chemnitz Belediyesi sözcüsü Matthias Nowak, kliniklerdeki personelin yüzde 40'ının göçmen olduğu örneğini vererek yabancı iş gücünün kitleler halinde kenti terk etmesinin kentte yıkıma yol açacağı uyarısında bulunuyor.

Doğu eyaletlerinde Chemnitz gibi diğer şehirlerde de her hafta milliyetçi şarkıların söylendiği gösteriler düzenleniyor, katılımcılar mültecilere yapılan maddi yardımlardan, nüfusun "yabancılaşmasından" şikayet ediyor. 

AfD toplumdaki endişelerden besleniyor

Toplumdaki bu şikayetlerden en kârlı çıkansa aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi. Bu yıl üç doğu eyaletinde yapılacak seçimlerden AfD'nin en güçlü parti olarak çıkması mümkün. Ocak ayında araştırmacı gazetecilik ağı Correctiv'in yayınladığı bir haber büyük yankı uyandırmış, gözleri yeniden AfD'ye çevirmişti. Haberde, AfD yöneticilerinin de katıldığı bir özel toplantıda yabancıların kitleler halinde ülkeden gönderilmesine yönelik bir planın tartışıldığı belirtiliyordu.

Almanya'da sadece küçük ve orta ölçekli işletmeler değil, büyük şirketler de aşırı sağın yükselişinin yarattığı korkudan endişeli. AfD ise aşırı sağın yabancı iş gücünü kaçırması ile ilgili endişeleri paylaşmıyor. Reuters'ın konuyla ilgili sorusunu yanıtlayan AfD, Almanya'nın nükleer enerjiyi terk ederek yenilenebilir enerjiye yönelmesiyle daha da artan enerji fiyatlarına işaret ederek hükümeti, dikkatleri kendi yarattığı sorunlardan uzaklaştırmak için AfD'yi günah keçisi olarak kullanmakla suçluyor.

rtr/BK,EC

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

Alman dış istihbaratı BND'den yeni kampanya: Ajan arıyoruz

Almanya'nın yurt dışındaki istihbarat faaliyetlerinden sorumlu teşkilatı Federal Haber Alma Servisi (BND) yıllardır yürüttüğü geri planda kalma ilkesinden vazgeçerek, yeni ve alışılmışın dışında bir kampanya ile eleman aramaya başladı.

BND, sokaklardaki afişlerle ve sosyal medyadaki paylaşımlarında dikkat çekici sloganlarla yeni elemanlar kazanmaya çalışıyor. Cuma akşamı tanıtımı yapılan kampanyadaki afişlerde örneğin büyük puntolarla "Teröristleri arıyoruz" yazıyor, altında da biraz daha küçük puntolu yazıda "Onları bizimle birlikte bul" ifadesi yer alıyor. BND, sosyal medya kampanyasında da casusluk filmlerinden tanınan gizemli görseller, animasyonlar, sözler ve müziklerle genç insanlara ulaşmaya çalışıyor.

Bugün başlayan afiş kampanyası çerçevesinde önce Bonn ve Berlin'deki reklam panolarına afişler asılacak. Bonn ve Berlin'i, Münih ile diğer kentler izleyecek.

Hedef gençler

BND Başkanı Bruno Kahl başlatılan alışılmışın dışındaki kampanyayı açıklarken, bütün Almanya'da olduğu gibi kendi teşkilatlarında da nüfusun yaşlanmasının getirdiği demografik sorunlar nedeniyle eleman sıkıntısı yaşandığını ifade etti. "Yaşı geldiği için aramızdan ayrılanların sayısı, işe yeni başlayan gençlerden daha yüksek" diyen Kahl ayrıca, yaptıkları işin başka mesleklerden büyük ölçüde farklı olduğunu hatırlattı.

BND Başkanı, kendilerine başvuranların uzun ve zahmetli güvenlik kontrollerinden geçtiğini, çalışırken cep telefonu kullanımının yasak olduğunu, evden çalışmanın mümkün olmadığını ve bunlara ilaveten BND çalışanlarının serbest piyasadan daha da az kazandığını söyledi. Kahl ayrıca, yaptıkları işle gurur duysa da çalışanlarının evde, ailede veya arkadaş çevresinde işiyle bağlantılı olarak hiçbir şey anlatamadığını da sözlerine ekledi. 

BND'nin duvarında görülen yeni kampanya görseli. followtheglitchkarnickel.de yazan görselde, Matrix filmine gönderme yapılıyor.
BND binasının duvarında görülen yeni kampanya görseli. followtheglitchkarnickel.de yazan görselde, Matrix filmine gönderme yapılıyor. null Kay Nietfeld/picture alliance

Yeni logo ve çok yönlü anlamı

Yeni bir imaj ile kampanyaya başlayan BND, logosunu da değiştirerek Almanya'daki diğer devlet kurumlarından farklı bir logo kullanmaya başladı. Dış istihbarat teşkilatının yeni logosunda Almanya'nın sembolü olan, kanatları ve gagası açık, başı sağa çevrili Federal Kartal'ın yuvarlak hatlara kavuştuğu görülüyor. BND, bir animasyonla tanıttığı bu logosuyla dünyaya açık, gereken ağlara sahip, gizli, dijital, koruyucu, demokratik ve titiz olduğu mesajını veriyor. Yeni logodaki kartalın gövdesindeki yuvarlak bölümün Federal Meclis'e benzetilerek demokrasinin koruyucusu olduğuna da gönderme yapıyor.

Ajanlıktan kantin çalışanına pek çok istihdam alanı mevcut

BND Başkanı Kahl, yeni logo ile bilgisayar ve meslek fuarları ile üniversitelere giderek, gençlerin ilgisini çekmeyi amaçladıklarını belirtti. "Gençlerin olduğu yere biz gitmeliyiz, onların konuştuğu dili konuşmalıyız" diyen BND Başkanı Kahl, 15-35 yaş arası kişilere ulaşmaya çalıştıklarını, diplomasız okulu terk edenlerden üniversite mezunlarına, geniş gruba ulaşmayı ve onların ilgisini çekmeyi amaçladıklarını kaydetti.

BND'nin verilerine göre teşkilatta farklı eğitim seviyeleri gerektiren 450 ayrı meslek dalında çalışmak mümkün. Bir zanaatkar ustasından akademisyene, kapılarının, şartları yerine getiren herkese açık olduğu belirtiliyor.

Muhalefetten eleştiri

BND'nin yeni kampanyasına muhalefetten ise eleştiri geldi. İstihbarat Servisleri Parlamento Kontrol Komisyonu Başkan Yardımcısı, muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) üyesi Roderich Kiesewetter yeni kampanyanın amaca hizmet etmekten uzak ve kafa karıştırıcı olduğunu savundu. Kiesewetter, yeni logonun da sloganların da içinde bulunulan tehditkâr durumundan ve bunlarla mücadelede BND'nin önemine dikkat çekmekten uzak olduğunu iddia etti. 

İstihbarat Servisleri Parlamento Kontrol Komisyonu Başkanı Konstantin von Notz, gün geçtikçe zorlukların arttığı dünyada BND'nin özgürlüğü, demokrasiyi ve hukuk devletini korumaya çabaladığını söyledi. Koalisyon ortağı Yeşiller üyesi von Notz, yeni kampanya sayesinde bu önemli göreve uygun genç ve istekli çalışanlar kazanılmasının mümkün olacağını vurguladı.

BND Başkanı Kahl da yeni ve çarpıcı sloganların özellikle de çifte anlamlı olanların başarılı olacağına inanıyor. Üzerinde büyük puntolarla "BND'nin seni aradığını düşünsene" yazılı afişin en beğendiği afiş olduğunu belirten Kahl, bu çarpıcı sloganın hemen altında da "Ekip arkadaşı olarak" ibaresinin yer almasının, BND'ye yönelik klişelerle oynayarak hazırlanmış çarpıcı ama hedef odaklı olduğunu dile getirdi.

dpa/ETO, JD

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

Almanya'da federal düzeydeki ilk Polis Sorumlusu göreve başlıyor

Sosyal Demokrat Parti (SPD) milletvekili Uli Grötsch, Almanya'nın federal düzeyde görev yapacak ilk Polis Sorumlusu oldu. Grötsch, dün Federal Mecliste yapılan oylamada SPD, Yeşiller ve Hür Demokrat Parti'den (FDP) oluşan koalisyon partilerinden milletvekillerinin oyları ile bu göreve seçildi.

Polis Sorumluluğu görevi Almanya'da yeni değil. Ülkedeki 16 eyaletten sekizinde polis sorumluları görev yapıyor. Federal düzeyde ilk kez seçilen Polis Sorumlusu'nun yetki alanında ise Federal Polis, Federal Kriminal Dairesi (BKA) ve Alman meclisindeki polis birimi yer alıyor. Bu kurumlarda çalışanların yanı sıra vatandaşlar da polis memurlarının olası ihmal ve suistimalleri ile emniyet birimlerindeki yapısal sorunlarla ilgili şikayetleri olduğunda Polis Sorumlusu'na başvurabilecek.

48 yaşındaki Uli Grötsch'ün bu göreve seçilmesi için Federal Mecliste yapılan oylama sadece bir formalite gereğiydi. SPD, Yeşiller ve FDP, eski bir polis olan, bilgi ve tecrübesi ile bu görev için gereken ön şartları sağlayan Grötsch'ün ismi üzerinde uzlaşma sağlamıştı.

Polis Sorumlusu'na neden ihtiyaç duyuldu?

Koalisyon hükümeti, polis ve diğer güvenlik kurumlarındaki bazı ihmal ve suistimallerin açığa çıkması üzerine federal düzeyde bir Polis Sorumlusu seçilmesi kararını aldı.

Polis çevrelerinde aşırı sağcı sohbet gruplarının bulunduğunun ortaya çıkmasının yanı sıra polis son yıllarda ırkçılık ve "Racial Profiling" olarak adlandırılan ten rengi veya dış görünüşe bağlı olarak nedensiz kimlik kontrolü gibi uygulamalara dair haberlerle gündeme geldi.

Bunun yanı sıra emniyet ve istihbarat kurumları, Almanya'da 2000-2007 yılları arasında 8'i Türk 10 kişiyi öldüren aşırı sağcı terör örgütü Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) üyelerinin bulunmasında kısmen başarısız olmakla suçlanıyor. Federal Mecliste kurulan ikinci NSU Araştırma Komisyonu üyesi olan Uli Grötsch, konuyu yakından biliyor.

Uli Görtsch'ten polis için aşırı sağ tehlike uyarısı

Uli Grötsch, seçildikten sonra günlük gazete taz'a verdiği mülakatta, aşırı sağcıların polis için oluşturduğu tehlikeler konusunda uyarıda bulundu. Grötsch, "Demokrasi düşmanlarının, istikrarsızlık yaratmak için polise de kasten mesajlar gönderdiği bir zamanda yaşadığımızı görüyorum. Benim görevim bunlara karşı koymak" şeklinde konuştu.

"Son yapılan polis araştırmasına katılan polis görevlilerinin yüzde 15 ila 20'sinin şovenist düşünceler dile getirdiğini görmek beni çok düşündürdü" diyen Grötsch, ankete katılanların üçte birinin "sığınmacılara yönelik aşağılayıcı" ifadeler kullandığını kaydetti. Grötsch, "Bu konu ile yakından ilgileneceğini" söyledi.

İlk görevinin hem emniyet birimlerinde çalışanlar hem de vatandaşlar arasında "güven kazanmak" olacağını belirten Grötsch, her iki tarafın da başvurabileceği bir kişi olacağını ifade etti. Uzun yıllar polis olarak çalıştığı için her iki tarafı da iyi tanıdığını dile getiren Grötsch, poliste hâlâ iyi bağlantılarının olduğunu kaydetti.

Muhalafetten "güvensizlik" eleştirisi

Federal Mecliste bir Polis Sorumlusu seçilmesi oy çokluğu ile Ocak 2024'te kabul edildiği zaman muhalefetten eleştiriler de geldi.

Muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) üyesi Hendrik Hoppenstedt, güvenlik kurumlarına "açık bir şekilde güvensizlik" göstermek yerine personel sayısının artırılması gerektiğini vurguladı.

Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinden Steffen Janich de benzer bir açıklama yaparak, "Kamu hizmetindeki hiçbir meslek grubu polis kadar sıkı bir kamu denetiminde değil" dedi.

SPD Milletvekili Sebastian Hartmann
SPD Milletvekili Sebastian Hartmannnull picture-alliance/dpa/B. Thissen

SPD'li Sebastian Hartmann ise bu konudaki endişeleri gidermeye çalışarak, burada söz konusu olanın güvensizlik olmadığını söyledi. "Hayır, bu polisin çalışmalarına daha fazla güven sağlayabileceğimiz bir araç" diyen Hartmann, Almanya'nın güvenliğini her gün korumaya çalışanların çoğunluğunun anayasaya sıkı sıkıya bağlı olduğunu vurguladı.

Polisler de Polis Sorumlusu'na başvurabilecek

SPD'li politikacı Hartmann, polislerin arasında da bazı meslektaşlarının münferit suistimallerine dikkat çekmek isteyenlerin olmasının Polis Sorumlusu'nu vazgeçilmez kıldığını ifade etti. Bu polislere, Federal Meclisteki bağımsız bir birim olan Polis Sorumlusu Uli Grötsch'e gizlilik içinde başvurabilme imkânı sunuluyor.

Polis Sorumlusu Uli Grötsch ve ekibi, polisin suistimallerine veya olası yapısal sorunlara ilişkin inceleme yapılmasını isteyen vatandaşların da başvurabileceği bir birim olacak.

Polis Sorumlusu, mevcut yapıların yerine geçmeyecek. Emniyette kurum içi soruşturma yürütmek, disiplin ve çalışma hukuku açısından tedbirler almak yine mümkün olacak.

Koalisyon partilerinin hazırladığı yasa tasarısında, Polis Sorumlusu'nun halk arasında polise olan güveninin artmasına ve emniyet çalışanlarının olası haksız suçlamalar karşısında kendilerini savunabilmelerine yardımcı olacağı ifade edildi.

İlk raporunu Haziran ayında sunacak

Polis Sorumlusu'nun görev süresi beş yıl olacak. Yeniden aday olması ve Federal Meclis tarafından yeniden seçilmesi halinde en fazla 10 yıla kadar uzatılabilecek. Polis Sorumlusu'nun parlamento ve kamuoyunu bilgilendirmek için yıllık rapor hazırlaması öngörülüyor. Uli Grötsch'ün ilk raporunu Haziran 2024'te açıklaması planlanıyor.

Almanya'da federal düzeyde Polis Sorumlusu yeni oluşturulan bir görev olsa da başka alanlarda "Federal Sorumlu" olarak faaliyet gösterenler var. Ordu Sorumlusu olarak görev yapan SPD Milletvekili Eva Högl askerlerin başvurabileceği bağımsız bir isim. FDP'li Pascal Kober, terör eylemlerinin mağdurları ve geriden kalanların sorunları ve istekleriyle ilgilenen sorumlu kişi. Vatandaş hakları savunucusu Evelyn Zupke ise federal hükümet tarafından eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti'ndeki (DDR) komünist diktatörlük nedeniyle sağlık sorunları ve maddi sıkıntılar yaşayan insanlarla ilgilenmesi için görevlendirildi.

DW, AFP/MF, JD, HT

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Almanya'da "Müslüman düşmanlığı" raporu geri çekildi

Almanya'da federal hükümetin inisiyatifiyle kurulan Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetinin (UEM) yaklaşık üç yıllık bir çalışma sonucu hazırladığı ve 2023 Haziran'ında açıklanan Müslüman düşmanlığı raporunun geri çekildiği öğrenildi.

Müslüman ülkelerden gelmiş 5 milyon 500 bin kişinin yaşadığı Almanya'da yapılan bu tarzda yürütülmüş en kapsamlı ilk resmi çalışma olma özelliğine sahip olan raporda, ülkedeki her iki kişiden birinin Müslümanlara yönelik düşmanca söylemlere onay verdiği tespiti yer alıyordu.

Berlin-Brandenburg Radyo ve Televizyon Kurumunun (rbb), Almanya İçişleri Bakanlığının Berlin İdare Mahkemesine gönderdiği bir yazıya dayandırdığı haberine göre, 1,5 milyon euroya mal olan rapor internet sitesinden kaldırıldı. Ayrıca, raporun kalan 200 basılı kopyasının da "imha edildiği" kaydedildi. İçişleri Bakanlığının bundan böyle raporu "Bakanlığın resmi bir açıklaması olarak kategorize edilebilecek" şekilde yayınlamayacağı belirtildi.

Rapor neden geri çekildi?

İçişleri Bakanı Nancy Faeser (SPD), Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetinin raporu sunulduğunda övgü dolu sözler sarf ediyordu. Bakan Faeser, rapor için kaleme aldığı önsözde, bu rapordaki tavsiyeleri ciddi bir şekilde ele almanın ve "Müslümanlara yönelik düşmanlığa karşı kararlı bir şekilde harekete geçmenin" zamanının geldiğini belirtiyordu.

