Putin'in beşinci dönemi başladı

Vladimir Putin bugün altı yıllık yeni bir dönem için Kremlin Sarayı'nda bir kez daha Rusya'nın devlet başkanı olarak yemin etti. 2030'a kadar bu koltukta oturacak olan Putin, Aziz Andrev Taht Salonu'nda ettiği yeminde ilk olarak "birlik" mesajı verdi.

"Biz birleşik ve büyük bir halkız. Birlikte tüm engellerin üstesinden geleceğiz, tüm planlarımızı hayata geçireceğiz ve birlikte kazanacağız" diyen Putin, bir yandan Batı'nın yaptırımlarına karşı Rusya'nın daha da güçleneceğini ifade ederken, diğer yandan Batı ülkeleriyle diyaloğa açık olduklarını ifade etti. Vladimir Putin, yemin törenindeki konuşmasında "Rusya'yı güvenilir ve dürüst bir ortak olarak gören tüm ülkelerle iyi ilişkileri güçlendirmeye açık olduk ve olacağız. Bunlar gerçekten de küresel çoğunluğu oluşturuyor. Batılı devletlerle diyaloğu reddetmiyoruz. Seçim onların. Rusya'nın gelişmesini engellemeye, saldırganlık politikasını sürdürmeye, ülkemiz üzerindeki aralıksız baskıya devam mı edecekler yoksa iş birliği ve barışa giden yolu mu arayacaklar?" ifadelerini kullandı.

Rusya'da Mart ayında yapılan Devlet Başkanlığı Seçimleri'nde Putin oyların yüzde 87,28'ini almıştı.

Gerçekleşen yemin törenini boykot eden ABD, Almanya, İngiltere, Kanada ve pek çok Avrupa ülkesi Moskova'ya temsilci göndermedi.

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller daha önce yaptığı açıklamada, "Göreve başlama töreninde bir temsilcimiz olmayacak. Seçimin özgür ve adil olduğunu kesinlikle düşünmüyoruz ama o Rusya'nın başkanı ve bu sıfatla devam edecek" demişti.

Putin ilk defa, 2000 yılındaki seçimlerde oyların yüzde 52.94'ünü alarak 47 yaşında devlet başkanlığı koltuğuna oturmuş, 2004'te 71.31, 2012'de yüzde 63.6, 2018'de ise yüzde 76.7 oyla yeniden seçilmişti. 71 yaşındaki Putin'in bu yıl Mart ayında yapılan seçimlerde aldığı yüzde 87,28'lik oy ise, bugüne dek aldığı en yüksek oy oranına tekabül ediyor. 

KGB'de başlayan kariyer

Son 20 yılın en çok konuşulan ve tartışılan liderlerinden biri olan Putin 7 Ekim 1952 yılında Leningrad'da doğdu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) yıkıldıktan sonra St. Petersburg adını alan Leningrad'da büyüyen Putin,1975 yılında Leningrad Devlet Üniversitesi Hukuk Bölümü'nden mezun oldu. Aynı yıl aldığı eğitimlerin ardından SSCB'nin istihbarat servisi KGB'de çalışmaya başlayan Putin'in ilk işi sekreterlikteydi. Moskova'da bir süre eğitim gördükten sonra, KGB'nin Leningrad Bölge Ofisi 1 No'lu Departmanına (yabancı istihbarat) geçen Vladimir Putin, 1985 yılında dönemin Demokratik Almanya Cumhuriyeti'ndeki (Doğu Almanya) KGB ofisinde görevlendirildi ve 1990 yılına kadar Dresden'de çalıştı. Berlin Duvarı'nın yıkılması ve iki Almanya'nın birleşmesinin ardından Putin, Ocak 1990'da Sovyetler Birliği'ne döndü. Bu yıllarda üniversitede yöneticilik ve danışmanlık gibi görevlerde bulundu.

Dresden kentinde, Demokratik Almanya Cumhuriyeti döneminde KGB bölge ofisi olarak kullanılan bina
Bir dönem Vladimir Putin'in de görev yaptığı, eski Doğu Almanya'nın Dresden kentindeki KGB binasınull Matthias Hiekel/ZB/picture-alliance

1990 yılından itibaren Leningrad Devlet Üniversitesi rektörünün dış ilişkiler asistanı ve ardından Leningrad Belediye Başkanı Anatoly Sobchak'ın danışmanı olarak çalışan Putin, 1991'de St. Petersburg Belediye Başkanlığı'nın dış ilişkiler komitesine başkanlık etmek üzere atandı.

1997'ye kadar belediyede çeşitli görevlerde çalışan Putin, 1997'de Cumhurbaşkanlığı Personel Başkan Yardımcısı ve Cumhurbaşkanlığı Ana Kontrol Dairesi Başkanı olarak göreve başladı. Mayıs-Temmuz 1998'de Putin, başkanlık personelinin birinci başkan yardımcısı olarak görev yaptı.

1999'a kadar olan süreçte Federal Güvenlik Servisi'nin (FSB) direktörlüğünü yapan Putin aynı zamanda 1999 yılında Rusya Güvenlik Konseyi'nin sekreteri olarak çalıştı.

Yeltsin'in halefi

Bu dönemde ülke yönetiminin farklı kollarında kendini gösteren Putin 1999 yılında Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin tarafından ülkenin yeni başbakanı olarak önerildi. Boris Yeltsin televizyonda yayınlanan bir konuşmasında hükümeti görevden alma kararı aldığını ve Devlet Duması'ndan (yasama meclisi) Vladimir Putin'in ülkenin yeni başbakanı olarak onaylanmasını istediğini belirtti. Yeltsin aynı zamanda Putin'i halefi olarak gördüğünü ve bu ismin "toplumu sağlamlaştırmayı" başaracağını umduğunu ifade etti. Aynı gün Putin, Rus hükümetinin birinci başkan yardımcılığına ve kabine başkanlığına vekil olarak atandı.

Vladimir Putin ile Boris Yeltsin
Vladimir Putin ve selefi Boris Yeltsin - (03.11.1999)null picture alliance/AP Images

16 Ağustos 1999'da Rusya Federasyonu Devlet Duması Putin'in başbakan olarak atanmasını onayladı. Başkan Boris Yeltsin'in istifası ve başkanlık görevlerini Putin'e bırakmasının ardından bu isim, 31 Aralık 1999 ile 7 Mayıs 2000 tarihleri arasında Rusya'nın başkan vekili olarak görev yaptı.

İlk seçimler

Vladimir Putin ilk kez seçimlere bundan tam 24 yıl önce katıldı. 26 Mart 2000'de Rusya'da on bir adayın katıldığı erken başkanlık seçimi gerçekleşti. Putin ilk turda oyların yüzde 52,94'ünü toplayarak kazanan oldu. 24 yıl boyunca katıldığı her seçimi kazana Putin batılı ülkelerce "Rusya'yı demokrasi sahnesinden çıkarmakla" suçlanıyor.

Rus lider aynı zamanda Rusya Silahlı Kuvvetleri'nin Başkomutanı ve Devlet Konseyi ile Güvenlik Konseyi'nin Başkanı. 2013 yılından bu yana kendinin kurduğu, sosyal ve siyasi güçlerden oluşan Tüm Rusya Halk Cephesi'nin de liderliğini yapıyor.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

DW,Reuters / EÇ,ET

AB'de kadına şiddete karşı ortak yasa

Avrupa Birliği (AB), kadınlara yönelik şiddetle mücadele hedefiyle ilk kez özel bir yasa yaptı. Avrupa Parlamentosu'ndan Nisan ayında geçen düzenleme, Birliğin 27 üyesinden yeşil ışık alarak yasalaştı. Yeni yasa; şiddet, zorla evlendirme, kadın sünneti ve sanal ortamda tacize karşı kadınları korumayı hedefliyor.

Ortak düzenleme, 2018'de yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi'nin hedefleri doğrultusunda hazırlandı. AB ülkeleri üç yıl içinde yasalarını yeni düzenlemeye uyumlu hale getirmekle yükümlü. Belçika Adalet Bakanı Paul Van Tigchelt, yeni düzenleme ile "Kadınların ihtiyaç duyduğunda her türlü korumaya ve desteğe erişebileceklerini, saldırganların daha güçlü şekilde cezalandırılabileceğini" dile getirdi.

Üye ülkeler arasında anlaşmazlık

Yasa, internet ortamında yapılan ısrarlı takip, taciz ve saldırılara bir ila beş yıl arasında değişen hapis cezaları öngörüyor. Kurbanın çocuk veya eski eş olması durumunda ise cezalar daha da ağırlaşıyor. Ancak üye ülkeler arasında yasanın ilk taslağından beri tecavüzün tanımı konusundaki anlaşmazlık sürdü. Taslak metinde tecavüz suçu, "Mağdurların zorlama, tehdit ve baskıya dair kanıt sunmalarına gerek duymaksızın rıza olmadan cinsel ilişki" şeklinde tanımlanmıştı.

İtalya ve Yunanistan bu tanımı desteklerken; Fransa ve Almanya AB'nin bu şekilde bir tanım yapmaya yetkisi olmadığını savunuyor. Değişikliğe karşı çıkan ülkelerdeki yasalar, taslağın aksine, mağdurun cinsel ilişkiyi sözlü olarak reddettiğini kanıtlamasını gerektiriyor.

 

AFP / MUK,ET

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Rusya: İngiltere'ye ait hedefleri vurabiliriz

Rusya, Ukrayna'nın Rusya'yı vurmak için İngiltere tarafından sağlanan uzun menzilli füzeleri kullanması halinde Ukrayna ve Ukrayna dışındaki İngiliz askeri hedeflerine saldırı düzenleyebileceğini açıkladı.

İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron, geçen Perşembe günü gerçekleştirdiği Ukrayna ziyareti sırasında, Kiev'in ülkesi tarafından verilen silahları kullanma hakkına sahip olduğunu ve bununla ilgili karar verme yetkisinin de Ukrayna hükümetinde olduğunu dile getirmişti. Cameron ayrıca, bu silahları nasıl kullanacakları konusunda Kiev'e bir "uyarıda" bulunmadıklarını ifade etmişti.

İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron, Kiev ziyareti sırasında, savaşta Ukrayna ordusu tarafından tahrip edilen Rus ordusuna ait askeri araçların bulunduğu meydanı geziyor - (02.05.2024)
İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron, Kiev ziyareti sırasında, savaşta Ukrayna ordusu tarafından tahrip edilen Rus ordusuna ait askeri araçların bulunduğu meydanı da gezmiştinull Thomas Peter/PA Wire/empics/picture alliance

Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, İngiltere'nin bu sözlerle çatışmaların "fiilen bir parçası olduğunu" kabul ettiği ifade edildi.

Moskova büyükelçisi çağrıldı

Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, İngiltere'nin Moskova Büyükelçisi Nigel Casey'nin Bakanlığı'a çağırıldığı da belirtilerek,  "Büyükelçiden, Londra'nın bu tür düşmanca adımlarının kaçınılmaz felaket sonuçları üzerinde düşünmesi istendi ve Dışişleri Bakanı'nın (Cameron) saldırgan ve provakatif açıklamalarını güçlü ve net şekilde reddetmesi çağrısında bulunuldu" ifadeleri yer aldı.

Rusya daha önce, aralarında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiliz yöneticilerin de bulunduğu Batılı liderlerin "tehditlerini" gerekçe göstererek yeni nükleer silah tatbikatları planladığını açıklamıştı.

Dünyanın en büyük nükleer cephaneliği Rusya'da

Açıklamada Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in emriyle gerçekleşecek tatbikatın amacının, "Stratejik olmayan nükleer kuvvetlerin savaşa hazır olmalarını sağlamak" olduğu belirtilmişti. Rusya, büyük çoğunluğu Sovyetler Birliği'nden kalmış olan dünyanın en büyük nükleer cephaneliğine sahip.

Moskova 2022'de Ukrayna işgalinin başlamasından bu yana defalarca nükleer bombaları devreye sokma tehdidinde bulundu.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

DW,AFP,AP / EÇ,ET

Venedik giriş ücretinden 11 günde 1 milyon kazandı

İtalya'nın Venedik kentinde 25 Nisan'dan bu yana şehre günübirlik gelen ziyaretçilerden kişi başı beş euro ziyaret ücreti alınması uygulamasının on bir günlük ilk test aşaması sona erdi. Kent yönetiminin Pazartesi günü yayınladığı istatistiklere göre bu süre zarfında 195 bin giriş bileti satılırken, talep edilen günlük ücretler Venedik'e yaklaşık bir milyon euro kazandırdı. Bu miktarın belediye yönetiminin ilk etaptaki beklentilerinin üstünde olduğu belirtildi.

25 Nisan ile 5 Mayıs tarihleri arasında geçerli olan ücret uygulamasına hafta sonuna kadar ara verildiği açıklandı. Temmuz ortasına kadar cumartesi ve pazar günleri sabah 8:30'dan 16:00'ya kadar beş euroluk ziyaretçi ücreti zorunluluğu devam edecek.

İnternetten telefonlara indirilen bir kare kod yardımıyla ödenebilen ücretin ödenmemesi halinde, günübirlik züyaretçilere  300 euro ceza kesilebiliyor. Kent sakinleri, gece kalan ziyaretçiler, öğrenciler ve 14 yaş altındakiler, yani kentte kalanların çoğunluğu söz konusu ücretten muaf. Ancak ücret ödemese dahi herkesin söz konusu kare kodu bulundurması şart koşuluyor.

Yılda 15 milyon ziyaretçinin geldiği Venedik, dünyada en çok ziyaret edilen şehirlerin başında geliyor.  Bu kitle turizmi kent hazinesine büyük bir gelir kazandırmasına rağmen son zamanlada bazı sorunlara da neden olmaya başladığı için ücret uygulamasına geçilmiş, turist akını bu yolla azaltılmak istenmişti.

Test aşamasının kalıcı bir ücrete dönüşüp dönüşmeyeceğine yıl içerisinde  karar verilecek. Kalıcı olması halinde kente giriş ücretinin daha sonra yolların, kanalların ve binaların bakımı için kullanılması öngörülüyor.

 

Venedik'teki uçan tekneler

 

dpa / AI,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

AB'den Çin'e ticari tehdit: Ekonomimizi koruyacağız

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Avrupa Birliği (AB) ile ticari tansiyonun arttığı bir dönemde Paris'te Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile bir araya geldi.

Ursula von der Leyen görüşme sonrası yaptığı açıklamada, "Çin ile ticari ilişkilerin gergin bir seyir izlediği bu dönemde, AB'nin ekonomisini ve güvenliğini korumak için sert tedbirler almaktan geri durmayacaklarını" vurguladı. "Adil davranan bir Çin hepimiz için iyidir" ifadelerini kullanan von der Leyen, "Firmalarımızı savunacağız, ekonomimizi savunacağız. Gerekli olanı yapmakta asla tereddüt etmeyeceğiz" dedi.

AB Komisyonu Başkanı ayrıca, Çin'in sübvanse ettiği elektrikli arabalar ile çeliğin "Avrupa pazarına akın ettiğini" belirterek, bu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.

Çin'in, AB şirketlerinin kendi pazarına adil erişimine izin vermediğini de ifade eden von der Leyen, görüşmelerde ilerleme kaydedilebileceğinden emin olmakla birlikte, "Gerekli olması halinde ticari savunma araçlarımızı tam olarak kullanmaya hazırız. Avrupa, piyasayı bozucu uygulamaları kabul edemez" dedi.

Toplantı öncesi benzer mesajlar veren Macron da, "Kıtamızın geleceği, Çin ile dengeli bir ilişki geliştirme yeteneğimize bağlı" demiş ve Brüksel ile Pekin arasındaki mevcut ilişki biçiminin güncellenmesi gerektiğini ifade etmişti.

 

AFP / AI,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Ukrayna'dan AB'ye "savaş ekonomisi" çağrısı

Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba, Avrupa'yı "savaş ekonomisine" geçmeye davet etti. Pazartesi günü Ukrayna ve Avrupa Birliği’nin (AB) Brüksel'de düzenlediği Savunma Sanayi Forumu’nda konuşan Kuleba, "Avrupa Birliği'nde barışı korumak istiyorsak, Avrupa'da savaş ekonomisine ve savaş endüstrisine geçmeliyiz" ifadelerini kullandı. Kuleba, "Rusya ile girilen yeni silahlanma yarışında galip gelmenin tek yolunun bu olduğunu" belirtti.

Kuleba görüntülü bağlantı yoluyla gerçekleştirdiği konuşmasında ayrıca Ukrayna‘nın savunma şirketlerine yatırım yapılması çağrısında bulundu, bunun Ukrayna'ya daha fazla silah tedarik etmek için büyük bir fırsat olduğunu söyledi. Bakan, "Üretim kapasitemiz mali kaynaklarımızı çok aşıyor. Aksi takdirde 'Silah ver, silah ver, silah ver!' sloganımız değişemez" dedi.

Borrell: Güvenliğimiz tehlikede

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell de AB'ye üye devletleri Kiev'e daha fazla hava savunma sistemi ve mühimmat sevk etmeye çağırdı, "Güvenliğimiz tehlikede" dedi.

Borrell, 25 AB ülkesinden 140'tan fazla savunma şirketinin söz konusu foruma katıldığını belirtti. Bu, Rusya'nın iki yıl önce Ukrayna'ya saldırmasından bu yana gerçekleştirilen üçüncü savunma forumu. AB Komisyonu toplantıyı, Mart ayında sunulan savunma stratejisinin uygulanmasına yönelik ilk adım olarak nitelendirdi.

Brüksel, yeni savunma stratejisi çerçevesinde Avrupa savunma sanayisini teşvik etmek ve üye ülkeleri ABD ve diğer uluslararası silah tedarikçilerine daha az bağımlı hale getirmek istiyor. Ukrayna’nın da söz konusu planlara dahil olması öngörülüyor.

AFP/AI BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Çin liderinin Paris ziyaretinde "ticaret açığı" vurgusu

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Avrupa Birliği ile ticari tansiyonun arttığı bir dönemde Fransa'nın başkenti Paris’e resmi ziyarette bulunuyor.

Beş yıl aradan sonra bölgeye ilk kez gelen Şi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile bir araya geldi.

Liderlerin öncelikli gündemi Avrupa'nın Çin'e verdiği ticaret açığı oldu. Toplantı öncesi kısa bir açıklama yapan von der Leyen, "adil ticaret" istediklerini söyledi, Pekin hükümetinin uygulamalarının haksız rekabete yol açtığını ifade etti. Von der Leyen daha önce de "ticaretteki mevcut dengesizlik sürdürülebilir değil” diye konuşmuş, bunun Avrupa’nın sanayisizleşmesi gibi “kabul edilemeyecek” sonuçları olabileceği uyarısında bulunmuştu.

Toplantı öncesi benzer mesajlar veren Macron da "Kıtamızın geleceği, Çin ile dengeli bir ilişki geliştirme yeteneğimize bağlı” diye konuştu. Mevcut ilişki biçiminin güncellenmesi gerektiğini ifade etti.

Çin ve Fransa liderleri Şi ve Macron
Çin ve Fransa liderleri Şi ve Macronnull Gonzalo Fuentes/REUTERS

Avrupa Birliği, Çinli elektrikli otomobil üreticilerini, haksız rekabet şüphesiyle soruşturma başlatmıştı. Pekin ise özellikle Fransa üretimi alkollü içkileri etkilemesi muhtemel bir soruşturma yürütüyor.

Macron Şi’yi, Fransız tarım ürünleri ve alkollü içeceklerinin engelsiz şekilde Çin'e girebilmesi için ikna edebilmeyi umuyor. Ayrıca Fransız kozmetik üreticilerinin Çinli firmalarla yaşadığı fikri mülkiyet hırsızlığı sorunlarını da çözmek istiyor.

Çin'den Ukrayna için adım atması bekleniyor

Konuk lider Şi’den ise daha ılımlı açıklamalar geldi. Paris’e iner inmez yayınladığı resmi açıklamada Şi, “Fransa ile kazan-kazan esasına dayanan ilişkilerinin dünyaya rol model olduğunu” söyledi. Toplantı öncesi yaptığı açıklamada da Avrupa ile ilişkileri “stratejik ve uzun dönemli” diye niteledi. Çin devlet medyası da Pekin’in Avrupa ile işbirliğini geliştirmek istediğini yazdı.

Pekin ve Paris arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 60’ıncı yılında gerçekleşen ziyaretin bir diğer gündem maddesi ise Ukrayna savaşı. Macron Çinli konuğunu, Rusya üzerinde nüfuzunu kullanarak savaşı bitirmeye ikna etmek, diğer bir deyişle Ukrayna'da barış için Çin'i adım atmaya zorlamak istiyor.

Daha önce Macron bu amaçla Çin'i ziyaret etmiş, o görüşme sonrası Şi, Ukrayna lideri Volodimir Zelenski ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirse de savaşın seyrini etkileyecek olumlu bir gelişme yaşanmamıştı.

Şi, 2019’dan beri bölgeye gerçekleştirdiği ve altı gün sürecek ilk ziyareti kapsamında Sırbistan ve Macaristan’da da temaslarda bulunacak.

Sırbistan’da Çin'in önemli yatırımları bulunurken her iki ülkenin liderleri de Rusya’ya yakınlığıyla biliniyor.

 

AFP,dpa,Reuters / MK,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Hamburg Limanı'nda ele geçirilen kokain miktarı üç kat arttı

Almanya'nın Hamburg Limanı‘ndan giderek daha fazla kokain Avrupa’ya ulaşıyor. Hamburg Limanı‘nda ele geçirilen kokain miktarının son beş yılda üç kat arttığı belirtildi.

Hamburg eyaletinde Senato'nun, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi meclis grubunun yazılı soru önergesine verdiği yanıta göre, 2019 yılında limanda polis ve gümrük tarafından 9,5 ton uyuşturucu yakalanırken bu rakam geçen yıl 33,9 tona yükseldi.

Tespit edilemeyen kokain miktarının çok daha yüksek olduğu düşünüldüğünden, söz konusu verilerin buzdağının sadece görünen kısmı olduğu belirtiliyor.

Senato yanıtında, "Güney Amerika üretim ve transit ülkelerinden kokain tedariki konusunda büyük bir baskı olduğu ve bunun da Avrupa'daki satış pazarının güçlü bir şekilde büyümeye devam etmesiyle ilişkili olduğu varsayılabilir. Avrupa'nın üçüncü büyük limanı olan Hamburg Limanı suç örgütlerinin odağında yer alıyor" ifadelelerine yer verdi.

Yeni önlemler alınıyor

Uluslararası uyuşturucu suçlarıyla her düzeyde mücadele edebilmek için güvenlik yetkilileri ve liman endüstrisi geçen yıl Ekim ayında güçlerini birleştirerek "Güvenli Liman İttifakı" oluşturdu.

Aynı zamanda polis, gümrük ve Federal Emniyet Teşkilatı, Avrupa Biliği (AB) tarafından finanse edilen "Kuzey Denizi limanlarına Organize Suç Yapılarının Sızması (INOK)" projesiyle baskıcı, operasyonel-taktiksel önlemlerin yanı sıra önleyici yaklaşımlar da izliyor.

Bunun yanı sıra, her ikisi de Sosyal Demoktat Partili (SPD) olan Hamburg Belediye Başkanı Peter Tschentscher ve İçişleri Senatörü Andy Grote ve liman endüstrisi geçtiğimiz hafta liman çalışanlarına yönelik bir farkındalık kampanyası sundu.

Bu kampanya ile uyuşturucu kartellerinin eleman kazanma girişimleri nedeniyle "suç faaliyetlerine dahil olma" tehlikesinin altı çizildi. Ayrıca, konuya ilişkin anonim olarak bilgi paylaşımı yapılabilecek bir portal da bulunuyor.

Uluslararası iş birliği güçlendiriliyor

Uyuşturucu kaçakçılığı ve örgütlü suçlarla mücadelede uluslararası işbirliğinin de güçlendirilmesi planlanıyor.

Salı günü, Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser'in daveti üzerine Belçika, Fransa, İtalya, İspanya ve Hollanda içişleri bakanları "Ağır ve Organize Suçlara Karşı Avrupa Ülkeleri Koalisyonu" kapsamında Hamburg'da bir araya gelecek.

Denizcilik Müzesi'nde gerçekleştirilecek toplantıya Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kurum ve kuruluşların temsilcileri de katılacak.

İçişleri Bakanlığı, uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele ve limanların güvenliğinin toplantının ana konuları olacağını belirtti.

dpa/AI,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Putin’den Ukrayna yakınında nükleer tatbikat talimatı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ordusuna nükleer silahlarla tatbikat düzenleme talimatı verdi. Rusya Savunma Bakanlığı, kara kuvvetlerinin yanı sıra donanmanın da katılacağı nükleer tatbikatın Ukrayna topraklarına yakın bir noktada gerçekleştirileceğini açıkladı.

Tatbikat emrinin bizzat Rusya lideri Vladimir Putin tarafından verildiğine işaret edilen açıklamada, kuvvetlerin hazırlık seviyesinin test edileceği kaydedildi. Bakanlık, tatbikatı “Batılı devletlerin provokatif açıklamaları ve tehditleri karşısında Rusya’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğini koruma çabası” sözleriyle gerekçelendirdi.

Macron ve Cameron'ın açıklamaları

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un, Ukrayna'ya asker gönderme seçeneğini dışlamadığını geçen hafta yinelemesi dikkat çekmiş, İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron da Ukrayna birliklerinin Rusya içindeki hedefleri vurmak için İngiliz yapımı uzun menzilli füzeleri kullanabileceğini açıklamıştı. Batı'dan gelen bu tür mesajlar Rusya'da rahatsızlık yaratmış, Moskova bu tür ifadelerin "tehlikeli" olduğu ve Rusya ile NATO arasında gerilimi tırmandırdığı uyarısı yapmıştı.

Tatbikat, nükleer silahların savaşa hazır hale getirilmesi ve konuşlandırılması senaryolarını içerecek. Rusya dünyanın en büyük nükleer cephaneliğine sahip ülkesi konumunda.

Rusya böylelikle ilk kez taktik nükleer silahları kapsayan bir tatbikatı kamuoyuna duyurmuş oldu. Batılı devletler Ukrayna’ya gelişmiş silahlar sağlarken Rusya toprak bütünlüğü ve egemenliğine yönelik tehditler karşısında her tür yönteme başvurabileceğine vurgu yaparak nükleer silah seçeneğini dışlamadığı mesajı veriyor.

Karşılıklı İHA saldırıları

Öte yandan Rusya gece boyu Ukrayna'nın kuzeydoğusundaki Sumy kentinde enerji altyapısını hedef aldı. Çok sayıda insansız hava aracı (İHA) ile gerçekleştirilen saldırılar sonucu 400 bin hane elektriksiz kaldı. Ukrayna ordusu 12 İHA'yı önlemeyi başardıklarını açıkladı.

Ukrayna İHA'ları ise Rus kenti Belgorod’da 6 kişinin ölümüne neden oldu. İnsansız hava araçları iki otobüse isabet etti, işe gitmekte olan 6 kişi hayatını kaybetti, 35 kişi de yaralandı.

AFP,rtr/MK,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Almanya'da ırkçılık ve yoksulluk birbiriyle bağlantılı

Almanya'da ırkçılık yaygın bir sorun. Peki ırkçılık bundan etkilenen insanlar için gerçekten ne anlama geliyor? Berlin merkezli Alman Entegrasyon ve Göç Araştırma Merkezi (DeZIM) ırkçılık ile yoksulluk riski arasındaki ilişkiyi gösteren bir araştırma yaptı ve sonuçlarını "Eşitliğin sınırları: Irkçılık ve Yoksulluk Riski" başlıklı çalışmada topladı.

Sosyal bilimciler Zerrin Salikutluk ve Klara Podkowik'in Ulusal Ayrımcılık ve Irkçılık Monitörü'nden (NaDiRa) elde edilen verilere dayandırarak yaptığı çalışmada araştırmacılar, eğitim sisteminde, istihdam piyasasında, konut ve sağlık sektöründe ayrımcılık yapıldığını ortaya koydu. Federal Meclis tarafından finanse edilen bu proje 2020 yılından beri günlük ırkçı deneyimleri tespit etmek için yinelenen araştırmalar yapıyor.

DW'ye konuşan araştırmacı Salikutluk, "Resmi istatistiklere veya federal hükümetin yoksulluk ve zenginlik raporlarına baktığınızda, veriler çoğunlukla göç geçmişine ve Alman vatandaşlığına sahip olup olmadığınıza göre değişiyor" diyor.

Almanya'da gündelik ayrımcılık

Önceki çalışmalar göçmen kökenli kişilerin iş ararken sık sık ayrımcılığa maruz kaldığını gösteriyordu. Bu da göçmenlerin yoksulluk sınırının altında kalma riskinin arttığını gösteriyor.

Almanya'da ortalama gelirin yüzde 60'ınden azına sahip olan kişilerin yoksulluk sınırının altında olduğu kabul ediliyor. Bu rakam 2023'te aylık 1310 Euro'ydu. Göçmen geçmişi olmayan ve tam zamanlı işi olan Almanların yalnızca yüzde 5'i yoksulluk sınırının altına tekabül eden gelire sahip olduğunu ifade ediyor. Ancak bu rakam siyah, Müslüman ve Asya kökenli kişiler için yüzde 20'ye çıkıyor. Araştırmada eğitim düzeyi veya mesleki başarısı yüksek olan katılımcılar için de benzer rakamlar ortaya çıktı. Irkçı ayrımcılığa maruz kalan kişilerin ise ekonomik sıkıntı yaşama olasılığının bu kişilere göre iki ile yedi kat daha fazla olduğu saptandı.

Sosyal Bilimci Zerrin Salikutluk
Zerrin Salikutluknull DeZIM

Araştırma sonuçlarına göre Müslüman erkekler yüzde 33 ile yoksulluk riskiyle en fazla karşı karşıya kalan grup. Salikutluk, bunu 2013'ten bu yana Almanya'ya gelen mülteciler arasında Müslüman erkeklerin sayısının fazla olmasına bağlıyor. Ayrımcılık anketine katılan Müslümanların yaklaşık yüzde 20'si, savaş ve yoksulluktan ciddi şekilde etkilenen Suriye ve Afganistan'dan geliyor. Salikutluk, "Ayrıca mültecilerin, örneğin istihdam piyasasına sınırlı erişimleri nedeniyle yoksulluk riskinin daha fazla olduğunu zaten biliyoruz" diyor.

Araştırmaya göre çok uzun süredir Almanya'da yaşayan, bu ülkede doğmuş ya da Alman vatandaşlığına sahip olan yabancı kökenli kişiler de ayrımcılığa uğruyor. Aynı başvuru belgelerinin farklı isimlerle gönderildiği deneylere dikkat çeken Salikutluk, "Örneğin ismi Türkçe olan kişilerin iş görüşmesine davet edilme şansı daha düşük" diyor.

Yoksulluk oranı nasıl azaltılabilir?

Salikutluk'a göre anketin bulguları yoksullukla mücadele ve dezavantajlı gruplar için fırsat eşitliğini teşvik etmek amacıyla tedbirler alınması gerektiğinin altını çiziyor. Yurt dışında edinilen eğitimsel ve mesleki yeterliliklerin Almanya'da da tanınması gerektiğini savunuyor.

Araştırmacılar, çalışmalarında "Bu, mültecilerin ve diğer göçmenlerin Alman istihdam piyasasına girişini hızlandıracak ve yabancı niteliklere sahip vasıflı işçilere uygun mesleklere erişim olanağı sağlayacak" ifadelerine yer verirken, istihdama yönelik entegrasyonu hızlandırmak için dil ve uyum kurslarına daha hızlı erişim sağlanması çağrısında bulunuyor.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya'da okullarda şiddet artıyor

Almanya Eğitim Bakanı, bazı günlerde işinden son derece memnun. Örneğin her yıl ülkenin en iyi öğretmenlerine ödüllerinin verildiği gün. Alman Öğretmen Ödülü'nün verildiği bu törende, Bakan Bettina Stark-Watzinger, onur konuşmasını yapma ayrıcalığına sahip. Söz konusu törende ödül alanlar arasında, matematik dersini eğlenceli hâle getiren öğretmenler de yer alıyor, tekerlekli sandalye kullanan öğrencilerini bir tiyatro projesine kazandıran pedagoglar veya dersinde, önceden çektiği videoları kullanan öğretmenler de.

Bu töreni izleyen, sanki Alman eğitim sisteminde her şey kusursuz işliyormuş izlenimine kapılıyor. Ancak gerçekte durum böyle değil.