Peki, UEM'nin raporu şimdi neden Bakanlığın internet sitesinden kaldırıldı? Bu adımın arkasında, raporda adı geçen ve İslamcılığı eleştiren üç kişinin itirazları yer alıyor. Bu isimler, "İyilik Ekseni" adlı sağ muhafazakâr blogun ortak yayıncısı Henryk M. Broder, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) Milletvekili Christoph de Vries ve İslamcılık uzmanı Sigrid Herrmann. Berlin-Brandenburg Radyo ve Televizyon Kurumunun haberinde, raporda bu kişilerden ismen bahsedilerek, onların  "Müslüman düşmanlığı" bağlamına yerleştirildiği belirtiliyor.

Herrmann uzun yıllardır "İslamcılık ve Toplum" adlı blogu yönetiyor ve iç istihbarattan sorumlu anayasayı koruma birimlerine ve medyaya danışmanlık yapıyor. UEM raporu ise blog yazarının "uzmanlık veya ilgili dil becerileri olmamasına rağmen" blogunda kendisini "İslamcılık uzmanı" olarak tanımladığını belirtiyor.

Hermann, İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan resmi bir raporda adının geçmesinin bile bir uzman olarak mesleki çalışmalarına büyük zarar verdiğini söylüyor.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetini kabul etmişti
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetini kabul etmiştinull Britta Pedersen/dpa/picture alliance

Yayıncı Broder de raporda kendisinden bahsedilmesine karşı daha önce yasal yollara başvurmuş ve bu başvurusu kabul edilmişti. Berlin-Brandenburg Yüksek İdare Mahkemesi kararında, özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle İçişleri Bakanlığının Broder ile ilgili bölümleri yayınlamayı durdurmasına hükmetmişti.

Mahkeme özellikle, çalışmanın federal hükümetin resmi bir açıklaması olarak yorumlanabileceği gerçeğini eleştirmişti. İçişleri Bakanlığının itidal, objektiflik, denge ve "anayasal mesafe" ile yükümlü olduğu vurgulanmıştı. Mahkeme, Müslümanlara yönelik düşmanlıkla ilgili raporda Broder tarafından yapılan açıklamaların, yazarın itibarını zedeleyebilecek ölçüde yargılayıcı bir nitelikte sunulduğuna kanaat getirmiş ve potansiyel olarak yazarın ismine zarar verici ifadelere Bakanlık editörlüğü aracılığıyla resmi bir görünüm verilmiş olmasının sorun teşkil ettiğini belirtmişti.

"Federal İçişleri Bakanı özür dilemeli"

Tepki veren isimlerden CDU'lu Federal Milletvekili Christoph de Vries de UEM raporunda, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin söylemleriyle arasına mesafe koymamakla suçlanıyordu. De Vries, radikal İslamcılığa karşı argümanlarının aynı AfD'nin yaptığı gibi "düzenli İslami yapıları ve Müslümanların ortodoks-muhafazakâr bir kesiminin katı dini davranışlarını" da sorunsuz bir şekilde içermesi nedeniyle eleştiriliyordu. Bilirkişi komisyonunun raporunda ayrıca şu ifadeler yer alıyordu: "CDU/CSU (de Vries) Müslümanlara yönelik düşmanlığa karşı çıkmış ancak (AfD gibi) 'Müslüman karşıtı ırkçılık' terimini sözde uydurulmuş bir terim olarak reddetmiştir."

Entegrasyondan yana olduğunu vurgulayan de Vries, bu paragrafları çalışmalarının karalanması olarak görüyor. Almanya İçişleri Bakanlığının mahkeme kararının ardından "Müslüman düşmanlığı" ile ilgili raporu geri çekmesinin "Federal İçişleri Bakanı için her yönüyle büyük bir yenilgi" olduğunu belirten de Vries, UEM raporunun günlük yaşamdaki Müslüman düşmanlığını vurgulama ve bu tür insan düşmanlığına karşı koyma yönündeki orijinal görevinden geriye çok az şey kaldığını da sözlerine ekledi. De Vries, Federal İçişleri Bakanı'nı olaydan etkilenenlerden özür dilemeye çağırdı.

Berlin-Brandenburg Radyo ve Televizyon Kurumunun İçişleri Bakanlığına, raporda itiraz edilen ifadelerle arasına mesafe koyup koymayacağı yönündeki sorusuna cevaben ise Bakanlık "bunun Federal İçişleri Bakanlığının bir raporu olmadığını, bağımsız bir uzmanlar grubu tarafından hazırlanan ve sadece bakanlık tarafından yayınlanan bir rapor olduğunu" her zaman açıkça ifade ettiğini belirtmekle yetindi.

Müslüman düşmanlığı raporunda ne vardı?

2020 yılında kurulan Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetinin geçen yıl açıklanan raporuna göre, ülkede her iki kişiden biri Müslümanlara yönelik düşmanca söylemlere onay veriyor.

Rapora göre, bir dini cemaate açıktan üye olanlar ile giysisi itibarı ile Müslüman olduğu anlaşılan kişiler, Müslüman düşmanı tutumdan en fazla muzdarip olan kesimi oluşturuyor. Özellikle başörtülü kadınların, yoğun bir şekilde düşmanca tutumla karşılaştıkları belirtilirken erkeklerin ise kendilerine yönelik saldırganlık ve şiddet eğilimine artan şekilde maruz kaldıkları raporda ifade ediliyordu.

Rapor, Almanca medyada İslam konusundaki haberlerde genelde tek taraflılığa dikkat çekerken yapılan haberlerin de genellikle olumsuzluk içeren çatışma ve sorunları işleyenler olduğu belirtiliyordu.

Müslüman düşmanlığı ile ne kastediliyor?

Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetinin raporunda, Müslüman düşmanlığı ile Müslüman ülkelerden gelmiş kişilerin hanesine yazılan genellemeler, değişmesi imkânsız olarak görülen yakıştırmalar, geri kalmış bir toplum imajı ve çoğunluk toplumu için tehdit oluşturduklarına ilişkin yargılar ve iddialar kastediliyordu. Bilinçsiz şekilde oluşmuş izlenim, yanlış bilgiler, genelleştirilmiş korkular ve Müslümanlara yönelik yapısal dezavantajların da raporu sunan uzmanlara göre toplumu bölünmeye götürdüğüne dikkat çekiliyordu. Araştırmayı yürütürken uzmanların aşırı sağcı ideolojilerle Müslüman ve Yahudi düşmanlığı arasında da bağ saptadığının altı çizilmişti.

Hanau saldırısının 4'üncü yıldönümünde hayatını kaybedenler için 19 Şubat'ta tören düzenlenmişti
Hanau saldırısının 4'üncü yıldönümünde hayatını kaybedenler için 19 Şubat'ta tören düzenlenmiştinull Hasan Bratic/picture alliance

Bilirkişi heyeti Hanau saldırısı sonrası kuruldu

Eldeki veri ve araştırmalarla Müslümanlara ve İslam dinine dair algıyı ve düşmanlığı inceleyecek bir bilirkişi heyetinin oluşturulması, 19 Şubat 2020'de Hessen Eyaleti sınırları içinde yer alan Hanau kentinde düzenlenen ve aralarında Türkiye kökenli göçmenlerin de bulunduğu dokuz kişinin katledildiği ırkçı saldırı sonrasında gündeme geldi. Heyet, aynı yılın Eylül ayında da bir önceki hükümetin İçişleri Bakanı olan, Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) üyesi Horst Seehofer tarafından kuruldu. Bilim insanları ile farklı kuruluş temsilcilerinden oluşan 12 kişilik bağımsız heyet, hazırladıkları raporun Almanya'daki bütün kurum, kuruluş, organizasyon ve kişilere yönelik olduğunu vurgulamıştı.

DW/AÜ,ETO,JD

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Almanya'da iç istihbarat AfD'ye karşı ne yapabilir?

Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin anayasa karşıtı olabileceği kanısında. Parti bu nedenle 2021 yılında şüpheli vaka olarak sınıflandırıldı. AfD buna karşı Köln İdare Mahkemesi'nde dava açmış olsa da bu girişimi başarısız oldu. AfD tarafından daha sonra yapılan temyiz başvurusu 12-13 Mart'ta Münster Yüksek İdare Mahkemesi tarafından ele alınacak.

Anayasayı Koruma Teşkilatı, demokrasiye yönelik tehditleri tespit etmek için erken uyarı sistemi görevi gören bir devlet kurumu. Askeri İstihbarat Servisi (MAD) ve Almanya'nın dış istihbarat servisi olan, Federal Haber Alma Servisi (BND) ile birlikte de ülkenin en önemli gizli güvenlik kurumlarından biri. Ayrıca 16 federal eyaletin tamamında anayasanın korunması için ayrı teşkilatlar ya da departmanlar faaliyet gösteriyor.

Federal Kriminal Dairesi (BKA) ya da sınırların korunmasından sorumlu olan Federal Polis'in aksine, Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın yürütme yetkisi bulunmuyor. Teşkilatın ana görevi anayasa karşıtı girişimler ve casusluk faaliyetleri hakkında bilgi toplamak ve analiz etmek. Görevleri kanunla düzenlenmiş olan Anayasayı Koruma Teşkilatı siyasi yapılanma olarak İçişleri Bakanlığı'na bağlı bulunuyor.

Berlin'de aşırı sağı protesto gösterisine katılanlar
Başkent Berlin ve Almanya'nın dört bir yanında sene başından itibaren düzenlenen aşırı sağ karşıtı gösterilere yüz binlerce kişi katıldınull Fabrizio Bensch/REUTERS

Aşırı sağcılık en büyük tehlike

Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın bulguları cezai soruşturmalara yol açabilir veya hükümet tarafından kararlaştırılan ve parlamento tarafından onaylanması gereken tedbirleri tetikleyebilir. Bu çerçevede teşkilatın Köln'deki merkezinde ve Berlin'deki şubesinde yaklaşık 4 bin 300 kişi çalışıyor. Siyasi ve dini motifli aşırı akımların her türü kurumun odağında. Aşırı sağcılık ise yıllardır en büyük tehdit olarak tanımlanıyor.

İç istihbarat servisinin başarıları, çalışmalarının gizli olması nedeniyle nadiren kamuoyu tarafından duyulurken, teşkilatla ilgili skandallar defalarca manşetlere taşındı. Örneğin, Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın 2011 yılında ortaya çıkarılan Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütünü neden on yıldan uzun bir süre boyunca hedefinde tuttuğu ama kararlı bir şekilde harekete geçmediği hiçbir zaman kesin olarak aydınlatılamadı.

NSU faciasının sonuçları

2000-2006 yıllarında sekizi Türkiye, biri Yunanistan kökenli dokuz kişi ile bir polis memurunu katleden aşırı sağcı NSU terör örgütü, ayrıca çok sayıda kişinin ağır yaralandığı bombalı saldırılar ve bir dizi banka soygunundan da sorumlu tutuluyor. Federal Meclis'te kurulan NSU Araştırma Komisyonu'nun raporunda "devletin tam bir başarısızlığa uğradığı" ifadesi yer alıyor. Bunda Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın da payının olduğu bir gerçek.

Keup Caddesi'ne çivili bomba saldırısının 15'inci yıldönümü

NSU faciasından sonra istihbarat servisinin yapıları ve sorumluluklarında hem kurum içinde hem de yasal düzeyde birkaç kez reform yapıldı. Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı, eyalet makamlarıyla zorunlu iş birliğinde sorumlu merci konumunda. Böylece bilgi eksikliklerinin önüne geçilmesi hedefleniyor.

İstihbarat denetleme komitesinde AfD üyesi yok

Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın çalışmaları, diğer tüm istihbarat servislerinin çalışmalarında olduğu gibi Federal Meclis Parlamento Kontrol Komitesi (PKGr) tarafından denetleniyor. Bu komite genelde Federal Meclis'te grubu bulunan tüm partilerin temsilcilerinden oluşur. Komite üyeleri de Federal Meclis tarafından seçilir. Çoğunluk 2022'den bu yana AfD'nin adaylarını onaylamayı defalarca reddetti.

Diğer partiler bu yolla, Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından kısmen aşırı sağcı olarak sınıflandırılan AfD'nin saflarından birinin, partinin anayasa karşıtı olup olmadığını araştıran Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın da aralarında bulunduğu Alman istihbarat servislerinin çalışmalarını kontrol etmesini engellemeyi amaçlıyor.

Partiler ve şahıslar ne zaman gözlem altına alınabilir?

Almanya'nın iç istihbarat kurumu Anayasayı Koruma Teşkilatı, AfD'yi aşırı sağcı faaliyetlerle ilgili olarak "şüpheli vaka" sınıflandırmasına alırken, partinin Saksonya, Saksonya-Anhalt ve Thüringen'deki eyalet örgütlerinin "aşırı sağcılığı kanıtlanmış" olarak kabul ediliyor. AfD'nin gençlik kolu da "aşırı sağcı" yapılar kategorisine dahil edildi.

Bu sınıflandırmalarla artık adı geçen tüm oluşumlara yönelik istihbarat faaliyetleri yürütülebiliyor. Bu, tüm etkinliklerin ya da bireylerin sözlü, görüntülü ve sesli olarak izlenmesine imkân sağlıyor.

AfD, iç istihbarat servisinin siyasi amaçlı olduğunu düşündüğü adımlarına karşı defalarca yasal yollara başvurdu. Diğer partiler ve bazı milletvekilleri de Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından yapılan dinlemelere karşı yasal yollara başvurmuştu. Sol Partili siyasetçi Bodo Ramelow 2013 yılında Federal Anayasa Mahkemesi'nde açtığı davada başarılı oldu. Kararın gerekçesine göre izleme, şikayetçi siyasetçinin özgür görev alanına orantısız bir müdahaleydi.

Thüringen Eyalet Başbakanı Bodo Ramelow (Sol Parti)
2014'ten bu yana neredeyse kesintisiz olarak Thüringen Eyalet Başbakanı olan Bodo Ramelow (Sol Parti), Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından haksız yere izlendinull Martin Schutt/dpa/picture alliance

Kararda aynı zamanda, seçilmiş milletvekillerinin hangi koşullar altında izlenebileceği de belirtilmiş ve "Milletvekilinin özgür demokratik temel düzene karşı mücadele etmek için yetkisini kötüye kullandığına veya aktif ve saldırgan bir şekilde mücadele ettiğine dair belirtiler varsa" ifadesi kullanılmıştı.

Federal Meclis Başkan Yardımcısı AfD'nin gözetimine karşı

Bunun AfD için mi, yoksa belli AfD'li milletvekilleri için mi geçerli olduğuna yeri gelince mahkemede karar verilmesi gerekecek. Federal Meclis Başkan Yardımcısı Petra Pau (Sol Parti), siyasi partilerin anayasaya uygunluğunun Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından değerlendirilmesine prensip olarak karşı. Bu nedenle 2019 yılında Deutsche Welle'ye verdiği bir mülakatta AfD'nin denetlenmesine de karşı olduğunu söylemişti.

Federal Meclis Başkan Yardımcısı Deutsche Welle'ye bu mülakatı, kendisinin yıllarca gözetim altında tutulmasıyla bağlantılı olarak vermişti. Pau, mahkemede hakkındaki dosyaların kendisine teslim edilmesini talep etmiş ve sonuçta başarılı olmuştu. Pau, AfD ile ilgili olarak o dönemde, "Gizli servisler tarafından gözetlemenin, açıkça ırkçı ve insan düşmanı olan bu partiyi siyasi olarak bastırmanın doğru yolu olmadığını düşünüyorum" ifadelerini kullanarak, bunun için ceza yasalarının bulunduğuna dikkat çekmişti.

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Almanya yaygınlaşan uyuşturucu kullanımıyla mücadele etmeye çalışıyor

Almanya'da giderek daha büyük bir problem hâline gelen bir uyuşturucu çeşidi olan "crack", aslında son derece zararsız bir görünüm sergiliyor. Şekere benzeyen ve Türkçe'de "taş" adı da verilen crack'in adı, İngilizce "to crackle", yani çatırdamak kelimesinden geliyor. Bunun arka planında, madde 96 dereceye kadar ısıtıldığında, çatırdama sesleri çıkarması yatıyor.

Bir kokain, natron ve su karışımı olan crack, en geç 10 saniye sonra etkisini gösteriyor. Bu, crack'e en hızlı uyuşturucu madde unvanını kazandırıyor. Süratli bir coşku hissini, son derece yüksek derecede bir bağımlılık izliyor. Aşırı tüketimin ise doğrudan ölüme yol açtığı belirtiliyor.

20 yıldır uyuşturucu bağımlılarına destek veren bir sosyal yardım kuruluşu olan Düsseldorf Uyuşturucu Yardımı'nda çalışan Michael Harbaum, "İşin başında, insanların hayatta kalmasını sağlamak geliyor. Çünkü burada son derece büyük bir tehdit oluşturan bir durumdan bahsediyoruz. Söz konusu uyuşturucunun yarım saatlik aralıklarla tüketilebildiğini düşündüğünüzde, insanın kendine gelebilmesi için çok az zaman kalıyor. Beslenme, hijyen ve tıbbi bakım için geriye hiç zaman kalmıyor" diyrek tehlikeye dikkat çekiyor.

DW'ye yaptığı değerlendirmede, Harbaum, "Crack nihayetinde, kokainin sigara gibi içilebilir versiyonu ve uyarmak suretiyle canlandırıyor. Dolayısıyla bunu günler boyunca tükettiğinizde, psikotik durumlara yol açması sıklıkla karşılaştığımız bir durum" diye konuşuyor.