Son haftalar ve aylarda, Alman eğitim sisteminin iyileşme yönünde acil adımlara ihtiyaç duyduğunu ortaya koyan çok sayıda araştırma yayımlandı. Sonuçları Aralık ayında açıklanan PISA araştırması, Alman öğrencilerin matematik ve okumada, daha önce hiç olmadığı kadar kötü seviyede olduğunu ortaya koydu.

2024 yılında yürütülen bir gençlik çalışmasında da, gençler, okulda dijitalleşmenin yetersizliğinden ve okulun kendilerini iş hayatı ve gerçek yaşama hazırlamadığından yakındı.

Son olarak yayınlanan ve "okul barometresi" olarak da nitelenen bir diğer araştırma da, Almanya'daki öğretmenlerin yüzde 47'sinin yani neredeyse yarısının, öğrenciler arasında fiziksel veya ruhsal şiddete tanıklık ettiğini su yüzüne çıkardı.

"Hasta bir sistemi görüyoruz"

"Okul barometresi" adıyla tanınan araştırma için bin 600 öğretmenle mülakatlar yapan Stuttgart merkezli Robert Bosch Vakfı'nın eğitim departmanının yöneticisi, eski öğretmen Dagmar Wolf, konuya ilişkin değerlendirmesinde, "Sonuçlarda adeta hasta bir sistemin anlık fotoğrafını görüyoruz" diye konuştu. DW'ye konuşan Wolf, "Burada zorbalık ve vandalizmin yanı sıra kısmen okul bahçesini de aşan fiziksel şiddetten bahsediyoruz. Hatta ebeveynlerin karıştığı vakalar da kulağımıza geldi. Bular istisna olsalar da, böyle olayların var olduğunu da biliyoruz" dedi.

Öte yandan gençler arasında sosyal medya kullanımı da, okullarda bazı sorunları beraberinde getiriyor. Örneğin Berlin eyaletinin Eğitim Senatörü, TikTok'ta yayılan bir söylentiye karşı uyarıda bulunmak için 800 okula bir mektup göndermek zorunda kaldı. TikTok'ta yayılıp viral olan bir videoda, 24 Nisan tarihinin sözde "Uluslararası Tecavüz Günü" olduğu ve bu günde cinsel saldırılarda bulunmanın caiz olduğu iddiası yer aldı. Wolf, okul yönetimlerinin, Gazze'deki savaş nedeniyle öğrenciler arasında yaşanan şiddet olaylarının da arttığını aktardığını söylüyor.

Almanya'da son aylarda sosyal medyada yapılan cesaret denemelerinin okullara da taşınmasıyla bağlantılı olarak okullara ilkyardım, itfaiye ve polis ekiplerinin müdahale ettiği olaylar kayda geçti.
Almanya'da son aylarda sosyal medyada yapılan cesaret denemelerinin okullara da taşınmasıyla bağlantılı olarak okullara ilkyardım, itfaiye ve polis ekiplerinin müdahale ettiği olaylar kayda geçti. null René Priebe/dpa/picture alliance

Yüz binlerce mülteci ilkokullara entegre ediliyor

Üstelik tüm bunlar, yalnızca lise seviyesinde yaşanmıyor. 6 ila 10 yaş arası çocukların gittiği ilkokullarda da mobbing ve dövüşme vakaları yaşanıyor.

Eğitim uzmanı Wolf'a göre, Almanya, eğitim konusunda iki farklı yüze sahip. Bir yanda, yüksek derecede eğitim veren, mevcut sorunların pek yaşanmadığı 3 bini aşkın lise (Gymnasium) var. Diğer yandan da, ailesinde eğitim geleneği olmayan veya göçmen kökenli ailelerden gelen çocuk ve gençlerin çoğunluklu olarak gittiği liseler var. Bunlara bir de, Almanya'nın son yıllarda çözmeye çalıştığı bir sorun daha eklendi: Mültecilerin bu okullara dahil edilmesi.

Robert Bosch Vakfı'ndan Wolf, konuyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıyor:

"Son iki yılda, Ukrayna'dan gelen 200 bini aşkın çocuğu eğitim sistemimize entegre ettik. Buna ek olarak, iç savaş veya savaşa benzer durumlar veya ekonomik zorluktan muzdarip diğer ülkelerden gelen bir o kadar çocuğu da öğretime dahil ettik. Bunlar da elbette ilkokuldaki durumu, on yıl öncesine göre daha zor kılıyor."

Son yıllarda okullardaki gündelik yaşamın nasıl değiştiği hakkında fikir sahibi olmak isteyen, kendi isteği üzerine isimini değiştirdiğimiz Torsten Müller ile konuşabilir. Kuzey Ren-Vestfalya eyaletindeki ortaokul-lise düzeyindeki bir Gesamtschule'de sosyal hizmet uzmanı olarak çalışan Müller, çocukların sorunları ve endişelerine günü gününe tanıklık ediyor. Stres, yorgunluk, kendini sorgulama ve amaçsızlık, bu okullarda hüküm sürüyor. Gesamtschule, yukarıda sözünü ettiğimiz iki okul kategorisinin ikinci türüne, yani göçmen ve eğitim geleneği zayıf ailelerden gelen çocukların gittiği okul türüne tekabül ediyor.

Almanya'ya son iki yılda sadece Ukrayna savaşından kaçıp gelen 200 bin öğrenci eğitim sistemine dahil edildi. Ukraynalı çocuklar dışında diğer kriz bölgelerinden gelen sığınmacı ailelerin çocukları da eğitime entegre ediliyor.
Almanya'ya son iki yılda sadece Ukrayna savaşından kaçıp gelen 200 bin öğrenci eğitim sistemine dahil edildi. Ukraynalı çocuklar dışında diğer kriz bölgelerinden gelen sığınmacı ailelerin çocukları da eğitime entegre ediliyor. null Lars Heidrich/Funke Foto Services/IMAGO

"Pandemi kısıtlamalarının yol açtığı sorunlarla hâlâ uğraşıyoruz"

Müller, tanıklık ettiği sorunları DW'ye şöyle anlatıyor:

"Elbette çocuklar arasındaki iletişimi de değiştiren akıllı telefonun tüketimi, belirleyici konumda. Gençler artık birbirleriyle konuşmaktan ziyade birbirleri hakkında konuşuyor ve bu da, yüz yüze bir iletişimde ortaya çıkmayacak yanlış anlaşılmalara mahal veriyor. Öte yandan koronavirüs pandemisinin yol açtığı, güvenlik hissinin kaybı ve psikiyatrik hastalıkların artışı gibi sonuçlarla hâlâ başa çıkmaya çalışıyoruz."

Müller'e göre, okulların pandemi döneminde aylarca kapatılması, Alman korona politikasının en büyük hatası olarak tarihe geçti. Okulların kapatıldığı süre Fransa'da 56, İspanya'da 45 ve İsveç'te 31 iken, Almanya'da öğrenciler 180 günü aşkın süre evde kalmak zorunda kaldı. Müller, bu sosyalleşme eksikliğinin bir sonucu olarak, birçok gencin karşılıklı argümanlar öne sürmek yerine itişip kakışmaya meylettiğini gözlemlediğini söylüyor.

Okul yönetimi, gerilimin tırmanmasını önleme eğitimleri ile, bu eğilime karşı harekete geçmiş durumda. Söz konusu eğitimleri ekibiyle birlikte yöneten Müller, "Kavganin neden çıktığını ve grup veya birey olarak bu duruma gelinmesini nasıl önleyebileceğimize dair bilgiler aktarıyoruz. Ya da, her iki veya üç öğrenciden birinin deneyimlemiş olduğu mobbing'in ne olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Daha sonra egzersizlerde ortak stratejiler geliştiriyoruz" diye konuşuyor.

Müller'e göre, Almanya'nın, okullarını yeniden sağlığına kavuşturmasının yolu, aynı sayıda öğretmenle daha küçük sınıflar oluşturulması ve sosyal ve psikolojik yardım olanaklarının artırılmasından geçiyor.

Kalifiye iş gücü sorunu: "Bütün çalışmaz hâlde"

Alman Öğretmenler Birliği Başkanı Stefan Düll, Müller'in önerisinin altına imzasını atacağını, ancak listeyi biraz daha uzatacağını söylüyor:

"Almanca'yı ikinci ve yabancı dil olarak öğretebilecek çok fazla insana ihtiyacımız var. Okul psikolojisi, gençlik çalışmaları gibi konularda destek verecek personele ihtiyacımız var. Ancak demografik değişim kapsamında ihtiyaç karşılanamadığı için bu insanları bulmamız pek kolay değil. Bu ihtiyaç sürekli büyüyor, aranan kalifiye iş gücü sürekli azalıyor ve bütün çalışmaz hâle geliyor."

Bunlar yaşanırken, ders anlatmak yerine öğrenciler arasındaki sorunlarla boğuşmak zorunda kalan öğretmenlerin hayal kırıklığının şiddeti giderek artıyor. Bir anket, öğretmenlerin büyük çoğunluğunun işlerinden memnun olduğunu ortaya koysa da, ankete göre öğretmenlerin dörtte birinden fazlası, işlerini bırakmayı düşünüyor. Öğretmenler, bu isteklerine, birincil olarak, öğrencilerin davranış biçimini gerekçe gösteriyor.

Bavyera eyaletindeki bir lisenin müdürü, tam bu nedenle, şiddet önleme konusunda daha fazla personelin istihdam edilmesi gerektiği görüşünde. Ona göre, belirli kırmızı çizgiler aşıldığında, işe yarayan tek yöntem, "sıfır tolerans politikası". Bir noktadan sonra da kimi durumlarda konuyu polise de aktarmakla hallettmeyi denediklerini anlatıyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor:

"Belirli bir eşikten sonra sınır aşılıyor ve polise şikayette bulunma noktasına geliyoruz. Bunun nedeni biraz da caydırmak. Bu, mobbing vakaları için de geçerli. Siber mobbing konusunda da birçok okul müdürü, vakaları polise bildiriyor."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Yulia Navalnaya'ya DW İfade Özgürlüğü Ödülü

Yulia Navalnaya, Rus muhalif lider Aleksey Navalni'nin Şubat 2024'te ölümünden üç gün sonra eşinin yerini alacağını ve "Yolsuzlukla Mücadele Vakfı"nın (FBK) yönetimini üstleneceğini açıkladı. Navalni, kâr amacı gütmeyen bu kuruluşu 2011 yılında kurmuştu. Kuruluşun amacı ise Rus elitleri arasındaki rüşvet ve yetkinin kötüye kullanılması vakalarını ortaya çıkartmak, kamuya duyurmak ve bu şekilde yolsuzlukla mücadele etmekti. Pek çok kişi 47 yaşındaki Navalni'nin Sibirya'daki bir cezaevinde ölümünü, siyasi faaliyetleri nedeniyle Rus yetkililerin yıllarca uyguladığı baskıların bir sonucu olarak değerlendiriyor.

Eşinin çalışmalarını sürdüreceğini açıklayan Yulia Navalnaya ve "Yolsuzlukla Mücadele Vakfı", Deutsche Welle (DW) 10'uncu İfade Özgürlüğü Ödülü'ne layık görüldü. DW Genel Müdürü Peter Limbourg, özgürlükçü Rusya için mücadele eden Navalnaya ve ona destek verenlerin gösterdiği "sarsılmaz cesaret" nedeniyle bu ödüle layık görüldüklerini dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Yulia Navalnaya, eşi Aleksey Navalni'nin Rusya'da basın ve ifade özgürlüğü için yürüttüğü siyasi faaliyetlerini tüm risklerine, sürekli tehditlere ve bireysel kısıtlamalara rağmen ilk başından beri destekledi."

Yulia Navalnaya siyasetçi olmayı istemiyordu

Gözlemcilere göre, Navalnaya merhum eşi Aleksey Navalni'nin yerine geçeceğini açıklayarak, siyasi kariyere başlayacağını da ilan etmiş oldu. Bazı gözlemciler ise Navalnaya'yı Rusya'da muhaliflerin yeni yüzü olarak görüyor. Aslında Navalnaya siyasetçi olmayı düşünmüyordu.

Yulia Navalnaya, eşi ile 1998 yılında Türkiye'de tatil yaptığı sırada tanıştı. 2000 yılında da evlendiler. Bir yıl sonra kızları Daria, 2008 yılında da oğulları Zahar dünyaya geldi. Moskova Plehanov Üniversitesi Uluslararası Ekonomik İlişkiler Bölümü'nden mezun olan Navalnaya, kariyer yapmak yerine eşinin çalışmalarını destekledi.

Aleksey Navalni ve Yulia Navalnaya, 2019 yılında çocukları ile birlikte
Aleksey Navalni ve Yulia Navalnaya, 2019 yılında çocukları ile birlikte - (08.09.2019)null Andrew Lubimov/AP/picture alliance

Navalnaya 2000'li yıllarda eşi ile birlikte liberal Yabloko Partisi'ne üye oldu. Aleksey Navalni'nin ülkesinin önemli politikacılar arasında sayılmaya başladığında ise Navalnaya eşi ile birlikte iş planları üzerinde çalışıyordu. 2014 yılında Rus dergisi Afişa'ya verdiği söyleşide Navalnaya o dönemi "Görünmez bir yardımcıydım" sözleriyle anlatmıştı. Afişa o sayısında, Navalnaya'yı "Daha güçlü cinsiyet" başlığı ile kapak yapmıştı.

Navalnaya hakkında basındaki ilk haberler ise adil seçimler için düzenlenen bir gösteri sırasında polis tarafından götürülen eşini bulmak için Moskova'daki tüm gözaltı merkezlerini diğer muhaliflerle birlikte ararken çıktı.

Muhaliflerin "First Lady"si için zor günler

Aleksey Navalni'nin 2013 yılında zimmetine para geçirme suçlamasıyla beş yıl hapis cezasına çarptırılmasını ise Yulia Navalnaya "Çok dramatik bir gün" olarak tanımlamıştı. En kötüsüne hazırlıklıydı. Ancak kamuoyunda oluşan tepki üzerine mahkeme Navalni'nin cezasını erteledi.

Navalnaya daha sonra Afişa'ya verdiği röportajda eşi Aleksey Navalni'nin siyasi faaliyetlerinin getirdiği riskleri kabullendiğini söylemişti: "İnsanlar ona inanıyor, gözleri parlıyor ve gözlerinin korkutulmasına ve hapis cezası tehdidine rağmen sokağa çıkıyorlar. Bu harika."

Yulia Navalnaya ve eşi Aleksey Navalni
Navalnaya, eşi Aleksey Navalni ile birlikte 2017 yılında Moskova'da muhalif lider Boris Nemtsov için düzenlenen bir yürüyüşte - (26.02.2017)null Sefa Karacan/AA/picture alliance

Yulia Navalnaya, eşi Aleksey Navalni'nin 2013 yılında Moskova belediye başkanlığı için seçim kampanyası yürüttüğü dönemde ilk kez siyaset sahnesine adım attı. Navalni, geliri ve sahip olduğu mülklerin yanı sıra ailesi konusunda da siyasetin şeffaf olmasını istiyor, bu tutumu ile eski tarz siyasetçilere bir tezat oluşturuyordu. Seçimlerde oyların yaklaşık yüzde 27'sini alan Navalni, seçimi kazanan Sergey Sobyanin'den sonra ikinci sırada yer aldı. Navalnaya ise muhaliflerin yeni liderinin "First Lady"si olarak anılmaya başlandı.

Yulia Navalnaya için bir diğer sınama ise 2020 yazında eşinin Omsk'ta zehirlenmesi oldu. DW'ye konuşan doktor Aleksandr Polupan, Navalnaya'nın büyük stres yaratan bu durumda sakin, iradeli ve kendine güvenen bir görünüm sergilediği değerlendirmesini yapıyor. Polupan, Navalnaya'nın bu dönemde sebat etmesinin nedeninin Navalni'nin Almanya'ya nakledilmesi ve olayın kamuoyunun dikkati çekmesi olduğunu düşünüyor.

Navalnaya, o dönemde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e eşinin tedavi için Almanya'ya götürülmesine izin vermesi çağrısında bulundu. Putin de daha sonra yaptığı bir açıklamada, muhalif liderin eşinin ricası üzerine savcılıktan Navalni'nin ülke dışında tedavisine izin verilmesini istediğini söyledi.

"Ahlaki direnişin sembolü"

Siyaset bilimci Dmitriy Oreşkin, Yulia Navalnaya'nın Rusya'daki "erkek" zorbalığına karşı direnişin bir sembolü olabileceği görüşünü savunuyor. Rusya'da erkeklerin çoğunun NATO'nun ülkeye saldıracağına inanırken, kadınların ise daha somut sorunları çözmek zorunda kaldığına işaret eden Oreşkin, "Eşleri öldürüldü, erkek kardeşleri orduya, oğulları Ukrayna'ya ölüme gönderildi" diyor. Oreşkin, şöyle devam ediyor: "Kadınların düşünceleri herhangi bir ideolojiyi takip etmiyor, aile üyelerini geri istiyorlar. Navalnaya'nın imajı da ülke içindeki ve dışındaki muhalifler için birleştirici olabilir."

Navalnaya, eşinin ölümü sonrasında Strasbourg'daki Avrupa Parlamentosu'nda yaptığı konuşma sırasında görülüyor
Navalnaya, eşinin ölümü sonrasında Strasbourg'daki Avrupa Parlamentosu'nda bir konuşma yapmıştı - (28.02.2024)null Johanna Geron/REUTERS

Washington merkezli düşünce kuruluşu Carnegie Uluslararası Barış Vakfı kıdemli uzmanı Andrey Koleşnikov da Yulia Navalnaya'nın "ahlaki direnişin sembolü" olabileceği görüşünde. Koleşnikov, "Eğer bir gün devlet başkanlığı için bir demokrat aday gösterilecekse, Yulia milyonlarca insanın gözünde en iyi aday olacaktır" diyor.

Eşinin ölümü sonrasında yaptığı açıklamada "Aleksey'in ölümü ile Putin bir yarımı, kalbimin ve ruhumun bir yarısını öldürdü" diyen Yulia Navalnaya, geri kalan yarısının ise "Öfke, hiddet ve nefret" ile eşinin "Haysiyet, adalet ve sevgi dolu" bir Rusya hayalini gerçekleştirme çabası olduğunu ifade etmişti.

İfade Özgürlüğü Ödülü, Yulia Navalnaya'ya 5 Haziran 2024'te Berlin'de düzenlenecek tören ile Maliye Bakanı ve Hür Demokrat Parti (FDP) Genel Başkanı Christian Lindner tarafından takdim edilecek.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?
 

Gürcistan'da protestolara neden olan "ajan yasasında" neler var?

Gürcistan'da haftalardır protesto gösterilerine neden olan, Rusya modelini örnek alan "ajan yasası", Çarşamba günü meclisten geçti.

Tiflis'teki meclis, 23 hayır oyuna karşı 83 evet oyuyla yasayı onayladı. Çok sayıda Gürcü'nün yanı sıra Avrupa Birliği (AB) de, hükümetin faaliyetlerine eleştirel yaklaşan medya ve sivil toplum kuruluşlarının baskı altına alınmasında kullanılabilecek bir araç hâline dönüşebileceği argümanıyla söz konusu yasayı eleştiriyor.

Yasanın meclisten geçmesinin ardından on binlerce kişi, yine Tiflis sokaklarına döküldü. Meclis binası önünde toplanan göstericilerin, Gürcistan ve AB bayrakları salladığı gözlendi. Bir önceki günkü protesto gösterilerinde de biber gazı ve plastik mermi kullanan polis, 63 göstericiyi gözaltına almıştı.

Yasa, finansmanının yüzde 20'den fazla kısmı yurt dışından gelen basın ve sivil toplum kuruluşlarının gelecekte yabancı ajan olarak sınıflandırılmasını öngörüyor.

"Ülkemi savunmak için buradayım"

Rusudan Djakeli, sokağa çıkan on binlerce Gürcü'den biri. Djakeli, son günlerde tek bir akşamı bile evde geçirmemiş. Onun yerine sokağa çıkıp, meclis binasının önüne gitmiş ve on binlerce kişiyle birlikte hükümetin yeni yasasını protesto etmeye gitmiş.

Ülkesinin büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu düşünen 30 yaşındaki Djakeli, "Ülkemi savunmak için buradayım" diyor.

Söz konusu yasa, akıllara hemen Rusya'daki benzer mevcut düzenlemeyi getiriyor. Djakeli de bu izlenime sahip: "Rusya bize saldırıyor. Doğrudan değil, dolaylı olarak."

Son haftalarda yapılan protestolardaki birçok pankartlarda da, "Rus yasasına hayır" sloganına yer verildiği gözleniyor. Peki hükümete tepki veren göstericiler, bu benzetmeyi neden yapıyor?

Rusya’nın "yabancı ajan" yasasına benziyor

Çok sayıda Gürcü, iktidardaki Gürcü Rüyası partisinin Kremlin'in etkisinde olduğu inancına sahip. Partinin kurucusu ve onursal başkanı Bidzina İvanişvili, milyarlarca dolarlık servetini, 90'lı yıllarda Rusya’da inşa etti. Geçmişte başbakanlık da yapmış olan İvanişvili, son günlerde birçok kişiye Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i anımsatan çeşitli komplo teorilerini dolaşıma soktu. İvanişvili, birinde "NATO ve AB'nin belirleyici bir etkiye sahip olduğu küresel bir savaştan" bahsetti.

Göstericiler, Gürcistan'da parlamentodan gelen yasa ile 2012'de Rusya'da çıkarılan "ajan yasası" arasında paralellikler görüyor. Djakeli, "Hukuk sistemimizi Rusya'nınkine uygun hâle getirmeye çalışıyorlar. Bu yasa, Rus yasasının bir kopyası" serzenişinde bulunuyor.

O dönemde Rus parlamentosu Duma, yurt dışından finansman alan örgütlerin "yabancı ajan" olarak sınıflandırılmasını sağlayan bir yasayı geçirmişti.

İktidardaki Gürcü Rüyası partisinin, "Ajan Yasası"na destek amacıyla düzenlediği miting
İktidardaki Gürcü Rüyası partisi de, "Ajan Yasası"na destek amacıyla miting düzenledinull DW

Gürcistan'daki yasa da ise yurt dışından yüzde 20'yi aşkın finansman sağlayan örgütlerin "yabancı çıkarları temsil eden örgüt" olarak sınıflandırılmasını öngörüyor.

Almanya'da Sosyal Demokrat Parti'ye (SPD) yakınlığıyla bilinen Friedrich Ebert Vakfı'nın Güney Kafkasya Bölgesel Bürosu Yöneticisi Marcel Röthig, "Rus yasası bir kademe daha sertti. Ama her iki yasa da birbirlerini anımsatan, karşı tarafı kötüleyici bir karaktere sahip" değerlendirmesini yapıyor. Hükümetin, yeni düzenlemenin daha fazla şeffaflığı beraberinde getireceği argümanının gerçeği yansıtmadığı görüşünü de savunan Röthig, "Bu yasayla, kendisini doğayı korumaya adamış bir çevre koruma örgütü, uluslararası bir ortağından destek aldığında, yabancı çıkarları temsil ediyor olacak. Ya da hiç kimsenin çıkarını temsil etmeyen özgür bir basın kuruluşu, birdenbire yabancı güçlerin temsilcisi hâline geliveriyor" eleştirisini yapıyor.

Bu daha başlangıç

Gürcistan'da medya, bir yanda hükümete yakın ve vergilerle finanse edilen, diğer yanda da bağımsız ve mâli zorluklar çekenler olmak üzere iki tarafa bölünmüş durumda. bağımsız haber yapanların reklam gelirleri azalıyor ve böylece AB veya ABD'den gelecek finansmana muhtaç hâle geliyorlar. Bu finansal yardım olmaksızın, Gürcistan'da özgür medyadan bahsetmek imkansız hâle geliyor.

Öte yandan birçok yurttaş, hükümetin, LGBTQ gibi azınlık gruplarının hakları için mücadele eden sivil toplum kuruluşlarını itibarsızlaştırmaya çalışabileceğinden de endişeli. Gürcü Rüyası partisi mensubu birçok milletvekili, hâlihazırda gençlerin "LGBTQ propagandasından" korunması gerektiğini dile getiriyor. Dolayısıyla birçok kişi, söz konusu yasanın henüz bir başlangıç olabileceğini ve hükümetin hamlelerini gelecekte giderek sertleştirebileceğini düşünüyor: Aynen Rusya'da olduğu gibi.

Marcel Röthig, şöyle konuşuyor:

"Bunu Rusya'da da gördük. O dönemde çıkarılan bu yasa, Rus sivil toplumunun sonunun başlangıcı olmuştu. Bu yasalarla atmosfer zehirlenmiş oluyor ve sivil toplumda çalışan insanlar, şeytanlaştırılmaktan korkmaya başlıyor."

Gürcülerin yüzde 80'i AB'ye girmek istiyor

Bugünün Gürcistanı ve o dönemin Rusyası arasında benzerlikler bulunsa da, iki ülke arasında büyük bir fark var: Kafkas ülkesi Gürcistan, bugün resmen AB'ye girme perspektifine sahip. Tiflis, aday ülke statüsünü geçen yıl kazandı.

Meclisten geçen yasa, AB ile somut müzakereleri ilk etapta imkansız hâle getirecek gibi gözükse de, anketler, Gürcü vatandaşlarının yüzde 80'inin ülkelerinin AB üyesi olmasını istediklerini ortaya koyuyor.

Tam da bu nedenle, Rusudan Djakeli gibi çok sayıda kişi, her akşam sokağa çıkmaya devam etmekte kararlı.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

AB'nin düzensiz göçle mücadele hamleleri Lübnan'a uzandı

AB'nin Lübnan'a, Suriyeli mültecilerin Avrupa'ya gelmesini önlemesi için 1 milyar euro yardım sözü vermesi, Brüksel’in düzensiz göçle mücadele politikalarını yeniden tartışmaya açtı.

AB'nin stratejisinin önceliği, Avrupa’ya gelmek isteyen sığınmacıların yola çıkmalarının bulundukları ülkeler tarafından engellemesi.

Bu nedenle AB, tıpkı 2016 yılında Türkiye ve daha sonra da Tunus ve Mısır ile olduğu gibi şimdi de Lübnan ile mülteci mutabakatı yoluyla, yani yapılacak mali yardımlar ile Avrupa’ya göçü önlemeye çalışıyor.

Lübnan’ın kuzeyindeki mülteci kampında yoksulluk içinde yaşayan Suriyeli çocuklar
Lübnan’ın kuzeyindeki mülteci kampında yoksulluk içinde yaşayan Suriyeli çocuklarnull IBRAHIM CHALHOUB/AFP/Getty Images

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis'in bugünkü Beyrut ziyaretlerinin ana gündem maddesini de bu konu oluşturdu.

Beyrut'taki temasları sırasında açıklama yapan Ursula von der Leyen, Lübnan'a 2024-2027 yılları arasında tahsis edilecek 1 milyar euroluk mali yardım ile Suriyeli sığınmacıların kaçak yollardan Avrupa'ya gelmesinin önleneceğini söyledi.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri ve AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis
AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Beyrut'a gerçekleştirdikleri ziyaret sırasında Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri ile görüştünull Hussein Malla/AP Photo/picture alliance

Verilecek finansal kaynak ile Lübnan güvenlik güçlerinin teçhizat ve eğitim yoluyla destekleneceğine, insan tacirleriyle mücadelenin güçlendirileceğine dikkat çeken von der Leyen, ayrıca sağlık ve eğitim gibi alanlarda da yardımlar yapılacağını aktardı.

Lübnan'daki gelişmeler AB'yi endişelendiriyor

Suriye'de 2011'de patlak veren iç savaş sonrasında yaklaşık 1 milyon 500 bin Suriyeli Lübnan'a sığınmıştı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne (UNHCR) göre ülkede kayıtlı Suriyeli sığınmacı sayısı 806 bin. Ancak Lübnan makamları gerçek rakamın çok daha fazla olduğunu, 2 milyonu bulduğunu söylüyor. UNHCR'ye göre Lübnan’daki Suriyeli sığınmacıların yüzde 90’ı yoksulluk içinde yaşıyor, 10 Suriyeli sığınmacının 9’u halen en temel ihtiyaçlarını karşılamak için yardıma muhtaç konumunda.

İsrail’in 15 Nisan'da Lübnan'daki Hizbullah'ı hedef aldığı hava saldırısı sırasında çekilmiş bir fotoğraf
Gazze savaşı sonrasında İsrail ile Lübnan’daki Hizbullah arasındaki çatışmalar arttınull AFP

Ayrıca Lübnan'da 2019’dan bu yana ağır bir ekonomik kriz yaşanıyor. Ekim ayında patlak veren Gazze savaşı sonrasında ülkenin güneyindeki Hizbullah ile İsrail ordusu arasında yaşanan çatışmaların daha da tırmanma ihtimali, bu ülkeden Avrupa'ya daha büyük bir göç akını yaşanabileceği endişesine yol açıyor.

Kıbrıs alarm vermişti

Cumhurbaşkanı Hristodulidis bir süre önce Lübnan'dan Kıbrıs'a kaçak yollardan gelen Suriyeli sığınmacıların sayısında büyük artış olduğuna dikkat çekerek AB'ye bu konuda önlem alma çağrısı yapmıştı.

Hristodulidis, ülkesinin daha fazla sığınmacıyı kabul edecek kapasitesinin bulunmadığını, mülteci kamplarında artık yer olmadığını söylerken göç istatistiklerini de paylaşmıştı. Buna göre teknelerle kaçak yollardan adaya gelen düzensiz göçmenlerin sayısı geçen yılın ilk çeyreğinde 78 iken, bu yılın aynı döneminde 4 bine ulaştı.

Kıbrıs’taki Purnara Mülteci Kampı girişinde otomobiller ve insanlar
Kıbrıs’taki Purnara Mülteci Kampınull Tobias Steinmaurer/IMAGO

Lübnan Başbakanı Necip Mikati de geçen hafta yaptığı açıklamayla, AB'ye "Suriyeli sığınmacıların ülkeye geri kabülünde yardımcı olma" çağrısı yaptı. Mikati ayrıca ülkesinin güvenlik kurumlarına da daha fazla destek yapılmasını talep etti, yenilenebilir enerji, su ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında da kalkınma ve yatırım projelerine mali kaynak istedi.

İşte şimdi AB, bu alanlarda sağlanacak mali destek karşılığında Lübnan'ın Doğu Akdeniz'den göç akınını etkin bir şekilde frenlemesini, Avrupa'ya gelenlerin de Lübnan tarafından geri alınmasını talep ediyor.

"Suriye'ye geri gönderilsinler" talepleri gündeme getiriliyor

Kuzey Afrika ülkeleriyle benzer mutabakatlar imzalayan AB, Mart ayında da Mısır ile bir anlaşmaya imza atmıştı. AB, ekonomisi zorda olan Mısır'a 7 milyar 400 milyon euroluk mali destek karşılığında, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'den kaçakçılar ve insan tacirleriyle daha etkin mücadele bekliyor.

Lübnan’da Suriyeli sığınmacıların kaldığı mülteci kampı
Lübnan’da Suriyeli sığınmacıların kaldığı mülteci kampınull Houssam Shbaro/AA/picture alliance

Kıbrıs'ın öncülük ettiği Lübnan ile mülteci mutabakatına AB'de özellikle Akdeniz'e kıyısı olan İspanya, İtalya ve Malta gibi üyeler güçlü destek veriyor. Hatta bazı üye ülkeler, iç savaş nedeniyle fiilen bölünmüş olan Suriye’nin belirli bölgelerinin "güvenli bölge" ilan edilmesini, Suriyeli sığınmacıların bu bölgelere geri gönderilmesini talep ediyor.

AB stratejisi ağır eleştirilerin hedefinde

Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları kuruluşları AB'nin politikalarına ağır eleştiriler yöneltiyor. Bu kuruluşlar, Suriye'nin güvenli olmadığına, ülkelerine geri dönen Suriyelilerin öldürüldüklerine, işkenceye, tecavüze maruz bırakıldıklarına dikkat çekiyor.

Suriye İnsan Hakları Ağı kurucusu ve başkanı Fadel Abdul Ghany, Lübnan'ın da Suriyeli sığınmacılar için güvenli olmadığını söylüyor. Londra'da yayımlanan The New Arab gazetesine konuşan Ghany, Suriyeli sığınmacıların Lübnan'da ayrımcılığa uğradığını, sömürüldüğünü ve haksız yere ülkedeki ağır ekonomik krizin günah keçileri haline getirildiklerini aktarıyor.

Para amaca uygun olarak harcanacak mı?

Siyaset sahnesinden de eleştiriler yükseliyor. Yeşiller partili Avrupa Parlamentosu milletvekili Erik Marquardt, mülteci mutabakatlarını "onursuzca yürütülen para ile dolu bavul politikası" olarak tanımlıyor.