Crack tüketiminde ciddi artış

Sahada da çalışan sosyal pedagog Harbaum, 630 bin kişilik nüfusu olan Düsseldorf'un sokaklarında çok vaka gördüğünü söylüyor. Harbaum, deneyimleri ve gözlemleri doğrultusunda, crack'in bağımlılara etkisinin diğer uyuşturucu maddelere göre başka bir boyutta olduğunu kaydediyor. Harbaum'un aktardığına göre, Düsseldorf Uyuşturucu Yardımı kuruluşu, geçen yıl kentte 31 bini aşkın crack vakası kaydetti.

Harbaum, crack'i diğer uyuşturucu maddelerden ayıran özellikleri de şu sözlerle açıklıyor:

"Devasa bir artış yaşıyoruz. Buna bağlı olarak davranışta yaşanan değişimin yanı sıra, bize gelen insanların yoksullaştırdığını da görüyoruz. Çünkü crack, etkisini çok hızlı ve çok güçlü biçimde gösteren bir madde olmanın yanı sıra, aynı zamanda etkisi de hızlı biçimde azalıveren bir madde. Dolayısıyla bu maddeyi hızlı bir biçimde yeniden tüketme baskısı son derece yüksek. Tüketicilerin çok parası olmadığı için crack'i paylaşıyorlar, daha sonra 5 euroya birkaç taş daha alıyorlar ve ortak tüketiyorlar."

Deutschland Symbolbild Heroin Fund Zoll
2022 yılında Brandenburg'da gümrük polisinin el koyduğu 60 kilo kokainnull Ralf Hirschberger/dpa/picture alliance

Crack nedeniyle ölenlerin sayısı artıyor

2022 yılında Almanya genelinde yaklaşık 2 bin kişi uyuşturucudan yaşamını yitirdi. Bu rakam, son 20 yılda kayıt altına alınan en yüksek olma özelliğine sahip. Eroin ve uyuşturucu tüketiminin uzun vadede yol açtığı sorunlar, hâlâ tüketicilerin ölüm nedenlerinin başında geliyor. Öte yandan kokain ve crack nedeniyle yaşanan ölümler de, yılda 400'ü aşmış bulunuyor.

Madde bağımlılığı alanında akademik araştırmalar yürüten Prof. Daniel Deimel, aynı konuda uzmanlaşmış kişilerden oluşan ekibiyle birlikte, crack tüketimiyle mücadele konusunda neler yapılabileceğine dair bir öneriler paketi  hazırladı. DW'ye yaptığı açıklamada Deimel, "Crack yaklaşık 20 yıldır Frankfurt, Hamburg ve Hannover'de görülen bir sorundu. Ancak 2016 yılından bu yana söz konusu uyuşturucu, Almanya'nın batısının yanı sıra Berlin gibi büyük ve Saarland gibi küçük eyaletlerde de giderek yaygınlaşıyor. Bunun nedeni, Avrupa ve Almanya'ya crack'ın hammaddesi olan, yüksek saflıktaki kokainin akın ediyor olması" diyor.

Deimel, Almanya'daki mevcut durumla ilgili olarak, "Kolombiya'da kokain üretiminin ciddi derecede artması nedeniyle, buradaki uyuşturucu pazarı da genişliyor. Uyuşturucu pazarı ve üreticilerin çeşitlendiğini söylemek mümkün" diye devam ediyor.

Almanya Güney Amerika ile işbirliği arayışında

Almanya uyuşturucu sorununa çözüm ararken, İçişleri Bakanı Nancy Faeser, kısa süre önce Güney Amerika'ya resmi ziyaretler düzenledi. Brezilya, Ekvador, Kolombiya ve Peru'ya giden Faeser, söz konusu ülkelerin hükümetleriyle, polis teşkilatlarının uluslararası uyuşturucu ticaretine karşı daha güçlü bir biçimde işbirliği yapması amacıyla temaslarda bulundu.

Güney Amerika'dan Antwerpen, Rotterdam ve Hamburg limanlarına ulaşan kokain miktarının giderek arttığı biliniyor. Kokain pazarının Almanya'da hâlihazırda mevcut olduğuna dikkat çeken Daniel Deimel, yüksek seviyedeki talep nedeniyle üretimin yüksek miktarda devam ettiğini vurguluyor ve toplumdaki başarı baskısının uyuşturucu kullanımındaki rolüne işaret ediyor.

"Biz burada, yüksek başarıya büyük önem atfedilen bir toplumda yaşıyoruz. Bu şartlar altında, toplumun ortasında çok sayıda kişi kokain tüketmeye başladı ve bu giderek normalleşiyor. 80'li ve 90'lı yıllardaki klişenin aksine, kokain artık zenginlerin, sanatçıların ve medyacıların uyuşturucusu olmaktan çıktı."

Crack'in alternatifi yok

Crack biçiminde tüketilen kokain de Almanya’nın büyükşehirlerinin uyuşturucu tüketilen noktalarına ulaşmaya başladı. Geçen yıl Köln'de sokak ortasında uyuşturucu tüketenleri gözlemleyen Deimel'in elde ettiği sonuçlar, durumu açıkça ortaya koyuyor: Neredeyse tüm tüketiciler, hayatlarında en az bir defa crack içtiklerini açıkça belirtiyor. Bu kimselerin çoğu, evsiz. Crack tüketimi kaynaklı olarak, bu kimseler, takip edildikleri yönünde halüsinasyona kadar varan ciddi psikolojik sorunlardan muzdarip olduklarını söylüyor.

Deimel'a göre en büyük sorun, bu kimselere yardım sağlanırken kullanılabilecek alternatif maddelerin yokluğunda yatıyor:

"Eroin bağımlılığı konusunda hâlihazırda geliştirilmiş olan çok iyi müdahale yöntemleri mevcut. Örneğin eroinin yerine kullanılan metadon maddesiyle tedavi gibi. Ancak crack bağımlılığıyla mücadele edebilmek için crack yerine kullanılabilecek hiçbir alternatif ilaç yok. Bu, bu noktada gerçekten daha fazla araştırma yürütülmesine ihtiyaç duyduğumuz anlamına geliyor. Aynı zamanda, 7/24 açık olan bir acil yardım merkezine de ihtiyaç var."

Mavi eldiven takmış bir kişi kokain örneği alırken
Crack, kokainin sigara gibi içilebilir versiyonunull Getty Images/AFP/E. Santelices

Sentetik opioid'ler de revaçta

Michael Harbaum ve ekibi, Düsseldorf'ta 11 bağımlı kişiyi şehir merkezinde bulunan, güvenlik personeli ve sosyal çalışanların da bulunduğu bir yurda yerleştirmeyi başardı. Hastalar, burada, kitlenebilen tek kişilik odalarda kalıyor. Uzmanlar, çeşitli uyuşturucu maddelerin revaçta olduğu bu kritik dönemde, söz konusu modelin yaygınlaştırılması gerektiğini dile getiriyor.

Zira crack'in yanı sıra fentanyl gibi sentetik opioidler de revaçta. Ölmek üzere olan veya kanser hastası kimselere verilen fentanil, eroinle karıştırılıyor. ABD'de her yıl yaklaşık 10 bin kişi aşırı doz opioid kullanımı nedeniyle hayatını kaybediyor. Alman sivil toplum kuruluşu Alman Aids Yardımı tarafından 6 ay boyunca ülkenin uyuşturucu tüketilen 17 bölgesinde yürütülen araştırması, verilen eroin numunelerinin yüzde 3,6'lık kısmının fentanil içerdiğini ortaya koymuştu.

"Bu sayının gelecek 12 ila 18 ay arasında yükseleceğinden yola çıkıyoruz" diyen Deimel, "Sentetik opioidler, eroinle karıştırılmak suretiyle pazara sürülüyor. Sorun, bu maddelerin çok daha güçlü, yani ölümcül dozda olması. Yalnızca 2 miligram Fentanil, ölüme yol açabiliyor. Bu, bir kurşun kalemin ucu kalınlığında" diyor.

Bağımlılıkla mücadelede yeni perspektif çağrısı

Geçen yıl, İrlanda'nın başkenti Dublin'de, sentetik bir opioid olan nitazen nedeniyle uyuşturucuyla bağlantılı 54 acil durum kayıt altına alındı. İngiltere'nin Birmingham kentinde, 2023 yazında, 30 kişi sentetik opioid içeren eroin kullanımı nedeniyle hayatını kaybetti. Kayıt altına alınan bu istatistikler ışığında, Alman hükümeti de sorunla mücadele etmenin en doğru yolunun arayışında.

Alman hükümetinin bağımlılık ve uyuşturucuyla mücadeleden sorumlu temsilcisi Burkhard Blienert, DW'ye yaptığı açıklamada, insanlara daha kolay ve etkili biçimde ulaşacak hizmet ve önlemlerin hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi. Blienert, "Uyuşturucu tüketim alanlarının yanı sıra bu alanlarda uyuşturucu taraması, hızlı testler ve mağdurların kendi kendilerine de alabildikleri acil durum ilacı naloxon kullanımının yaygınlaştırılması gerekiyor" diye konuştu.

Avrupa genelinde alınan etkili önlemlerin sayısının düşüklüğünen yakınan Blienert, "Crack ve sentetik opioidler çerçevesinde yaşanan gelişmeler ışığında, uyuşturucu tüketim alanları ve uyuşturucu taramasının doğru olup olmadığına ilişkin bir tartışmaya tahammülümüz yok" dedi. 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya'da öğrencilere bin euroluk yardım

Almanya'da koalisyon hükümeti, bir kereye mahsus enerji ve yakıt yardımı ile 18 yaşına basan gençlere kültür kartı desteğinden sonra üniversitelilere başlangıç yardımı verilmesi için de kolları sıvadı. Üniversiteye yeni başlayan dar gelirli gençlere bir kereye mahsus maddi yardımı da kapsayan reform taslağı kabineden geçti.

Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti'den (FDP) oluşan üçlü koalisyonun Eğitim Bakanı Bettina Stark-Watzinger, Çarşamba günü kabineden geçen reform paketinin tanıtımı sırasında yaptığı açıklamada, "Üniversite eğitimi ebeveynlerin gelirine bağlı olmamalıdır" diye konuştu. Kabinede kabul edilen yasa taslağının Federal Meclis'te görüşülmesi sırasında detaylarında değişiklikler yapılmasının da muhtemel olduğu belirtiliyor.

Paketteki en dikkat çekici değişiklik, dar gelirli öğrencilere bin euroluk bir "üniversiteye başlama yardımı" öngörmesi. Federal hükümet, kabul edilen eğitim teşvik reformu ile yüksek okula başlayan ve ailesi çocuk parası veya kira yardımı gibi kimi sosyal yardımlardan da faydalanmak durumunda olan 25 yaş altı bütün gençlerin bu yeni yardımdan tek sefere mahsus faydalanmasını amaçlıyor. Hükümetin yaptırdığı hesaplara göre yılda yaklaşık 15 bin dar gelirli öğrenci söz konusu üniversiteye başlama yardımından yararlanacak. Geçen yıl üniversiteye başlayan genç sayısı ise 480 bin olarak açıklandı.

Dar gelirli ailelerin çocuklarına bin euro destek

Bin euro degerindeki yardım ile dar gelirli ailelerden gelen öğrencilerin üniversiteye başlarken laptop, kitap gibi ihtiyaçlarını temin etmeleri ve öğrenim görecekleri şehre taşınmayla da doğan maddi yükün hafifletilmesi amaçlanıyor. 

Kabineden geçen reformda, öğrencilere Federal Eğitim Teşvik Yasası (Bafög) çerçevesinde sağlanan aylık öğrenim kredisinde ise ilk etapta bir artış öngörülmüyor. Son yıllarda yükselen enflasyon ve artan yaşam giderlerine karşın öğrenim kredisinin artırılmamasına, sendikalar, dernekler, öğrenci temsilcilikleri ve muhalefetin yanı sıra, koalisyon içinden de eleştiriler geldi.

Hükümet ortağı SPD ve Yeşiller partili milletvekilleri, Almanya'da artan kiralara ve enflasyona dikkat çekerek öğrenim kredisi miktarında da artış yapılması gerektiğini savunuyor. Ancak Maliye Bakanlığı'nı elinde tutan koalisyonun küçük ortağı FDP, sosyal yardımlardaki artışa karşı çıkıyor.

Almanya'da özellikle büyük kentlerde öğrencilerin en büyük sorunu barınma. Bonn'daki öğrenciler ev ilanlarına bakarken.
Almanya'da özellikle büyük kentlerde öğrencilerin en büyük sorunu barınma. Bonn'daki öğrenciler ev ilanlarına bakarken. null Ute Grabowsky/photothek/IMAGO

Reformu "çok az ve çok geç" olarak nitelendiren muhalefet de öngörülen yardım oranlarının "öğrencilerin yaşamlarının gerçekliklerine göre" uygun düzenlenmesini talep etti. 

Sosyal adalet ve fırsat eşitliğine yönelik çalışmalar yürüten Almanya Parite Refah Derneği, ülkedeki öğrenciler arasında var olan yoksulluk seviyesine dikkat çekerek öğrenim kredisinin 800 euro, ilaveten barınma masrafı şeklinde güncellenmesini talep etti. 2 bin yerel temsilciğili bulunan bir diğer yardımlaşma birliği SoVDK da "öğrencileri ebeveynlerinden finansal olarak bağımsız kılacak" bir destek verilmesi çağrısında bulundu. Derneğin Yönetim Kurulu Başkanı Michaela Engelmeier, Funke Medya Grubu'na yaptığı açıklamada, 452 euroluk temel gereksinim miktarının asgari geçim düzeyini bile sağlamadığını ve birçok yerde barınma için öngörülen 360 euronun oda kiralamak için bile yeterli olmadığını söyledi.

Eğitim ve Bilim Sendikası (GEW) ise, hükümeti öğrencileri sıfır artışla başından savmakla suçlayarak, Federal Meclis'i tasarıyı kapsamlı biçimde gözden geçirmeye çağırdı.

Yarısı gençlere "hediye"

Federal Eğitim Teşvik Yasası (Bafög) çerçevesinde öğrencilere verilen aylık öğrenim kredisi son olarak 2022/2023 öğretim yılında yüzde 5,75'lik oranında artırıldı. Uygulamaya göre, üniversiteye giden ve ailesinin yanında yaşayanlar için ayda 452 euro temel gereksinim ücreti, ilaveten 59 euro barınma ücreti şeklinde öngörülen kredi miktarı, kendi evinde yaşayanlar için 452 euro artı 360 euro barınma masrafı olarak veriliyor. Ancak verilecek kredi miktarı; öğrencinin mal varlığı, gelir düzeyi, ebeveynlerin ve eşlerin geliri dikkate alınarak bireysel olarak hesaplanıyor.

Almanya'da öğrenim kredisi alan genclerin sayısı son yıllarda düşüş kaydetti. Federal İstatistik Dairesi'nin verilerine göre 2022 yılında 630 bin öğrenci öğrenim kredisi aldı. On yıl önce bu sayı 979 bin olarak açıklanmıştı.

Esneklik yarıyılı

Federal Eğitim Teşvik Yasası'ndaki (Bafög) reformda yer alan bir diğer düzenleme de "esneklik yarıyılı". Öğrenciler, üniversite eğitimlerini bir dönem uzatmak zorunda kalacaksa üzerindeki baskıyı azaltmak ve gencin bitirme tezine odaklanmasını sağlamak amacıyla uzatılan o sömestr için de öğrenim kredisi hakkı sürecek. Ayrıca öğrenim kredisi hakkı etkilenmeden bölüm değiştirmesi de kolaylaşacak.

1971'de yürürlüğe girdiğinden bu yana defalarca reforme edilen  düzenleme, 1990 yılından bu yana öğrencilerin aldıkları kredinin yarısını geri ödemesini öngörüyor. Diğer yarısı ise "hediye" olarak niteleniyor. Öğrencinin mezuniyetinden yaklaşık beş yıl sonra ödenmeye başlanması ve en fazla 20 yılda tamamlanması gerekiyor.

Almanya’da üniversite okumak | "En iyi yanı düşük harçlar"

dpa, KNA / SÖ,ETO

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya: Tesla fabrikasına saldıran Volkan Grubu ne istiyor?

Salı günü sabaha karşı 4:50 sularında, Almanya'nın Brandenburg eyaletindeki Steinfurt'ta bir elektrik hattı alevler içinde kaldı. Yangının kasıtlı biçimde çıkarıldığı tespit edilirken, hattın çevresinde bulunan otomobil tekerlekleri, yangını körükledi. Kısa süre içerisinde elektrik akımı durdu. Berlin'i çevreleyen bölgede binlerce hâne elektriksiz kaldı.

Söz konusu yangının en çok etkilediği yerler arasında, Elon Musk'ın sahibi olduğu elektrikli araç üreticisi Tesla'nın Grünheide'de bulunan fabrikası da yer aldı. Günde yaklaşık 750 elektrikli otomobilin banttan indiği tesiste çalışan 12 bin kişi, kesintiler sonucunda evlerine gönderildi. Kundaklamanın, Tesla'ya verdiği mâli zararın yüzlerce milyon euroyu bulduğu belirtiliyor.

"Uzaylı müttefikleri" olan radikal solcular

Saldırıyı, Almanya'da faaliyet gösteren radikal solcu bir örgütlenme olan "Volkan Grubu" üstlendi. Grubun saldırıdan kısa süre sonra internet sayfalarında yayınladıkları mesajın doğruluğu, hâlihazırda polis tarafından teyit edildi.