Yeşiller partili Avrupa Parlamentosu milletvekili Erik Marquardt
Yeşiller partili Avrupa Parlamentosu milletvekili Erik Marquardtnull DW/F. Schmitz

Bu politikanın AB'yi aynı zamanda üçüncü ülkelerin şantajına açık hale getirdiğini söyleyen Marquardt, muhatap ülkelerin yönetimlerinin güvenilir olmadığına dikkat çekerek, "Eğer diktatörlerin bu paraları nasıl kullandıkları konusunda denetim sağlanamayacaksa, bu paralar verilmemeli" diyor.

Gerçi Lübnan bir diktatörlük değil ancak ekonomisi zorda olan bu ülke aynı zamanda ağır bir siyasi krize sahne oluyor. Ülkenin 2022'den bu yana bir cumhurbaşkanı yok ve başbakan da sadece geçici olarak görevde bulunuyor. Hizbullah ülkenin büyük bölümünün kontrolünü fiilen ele geçirmiş durumda.

Bu koşullar altında AB tarafından sağlanacak mali kaynakların gerçekten de amaca uygun olarak harcanıp harcanmayacağı konusunda ciddi soru işaretleri bulunuyor.

Tunus AB’nin Ruanda’sı olma yolunda mı?

Bu arada İngiltere'nin ülkedeki düzensiz göçmenleri Ruanda'ya sınır dışı etme projesi hararetli tartışmalara yol açarken, Tunus'un AB’nin Ruanda'sı haline gelebileceği iddiaları gündeme taşınıyor.

Kuzey Afrika ve Sahra Altı Afrika ülkelerinden Avrupa'ya kaçak göç için önemli bir geçiş ülkesi olan Tunus, AB'nin düzensiz göçün önlenmesi için mali kaynak sağladığı ülkeler arasında yer alıyor. İtalya da ikili düzeyde Tunus ile göçün önlenmesini de kapsayan, ekonomik iş birliklerini geliştirmeyi sürdürüyor. Son olarak iki taraf arasında üç anlaşma imzalandı.

Gerçi Tunus Cumhurbaşkanı Kays Saied, Nisan başında yaptığı açıklamada ülkesinin göçmenler için ne bir geçiş noktası ne de bir merkez olacağını yineledi. Ancak AB ile işbirlikleri bu ülkeden Avrupa'ya geçişlerde gerilemeye yol açmış görünüyor. UNHCR'nin 15 Nisan'da açıkladığı verilere göre Tunus sahil güvenliği yaklaşık 21 bin göçmeni Avrupa sularına ulaşamadan durdurdu ve geçen yıla kıyasla Avrupa'ya geçmeyi başaran kaçak göçmenlerin sayısı bu yılın aynı döneminde neredeyse yarı yarıya azaldı.

Said her ne kadar ülkesinin göç merkezi haline gelmeyeceğini söylese de Tunus fiilen göçmenleri ağırlayan bir ülke konumunda.

AB'ye "Sözde değerler" tepkisi

Avrupa Dış İlişkileri Konseyi'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika uzmanlarından Kelly Petillo, "AB'nin Tunus ile yaptığı anlaşma göçmen ve mültecileri AB'den uzak tutmak için tasarlandı, göçmenleri Tunus'tan uzak tutmak için değil" derken, hem İtalya'nın hem AB'nin Tunus ile anlaşmalarının mültecilerin ve göçmenlerin haklarını baltaladığını da söyledi.

Tunus'taki göçmenler, UNHCR önünde düzenledikleri protesto gösterisinde ellerinde "Yardıma ihtiyacımız var", "Tunus güvenli değil" yazılı pankartlar tutuyor
Uluslararası uzmanlar Tunus'un göçmenler için güvenli bir ülke olmadığını söylüyornull Hasan Mrad//IMAGESLIVE via

Cumhurbaşkanı Said'in Tunus’ta demokratik kurumlara ağır darbe indirdiğini, aynı zamanda göçmenlere de baskı uyguladığını söyleyen Petillo, göçün önlenmesi ile ilgili anlaşmaların Tunus'un "güvenli bir ülke" olarak kabul edilemeyeceği gerçeğini de göz ardı ettiği görüşünde.

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Tunus Direktörü Slasabil Chellali de aynı görüşte.

Tunus'taki göçmenlerin, sığınmacıların güvenlik güçlerinin ağır baskılarına maruz kaldıklarını anlatan Chellali, "Kaçmaya çalışanlar denizde yakalandıktan sonra ülkeye geri getirildiklerinde kötü muamele, keyfi tutuklamalar, gözaltılar ve toplu sınır dışı edilmelerle karşı karşıya kalıyor" dedi.

Bu yaşananların tek sorumlusunun Tunus Cumhurbaşkanı Said olmadığına dikkat çeken Chellali, sözlerini şöyle tamamladı:

"Bu. AB'nin göç sorununu dışsallaştırma politikasıyla da ilintili. Çünkü AB, insan hakları ve sözde AB değerleri pahasına Tunus'ta göç kontrolünü finanse etmeye devam ediyor."

 

DW,dpa / TL,RS,SB,DA,HT

DW Türkçe’ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Almanya'da siyasette hilafet gösterisi tartışması

Almanya'nın Hamburg kenti, Cumartesi günü yaklaşık bin kişinin katıldığı, tartışmalara neden olan bir gösteriye sahne oldu. Gösteride "Çözüm hilafet" ve "Almanya eşittir değerler diktatörlüğü" yazılı pankart ve afişler taşındı.

İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Almanya'da yoğun tartışmalara neden olan gösteriye ilişkin Bild gazetesine yaptığı açıklamada, daha fazla radikal İslamcı ve Yahudi düşmanını sınır dışı etmeyi planladıklarına dikkat çekti. Faeser, "Geniş çaplı yasa paketimiz şimdi yürürlükte. Bu çerçevede, Alman vatandaşlığı olmayan İslamcı ve antisemitlerin daha hızlı bir biçimde sınır dışı edilmesi kolaylaşıyor" diye konuştu.

Hamburg'da düzenlenen gösteride "Çözüm hilafet" afişi taşındı
Hamburg'da düzenlenen gösteride "Çözüm hilafet" afişi taşındı null Axel Heimken/dpa/picture alliance

İçişleri Bakanı Nancy Faeser'e eleştiri

Öte yandan, Hamburg'daki gösterinin yasaklanmamış olması, Alman siyaset camiası ve toplumda eleştirilere neden oldu.

Başbakan Olaf Scholz'ün de üyesi olduğu Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) üyelerinden Dirk Wiese, gösteride atılan sloganları eleştirdi. Wiese, "Hilafetin asla çözüm olmadığını, IŞİD teröründen kaçabilip Almanya'ya gelen çok sayıda insan bizzat biliyor. Hukuk devleti, şiddet, Hamas propagandası ve Yahudilere karşı nefret söylemine göz yummaz" diye konuştu.

Muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik'in (CDU) üyelerinden Christoph de Vries ise, İçişleri Bakanı Faeser'in radikal islamcılarla mücadele ediş biçimini "topyekün çöküş" olarak betimledi. De Vries, "Genç Müslümanlar üzerinde etkisi giderek artan İslamcılara karşı mücadelede derhal partiler üstü bir omuz omuza vermeye ihtiyaç var" değerlendirmesinde bulundu.

İslamcılık alanında uzmanlaşan Claudia Dantschke de, gösteriyi organize eden örgütlerden olan "Muslim Interaktiv" ismindeki grubun henüz yasaklanmamış olmasından ötürü İçişleri Bakanlığı'nı sert bir dille eleştirdi. Salı günü yaptığı açıklamada, Dantschke, "Muslim Interaktiv'in çoktan yasaklanmamış olması benim için gizemli bir durum. Çünkü bu grup maskesini çoktan çıkardı" diye konuştu.

Muslim Interaktiv örgütü, Hizb-ut Tahrir'in halefi olarak değerlendiriliyor. Dantschke, Hizb-ut Tahrir örgütünün 2003 yılından bu yana yasaklı olduğuna dikkat çekiyor.

Hizb-ut Tahrir'in Türkçe yayınları da var

Alman iç istihbaratı Anayası Koruma Teşkilatı'nın son raporunda, Hizb-ut Tahrir'in 750 üyesi olduğu bilgisi yer alıyor. 1953 yılında kurulan ve Almanya'da 2003'te faaliyetleri yasaklanan radikal örgütün hedefinin, "Bütün Müslümanları baskıdan kurtarmak" ve "dünya çapında bir hilefet çatısı altında birleştirmek" olduğu da belirtiliyor.

Örgüte göre Müslümanların baskıdan kurtulmak amacıyla kendini savunması için başvuracağı her yol mübah. Bu amaçla başka İslamcı gruplara yönelik şiddete de göz yumulabileceğini savunuyor. Hizb-ut Tahrir'in en karakteristik özelliği ise antisemitizm.

Federal istihbaratın raporuna göre, örgütün farklı dillerde hilafet hedefinin öne çıktığı yayın organları mevcut. Bunlar arasında Türkçe "Köklü değişim" isimli aylık gazete de bulunuyor.

Bu grupların hem yapılanmalarının tanınırlığını artırmak, hem de yeni üye kazanmak amaçlı yoğun sosyal medya faaliyeti yürüttüğü dikkat çekiyor. 

Hamburg'daki gösteride Muslim Interaktiv adlı internet ve sosyal medyada aktif olan yapılanma öne çıksa da, Türkçe'ye "İslam Kuşağı" diye çevrilecek "Generation Islam" da yine Hizb-ut Tahrir'e yakınlığıyla istihbarat raporlarına geçen bir diğer yapılanma.

Hafta sonunda düzenlenen ve hilafet çağrıları yapılan gösterilerle öne çıkan, hem kent hem de eyalet olan Hamburg'un istihbaratına göre, burada 2022 itibarıyla farklı uyruklara sahip 360 Hizb-ut Tahrir üyesi bulunuyor.

Güçlü oldukları Hamburg'da bu kişilerin özel ve kamuya kapalı alanlarda ya da restoranlarda biraraya geldiği de istihbarat raporunda yer alan bir diğer ayrıntı. 

Örgütün üyelerini, "Halaqat" yani güzel ahlak, halukluk adını verdiği iç eğitim çalışmalarıyla yetiştirdiği ve bu eğitimde derslerin Almanca, Dari ve Türkçe yapıldığı haber veriliyor.

Hizb-ut Tahrir üyelerinin Hamburg'da genelde camilerde istenmeyen gruplardan olduğu da istihbarat raporlarında yer alan bir diğer tespit.

12 "tehlikeli İslamcı" sınır dışı edildi

Resmi verilere göre, 2023 yılında Almanya toplam on iki "tehlikeli İslamcı"yı vatandaşları oldukları ülkeye sınır dışı etti.

Öte yandan, Alman güvenlik makamları, ülkede toplam 480 kişiyi dini aşırıcılık gerekçesiyle, "tehlike teşkil eden kişi" olarak sınıflandırıyor. Bu 480 kişiden 152'si Alman vatandaşlığına sahip. 120'si ise hem Almanya, hem de başka bir ülke olmak üzere çifte vatandaşlığa sahip.

Almanya'da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı (Verfassungsschutz), ülkedeki İslamcıların üye potansiyelini 27 bin 480 olarak tahmin ediyor. 

Almanya'dan IŞİD'e katılan Türkler

AFP, KNA / BÜ, ETO, HT

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Almanya'da "darbe planı" davası

Almanya'da darbe yoluyla hükümeti devirmeyi planlamakla suçlanan, kendilerini "İmparatorluk Vatandaşları" (Reichsbürger) olarak adlandıran aşırı sağcı oluşumun üyeleri hakkında açılan dava Pazartesi günü başladı. Prens XIII. Heinrich Reuss liderliğindeki grubun, Alman Federal Meclisi'ne baskın yaparak, milletvekillerini tutuklamayı planladığı iddia ediliyor. Hedeflerinde ise Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin Genel Başkanı Friedrich Merz'in olduğu belirtiliyor.

Ancak Almanya'nın birçok kentinde aşırı sağcı "Vatanseverler Birliği" adlı terör grubuna yönelik 7 Aralık 2022 tarihinde yapılan bir operasyon bu planların hayata geçirilmesini engelledi. "İmparatorluk Vatandaşları" oluşumunun bir parçası olan "Vatanseverler Birliği" grubuna yönelik operasyon sonucu aralarında Reuss'un da aralarında bulunduğu 25 kişi gözaltına alınarak, tutuklandı. Operasyonda 382 ateşli silah ve yaklaşık 150 bin parça mühimmat bulundu. Toplamda 200 civarında üyesi olduğu tahmin edilen grup üyeleri hakkında hazırlanan iddianame geçen yılın sonunda tamamlandı. Toplam 26 kişinin yargılanacağı dev dava üç kentte görülecek. Üç davadan ilki Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde Pazartesi günü başlayacak. Frankfurt'ta görülecek davanın Mayıs ayında, Münih'teki davanın ise Haziran ayında başlaması öngörülüyor. 

Silah üreticisi şirkette yönetimi ele geçirme planları

Stuttgart'taki davada yargılanan 9 sanık arasında tutuklanmadan önce Frankfurt'ta yaşayan bir emlakçı olan Prens XIII. Heinrich Reuss da bulunuyor. Grubun yaptığı planlara göre İmparatorluk Vatandaşları'nın iktidarı ele geçirmesi halinde 72 yaşındaki Reuss'un devletin başkanı olması öngörülüyordu. İddianameye göre operasyon öncesinde Eylül 2022'de yönetimi ele geçirmek için işbirlikçilerin vereceği sinyal bekleniyordu. "İmparatorluk Vatandaşları" işbirlikçilerinin üyelerinin yabancı hükümet, ordu ve istihbarat servislerinin temsilcilerinin oluşturduğu gizli bir grup olduğu öne sürülüyor.

Reuss liderliğindeki grubun üyelerinin yakalanmasının ardından operasyonlar ve tutuklamalar sürdü. Geçen yıl Kasım ayında düzenlenen operasyon sonrasında bir açıklama yapan İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Sağdan gelen devlet düşmanı eylemlere karşı geniş çaplı bir operasyonun yapıldığı bu günde, kutuplaşmanın arttığını ve bizim her gün demokrasimizi yeniden savunmak zorunda kaldığımızı yüksek sesle söylemeliyiz" demişti.

İmparatorluk Vatandaşları'nın Berlin'de düzenlediği bir gösteriden
İmparatorluk Vatandaşları'nın Berlin'de düzenlediği bir gösteriden null Paul Zinken/dpa-Zentralbild/picture alliance

Silah üreticisi şirkette yönetimi ele geçirme planları

Şiddet uygulamaya hazır olan Reuss grubu, muhtemelen Alman ordusundaki destekçileri tarafından orduya ait helikopterlerin kullanılacağına inanıyordu. Hatta merkezi Oberndorf am Neckar'da bulunan silah üreticisi Heckler&Koch'ta, yönetimin şiddet kullanılarak ele geçirilmesinin bile planlandığı iddia ediliyor. Sanıklara "terör örgütü üyesi olma" ve "vatana ihanet hazırlıkları" yapma suçlamaları yöneltiliyor. Stuttgart'ın yanı sıra Frankfurt ve Münih'te görülecek üç davada da İmparatorluk Vatandaşları grubunun ideolojisi ana konu olacak.

Ölü çocuklarla ilgili komplo teorileri

İddianameye göre bu ideoloji komplo teorileri de içeriyor. Buna göre, Prens Reuss, Almanya'nın çocuk ve gençleri öldürme planları yapan bir çeşit "derin devlet" tarafından yönetildiğini iddia ediyor. Hatta, 2021 yazında Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin Ahrtal kentinde yaşanan sel felaketinin, eski hükümet sığınaklarının sular altında bırakılarak çocukların öldürülmesini örtbas etme girişimi olduğu öne sürülüyor. Reuss yanlıları yaklaşık 600 çocuğun öldürüldüğü iddialarından söz ediyor.

Eski bir AfD'li milletvekili de yargılanacak

Savcılık, grubun şiddet yoluyla iktidarı ele geçirmeyi planladığını savunuyor. İddianamede grup üyelerinin eski savaş müttefikleri ABD, Fransa ve İngiltere ile yeni bir barış anlaşmasını müzakere etmeyi hedefledikleri, burada esas muhatap alacakları ülkenin ise Rusya olacağı belirtiliyor. Bütün bu planları hayata geçirebilmek için de grubun atış talimleri yaptıkları, Federal Meclis binasındaki odaları gözetledikleri ifade ediliyor.

Reuss ile birlikte Frankfurt'ta yargılanacak isimler arasında aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinden eski milletvekili ve eski hâkim Birgit Malsack-Winkemann da yer alıyor. İktidarı ele geçirmeleri halinde Malsack-Winkemann'ın adalet bakanlığı görevine geleceği iddia ediliyor.

20 bin civarında üyesi olan tehlikeli oluşum

Almanya'daki güvenlik kurumlarının tahminlerine göre "İmparatorluk Vatandaşları" adlı grubun yaklaşık 2 bin 300'ü şiddet yanlısı olmak üzere 20 bin civarında üyesi bulunuyor. Grup üyeleri demokrasiyi reddediyor, monarşiyi savunuyor, yabancı düşmanı ve antisemitist bir dünya görüşünü benimsiyor. "İmparatorluk Vatandaşları" İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki düzeni ve Almanya Federal Cumhuriyeti'ni Alman İmparatorluğu'nun devamı olarak kabul etmiyor. Bazı "İmparatorluk Vatandaşları" şiddet kullanma eğilimi gösteriyor hatta şiddet kullanıyor, Almanya Sağlık Bakanı Karl Lauterbach gibi siyasetçileri kaçırmakla tehdit ediyor. 

Yazar Tobias Ginsburg, 2020 ile 2022 yılları arasındaki koronavirüs pandemisi sırasında radikal aşı karşıtları ve komplo teorilerini benimseyen gruplar arasında kimliğini gizleyerek araştırmalarda bulunmuştu. Geçen yıl Mart ayında DW'ye değerlendirmelerde bulunan Ginsburg, bu oluşumun ne kadar tehlikeli olduğuna dair bir soruyu şu sözlerle yanıtlamıştı:

"Bu, yanıtı göründüğü kadar kolay olmayan bir soru. Çünkü İmparatorluk Vatandaşları birlik içinde olan tek bir hareket değil, ayrı bir aşırılık şekli de değil. Daha ziyade Alman tarihine ve Nasyonal Sosyalizme derinden bağlı bir komplo teorisi. Grup, bütün aşırı sağcı aktivistlerin fantezilerini paylaşıyor. Bu da, ötekinin ve yabancının olmadığı, homojen bir toplum."

Her üç davada da kararın gelecek yıl verilmesi bekleniyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

 

Almanya'daki yabancı doktorların durumu nasıl?

Uzun yıllardır sağlık çalışanı sıkıntısı çeken Almanya, göç etmek isteyen doktorların yoğunlukla tercih ettiği bir ülke. Yıllar içerisinde Almanya'daki yabancı doktor sayısında önemli bir artış kaydedildi. Alman Tabipler Birliğinin verilerine göre, Alman vatandaşlığı olmayan yaklaşık 60 bin doktor ülkenin sağlık alanındaki iş gücünün yaklaşık yüzde 12'sini oluşturuyor.

Almanya'daki yabancı uyruklu doktorların çoğunluğunu diğer Avrupa ülkelerinden ya da Ortadoğu ülkelerinden gelen doktorlar oluşturuyor. Suriye'den gelen 6 bin 120 doktorun çalıştığı Almanya'da, Suriyeliler yabancı doktorlar arasında en büyük grup. Bunu 4 bin 668 ile Rumenler, 2 bin 993 ile Avusturyalılar, 2 bin 943 ile Yunanlar, 2 bin 941 ile Ruslar ve 2 bin 628 ile Türkler takip ediyor.

Almanya'ya taşınan doktorlar bir hastanede çalışmaya başlamadan önce hem genel hem de mesleki Almanca dil becerilerinde yeterlilik gösterebildiklerini kanıtlayan iki sınavı da içeren bir onay sürecinden geçmek zorunda.

Pek çok kişi yabancı doktorların Almanya'da çalışması için gerekli sürecin zorlu olduğu, Almanya'da çalışmak isteyen doktorlar için daha fazla desteğe ihtiyaç duyulduğu kanaatinde. Bu desteğin sağlanmadığı bir durumda Almanya'nın sağlık hizmetlerinin zarar görme ihtimalinin olduğu düşünülüyor.

DW'ye konuşan Rhineland-Pfalz Eyalet Tabipler Birliği Genel Müdürü Jürgen Hoffart, "Bu doktorları ucuz iş gücü olarak görmemeliyiz, ancak onları mümkün olduğunca hızlı ve etkili bir şekilde sisteme entegre etmeliyiz" diyor.

Almanya'da neden yabancı doktor sıkıntısı var?

Uluslararası sağlık kuruluşları sağlık personeli sıkıntısının tüm dünyada arttığını ve yakında profesyonel tıp hizmetine erişimin birçok ülkede lüks haline gelebileceği konusunda uyarıyor. Bu durum özellikle Dünya Sağlık Örgütü'nün tavsiye ettiği bin kişi başına bir doktor oranının yakalanamadığı fakir ülkelerde ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Alman hükümetinin verilerine göre, bin kişi başına 4,53 hekimin bulunduğu ve Avrupa'daki 1,82 milyon doktorun yüzde 30'unun çalıştığı Almanya'da şu anda yeterli sayıda doktor bulunuyor, ancak bu sayı hızla azalıyor.

Yaşlanan ve bu sebeple tıbbi müdahaleye daha fazla ihtiyaç duyacak nüfusuyla Almanya'nın, tıpkı diğer Avrupa Birliği ülkeleri gibi yakın zamanda sağlık personeli sıkıntısıyla karşı karşıya kalacağı tahmin ediliyor.

Emekli olan doktorların yerine yeterli sayıda yeni doktor yetişmiyor. Bu da özellikle kamu sektöründeki sağlık çalışanlarının üzerinde ek bir yük oluşturuyor.

2023 yılı itibarıyla Almanya'da çalışan doktorların yüzde 41'i, uzmanların ise yüzde 28'i 60 yaşın üzerindeydi. Önümüzdeki üç yıl içinde, büyük ölçüde emeklilik nedeniyle tahminen 5 bin ila 8 bin doktor muayenehanesinin kapanması bekleniyor.

Bir doktor, hastasına reçete veriyor
Yabancı doktorlar için dil bir sorun oluşturuyor mu? null Uwe Umstätter/Westend61/IMAGO

Emekli olan doktorların yerine yeterli sayıda mezun bulunmadığından, sağlık sisteminin şu andaki standartta işlemeye devam etmesi için kısa vadeli tek çözüm yurt dışından doktor alımı olarak öne çıkıyor.

Almanya'da yabancı doktorlar hangi koşullarda çalışıyor?

Almanya'da 18 yılı aşkın süredir çalışan Dr. Fabri Beqa, "Almanya'da, burada doğmamış olanlar da dahil olmak üzere tüm tıp uzmanlarına güveniliyor ve değer veriliyor" ifadelerini kullanıyor. DW'ye konuşan Beqa, kendi deneyimlerine göre yabancı doktorların başka bir ülkenin sağlık sisteminde çalışmanın zorluklarını öğrenmeye ve bunlarla baş etmeye istekli insanlar olduğunu söylüyor.

"Almanya'nın sağlık altyapısı, kendi ülkem olan Kosova da dahil olmak üzere diğer birçok ülkeden önemli ölçüde daha iyi finanse ediliyor" diyen Beqa bunun bir tıp uzmanı için daha gelişmiş aletlerle çalışmak ve mesleki olarak kendini geliştirebilmek anlamına geldiğini belirtiyor.

"Yabancı doktorların genellikle acil servislerde veya iş yükünün nispeten daha yüksek olduğu hastane merkezli görevlerde" çalışmak zorunda kaldıklarını belirten Beqa buna rağmen Almanya'da iş-hayat dengesinin iyi olması sebebiyle buna değdiğini söylüyor: "Yeterince kazanıyorsunuz ve hayattan keyif almak için yeterli zaman var."

Beqa, Almanya'da yapısal anlamda bir desteğin olmaması yüzünden yabancı bir doktorun kariyer gelişiminde Alman bir doktorla kıyasla daha fazla çaba göstermesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Örneğin, yabancı hekimlerin kendi kliniklerini veya muayenehanelerini açmaları, Alman yasalarındaki uygulamadan dolayı Almanya'daki meslektaşlarına göre çok daha uzun sürüyor.

"Almanya yalnızca temel tıp eğitimini tanıyor, dolayısıyla bir uzman Almanya'da çalışmak istiyorsa yeniden uzmanlık eğitiminden geçmesi gerekiyor" diyen Beqa, bunun yıllar süren yeni bir eğitim gerektirdiğini vurguluyor.

Yabancı doktorlar için dil bir engel oluştuyor mu?

Yabancı doktorların yaşadığı dil sorunlarına dikkat çeken Rhineland-Pfalz Eyalet Tabipler Birliği Genel Müdürü Hoffart, bazı hastalardan yabancı doktorları anlayamadıklarına dair şikayetler geldiğini söylüyor.

"Hastalardan 'Doktorların düzgün Almanca konuştuğu bir hastane önerebilir misiniz?' sorusunu soran başvurular alıyorum" diyen Hoffman yabancı doktorların dil becerisine yönelik eleştirilerin haklı olabileceğini belirtiyor. Yabancı doktorların girdiği dil testlerinin standart Almanca'ya odaklandığını ifade eden Hoffman bunun yerel lehçeleri ve aksanları anlamalarına yardımcı olmadığını vurguluyor.

Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi tarafından 2016 yılında yapılan bir araştırma, birçok göçmen doktorun Almanca dil sorunlarının yanı sıra Almanya'daki kültür ve sağlık sistemine ilişkin bilgi eksikliğiyle mücadele ettiğini ortaya koydu.

Basel Üniversitesi'nin 2022'de yayınladığı ve Almanya'daki iki büyük üniversite hastanesini kapsayan bir başka çalışma ise hemşireler ve doktorlar da dahil olmak üzere birçok göçmen sağlık çalışanının dil, milliyet, ırk ve etnik kökene bağlı ayrımcılığa maruz kaldığını gösterdi.

Dr. Beqa ise doktorların uyum sorunu yaşamadığını ve Almanca öğrenmekte zorlanmadığını gözlemlediğini ifade ediyor. "Benim deneyimlerine göre doktorların çoğu dili çabuk öğreniyor" diyen Beqa, "Ayrıca, siz Almanca'yı çok iyi konuşsanız bile, konuşamayan hastalar her zaman oluyor ve dolasıyla dil sadece doktorlar için bir engel değil" sözleriyle gözlemlerini aktarıyor.

Hoffart, Almanya'daki deneyimli doktorların yurtdışından gelen yeni gelen meslektaşlarıyla daha fazla ilgilenmeleri ve onlara Alman sisteminin özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi vermelerinin iletişim sorunlarını çözebileceğini söylüyor. Hoffman yabancı doktorlara da ek olarak dil ve iletişim kursları alma tavsiyesinde bulunuyor.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim? 

Alman basınından Steinmeier'e hem övgü hem eleştiri

Alman basını, Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'ın Türkiye ziyaretini ve Ankara'da mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan ile düzenlediği ortak basın toplantısındaki açıklamalarını yorumladı.

Frankfurter Rundschau gazetesi, Steinmeier-Erdoğan görüşmesinin zamanlamasına dikkat çekti. Gazete, Türkiye ile Almanya'nın birbiri için "vazgeçilmez" olduğunu belirten Steinmeier'in bu sözlerini de yorumladı.

"Steinmeier'ın Türkiye'deki ziyaret programı bile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la ilişkinin ne kadar mesafeli olduğunu gösteriyor. Steinmeier, üç günlük resmi ziyaretinin ancak son gününde Ankara'da Erdoğan'la görüştü. Nihayetinde Berlin ve Ankara'nın görüş ayrılığı yaşadığı birçok konu var. Örneğin Erdoğan Hamas'ı 7 Ekim'deki acımasız terör saldırısından sonra bir kurtuluş örgütü olarak tanımladı. Erdoğan'ın insan haklarına yaklaşımı da tartışmalı. Ve Türkiye'de uzun süredir bağımsız bir yargı yok. Steinmeier, Türkiye ve Almanya'nın birbirinden ayrılmaz şekilde bağlantılı olduğunu vurguladı. Ki Almanya'daki yaklaşık 3 milyon Türkiye kökenli insan tek başına bunu sağlıyor. Federal Cumhurbaşkanı 'Birbirimize ihtiyacımız var' dedi. Bu doğru. Türkiye zor bir partner. Ama aynı zamanda da vazgeçilmez bir partner."

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan'ın ortak basın toplantısı
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan'ın ortak basın toplantısınull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Reutlinger General-Anzeiger gazetesi ise Steinmeier'in Ankara-Hamas ilişkisi ve Türkiye'deki insan hakları konusundaki tavrını eleştirdi.

"Geçmişte sadece Dışişleri Bakanı değil, aynı zamanda Başbakanlık Dairesi Başkanı ve SPD'nin başbakan adayı da olan bu politik Federal Cumhurbaşkanı'ndan birkaç tane de olsa daha net kelimeler duymak isterdi insan. Eğer Almanya İsrail'in güvenliğini bir devlet politikası olarak ilan ediyorsa, o zaman cumhurbaşkanı da Türkiye'nin Hamas'a desteğini sert şekilde eleştirmek zorunda. Hamas'ın açıkladığı hedef zira, İsrail'i ortadan kaldırmak. Ayrıca Steinmeier, Türkiye'de demokrasinin durumu ve insan hakları konusunda da eleştirel birkaç kelime etseydi kendisine yakışan bir davranış olurdu."

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeiernull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier'ın Erdoğan konusundaki yaklaşımını öven Rhein-Neckar-Zeitung gazetesindeki yorumdaysa şöyle denildi:

"Recep Tayyip Erdoğan kusursuz bir demokrat değil. Ancak anlaşmalar söz konusu oduğunda güvenilir bir partner. İster Avrupa Birliği ile mülteci mutabakatı olsun isterse de Rusya ile Ukrayna arasındaki tahıl anlaşması olsun, Erdoğan sözünü tuttu. Muhalefete ve kendisini eleştirenlere rahat vermemesi, Yahudi düşmanı Hamas'ı desteklemesi ve Kürtlere karşı savaş yürütmesi de siyasetçi Erdoğan'ın birer parçası. Ancak Frank-Walter Steinmeier'in bu Türkiye ziyaretinde ortaya koyduğu gibi, onu idare edebilirsiniz. Bir dışişleri bakanı rolü oynayan Federal Cumhurbaşkanı, yerel yönetimin muhalefette olduğu İstanbul'dan başlayan seyahat güzergâhıyla Ankara'daki Cumhurbaşkanı'yla arasına kritik bir mesafe koydu. Aynı zamanda Almanya'daki Türklerin başarı hikâyelerine önem verdi. Ki elbette bu Erdoğan'ı memnun ediyor. Kıymet bilmek, başarı odaklı diplomaside önemli bir değerdir. Kibirli bir şekilde karşıdakini rencide etmekse bunun tersidir."

dpa/CÖ,EC

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya'nın yeni gündemi: Çin ve Rusya ajanları

Almanya Federal Savcılığı hareketli günlerden geçiyor. Gündem ise farklı ülkelerin gizli servis elemanı olmakla suçlanan şüphelilerin art arda gözaltına alınması.

Üç erkek ve bir kadın dört şüphelinin Çin adına casusluk yaptığı suçlamasıyla yakalanmasının ardından, Federal Meclis'in İstihbarat Servisleri Parlamento Kontrol Komitesi'ne başkanlık eden Yeşiller Partisi milletvekili Konstantin von Notz, "Bunun güvenliğimize yönelik çok ciddi ve gerçek bir tehdit olduğunu anlamalıyız. Hem cezai işlemler uygulayarak de hem de yapıları ve ağları ortaya çıkararak hızlı ve kararlı bir şekilde hareket etmeliyiz" ifadelerini kullandı. 

Yaşanan son gelişmeler Almanya'nın iç istihbarat örgütü olan Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Thomas Haldenwang için sürpriz olmadı. Haldenwang, DW'ye yaptığı açıklamada "Bu soruşturmaları biz başlattık ve deliller netleştiğinde polise ve savcılığa teslim ettik" diye konuştu. Teşkilatın 2023 raporunda şu ifadeler yer alıyordu: "Çin'in giderek daha fazla güç elde etme yönündeki küresel hırsları takip ediliyor. Devlet aktörlerini etkilemenin yanı sıra Çin'in casusluk faaliyetlerini daha da yoğunlaştırması beklenebilir"

Çin'in acelesi olmadığını söyleyen Haldenwang, "2049'a kadar dünyanın bir numaralı siyasi, askeri ve ekonomik gücü olmak istiyorlar. Hem yasal hem de yasadışı yollarla sürekli bu hedefin peşinden koşuyorlar" dedi.