"Tesla'ya sabotaj düzenledik" ifadelerine yer verilen söz konusu mesajda, Elon Musk hakkında "teknofaşist" tabiri kullanıldı. Mesajda, dünya nüfusuna karşı "totaliter bir teknolojik saldırı" planlamakla suçlanan Musk'a bir ders verilmesi gerektiği savı yer aldı.

Örgütün mesajında ayrıca kapitalizm, sömürü, çevrenin yok edilmesi ve modern gözetim teknolojilerine ayrı ayrı eleştiriler de yöneltildi. Saldırı ile Tesla'ya "diz çöktürülmesi" ve Musk'ın Mars gezegenine kaçmaya zorlanmasının amaçlandığı belirtilirken, Musk'ın orada da güvende olmayacağı belirtildi. Musk'a karşı zaferin mutlaka kazanılacağının öne sürüldüğü mesajda, "Güçlü uzaylı müttefiklerimiz onu orada beklemekteler" ifadesine de yer verildi.

Tesla fabrikasının büyütülmesi için kesilmesi öngörülen ağaçların bulunduğu orman "Tesla'yı durdurun" adındaki inisiyatiften çevre aktivistleri tarafından günlerdir işgal altında.
Tesla fabrikasının büyütülmesi için kesilmesi öngörülen ağaçların bulunduğu orman "Tesla'yı durdurun" adındaki inisiyatiften çevre aktivistleri tarafından günlerdir işgal altında. null Annette Riedl/dpa/picture alliance

Söz konusu mesajdan elde edilen ipuçları dışında, Almanya'da şu ana kadar adı duyulmamış olan Volkan Grubu'nun dünya görüşü hakkında pek bir bilgi mevcut değil. Aşırı solcu ve anarşist ideolojilere sahip olduğu belirtilen grubun, her çeşit hiyerarşi ve insanların üzerinde tahakkümü ilkesel olarak reddettiği belirtiliyor. Öte yandan söz konusu saldırıyı "8 Mart (Uluslararası Kadınlar Günü) hediyesi" olarak tanımlayan grubun, ataerkillik karşıtı olduğu sonucunu çıkarmak da mümkün.

Yayınlanan mesaj incelendiğinde, içerik ve üslubun son yıllarda yayınlanan saldırı üstlenme mesajlarına ve Almanya'da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın (Verfassungsschutz) elindeki 2015 tarihli bir "strateji belgesine" benzerliği dikkat çekiyor. Bu çerçevededeğerlendirildiğinde, ilgili Alman makamları, metnin "kısmen veya tamamen aynı yazar grubu" tarafından kaleme alındığından yola çıkıyor. Bu da, grubun sabit bir yapıya sahip olduğu ve bünyesindeki üyelerin uzun süredir grupta yer aldığına işaret ediyor.

Berlin eyaleti Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın 2019 raporunda, grubun "faaliyette bulunan üyelerinin, çoğunlukla İzlanda'daki volkanlardan, değişen isimler kullandığı" bilgisine yer veriliyor.

Aktivistlerin ağaçlara kurdukları evlerden birinde YPG bayrakları asılı olduğu görülüyor.
Aktivistlerin ağaçlara kurdukları evlerden birinde YPG bayrakları asılı olduğu görülüyor. null Jochen Eckel/picture alliance

Saldırıların odağında elektrik var

Berlin iç istihbaratına göre, 2011 yılında kurulmuş olan grup, özellikle Berlin ve onu çevreleyen Brandenburg eyaletinde faal. Öte yandan Tesla saldırısı, grubun düzenlediği ilk saldırı değil: Volkan Grubu, şu ana kadar çok sayıda telefon ve elektrik direklerinin yanı sıra şirket araçlarına da çeşitli kundaklama saldırıları düzenledi. Saldırılarda şu ana kadar can kaybı yaşanmadı.

Anayasayı Koruma Teşkilatı raporunda, grubun "kent ulaşım ve iletişim altyapısının kırılganlığını su yüzüne çıkarma, kamu düzenini bozma ve büyük çapta mal zararına yol açma" hedefini güttüğü belirtiliyor.

Grubun 2018 yılında, Berlin'in Charlottenburg bölgesindeki elektrik hatlarına düzenlediği saldırı, bugüne kadar düzenlediği en büyük saldırı olma özelliğini taşıyor. Söz konusu saldırı sonucunda 6 bin 500'ü aşkın hâne ve 400 iş yeri saatlerce elektriksiz kalmıştı. Saldırının bedeli, yüzlerce milyon euroyu bulmuştu.

Öte yandan grup, Tesla fabrikasına daha önce de saldırı düzenlemişti. 2021 yılında, fabrika henüz inşaat aşamasındayken, yine fabrika yakınlarındaki bir elektrik kablosu kundaklanmıştı.

Tesla'nın sahibi Elon Musk saldırıya sert tepki gösterdi: "Dünyanın en aptal ekoteröristleri"
Tesla'nın sahibi Elon Musk saldırıya sert tepki gösterdi: "Dünyanın en aptal ekoteröristleri"null Gonzalo Fuentes/REUTERS

Musk: Dünyanın en aptal ekoteröristleri

Kundaklama girişimine Alman siyasetinden sert tepkiler geldi. "Hiçbir şekilde temize çıkılmayacak ağır bir suç" ifadesini kullanan İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Eğer aşırı solcu saik teyit edilirse, bu, aşırı solcular arasında kritik enerji altyapı tesislerine saldırılardan çekinilmediğinin yeni bir kanıtı olacaktır" diye konuştu. Hâlihazırda Alman makamları, terör saldırısı değil, kundaklama girişimi şüphesiyle inceleme başlatmış bulunuyor.

Tesla'nın sahibi Elon Musk da, saldırıya sert tepki gösterdi:

"Bunlar ya dünyanın en aptal ekoteröristleri, ya da çevre koruma konusunda iyi hedefleri olmayanların kuklaları. Fosil yakıtla çalışan araçların yerine üretilen elektrikli araçların üretimini durdurmak, son derece aptalca" dedi.

Tartışmalı fabrika

Berlin yakınlarındaki Tesla fabrikası, fikir ortaya atıldığından bu yana tartışmalı olageldi. Fabrikanın bir su koruma alanının hemen yakınında inşa edilmesi, bölge sakinleri ve çevre aktivistlerinin çok sayıda protesto gösterisi düzenlemesine neden olmuştu. Protestocular, fabrika inşaatının bölgedeki yer altı sularının azalmasına yol açabileceği endişesini de dile getirmişti.

Şimdi fabrikanın genişletilmesi için kesilmesi öngörülen ağaçların bulunduğu ormanın bir kısmı, "Tesla'yı durdurun" adındaki inisiyatifin parçası olan çevre aktivistleri tarafından günlerdir işgal altında bulunuyor. Aktivistler, Tesla'ya düzenlenen saldırıyla hiçbir ilgileri olmadığını da ifade etmiş bulunuyor.

Tesla yeni fabrikasını Türkiye'ye kuracak mı?

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

 

Sığınmacı sorunu: Almanya cazibesini azaltmaya çalışıyor

Almanya'da iltica başvurusunda bulunmuş kişilerin iltica sürecinde çalışmaları konusunda baskı artıyor. Geçen yıl Kasım ayında Başbakan Olaf Scholz ile eyalet başbakanlarının bir araya geldiği toplantıda üzerinde uzlaşmaya varılan ön ödemeli (prepaid) kredi kartı uygulaması ilk olarak Thüringen eyaletindeki bir belediyede yürürlüğe girdi. Diğer eyaletlerde de çok sayıda belediye ya uygulamaya geçti ya da kısa süre içinde geçmeye hazırlanıyor. Yıl sonuna kadar ön ödemeli kartların ülke çapında yürürlüğe sokulmuş olması planlanıyor.

Ön ödemeli kartların başlıca işlevi, sığınmacılara nakit para ödemelerinin durdurulması. Kartın kullanımında da bazı kısıtlamalar bulunuyor. Öncelikle ön ödemeli Mastercard'ın ikamet edilen yerde alınmış olması gerekiyor. Nakit ödeme yapma imkanı da Almanya içi ve dışına havale yapma imkanı da bulunmuyor.

Zorunlu temizlik işi

Almanya'nın doğusundaki Thüringen eyaleti sadece ön ödemeli kartlarda değil, sığınmacılara temizlik işlerinde çalışma zorunluluğu getirilmesiyle de bir ilke imza atarak manşetlere konu oldu. Eyaletteki bir belediye başkanı, belediye sınırları içinde bulunan mülteci yurdunda ilticacılara temizlik işlerini kendilerinin halletmesi zorunluluğu getirdi. Kaldıkları yer ve yurdun çevresini temizleme işini üstlenmeyenlerin aylık ödemelerinden 180 euro kesinti yapılacak.

Aslında iltica başvurusunda bulunanlara çalışma zorunluluğu yeni bir şey değil. Bu konuda uzun süredir bir yasal düzenleme mevcut. Ancak bu düzenleme maaş karşılığı düzenli bir işi kapsamıyor. Mevcut düzenlemeye göre iltica başvurusunda bulunanların hukuken ilk üç ay çalışma izni bulunmuyor. Bu sürenin ardından, reşit olmayan çocuklarının olup olmadığı, bir mülteci yurdunda barındırılıp barındırılmadığı gibi ölçütlere bağlı olarak çalışma konusunda aşamalı düzenlemeler var. Genel olarak başvurudan ancak altı ay sonra çalışma izni veriliyor.

Baden-Württemberg eyaletinde temizlik işi yapan sığınmacılar.
Baden-Württemberg eyaletinde temizlik işi yapan sığınmacılar.null Jan-Philipp Strobel/dpa/picture alliance

Ancak çalışma izninin çıkması, sığınmacıların hemen iş bulabileceği anlamına gelmiyor. Başta Suriyeliler ve Afganlar olmak üzere Almanya'ya iltica başvurularında ilk sekiz sırada yer alan ülkelerden gelenler arasında yaklaşık 700 bin kişi, Şubat 2024 itibarıyla "çalışabilecek durumda" olarak sınıflandırıldı. Ancak yarısı bile bir işe başlayamadı. Diğerleri ise ya okul veya meslek okuluna devam ediyor, dil ya da entegrasyon kurslarına gidiyor ya da eğitim ve bakım işlerinde çalışıyor. Federal İstihdam Dairesi verilerine göre bu sekiz ülkeden iş arayanların üçte ikisinden fazlası sadece "yardımcı" seviyesinde işler arıyor. Almanya'da ise bu tür işlerde eleman ihtiyacı pek yok.

Ücret yerine telafi ödemesi

Ancak iltica başvurusunda bulunanların günde dört saate kadar kamu yararına işlerde çalıştırılması da hukuken mümkün. Saat başına 80 centlik telafi ödemesi karşılığında yapılan bu görevlendirmeler, iltica başvurusu reddedilmiş ve ülkey terk etmesi gereken kişileri de kapsıyor.

Belediyelerin şimdiye kadar pek başvurmadığı bu imkan, Thüringen'deki Saale-Orla belediyesinde temizlik işleri yükümlülüğünü uygulamaya sokan Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partili politikacı Christian Herrgott'a göre çeşitli avantajlar içeriyor. Çalışma zorunluluğunun, henüz düzenli bir işe girme izni bulunmayan ilticacılara istihdam imkanı sunduğuna işaret eden Herrgott, aynı zamanda örneğin temizlik işlerinin bir temizlik firmasına ödeme yapılmadan halledilmesinin ilticacıların toplum içinde daha fazla kabul görmesine de yardımcı olduğunu belirtiyor.

CDU'lu Christian Herrgott
CDU'lu Christian Herrgottnull Bodo Schackow/dpa/picture alliance

Welt gazetesine konuşan Herrgott, "Konu, tüm parayı ödeyen vergi mükelleflerine ödediklerinin bir miktarını geri verebilmek. Dernekler gibi kamu yararına alanlarda başka görevlendirme imkanlarını da inceliyoruz" diye konuştu.

Thüringen'in öne çıkması tesadüf değil

CDU'lu politikacı, bu girişimiyle toplumda da büyük destek gördü. Kamuoyu araştırmaları şirketi Insa'nın yaptırdığı ankete göre, katılımcıların yüzde 82'si sığınmacıların çalıştırılması fikrini destekliyor. Ön ödemeli kart uygulamasına destek de yüzde 72 ile yüksek seviyelerde.

Her iki uygulamanın arkasında da Thüringen eyaleti ve CDU'lu politikacıların bulunması tesadüf değil. Eyalette Eylül ayında mahalli seçimler yapılacak. Aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi anketlere göre yüzde 30'luk oy oranıyla önde gidiyor. CDU'nun oy oranı yüzde 20 civarında ve ilticacılara yönelik sert bir tutumla AfD seçmenini kazanabilmeyi umuyor.

Sığınmacıların çoğunun hedef ülkesi Almanya

Aynı durum, komşu Saksonya eyaleti için de geçerli. Eylül'de yapılacak seçimler için AfD yarışı önde götürüyor. Saksonya eyaletinin CDU'lu Başbakanı Michael Kretschmer, Almanya'ya alınacak sığınmacı sayısının yılda 50 bin-60 bin ile sınırlanmasını talep ediyor. CDU ve Bavyera'da teşkilatlı kardeş parti Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) yıllar boyunca bu rakamı 200 bin olarak telaffuz etmişti.

Mevcut rakamlar ise bunun çok üstünde. Avrupa'ya gelen sığınmacıların çoğunun hedefi Almanya. 2023 yılında Almanya'ya 330 bin iltica başvurusu yapıldı. Bu, AB'ye üye 27 ülkenin tamamına yapılan başvuruların yüzde 30'u anlamına geliyor. İltica başvuruları, kötü hava koşullarına rağmen Ocak ayında da hız kesmedi. Federal Göç ve Mülteciler Dairesi verilerine göre Ocak'ta yaklaşık 26 bin kişi ilk iltica başvurusunda bulundu.

Barınacak yer ve çocuk bakım sıkıntısı

Almanya'ya gelen sığınmacılar önce belli ölçütlere göre 16 eyalet arasında dağıtılıyor ve geçici olarak "ilk kabul" merkezlerinde barındırılıyor. Ancak sürekli yeni sığınmacıların gelmesi eyaletler üzerindeki baskıyı da toplumdaki hoşnutsuzluğu da artırıyor. Eyaletler, gelen sığınmacıları mümkün olduğunca hızlı bir şekilde belediyelere yönlendirmeye çalışıyor. Gelenlerin barındırılması, temel ihtiyaçlarının karşılanması ve entegrasyonundan sorumlu mahalli idareler ise barınma yeri, çocuk yuvası, okul, Almanca ve entegrasyon kursları gibi hizmetleri sağlamakta aşırı yük altında eziliyor.

Üst sınır hukuken mümkün değil

Yaşanan sıkıntılar, sığınmacılara yönelik toplum içindeki havayı da olumsuz etkiledi. Sığınmacıların Almanya'ya kabul edilmesine onay oranı düşerken, göçe yönelik şüpheler ve olumsuz etkilerine yönelik endişeler arttı.

Başbakan Olaf Scholz, ülkeye gelen sığınmacı sayısının çok yüksek olduğunu ve durumun böyle devam edemeyeceğini kabul etse de, Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) talep ettiği üst sınır konulmasını reddediyor. Ayrıca ilticanın bireysel temel hak sayılması nedeniyle bu hakkı kısıtlayacak bir düzenleme için Anayasa'da değişiklik gerekiyor.

Almanya'nın cazibesini azaltmak

Bu nedenle pek çok politikacı, hukukî imkanlar çerçevesinde Almanya'nın cazibesinin nasıl azaltılabileceğine kafa yoruyor. Ön ödemeli kart ya da çalışma zorunluluğu da bu kapsamda değerlendirilen önlemler arasında.

2025 yılında Başbakanlığa adaylığını koyması beklenen CDU Genel Başkanı Friedrich Merz de bu konuyu gündemde tutmaya çalışıyor. Merz, Şubat ayında Federal Meclis'te ön ödemeli kartlarla ilgili olarak "Uygulamaya konulan yerlerde iltica başvurusunda bulunanların sayısı birdenbire düştü. Çünkü ikamet nedenleri arasında önemli yer tutan nakit para ödemeleri birdenbire durduruldu" dedi.

İltica süreçlerinin hızlandırılması

Göç araştırmacıları, elde yeterli veriler bulunmadığından bu tür genel sonuçlar çıkarmak için henüz erken olduğu görüşünde. Ancak aşırı sağcı AfD partisinin hızlı yükselişi, Haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimleri, sonbaharda Almanya'nın çeşitli eyaletlerinde ve mahalli idarelerde yapılacak seçimler nedeniyle siyaset bu konuya kilitlenmiş durumda.

Diğer yanda Almanya İçişleri Bakanlığı da, iltica süreçlerinin AB dışındaki ülkelere ne ölçüde kaydırılabileceği konusunda hukuki imkanları inceliyor. Bu plan, sadece CDU ve CSU değil, iktidardaki Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller'den de destek görüyor. Almanya'daki 16 eyaletin başbakanları federal hükümeti, Haziran ayına kadar inceleme sonuçlarını bildirmeye çağırdı.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

Berlin-Moskova hattındaki hibrit savaşın şifreleri

Berlin-Moskova hattında Rusya'nın casusluk girişimi ile patlak veren kriz nedeniyle gerilim tırmanıyor, karşılıklı suçlamalar havada uçuşuyor.