Klasik hedefler: Üniversiteler ve iş dünyası

Haldenwang, Alman Üniversitelerindeki Çinli akademisyenler ve öğrencilerin "Devlete (Çin) bilgi vermekle yükümlü olduğu" konusunda uyardı.

"Çin'le ilişkilerimizde saf olmamalıyız" diye konuşan Almanya Eğitim Bakanı Bettina Stark-Watzinger de, "İhtiyacımız olan şey, özellikle üniversitelerde ve bilim alanında yaptığımız iş birliklerindeki risklerin ve faydaların daha eleştirel bir şekilde tartışması" ifadelerini kullandı.

Anayasayı Koruma Teşkilatı da ekonomik iş birliğine karşı temkinli davranıyor. Haldenwang, her ortak girişim ve doğrudan yatırımla birlikte Çin'den yöneticilerin ve çalışanların Almanya'ya geldiğini bunun da casusluk faaliyetleri için potansiyel oluşturduğunu belirtti ve iş dünyasına ait sırların da Çin'e ulaşabileceği konusunda uyardı.

Ancak Salı günü Çin ajanı suçlamasıyla göz altına alınan şüpheli, bilim veya iş dünyasından ziyade siyaset alanını öne çıkarıyor. Jian G., Haziran 2024'teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı popülist Almanya için Alternatif Partisi'nin (AfD) lider adayı Maximilian Krah'ın yakın çalışma arkadaşıydı.

Federal Anayasayı Koruma Dairesi tarafından aşırılıkçılık şüphesiyle ülke çapında izlenen aşırı sağcı parti AfD, defalarca Rusya ile yakın bağlara sahip olmakla suçlandı.

Almanya Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Thomas Haldenwang
Thomas Haldenwangnull Martina Skolimowska/dpa/picture alliance

Ancak istihbarat teşkilatının bulgularına göre Rusya'nın amacı Çin'inkinden farklı. Haldenwang, Rusya'nın muazzam güç kullanarak bir sıcak savaş yürüttüğünü ve bu sebeple istihbarat servislerinin Avrupa'da karmaşık operasyonlar yürütme yeteneğinin ve isteğinin olmadığını varsaymanın ihmalkarlık olacağını söyledi.

İç istihbarat şefi, Rus casusluğunun artarak devam edeceğini ve bu amaçla Rusya'nın yeni kişileri görevlendireceğini tahmin ediyor. Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı savaştan kısa bir süre sonra Almanya, Berlin'deki Rus büyükelçiliğine akredite olan yaklaşık 40 ajan olduğu düşünülen şüpheliyi sınır dışı etti.

O zamandan beri Rusya'nın Almanya'da yaşayan Rusları askere alma girişimine dair raporlar bulunuyor. Rus topluluğunun çok dayanıklı olduğunu kanıtladığını söyleyen Haldenwang yine de Almanya'da Rusya Devlet Başkanı Putin'e sempati besleyen, "Rusların çıkarları doğrultusunda hareket etmeye hazır" Rusların yaşıyor olabileceğine dikkat çekti.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, casuslukla suçlanan altı şüphelinin altı gün içerisinde benzeri görülmemiş bir şekilde göz altına alınmasını bir başarı olarak nitelendirdi. Faeser, "Federal Anayasayı Koruma Dairesi başta olmak üzere güvenlik yetkililerimiz, casusluğa karşı önlemleri büyük ölçüde güçlendirdi. Bu şekilde kendimizi hem Rus rejiminin hibrit tehditlerine karşı hem de Çin'den gelen casuslara karşı koruyoruz" dedi.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Avrupa 2023'te "aşırı" hava olayları yaşadı

Dünya fosil yakıt emisyonlarının etkisini giderek daha fazla hissederken Avrupa kıtasının da iklimi değişiyor. Avrupa İklim Durumu raporuna göre geçen yıl kıtada birbiriyle çelişenaşırı hava koşullarıyaşandı.

Raporu Dünya Meteoroloji Örgütü ile birlikte yazan Avrupa Birliği'nin Copernicus İklim Değişikliği Servisi (C3S) direktörü Carlo Buontempo, "2023'te Avrupa şimdiye kadar kaydedilen en büyük orman yangınına, en yağışlı yıllardan birine, şiddetli deniz sıcak hava dalgalarına ve yaygın yıkıcı sellere tanık oldu" diye konuştu.

Avrupa 2020'den bu yana tarihinin en sıcak üç yılını yaşarken 2007'den bu yana ise en sıcak 10 yılını yaşadı.

Milyarlarca euroluk sel hasarı 

2023 yılında Avrupa ortalamadan yüzde 7 daha fazla yağış gördü. Kıtadaki nehirlerin üçte biri "yüksek" sel eşiğini aştı, bazılarında şiddetli su baskını yaşandı. 

Uluslararası Afet Veri Tabanına göre sel, Avrupa çapında yaklaşık 1,6 milyon insanı etkileyerek en az 40 kişinin ölümüne neden oldu. Fırtınalar 63 kişinin ölümüne neden olurken, orman yangınlarında 44 kişi hayatını kaybetti. Hava ve iklimle ilgili olaylar yaklaşık 13 milyar 400 milyon euro hasara neden oldu. Bunların yüzde 80'inden fazlası su baskınlarıyla ilgiliydi.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) Genel Sekreteri Celeste Saulo, "İklim krizi bizim neslimizin en büyük sorunu. İklim eyleminin maliyeti yüksek görünebilir, ancak eylemsizliğin maliyeti çok daha yüksek" dedi. 

Avrupa daha fazla aşırı sıcaklık yaşıyor

C3S ve WMO araştırmacılarına göre, Avrupa genelinde iklim değişikliği ile bağlantılı sağlık sorunları da arttı.

Sıcaktan ölen insan sayısı son 20 yılda yüzde 30 civarında artarken, 2023'te "aşırı sıcaklık stresinin" yaşandığı rekor sayıda gün görüldü.

"Aşırı sıcaklık", sıcak çarpması gibi sağlık sorunlarından kaçınmak için harekete geçmenin gerekli olduğu 46 santigrat dereceği aşan sıcaklıklar olarak tanımlanıyor.

Temmuz ayında sıcak hava dalgasının en yüksek olduğu dönemde,  güney Avrupa'nın yaklaşık yüzde 41'i güçlü, çok güçlü veya aşırı sıcaklık stresi yaşadı . "Isı stresi", insan vücudunun nem, rüzgar hızı, güneş ve termal radyasyon gibi faktörlerle birlikte yüksek sıcaklıklara nasıl tepki verdiğini gösteren bir ölçü olarak tanımlanıyor. 

Avrupa'da ısı stresi riskleri hafife alınıyor

Uzun süreli ısı stresi insanların sağlık durumunu olumsuz yönde etkileyebilir. Özellikle küçük çocuklar, yaşlılar ve önceden sağlık sorunları yaşamış kişilerde yorgunluk ve sıcak çarpması riskini artırır. 

Raporu yazan uzmanlara göre kamuoyu -sağlık çalışanları da dahil olmak üzere- artan sıcaklığın yarattığı riskleri hafife alıyor.

Alp buzulları eriyor ve ormanlar yanıyor

Yüksek sıcaklıklar, kışın kar azlığı nedeniyle Alpler'de "olağanüstü" buz kaybı yaşayan Avrupa'nın buzullarına da zarar verdi. Copernicus'un raporuna göre, son iki yılda Alpler'deki buzullar hacimlerinin yaklaşık yüzde 10'unu kaybetti.

 Yunanistan'da 2023'te 18-29 Temmuz tarihlerinde 10 gün içerisinde 667 yangın meydana geldi.
Yunanistan'da 2023'te 18-29 Temmuz tarihlerinde 10 gün içerisinde 667 yangın meydana geldi.null Nicolas Economou/NurPhoto/picture alliance

Sıcaklık ve kuraklık aynı zamanda 2023'te Avrupa genelinde meydana gelen kontrol edilemeyen yangınların da tetikleyicileri arasında yer alıyor. Yıl boyunca Londra, Paris ve Berlin büyüklüğünde bir alan yandı. Yunanistan, AB'de şimdiye kadar kaydedilen en büyük orman yangınını yaşadı ve yangın, Atina'nın iki katı büyüklüğünde bir bölgeyi yok etti.

Avrupa neden bu kadar aşırı ısınma görüyor?

Avrupa, sıcaklıkların küresel ortalamanın iki katından fazla artmasıyla dünyanın en hızlı ısınan kıtası. Copernicus'un direktör yardımcısı Samantha Burgess'e göre bu durum kısmen Avrupa'nın Kuzey Kutbu'na olan yakınlığından kaynaklanıyor. Kuzey Kutbu dünyanın geri kalanına göre yaklaşık dört kat daha hızlı ısınıyor.

Burgess, Avrupa'da hava kalitesinin artmasının da ısınmaya katkıda bulunduğunu çünkü havada güneş ışığını yansıtarak soğumaya yardımcı olan daha az parçacık bulunduğunu söyledi.

Rapordaki olumlu gelişme: Yenilenebilir elektrik rekoru

Avrupa'da yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik geçen yıl yüzde 43'e ulaşarak rekor kırdı. 2022'de bu oran yüzde 36 idi. Sonbahar ve kış fırtınaları rüzgar enerjisini önemli ölçüde artırdı ve nehirlerdeki yüksek su seviyeleri daha fazla hidroelektrik üretti.

Bu rakamlara göre yenilenebilir kaynaklardan elde edilen elektrik miktarı, iki yıldır iklim krizini artıran fosil yakıtlardan elde edilen elektrik miktarını aşıyor. Ancak raporu yazan uzmanlar gezegenin ısınmasına neden olan sera gazı emisyonlarının artmaya devam ettiğini vurguladı.

Burgess, iklimin istikrara kavuşuncaya kadar gezegenin yeni hava rekorları kırmaya devam etmesinin muhtemel olduğunu söyledi. Burgess, El Nino iklim düzeninin bu yıl sona ereceğini hesaba kattıklarında Avrupa'da önümüzdeki yazın sıcaklık rekoru kırmayacağını sözlerine ekledi.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Almanya: Konut krizi alarm veriyor

Amir Schraff*, 16 yılı aşkın süredir Almanya'da yaşıyor. Afganistanlı bekâr bir baba. Schraff'ın ev sahibi 24 Aralık 2022'de Bonn kenti yakınlarında bulunan kiralık dairesinden çıkmasını istedi. O günden beri Almanya'daki yüz binlerce insanla aynı kaderi paylaşıyor: Uygun fiyatlı bir daire için aylar süren umutsuz bir arayış.

Onlarca cevapsız mektup, birbiriyle yarışan yüzlerce başvuru sahibi ve evleri sadece görmek için bile beklenen ve sonu gelmeyen kuyrukla... Tabii evi görmeye davet edilmek için de şanslı olmak gerekiyor. Çoğu zaman da karşılaşılan standart bir cevap var: "Üzgünüz, başka birini seçtik!"

Evden çıkarılma kararına karşı yasal yollara başvurduğunu DW'ye anlatan Schraff, "Almanya'daki konut sorunu giderek dramatik bir hal alıyor" diyor.

800 binin üzerinde konut açığı

Rakamlar da Alman emlak piyasasındaki durumun ne kadar kötü olduğunu kanıtlar nitelikte. Ülkede 800 binin üzerinde konut açığı var ve bu açık giderek artıyor. Federal İstatistik Ofisi'ne göre, çoğu bekar ebeveyn ve çocuklarından oluşan 9,5 milyondan fazla kişi evlerinde sıkışık durumda yaşıyor. Alman hükümetinin 100 bini sosyal konut olmak üzere her yıl 400 bin yeni konut inşa etme yönündeki iddialı hedefi ise yüksek faiz oranları ve inşaat maliyetleri nedeniyle zor görünüyor.

Münih kentindeki Ekonomi Araştırma Enstitüsü (ifo), 2023 yılında yaklaşık 245 bin konut inşa edildiğini ancak bu yıl sayının yalnızca 210 bin olacağını açıkladı.

Almanya'da konut arzı az ama talep çok büyük olduğu için kiralar da hızla yükseliyor. Amir Schraff gibi giderek daha fazla kişi çaresizlik içinde kiracıların çıkarları için kampanya yürüten Alman Kiracılar Birliği gibi kuruluşlara başvuruyor. Alman Kiracılar Derneği Bonn/Rhein-Sieg/Ahr Genel Müdürü Peter Kox, DW'nin konuya ilişkin sorularını yanıtladı.

Alman Kiracılar Derneği Bonn/Rhein-Sieg/Ahr Genel Müdürü Peter Kox
Alman Kiracılar Derneği Bonn/Rhein-Sieg/Ahr Genel Müdürü Peter Koxnull privat

Kox, "Düsseldorf, Köln ve Bonn gibi büyük belediyelerde, insanların neredeyse yüzde 50'si artık gelirlerine bağlı olarak bir konut hak sertifikası, yani kira kontrollü bir daire hakkına sahip. Bugünlerde danışmanlık servisimizi ziyaret edenler sadece 'olağan' vatandaşlık yardımı alanlar değil, aynı zamanda toplumun orta kesimi" diyor.

Kiracı derneklerine üyelik rekor düzeyde

Almanya Başbakanı Olaf Scholz da konut sıkıntısının ülkenin en önemli sosyal sorunu olduğu görüşünde. Ülkede artık sadece çocuklu bekar ebeveynler, işsizler, öğrenciler ve mülteciler değil, aynı zamanda giderek artan bir şekilde orta sınıf da uygun fiyatlı konut için mücadele ediyor.

İnşaat halinde bir bina, önünde iskele görülüyor
Almanya'da konut arzının düşük olması, kiraların yükselmesine neden oluyornull Frank Hoermann/SVEN SIMON/picture alliance

Birliğin rekor bir sayıya, yaklaşık 25 bin üyeye ulaştığını ve birliği her gün daha fazla kişinin katıldığını anlatan Kox, "İnsanlar zaten çaresiz durumda. Son yıllarda gördük ki bize gelenler sadece akut yeni sorunları olanlar değil. Örneğin nasıl ödeyeceklerini bile bilmedikleri enerji faturasıyla gelenler de var" diye sözlerini sürdürüyor.

Ev bulamayanlar ise ya dışarıda kamp kuruyor ya arkadaştan arkadaşa taşınıyor veya geceyi belediyeye ait konaklama yerlerinde geçiriyor. Bonn'daki Alman Kiracılar Derneği yetkilisi Kox, kendi bölgesinde şu anda 3 bin 500 kişi olduğunu tahmin ediyor. Bu sayı birkaç yıl önceki sayılardan on kat daha fazla.

Kox acil bir çağrıda bulunyor:

"Önümüzdeki 20 yıl içinde Bonn'a yaklaşık 30 bin kişi taşınacak ve onlar için 15 bin konuta ihtiyacımız var. Sağlıklı bir konut piyasasında tüm dairelerin yüzde 12 ila 14'ünün devlet tarafından sübvanse edildiği ve kira kontrollü olduğu varsayılırsa, bunların 10 bini devlet tarafından sübvanse edilen daireler olmalı."

Almanya: Kiracılar ülkesi

Almanya bir kiracılar ülkesi ve Avrupa'da bu konuda açık ara bir numara. Nüfusun yarısından fazlası kendi evinde yaşamıyor ve Avrupa Birliği'nde ev sahibinden çok kiracısı olan tek ülke. Ancak Almanya şimdi geçmişte yaptığı siyasi hataların bedelini ödüyor: Federal hükümet binlerce daireyi özel yatırımcılara satarken eyaletler sosyal konut yapımından büyük ölçüde çekilmişti.

DW'nin sorularını yanıtlayan konut politikası uzmanı Matthias Bernt, "Eskiden dört milyon sosyal konutumuz ve 15 milyon kiracı hanemiz vardı, bu da 1 bölü 4 oranı anlamına geliyordu. Bugün bir milyon sosyal konutumuz ve 21 milyon kiracı hanemiz var, bu da 1 bölü 21 oranı anlamına geliyor. Şu anda bir şekilde sosyal konuta erişebilenler piyangoyu kazanmış demektir" diyor.

Konut politikası uzmanı Matthias Bernt
Konut politikası uzmanı Matthias Berntnull Leibniz-Institut für Raumbezogene Sozialforschung (IRS)

Bernt, Leibniz Mekânsal Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nde "Politika ve Planlama" araştırmasının başkanlığını yürütüyor. Konut krizinin özellikle büyük şehirlerde ve üniversite kentlerinde belirgin olduğunu gözlemlediğini belirtiyor. Örneğin başkent Berlin'de giderek daha fazla Airbnb dairesi bulunurken aynı zamanda yeni kiralanan dairelerin kirası mevcut dairelerin kirasından ortalama iki kat daha yüksek.

Kira dondurma süresi uzatıldı

Alman hükümeti bu sorunla mücadele etmek için çaresizce çabalıyor ve şimdi kira dondurma süresini 2029 yılına kadar uzattı. Buna göre, yeni bir kira sözleşmesi imzalandığında, kira bedeli standart yerel karşılaştırmalı kira bedelinin yüzde onundan fazla olamaz. Bununla birlikte yeni inşa edilen, kapsamlı bir şekilde modernize edilen veya kısmen mobilyalı daireler için istisnalar mevcut. Berndt'e göre bunlar acilen kapatılması gereken boşluklar.

Berndt, "Kısa vadede kiralık emlak piyasasının gerçekten daha güçlü bir şekilde düzenlenmesine ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Örneğin Berlin'deki dairelerin yarısının bir hile kullanılarak yarı mobilyalı olarak sunulması kabul edilemez. Ev sahipleri bunu, daireye bir masa ve bir dolap yerleştirerek ve bunun için korkunç meblağlar talep ederek üst kira sınırını aşmak için kullanıyor" diyor.

*: İsim editörler tarafından değiştirilmiştir

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Almanya'da kürtajın yasallaşması tartışması

Kürtaj, Almanya'da genel olarak yasak ve ceza gerektiren bir suç sayılıyor. Kürtaja ilişkin yasal düzenlemeler Ceza Kanunu'nun 218'inci maddesinde yer alıyor. Ancak, kürtaj hamileliğin ilk üç ayı içerisinde gerçekleştirilirse ve hamile kadın bu konuda danışmanlık almışsa, cezadan muaf tutuluyor. Ayrıca, tecavüz sonrasında hamile kalma durumda veya kadının fiziksel ve ruhsal sağlığı için tehlike oluşturması halinde kürtaja izin veriliyor.

Yaklaşık 30 yıldan beri yürürlükte olan bu mevcut yasal duruma uzun ve hararetli tartışmaların ardından ulaşılmıştı. Şimdi, koalisyon partileri Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) kürtajla ilgili yasal düzenlemelerde değişiklik yapılmasını planlıyor.

Komisyonun kürtaja ilişkin tavsiyeleri

Bir yasa tasarısı hazırlanmadan önce ise Alman hükümeti tarafından atanan hekim, psikolog, sosyolog ve hukukçulardan oluşan bir uzman komisyonu kürtaj konusunda tavsiyeler hazırladı. Komisyon üyeleri bugün yaptıkları açıklamada, hamileliğin ilk 12 haftasında kürtaja izin verilmesi tavsiyesinde bulundu. Komisyon, mevcut yasal düzenlemenin anayasa hukuku, uluslararası hukuk ve Avrupa hukukuna uygun olmadığını belirtti.

İlk 12 haftada kürtajın yasal olmasını tavsiye eden komisyon, 22'nci haftaya kadar olan dönemde hangi koşullar altında kürtajın yasal olması gerektiği konusunda kararı siyasete bıraktı. 22'nci haftadan itibaren kürtajın yasalara aykırı olarak değerlendirilmesini tavsiye eden uzmanlar, tecavüz veya hamilelerin sağlığını tehlike atan bir durumda ise istisna yapılması gerektiğini kaydetti. 

SPD'li politikacı Katja Mast, erken dönemde kürtajın artık bir suç olmaktan çıkarılması gerektiğini ifade ediyor. Mast, "Kürtaj düzenlenmesinin Ceza Kanunu kapsamında olmaması gerektiğini düşünüyorum çünkü bana göre bu, kadınları damgalıyor" diyor.

Toplumda farklı görüşler var

Kiliseler ve sivil toplumun ise tepkileri oldukça farklı. Bu da konuyla ilgili toplumdaki kutuplaşmayı gösteriyor. Katolik piskopos Heiner Koch, Katolik Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada, "Hem annenin ihtiyaç ve endişelerini hem de doğmamış çocuğun korunmasını desteklediği için" mevcut yasal düzenlemenin korunması gerektiğini belirtti. Almanya Katolikleri Merkez Komitesi de hamileliğin erken evresinde embriyonun yaşam hakkının daha az olmasını eleştiriyor.

Uzmanlardan oluşan komisyonun tavsiyelerini destekleyen Pro Familia derneği ise kürtajın tamamen suç olmaktan çıkarılması ve hamileliğini sonlandırmak isteyen kadınlara zorunlu danışmanlık verilmesinin kaldırılması gerektiğini savunuyor.

Muhalefet partileri ne diyor?

Siyasette ise muhafazakâr kesim planlanan yasal düzenlemeye karşı çıkıyor. Ana muhalefet partisi Hristiyan Demokrat Birlik'in (CDU) Genel Başkanı Friedrich Merz, bu reform yoluyla "ülkeye büyük bir sosyal çatışma getirmemesi" konusunda hükümeti uyardı. CDU'nun ittifak yaptığı Bavyera'daki Hristiyan Sosyal Birlik'ten (CSU) Dorothee Bär ise bir röportajında, "doğmamış çocuğun yaşam hakkının korunmasının artık bir rol oynamaması karşısında şaşkın" olduğunu dile getirdi.

Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) de kürtajın yasal olmasına karşı çıkarken, "doğmamış bebeklerin hayatının korunmasını" argüman olarak kullanıyor.

Sol Parti ise federal hükümete tavsiyeleri bir yasa tasarısına dönüştürerek kısa süre içinde sunması çağrısında bulunuyor.

Koalisyon hükümetinin bir tasarı hazırlayarak meclise sunması halinde ise CDU/CSU ve AfD'nin Federal Meclis'teki oylamada birlikte hareket etmesi bekleniyor. Ancak bu AfD'ye karşı bir "güvenlik duvarı" inşa etmiş olan ve AfD ile iş birliği yapmak istemeyen CDU/CSU için bir sorun teşkil ediyor.

CDU'nun, AfD'nin ya da her iki partinin de söz konusu yasa tasarısına karşı Federal Anayasa Mahkemesi'ne başvurması durumunda benzer bir ikilemle karşı karşıya kalabileceği belirtiliyor. 1990'larda Federal Meclis'te onaylanan kürtaja ilişkin daha liberal bir yasa tasarısı Anayasa Mahkemesi'nde kabul edilmemişti. Varılan uzlaşma ile bugün hâlâ yürürlükte olan düzenleme hayata geçirilmişti. Bu kez de, hükümetin reformuna karşı Anayasa Mahkemesi'ne yapılacak bir başvuru başarılı olabilir.

Kürtajla ilgili "reklam yasağı" kaldırıldı

Almanya'da hükümet geçen yıllarda da kürtaj ile ilgili bazı yeni düzenlemeler getirdi. Ceza Kanunu'nun "kürtaja reklam yasağı" öngören 219a maddesi kaldırıldı. Bu madde, kürtaj hakkında kamuoyuna bilgi vermeleri halinde doktorları cezaya tabi tutuyordu.

Ayrıca kürtaj karşıtlarının eylemlerinin yasaklanmasına yönelik yasa tasarısı da parlamento sürecinde. Kürtaj karşıtlarının; kürtaj işlemini gerçekleştiren merkezlerin, hastanelerin ya da doktor muayenehanelerinin çevresinde gerçekleştirdikleri protestoların gelecekte kamu düzenini bozma olarak değerlendirilmesi öngörülüyor.

ABD, Polonya, İrlanda ve Fransa'da kürtaj düzenlemeleri nasıl?

ABD örneği, konunun diğer ülkelerde de ne kadar kutuplaştırıcı olduğunu gösteriyor. ABD'de Yüksek Mahkeme'nin 2022 yılında aldığı karardan bu yana her eyalet kürtaj yasasını yeniden kendisi düzenliyor. Bazı muhafazakâr eyaletler kürtaj hakkını yeniden ciddi şekilde kısıtladı. Hatta Arizona'daki Yüksek Mahkeme, iç savaşın sürdüğü ve kadınların oy kullanmasına bile izin verilmeyen 1864 tarihli bir yasanın yeniden yürürlüğe girmesi yönünde görüş bildirdi. Bu, gelecekte Arizona'da kürtajın neredeyse tamamen yasaklanabileceği anlamına geliyor.

Arizona'daki Yüksek Mahkeme, 1864 tarihli bir yasanın yeniden yürürlüğe girmesi yönünde görüş bildirdi.
Arizona'da kürtaj hakkını savunanlarnull Joel Angel Juarez/The Republic/USA TODAY Network/IMAGO

 

ABD başkanlık için yarışan Donald Trump bile seçimi kazanması halinde ulusal düzeyde bir kürtaj yasağı getireceğini dile getirmiyor. Mart ayında yapılan bir Reuters/Ipsos anketine göre, ABD vatandaşlarının yüzde 57'si kürtajın çoğu durumda ya da her durumda yasal olması gerektiğini düşünüyor.

Kürtaj yasaları bazı Batı ülkelerinde de hassas bir konu. Polonya'da liberal çizgideki Başbakan Donald Tusk seçim öncesinde Polonya'nın katı kürtaj yasalarını gevşetme vaadinde bulunmuştu. Ancak bu plana Tusk'un koalisyon ortağı Hristiyan-muhafazakâr Üçüncü Yol partisi karşı çıkıyor.

Nüfusunun çoğu koyu Katolik ülke olan İrlanda'da da 2018 yılında yapılan referandum üçte iki çoğunluk ile kürtajın yasallaştırılması lehine sonuçlandı. O dönemde pek çok kişi, daha önce toplumsal açıdan muhafazakâr olan ülkede sonucun bu kadar net olmasını beklemiyordu.

Fransa'da ise Mart ayında kabul edilen bir yasatasarısı ile kürtajın tamamen cezasız kalması anayasal bir statüye kavuşturuldu. Buna göre, artık "hamileliği sonlandırma özgürlüğünün" garanti altına alınmasından söz ediliyor. Karara tepki gösteren eski Paris Başpiskoposu Michel Aupetit, sosyal medya platformu X'te yaptığı paylaşımda "Yasa, vicdanı öldürmeye zorluyor. Fransa totaliter bir devlet haline geldi" ifadelerini kullandı.

Almanya'da da federal hükümetin komisyonun tavsiyelerine uyması halinde, ülkede gelecek aylarda da bu konuda hararetli bir tartışma yürütülmesi olası görünüyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Alman ordusunda yakında imamların görev yapması planlanıyor

Alman ordusundaki (Bundeswehr) Müslüman askerler uzun yıllardır Hristiyan ve Yahudi meslektaşlarının sahip olduğu manevi destek alma hakkından yoksun. Politik olarak imkânsız olarak görülen bu uygulamanın değişmesi için Savunma Bakanlığı harekete geçti.

DW'ye konuşan Savunma Bakanlığından bir sözcü Mart ayının ortasından bu yana Bakanlıkta bir uzmanın Alman ordusundaki Müslümanlar için somut bir manevi hizmet modeli geliştirdiğini ve bunun hayata geçirilmesine eşlik edeceği bilgisini verdi. Bu adım aynı zamanda Hristiyan ve Yahudilere yönelik manevi destek olanaklarını genişletmeyi amaçlıyor.

Alman ordusundaki Müslüman askerlere manevi hizmet verilmesi Alman siyasetçiler tarafından da dile getiriliyordu.

Müslüman askerlere manevi destek çağrısı

Alman askerlerinin sorunlarını ve ihtiyaçlarını dile getirmekle görevli Alman Federal Meclisinin Alman Ordusundan Sorumlu Üyesi Eva Högl Mart ayı ortasında sunduğu üç yıllık raporda, Müslüman askerlere imam hizmeti sağlanması çağrısında bulundu.

Almanya'da, Savunma Bakanlığı hangi siyasi partinin elinde olursa olsun konu Müslüman askerlere manevi destek hizmetine gelince bugüne kadar hep aynı siyasi söylem savunuldu. Bunun mümkün olmayacağı, konuyla ilgili iş birliği yapılabilecek, tüm Müslümanları temsil eden bir kurumun olmadığı ifade edildi.

SPD'li siyasetçi Eva Högl
SPD'li siyasetçi Eva Hölg, ordu ile ilgili raporunda Müslüman askerler için imam görevlendirilmesi çağrısında bulundunull Carsten Koall/dpa/picture alliance

Ancak Sosyal Demokrat Partili (SPD) Högl, Savunma Bakanlığının bu söylemini kabul etmiyor. Högl'e göre İslam inancına mensup askerler için diğer dinlerle eşit ölçüde yetkilendirilmiş bir askeri imamın bulunmaması "son derece yetersiz" bir durum. Högl, Savunma Bakanlığından nitelikli personel tarafından sözleşmeye dayalı olarak sağlanacak bu hizmetin hızlıca başlatılmasını talep etti.

Högl, bu talebinde 6 Şubat 2023'te Türkiye'de meydana gelen depremlerin ardından Alman ordusunun Türkiye'nin güneydoğusunda birkaç hafta süren yardım misyonunu hatırlattı.

Deprem sonrasında Türkiye'de görev yapanlar arasında Müslüman askerler de vardı. Bu askerlere manevi destek ise Müslüman olmayan iki askeri papaz tarafından sağlanmıştı. Högl, Müslüman askerlerin dini uygulamalar söz konusu olduğunda kendilerini terk edilmiş hissettiklerine dair geri bildirimler aldığını söyledi.

Alman ordusunda 3 bin Müslüman asker

DW'nin sorusuna yanıt veren Alman Savunma Bakanlığı sözcüsü, 2023 tarihli bir araştırmaya göre Alman ordusunda 3 bin civarında Müslüman asker bulunduğu ifade etti.

Alman ordusu içerisindeki Müslüman askerlere yönelik manevi destek ihtiyacı ilk olarak bundan yaklaşık 25 yıl önce Alman ordusunun iç eğitim kurumu olan Liderlik Kültürü Merkezi'nin "Bundeswehr'deki Müslümanlar" başlıklı makalesiyle dillendirilmişti. Ordu içerisinde imam görevlendirilmesi gerektiğine yönelik çağrılar on yılı aşkın süredir devam ediyor.

Ordu içinde diğer dini cemaatlere hizmet veren askeri papazlar da Müslüman askerlere dini hizmet sunulması gerektiğini savunuyor. DW'ye konuşan Protestan Piskopos Bernhard Felmberg, manevi destek ihtiyacı duyan askerlerin hem kendisine hem de diğer Protestan askeri din adamlarına başvurduklarını söylüyor. Felmberg, böyle bir ihtiyaç olduğunun kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor.

Orduda görev yapan Piskopos Bernhard Felmberg
Orduda görev yapan Piskopos Bernhard Felmbergnull Christian-Ditsch/epd/IMAGO

Manevi desteğin askerler açısından da anayasadaki din özgürlüğü hakkını garanti altına alacağını söyleyen Felmberg, "Bundeswehr'de giderek artan sayıda Müslüman hizmet veriyor. Bu askerlere kendi dinlerinde manevi destek seçeneğinin verilmesini açıkça destekliyorum" diyor.

Hem Katolik hem de Yahudi askeri din adamları da geçen aylarda benzer görüşleri dile getirmişlerdi.

Müslüman askerlere orduda manevi destek sağlayan ülkeler arasında ABD, Kanada, Fransa, Hollanda, İsviçre, Avusturya ve Norveç yer alıyor. Bu ülkelerin çoğunun ordusunda askerî imam bulunuyor. Ancak tüm İslami mezhepleri temsil edecek çatı bir kuruluş bulunmadığı için Almanya'da devlet bunun için gerekli olan düzenlemeyi yapamıyor.

Ordudaki Yahudilere yönelik manevi desteğin uygulamaya koyulması Almanya'daki Yahudiliğin çeşitli mezhepleri adına konuşabilen köklü bir kurum olan Yahudiler Merkez Konseyi ile yapılan bir iş birliği sayesinde 2019 yılında mümkün oldu. Alman ordusunda 500 kadar Yahudi asker olduğu tahmin ediliyor.

Koalisyon partilerinden hükümete çağrı

Mevcut koalisyon hükümetini oluşturan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti'den (FDP) milletvekilleri de Alman ordusundaki Müslüman askerlere manevi destek verilmesi gerektiğini savunuyor.