Kremlin, Almanya'nın "Rus hedeflerine saldırı hazırlığı yaptığını" iddia ediyor. Hatta Rus televizyonlarında Kırım Köprüsü'nün vurulması halinde Rusya'nın Almanya'da hangi hedefleri vurabileceği tartışılıyor. Berlin ise Rusya'yı Almanya'ya karşı "hibrit savaş" yürütmekle suçluyor. Alman hükümeti, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in dezenformasyon kampanyaları ile Almanya'da siyasi ve toplumsal kutuplaşmayı tırmandırmak istediğine işaret ederek "Putin'in oyununa gelinmemesi" çağrısı da yaptı.

Peki, Kremlin'in gerilimi tırmandırma hamlesinin gerisinde hangi hesaplar yatıyor? Rusya, üst düzey Alman komutanların gizli toplantısının ses kaydını basına sızdırmakla ne gibi sonuçlar elde etmeyi amaçladı? Berlin'in karşı hamleleri ne anlama geliyor? Almanya'nın ülke savunmasındaki en kritik kurumlarında güvenlik zaafiyeti mi var?

Beş soruda Almanya ile Rusya arasında tırmanan gerilimi mercek altına aldık:

1. Kremlin, gerilimin fitilini nasıl ateşledi?

1 Mart 2024, Almanya-Rusya ilişkilerinde "Taurus dinleme skandalının yaşandığı gün" olarak tarihe geçecek.

Alman ordusu Bundeswehr'in "en gözde komutanlarından" biri olarak görülen Hava Kuvvetleri Komutanı Ingo Gerhartz'ın da konuşmacı olduğu bir videokonferansın yaklaşık 38 dakikalık ses kaydı, Kremlin tarafından yoğun bir dezenformasyon kampanyası eşliğinde basına sızdırıldı. Alman komutanların konuşmaları, "Almanya Rus hedeflerini vurmaya hazırlanıyor", "Almanya Kırım Köprüsü'ne terör saldırısı planı yapıyor" ve "Almanya Rusya ile savaşa hazırlanıyor" gibi söylemlerle çarpıtılarak kamuoyuna aktarıldı.

Taurus adlı uzun menzilli füze.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Ukrayna’ya Taurus adlı uzun menzilli füzelerin verilmeyeceğini açıklamıştı.null Jung Yeon-Je/AFP/Getty Images

Oysa paylaşılan ses kaydında Alman komutanlar, herhangi bir saldırı planı yapmıyor. Taurus füzelerinin verilmesi durumunda, Ukrayna'nın bunları hangi hedefleri vurmak için kullanmak isteyeceği, bu misyonların planlama aşamasında Alman askerlerinin bir görev üstlenmek zorunda kalıp kalmayacakları, Almanya'nın savaşa müdahil olmadan bu füzelerin Ukrayna'ya verilip verilemeyeceği ve verilmesi yönde siyasi bir karar alınması durumunda füzelerin ne zaman teslim edilebileceği konuşuluyor.

Kremlin'in 19 Şubat'taki toplantının ses kaydını iki hafta sonra yoğun bir dezenformasyon kampanyası eşliğinde servis etmiş olması, Berlin'de bu hamlenin en ince ayrıntısına kadara hazırlık yapılarak planlandığı algısını güçlendirdi. Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius da bu nedenle bunu, zamanlaması özenle seçilmiş bir "hibrit bir saldırı" olarak nitelendirdi.

2. Putin ne amaçlamış olabilir?

Alman siyasi gözlemcilerin büyük çoğunluğu bir konuda mutabık: Eski bir KGB ajanı olan Putin, son casusluk operasyonuyla hem Almanya'yı hem de Batı ittifakını zora soktu. Ele geçirdiği kozu, büyük ustalıkla aynı anda birden çok hedefe ulaşmak için kullanmayı başardı.

Bu hedeflerin ne olduğu konusunda da uzmanlar arasında genel bir mutabakat var. Buna göre Kremlin, cezaevinde ölen Rus muhalif lider Navalni'nin cenaze töreninden bir gün sonra sızdırdığı ses kaydıyla dikkatlerin Moskova'dan Berlin'e çevrilmesine, Putin'in muhaliflere uyguladığı baskının uluslararası gündemden düşmesini amaçladı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin.null Adrien Fillon/Zumapress/picture alliance

Rusya üst düzey Alman komutanlarının dinlenebildiği mesajını vererek Almanya'yı güvenlik zaafiyeti içinde göstermek istedi. Alman siyasi partileri arasında, Ukrayna'ya verilecek askeri destek konusundaki görüş ayrılıkları ile ilgili tartışmaların daha da keskinleşmesine yol açtı. Ayrıca Alman kamuoyunda savaş konusundaki endişeleri bilen Putin, endişeleri daha da körüklemeyi hedefledi.

Moskova aynı zamanda Ukrayna'ya askeri desteğin nasıl güçlendirilebileceğine odaklanmış olan Batı ittifakınıngündemine darbe indirmiş oldu. Ukrayna'nın talep ettiği Taurus füzelerini vermemekte ısrar eden Almanya Başbakanı Olaf Scholz'u, Rusya'nın tehditlerine boyun eğiyormuş gibi göstererek zora soktu. Almanya ile Batılı müttefikler arasında görüş ayrılıkları ve güven bunalımı olduğu algısını da güçlendirdi.

3. Berlin, Moskova'nın hamlesine hangi stratejiyle yanıt veriyor?

Alman hükümeti, Cuma gününden bu yana Taurus dinleme krizinin yol açtığı siyasi hasarı hem içeride hem dışarıda kontrol etmeye, asgari düzeyde tutmaya çabalıyor. Bazı gözlemciler, Berlin'in çok dikkatli adımlar attığını, bu şekilde Putin'e, "Oyununu gördüm, ama bu oyuna gelmiyorum" mesajı verdiğini dile getiriyor.

Pazar günü kameraların karşısına geçen ve kamuoyunu bilgilendiren Savunma Bakanı Pistorius, Putin'in Almanya'ya karşı "hibrit savaş" yürüttüğünü söyledi. Alman kamuoyuna ve siyasetçilerine sağduyu çağrısı yapan Bakan Pistorius, Kremlin'in Almanya'yı kutuplaştırmaya, birliğini bozmaya, Ukrayna konusundaki kararlılığını da baltalamaya çalıştığını vurguladı. Alman Bakan, Putin'in oyununa gelmemek için buna kararlılıkla karşı koyulması gerektiğini" de sözlerine ekledi.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius.
Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, Putin’in Almanya’ya karşı "hibrit savaş" yürüttüğünü söyledi.null Maja Hitij/Getty Images

Pistorius bugün de Rusya'nın kaydını sızdırdığı toplantı ile ilgili olarak askeri istihbarat MAD tarafından yürütülen soruşturmanın ilk sonuçlarını açıkladı. Alman ordusunun iletişim sistemlerine, sunucularına bir sızmanın söz konusu olmadığını, askeri toplantıya Singapur'dan katılan yetkilinin, güvenli olmayan internet bağlantısı kullandığını ve bu olaya "kişisel hatanın" yol açtığını kaydetti.

Toplantıya katılan tüm yetkililerle ilgili olarak bir ön soruşturmanın başlatıldığını duyuran Bakan, bu aşamada görevden alma gibi herhangi bir kararın gündemde olmadığını da belirtti, "En iyi subaylarımdan hiçbirini Putin'in oyunlarına kurban etmeyeceğim" restini çekti.

4. Almanya'nın müttefikleriyle ilişkisi darbe aldı mı?

Alman ordusu mensuplarının Rusya tarafından dinlenebilmiş olması sadece Almanya'da değil Batılı başkentlerde de şok etkisi yarattı. Hem Alman hem uluslararası basında, skandalın müttefiklerin Alman kurumlarına güvenini sarstığı yönünde haberler yer aldı.

Hatta İngiltere'nin eski savunma bakanlarından Ben Wallace'in, Rus istihbaratının yoğun bir şekilde nüfuz ettiği Almanya'ya zaten güven duyulmadığı yönündeki açıklaması büyük yankı buldu. Ağustos 2023'e kadar savunma bakanlığı görevini yürüten Ben Wallace, The Times gazetesine verdiği demeçte Almanya için "Ne güvenli, ne de güvenilir" ifadelerini kullandı.

İngiltere’nin eski savunma bakanlarında Ben Wallace.
İngiltere’nin eski savunma bakanlarında Ben Wallace, dinleme skandalı sonrasında Almanya’yı sert eleştirilerle hedef aldı.null Nadja Wohlleben/REUTERS

Alman Savunma Bakanı Pistorius ise bugünkü açıklamasında müttefik ülkelerdeki mevkidaşlarıyla telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini, gelişmeler hakkında onları bilgilendirdiğini, onların da kendisine "Almanya'ya güvenin sarsılmadığı" güvencesini verdiklerini anlattı.

ABD yönetimi de Taurus dinleme skandalını, "Rusların nifak tohumları ekmeye yönelik küstah girişimi" olarak tanımladı. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi İletişim Direktörü John Kirby, Rusya'nın Batı'nın birlik içinde olmadığını göstermeye çabaladığını söyledi.

Ancak İngiltere'nin Ukrayna'ya Storm Shadows, Fransa'nın ise Scalp füzelerini göndermesine karşın Başbakan Olaf Scholz'un Ukrayna'ya uzun menzilli Taurus füzelerini göndermemekte direnmesinin müttefikler arasında rahatsızlığa yol açtığı uzun süredir biliniyor.

Scholz, son açıklamalarında da Taurusların Ukrayna'ya verilmeyeceğini kesin bir dille ifade etti. Fransa ve İngiltere'nin aksine, Almanya'nın Ukrayna'ya asker göndermeyeceğini söyleyen Scholz'un bu ifadeleri tepki çekmiş, bazı gizli bilgileri açığa vurmakla suçlanmıştı. Aslında Almanya, ABD'den sonra Ukrayna'ya en çok askeri yardımları yapan ülke konumunda. Ancak Scholz, Taurusların Almanya'yı Ukrayna-Rusya savaşına taraf bir ülke haline getirebileceği, ayrıca savaşın NATO-Rusya savaşına evrilebileceği endişesinden dolayı bu füzelerin Ukrayna'ya verilmesine yeşil ışık yakmıyor.

Almanya'da ana muhalefet bu kararında ısrar eden Scholz'un Rusya'nın tehditlerine boyun eğer bir görünüm sergilediğini iddia ediyor, sert ifadelerle eleştiriyor. Scholz'un koalisyon ortağı partilerinde de bu füzelerin Ukrayna'ya verilmesini savunan siyasetçiler var. Hatta Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, dün yaptığı açıklamada Ukrayna'nın Rusya'ya karşı kendisini savunmasına yardımcı olacak "tüm olanakların derinlemesine incelenmesi" gerektiğini savundu.

5. Almanya'nın Rus casusluk faaliyetlerine ve dezenformasyon kampanyalarına karşı koyma stratejisi yetersiz mi?

Almanya, Rusya'nın casusluk faaliyetlerine karşı koyma stratejisini Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı sonrasında gözden geçirmişti.

Alman İçişleri Bakanı Nancy Feaser, geçen yıl Haziran ayında iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı (BfV) Başkanı Thomas Haldenwang ile birlikte yıllık BfV raporunu açıklarken Rusya'nın casusluk faaliyetlerinin çok daha arttığına işaret etmiş, Kremlin'in Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaşın aynı zamanda Almanya'nın iç güvenliği için de önemli bir dönüm noktası teşkil ettiğine vurgu yapmıştı. Oysa o dönem, Almanya zaten ülkede görevli 40 Rus diplomatını "istenmeyen kişi" ilan ederek sınır dışı etmişti.

Ancak BfV Başkanı Haldenwang, kritik bir noktaya dikkat çekerek Rusya'nın yöntemlerini değiştireceği, bunları değişen koşullara uyarlayacağı, gelecekte daha da gizli ve daha saldırgan davranacağı öngörüsünü dile getirmişti.

Bugün yaşananlar, Haldenwang'ın bu öngörüsünün ne kadar yerinde olduğunu gözler önüne seriyor. BfV, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısından bu yana Almanya'da "hasmane propagandanın" hiç olmadığı kadar artış kaydettiğine, Putin'in Rusya yanlısı grupları araçsallaştırarak eski Sovyetler Birliği ülkelerinden gelen, Almanya'da yaşayanları kendi safına çekmek için yoğun bir çaba içerisinde olduğuna dikkat çekiyor.

Haldenwang, "Putin bu insanları 'kendi Rusları', üzerlerinde nüfuz oluşturabileceği insanlar olarak görüyor" demişti.

Alman dış istihbaratı BND’nin Berlin’deki binası.
Alman dış istihbaratı BND’nin Berlin’deki binası.null C.Hardt/Future Image/imago

Rusya'nın Alman güvenlik kurumlarına sızmayı çabaladığı da bir sır değil. Aralık 2022'de, Alman dış istihbarat teşkilatı BND'nin bir çalışanı "vatana ihanet şüphesiyle" tutuklandı. "Rusların BND'deki köstebeği" olarak adlandırılan ve Aralık 2023'ten bu yana Berlin'de yargılanan Carsten L.'nin hassas belgeleri Rus istihbarat servisi FSB'ye aktardığı iddia ediliyor. Ona yardım ettiği iddiasıyla iş insanı Arthur E. de Ocak 2023'te tutuklanmıştı.

Bugün Alman Funke medya grubuna açıklama yapan Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser, istihbarat ve güvenlik kurumlarında casusluğa karşı koyma önlemlerinin güçlendirildiğini anlattı, "Rus istihbaratına karşı koyma, istihbarat faaliyetlerinin odağı olmaya devam ediyor" dedi. Faeser ayrıca, "Rusya ve Devlet Başkanı Vladimir Putin'in propaganda aygıtının amacı devletimizi itibarsızlaştırmak, kamuoyu algısını manipüle etmek ve toplumumuzu bölmektir. Ancak bunda başarılı olmayacaklar" diye konuştu.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Almanya'da halkın çoğunluğu daha fazla sığınmacı istemiyor

Almanya'da ülkeye gelen sığınmacı sayısındaki artışın, enerji krizi ve yüksek enflasyondan kaynaklanan huzursuzluğun etkisiyle toplumun büyük kısmında rahatsızlık yarattığı belirtildi.

Bertelsmann Vakfı tarafından yaptırılan ve sonuçları Salı günü açıklanan kamuoyu araştırmasına göre, halkın önemli bir kesimi, daha fazla sığınmacı gelmesi halinde, sosyal devletin üzerindeki yükün, okullarda yaşanan sorunların ve konut yetersizliği probleminin artacağından endişe ediyor. Araştırma ayrıca, toplumda sığınmacıları kabul etme eğiliminin ciddi oranda azaldığını ortaya koyuyor. Verian Enstitüsü, söz konusu araştırma için geçen yıl Ekim ayında 14 yaşından büyük, 2 binden fazla kişi ile görüştü.

2021 yılında yapılan kamuoyu araştırmasına göre halkın yüzde 36'sı ülkenin daha fazla sığınmacı yükünü kaldıramayacağı görüşünü dile getirirken, bu oran güncel araştırmada yüzde 60 oldu. 2017 senesinde de, o dönem yaşanan yoğun sığınmacı akını neticesinde, toplumda Almanya'ya daha fazla sığınmacı gelmesine karşı çıkanların oranı yüzde 54 olmuştu.

Yapılan son araştırmanın raportörlerinden Ulrike Wieland, çıkan sonuçların göçmen karşıtlığı olarak değerlendirilmemesi gerektiğini, insanların şu an içinde bulunulan ekonomik ve toplumsal koşullar içinde sığınmacıların topluma kabulü ve uyumunun sağlanıp sağlanamayacağını sorguladığını ifade ederek, "Artan endişeler sistemsel kapasitelerle ilgili" dedi.

Araştırmanın ayrıntılı sonuçları

Bertelsmann Vakfı araştırmasına katılanların yüzde 78'i, Almanya'ya göçün sosyal devlete ek yük getireceğini, yüzde 74'ü kent merkezlerinde konut sıkıntısına yol açacağını, yüzde 73'ü orada yaşayanlarla göçmenler arasında sorunlar çıkacağını, yüzde 71'i ise okullarda sıkıntılara neden olacağını düşünüyor.

Sorun olarak dile getirilen tüm bu başlıklardaki oranlar, 2017 ve 2019 yıllarında yapılan anketlerde çıkan sonuçlara göre artmış durumda.

İş ya da eğitim için gelenlere olumlu bakılıyor

Araştırma katılımcılarının çoğunluğu Almanya'ya göç eden insanlara toplumun, az ya da çok kucak açtığı görüşünü ifade ediyor. Ancak bu konuda göçmenler arasında bir ayrım yapılıyor. Ülkeye çalışmak için ya da eğitim görme amacıyla gelenlere karşı ankete katılanların yüzde 73'ü olumlu bakıyor. Bu oran sığınmacılar söz konusu olduğunda yüzde 53'e düşüyor. Almanya'nın doğusunda ise sığınmacıların gelişini olumlu bulanların oranı yüzde 37.