FDP Grup Başkan Yardımcısı Konstantin Kuhle, SPD'li Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz ve Yeşiller partisinden Filiz Polat Mayıs 2023'te Alman hükümetinden orduda imam görevlendirilmesini talep etti. Açık bir mektup yazan üç milletvekili, böyle bir desteğin öncelikli olarak ele alınması gerektiğini savunarak, hükümete askerlere yönelik manevi destek hizmetini başlatma çağrısında bulundu. Mektupta, Osnabrück kentinde imam adaylarına yönelik bir eğitim kurumu olan İslam Koleji'nin (Islamkolleg) ilk mezunları verdiğine dikkat çekildi.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius
Almanya Savunma Bakanı Boris Pistoriusnull Jonathan Penschek/dpa/picture alliance

DW'nin edindiği bilgilere göre Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, yaklaşık iki ay sonra çağrıya yanıt vererek bu konunun kendisi için özel bir önem taşıdığını ve sonuç olarak manevi destek için çalışmalara başlanmasını onayladığını bildirdi. Bunun mevcut yasama döneminde gerçekleşmesi gerektiğini belirten Pistorius Savunma Bakanlığının İslam Koleji ile temas halinde olduğunu söyledi.

2019'un sonunda kurulan İslam Koleji, Almanya'da imamların ve diğer din görevlilerinin eğitim alabileceği tek yer değil. Ancak İslam Koleji, projenin içerisinde yer alan aktörler ve akademik bağlantıları sebebiyle siyasette umut ve beklenti yaratmış durumda.

Uçar: Müslüman askerler ikinci veya üçüncü sınıf değil

DW'ye konuşan İslam Koleji Direktörü Bülent Uçar, "Yıllardır Müslüman askeri imam olmasını istiyorduk" diyor. Yahudi askerlere yönelik manevi desteğin yaygınlaştığına dikkat çeken ilahiyat uzmanı Uçar, Müslümanlar açısından da "eşit veya benzer personel ve destek sağlanmasını" istediğini belirtiyor.

İslam Koleji Direktörü Bülent Uçar
İslam Koleji Direktörü Bülent Uçarnull Lino Mirgeler/dpa/picture alliance

Bu konunun yakın zamanda netliğe ulaşması gerektiğini vurgulayan Uçar, Alman ordusundaki Müslümanların "ikinci veya üçüncü sınıf askerler olmadığına" işaret ediyor. Uçar, devletin manevi hizmeti sağlaması gerektiğini de sözlerine ekliyor. 

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Fransa hızlı moda devlerini yasa ile sınırlandıracak

Fransız parlamentosunun alt kanadı olan Ulusal Meclis'te birkaç hafta önce kabul edilen ve hızlı moda (fast fashion) endüstrisinin sınırlandırılmasını öngören yasa tasarısı hararetli tartışmalara yol açtı.

Tasarının hükümetin mutlak çoğunluğa sahip olmadığı ve sık sık sert muhalefetle karşılaştığı Ulusal Meclis'te oy birliği ile kabul edilmiş olması istisnai bir uzlaşıyı yansıtıyor.

Hızlı moda endüstrisini sınırlandırmayı öngören yasa tasarısı Fransız parlamentosunun alt kanadı olan Ulusal Meclis’te kabul edildi. Yasalaşması için Senato’da da kabul edilmesi gerekiyor.
Hızlı moda endüstrisini sınırlandırmayı öngören yasa tasarısı Fransız parlamentosunun alt kanadı olan Ulusal Meclis’te kabul edildi. Yasalaşması için Senato’da da kabul edilmesi gerekiyor. null Telmo Pinto/NurPhoto/picture alliance

Ancak sağlanan siyasi uzlaşı, herkesin hükümetin hızlı üretim ve tüketim döngüsüyle çevreye en fazla zararı veren endüstrilerin başında gelen hızlı modayı sınırlandırmak için izlediği bu yolu doğru bulduğu anlamına gelmiyor. Ayrıca yasa tasarısının yasalaşması için Senato'dan da geçmesi gerekiyor.

Düzenlemeler ne öngörüyor?

Düzenlemeler günde çok yüksek sayıda ürünü piyasaya süren şirketleri etkileyecek. Çok yüksek sayıda ürün ile nasıl bir oranın kastedildiği, yani sayısal eşik daha sonra kararname ile belirlenecek. Çin merkezli moda perakendecileri Shein ve online platform Temu, hedefteki moda devlerinden sadece bazıları.

Bu tür şirketler, internet sitelerinde ürünlerinin çevresel etkilerini belirten ve müşterileri ürünleri geri dönüştürmeye teşvik eden mesajları açıkça görünebilir şekilde yayınlamak zorunda olacaklar. Aksi takdirde 15 bin euroya varan para cezalarıyla karşı karşıya kalacaklar.

Shein, Temu, Zara ve H&M gibi şirketler DW’nin Fransa’daki yeni yasal düzenlemelere ilişkin röportaj taleplerini ya geri çevirdi ya da yanıt vermedi.
Shein, Temu, Zara ve H&M gibi şirketler DW’nin Fransa’daki yeni yasal düzenlemelere ilişkin röportaj taleplerini ya geri çevirdi ya da yanıt vermedi.null Photoshot/picture alliance

Moda şirketleri, yeni bir eko-puan sistemiyle değerlendirmeye tabii tutulacak. Kötü performans gösterenler ilk etapta ürün başına 5 euro ceza ödemek zorunda kalacak. 2030 yılına kadar ürün başına ceza tutarı kademeli olarak 10 euroya kadar yükselecek.

Hükümet 2025 yılından itibaren hızlı moda şirketlerinin ve ürünlerinin reklamını yasaklayabilecek. Bu yasağı ihlal edenler de 100 bin euro ceza ödemek zorunda kalacak.

"Bir kültür savaşını kazandık"

Fransız moda tasarımcısı Julia Faure, tasarının Ulusal Meclis'te oybirliği ile kabul edilmesini "Harika bir gelişme" sözleriyle değerlendirdi.

Aynı zamanda sürdürülebilir moda üreticisi yaklaşık 600 şirketi bünyesinde barındıran En Mode Climat grubunun başkanı olan Faure, yaşanan süreçle ilgili olarak DW'ye şunları aktardı:

"Bir kültür savaşını kazandık. Çünkü hızlı moda, pazarda lüks sektör dışında önüne gelen her şeyi yıkan, silip süpüren çevresel, sosyal ve kültürel bir felakettir."

Öko-Baumwolle | Symbolbild
null imageBROKER/picture alliance

Faure, eko-puan sistemiyle de hükümetin önemli bir adım attığı görüşünde. Bu düzenleme sayesinde pamuktan yapılan ve yerel olarak üretilen modanın iyi bir eko-puan alacağını, uzakta ve sentetik kumaşlardan üretilen ürünlerin ise kötü bir şekilde işaretleneceğine dikkat çeken Julia Faure, "Yine de tetikte olmalı ve hızlı moda şirketlerinin tanımlandığı günlük üretim eşiğinin çok yüksek tutulmayacağından da emin olmalıyız" diye konuştu.

"Toplumun belirli kesimleri damgalanmamalı"

Ekonomi Profesörü ve Paris merkezli pazar araştırmaları şirketi ObSoCo'nun kurucusu Philippe Moati ise farklı görüşte.

Moati, hızlı moda şirketi kapsamına alınacak şirketlerin belirlenmesinde dikkate alınacak günlük üretim eşiğinin çok da düşük tutulmaması, Fransız markalarını etkilememesi gerektiği görüşünde.

DW'nin sorularını yanıtlayan ekonomist, hükümetin izlediği stratejinin toplumun belirli kesimlerini damgalayıp küçük düşürebileceğine de işaret ediyor.

Ekonomist Philippe Moati, hızlı modaya yönelik önlemleri değerlendirirken, toplumun refah düzeyi yüksek olmayan kesimlerin stigmatize edilmemesi yönünde de uyarıda bulundu.
Ekonomist Philippe Moati, hızlı modaya yönelik önlemleri değerlendirirken, toplumun refah düzeyi yüksek olmayan kesimlerin stigmatize edilmemesi yönünde de uyarıda bulundu. null picture-alliance/AP Photo/M. Lennihan

Phillipe Moati, "Yürüttüğümüz bir araştırmaya göre bu markaların müşterileri daha az eğitimli ve refah düzeyleri de daha düşük. Yasa tasarısı ise bu kesimleri stigmatize ediyor. Bu kesimlerin mevcut maddi imkanlarıyla modaya uygun giyinebilme imkanına sahip olmaları, toplumun bir parçası olduklarını hissetmeleri bakımında önem taşıyor" dedi.

Fransız ekonomistin tahminine göre "ultra hızlı moda" olarak adlandırdığı bu sektör Fransa moda pazarının yaklaşık yüzde 3'ünü oluşturuyor. Kesin rakamların mevcut olmadığını söyleyen Moati, aslında hükümetin hızlı moda pazarını mevcut yasalarla düzenlemesi gerektiği görüşünde.

"Hükümet, moda ürünleri için iki yıllık garanti, maliyetin altında satış yasağı ve indirimlerin gerçekçi referans fiyatlar kullanılarak hesaplanması zorunluluğu gibi düzenlemeler öngören Fransız yasalarını uygulamalıdır" diyen Philippe Moati, ayrıca Fransa'nın tüm tekstil ithalatına ithalat vergisi uygulaması gerektiğini de sözlerine ekledi.

"Modanın anavatanı Fransa liderlik etmeli"

Paris merkezli moda okulu Institut Francais de la Mode'un Ekonomik Gözlemevi Direktörü Gildas Minvielle'e göre hükümetin yaklaşımının doğru olup olmadığını zaman gösterecek.

DW'nin sorularını yanıtlana Minvielle, tüketicilere hızlı modanın çevre üzerindeki yıkıcı etkisini hatırlatmanın çok önemli olduğunu, Fransız politikacıların tasarıyı Ulusal Meclis'te oybirliği ile kabul ederek bu konuyla ilgili olarak harekete geçmenin aciliyetini de anladıklarını gösterdiklerini söyledi.

"Yasa tasarısı, hazır giyim (pret-a-porter) sektörünü 2022'den bu yana yaşadığı ve çok sayıda markanın iflas başvurusunda bulunduğu derin krize bir tepkidir" gözlemini aktaran Gildas Minvielle ayrıca, "Modanın anavatanı olan Fransa artık bu konuda öncülük edebilir. Moda pazarı bir Avrupa pazarı olduğu için bu kurallar tüm Avrupa'yı kapsayacak şekilde genişletilmelidir" görüşünü kaydetti.

Çevre örgütleri düzenlemeyi yeterli bulmuyor

Fransa'da hızlı moda endüstrisinin sınırlandırılmasına yönelik atılan adımları yeterli bulmayanlar da var.

Çevrenin korunması için mücadele eden çok sayıda STK'yı çatışı altında toplayan Hızlı Modayı Durdurun (Stop Fast Fashion) adlı grubun sözcüsü Pierre Condamine, yeni yasal düzenlemeyle getirilen kuralların yetersiz olduğu görüşünde.

Hızlı üretim ve tüketim döngüsü nedeniyle hızlı moda her yıl milyonlarca ton kıyafet atığına yol açıyor.
Çevre örgütleri Fransa’da hızlı moda endüstrisinin sınırlandırılmasına yönelik atılan adımları yeterli bulmuyor, tüketicilere yılda en fazla beş ürün alma çağrısı yapıyor. null Martin Bernetti/AFP

Yasa tasarısında hangi şirketlerin hızlı moda kapsamına alınacağına ilişkin eşiğin belirtilmemesini eleştiren Condamine, DW'ye "Hızlı modayı tanımlayacak eşiğe tasarıda yer verilmeliydi ve bu eşik Decathlon gibi Fransız şirketlerini de bu kapsama alınmasını sağlayacak kadar düşük olmalıydı" dedi.

Pierre Condamine ayrıca hızlı moda şirketlerine Fransa'daki satış rakamlarını açıklama yükümlülüğü getirilmesi gerektiğini söylerken, "Ancak bu şekilde neyle karşı karşıya olduğumuzu anlayabilir ve Paris İklim Anlaşmasını yerine getirmek için çalışabiliriz" değerlendirmesini aktardı.

Hızlı Modayı Durdurun Grubu'nun Sözcüsü Condamine ayrıca tüketicilere, "Yılda şu anda olduğu gibi 50 moda ürünü almayın, yılda beşten fazla ürün almayın" çağrısını da yaptı.

Bu arada Fransa'daki yeni yasal düzenleme hakkında hızlı moda şirketlerinden de görüş almak istedik. Ancak Shein, Temu, Zara ve H&M gibi şirketler DW'nin röportaj taleplerini ya geri çevirdi ya da yanıt vermedi.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

AB'nin iltica reformu Avrupa Parlamentosu'nda

Avrupa'da, son yıllarda giderek yoğunlaşan sığınmacı göçü nedeniyle iltica hukuku yıllardır tartışılan bir konu. Avrupa Parlamentosu (AP) bugünkü oturumunda, iltica hukukunu yeniden düzenleyen bir reformu oylayacak. İltica kurallarını sertleştirmesi öngörülen reform, yürürlüğe girmesi halinde göçün düzenlenmesine ilişkin tartışmalara bir son verebilecek mi?

İşte iltica reformu ile ilgili merak edilenler:

AB iltica politikasında reforma neden gereksinim duyuluyor?

İltica hukukunda reform yapılmasına yönelik tartışmalar 2015 yılından itibaren başladı. O dönemde Yunanistan gibi Avrupa'nın güneyinde yer alan ülkelere, iç savaş nedeniyle karışan Suriye gibi ülkelerden yoğun bir sığınmacı girişi oldu. Bu ülkelerden de yüz binlerce sığınmacı diğer AB ülkelerine kayıtsız olarak geçiş yaptı. Ancak Dublin kriterleri uyarınca sığınmacıların Avrupa Birliği'ne ilk giriş yaptıkları yerde kayıt altına alınmaları gerekiyordu. Aşırı yoğun göç hareketi nedeniyle bunun yapılamamış olması kıta genelinde rahatsızlıklara neden oldu.

AB sınırlarında mültecileri neler bekleyecek?

Reform, AB sınırlarında standart bir sınır prosedürü uygulanmasını öngörüyor. Özellikle nispeten güvenli olduğu kabul edilen ülkelerden gelen kişilere karşı çok daha katı kuralların uygulanması planlanıyor. İltica başvurusu hakkında bir karar verilene kadar, sığınmacılar kabul merkezlerinde gözaltı benzeri koşullarda 12 iki haftaya kadar tutulabilecekler. İltica hakkı tanınma oranı yüzde 20'nin altında olan ülkelerden gelenlerin yanı sıra kamu güvenliğine tehdit oluşturduğu düşünülen kişiler de söz konusu sınır prosedürüne tabi tutulacak. Plana göre, sınıra gelen sığınmacıların parmak izleri alınıp, fotoğrafları çekilecek ve kamu güvenliğine tehdit oluşturup oluşturmadıkları da incelenecek.

İtalya Lampendusa'da sınırdaki duvarları aşan göçmenler.
İtalya Lampendusa'da sınırdaki duvarları aşan göçmenler.null Cecilia Fabiano/ZUMA Press/dpa

Çok yoğun bir sığınmacı akını yaşanırsa, prosedür nasıl uygulanacak?

Göçte özellikle büyük bir artış olması durumunda, kriz yönetmeliği olarak adlandırılan düzenlemeyle standart iltica prosedürlerinden sapmalar yapılabilecek. Örneğin, insanların gözaltı benzeri koşullarda tutulabileceği süre uzatılabilecek. Ayrıca planlanan katı sınır prosedürleri için görevli sayısı arttırılabilecek. Bu durumda prosedür, tanınma oranı en fazla yüzde 50 olan menşe ülkelerden gelen kişiler için geçerli olacak.

Çocuklu aileler sınır prosedüründen muaf mı?

Hayır. Alman hükümeti insani nedenlerle çocuklu ailelerin sınır prosedürlerinden muaf tutulmasını talep etmesine rağmen, söz konusu aileler için bir muafiyet öngörülmüyor. Muafiyet sadece refakatsiz çocuk sığınmacılar için söz konusu olacak. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock (Yeşiller) bu durumdan "üzüntü duyduğunu" dile getirerek, yeni iltica sisteminin "adil, düzenli ve dayanışmaya elverişli olması için" daha fazla özen gösterilmesi gerektiğini söyledi.

Sığınmacılar nasıl dağıtılacak?

Plana göre, koruma arayanların AB ülkeleri arasındaki dağılımı bir "dayanışma mekanizması" ile yeniden düzenlenecek. Bu bağlamda, mülteci kabul etmek istemeyen ülkeler örneğin maddi destek sağlamak zorunda kalacaklar.

Sığınmacıların önemli bir kısmı deniz yoluyla AB'ye ulaşıyor.
Sığınmacıların önemli bir kısmı deniz yoluyla AB'ye ulaşıyor.null Yara Nardi/REUTERS

Yeni yasa ne zaman uygulanacak? 

AP'de reform üzerine uzlaşı sağlanması halinde AB üyesi ülkelerin de bunu onaylanması gerekiyor. Ancak bu oylama bir formalite olarak görülüyor. Zira üye devletler iki yıllık bir uygulama süresi üzerinde Aralık ayında anlaşmaya vardılar. Bu süre, dış sınırları bulunan devletlere, tanınma oranı yüzde 20'nin altında olan ülkelerden gelen insanları barındırmak için uygun tesisler kurmaları için yeterli zamanı tanımış olacak. AB Komisyonu'nun İçişlerinden Sorumlu Üyesi Ylva Johansson, "Bazı üye devletler uygulamaya az ya da çok başlamış durumda" ifadelerini kullandı.

Reform Almanya'ya ilticayı azaltabilir mi?

Evet, çünkü koruma arayanların bir kısmı doğrudan dış sınırlardan geri gönderilecek ve daha katı kurallar caydırıcı olabilecek. Almanya'da ilgili birimler, federal hükümet, eyalet hükümetleri ve muhalefetin de beklentisi bu yönde. Ancak Alman Belediyeler Birliği mültecilerin barınması konusunda acil destek çağrısında bulunmaya devam ediyor.

Reforma çocuk hakları örgütlerinden tepkiler var.
Reforma çocuk hakları örgütlerinden tepkiler var. null epd

Reforma yönelik eleştiriler var mı?

Evet. Özellikle çocukların durumlarıyla ilgili olarak reforma tepkiler var. Almanya merkezli çocuk hakları savunucusu Terre des Hommes örgütü, Avrupa Parlamentosu üyelerine AB iltica reformuna karşı oy kullanmaları çağrısında bulundu. Örgütten yapılan açıklamada, planlanan göç ve iltica paketinin çocuk haklarıyla uyumlu olmadığı belirtildi, çocuk hakları açısından sakıncalarına dikkat çekildi. Terre des Hommes Yönetim Kurulu Sözcüsü Joshua Hofert, "Reform kabul edilirse, bu, kaçak durumdaki birçok çocuk ve gencin gelecekte dikenli teller ve kamp duvarları arkasında alıkonulacağı ve güvende olmadıkları ülkelere geri gönderilme riski altında olacakları anlamına gelecektir" dedi. Örgütten yapılan açıklamada göçün kontrol altına alınması amacıyla gözaltında tutmanın BM Çocuk Hakları Sözleşmesine aykırı olduğu hatırlatıldı, bu durumun çocuklara açıkça fiziksel ve psikolojik zarar verdiği ifade edildi.

dpa/TY,BÖ

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Alman ordusu Bundeswehr savaşa hazırlanıyor

Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasının ardından savunma politikalarında değişikliğe giden Almanya, ordusu Bundeswehr'i yeniden yapılandırmak için kolları sıvadı.

Savaşın başlamasının hemen ardından savunma yetkinliğini güçlendirmek için askeri harcamalarını rekor düzeyde artırma kararı alan Alman hükümeti, şimdi de orduyu "savaşmaya hazır hale getirmek" amacıyla adımlar atıyor.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius.
Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, Alman ordusu için öngördükleri reformları "Yeni bir milat" olarak tanımladı. null Lisi Niesner/REUTERS

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius'un "Yeni bir milat" sözleriyle açıkladığı yapısal reformlar, Alman ordusunun "çevik operasyonel yetkinliklerle güçlendirilmesini" amaçlıyor.

Alman ordusundaki dönüşümün ana hatları

Buna göre Bundeswehr'in iç ve dış operasyonları artık tek elden, kurulacak Müşterek Komuta ve Harekat Merkezi Komutanlığı tarafından koordine edilecek.

Alman ordusu ayrıca yeni bir savaş türü olan siber savaşa da hazır hale getirilecek. Kara, hava ve deniz kuvvetlerine dördüncü bir kuvvet daha eklenecek: Siber ve Enformasyon Kuvvetleri. Bu kuvvet yapısı, hibrit tehlikeleri analiz edecek, elektronik savaş ve siber operasyonlar, keşif, elektronik altyapının korunması gibi konulardan sorumlu olacak.

NATO’nun Polonya’daki tatbikatına katılan Alman ordusuna ait Leopard 2 tankı.
NATO’nun Polonya’daki tatbikatına katılan Alman ordusuna ait Leopard 2 tankı. null Sean Gallup/Getty Images

Bir de Destek Komutanlığı oluşturulacak. Bu komutanlık her dört kuvvet komutanlığına nükleer, biyolojik ya da kimyasal saldırı durumunda tıbbi malzeme ve lojistik destek sağlayacak. 

Kime, hangi mesaj verilmek isteniyor?

Savunma Bakanı Pistorius, ilan ettiği bu reformların altı ay içinde hayata geçirilmesini hedeflediklerini açıkladı.

Rusya'nın Avrupa'ya oluşturduğu tehdidin yoğunlaştığına, bu nedenle orduyu acil durumlarda ülkeyi savunmaya hazır hale getirmek zorunda olduklarına dikkat çeken Pistorius, "Şu herkes için çok net olmalı. Biz ülkemizi ve ittifak ortaklarımızı savunuyoruz. Kimsenin NATO toprağına saldırma fikrine kapılmaması gerektiğini bir kez daha açıkça ortaya koyuyoruz" dedi.

Bu arada Alman ordusu asker sıkıntısı da çekiyor. Pistorius'un reformları açıklarken Almanya'da 2011 yılında askıya alınan zorunlu askerlik hizmetinin yeniden uygulanmasına dönük önerilerini de sunması bekleniyordu. Ancak Pistorius muhtemel modellere ilişkin incelemele ve değerlendirmelerin sürmekte olduğunu söylemekle yetindi.

Ordudaki asker sayısı son resmi verilere göre 181 bin 811'e geriledi. Savunma Bakanı Pistorius'a göre ordu bünyesindeki askerlerin sayısının 2031 yılına kadar en az 203 bine ulaşması gerekiyor.

Ana muhalefet reformlar için ne diyor?

Ana muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin milletvekili ve savunma uzmanı Roderich Kiesewetter, ülke içi ve ülke dışı operasyonların Müşterek Komuta ve Harekat Merkezi Komutanlığı çatısı altında toplanmasını olumlu olarak değerlendiriyor.

Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin milletvekili Roderich Kiesewetter.
Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin milletvekili Roderich Kiesewetter.null Bernd Elmenthaler/IMAGO

DW'nin sorularını yanıtlayan Kİesewetter, Bakan Pistorius'un ordunun savaşma yetkinliklerini güçlendirmeye odaklanmasını ilkesel olarak doğru bulduğunu belirterek "Ancak reformlar, uygulama olanaklarının gerisinde kalıyor" dedi.

Basında nasıl yankı buldu?

Alman basınında yer alan yorumlarda da reformlar önemli bir adım olarak nitelendirilmekle birlikte yeterli olmamakla eleştiriliyor.

Tagesschau'da yer alan yorumda, "Yeniden yapılanma planları Bundeswehr'i savaşa uygun hale getirmeyecek. Ekipman ve altyapıdaki eksikliklerin listesi bunun için çok uzun. Ve bu sorunlar bir çırpıda çözülemez. Pistorius bunu biliyor" görüşü aktarılıyor ve Alman savunma bakanının "daha aşması gerekecek bazı dirençler olduğu" kaydediliyor.

Focus dergisi ise yorumunda Pistorius'un reformlarıyla "cesaret" ortaya koyduğu ancak zorunlu askerlik gibi en önemli kararın hala alınamadığına vurgu yapıyor. Südkurier gazetesi de Bundeswehr'in yaşlandığına, kuvvet yapısının küçüldüğüne dikkat çekiyor, "20 bin doldurulmayan pozisyon var, ayrılma oranı yüzde 20'den fazla ve neredeyse hiç kadın yok. Çok sayıda reklam kampanyası az etki yarattı, hatta etkisiz kaldı, bu da doğal olarak savaşın Almanya'ya yaklaştığı zamanlarda gönüllülüğün tek başına yeterli olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor" değerlendirmesini aktarıyor.

Almanya ciddi boyutta asker açığı yaşıyor.
Almanya ciddi boyutta asker açığı yaşıyor.null ABB/picture alliance

Bir diğer dikkat çekici yorum da Reutlinger General-Anzeiger gazetesinde yer aldı. Bu yorumda, modern bir ordu için yetkin askerlere ihtiyaç duyulduğuna işaret edilerek şu ifadelere yer verildi:

"Ancak İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden 80 yıl sonra, askerlik hâlâ birçok kişi tarafından barışı tehdit eden kirli bir meslek olarak görülmeye devam ediliyor. Oysa Ukrayna'da yaşananları görmek, bir saldırı durumunda özgürlüğümüzü ve kendi kaderimizi tayin hakkımızı savunmak için hayatlarını riske atmaya hazır insanların varlığının ne kadar önemli olduğunu anlamamızı sağlamalı."

Uzman Wiegold: Önemli olan nasıl uygulanacağı

DW'nin sorularını yanıtlayan Alman savunma uzmanı Thomas Wiegold ise reformları prensipte olumlu buluyor ve hükümetin doğru yolda olduğunu söylüyor.

Ancak Wiegold, uygulamaya da bakılması gerekeceğine işaret ederek "Her iyi niyetli düşünceler ve hedeflerde olduğu gibi önemli olan bunların nasıl uygulanacağıdır" dedi.

Alman savunma uzmanı Thomas Wiegold.
Alman savunma uzmanı Thomas Wiegold.null DW

Zorunlu askerlik hizmeti konusunda Pistorius'un henüz net bir açıklama yapmamasına şaşırmadığını söyleyen Wiegold, Bakan'ın zorunlu askerlik ile ordu reformunu bilinçli olarak birbirinden ayırmak istediği görüşünde. Nedenini ise Wiegold, "Zorunlu askerlik konusunda siyasi desteğe ihtiyacı var çünkü bu siyasi bir karar. Bunu tek başına yapamaz. Koalisyonun ve parlamentonun desteğine sahip olmalı" sözleriyle açıkladı.

Savunma stratejisindeki kritik değişim

Savunma uzmanı Wiegold, Alman hükümetinin açıkladığı reformlarla orduda yaşanacak dönüşüme de ışık tuttu.

Wiegold, "Bu, ülke dışındaki askeri misyonlara odaklanmış bir ordunun, ulusal ve ittifak savunmasına odaklanan bir orduya dönüşümünü temsil etmektedir" dedi.

Alman ordusu bugün kadar ağırlıklı olarak Afganistan, Mali ve Kosova gibi yurtdışı misyonlarına odaklanmıştı. Ancak hem Savunma Bakanı Pistorius'un açıklamasında altını çizdiği hem de Thomas Wiegold'un da dikkat çektiği gibi artık Alman ordusu Almanya'nın ve NATO ittifakının savunmasına odaklanacak.

Litvanya’da görev alacak Alman askerleri Savunma Bakanı Pistorius’ın katıldığı törenle uğurlandı.
Litvanya’da görev alacak Alman askerleri Savunma Bakanı Pistorius’ın katıldığı törenle uğurlandı.null Lisi Niesner/REUTERS

Almanya'nın Rusya'ya karşı caydırıcılığı güçlendirmek amacıyla Litvanya'ya önümüzdeki yıllar içinde 5 bin asker konuşlandıracak olması da buna örnek teşkil ediyor. Bu kapsamda yirmi askerden oluşan öncü ekip, Pazartesi günü Almanya'dan Litvanya'ya uğurlandı. Törende konuşan Pistorius, "Bu Almanya ordusu için önemli bir gün" dedi. Bakan, Almanya'nın ilk kez ülke dışında daimi olarak bir tugay asker bulunduracağına işaret etti.

Alman askerlerini Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta karşılayan Litvanya Savunma Bakanı Laurynas Kasciunas da "Bu tarihi bir an" diyerek şu açıklamayı yaptı:

"Öyle bir savunma ve caydırıcılık mimarisi inşa edeceğiz ki doğudan hiçbir hasım NATO'nun 5. maddesini test etmeyi aklından bile geçiremeyecek."

 

DW / VW, DA, HS

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Gazze'de "soykırıma yardım" davasında Almanya'dan savunma

Nikaragua'nın, İsrail'e verdiği askerî destekle "Gazze'deki soykırıma yardım" suçlamasıyla Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davada bugün Almanya savunmasını sundu. Dün Nikaragua'nın suçlamalarının dinlendiği duruşmayla başlayan davada ilk etapta Nikaragua'nın ihtiyati tedbir talepleri karara bağlanacak.

Almanya'nın hukuki temsilcisi Tania von Uslar-Gleichen, suçlamayı kesin dille reddederek Nikaragua'nın iddialarının "yargılama sürecinde taraf olmayan İsrail'in eylemleriyle ilgili değerlendirmelere" dayandığını, pratikte ve hukuken bir dayanağının bulunmadığını kaydetti.

"İsrail'in güvenliğinin Almanya dış politikasının merkezinde yer almasının nedeni tarihimizdir" diyen Tania von Uslar-Gleichen, "Silah ve diğer askerî teçhizat ihracatı dahil Almanya'nın İsrail'e sağladığı destek, bu tedarikin niteliği ve amaçları Nikaragua tarafından kaba bir şekilde çarpıtılmaktadır" ifadesini kullandı.

Almanya'nın hukuk ekibinden Christian Tams da, Almanya'nın Ekim ayından bu yana İsrail'e sadece dört silah ihracatına onay verdiğini, bunlardan üçünün test ya da talimlerde kullanılan donanım olduğunu belirtti.

UAD'nin 16 üyeli yargıçlar heyetine Almanya'nın Filistinliler için gönderdiği insanî yardım malzemelerinin uçaktan atılırkenki fotoğraflarını gösteren Tams, "Berlin'in son derece zor koşullar altında her gün Filistinlilere yardım sağlamaya devam ettiğini ve uluslararası partnerlerle yapıcı bir iş birliği içinde olduğunu" söyledi.

"İsrail'in mahkum edildiği bir karar yok"

Almanya'yı temsil eden hukukçulardan Samuel Wordsworth da Mahkeme'nin Almanya'nın BM Sözleşmesi çerçevesinde soykırıma engel olma yükümlülüğünü yerine getirmediğine hükmedemeyeceğini, çünkü Mahkeme'nin İsrail'in Sözleşme'yi ihlal ettiğine hükmettiği bir kararın bulunmadığını kaydetti.

Nikaragua, Almanya'nın İsrail'e silah tedariki yoluyla 1948 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal ettiğini savunuyor. Nikaragua açtığı davada İsrail'e silah ve diğer askerî teçhizat sevkiyatının durdurulması ile BM Filistin Yardım ve Bayındırlık Ajansı'na (UNRWA) durdurulan yardım ödemelerinin yeniden başlatılması şeklindeki ihtiyati tedbir önlemleri de talep ediyor.

Davada Almanya'yı temsil eden hukuk ekibi
Davada Almanya'yı temsil eden hukuk ekibinull Robin van Lonkhuijsen/ANP/picture alliance

Dün başlayan davanın ilk duruşmasında Nikaragua'nın avukatları, Berlin'in desteğinin "Gazze'de İsrail'in soykırım eylemlerini mümkün kıldığı ve uluslararası insancıl hukuku ihlal ettiğini" iddia etmişti. Nikaragua'nın avukatları Alman hükümetinin bir yanda İsrail'e silah tedarik ederken diğer yanda Filistinlilere insanî yardım sağlamasını "acınası" bir durum olarak nitelendirmişti.

Mahkeme'nin ön kararını açıklamasının haftalar sürebileceği belirtiliyor. Nikaragua'nın açtığı ana davanın sonuçlanmasının ise yıllar sürmesi bekleniyor.

Almanya ABD'nin ardından en büyük ikinci tedarikçi

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü verilerine göre Almanya, ABD'nin ardından İsrail'e en fazla silah tedariki yapan ikinci ülke. Nikaragualı yetkililer sadece Almanya'ya karşı dava açmalarını, ABD'nin UAD'yi tanımaması ve Soykırım Sözleşmesindeki ilgili protokolü imzalamamasıyla gerekçelendirmişti.

Birleşmiş Milletler'in en üst düzey yargı mercii konumundaki Lahey merkezli Uluslararası Adalet Divanında İsrail'e karşı Güney Afrika'nın açtığı soykırım davası da devam ediyor. Mahkeme, ihtiyati tedbir talebiyle ilgili ön kararında İsrail'in soykırım eylemlerini engellemek için tüm önlemleri almasına hükmetmişti. UAD kararlarının hukuki bağlayıcılığı bulunmakla birlikte, Mahkeme'nin kararların uygulanmasını sağlayacak mekanizmaları bulunmuyor.

AFP,AP/BK,BÖ

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

Nikaragua'nın Almanya hakkında açtığı "soykırıma yardım" davası başladı

Orta Amerika ülkesi Nikaragua'nın, İsrail'in Gazze'deki eylemlerine siyasi, mali ve askeri destek sağlayarak "soykırım işlemesini kolaylaştırdığı" gerekçesiyle Almanya aleyhine geçici tedbir kararı alınması talebiyle Uluslararası Adalet Divanında (UAD) açtığı dava bugün başladı. 

Nikaragua'nın avukatlarından ağır suçlama

Mahkemede konuşan Nikaragua'nın avukatları Almanya'ya yönelik sert ithamlarda bulundular. Nikaragua'nın Alman avukatı Daniel Müller, "Bir yandan Filistinli çocuklara, kadınlara ve erkeklere, özellikle de hava yoluyla insani yardım sağlamak, diğer yandan da onları öldürmek ve yok etmek için kullanılan askeri teçhizatı tedarik etmek gerçekten acınası bir bahanedir" dedi.

Nikaragua'nın diğer avukatı Alain Pellet ise Lahey'de görülen duruşmanın başında yaptığı açıklamada, Almanya'nın İsrail’e mühimmat desteği sağlamaması gerektiğine işaret ederek, "Almanya'nın bu yardımı artık askıya alması son derece acildir" ifadelerini kullandı.

İki gün sürecek duruşma öncesinde Almanya, Nikaragua'nın Gazze Şeridi'nde uluslararası hukukun ihlal edildiği yönündeki iddialarını çürütecek görüşlerin aktarılacağını açıkladı.

Pazartesi günü Almanya Dışişleri Bakanlığı'nın X hesabından yapılan açıklamada, hukuki görüşün yarın (Salı günü) UAD'a sunulacağı belirtilerek, "Uluslararası hukuk ekibimiz yarın beklenen suçlamaları ayrıntılı olarak çürütecek" denildi. Bakanlığın açıklamasında Almanya'nın hem uluslararası hukuka hem de Uluslararası Adalet Divanı'na destek oluğu belirtilerek, "Almanya'nın Soykırım Sözleşmesi'ni veya uluslararası insancıl hukuku ihlal ediyor olabileceği yönündeki suçlamaları reddetmemizin bir nedeni de budur" denildi.

Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sebastian Fischer de Cuma günü Berlin'de gazetecilere yaptığı açıklamada "Almanya ne Soykırım Sözleşmesini ne de uluslararası insancıl hukuku ihlal etmiştir ve bunu Uluslararası Adalet Divanı önünde ayrıntılı olarak ortaya koyacağız" demişti.

Almanya ne ile suçlanıyor?

Davada Nikaragua, Almanya'yı BM Filistin Yardım ve Bayındırlık Ajansı'na (UNRWA) yapılan ödemeleri durdurarak "Gazze Şeridi'ndeki soykırımı" desteklemekle suçluyor. Berlin'den İsrail'e silah sevkiyatının ve diğer desteklerin durdurulmasını da içeren beş acil tedbir talebi yer alan metinde, "Almanya, askeri teçhizat tedarik ederek ve UNRWA'ya yönelik finansmanı iptal ederek (...) soykırıma yardım ve yataklık etmektedir" ifadeleri yer alıyor.

Pazartesi günkü duruşmada Nikaragua argümanlarını sunacak, Almanya temsilcileri ise Salı günü iddialara yanıt verecek.

Almanya desteği neden kesti?

Almanya UNRWA'ya yaptığı ödemeleri Ocak ayında askıya almıştı. Gerekçe olarak UNRWA'nın 12 çalışanının 7 Ekim'de radikal İslamcı Hamas tarafından İsrail'e düzenlenen geniş çaplı saldırıya karıştığı yönündeki suçlamalar gösterilmişti.

Birleşmiş Milletler'in en üst mahkemesi olan UAD, devletler arasındaki anlaşmazlıkları karara bağlamak üzere 1945'te Hollanda'da kuruldu. Kararları yasal olarak bağlayıcı olsa da, bunların uygulanmasına yönelik gücü sınırlı. Aralık ayında Güney Afrika, İsrail hakkında "Gazze Şeridi'nde soykırım yapma suçlamasıyla" UAD'a başvurdu.

İsrail ise saldırılarının soykırım anlamına geldiğini şiddetle reddediyor ve kendini savunma amacıyla hareket ettiğini ifade ediyor.

Mahkemenin ön kararını vermesinin haftalar alacağı ve davanın muhtemelen yıllarca süreceği belirtiliyor.

Güney Afrika "soykırım" davası açmıştı

UAD, Ocak ayında Güney Afrika tarafından açılan ve İsrail'i Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal etmekle suçlayan bir davada, "İsrail'in Gazze'deki ölüm, yıkım ve soykırım eylemlerini önlemek için elinden geleni yapmasını” karara bağlayan geçici tedbirler almıştı.

Mahkeme ayrıca geçen hafta İsrail'in Gazze'deki insani durumu iyileştirmek amacıyla, savaştan etkilenen bölgeye gıda, su, yakıt ve diğer malzemelerin girmesine izin vermek için daha fazla kara geçişi açmak da dahil olmak üzere bir dizi önlem almasını kararlaştırmıştı.

AP,AFP/TY,BÖ

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Petrol, altın ve bakır fiyatları neden artıyor?

"159 litrelik fıçı" son günlerde Almanya'da yine tartışmalara neden oluyor.

Burada bahsi geçen fıçı ile küresel piyasalarda ham petrolün fiyatı için ölçü olarak baz alınan varil kast ediliyor.

Sene başında Kuzey Denizi'nden çıkarılan bir varil Brent petrolün fiyatı 70 Amerikan Doları'ndan biraz yüksekti. Şimdiyse 90 dolar civarında. Bu da sene başından beri yüzde 20 artış anlamına geliyor. Petrol fiyatlarındaki artışı milyonlarca araç kullanıcısı benzin istasyonlarında derhal hissediyor. Benzinin litre fiyatı sene başından bu yana 10 euro centi artmış durumda. Eğilim fiyatların daha da artacağı yönünde.

Alman Commerzbank'ın ham petrol piyasaları analistlerinden Carsten Fritsch, artışlarda farklı faktörlerin rol oynadığını belirtiyor:

"Konjonktürdeki iyi beklenti, petrolde arzın sınırlı olması ve Ortadoğu'da da gerilimin devam etmesi ham petrol fiyatlarında görülen aktüel artışta rol oynayan faktörler."

Yaşanan iki savaş petrol fiyatlarını tırmandırıyor 

Petrol fiyatlarındaki artışa özellikle Ortadoğu'daki gelişmeler de neden oluyor. Son olarak İsrail'in Suriye'deki İran Büyükelçiliğine yönelik saldırısı ve bu saldırıda İran Devrim Muhafızı üyelerinin hayatını kaybetmesi bölgede çatışmanın yayılma tehlikesini gözler önüne serdi.

Bu tehlike, petrol tedarikinde yaşanabilecek olası endişeleri artırıyor. Piyasalar huzursuz. Commerzbank'ın ham petrol piyasaları analisti Fritsch, "Bu endişelere Ukrayna'nın Rusya'nın petrol rafinerilerine yönelik artan SİHA saldırılarını da eklemek gerek" diyor.

Ukrayna'nın Rusya'nın petrol ve enerji tesislerine artan SİHA saldırıları da fiyatlara etki edien bir diğer faktör.
Ukrayna'nın Rusya'nın petrol ve enerji tesislerine artan SİHA saldırıları da fiyatlara etki edien bir diğer faktör. null Video Obtained By Reuters/via REUTERS

DZ-Bank'tan analist Linda Yu da ham petrol fiyatlarındaki artıştaki ana sorumlunun jeopolitik gerilimler olduğu konusunda Fritsch ile hemfikir. "İlaveten Çin ve Avrupa'da zayıflayan konjontürdeki toparlanma beklentisi" diyerek ekonomik büyüme öngörülerinin etkisine işaret ediyor. Yani küresel piyasalarda konjonktürün iyileşeceği yönündeki beklenti ve ona bağlı biçimde artan petrol talebi de "kara altının" fiyatında yukarı yönlü hareketlenmeye neden oluyor.

Bakır ve altın da parıldıyorlar

Küresel piyasalarda değerli metal ve hammadde fiyatlarında genel olarak artış kaydedildiği görülüyor. Altının ons fiyatı son olarak 2 bin 300 Amerikan Doları'nı geçti, ki bu şimdiye kadar ulaşılmış en üst tavan fiyat oldu.

Commerzbank uzmanı Fritsch'e göre şu dönemde bir "hammadde fiyatları rallisinden" söz etmek bile mümkün. Fritsch'e göre petrolden altına hammadde fiyatlarındaki artışın nedenleri birbirine benziyor. Arzın sınırlı olduğuna yönelik haberler ile talebin artacağına yönelik tahmin ve beklentileri ortak nedenler olarak sayıyor. 

Sanayinin en önemli metallerinden bakırın da fiyatıABD Merkez Bankası'nın faiz indirimine gideceği spekülasyonları yüzünden tırmanıyor. Bu gelişme Amerikan Doları'nı zayıflatırken dolarla ticareti yapılan bakır gibi önemli metalleri diğer döviz türünden alım satım yapan yatırımcılar için daha da uygun hale getiriyor. Bu da talebin artmasına, talebin artması da fiyat artışına yol açıyor. 

Bakır, sanayinin rağmet ettiği en değerli metallerden.
Bakır, sanayinin rağmet ettiği en değerli metallerden. null Thomas Trutschel/photothek/picture alliance

Yatırımcılar, "güvenli liman" olarak görülen altının fiyatında neden artış kaydedildiği konusunda ise kendileri de biraz şaşkın.

Kimi uzmanlar, altındaki artışta faizlerde azaltmaya gidileceği beklentisinin belirleyici rol oynadığı görüşünde. Dünya Altın Konseyi de altın fiyatlarındaki artışla bağlantılı olarak farklı merkez bankalarının artan ilgisine işaret ediyor. Pek çok merkez bankası son aylarda altın alımını en yüksek seviyede gerçekleştiriyor. Bunlar arasında Çin Merkez Bankası'nın yanı sıra Polonya, Çekya, Hindistan, Singapur ve Libya'nın merkez bankalarını saymak mümkün.

Yani artan talep de altın fiyatını yukarı yönlü hareketlendiriyor.

OPEC: Arzda azalma planlanmıyor

Petrol konusunda arzın sınırlanması noktasında en önemli faktör ise OPEC, yani Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü. OPEC, birkaç ay önce üretimini sınırlandıracağını duyurmuştu. Bu hafta içinde de petrol üretimi konusunda izlediği çizgiyi değiştirmeyeceğini açıkladı. Bu durum da önümüzdeki aylarda küresel piyasalarda gerilimli bekleyişin süreceği, ham petrolün varil fiyatındaki artışı daha da tırmandıracağı şeklinde yorumlanabilir.

Irak ise öngördüğünden daha fazla petrol çıkardığını duyurken Rusya'nın ihraç ettiği petrol miktarı da artış kaydetti.

DZ-Bank uzmanı Linda Yu, bütün yıla bakıldığında da petrolün varil fiyatındaki artışın devam edeceği öngörüsünde bulunuyor ve 95 Amerikan Doları olacağı tahminini paylaşıyor.

Benzin ve dizelin fiyatı ham petrole bağlı olduğu için ham petroldeki artış hızlı bir şekilde benzin istasyonlarına yansıyor. Almanya Ototmobil Kulübü ADAC'nin son yaptığı Mart 2024 değerlendirmesi de araç sahiplerinin önümüzdeki dönem daha da fazla gideri olacağına işaret ediyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Rusya Ukrayna'da ilerliyor, AB'de savaş endişesi tırmanıyor

Ukrayna'dan gelen haberler Avrupa Birliği (AB) başkentlerinde savaşın yayılabileceği endişesini artırıyor. Mühimmat ve asker sıkıntısı yaşayan Ukrayna ordusunun işgale karşı direnişinin zora girdiği, Rus ordusunun cephedeki ilerleyişinin ivme kazandığı bildiriliyor.

Rusya’nın Çarşamba günü füze saldırıları ile hedef aldığı Harkiv kentinden bir fotoğraf.
Rusya bombardımanlarını yoğunlaştırdı, Çarşamba günü Harkiv kentini de hedef aldı.null Andrii Marienko/AP/picture alliance

Gelişmeler AB'de karamsarlığa yol açarken, liderlerin yaptıkları açıklamalarla Avrupa kamuoylarını savaş ihtimaline hazırlamaya çalışmaları dikkat çekiyor. En çarpıcı açıklamalardan biri de Polonya Başbakanı Donald Tusk'tan geldi.

"Savaş öncesi dönem başladı"

Die Welt ve La Repubblica'nın da aralarında bulunduğu gazetelere röportaj veren Tusk, "Savaş öncesi dönem başladı" dedi.

"Kimseyi korkutmak istemediğini" söyleyen Tusk, bununla birlikte artık savaşın geçmişte kalmış bir konsept olmadığını, bugünün bir gerçeği olduğunu vurguladı.

"Ukrayna savaşı kaybederse hiçbirimiz güvende olmayacağız" görüşünü kaydeden Tusk, "Biliyorum, özellikle daha genç nesiller için kulağa kahredici geliyor ama artık savaş öncesi döneme girdiğimiz gerçeğine alışmamız gerekiyor" diye konuştu.

"Sınırlarımız ve topraklarımız için savaşmaya hazır olmalıyız"

Konuşmasında 2. Dünya Savaşı'na atıf yapması da dikkat çeken Donald Tusk, "Şu anda en endişe verici şey kelimenin tam anlamıyla her senaryonun mümkün olması. Hitler Almanyası'nın teslim olmasıyla 2. Dünya Savaşı'nın sona erdiği 1945'ten beri böyle bir durum görmedik"  dedi.

Polonya Başbakanı Donald Tusk, "Savaş öncesi dönem başladı" açıklamasını yaptı.
Polonya Başbakanı Donald Tusk, "Savaş öncesi dönem başladı" açıklamasını yaptı.null Kuba Atys/Agencja Wyborcza.pl via REUTERS

Polonya Başbakanı Tusk ayrıca "AB'nin zihinsel olarak sınırlarını ve topraklarını korumak için savaşmaya hazırlanması gerektiğine" de vurgu yaptı.

Tusk, aksi takdirde "kendi çıkarları için güç kullanarak savaşmaya hazır olan devletlere ve güçlere karşı kaybedileceğini" söylerken, "Gerekirse bu tür ülkeleri durdurmakta tereddüt etmeyeceğimizden emin olmalıyız" diye konuştu.

Ukrayna işgalini "özel operasyon" olarak nitelendirmekten vazgeçen Rusya artık savaştığını kabullendi ve aynı zamanda Ukrayna ordusuna yönelik saldırılarını da yoğunlaştırdı.

Batı'nın Ukrayna'ya mali ve mühimmat desteğinde sıkıntılar yaşanırken, Rusya'nın cephede ilerleme kaydetmesi, bombardımanlarını yoğunlaştırması, AB ülkelerinin Ukrayna'dan yeni bir mülteci akını ile karşı karşıya gelme ihtimalini de artırıyor.

"2. Dünya Savaşı sonrası en büyük mülteci akını yaşanır"

DW'nin sorularını yanıtlayan göç uzmanı Gerald Knaus, "Harkiv gibi büyük şehirler hedef alınıp yıkıma uğrarsa, kurbanların sayısı artar ve umut azalırsa, o zaman 1940'lardan sonraki en büyük mülteci hareketi yaşanabilir" uyarısında bulunuyor.

Knaus, Avrupa'nın Ukrayna'daki savaştan kaçan en az bir 10 milyon kişiye daha ev sahipliği yapmak zorunda kalabileceğini, ancak AB'nin yaşanabilecek "en kötü senaryoya" hazır olmadığını da sözlerine ekledi.

Göç uzmanı Gerald Knaus.
Göç uzmanı Gerald Knaus, Ukrayna’da işlerin daha da kötüye gitmesi durumunda 1940'lardan sonraki en büyük mülteci hareketinin yaşanabileceği konusunda uyarıyor. null Federico Gambarini/dpa/picture alliance

Rusya'nın Ukrayna'ya işgali başladığında Almanya'da savaştan kaçan sivillerle büyük dayanışma sergilenmişti. Sığınmacılara uygulanan olağan bürokratik işlemler Ukraynalılar için askıya alınmış, sosyal ve sağlık hizmetlerinden yararlanmalarına, hızla iş gücü piyasasına dahil olmalarına imkan sağlanmıştı.

Almanya'nın ev sahipliği yaptığı Ukraynalı sığınmacıların sayısının yaklaşık 1 milyon 150 bin olduğu ve bu sayının artmakta olduğu belirtiliyor.

Almanya'da endişe artıyor

Ana muhalefetteki Hristiyan Birlik (CDU) partisinin milletvekili Thorsten Frei DW'ye "Avrupalılar olarak yakın çevremizde savaştan kaçan mültecilere karşı özel bir sorumluluğumuz var. Ancak gayet tabii ki bir noktada bizim de kapasitemiz sınırlarına ulaşıyor" açıklamasını yaptı.

AB ülkeleri arasında en çok Ukraynalının sığındığı ülke Almanya. CDU'lu siyasetçi Frei, mülteci akının asıl yükünü Almanya'nın çektiğini, bunun değişmesi gerektiğini savunuyor.

Thorsten Frei, "Baden-Württemberg Eyaleti tek başına Fransa'nın tamamından daha fazla Ukraynalı savaş mültecisi kabul etti" derken,  Baden-Württemberg'in nüfusunun 11 milyon, Fransa'nın nüfusunun ise yaklaşık 68 milyon olduğunu anımsattı.

DW/ DA, EC

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Almanya'da yabancı düşmanlığı nitelikli iş gücünü kaçırıyor

Almanya'da nüfusun yaşlanmasıyla giderek artan nitelikli iş gücü açığı kapatılamıyor. Hükümetin yabancı kalifiye personeli ülkeye çekmek ve Almanya'yı uluslararası istihdam piyasasında daha cazip hale getirmek üzere yaptığı yasal düzenlemeler de henüz büyük bir etki göstermedi. Bunun en önemli nedenlerinden biri, ülkede son dönemde aşırı sağın siyasi yükselişiyle de gündemden düşmeyen yabancı düşmanlığı.

Alman şirketleri, yurt dışından nitelikli eleman bulmakta zorlandıklarını, gelenler arasında da Almanya'daki koşulları beğenmeyerek bir süre sonra istifa edip ülkeyi terk edenlerin olduğunu belirtiyor.

Güneş enerjisi alanında faaliyet gösteren SolarWatt firmasının yöneticisi Detlef Neuhaus, iki yabancı çalışanının kendilerini Almanya'da artık huzurlu ve güvende hissetmedikleri için ülkeyi terk ettiğini anlatıyor. Neuhaus, "Bunlar ülkedeki bunaltıcı havanın doğrudan etkileri. Bu iki vakada çalışanlara yönelik somut bir tehdit durumu yoktu ama ülkedeki havanın sertleşmesi etkili oldu" diyor.

Kimya şirketi CAC Engineering de son 12 ayda yabancı 40 çalışandan 5'inin ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı nedeniyle istifa ettiğini belirtiyor. Şirketin idari müdürü Jörg Engelmann, "Elimizden gelen ne varsa yapıyoruz. Ama bodyguardlık yapamayız. Toplumda bir kesim, bu kişilerin Almanya'ya gerçek bir katkı sağlamak üzere gelmiş yabancı nitelikli iş gücü olduğunu göremiyor" diye konuşuyor.

Chemnitz kentindeki yazılım şirketi FDTech'in yöneticisi Karsten Schulze de şirkette istifa eden yabancı kalifiye elemanlar bulunduğunu anlatıyor. Schulze, "Evet, burada bir yabancı düşmanlığı sorunumuz var. Ama sadece Saksonya'da, Chemnitz'de değil, tüm Almanya'da, ve hatta tüm Avrupa'da" diyor.

Almanya'da bir laboratuvarda çalışan iki Afrikalı laborant
Almanya'da bir laboratuvarda çalışan iki Afrikalı laborantnull Thomas Imo/photothek/picture alliance

Chemnitz'deki bir başka yazılım firması Community4You'da ise bazı yabancı çalışanlar, Almanya'nın başka bölgelerine taşınmayı tercih etmiş. Bu kişilerden biri de günlük işleyişten sorumlu müdür pozisyonundaki Lavinio Cerquetti. İtalyan müdür, "Chemnitz'de bazen daha dikkatli olmam gerektiği hissinin yabancı olmamla da bağlantılı olduğu hissine kapılıyordum" diyor. Cerquetti, daha kozmopolit olduğunu düşündüğü Leipzig yakınında bir yere taşınmış.

Almanya'nın itibarı zarar görüyor

Enformasyon teknolojileri (IT) alanındaki iş gücüne aracılık yapan Who Moves şirketinin yöneticisi Deniz Ateş, Almanya'da aşırı sağın siyasi yükselişinin ülke dışında da yakından takip edildiğine işaret ediyor. Geçen yıl Hindistan'da bir bilgilendirme etkinliğinde kendisine ilk kez Almanya'da aşırı sağın yükselişiyle ilgili sorular sorulduğunu belirten Ateş, bazı katılımcıların Almanya'nın kendileri için artık bir seçenek olmadığını belirttiğini aktarıyor. Ateş, iş başvurusundaki en önemli faktörün kendini güvende hissetmek ve memnuniyetle karşılanmak olduğunu vurguluyor.

Hint avukat Romy Kumar, her yıl birkaç ayını geçirdiği Avrupa'ya tamamen taşınma planlarını, yabancı düşmanlığındaki yükseliş nedeniyle rafa kaldırmış. Kumar, "Bu durum, bir sonraki uçağa atlayıp orada bir şeyler kurmak için riske hazır olma hissini törpülüyor. Bu nedenle şimdi işi yavaşa alıyorum, durumun ne yöne gideceğini tahmin etmeye çalışıyorum" diyor.

Yabancı düşmanlığı da iş gücü açığı da artıyor

Alman İçişleri Bakanlığı verilerine göre, yabancı düşmanlığı kaynaklı suç vakalarının sayısı 2013-2022 yılları arasında üç kattan fazla artarak yılda 10 bin vakaya yükseldi. Aynı zamanda nüfustaki yaşlanma nedeniyle Alman istihdam piyasasındaki nitelikli iş gücü açığı, resmi tahminlere göre 2035'te 7 milyon kişiye yükselecek.

Symbolbild Migration Fachkraft Facharbeiter
null Thomas Koehler/photothek/picture alliance

Aşırı sağ eğilimi Almanya'nın doğu eyaletlerinde daha güçlü bir şekilde gözleniyor. 1990 yılında Almanya'nın yeniden birleşmesinin ardından pek çok şirket kepenk indirmiş, genç nüfusun büyük bir bölümü batı eyaletlerine göç etmişti. O dönemden bu yana Chemnitz kentinin nüfusu yüzde 20 azalarak 250 bine geriledi, yabancı oranıysa yüzde 2'den yüzde 14'e yükseldi.

Chemnitz Belediyesi sözcüsü Matthias Nowak, kliniklerdeki personelin yüzde 40'ının göçmen olduğu örneğini vererek yabancı iş gücünün kitleler halinde kenti terk etmesinin kentte yıkıma yol açacağı uyarısında bulunuyor.

Doğu eyaletlerinde Chemnitz gibi diğer şehirlerde de her hafta milliyetçi şarkıların söylendiği gösteriler düzenleniyor, katılımcılar mültecilere yapılan maddi yardımlardan, nüfusun "yabancılaşmasından" şikayet ediyor. 

AfD toplumdaki endişelerden besleniyor

Toplumdaki bu şikayetlerden en kârlı çıkansa aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi. Bu yıl üç doğu eyaletinde yapılacak seçimlerden AfD'nin en güçlü parti olarak çıkması mümkün. Ocak ayında araştırmacı gazetecilik ağı Correctiv'in yayınladığı bir haber büyük yankı uyandırmış, gözleri yeniden AfD'ye çevirmişti. Haberde, AfD yöneticilerinin de katıldığı bir özel toplantıda yabancıların kitleler halinde ülkeden gönderilmesine yönelik bir planın tartışıldığı belirtiliyordu.

Almanya'da sadece küçük ve orta ölçekli işletmeler değil, büyük şirketler de aşırı sağın yükselişinin yarattığı korkudan endişeli. AfD ise aşırı sağın yabancı iş gücünü kaçırması ile ilgili endişeleri paylaşmıyor. Reuters'ın konuyla ilgili sorusunu yanıtlayan AfD, Almanya'nın nükleer enerjiyi terk ederek yenilenebilir enerjiye yönelmesiyle daha da artan enerji fiyatlarına işaret ederek hükümeti, dikkatleri kendi yarattığı sorunlardan uzaklaştırmak için AfD'yi günah keçisi olarak kullanmakla suçluyor.

rtr/BK,EC

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

Avrupa teyakkuzda: IŞİD terör saldırısına mı hazırlanıyor?

Daha üç hafta önce Brüksel savcılığı, kentteki bir konseri hedef alacak büyük bir terör saldırısının önlendiğini açıklamıştı. Üçü reşit olmayan dört kişi, "olabildiğince çok kişiyi öldürmeyi planladıkları" gerekçesiyle tutuklandı. Savcılığa göre zanlılar, Kasım 2015'te İslamcı teröristlerin Paris'teki Bataclan kulübüne düzenlediği saldırıyı örnek almış, benzeri bir saldırı için plan yapmıştı.

Belçika'da bu tür şüpheli terör eylemlerinin sayısı, Hamas'ın İsrail'e yönelik terör saldırısı ve bunun ardından İsrail'in Gazze'ye başlattığı askeri harekat sonrasında ciddi oranda arttı.

Gece karanlığında eli silahlı, yüzü maskeli bir güvenlik görevlisi, çok sayıda ambulans ve arka planda yanan Crocus City Hall konser salonu - (22.03.2024)
IŞİD’in Horasan kolunun (IŞİD-H) üstlendiği ve en az 132 kişinin öldüğü Moskova’daki terör saldırısı sonrasında Avrupa’da terör endişesi daha da arttınull AP Photo/picture alliance

Tehdit Analiz Merkezi (CUTA) Mart ayı başında Brüksel'de yaptığı açıklamada potansiyel terör eylemlerinin sayısının yüzde 41 oranında arttığını duyurdu. 2022 yılında kayıtlara geçen 236 potansiyel terör eylemleri sayısı 2023 yılında 332'ye yükseldi.

Fransa alarm seviyesini en yüksek seviyeye çıkardı

Belçika, 16 Ekim 2023'te iki İsveç vatandaşının ölümüne yol açan İslamcı teröristin saldırısı sonrasında alarm seviyesini üçe yükseltmişti. En yüksek ise seviye dört.

CUTA yetkilileri, IŞİD'in Horasan kolunun (IŞİD-H) üstlendiği ve en az 132 kişinin öldüğü Moskova'daki terör saldırısı sonrasında alarm seviyesinde bir değişiklik yapılmadığını, zaten seviyenin yüksek olduğunu açıkladı.

Fransa'da ise durum farklı. Fransa alarm seviyesini en yüksek düzeye çıkarttı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bu kararın "önlem olarak" alındığını duyurdu.

Bir sokakta eli silahlı iki asker
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, alarm seviyesinin "önlem olarak" yükseltildiğini duyurdunull Michael Debets/Pacific Press/picture alliance

Moskova'daki saldırının arkasında IŞİD'in bir kolunun bulunduğundan yola çıktıklarını anlatan Macron, iç ve dış istihbarat birimlerinin elindeki bulgulara atıf yaparak "Moskova'daki bu saldırıda rol almış görünen bu grup son aylarda bizim topraklarımızda birkaç (saldırı) girişiminde bulundu" dedi.

Alman güvenlik birimleri de teyakkuz halinde

Almanya da güvenlik ve istihbarat birimlerinin teyakkuz halinde olduğunu duyurdu. Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser, IŞİD-H kaynaklı tehdidin zaten Moskava'daki saldırı öncesinde de mevcut olduğuna dikkat çekti.

Süddeutsche Gazetesi'ne açıklama yapan Faeser, alarm seviyesinde bir değişikliğin şu anda gerekli görülmediğini belirterek "IŞİD-H zaten şu anda Almanya'daki en büyük İslamcı tehdidi oluşturuyor. Güvenlik makamlarımız çok dikkatli ve daha uzun bir süredir bu terör grubunu izliyor" dedi.

Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser
Nancy Faesernull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Geçen yıl Noel döneminde Köln, Viyana ve Madrid'i hedef alacak terör saldırıları planları yapıldığı ortaya çıkmıştı. Ayrıca daha geçen hafta IŞİD-H adına İsveç parlamentosuna saldırı planlayan iki kişi Almanya'nın Gera kentinde yakalandı.

İsveç ve Danimarka'da da İslamofobik olarak eleştirilen Kuran yakma olayları sonrasında güvenlik ve uyarı seviyeleri zaten artırılmıştı. Danimarka gizli servisinden (PET) yapılan açıklamaya göre Hamas ve İsrail arasındaki ihtilaf durumu daha da kötüleştirdi.

Açıklamada "İhtilaf, yüksek radikalleşme ve mobilizasyon potansiyeline sahip bu da belli aktörlerin Danimarka'da planlı ya da spontane bir şekilde hareket etmesine yol açabilir, buna terör saldırıları dahil" ifadelerine yer verildi.

IŞİD-H Batı Avrupa'da saldırılabilir

IŞİD'in Horasan kolunun 2015 yılında Afganistan'da kurulduğu, yaklaşık bin üyesinin olduğu, destekçilerinin büyük çoğunluğunun Orta Asya'dan geldiği belirtiliyor.

Londra'daki Kings College'ın terörle mücadele uzmanı Peter R. Neumann, sosyal medya hesabında "IŞİD-H, muhtemelen şu anda Batı'da büyük ve koordineli bir saldırı gerçekleştirebilecek tek IŞİD uzantısı" görüşünü paylaştı. Neuman, IŞİD-H'nin saltı İslamcı ideoloji saikleriyle değil aynı zamanda İslamcı kamptaki üstünlük mücadelesi nedeniyle de terör saldırısı düzenleyebileceğine dikkat çekti.

EUROPOL dikkatle izliyor

Avrupa Birliği'nde (AB) terörle mücadele üye ülkelerin yetki alanında ama üye ülkelerin bilgi ve istihbarat paylaştıkları, arama tedbirlerini koordine ettikleri kurumlar da var.

Bunlardan biri de kısaltması EUROPOL olan Lahey merkezli Avrupa Polis Teşkilatı. Burada da AB'de artan terör faaliyetleri büyük bir dikkatle izleniyor.

Lahey’deki EUROPOL binası
null IMAGO/Pond5 Images

2022 yılında AB'de yedi üye ülkede 16 terör saldırısı yapıldı. İtalya 12 saldırı ile en fazla saldırının yapıldığı ülke olurken, bu saldırıların hepsinin radikal sol ya da anarşist bir arka planı vardı.

AB'de 2022 yılında iki İslamcı saldırı meydana geldi. Ancak, çoğu Fransa'da olmak üzere 300'den fazla İslamcı, terör saldırısı planladıkları gerekçesiyle tutuklandı.

Saldırı sayısı, 200'ün üzerinde saldırının gerçekleştiği 2017'den bu yana önemli ölçüde düştü. Ancak EUROPOL, saldırıların yeniden artabileceğine dikkat çekiyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Rusya saldırısını üstlenen IŞİD-H kim?

Moskova oblastına bağlı Krasnogorsk kentindeki "Crocus City Hall" konser salonuna düzenlenen terör saldırısı, gözleri yeniden IŞİD'e çevirdi. IŞİD'in Horasan kolunun üstlendiği saldırıda sivillerin üzerine otomatik silahlarla ateş açan ve ardından yangın çıkaran dört saldırgan, 137 kişinin ölümüne ve 180'den fazla kişinin yaralanmasına yol açmıştı. Rus medyasında, saldırıyla ilgili Rusya'nın Bryansk bölgesinde yakalanan dört zanlının Tacikistan vatandaşı olduğu bilgisi yer alıyor.