Bir trafo etrafında çalışan iki erkek, bir kadın
Almanya'ya çalışma amacıyla ya da eğitim için gelen göçmenlere toplumun bakışı daha olumlunull Artgrid Stockfoto

Genel olarak göçmenlere karşı takınılan tavır, araştırmaya katılanların yaşı, Almanya'nın doğusu ya da batısında yaşadığı ve eğitim düzeyine göre farklılıklar gösteriyor. Daha önceki yıllara oranla düşüş yaşansa da, göçmenlere pozitif bakılan bazı konu başlıkları da göze çarpıyor. Örneğin yüzde 63'lük bir kesim, uluslararası firmaların Almanya'da yerleşmesi için göçün önemli olduğunu belirtiyor. Yüzde 62'lik bir grup, Alman nüfusunun yaşlanmasına karşı göçün olumlu olduğunu düşünüyor. Göç sayesinde Almanya'daki toplumsal yaşamın daha ilginç hale geldiğini ifade edenlerin oranı ise yüzde 61.

Almanya'da uzun bir süredir gündemde olan kalifiye iş gücü açığının göçmenlerle giderilmesi fikrine destek verenlerin oranı da düşüşte. Güncel araştırmada, bu açığın göçmenlerle kapatılması fikrine destek verenlerin oranı yüzde 47'de kalmış durumda. Emeklilik sisteminin ayakta kalabilmesi açısından göçmenlere sıcak bakanların oranı ise yüzde 38'e geriledi.

Yapılan araştırma ile ilgili raporda, Almanya'nın doğusunda yaşayanların, batıdakilere göre göç konusuna daha kuşkulu yaklaştığı ancak Batı Almanya'da da çekincelerin arttığı vurgulandı.

29 yaşından genç olanlar arasında göç konusuna iyimser bakanların oranı diğer yaş gruplarına göre yüksek. Lise ve üniversite mezunu olan kesimde de göçün avantajlı yanlarını öne çıkaranların sayısı diğerlerine oranla daha fazla. Bu grupta, Almanya'nın daha çok göçmene kapılarını açması gerektiğini düşünenlerin oranı yüzde 46. Daha az eğitimliler arasında ise söz konusu oran yüzde 29'a düşüyor. 

Sonuçlar ne anlama geliyor?

Araştırmanın raportörlerine göre Ukrayna Savaşı nedeniyle ülkesini terk ederek Almanya'ya gelenlerin yanı sıra, diğer ülkelerden son dönemlerde artan oranda sığınmacıların gelmesi, ekonomik anlamda olumsuz bir dönemden geçilen günümüzde, "Kolektif bir tükenmişlik ve aşırı talepleri karşılayamama hissi" oluşturmuş durumda. Raporda, bu durumdan aşırı sağcı Alman İçin Alternatif (AfD) partisinin faydalandığı belirtiliyor. 

Bertelsmann Vakfı'nın Uyum Uzmanı Ulrike Wieland'a göre, tüm bunların yanında Almanya'da "Sağlam bir hoş geldin kültürü temeli" de mevcut. Wieland bu bağlamda, ülke genelinde aylardır demokrasiden yana, aşırı sağ karşı yapılan ve AfD'ye karşı bir hava oluşmasını sağlayan gösterilere dikkat çekiyor.

Ellerinde renkli pankartlar ve bayraklarla aşırı sağa karşı bir gösteride bir araya gelen protestocular - (21.01.2024 / Cottbus)
Almanya'da ülke çapında yapılan aşırı sağ karşıtı gösterilerden biri de Cottbus kentinde gerçekleştirildi - (21.01.2024)null Rainer Weisflog/IMAGO

Federal Göç Dairesi verilerine göre 2023 yılında, çoğunluğu Suriye, Türkiye ve Afganistan'dan olmak üzere 329 bin 120 kişi Almanya'da iltica başvurusunda bulundu. Bu da bir yıl öncesine oranla iltica başvurularında yüzde 50 oranında bir artış yaşandığını ortaya koyuyor. Bunun yanı sıra Almanya, Ukrayna Savaşı nedeniyle ülkesinden kaçmak zorunda kalan yaklaşık 1,14 milyon sığınmacıya ev sahipliği yapıyor.

Federal hükümet ile eyalet yönetimleri temsilcilerinin, 6 Mart Çarşamba günü, Başbakan Olaf Scholz'un da katılacağı bir toplantıda bir araya gelerek, Almanya'nın iltica politikasını görüşmeleri planlanıyor.

Ne gibi önlemler alınmalı?

Ulrike Wieland, göç gerçeğinin çok daha iyi bir uluslararası iş birliği çerçevesinde ele alınması ve yönetilmesi gerektiğini dile getiriyor. Kamuoyu araştırmasına katılanların dörtte üçü, Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerden her birine, o ülkenin ekonomik gücüne ve büyüklüğüne göre belli bir sayıda sığınmacı kabul etme zorunluluğu getirilmesini talep ediyor. Sığınmacı siyaseti, son yıllarda Avrupa içinde en tartışmalı konulardan biri.

Bertelsmann Vakfı Uyum Uzmanı Ulrike Wieland
Ulrike Wielandnull Kai Uwe Oesterhelweg/Bertelsmann Stiftung

Araştırmanın raporunda kendi yorumunu dile getiren Bertelsmann Vakfı, Almanya toplumu içinde ülkeye yönelik göçle ilgili en fazla şikayetlerin dile getirildiği alanlar olan sosyal sisteme, konut piyasasına ve okullara siyasetin daha fazla eğilmesini ve yatırım yapmasını talep ediyor. Ayrıca iş piyasasında göçmenlere yönelik fırsatların arttırılması isteniyor.

Anket katılımcılarının yüzde 87'si, devletin sığınmacılara çok daha hızlı bir şekilde çalışma izni vermesi gerektiği görüşünde. Wieland'a göre sığınmacıları başarılı bir biçimde iş hayatına adapte edebilmek ve uluslararası kalifiye iş gücünü ülkede kalıcı bir şekilde tutabilmek için "Hoş geldin kültürünün" hayatın bir parçası olması gerekiyor. 

 

dpa / ET,JD

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya'daki çifçilerin hedefinde neden Yeşiller var?

Almanya'da Yeşiller Eş Başkanı Ricarda Lang'ın Şubat sonunda gerçekleştirdiği Magdeburg kenti ziyareti protestolarla başladı. Yaklaşık 90 traktör eşliğinde alanda toplanan yaklaşık 200 kadar çiftçi, Yeşiller liderini korna ve sloganlarla protesto etti. Lang, oradan ayrılmaya çalıştığında ise öfkeli kalabalık bu kez traktörlerle politikacının yolunu kesti.

Aslında bu, geçen haftalardaki çiftçi protestolarıyla karşılaştırıldığında nispeten küçük bir eylemdi, ancak sosyal medyada büyük ses getirdi. Sebebi ise aşırı sağcıların Yeşillere karşı bu protestoyu hem kutlaması hem de kışkırtmasıydı.

Aşırı sağcı kesimin öne çıkan isimlerinden Martin Sellner'in yaptığı gibi. Ocak 2024'te bir medya platformunun yabancıların sınır dışı edilmesine yönelik görüşlerini haberleştirdiğinde manşetlere çıkan Sellner, sığınmacıların ve göçmenlerin Alman vatandaşlığına geçmiş olsalar bile belirli koşullarda sınır dışı edilmesi gerektiğini savunması tartışmalara neden olmuştu.

Sellner, Magdeburg'daki protestoyu da kendi aşırı sağ görüşmeleri için kullanarak Telegram üzerinden "Çiftçiler pes etmeyecek! Benimle tam bir dayanışma içindeler" şeklinde bir paylaşım yaptı. Neo-Nazi görüşleriyle bilinen Michael Brück de çiftçi protestolarının büyük bir halk ayaklanmasına dönüşmesinin hayalini kurduğunu belirterek çiftçilere destek verdi.

Martin Sellner
Avusturyalı Martin Sellner, Avrupa'nın en tanınmış aşırı sağcılarından biri. Sellner'in aşırı sağcı Alman aktivistler ve AfD'li siyasetçilerle de bağlantısı bulunuyornull Isabelle Ouvrard /IMAGO

Güvenlik makamları tetikte

Alman güvenlik makamları, çiftçilerin protestolarına eşlik eden aşırı sağcıları yakından takip ediyor. Almanya'nın en büyük eyaleti olan Kuzey Ren-Vestfalya'nın İçişleri Bakanlığı sözcüsü, DW'ye yaptığı açıklamada radikal sağcıların taktiklerini şöyle açıkladı:

"Hükümeti eleştiren ve hatta ona düşman olan içerikler yayan aşırılık yanlısı gruplar, orta sınıfın desteğini kazanmak için çiftçi protestolarını kendi amaçları doğrultusunda araçsallaştırmaya çalışıyor."

Almanya'nın ikinci büyük federal eyaleti olan Bavyera'daki Anayasayı Koruma Dairesi de benzer gözlemlerde bulundu. Ancak iç istihbarat örgütü, çiftçilerin oyuna gelmediğini belirterek "Tüm propaganda çabalarına rağmen Bavyeralı çiftçiler, kendilerini aşırı sağcı etkilerden bariz şekilde uzak tutmayı başardı. Aşırılık yanlısı her türlü eylem ve söylemi kesin olarak ve mütemadiyen reddediyorlar" açıklamasını yaptı. 

İki protestocu ve bir traktör
Almanya'daki çiftçi protestolarına zanaatkârlar ve küçük büyüklükteki işletmeciler de katıldınull Patrick Pleul/dpa/picture alliance

"Söylem, eyleme dönüşür!"

Ancak aşırı sağcı aktivistlerin iktidardaki Yeşiller'e karşı ortamı alevlendirmeye çalışması, Almanya'nın Yeşiller partili Ekonomi Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Robert Habeck'i endişelendiriyor. Habeck de bir süre önce öfkeli çiftçiler tarafından hedef alınmıştı.

Habeck, 27 Şubat'ta Yeşiller Meclis Grubu toplantısında partisine yönelik saldırılara değinerek "Vahşileştirme, popülizmin silahıdır. Ülkenin karşı karşıya olduğu sorunlar o kadar abartılıyor ki, herkes birbirine bağırıyor ve makul bir çözüm imkânsız hale geliyor. Burada nihai amaç, demokrasiye zarar vermektir" dedi.

Sosyal medyadaki nefret söylemlerinin muhtemel sonuçlarına işaret eden Habeck, "Söylem er ya da geç eyleme dönüşür" uyarısında bulundu. Habeck, bu sözüyle 2019 yılında Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) siyasetçisi Walter Lübcke'nin öldürülmesine atıfta bulundu. Kassel Bölge Valisi Lübcke, dönemin Başbakanı Angela Merkel'in iltica politikasını desteklediği için aşırı sağcı bir kişi tarafından vurularak öldürülmüştü. Fail daha önce internet üzerinden valiyi tehdit etmişti.

obert Habeck ve Ricarda Lang
Yeşiller partisinden Robert Habeck ve Ricarda Lang, aşırı sağcıların hedef gösterdiği siyasilerin başında geliyor null Kay Nietfeld/dpa/picture alliance

Habeck: Yeşillerin başarıları kışkırtıyor

Peki aşırı sağcılar neden özellikle Yeşilleri hedef alıyor? Habeck bunu şöyle açıklıyor:

"Popülistler için asıl meydan okuma, diğer popülistlerle değil, uzlaşmacılarla mücadele etmektir. Yeşiller, son yıllarda ülkeyi daha özgür ve ilerici hale getirdi. Bu başarılar, muhalifleri kışkırtıyor."

Ancak demokrasi uğruna ve aşırı sağa karşı ülke çapında düzenlenen protestoların da büyük bir öneme sahip olduğunu söyleyen Habeck, "İşte bu yüzden geleceğe ilişkin endişeli değilim" diyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Menzil Cemaati Almanya'da ne kadar güçlü?

Türkiye'de Menzil Cemaati içindeki iktidar savaşı Almanya'ya da uzandı. Cemaat üyelerine bağlı Stuttgart'daki tesislerin kullanımı konusunda Semerkand ve Serhendi grupları arasında yaşanan gerilim geçen hafta polisin çağrılması ve tarafları ayırmasıyla sonuçlandı.

Menzil Cemaati lideri Abdülbaki Erol'un geçen yaz hayatını kaybetmesinin ardından oğulları arasında başlayan güç çekişmesi bölünmeyle sonuçlanmıştı. En çok müridi olduğu kaydedilen oğlu Saki Erol, babasının vefatının ardından cemaatin Semerkand Vakfı, yardım kuruluşu Beşir, gençlik federasyonu Gençkon ve iş insanları derneği TÜMSİAD gibi yapılarıyla ilişiğini kestiğini açıklamış ve faaliyetlerine kendi kurduğu Serhendi Vakfı, Serhendi Medya, Dehlevi Yayınları, yardım kuruluşu Nezir, hac ve umreler için de Karsı Arifan Turizm ile devam edeceğini duyurmuştu.

Saki Erol'a bağlı Serhendi'ye yakın sosyal medya hesaplarından Stuttgart'taki vakaya dair yapılan açıklamada, diğer grup Semerkandcıların Stuttgart'daki mekanın kendilerine kullandırılmadığı iddia edildi. Açıklamada, "dergâh veya "tekke" olarak da adlandırılan mekanın "halifelik" aldığı öne sürülen üç oğlun da müritlerinin kullanımına açık olduğu, mevcut yönetimin bütün gruplara eşit imkan sunmakla yükümlü olduğu da savunuldu.

Castrop-Rauxel - Menzil'in Avrupa merkezi

Stuttgart'taki gerilimin yaşanmasından kısa süre önce ise Serhendi grubunun lideri Saki Erol'un Almanya ziyaretine çıktığı duyurulmuş, aralarında Menzil'in Almanya'daki en eski ve en güçlü cemaatinin bulunduğu küçük işçi kenti Castrop-Rauxel'dakinin de yer aldığı pek çok yere gittiği görülmüştü.

İdari olarak Recklinghausen kentine bağlı olan yaklaşık 70 bin nüfuslu Castrop-Rauxel'da Menzil Cemaati'nin Avrupa'daki merkezi bulunuyor. Hollanda ve Belçika'ya yakınlığı nedeniyle cemaatin başka ülkelerdeki müritleri de hafta sonları "Kasrevi Tekkesi" olarak niteledikleri bu mekana geliyor.

Menzil'in Castrop-Rauxel'daki kayıtları ilk olarak 1988 yılına dayanıyor ancak ticari sicile bakıldığında 2004 yılında 50 bin euro sermaye ile burada önce Buhara İthalat İhracat Limited Şirketi'nin faaliyete geçtiği, daha sonra Fatih İnanç ve Kültür Merkezi Limited Şirketi olarak çalışmalarına devam ettiği görülüyor. Sicildeki beyanda kamu yararına çalışan bir kuruluş olduğu belirtilerek vergi muafiyetine dahil alanlarda faaliyet yürüttüğü ifade ediliyor. Şirketin amacı ise İslam dinini, Türk kültürünü desteklemek, ihtiyaç sahibi kişiler ile gençlere ve yaşlılara yardım sunmak gibi hizmetlerle açıklanıyor. Bu amaçlara ulaşmada ibadetler yapıldığı, hac organizasyonu ve kültürel etkinlikler düzenlendiği, gençler ile yetişkinlere İslam öğretisinin anlatıldığı ve sohbetler edildiği bilgisine yer veriliyor.  

Menzil Cemaati'nin merkezinin bulunduğu Adıyaman'ın Kahta ilçesindeki Menzil köyü ekonomik zenginliğiyle de civar köylerden ayrılıyor.
Menzil Cemaati'nin merkezinin bulunduğu Adıyaman'ın Kahta ilçesindeki Menzil köyü ekonomik zenginliğiyle de civar köylerden ayrılıyor. null Alican Uludag/DW

Cemaatin kentteki yapılanmasına ilişkin DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Castrop-Rauxel Belediyesi de aynı adreste 2009 yılından bu yana bir seyahat şirketinin de kayıtlı olduğunu, ayrıca toptan ve perakende ticaret yapan bir başka şirketin de 2013 yılından bu yana yine aynı adreste faaliyet gösterdiğini aktardı. Cemaatin dinler arası diyaloğa açık olduğunu kaydeden Belediye, ancak ortak bir proje yürütülmediğini belirtti.  

Menzil Cemaati Almanya'da nasıl yapılanıyor?

Osnabrück Üniversitesi İlahiyat Enstitüsü Öğretim Üyesi Sosyolog ve Din Pedagogu Prof. Dr. Rauf Ceylan'a göre Menzil, dünya çapında en iyi örgütlenmeye sahip olan cemaatlerden biri. Bu cemaatin son 20 yılda devasa ekonomik bir yapılanma da kurduğunu anlatan Ceylan, Menzil'in Türkiye'de sahip olduğu hastaneler, seyahat şirketleri, medya ve yatırım şirketleri ile holdingler sayesinde güçlü bir ekonomik serveti bulunduğunu belirtiyor.

Cemaatin Avrupa'daki merkezi konumundaki Castop-Rauxel kentindeki mekan da ekonomik ve sosyo-kültürel faaliyetler açısından önem arz eden bir kompleks.

Menzil'in siyasi olarak göze çarpmayı istemediğini ancak siyasetin zirvesine tesir edebildiğini söyleyen Ceylan, cemaatin Türkiye'deki gibi ön plana çıkmadan çalıştığı yurt dışını mali ve personel açısından bir fırsat alanı olarak gördüğünü vurguluyor.

Menzil'in Almanya'daki yapısının siyasi taleplerde bulunmadığını, diğer bazı Müslüman cemaatler gibi tüzel kişi olarak tanınmak için çaba da harcamadığını aktaran Ceylan, cemaatin Almanya'da Türkiye modeline benzer güçlü bir alt yapı kurduğunu belirtiyor. Her hafta Menzil'in merkezlerine dışardan kişilerin getirildiğini söyleyen araştırmacı, "bu kişilerin "tövbe ettirmek" adı verilen bir ritüelle mürit yapıldığını, ortodoks ve ataerkil bu hareketin müritlerinin çoğunun işçi kesiminden geldiği" tespitini de paylaşıyor.  

Abdülbaki Erol'un vefatı sonrasında üç oğlu arasındaki çekişmeyi ve bunun Almanya'ya yansımasını değerlendiren Ceylan, bu yapılanmanın ticari güdümlü olduğunu unutmamak gerektiğini kaydediyor. Cemaatten ayrılan ve nadiren konuşan kişilerin aktardığına göre de Almanya'da sağlanan mali kaynaklar Türkiye'de yeni yatırım için kullanılıyor.

Gecen yaz hayatını kaybeden Menzil Tarikatı lideri Abdülbaki Erol'un cenazesine yüzbinlerce kişi katılmıştı.
Gecen yaz hayatını kaybeden Menzil Tarikatı lideri Abdülbaki Erol'un cenazesine yüzbinlerce kişi katılmıştı. null Alican Uludag/DW

Cemaat resmi olarak güvenlik birimlerinin radarında değil

Menzil Cemaati'nin Almanya genelindeki yapılanmasına ilişkin açık resmi kaynaklarda veri bulunmuyor. Cemaat, İslam Toplumu Milli Görüş (İGMG), Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), Furkan Cemaati ve Hizbullah gibi Almanya'daki güvenlik birimlerinin "resmi" olarak radarında da değil.

Almanya'da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı (BfV) ve İçişleri Bakanlığı da Menzil Cemaati ile ilgili, öğretisi, hedefleri, dernek ve üye sayısı gibi konularda bilgi ve veri toplanmadığını belirterek DW Türkçe'nin konuyla ilgili sorularına yanıt vermedi. 

Menzil'in nadiren bilgi paylaşımı yapan yapılarından Berlin'deki Semerkand İnanç ve Kültür Merkezi Derneği ise 2019-2023 yıllarında Federal İçişleri Bakanlığı öncülüğünde yürütülen Almanya İslam Konferansı çerçevesindeki "Camilerin Uyum, Açılım, Ağ Kurma ve İşbirliği" adlı projede yer aldığını ve bunu başarıyla tamamladığını gösteren bir sertifikayı paylaşıyor. Dernek, cami ve ibadethane olması dışında kültürler ve dinler arası diyalog, manevi danışmanlık, gençlik eğitimi, kültürel, sportif ve toplumsal aktiviteler düzenlediğini, ayrıca çocuklara üniversiteliler tarafından verilen ders yardımı hizmeti ile gençlerin seküler eğitminin de teşvik edildiği savunuyor.

Cezaevlerinde manevi danışmanlık hizmeti

Cemaatin Almanya'daki yayınlarının satışına büyük önem verdiği ve Erol Media adı altında Köln'de kayıtlı bir şirketin internet üzerinden satışlar yaptığı da dikkat çekiyor.

Menzil'in Almanya'da bilinen bir diğer faaliyeti ise yıllardır cezaevlerinde manevi danışmanlık hizmeti vermesi. Buna öncelikle Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde başlayan ve daha sonra başka bölgelerde de faaliyetler yürüten cemaatin, asıl amacının ise kendine yeni üyeler kazandırmak olduğu düşünülüyor.

Almanya'da cezaevleri 16 eyaletin adalet bakanlıklarının yönetiminde. DW Türkçe, Menzil'in merkezi sayılan Castrop-Rauxel'in de bulunduğu Kuzey Ren-Vestfalya Adalet Bakanlığına cemaatin halen kaç cezaevinde manevi danışmanlık hizmeti verdiğini sordu. Bakanlık cevapta, Menzil Cemaati'nden iki imamın Essen ve Herford kentlerindeki cezaevlerinde görev yaptığını, mahkumlara dua, ibadet ve sohbet hizmeti verdiklerini, vaazların Almanca yapıldığını, faaliyetlerinin siyasi mesaj içermesinin de yasak olduğunu kaydetti. 

Almanya'da 2015'te tutukluların radikalleştiği iddiaları cezaevlerinde gönüllü olarak çalışan imamların sorgulanmasına yol açmış, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası da Türk imamların Ankara'ya bağlılığı nedeniyle güvenilirliklerine yönelik eleştiriler dile getirilmişti. Ardından cezaevlerindeki imamların çalışma şartları ve güvenirlikleri sıkı denetime tabi olmuş, manevi danışmanlık yapan imam sayısı hızla düşüş kaydetmişti. 

Menzil'in Almanya'daki imamlar konusundaki çalışmalarına bakıldığında 15 yıl önce kurduğu ve dernek statüsünde olan Berlin'deki Buhara Enstitüsü de dikkat çekiyor. Almanya'da imam eğitimi verme amacıyla kurulduğu bildirilen bu enstitü, başta yedi yıllık bir eğitimden yola çıktıysa da gördüğü aşırı ilgi üzerine yatılı olan bu eğitimin süresini dört yıla indirerek kapasitesini genişletmişti. Verdikleri bilgiye göre gençler burada haftada 35 saate kadar ders görüyor, ancak ders dışında da çok sayıda sosyal faaliyetlerde bulunuyor.

Menzil cemaatinde güç mücadelesi

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

 

Almanların 2024 tatil planları: Türkiye ikinci sırada

Yüksek enflasyon gibi ekonomik sıkıntılar Almanların tatil planlarını etkilemedi. Önümüzdeki hafta Berlin'de başlayacak dünyanın en büyük turizm fuarı ITB öncesinde yapılan bir araştırma, Almanların yüzde 73'ünün bu yıl tatil planladığını ortaya koydu.

Tatil ve Seyahat Araştırma Birliğinin (FUR) 12 bin kişiyle yaptığı anketlere dayanan araştırmaya göre, tatile çıkacakların yüzde 41'i nereye gideceğine kararını vermiş durumda. Yüzde 32'lik kesim ise henüz planlama aşamasında.

Almanya'da tatil seyahatlerine talep konusunda en kapsamlı araştırma olma özelliği taşıyan FUR araştırmasına göre bu yılki tatil destinasyonlarında İspanya başı çekiyor. Ankete katılan Almanların yüzde 14,4'ü tatilini İspanya'da geçirmeyi planlarken Türkiye ve İtalya yüzde 8,2'lik oranla ikinci sırayı paylaşıyor. Türkiye'ye gitmeyi planlayanların oranında geçen yılki ankete göre yüzde 0,3 ile hafif bir artış var. Almanların tatil planladığı ülkeler sıralamasında Türkiye ve İtalya'yı yüzde 4,5 ile Hırvatistan ve yüzde 4,2 ile Yunanistan izliyor.

Türkei Touristen am Strand von Antalya
null picture-alliance/AA/M. Ciftci

Yurt dışına güçlü talep

Tatil planlarında yurt dışı eğilimi güçlenerek sürüyor. Tatillerin yüzde 78'i yurt dışındaki ülkelere planlanırken yüzde 22'lik kesim Almanya içinde tatil planladığını bildirdi. Uzak mesafe seyahatlerinin pazar payı da yüzde 9'a çıkarak tüm zamanların en yüksek oranına ulaştı.

Tatil nedenleri arasında ise yüzde 68 ile "gündelik hayattan uzaklaşmak", yüzde 65 ile "dinlenme, eğlenme", yüzde 64 ile "yeni enerji toplama" ve yine yüzde 64 ile "güneş, deniz" öne çıktı.

Araştırmada, yılda en az bir kez beş günün üstünde tatil yapmanın pek çok kişi için yaşamın bir parçası olduğu, ekonomik sıkıntılar olduğunda başka yerlerden tasarrufun tercih edildiği kaydedildi.

Ankete katılanların yüzde 43'ü 2024'teki tatile bir önceki yıl kadar para ayırmayı düşündüğünü belirtirken, yüzde 36'lık kesim ne kadar para ayırabileceğini henüz bilmediğini kaydetti. Yüzde 15'lik kesim 2023'e göre daha fazla, yüzde 7'lik kesim ise daha az para ayırabileceğini düşünüyor.

Weltweit | Russische Touristen im Urlaub in der Türkei
null Chris McGrath/Getty Images

2023'te tatile 87 milyar euro harcandı

2023'te Almanların yüzde 77'si, yani yaklaşık 55 milyon kişi tatil için en az beş gün ayırdı. Geçen yıl, tatil harcamalarındaki artış eğilimi devam ederek 87 milyar euro ile rekor kırdı. 2022'de 67 milyon olan tatil seyahatlerinin sayısı 2023'te 65 milyona düştü.

İki ila dört günlük kısa tatil seyahatlerinin sayısı ise 74 milyon olarak kaydedildi, kısa tatillere 27 milyar euro harcandı. 2019'da 12,4 gün, 2022'de 12,6 gün olan ortalama tatil süresi 2023'te 13,1 güne yükseldi.

Tatil rezervasyonlarında internetin payı da artmayı sürdürdü. Geçen yıl rezervasyonların ve tatille bağlantılı hizmetlerin yüzde 51'i internet üzerinden gerçekleştirildi.

DW,rtr/BK,TY

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

Almanya'ya göçü kolaylaştıran yeni düzenlemeler yürürlükte

Almanya'ya nitelikli işgücü göçü önündeki engelleri kaldırmayı hedefleyen yasa çerçevesinde yeni düzenlemeler bugün yürürlüğe girdi.

1 Mart itibarıyla yürürlüğe sokulan yeni düzenlemeler uyarınca üçüncü ülkelerden, yani Avrupa Birliği (AB) dışındaki ülkelerden Almanya'ya gelen kişiler, geldikleri ülkede resmi olarak tanınan bir meslek eğitimi ya da yüksekokul öğrenimi ile iki yıllık iş tecrübesine sahip olmaları durumunda Almanya'da çalışabilecekler. Bunun için diplomalarının Almanya'da tanınması gerekmeyecek. Bu düzenlemeyle bürokrasinin azaltılması ve Almanya'da çalışmak için gerekli sürenin kısaltılması hedefleniyor.

Toplu sözleşme ya da 40 bin 770 euro şartı

Ancak ücret dopinginin önüne geçmek için işverenin brüt olarak yıllık en az 40 bin 770 euroluk maaşı garanti etmesi gerekecek. İşveren toplu sözleşmeye tarafsa, toplu sözleşmede öngörülen ücretin ödenmesi yeterli olacak.

Ayrıca Almanya'da bazı alanlardaki acil personel açığının kapatılması için bu yıl üçüncü ülkelerden 25 bin nitelikli iş gücünün sekiz aya kadar süreyle Almanya'da çalışabilmesinin de önü açılıyor. Bunun için işverenin toplu sözleşmeye dahil olması gerekiyor.

Hemşire ve hastabakıcılara kolaylıklar

Sağlık sektörü gibi yurt dışından alınmış diplomanın Almanya'da tanınmış olmasını gerektiren alanlarda ise işgücü ile işveren arasında imzalanacak bir sözleşmeyle, diplomanın tanınma sürecinde kişinin çalışmaya başlaması mümkün olacak. Bu sözleşmeyle taraflar, diplomanın Almanya'da tanınması için başvuruda bulunma ve süreci aktif olarak yürütme taahhüdü altına girecek.

Böyle bir sözleşme imzalanabilmesi için işverenle bir iş sözleşmesinin bulunması, iş gücünün, geldiği ülkede en az iki yıllık meslek deneyimin ve resmi olarak tanınan bir yüksekokul diplomasına sahip olması, ayrıca A2 seviyesinde Almanca bilmesi gerekiyor. Şimdiye kadarki düzenlemeler uyarınca diplomanın tanınma sürecinin yurt dışından tamamlanması gerekiyordu.

Yeni düzenlemeyle, hemşirelerin yanı sıra hastabakıcıların da Almanya'ya gelmesi ve çalışması kolaylaştırılıyor. Bunun için, hastabakıcılık eğitiminin Almanya'da görülmüş olması ya da Almanya'da tanınan bir diplomaya sahip olunması şartı aranıyor.

Sağlık sektörü, Almanya'da en fazla personal açığının bulunduğu alanlar arasında.
Sağlık sektörü, Almanya'da en fazla personal açığının bulunduğu alanlar arasında.null Jens Büttner/dpa/picture alliance

Eğitim sırasında çalışmak kolaylaştırılıyor

Meslek eğitimi gören ya da üniversitede okuyan kişilerin öğrenim sürecinde çalışarak para kazanması da yeni düzenlemeyle daha kolay hale getiriliyor. Meslek eğitimindeki zorunlu staj dönemi için yapılan başvurularda, Alman ya da AB vatandaşlarına öncelik tanınması uygulaması kaldırılıyor.

Ayrıca Almanya'ya eğitim amaçlı ya da dil öğrenmek için gelen kalifiye yabancılar, öğrenimleri süresince ek işler yapabilecek ve mesleki niteliklerinin tanınması için daha fazla zamana sahip olacak. Almanya'da iltica başvurusu kabul edilmemiş, ancak çeşitli nedenlerden sınır dışı edilmeyen "müsamaha gösterilenler" statüsündeki kişiler de geçimlerini sağlayabildiklerini kanıtlayabilmeleri durumunda meslek eğitimi için oturma izni alabilecek.

Üçüncü aşama Haziran'da

Geçen yıl Haziran ayında Federal Meclis'te kabul edilen üç aşamalı Nitelikli İşgücü Göçü Yasasında ilk düzenlemeler Kasım ayında yürürlüğe girmişti. İlk etapta, diploması Almanya'da tanınmış nitelikli işgücü ve akademisyenlerin Almanya'da çalışmasına olanak tanınmıştı. Bu bağlamda, "Mavi Kart" uygulamasında kolaylaştırmalara gidilmiş, şart koşulan yıllık gelir miktarı düşürülürken aile birleşimine kolaylıklar getirilmişti.

Nitelikli İşgücü Göçü Yasasının Haziran ayında yürürlüğe girecek üçüncü ve son aşamasında ise "Fırsat Kartı" olarak adlandırılan uygulamayla nitelikli iş gücünün iş aramak için Almanya'ya gelmesinin de önü açılacak. Puanlama sistemine dayanan "Fırsat Kartı"nda bilinen diller, meslek deneyimi, yaş ve Almanya ile bağlantı gibi ölçütler dikkate alınacak. Enformasyon teknolojileri alanında çalışan nitelikli iş gücünün, belli özellikleri taşıması durumunda yüksekokul diploması olmadan da Almanya'da çalışabilmesi mümkün olacak.

DW/BK,JD

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

Almanya: İşverenlerden aşırı sağ karşıtı girişim

Almanya'da işverenler ve sendikalar, aşırı sağcılık ve yabancı düşmanlığına karşı savaş ilan etti. Bunun ilk adımı olarak da Baden-Württemberg eyaletinde ortak bir girişim başlattılar. Etkinliğin açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, "Bu, aşırı sağcılığa ve insan onurunu önemsemeyen anayasa düşmanlarına karşı çok somut bir mücadeledir" dedi.

Cumhurbaşkanı, Ocak ayında da demokrasi için ve aşırı sağa karşı geniş bir ittifak çağrısında bulunmuştu. İşveren sendikası Südwestmetall ve Baden-Württemberg metal işçileri sendikası Industriegewerkschaft Metall de bu çağrıya uyarak geçtiğimiz pazartesi akşamı "Demokrasi İçin İş Dünyası" başlıklı bir deklarasyon kabul etti. Bildiriye otomobil üreticileri Mercedes-Benz ve Porsche de destek verdi.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeiernull Marijan Murat/dpa/picture alliance

Yılda 400 bin yabancı nitelikli elemana ihtiyaç var

İş dünyasında uzun süredir alarm zilleri çalıyor. Zira Almanya'nın yurtdışından gelecek vasıflı iş gücüne acilen ihtiyacı var. Yaşlı nüfusun oranı artıyor ve yaklaşık altmış yıl önce yaşanan nüfus patlaması dönemde dünyaya gelen kuşak, artık yavaş yavaş emekli oluyor. İstihdam Araştırmaları Enstitüsü'ne göre, bu nedenle her yıl yurtdışından yaklaşık 400 bin vasıflı işçiye ihtiyaç duyuluyor.

Buna ek olarak, Doğu Avrupa'dan gelenlerin sayısı giderek azalıyor; üçüncü ülkelerden, yani AB üyesi olmayan ülkelerden gelecek göçmenlerin önemi giderek artacak gibi görünüyor. Ancak bu göçmenler, ırkçılık ve ayrımcılık haberlerinden çekinip hiç gelmeyebilirler ya da tatsız deneyimlerden sonra Almanya'yı tekrar terk edebilirler.