Saldırının hemen sonrasında Rusya'da gözler Ukrayna'ya çevrilirken ABD, olayla Ukrayna'nın bağlantılı olduğuna dair ellerinde bir işaret bulunmadığını açıkladı. Bu açıklamaya Rusya'dan tepki gelirken birkaç saat içinde IŞİD'in Horasan kolu (IŞİD-H), IŞİD'e yakın Amaq haber ajansının Telegram kanalı üzerinden bir açıklama yaparak saldırıyı üstlendi.

ABD açıklamanın doğru olduğuna inandığını bildirdi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise saldırganlarla ilgili kamuoyuna yansıyan açıklamalarında IŞİD'in adını ağzına almadı. Putin, olay sonrasında saldırganların Ukrayna'ya kaçmaya çalıştıklarını ve Ukrayna tarafında kendilerini saklamak için bekleyenler olduğunu iddia etti. Rusya Dışişleri Bakanı Maria Zakharova ise ABD'yi, "Kiev'de vesayeti altındakilerin rolünü gizlemek için öcü IŞİD hikayesine başvurmakla" suçladı. Zakharova, ABD'nin 1980'lerde Sovyet ordusuna karşı savaşmak için bölgede mücahitleri desteklediğini hatırlattı. Ukrayna ise olayla bağlantısı olduğu iddialarını reddediyor.

Crocus City Hall konser salonuna düzenlenen saldırıda 137 kişi hayatını kaybetti.
Crocus City Hall konser salonuna düzenlenen saldırıda 137 kişi hayatını kaybetti.null Maxim Shemetov/REUTERS

IŞİD-H nasıl kuruldu, kimlerden oluşuyor?

Peki saldırıyı üstlenen IŞİD'in Afganistan merkezli Horasan kolu kim, hakkında neler biliniyor? Horasan, IŞİD'in en kanlı kolu olarak görülüyor. Horasan, Antik Çağ'da İran, Türkmenistan ve Afganistan'ın bazı bölgelerini de içeren bölgeye verilen addı. Faaliyetleri bu bölge dışına da yayılan IŞİD-H, 2015'ten bu yana Afganistan ve Pakistan'da binlerce kişinin ölümüne yol açtı.

2014 yılında Taliban ve El Kaide üyeleri tarafından Pakistan ve Afganistan'da kurulan örgüt, 2015 yılında kendini resmi olarak IŞİD'in Horasan kolu ilan etti. IŞİD gibi IŞİD-H da sınırlar ötesi bir halifelik kurma hedefi güdüyor.

Diğer cihatçı gruplarla teması var mı?

Analistler, IŞİD-H üyeleriyle diğer radikal İslamcı örgütler arasında yakın temas bulunduğunu ve El Kaide, Taliban gibi örgütlerin savaşçılarından sık sık IŞİD-H'ya geçişler olduğunu belirtiyor.

Taliban'ın Afganistan'da iktidarı 2021 yılı Ağustos ayında yeniden ele geçirmesi öncesinde ülkede bulunan ABD askerleri ve Afgan hükümet güçleri, IŞİD-H'nın çok sayıda üst ve orta düzeyde yetkilisine operasyon düzenleyerek öldürmüştü.

ABD askerlerinin ülkeden çekilmesiyle güvenlik alanında oluşan boşluğun örgüte yeni bir ivme kazandırdığı düşünülüyor. Örgüt Afganistan'da yeni eğitim kampları açarken uluslararası ağlarla bağlarını da geliştirdi.

Taliban mensupları ABD askerlerinin ülkeden ayrılmasını kutluyor
Taliban mensupları ABD askerlerinin ülkeden ayrılmasını kutluyornull NOORULLAH SHIRZADA/AFP/Getty Images

Taliban'la ilişkileri ne durumda?

Afganistan'da iktidardaki Taliban, IŞİD-H'nın ülkedeki faaliyetlerini engellemeye çalıştığını belirtiyor ve iktidara gelişinden bu yana örgütün binlerce üyesini yakalayıp hapse attığını iddia ediyor.

Ancak örgütün ülkedeki etnik ve dini azınlıklara yönelik saldırılarındaki artış, Taliban'ın imkanlarının, örgütü zayıflatmak için yeterli ve etkili olmadığını gösteriyor.

Birleşmiş Milletler de El Kaide ve IŞİD-H gibi örgütlerin, Taliban üyeleriyle olan bağlantıları yoluyla ülkede kalan gelişmiş NATO silahlarına erişebilecekleri endişesini defalarca dile getirmişti.

IŞİD-H'nın son faaliyetleri

IŞİD-H, 3 Ocak 2024'te İran'ın Kirman kentinde 95 kişinin öldüğü bombalı saldırıyı üstlenmişti. İran'ın Devrim Muhafızları ordusunun eski komutanı General Kasım Süleymani'nin 2020'de bir Amerikan operasyonuyla öldürülmesinin yıldönümünde, kabrinde toplanan kalabalığın yakınlarında iki bomba patlamıştı. Haber ajanslarına yansıyan bilgilere göre ABD istihbaratı, Tahran yönetimini saldırı planları konusunda uyarmıştı. ABD'nin Moskova Büyükelçiliği, 7 Mart'taki duyurusunda, aşırılıkçıların Moskova'da saldırı hazırlığı içinde bulunduğu uyarısı yaparak ABD vatandaşlarına kalabalık gruplardan uzak durmaları çağrısında bulunmuştu.

Rusya iç istihbarat teşkilatı FSB de 7 Mart'ta Moskova yakınlarındaki Kaluga bölgesinde bir sinagoga silahlı saldırı planlarını engellediğini duyurmuştu.

Esad'a destek ve Sovyet işgali

Uzmanlar, IŞİD-H'nın Rusya'ya yönelik terör saldırısının arkasında Rusya'nın Suriye iç savaşındaki müdahil rolünün etkili olabileceği görüşünü dile getiriyor. Moskova, iç savaşta Beşar Esad rejimine destek vererek IŞİD mevzilerine hava saldırıları düzenlemişti.

Rusya lideri Putin, IŞİD yöneticilerinin propagandalarında "elinde Müslüman kanı olan bir kişi" olarak görülüyor. IŞİD-H'nın Rusya karşıtı propagandalarında Afganistan'daki Sovyet işgali dönemine de sıklıkla atıfta bulunuluyor. Afghanistan, 1979-1989 arasındaki dönemde Sovyetler Birliği'nin işgali altında kalmıştı.

Ancak IŞİD-H'nın terör hedefleri arasında Avrupa da bulunuyor. Alman polisi de son yıllarda çok sayıda IŞİD-H taraftarını gözaltına almıştı. Son olarak Mart ayında Almanya'nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde IŞİD üyesi oldukları şüphesiyle iki kişi gözaltına alınmıştı. Şüpheliler İsveç Parlamentosuna saldırı planı yapmakla suçlanıyor. IŞİD-H liderleri, bu ülkelerde gerçekleşen Kur'an yakma eylemleri nedeniyle İsveç, Hollanda ve Danimarka'yı misilleme saldırılarıyla tehdit etmişti.

DW/BK,EC

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

 

Putin Rusya'yı bundan sonra nasıl yönetecek?

Rusya'da 15-17 Mart tarihleri arasında yapılan devlet başkanlığı seçimleri tüm dünyada olduğu gibi Rusya'da da bir formalite olarak algılandı. Vladimir Putin'in seçim zaferinin duyurulduğu açıklama da aynı şekilde. Peki Rusya'daki gelişmeler bundan sonra bundan nasıl seyredecek? Bu tartışmalı galibiyet Putin'e daha fazla güç kazandırabilecek mi? 

Putin rejiminin sağlamlaştırılması

"Açıklanan yüzde 87 (Putin'in aldığı öne sürülen oy oranı), rejimin ve giderek diktatörleşen Putin yönetiminin onaylanması demek" diyen Hamburg Üniversitesi Barış Araştırmaları ve Güvenlik Politikası Enstitüsü uzmanlarından Regina Heller, bu sonucun "seçmenin iradesini değil, rejimin isteğini" yansıttığını söylüyor. Heller, seçim sonuçlarının nihayetinde "Putin'in politikalarına ve rejimine bir nevi ruhsat verdiği ve bunun Ukrayna ile ilgili siyaseti için de geçerli olduğu" görüşünde.

Doğu Avrupa Uzmanı Hans-Henning Schröder de Putin rejiminin kendini son dönemlerde sağlamlaştırdığını düşünüyor. Rusya'da son aylarda yaşananları "rejimin harekete geçmesi" olarak değerlendiren Schröder, tartışmalı bir uçak kazasında hayatını kaybeden Wagner Grubu'nun lideri Yevgeni Prigojin'in geçen yılki isyanı sonrası Putin ve rejiminin krize girdiğine dikkat çekiyor.

Kremlin'in bu isyana Putin'in kamusal alandaki faaliyetlerini artırarak yanıt verdiğini ifade eden Hans-Henning Schröder, "Putin tüm ülkeyi dolaştı ve çeşitli platformlardaki çok sayıda etkinlikte kendini gösterdi. Bir dizi de röportaj verdi. Bu görünürlüğü ile ipleri elinde tuttuğu izlenimini yaratmak istedi" diyor.

Uzmanlara göre rejimin varlığını sürdürebilmesinin başlıca nedenler ise ülke ekonomisindeki istikrar ve Batı yaptırımlarının yarattığı olumsuz etkilerin düşük seviyede tutulabilmesi. Ayrıca Rusya'nın Ukrayna'ya karşı sürdürdüğü savaşa karşı çıkanlara uygulanan yoğun baskılar da bu bağlamda etkili oluyor.

Tüm bunlar sayesinde Kremlin'in seçimlerden sonra bugüne dek izlediği politikayı devam ettirebileceğini kaydeden Regina Heller, "Putin'in savaş çizgisini sürdüreceği, savaşı aynı yoğunlukta, sertlikte devam ettireceği ve hatta belki de daha da tırmandıracağı bugünden görülüyor" diyor.  

Ukrayna'nın Rus işgali altındaki kentlerinden Berdyansk'ta Putin motifli süs eşyaları satan bir kadın esnaf - (29.12.2023)
Ukrayna'nın Rus işgali altındaki kentlerinden Berdyansk'ta Putin motifli süs eşyaları satılıyornull Alexei Konovalov/TASS/dpa/picture alliance

Savaş hedefleri için vergiler arttırılacak mı?

Uzmanların bir diğer öngörüsü Rusya'da vergilerin arttırılacağı yönünde. Vladimir Putin, seçimlerden önce Federasyon Konseyi'nde yaptığı konuşmada vergi yasasında değişikliğe gidilmesi için hükümete talimat vermişti. Bu durumu değerlendiren Hans-Henning Schröder, savaşın karşılanması gereken bir maliyetinin olduğunu ifade ediyor.

Innsbruck Üniversitesi'nde siyasal bilgiler profesörü olarak görev yapan ve uzmanlık alanı post-sovyet coğrafyasında güvenlik araştırmaları olan Gerhard Mangott'un konuya dair görüşü şöyle:

"Hükümetin paraya ihtiyacı var. Gelirlerini arttırması gerekiyor ve bu da ancak vergiler arttırılarak sağlanabilir. Artırılacak olan vergilerden gelen kaynağın büyük kısmı da tabii ki savaş için harcanacak."

Yeni bir seferberlik dalgası mı geliyor?

Rusya'da halkın geniş bir kesimi de yakında yeni bir seferberlik kararı alınabileceğini düşünüyor. Putin'in savaş söylemlerine aynı sertlikte devam etmesi nedeniyle Rus halkı tarafından bu ihtimalin güçlü görüldüğünü belirten Regina Heller, "Batı'nın Ukrayna'ya yönelik yardımlarının, belki gerektiği kadar güçlü olmadığını görüyoruz" diyerek bunun Kremlin tarafından savaşın gidişatını Rusya'nın avantajına çevirmek için bir fırsat olarak görülebileceğini ve yeni bir seferberlik kararı alınabileceğini ifade ediyor.

Heller, diğer yandan alınacak yeni bir seferberlik kararının, Rus halkındaki savaş yorgunluğu gözönünde bulundurulduğunda Kremlin açısından tehlikeli de olabileceğinin altını çiziyor.

Gerhard Mangott de hem bu sebepten hem de konuya dair kamuoyu araştırmalarından çıkan sonuçlar nedeniyle yeni bir kitlesel seferberlik kararı alınması olasılığını düşük görüyor. "Rus halkının savaşla ilgili ruh halinin değişmeye başladığını unutmamak gerek" diyen Mangott, Levada Merkezi'nin açıkladığı verilerin "Bizim artık savaşın devamına değil, müzakere masasında çözüme ihtiyacımız var" görüşünde olan Rusların sayısının çok daha fazla olduğunu gösterdiğini belirtiyor. 

Rusya'da kamu kurumları tarafından "yabancı ajan" olarak sınıflandırılan Levada Merkezi, Rusya'da devlet tarafından desteklenmeyen tek bağımsız kamuoyu araştırma enstitüsü olarak biliniyor.

Televizyon ekranında, Vladimir Putin ve diğer adayların, Devlet Başkanlığı Seçimi'nde aldığı oy oranını gösteren grafik - (17.03.2024)
Rusya Devlet Başkanlığı Seçimi'ni Vladimir Putin'in yüzde 87 ile kazandığı duyuruldunull Maxim Shemetov/REUTERS

Hans-Henning Schröder, yeni bir seferberlik kararı alınıp alınmamasında belirleyici olacak konunun Rusya'nın önümüzdeki aylar için Ukrayna'ya dair planları olduğunu ifade ediyor:

"Amaçları bir taarruz ve Ukrayna'yı dize getirmek ise bunun için silahlı kuvvetlerini büyütmeleri gerekiyor. Sadece savaşı kazanmak adına değil, ülkeyi (Ukrayna) kontrol altında tutabilmek için de. Benim izlenimime göre ise Rusya, en azından ABD'deki başkanlık seçimlerine kadar, savaşta kontrolü elinde tutan taraf olmak ve genel itibarıyla, hem içeriye hem de dışarıya karşı zafere yakın olan tarafın kendi olduğu hissini yaratmak istiyor."

Schröder, Joe Biden'ın kaybedip Donald Trump'ın yeniden başkan olması durumunda, savaştaki durumun Ukrayna aleyhine kökten değişeceğini düşünüyor. Schröder'e göre böyle bir durumda Rusya yeni bir seferberliğe ihtiyaç duymaz.

Yönetim kademesinde yeni bir yapılanma olabilir mi?

Aralarında ABD merkezli yayın kuruluşu Bloomberg'in de olduğu bazı medya kanallarında çıkan, Rusya'da seçimlerden sonra devletin üst düzey yönetim kademesinde köklü değişiklikler yapılacağı yönündeki iddialara ise uzmanlar temkinli yaklaşıyor.

"Ben şu anda (hükümette) zayıf bir nokta görmüyorum" diyen Schröder, Kremlin'in Başbakan Mihail Mişustin'den memnun olduğunu, Rusya Merkez Bankası ile Maliye'den sorumlu politikacıların da Ukrayna'ya saldırı sonrasında, Avrupa Birliği (AB) ve ABD tarafından, Moskova'nın bu şiddette olacağını tahmin etmediği yaptırımları ile sarsılan ekonomiyi istikrara kavuşturduğunu, enflasyonun ise kabul edilebilir oranda olduğunu vurguluyor. Ayrıca tüm ekonominin Avrupa'dan Asya'ya kaydırılması sürecinin de başarılı olduğunu ifade eden Schröder, Putin'in idareye müdahale etmesi için bir sebep bulunmadığını belirtiyor.

Regina Haller ise Vladimir Putin'in ulusa sesleniş konuşmasında dile getirdiği, Rusya'nın savaşa bağlı bir elit sınıfa ihtiyaç duyduğu yönündeki sözlerine dikkat çekerek "Bu belki de gelecekte ya makamların ya da kişilerin değiştirilmesi veya makamlara Putin'in davasına daha sıkı bağlı personelin getirilmesi ile ilgilidir" diyor.

Olası bir değişim tartışmalarında bazı "kızıl prenslerin" göreve hazır olduğunu vurgulayan Heller, bunların Putin'le uzun yıllardır yol arkadaşlığı yapan isimlerin, kendine bağlı ve yakından tanıdığı çocukları olduğunu aktarıyor. 

Regina Heller'e göre, ülke yönetiminde etkili elit sınıflar içinde Putin sonrası döneme kontrollü bir şekilde hazırlanılması ve sistemin devamlılığının güvence altına alınması için uzun vadeli sonuçları olacak bir yeniden yapılanma mümkün.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Alman dış istihbaratı BND'den yeni kampanya: Ajan arıyoruz

Almanya'nın yurt dışındaki istihbarat faaliyetlerinden sorumlu teşkilatı Federal Haber Alma Servisi (BND) yıllardır yürüttüğü geri planda kalma ilkesinden vazgeçerek, yeni ve alışılmışın dışında bir kampanya ile eleman aramaya başladı.

BND, sokaklardaki afişlerle ve sosyal medyadaki paylaşımlarında dikkat çekici sloganlarla yeni elemanlar kazanmaya çalışıyor. Cuma akşamı tanıtımı yapılan kampanyadaki afişlerde örneğin büyük puntolarla "Teröristleri arıyoruz" yazıyor, altında da biraz daha küçük puntolu yazıda "Onları bizimle birlikte bul" ifadesi yer alıyor. BND, sosyal medya kampanyasında da casusluk filmlerinden tanınan gizemli görseller, animasyonlar, sözler ve müziklerle genç insanlara ulaşmaya çalışıyor.

Bugün başlayan afiş kampanyası çerçevesinde önce Bonn ve Berlin'deki reklam panolarına afişler asılacak. Bonn ve Berlin'i, Münih ile diğer kentler izleyecek.

Hedef gençler

BND Başkanı Bruno Kahl başlatılan alışılmışın dışındaki kampanyayı açıklarken, bütün Almanya'da olduğu gibi kendi teşkilatlarında da nüfusun yaşlanmasının getirdiği demografik sorunlar nedeniyle eleman sıkıntısı yaşandığını ifade etti. "Yaşı geldiği için aramızdan ayrılanların sayısı, işe yeni başlayan gençlerden daha yüksek" diyen Kahl ayrıca, yaptıkları işin başka mesleklerden büyük ölçüde farklı olduğunu hatırlattı.

BND Başkanı, kendilerine başvuranların uzun ve zahmetli güvenlik kontrollerinden geçtiğini, çalışırken cep telefonu kullanımının yasak olduğunu, evden çalışmanın mümkün olmadığını ve bunlara ilaveten BND çalışanlarının serbest piyasadan daha da az kazandığını söyledi. Kahl ayrıca, yaptıkları işle gurur duysa da çalışanlarının evde, ailede veya arkadaş çevresinde işiyle bağlantılı olarak hiçbir şey anlatamadığını da sözlerine ekledi. 

BND'nin duvarında görülen yeni kampanya görseli. followtheglitchkarnickel.de yazan görselde, Matrix filmine gönderme yapılıyor.
BND binasının duvarında görülen yeni kampanya görseli. followtheglitchkarnickel.de yazan görselde, Matrix filmine gönderme yapılıyor. null Kay Nietfeld/picture alliance

Yeni logo ve çok yönlü anlamı

Yeni bir imaj ile kampanyaya başlayan BND, logosunu da değiştirerek Almanya'daki diğer devlet kurumlarından farklı bir logo kullanmaya başladı. Dış istihbarat teşkilatının yeni logosunda Almanya'nın sembolü olan, kanatları ve gagası açık, başı sağa çevrili Federal Kartal'ın yuvarlak hatlara kavuştuğu görülüyor. BND, bir animasyonla tanıttığı bu logosuyla dünyaya açık, gereken ağlara sahip, gizli, dijital, koruyucu, demokratik ve titiz olduğu mesajını veriyor. Yeni logodaki kartalın gövdesindeki yuvarlak bölümün Federal Meclis'e benzetilerek demokrasinin koruyucusu olduğuna da gönderme yapıyor.

Ajanlıktan kantin çalışanına pek çok istihdam alanı mevcut

BND Başkanı Kahl, yeni logo ile bilgisayar ve meslek fuarları ile üniversitelere giderek, gençlerin ilgisini çekmeyi amaçladıklarını belirtti. "Gençlerin olduğu yere biz gitmeliyiz, onların konuştuğu dili konuşmalıyız" diyen BND Başkanı Kahl, 15-35 yaş arası kişilere ulaşmaya çalıştıklarını, diplomasız okulu terk edenlerden üniversite mezunlarına, geniş gruba ulaşmayı ve onların ilgisini çekmeyi amaçladıklarını kaydetti.

BND'nin verilerine göre teşkilatta farklı eğitim seviyeleri gerektiren 450 ayrı meslek dalında çalışmak mümkün. Bir zanaatkar ustasından akademisyene, kapılarının, şartları yerine getiren herkese açık olduğu belirtiliyor.

Muhalefetten eleştiri

BND'nin yeni kampanyasına muhalefetten ise eleştiri geldi. İstihbarat Servisleri Parlamento Kontrol Komisyonu Başkan Yardımcısı, muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) üyesi Roderich Kiesewetter yeni kampanyanın amaca hizmet etmekten uzak ve kafa karıştırıcı olduğunu savundu. Kiesewetter, yeni logonun da sloganların da içinde bulunulan tehditkâr durumundan ve bunlarla mücadelede BND'nin önemine dikkat çekmekten uzak olduğunu iddia etti. 

İstihbarat Servisleri Parlamento Kontrol Komisyonu Başkanı Konstantin von Notz, gün geçtikçe zorlukların arttığı dünyada BND'nin özgürlüğü, demokrasiyi ve hukuk devletini korumaya çabaladığını söyledi. Koalisyon ortağı Yeşiller üyesi von Notz, yeni kampanya sayesinde bu önemli göreve uygun genç ve istekli çalışanlar kazanılmasının mümkün olacağını vurguladı.

BND Başkanı Kahl da yeni ve çarpıcı sloganların özellikle de çifte anlamlı olanların başarılı olacağına inanıyor. Üzerinde büyük puntolarla "BND'nin seni aradığını düşünsene" yazılı afişin en beğendiği afiş olduğunu belirten Kahl, bu çarpıcı sloganın hemen altında da "Ekip arkadaşı olarak" ibaresinin yer almasının, BND'ye yönelik klişelerle oynayarak hazırlanmış çarpıcı ama hedef odaklı olduğunu dile getirdi.

dpa/ETO, JD

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

Popülistlerin ekonomi karnesi nasıl?

Popülizm küresel çapta giderek daha da yayılıyor. Alman ekonomist Christoph Trebesch'in tespitine göre dünyanın dörtte biri popülistlerce yönetiliyor.

Türkiye'de 22 yıldır Recep Tayyip Erdoğan iktidarda, Macaristan'da Viktor Orban uzun yıllardır Başbakan. Arjantin'de ise Aralık ayında görevine başlayan popülist Javier Milei ipleri eline aldı, Amerika Birleşik Devletleri'nde de Donald Trump Kasım ayında düzenlenecek başkanlık seçimlerini kazanıp yeniden iktidara gelecek gibi gözüküyor. Almanya'da da aşırı sağcı, İslam ve göç karşıtı sağ popülist Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi, yaklaşan Avrupa Parlamentosu, yerel seçimler ve sonbaharda düzenlenecek üç eyalet seçimi öncesinde kamuoyu destek oranlarını gün geçtikte artırıyor.

Popülistlerin başarı reçetesi, çoğunlukla, kendilerini, var olduğunu iddia ettikleri bir grup elite karşı halkın savunucusu olarak sergilemeleri. Halka, daha yüksek refah ve söz konusu elit kesimin gücünü elinden almayı vadediyorlar.

Peki, gerçekte durum nasıl? Popülistler gerçekten de vaatlerini yerine getiriyor mu? Ve bir ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum, popülistlerin iktidara gelmesinde ne kadar etkili bir rol oynuyor?

Mali krizler popülistlerin palazlanmasına zemin yaratıyor

Ekonomist Christoph Trebesch ile yine ekonomi araştırmacıları Moritz Schularick ve Manuel Funke'nin birlikte yürüttükleri bir araştırmanın sonuçlarına göre, bir ülkede ekonomik durum iyiyse popülistlerin işi zorlaşıyor. Trebesch ve meslektaşları konuyla ilgili araştırmayı hazırlarken 1990-2020 döneminde ekonomiyle popülizm arasındaki bağlantıları büyüteç altına aldılar.

Almanya'nın Kiel kentindeki Dünya Ekonomisi Enstitüsünde görevli uzman Trebesch ve meslektaşlarının araştırmaları, mali krizlerin popülistlerin başarısının ateşleyicisi olduğu sonucuna varıyor. Kıdemli uzmanlara göre popülistlerin kullandığı "halk elitlere karşı" ve "elitlerin hezimeti" söylemleri de ekonomik krizlerin yaşandığı dönemde insanlara inandırıcı teoriler gibi sunuluyor. Burada şöyle bir mantık işliyor: Mevcut siyasal sistemde belli bir nokta o kadar kökten hatalı ki krizi tetikliyor.

Trebesch'e göre aynı mantıkla yolsuzluk skandalları da popülistlerin güçlenmesine zemin sağlıyor. Trebesch buna eski İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi örneğini veriyor.

Ancak bu dinamiklerin yanı sıra küreselleşme ile popülistlerin güç kazanması arasında da bağlantı olduğu tespit edilmiş. Uzman, örneğin Çin'in büyük rekabet gücünün yoğun hissedildiği ülkelerde, Çin'den ithalat nedeniyle endüstrinin bazı kollarının sarsılması veya istihdam alanlarının kaybolması halinde popülistlerin güçlendiğini saptadıklarını belirtiyor.

Türkiye'de de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın vaatlerine rağmen halk yüksek enflasyon altında eziliyor.
Türkiye'de de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın vaatlerine rağmen halk yüksek enflasyon altında eziliyor. null Adem Altan/AFP/Getty Images

Alman Bertelsmann Vakfı uzmanı Thieß Petersen de gelişmiş ekonomilerde, sermaye ve teknolojilerin ön plana çıkmasıyla insanların gelir veya istihdam kaybı yaşaması halinde, ampirik araştırmaların, bu ülkelerde popülistlerin işinin kolaylaştığını ortaya koyduğunu aktarıyor. "Çoğu zaman böylesi bir gelişme yaşanabileceği korkusu bile popülistleri güçlendirmeye yetiyor" diye konuşuyor.

Ancak Petersen de pek çok uzman gibi popülizmin güçlenmesinde farklı faktörlerin rol oynadığını ve bu sürecin sadece ekonomik gelişmelerle açıklanamayacağını hatırlatıyor. Ona göre ekonomik gerekçeler aslında gerçek sebepleri de oluşturmuyor.

Uzun vadeli refah kaybı endişesi

Her ne kadar vaatleri arasında öne çıksa da popülistler iktidara geldiğinde halka daha fazla refah sağlama konusundaki sözlerini çoğunlukla yerine getirmiyorlar. Öte yandan Trebesch'e göre onlar iktidara geldiklerinde kısa vadede ekonomik çöküntü de yaşanmıyor. Uzun vadede değerlendirildiğinde ise popülistlerin yönetimindeki ekonomiler kötüleşiyor.

Trebesch ve meslektaşlarının yaptığı araştırmaya göre popülistlerin iktidara gelmesinden sonraki 15 yıl zarfında gayri safi yurt içi hasıla, popülistlerce yönetilmeyen ülkelere göre yüzde 10 düşüş kaydediyor. Uzman, "Bu da halkın alım gücünün düşmesi demek" diye vurguluyor. Uzman ekibin araştırmaları ayrıca, popülist iktidarlar döneminde insanlar arasındaki eşitsizliğin giderilmesi yönünde iyileşme olmadığını ortaya koymuş.

Trump döneminde ekonomik durum

Eski ABD Başkanı Donald Trump da birçok vaatte bulundu. Ancak Almanya Federal Siyasi Eğitim Merkezi (bpb), Trump'ın görev süresinde korona pandemisine kadar olan dönemde ekonominin, önceki Başkan Barack Obama dönemiyle (2014-2017) karşılaştırıldığında hissedilir derecede daha iyi olmadığına dikkat çekiyor. Obama döneminde ekonomik büyüme ortalama yüzde 2,4 iken, büyümenin Trump'lı ilk üç yılda ancak yüzde 2,5'e ulaştığı saptaması yapılıyor.

2009'da yüzde 10 olan cari açık Obama döneminde 2016'ya kadar yüzde 3,1'e düşürüldü. Trump dönemindeyse büyüme rakamlarındaki olumlu gelişmeye rağmen 2019'da yeniden yüzde 4,6'ya çıktı. Trump'ın 2017'de yaptığı vergi indirimleri de devlete 1,5-2 trilyon dolara mal oldu. Uzmanlar, bunun halka değil, çok iyi kazananlar ile büyük şirketlere verilmiş bir hediye olduğunu kaydediyor.

Trebesch, "Trump döneminde ekonomik çöküntü görmedik ancak yapılan araştırmalar, Trump olmasaydı ekonominin daha da iyi gelişme göstermiş olacağını ortaya koyuyor" diyor.

Trump sadece dört yıl görev yaptı. Trebesch, popülistlerin ne kadar uzun iktidarda kalırlarsa oluşturdukları etkinin de o kadar güçlü olduğuna dikkat çekiyor. "Trump'ın bir kez daha iktidara gelmesi halinde çok daha sert siyasi ve ekonomik adımlar atacağından yola çıkıyoruz" diye de ekliyor. Bu tahminden yola çıkarak da refah açısından da çok daha büyük kayıplar yaşanacağına inanıyor. 

Arjantin'deki son devlet baskanligi seçimlerini de radikal ve popülist söylemleriyle öne çıkan Milei kazandı.
Arjantin'deki son devlet baskanligi seçimlerini de radikal ve popülist söylemleriyle öne çıkan Milei kazandı. null Marcos Gomez/AG La Plata/AFP

Ekonomi politikaları başlangıçta nispeten yumuşak

Uzmanlara göre, popülistlerin ekonomi politikalarında benzerlikler söz konusu. Popülistlerin ekonomiye başlarda tesirinin az olmasının nedeni ise iktidara gelmeleriyle beraber merkez bankaları veya ekonomik yapılanmalara ve kuruluşlara hemen müdahale etmemeleri ve aynı şekilde yine göreve geldikleri ilk dönemlerde yargıya da hızla müdahalelerde bulunmamaları. Trebesch, bu tür alanlar yani "elit" diye niteledikleri yapılara müdahalenin ağırlıklı olarak popülistlerin iktidarlarının ilerleyen dönemlerinde görüldüğünü saptadıklarını belirtiyor.

Seçim vaatlerine uygun olarak da popülistler araştırmaya göre çoğunlukla sınırları insanlara, sermaye ve ticarete kapatma eğilimindeler. Trebesch, "Çok harcama yapıyorlar, daha gevşek bir mali politika izliyorlar ve devletin borçlanması onlar döneminde artıyor. Bunu özellikle Arjantin örneğinde gözlemlemek mümkün" diye kaydediyor.

Bir gelince kolay gitmiyorlar

Araştırmalara göre ortaya ilk görünüşte çelişkili ve sinsice bir tablo ortaya çıkıyor; Popülistler ekonominin kötü olduğu dönemlerde iktidara daha kolay geliyorlar, ancak ekonomi düzelmese de hatta daha da kötüye gitse bile iktidarda kalmaya devam ediyorlar. Trebesch, "Verilere bakıldığında, popülistlerin bir kez iktidara geldiklerinde, ülkeyi yıllarca ve hatta belki de on yıllarca şekillendirmelerinin oldukça muhtemel olduğu görülüyor" ifadelerini kullanıyor. diyor. Trebesch'e göre popülistler siyasi olarak ayakta kalma konusunda yetenekliler.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

 

Almanya'da federal düzeydeki ilk Polis Sorumlusu göreve başlıyor

Sosyal Demokrat Parti (SPD) milletvekili Uli Grötsch, Almanya'nın federal düzeyde görev yapacak ilk Polis Sorumlusu oldu. Grötsch, dün Federal Mecliste yapılan oylamada SPD, Yeşiller ve Hür Demokrat Parti'den (FDP) oluşan koalisyon partilerinden milletvekillerinin oyları ile bu göreve seçildi.