"Göçmenler olmasaydı otomobil üretilemezdi"

IG Metall Baden-Württemberg Bölge Müdürü Barbara Resch, DW'ye verdiği demeçte, "Bizim açımızdan artık şirketlerde de tartışmalar yapmamız ve örneğin ortak karar alma konusunda görüşlerimizi geliştirmemiz önemli. Ortak karar almak, aynı zamanda güvenlik de sağlıyor ve bazı sağcı fikirlerin insanların zihninde yer ettiğine inanıyorum. Çünkü gelecekten korkuyorlar" diyor.

Resch, sendika olarak aşırı sağa karşı net bir mesaj göndermek istediklerini söylüyor ve ekliyor: "Şirketlerimizde ve yönetimlerimizde farklı milletlerden insanlar olmasaydı Baden-Württemberg'de otomobil üretemez, makine yapamaz ya da otobüs işletemezdik."

Almanya'da bir yaşlı bakım evinde staj yapan bir El Salvadorlu genç
Almanya'da bir yaşlı bakım evinde staj yapan bir El Salvadorlu gençnull Gero Breloer/dpa/picture alliance

Mola odasında Türkçe yasağı

Federal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi tarafından belgelenen bir vaka, işyerinde ırkçılığın boyutlarını ortaya koyuyor: Bay A. Türk kökenli ve kendisi gibi yine Türk kökenli birkaç iş arkadaşı var. Mola odasında hem Türkçe hem Almanca konuşuyorlar. Ancak işvereni bundan hoşlanmıyor ve Türkçe konuşulmasını yasaklıyor. Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi'ne göre bu, açık bir "etnik kökene dayalı ayrımcılık" vakası.

Üstelik bu tür olaylar münferit vakalar da değil. Son yıllarda yapılan çok sayıda araştırmaya göre ayrımcılık deneyimleri, göçmen kökenli birçok insan için günlük yaşamın bir parçası. 2016 yılında Avusturya Linz Üniversitesi tarafından Almanya'da hayali iş başvuruları yoluyla yapılan geniş çaplı bir araştırma, Müslüman isimlerine sahip kadınların iş görüşmelerine davet edilme ihtimalinin daha düşük olduğunu gösterdi. Fotoğraftaki hayali başvuru sahibi başörtülüyse, davet edilme oranı çok daha da düşüktü.

En zayıf karne Almanya'nın

2023 yılında yapılan bir AB araştırması, Almanya'daki siyahların özellikle ayrımcılığa uğradıklarını düşündüklerini ortaya koydu. AB Temel Haklar Ajansı'nın (FRA) anket yaptığı 13 AB ülkesi arasında en kötü sonuç Almanya'dan geldi. Birçok kişi (Almanya'da yüzde 51) iş ararken kendilerini dezavantajlı hissediyor. Yakın zamanda yapılan bir OECD araştırmasında da Almanya'ya gelen vasıflı işçilerin yarısından fazlası ayrımcılığa uğradığını söylüyor.

Uygulamalı Ekonomik Araştırma Enstitüsü IAW de yaklaşık bir yıl önce bu konuyu inceledi. Araştırmaya göre, ankete katılanların yüzde 51'i ayrımcılığa maruz kaldığını belirtirken, Avrupa kökenli olmayan ülkelerden gelen yüksek nitelikli profesyonellerin üçte ikisi ayrımcılığa maruz kaldığını söyledi. Yüzde beşten biraz fazlası için bu aynı zamanda Almanya'yı terk etme nedenlerinden biriydi.

Enstitünün Bilimsel Direktörü Bernhard Boockmann DW'ye yaptığı açıklamada, "Almanya'da kalan ve ayrımcılıktan etkilenen insanlara da bakmak gerekiyor. İşgücü piyasasında da somut dezavantajlara maruz kalıyorlar. Örneğin kariyerleri, göçmen kökenli olmayan Almanlarla aynı ölçüde ilerlemiyor ve maaş açısından da ayrımcılığa uğrayabiliyorlar. Bunlar göç meselesinin çok ötesine geçen sorunlar."

Almanya'da esrar kullanımına izin neleri kapsayacak?

Federal Meclis’te, esrar kullanımına izin veren yasa tasarısı hükümeti oluşturan Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve Hür Demokratların oylarıyla kabul edildi. Oylamada 407 milletvekili evet, 226 milletvekili hayır oyu kullandı. Sol Partili milletvekilleri de yasa tasarısına destek verdi.

Esrar kullanımını suç olmaktan çıkartan düzenlemelerin Meclis'te kabulü, bunun için yıllardır mücadele edenler için önemli bir dönüm noktası. Esrar kullanımının yasallaşmasına karşı olanlar ise yeni düzenlemelerin özellikle gençleri daha ağır uyuşturuculara yönelmesine yol açabileceği konusunda uyarıyor.

Onay süreci tamamlandığı ve yasa yürürlüğe girdiği takdirde Almanya'da yetişkinler üstünde 25 gram esrar taşıyabilecek. Bireyler ayrıca kendi evlerinde üç kenevir bitkisi yetiştirebilecek ve 50 gram esrar bulundurabilecek.

İzin vererek suçla mücadele hedefleniyor

Aslında Almanya'da uzun yıllardır esrarın yasallaşması yönünde çağrılar yapılıyor. Hem tüketiciler, hem de bazı siyasetçiler ve sağlık uzmanları, esrarın sınırlı oranlarda kullanılmasına izin verilmesi gerektiğini, bu yolla uyuşturucu satıcılarının esrarı karaborsada satmasının önlenebileceğini savunuyor.

Hükümet ortakları, 2021 yılındaki koalisyon anlaşmasında da zaten esrarın yetişkinlere "lisanslı dükkanlarda keyif amacıyla tedariki" konusunda taahhütte bulunmuştu.

Dükkanlar yerine özel kulüpler tercih edildi

SPD'li Sağlık Bakanı Karl Lauterbach tarafından hazırlanan ve bugün Meclis'te kabul edilen yasa tasarısında artık "lisanslı dükkanlardan" söz edilmiyor.

Hükümet, polis ve adli merciler üzerinde ağır yük oluşturmaması için bu seçenekten şimdilik vazgeçti. Bunun yerine 1 Temmuz itibariyle kenevir yetiştirecek 500 üyeli özel kulüpler kurulacak ve bu kulüpler yetiştirdikleri kenevir sonucunda elde ettikleri esrarı üyelerine dağıtabilecek.

Almanya Sağlık Bakanı Karl Lauterbach.
Almanya Sağlık Bakanı Karl Lauterbach.null Michele Tantussi/Getty Images

Okulların, kreşlerin, oyun alanların ve halka açık spor tesislerinin yakınında esrar içilemeyecek. Ayrıca sabah saat 07.00 ile akşam saat 20.00 arasında kamusal alanlarda da esrar kullanmak yasak olacak.

Esrar kullanımına izin veren tek ülke Almanya değil

Esrar kullanımına izin veren başka Avrupa ülkeleri de var. Uzun yıllardır buna izin veren Hollanda'nın dışında Portekiz, İspanya, İsviçre, Çekya ve Belçika da yasalarında esnekliğe gitti, sınırlı oranda esrar tüketimini suç olmaktan çıkardı. Bu arada Hollanda'da esrar bulundurmak yasal değil, sadece esrar satan kafelerde (coffeeshop) esrar kullanımına izin veriliyor.

Uzlaşması zor iki farklı görüş

Kimi tıp ve sağlık uzmanları esrarın sağlığa zararlı olduğuna dikkat çekerek bunun suç olmaktan çıkartılmasına itiraz ediyor.

Nörolog ve psikiyatrist Euphrosyne Gouzoulis-Mayfrank, 25 yaşına kadar beynin gelişmeye devam ettiğine dikkat çekerek özellikle bu yaşlardaki bireylerde esrar kullanımının beyinde ciddi hasara yol açabileceği konusunda uyarıda bulunuyor.

Nörolog ve psikiyatrist Euphrosyne Gouzoulis-Mayfrank.
Nörolog ve psikiyatrist Euphrosyne Gouzoulis-Mayfrank.null (C) DGPPN

Diğer bazı uzmanlar ise nispeten daha az zararlı olan esrarın, daha ağır maddelere geçişin eşiği olabileceği uyarısını yapıyor.

Yeşiller partili Federal Meclis Milletvekili Janosch Dahmen ise yasağın kaldırılması gerektiğini savunuyor. Kendisi de hekim olan Dahmen, "Esrar tüketimindeki artış, son yıllardaki yasaklama politikasının daha az insanın esrar tüketmesine yol açmadığını, aksine özellikle gençlerin tüketiminin artmaya devam ettiğini göstermektedir" dedi.

Dahmen, esrar kullanımının yasallaşmasının özellikle katkılı esrarın dağıtımını önlemek, esrarın karaborsada satışını engellemek ve yetişkinler için esrara erişimi daha bilinçli hale getirmek için önemli olduğunu vurguladı.

Son yıllarda özellikle 18 ila 25 yaş arasındaki genç yetişkinlerde esrar kullananların oranlarında artış oldu. Alman sağlık makamları 2021'de gençlerin yarısının en az bir kez esrar kullandığı bilgisini paylaştı.

Adli makamlar da endişeli

Sadece sağlık uzmanları değil, yargı uzmanları ve adli makamlar da esrar kullanımına izin veren düzenlemeler konusunda uyarılarda bulunuyor.

Alman Yargıçlar Birliği Başkanı Sven Rebehn, Redaktionsnetzwerk Deutschland'a (RND) yaptığı açıklamada, belirli oranlarda esrar kullanmanın ve bulundurmanın suç olmaktan çıkması nedeniyle ülke genelinde yaklaşık 100 bin dosyanın yeniden mercek altına alınması gerekeceğine işaret etti.

Rebehn, bütün bu dosyaların yeniden incelenmesinin neredeyse imkansız olacağını belirtti. Görünen o ki, esrarın yasallaşmasına dönük süreç, Almanya'da tartışmalara yol açmaya devam edecek.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Alman ekonomisi: Durgunlukla mücadele için strateji arayışları

Alman ekonomisinde işler iyi gitmiyor. Bu yeni bir haber değil. Alman Sanayiciler Birliği (BDI) Başkanı Siegfried Russwurm, "Diğer büyük sanayileşmiş ülkelerle karşılaştırıldığında, ülkemiz daha da geride kalıyor. 2024 yılında hızlı bir toparlanma şansı görmüyoruz" yorumunu yapıyor.

Yine de pek çok uzman, Alman hükümetinin 2024 yılı için büyüme tahminini yüzde 1,3'ten yüzde 0,2'ye indirerek keskin bir şekilde aşağı yönlü revize etmesini beklemiyordu. Essen'deki RWI Ekonomik Araştırma Enstitüsü'nden Almut Balleer, bu duruma "oldukça şaşırdıklarını" söylüyor.

Ne de olsa bazı şeyler olumlu yönde gelişmeye başlamıştı. Örneğin enflasyon düşüşe geçti: Geçen yıl ortalama yüzde 5,9 olan enflasyonun, Alman hükümetinin yıllık ekonomi raporuna göre yüzde 2,8 dolayında gerçekleşmesi bekleniyor. Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner temkinli bir iyimserlik içinde, "Enflasyon yönetilebilir hale geldi" dedi.

Tasarruf eğilimi güçleniyor

Bir diğer olumlu noktada da iş gücü piyasasının istikrarlı olması. Almanya'da halihazırda yaklaşık 46 milyon kişi çalışıyor ve bu yıl istihdamın daha da artması bekleniyor. Ücret ve maaşlar da arttığı için insanların harcayacak ve tüketimi artıracak daha çok parası olması gerekirdi. Ancak çalışanlar, beklendiği kadar fazla harcama yapmıyor; aksine tasarruf yapma eğilimi güçleniyor.

Hükümeti oluşturan Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve Hür Demokratlar (FDP), henüz ortak bir yön belirlemeyi başaramadı. Özellikle Yeşiller partili Ekonomi Bakanı Robert Habeck ile FDP lideri ve Maliye Bakanı Christian Lindner arasında ekonomik ve mali konularda sürekli anlaşmazlıklar yaşanıyor.

Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner
Christian Lindnernull Oliver Berg/dpa/picture-alliance

Oysa her ikisi de Almanya'nın bir üretim merkezi olarak, uluslararası rekabet gücünün risk altında olduğu konusunda hemfikir. Berlin'de yıllık ekonomik raporu kamuoyuna sunan Ekonomi Bakanı Habeck, "Son derece zorlu bir durumdan" bahsetti. Lindner, şirketler için vergi indirimi isterken Habeck daha fazla yatırım için borçla finanse edilen özel bir fon oluşturulmasını savunuyor. Lindner ise bunu reddediyor.

Nitelikli iş gücü açığı büyüyor

Habeck, koalisyon içindeki derin anlaşmazlıklar konusunda kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı. Yıllık ekonomik raporda "yekvücut olunacağı" ve bunu uygulamak için "büyük bir kararlılık" sergileneceğine vurgu yapmakla yetinildi.

Almanya, uzun yıllar boyunca biriken yapısal sorunlardan muzdarip. Habeck, özellikle kalifiye iş gücü sıkıntısının önümüzdeki yıllarda daha da artacağı ve bunun büyümeyi frenleyeceği kanaatinde: "Tüm bilgi ve birikimlere, tüm ellere ve beyinlere, tüm yeteneklere ve becerilere ihtiyacımız var. Daha fazla eğitim, kadınlar için daha iyi fırsatlar ve yaşlıların gönüllü olarak daha uzun süre çalışmasına yönelik cazip teşviklerin yanı sıra daha fazla vasıflı iş gücü göçüne ve ülkedeki mültecilerin istihdam piyasasına daha iyi entegrasyonuna ihtiyacımız var."

Birçok "gereksiz" yasa

Hükümetin ekonomiyi canlandırma reçetesi hayli iddialı: Yenilenebilir enerjiler yaygınlaştırılacak ve sübvansiyonlar yoluyla endüstriyel süreçler iklim açısından nötr hale getirilecek. Gereksiz bürokrasi azaltılacak ve ilave bürokrasinin gerekli olduğu durumlarda, orantılılık dikkate alınacak. Diğer ülkelerle ticari ilişkiler genişletilecek, daha uygun fiyatlı konutlar yapılacak ve ulaşım altyapısı modernize edilecek. 2024 yılı içinde bu alanlarda toplam 70 milyar euro tutarında yatırım yapılması planlanıyor. Buna iklim fonundan sağlanacak 49 milyar euro daha eklenecek.

Hükümetin vaatlerini yerine getirip getiremeyeceğini merakla bekleyenler sadece şirketler değil. SPD, Yeşiller ve FDP yılda 400 bin yeni konut inşa etme hedefinin hayli uzağında. Koalisyonun göreve gelmesinden bu yana, bürokrasinin azaltılması konusunda açıklanan hedeflerde de ilerleme kaydedilmiş değil. Münih'teki ifo Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü'nden Clemens Fuest, "Çok sayıda gereksiz yasamız var, bunları kaldırırsak hiçbir şey kaybetmeyiz. Tabi mevcut durumda, önceki hükümetlerin de suçu var," diyor.

Muhafazakârlardan acil program çağrısı

Federal Meclis'teki en büyük muhalefet grubu olan Hristiyan Birlik Partileri CDU/CSU da bürokrasinin azaltılmasını talep ediyor. Ancak bu, muhafazakârların ekonomiyi durgunluktan çıkarmayı amaçlayan "acil eylem programında" özetlediği toplam on iki noktadan sadece biri. Program, şirketler için vergi indirimi, sosyal güvenlik primleri ve enerji giderlerinde indirim gibi çok sayıda önlem ve düzenleme öngörüyor.

Almanya Ekonomi Bakanı Robert Habeck
Robert Habecknull Carsten Koall/dpa/picture alliance

Ekonomi Bakanı Habeck ise 45 ila 50 milyar euroluk bir vergi açığına yol açacağı için, söz konusu programın maliyetinin karşılanamayacağını savunuyor.

Enerji fiyatları düşecek mi?

Doğal gaz ve elektriğin önemli ölçüde ucuzladığını hatırlatan Federal Ekonomi Bakanı, bu konuda bir umut ışığı görüyor. "Enerji fiyatları henüz olmasını istediğimiz seviyede değil, ancak birkaç ay önce beklediğimizden daha hızlı bir şekilde düştü."

Peki bu, uluslararası alanda rekabet edebilmek için yeterli mi? Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü (DIW) Başkanı Marcel Fratzscher bu konuda şüphe duyuyor: "Kısa vadede, Almanya'daki enerji maliyetlerinin Rus doğal gaz ve petrolüne o kadar bağımlı olmayan diğer ekonomilere kıyasla, bariz şekilde yüksek kalacağı gerçeğinde bir değişiklik olmayacak."

Dönüşüm değişime izin vermeli

Fratzscher, enerji şirketlerini finansal olarak desteklemenin yanlış bir yaklaşım olduğuna inanıyor: "Dönüşüm, mevcut yapıları sağlamlaştırmak değil, değişime izin vermek anlamına gelir. Bazı enerji şirketlerinin üretimlerini ve istihdamlarını yurtdışına taşımaları, o kadar da kötü bir şey değil."

Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü Başkanı, buna karşılık gelecek vaat eden sektörlerin teşvik edilmesi gerektiğini belirtiyor ve ekliyor: " Şu anda en önemli eksiklik koordineli bir Avrupa politikasının ve bir stratejik yönelim planının olmayışıdır."

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?