Polis Sorumluluğu görevi Almanya'da yeni değil. Ülkedeki 16 eyaletten sekizinde polis sorumluları görev yapıyor. Federal düzeyde ilk kez seçilen Polis Sorumlusu'nun yetki alanında ise Federal Polis, Federal Kriminal Dairesi (BKA) ve Alman meclisindeki polis birimi yer alıyor. Bu kurumlarda çalışanların yanı sıra vatandaşlar da polis memurlarının olası ihmal ve suistimalleri ile emniyet birimlerindeki yapısal sorunlarla ilgili şikayetleri olduğunda Polis Sorumlusu'na başvurabilecek.

48 yaşındaki Uli Grötsch'ün bu göreve seçilmesi için Federal Mecliste yapılan oylama sadece bir formalite gereğiydi. SPD, Yeşiller ve FDP, eski bir polis olan, bilgi ve tecrübesi ile bu görev için gereken ön şartları sağlayan Grötsch'ün ismi üzerinde uzlaşma sağlamıştı.

Polis Sorumlusu'na neden ihtiyaç duyuldu?

Koalisyon hükümeti, polis ve diğer güvenlik kurumlarındaki bazı ihmal ve suistimallerin açığa çıkması üzerine federal düzeyde bir Polis Sorumlusu seçilmesi kararını aldı.

Polis çevrelerinde aşırı sağcı sohbet gruplarının bulunduğunun ortaya çıkmasının yanı sıra polis son yıllarda ırkçılık ve "Racial Profiling" olarak adlandırılan ten rengi veya dış görünüşe bağlı olarak nedensiz kimlik kontrolü gibi uygulamalara dair haberlerle gündeme geldi.

Bunun yanı sıra emniyet ve istihbarat kurumları, Almanya'da 2000-2007 yılları arasında 8'i Türk 10 kişiyi öldüren aşırı sağcı terör örgütü Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) üyelerinin bulunmasında kısmen başarısız olmakla suçlanıyor. Federal Mecliste kurulan ikinci NSU Araştırma Komisyonu üyesi olan Uli Grötsch, konuyu yakından biliyor.

Uli Görtsch'ten polis için aşırı sağ tehlike uyarısı

Uli Grötsch, seçildikten sonra günlük gazete taz'a verdiği mülakatta, aşırı sağcıların polis için oluşturduğu tehlikeler konusunda uyarıda bulundu. Grötsch, "Demokrasi düşmanlarının, istikrarsızlık yaratmak için polise de kasten mesajlar gönderdiği bir zamanda yaşadığımızı görüyorum. Benim görevim bunlara karşı koymak" şeklinde konuştu.

"Son yapılan polis araştırmasına katılan polis görevlilerinin yüzde 15 ila 20'sinin şovenist düşünceler dile getirdiğini görmek beni çok düşündürdü" diyen Grötsch, ankete katılanların üçte birinin "sığınmacılara yönelik aşağılayıcı" ifadeler kullandığını kaydetti. Grötsch, "Bu konu ile yakından ilgileneceğini" söyledi.

İlk görevinin hem emniyet birimlerinde çalışanlar hem de vatandaşlar arasında "güven kazanmak" olacağını belirten Grötsch, her iki tarafın da başvurabileceği bir kişi olacağını ifade etti. Uzun yıllar polis olarak çalıştığı için her iki tarafı da iyi tanıdığını dile getiren Grötsch, poliste hâlâ iyi bağlantılarının olduğunu kaydetti.

Muhalafetten "güvensizlik" eleştirisi

Federal Mecliste bir Polis Sorumlusu seçilmesi oy çokluğu ile Ocak 2024'te kabul edildiği zaman muhalefetten eleştiriler de geldi.

Muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) üyesi Hendrik Hoppenstedt, güvenlik kurumlarına "açık bir şekilde güvensizlik" göstermek yerine personel sayısının artırılması gerektiğini vurguladı.

Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinden Steffen Janich de benzer bir açıklama yaparak, "Kamu hizmetindeki hiçbir meslek grubu polis kadar sıkı bir kamu denetiminde değil" dedi.

SPD Milletvekili Sebastian Hartmann
SPD Milletvekili Sebastian Hartmannnull picture-alliance/dpa/B. Thissen

SPD'li Sebastian Hartmann ise bu konudaki endişeleri gidermeye çalışarak, burada söz konusu olanın güvensizlik olmadığını söyledi. "Hayır, bu polisin çalışmalarına daha fazla güven sağlayabileceğimiz bir araç" diyen Hartmann, Almanya'nın güvenliğini her gün korumaya çalışanların çoğunluğunun anayasaya sıkı sıkıya bağlı olduğunu vurguladı.

Polisler de Polis Sorumlusu'na başvurabilecek

SPD'li politikacı Hartmann, polislerin arasında da bazı meslektaşlarının münferit suistimallerine dikkat çekmek isteyenlerin olmasının Polis Sorumlusu'nu vazgeçilmez kıldığını ifade etti. Bu polislere, Federal Meclisteki bağımsız bir birim olan Polis Sorumlusu Uli Grötsch'e gizlilik içinde başvurabilme imkânı sunuluyor.

Polis Sorumlusu Uli Grötsch ve ekibi, polisin suistimallerine veya olası yapısal sorunlara ilişkin inceleme yapılmasını isteyen vatandaşların da başvurabileceği bir birim olacak.

Polis Sorumlusu, mevcut yapıların yerine geçmeyecek. Emniyette kurum içi soruşturma yürütmek, disiplin ve çalışma hukuku açısından tedbirler almak yine mümkün olacak.

Koalisyon partilerinin hazırladığı yasa tasarısında, Polis Sorumlusu'nun halk arasında polise olan güveninin artmasına ve emniyet çalışanlarının olası haksız suçlamalar karşısında kendilerini savunabilmelerine yardımcı olacağı ifade edildi.

İlk raporunu Haziran ayında sunacak

Polis Sorumlusu'nun görev süresi beş yıl olacak. Yeniden aday olması ve Federal Meclis tarafından yeniden seçilmesi halinde en fazla 10 yıla kadar uzatılabilecek. Polis Sorumlusu'nun parlamento ve kamuoyunu bilgilendirmek için yıllık rapor hazırlaması öngörülüyor. Uli Grötsch'ün ilk raporunu Haziran 2024'te açıklaması planlanıyor.

Almanya'da federal düzeyde Polis Sorumlusu yeni oluşturulan bir görev olsa da başka alanlarda "Federal Sorumlu" olarak faaliyet gösterenler var. Ordu Sorumlusu olarak görev yapan SPD Milletvekili Eva Högl askerlerin başvurabileceği bağımsız bir isim. FDP'li Pascal Kober, terör eylemlerinin mağdurları ve geriden kalanların sorunları ve istekleriyle ilgilenen sorumlu kişi. Vatandaş hakları savunucusu Evelyn Zupke ise federal hükümet tarafından eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti'ndeki (DDR) komünist diktatörlük nedeniyle sağlık sorunları ve maddi sıkıntılar yaşayan insanlarla ilgilenmesi için görevlendirildi.

DW, AFP/MF, JD, HT

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Rusya'da kâğıt üstünde seçim

Rusya'da Devlet Başkanı Vladimir Putin'in hiçbir ciddi rakibi olmadan yarıştığı devlet başkanlığı seçimlerinde oy verme işlemi bugün başladı. 

Üç gün sürecek olan seçimler neticesinde 71 yaşındaki Putin'in altı yıl daha görevde kalmasına kesin gözüyle bakılıyor. Bu durumda Putin, Josef Stalin'i de geride bırakarak 18'inci yüzyılda yaşayan Çariçe 2'nci Katerina'dan sonra Rusya'nın en uzun süre iktidarda kalan lideri olacak.

1999 yılının son gününde dönemin Devlet Başkanı Boris Yeltsin'in sürpriz istifasının ardından göreve gelen Putin, o tarihten beri ya devlet başkanı ya da başbakan olarak Rusya'yı yönetti.

Putin'in göreve gelmesinden sonra Rusya, zengin enerji kaynaklarının katkısıyla bir ekonomik patlama yaşadı. Ancak Putin döneminde Kremlin yönetimi, yurt içinde giderek otoriterleşerek zamanla tüm muhalif sesleri susturdu. Yurt dışındaysa Batı ile gerginliği tırmandıran Putin, Ukrayna'ya asker göndererek 2014'te Kırım'ı ilhak ederken Donbas bölgesinde de silahlı ayrılıkçılara destek verdi. Ukrayna'da Rusya'nın Şubat 2022'de Donbas'ı işgaliyle başlayan savaş hâlen devam ediyor.

İyi eğitimli Ruslar neden İstanbul’a göç ediyor?

Gerçek bir rakibi yok

Kremlin karşıtları, demokratik standartları karşılamadığını belirttikleri bu seçimlerin sonucunun tanınmaması için çağrıda bulundu. Bağımsız uluslararası gözlemciler de seçim hilesi ve manipülasyon vakaları bildirdi.

Rusya'da Pazar günü sona erecek seçimlerde Putin'in karşısında sadece Kremlin'in onay verdiği üç aday yarışıyor. Bu isimler, Putin'e ya da Kremlin'in politikalarına sadık siyasi partilerin adayı olarak seçime katılıyor. Seçim komisyonu, muhalif isimlerin adaylığına izin vermedi.

Yapılan anketler, Putin'e karşı yarışacak üç adayın da hiçbir şansı olmadığını gösteriyor. Putin, seçimi kazandığı takdirde beşinci kez devlet başkanlığı görevini üstlenmiş olacak.

Rusya'da ölen muhalefet lideri Aleksey Navalni
Muhalefet liderlerinden Aleksey Navalni, 16 Şubat'ta bir cezaevinde hayatını kaybetti.null Sefe Karacan/AA/picture alliance

Putin'in karşısında gerçek bir rakip olarak yarışabilecek muhalif isimlerin çoğu, ya cezaevinde ya yurt dışına kaçmış durumda ya da öldü. Ülkenin en tanınmış muhalefet liderlerinden Aleksey Navalni, 16 Şubat'ta Rusya Federasyonu'na bağlı Yamalo-Nenets Özerk Okrugu sınırlarındaki bir kutup bölgesi cezaevinde hayatını kaybetti. Rusya'daki birçok kişi ve Batılı liderler Navalni'nin ölümünden Putin'i sorumlu tutarken Kremlin bu suçlamaları reddetti.

Kiev'den tepki: Yasa dışı

Rusya, savaş sırasında işgal ettiği Ukrayna bölgeleri Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson'ın yanı sıra 2014'te ilhak ettiği Kırım'da da sandık kuracak.

Kiev, söz konusu bölgelerdeki Ukraynalılara, uluslararası hukuk uyarınca yasa dışı olan bu seçimlere katılmamaları için çağrıda bulundu.

Ukrayna Dışişleri Bakanlığı, "Geçici olarak işgal altında bulunan topraklarda yaşayan ya da güç kullanılarak Rusya Federasyonu topraklarına götürülen milyonlarca Ukraynalıyı bu sözde 'seçimlere' katılmaya zorlamak da bir o kadar yasa dışıdır" açıklamasında bulundu. Bakanlık, söz konusu bölgelerde sandık kurulmasının Rusya'nın "uluslararası hukuk normları ve ilkelerini alenen hiçe saymaya devam ettiğinin yeni bir göstergesi" olduğunu belirtti.

Yabancı devletleri ve kuruluşları bu "sözde" seçimlerin sonuçlarını tanımamaya davet eden Ukrayna Dışişleri Bakanlığı, uluslararası gözlemcilere de seçimlere katılmama çağrısında bulundu.

DW,AFP,Reuters,dpa/CÖ,AÜ

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

 

Avrupa Parlamentosu yapay zeka yasasını onayladı

Avrupa Parlamentosu yapay zeka kullanımına daha sıkı kurallar getirilmesini öngören yasal düzenlemeyi onayladı. Dünyanın ilk yapay zeka yasası olarak değerlendirilen yasa, parlamenterler tarafından oylanarak kabul edildi. Strasbourg'daki parlamentonun genel kurulunda yapılan oylamada 523 parlamenter yasanın lehinde oy verirken 46 parlamenter red, 49 parlamenter de çekimser oy kullandı.

Avrupa Birliği (AB) ülkeleri Şubat ayında yasa tasarısı üzerinde uzlaşmıştı. Avrupa Parlamentosunun onayıyla birlikte, yasanın izin vermediği uygulamaların AB sınırları içinde yasaklanması ve yasanın tüm maddelerinin iki yıl içerisinde yürülüğe konulması gerekiyor. Yasayı ihlal eden şirketlere ve kişilere para cezaları verilebilecek.

OpenAI'nin metinden video üreten yapay zeka uygulaması Sora
OpenAI'nin metinden video üreten yapay zeka uygulaması Soranull CFOTO/picture alliance

Yapay zeka risk gruplarına göre sınıflandırılacak

Yapay Zeka Yasası adlı mevzuat uyarınca yapay zeka sistemleri farklı risk gruplarına göre sınıflandırılacak. Bir yapay zeka uygulaması ne denli yüksek potansiyel tehlikeler barındırıyorsa uyması gereken kriterler o denli fazla olacak. Yüksek etkili, genel amaçlı yapay zeka modelleri ve yüksek riskli yapay zeka sistemleri yasayla birlikte şeffaflık yükümlülüklerine ve Avrupa Birliği telif hakkı yasalarına uymak zorunda kalacak.

Yapay zeka, bir yazılımın büyük hacimli verileri değerlendirerek bundan sonuçlar çıkardığı, makine öğrenimi temelinde işleyen çeşitli uygulamaları ifade ediyor. Bu uygulamalardan bazıları metin, görüntü ya da ses verilerini işleyip bunların model ya da yapısını öğrenerek benzer özelliklere sahip metin, resim ya da veriler üretebiliyor. Bunlara üretken yapay zeka deniyor.

Yapay zeka daha şimdiden birçok alanda kullanılıyor. Örneğin bilgisayarlı tomografi görüntülerini yapay zeka, insanlardan daha hızlı ve çok daha yüksek isabetle değerlendirebiliyor. Ya da sürücüsüz otomobiller trafikteki diğer sürücülerin davranışlarını önceden tahmin edebiliyor.Sohbet robotlarının (chatbot) ya da streaming hizmetlerinin otomatik çalma listeleri de yapay zeka ile çalışıyor.

Yüz tanıma sistemleri belli durumlarda kullanılabilecek

Yapay Zeka Yasası uyarınca riskli sayılan ve kritik altyapıda ya da eğitimde ve sağlıkta kullanılan sistemlerin daha sıkı kriterleri yerine getirmesi gerekiyor. Düzenlemede Avrupa Birliği'nin değerlerine aykırı yapay zeka kullanımları bütünüyle yasaklanıyor. Örneğin Çin'de vatandaşların davranışlarına göre sınıflandırıldığı "sosyal puanlama" bu kullanımlardan biri. İş yerinde ya da eğitim kurumlarında duyguların tespiti için yapay zeka kullanımı da AB sınırları içerisinde yasaklanan uygulamalar arasında.

Yasada kamusal alanda yüz tanıma sistemlerinin kullanılmasına da prensipte izin verilmiyor ancak bazı istisnalar konuyor. Polis ve diğer güvenlik güçlerinin insan ticareti ya da terörizm gibi belirli suçlarda takibat yapmak için yüz tanıma amacıyla yapay zekayı kullanmasına izin veriliyor. Polisin yapay zeka kullanarak yüz tanıma yapabilmesi için hâkim kararı gerekecek.

dpa, Reuters / EC, JD

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Almanya'da "Müslüman düşmanlığı" raporu geri çekildi

Almanya'da federal hükümetin inisiyatifiyle kurulan Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetinin (UEM) yaklaşık üç yıllık bir çalışma sonucu hazırladığı ve 2023 Haziran'ında açıklanan Müslüman düşmanlığı raporunun geri çekildiği öğrenildi.

Müslüman ülkelerden gelmiş 5 milyon 500 bin kişinin yaşadığı Almanya'da yapılan bu tarzda yürütülmüş en kapsamlı ilk resmi çalışma olma özelliğine sahip olan raporda, ülkedeki her iki kişiden birinin Müslümanlara yönelik düşmanca söylemlere onay verdiği tespiti yer alıyordu.

Berlin-Brandenburg Radyo ve Televizyon Kurumunun (rbb), Almanya İçişleri Bakanlığının Berlin İdare Mahkemesine gönderdiği bir yazıya dayandırdığı haberine göre, 1,5 milyon euroya mal olan rapor internet sitesinden kaldırıldı. Ayrıca, raporun kalan 200 basılı kopyasının da "imha edildiği" kaydedildi. İçişleri Bakanlığının bundan böyle raporu "Bakanlığın resmi bir açıklaması olarak kategorize edilebilecek" şekilde yayınlamayacağı belirtildi.

Rapor neden geri çekildi?

İçişleri Bakanı Nancy Faeser (SPD), Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetinin raporu sunulduğunda övgü dolu sözler sarf ediyordu. Bakan Faeser, rapor için kaleme aldığı önsözde, bu rapordaki tavsiyeleri ciddi bir şekilde ele almanın ve "Müslümanlara yönelik düşmanlığa karşı kararlı bir şekilde harekete geçmenin" zamanının geldiğini belirtiyordu.

Peki, UEM'nin raporu şimdi neden Bakanlığın internet sitesinden kaldırıldı? Bu adımın arkasında, raporda adı geçen ve İslamcılığı eleştiren üç kişinin itirazları yer alıyor. Bu isimler, "İyilik Ekseni" adlı sağ muhafazakâr blogun ortak yayıncısı Henryk M. Broder, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) Milletvekili Christoph de Vries ve İslamcılık uzmanı Sigrid Herrmann. Berlin-Brandenburg Radyo ve Televizyon Kurumunun haberinde, raporda bu kişilerden ismen bahsedilerek, onların  "Müslüman düşmanlığı" bağlamına yerleştirildiği belirtiliyor.

Herrmann uzun yıllardır "İslamcılık ve Toplum" adlı blogu yönetiyor ve iç istihbarattan sorumlu anayasayı koruma birimlerine ve medyaya danışmanlık yapıyor. UEM raporu ise blog yazarının "uzmanlık veya ilgili dil becerileri olmamasına rağmen" blogunda kendisini "İslamcılık uzmanı" olarak tanımladığını belirtiyor.

Hermann, İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan resmi bir raporda adının geçmesinin bile bir uzman olarak mesleki çalışmalarına büyük zarar verdiğini söylüyor.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetini kabul etmişti
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetini kabul etmiştinull Britta Pedersen/dpa/picture alliance

Yayıncı Broder de raporda kendisinden bahsedilmesine karşı daha önce yasal yollara başvurmuş ve bu başvurusu kabul edilmişti. Berlin-Brandenburg Yüksek İdare Mahkemesi kararında, özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle İçişleri Bakanlığının Broder ile ilgili bölümleri yayınlamayı durdurmasına hükmetmişti.

Mahkeme özellikle, çalışmanın federal hükümetin resmi bir açıklaması olarak yorumlanabileceği gerçeğini eleştirmişti. İçişleri Bakanlığının itidal, objektiflik, denge ve "anayasal mesafe" ile yükümlü olduğu vurgulanmıştı. Mahkeme, Müslümanlara yönelik düşmanlıkla ilgili raporda Broder tarafından yapılan açıklamaların, yazarın itibarını zedeleyebilecek ölçüde yargılayıcı bir nitelikte sunulduğuna kanaat getirmiş ve potansiyel olarak yazarın ismine zarar verici ifadelere Bakanlık editörlüğü aracılığıyla resmi bir görünüm verilmiş olmasının sorun teşkil ettiğini belirtmişti.

"Federal İçişleri Bakanı özür dilemeli"

Tepki veren isimlerden CDU'lu Federal Milletvekili Christoph de Vries de UEM raporunda, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin söylemleriyle arasına mesafe koymamakla suçlanıyordu. De Vries, radikal İslamcılığa karşı argümanlarının aynı AfD'nin yaptığı gibi "düzenli İslami yapıları ve Müslümanların ortodoks-muhafazakâr bir kesiminin katı dini davranışlarını" da sorunsuz bir şekilde içermesi nedeniyle eleştiriliyordu. Bilirkişi komisyonunun raporunda ayrıca şu ifadeler yer alıyordu: "CDU/CSU (de Vries) Müslümanlara yönelik düşmanlığa karşı çıkmış ancak (AfD gibi) 'Müslüman karşıtı ırkçılık' terimini sözde uydurulmuş bir terim olarak reddetmiştir."

Entegrasyondan yana olduğunu vurgulayan de Vries, bu paragrafları çalışmalarının karalanması olarak görüyor. Almanya İçişleri Bakanlığının mahkeme kararının ardından "Müslüman düşmanlığı" ile ilgili raporu geri çekmesinin "Federal İçişleri Bakanı için her yönüyle büyük bir yenilgi" olduğunu belirten de Vries, UEM raporunun günlük yaşamdaki Müslüman düşmanlığını vurgulama ve bu tür insan düşmanlığına karşı koyma yönündeki orijinal görevinden geriye çok az şey kaldığını da sözlerine ekledi. De Vries, Federal İçişleri Bakanı'nı olaydan etkilenenlerden özür dilemeye çağırdı.

Berlin-Brandenburg Radyo ve Televizyon Kurumunun İçişleri Bakanlığına, raporda itiraz edilen ifadelerle arasına mesafe koyup koymayacağı yönündeki sorusuna cevaben ise Bakanlık "bunun Federal İçişleri Bakanlığının bir raporu olmadığını, bağımsız bir uzmanlar grubu tarafından hazırlanan ve sadece bakanlık tarafından yayınlanan bir rapor olduğunu" her zaman açıkça ifade ettiğini belirtmekle yetindi.

Müslüman düşmanlığı raporunda ne vardı?

2020 yılında kurulan Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetinin geçen yıl açıklanan raporuna göre, ülkede her iki kişiden biri Müslümanlara yönelik düşmanca söylemlere onay veriyor.

Rapora göre, bir dini cemaate açıktan üye olanlar ile giysisi itibarı ile Müslüman olduğu anlaşılan kişiler, Müslüman düşmanı tutumdan en fazla muzdarip olan kesimi oluşturuyor. Özellikle başörtülü kadınların, yoğun bir şekilde düşmanca tutumla karşılaştıkları belirtilirken erkeklerin ise kendilerine yönelik saldırganlık ve şiddet eğilimine artan şekilde maruz kaldıkları raporda ifade ediliyordu.

Rapor, Almanca medyada İslam konusundaki haberlerde genelde tek taraflılığa dikkat çekerken yapılan haberlerin de genellikle olumsuzluk içeren çatışma ve sorunları işleyenler olduğu belirtiliyordu.

Müslüman düşmanlığı ile ne kastediliyor?

Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyetinin raporunda, Müslüman düşmanlığı ile Müslüman ülkelerden gelmiş kişilerin hanesine yazılan genellemeler, değişmesi imkânsız olarak görülen yakıştırmalar, geri kalmış bir toplum imajı ve çoğunluk toplumu için tehdit oluşturduklarına ilişkin yargılar ve iddialar kastediliyordu. Bilinçsiz şekilde oluşmuş izlenim, yanlış bilgiler, genelleştirilmiş korkular ve Müslümanlara yönelik yapısal dezavantajların da raporu sunan uzmanlara göre toplumu bölünmeye götürdüğüne dikkat çekiliyordu. Araştırmayı yürütürken uzmanların aşırı sağcı ideolojilerle Müslüman ve Yahudi düşmanlığı arasında da bağ saptadığının altı çizilmişti.

Hanau saldırısının 4'üncü yıldönümünde hayatını kaybedenler için 19 Şubat'ta tören düzenlenmişti
Hanau saldırısının 4'üncü yıldönümünde hayatını kaybedenler için 19 Şubat'ta tören düzenlenmiştinull Hasan Bratic/picture alliance

Bilirkişi heyeti Hanau saldırısı sonrası kuruldu

Eldeki veri ve araştırmalarla Müslümanlara ve İslam dinine dair algıyı ve düşmanlığı inceleyecek bir bilirkişi heyetinin oluşturulması, 19 Şubat 2020'de Hessen Eyaleti sınırları içinde yer alan Hanau kentinde düzenlenen ve aralarında Türkiye kökenli göçmenlerin de bulunduğu dokuz kişinin katledildiği ırkçı saldırı sonrasında gündeme geldi. Heyet, aynı yılın Eylül ayında da bir önceki hükümetin İçişleri Bakanı olan, Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) üyesi Horst Seehofer tarafından kuruldu. Bilim insanları ile farklı kuruluş temsilcilerinden oluşan 12 kişilik bağımsız heyet, hazırladıkları raporun Almanya'daki bütün kurum, kuruluş, organizasyon ve kişilere yönelik olduğunu vurgulamıştı.

DW/AÜ,ETO,JD

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Almanya'da iç istihbarat AfD'ye karşı ne yapabilir?

Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin anayasa karşıtı olabileceği kanısında. Parti bu nedenle 2021 yılında şüpheli vaka olarak sınıflandırıldı. AfD buna karşı Köln İdare Mahkemesi'nde dava açmış olsa da bu girişimi başarısız oldu. AfD tarafından daha sonra yapılan temyiz başvurusu 12-13 Mart'ta Münster Yüksek İdare Mahkemesi tarafından ele alınacak.

Anayasayı Koruma Teşkilatı, demokrasiye yönelik tehditleri tespit etmek için erken uyarı sistemi görevi gören bir devlet kurumu. Askeri İstihbarat Servisi (MAD) ve Almanya'nın dış istihbarat servisi olan, Federal Haber Alma Servisi (BND) ile birlikte de ülkenin en önemli gizli güvenlik kurumlarından biri. Ayrıca 16 federal eyaletin tamamında anayasanın korunması için ayrı teşkilatlar ya da departmanlar faaliyet gösteriyor.

Federal Kriminal Dairesi (BKA) ya da sınırların korunmasından sorumlu olan Federal Polis'in aksine, Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın yürütme yetkisi bulunmuyor. Teşkilatın ana görevi anayasa karşıtı girişimler ve casusluk faaliyetleri hakkında bilgi toplamak ve analiz etmek. Görevleri kanunla düzenlenmiş olan Anayasayı Koruma Teşkilatı siyasi yapılanma olarak İçişleri Bakanlığı'na bağlı bulunuyor.

Berlin'de aşırı sağı protesto gösterisine katılanlar
Başkent Berlin ve Almanya'nın dört bir yanında sene başından itibaren düzenlenen aşırı sağ karşıtı gösterilere yüz binlerce kişi katıldınull Fabrizio Bensch/REUTERS

Aşırı sağcılık en büyük tehlike

Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın bulguları cezai soruşturmalara yol açabilir veya hükümet tarafından kararlaştırılan ve parlamento tarafından onaylanması gereken tedbirleri tetikleyebilir. Bu çerçevede teşkilatın Köln'deki merkezinde ve Berlin'deki şubesinde yaklaşık 4 bin 300 kişi çalışıyor. Siyasi ve dini motifli aşırı akımların her türü kurumun odağında. Aşırı sağcılık ise yıllardır en büyük tehdit olarak tanımlanıyor.

İç istihbarat servisinin başarıları, çalışmalarının gizli olması nedeniyle nadiren kamuoyu tarafından duyulurken, teşkilatla ilgili skandallar defalarca manşetlere taşındı. Örneğin, Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın 2011 yılında ortaya çıkarılan Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütünü neden on yıldan uzun bir süre boyunca hedefinde tuttuğu ama kararlı bir şekilde harekete geçmediği hiçbir zaman kesin olarak aydınlatılamadı.

NSU faciasının sonuçları

2000-2006 yıllarında sekizi Türkiye, biri Yunanistan kökenli dokuz kişi ile bir polis memurunu katleden aşırı sağcı NSU terör örgütü, ayrıca çok sayıda kişinin ağır yaralandığı bombalı saldırılar ve bir dizi banka soygunundan da sorumlu tutuluyor. Federal Meclis'te kurulan NSU Araştırma Komisyonu'nun raporunda "devletin tam bir başarısızlığa uğradığı" ifadesi yer alıyor. Bunda Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın da payının olduğu bir gerçek.

Keup Caddesi'ne çivili bomba saldırısının 15'inci yıldönümü

NSU faciasından sonra istihbarat servisinin yapıları ve sorumluluklarında hem kurum içinde hem de yasal düzeyde birkaç kez reform yapıldı. Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı, eyalet makamlarıyla zorunlu iş birliğinde sorumlu merci konumunda. Böylece bilgi eksikliklerinin önüne geçilmesi hedefleniyor.

İstihbarat denetleme komitesinde AfD üyesi yok

Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın çalışmaları, diğer tüm istihbarat servislerinin çalışmalarında olduğu gibi Federal Meclis Parlamento Kontrol Komitesi (PKGr) tarafından denetleniyor. Bu komite genelde Federal Meclis'te grubu bulunan tüm partilerin temsilcilerinden oluşur. Komite üyeleri de Federal Meclis tarafından seçilir. Çoğunluk 2022'den bu yana AfD'nin adaylarını onaylamayı defalarca reddetti.

Diğer partiler bu yolla, Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından kısmen aşırı sağcı olarak sınıflandırılan AfD'nin saflarından birinin, partinin anayasa karşıtı olup olmadığını araştıran Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın da aralarında bulunduğu Alman istihbarat servislerinin çalışmalarını kontrol etmesini engellemeyi amaçlıyor.

Partiler ve şahıslar ne zaman gözlem altına alınabilir?

Almanya'nın iç istihbarat kurumu Anayasayı Koruma Teşkilatı, AfD'yi aşırı sağcı faaliyetlerle ilgili olarak "şüpheli vaka" sınıflandırmasına alırken, partinin Saksonya, Saksonya-Anhalt ve Thüringen'deki eyalet örgütlerinin "aşırı sağcılığı kanıtlanmış" olarak kabul ediliyor. AfD'nin gençlik kolu da "aşırı sağcı" yapılar kategorisine dahil edildi.

Bu sınıflandırmalarla artık adı geçen tüm oluşumlara yönelik istihbarat faaliyetleri yürütülebiliyor. Bu, tüm etkinliklerin ya da bireylerin sözlü, görüntülü ve sesli olarak izlenmesine imkân sağlıyor.

AfD, iç istihbarat servisinin siyasi amaçlı olduğunu düşündüğü adımlarına karşı defalarca yasal yollara başvurdu. Diğer partiler ve bazı milletvekilleri de Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından yapılan dinlemelere karşı yasal yollara başvurmuştu. Sol Partili siyasetçi Bodo Ramelow 2013 yılında Federal Anayasa Mahkemesi'nde açtığı davada başarılı oldu. Kararın gerekçesine göre izleme, şikayetçi siyasetçinin özgür görev alanına orantısız bir müdahaleydi.

Thüringen Eyalet Başbakanı Bodo Ramelow (Sol Parti)
2014'ten bu yana neredeyse kesintisiz olarak Thüringen Eyalet Başbakanı olan Bodo Ramelow (Sol Parti), Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından haksız yere izlendinull Martin Schutt/dpa/picture alliance

Kararda aynı zamanda, seçilmiş milletvekillerinin hangi koşullar altında izlenebileceği de belirtilmiş ve "Milletvekilinin özgür demokratik temel düzene karşı mücadele etmek için yetkisini kötüye kullandığına veya aktif ve saldırgan bir şekilde mücadele ettiğine dair belirtiler varsa" ifadesi kullanılmıştı.

Federal Meclis Başkan Yardımcısı AfD'nin gözetimine karşı

Bunun AfD için mi, yoksa belli AfD'li milletvekilleri için mi geçerli olduğuna yeri gelince mahkemede karar verilmesi gerekecek. Federal Meclis Başkan Yardımcısı Petra Pau (Sol Parti), siyasi partilerin anayasaya uygunluğunun Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından değerlendirilmesine prensip olarak karşı. Bu nedenle 2019 yılında Deutsche Welle'ye verdiği bir mülakatta AfD'nin denetlenmesine de karşı olduğunu söylemişti.

Federal Meclis Başkan Yardımcısı Deutsche Welle'ye bu mülakatı, kendisinin yıllarca gözetim altında tutulmasıyla bağlantılı olarak vermişti. Pau, mahkemede hakkındaki dosyaların kendisine teslim edilmesini talep etmiş ve sonuçta başarılı olmuştu. Pau, AfD ile ilgili olarak o dönemde, "Gizli servisler tarafından gözetlemenin, açıkça ırkçı ve insan düşmanı olan bu partiyi siyasi olarak bastırmanın doğru yolu olmadığını düşünüyorum" ifadelerini kullanarak, bunun için ceza yasalarının bulunduğuna dikkat çekmişti.

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Almanya yaygınlaşan uyuşturucu kullanımıyla mücadele etmeye çalışıyor

Almanya'da giderek daha büyük bir problem hâline gelen bir uyuşturucu çeşidi olan "crack", aslında son derece zararsız bir görünüm sergiliyor. Şekere benzeyen ve Türkçe'de "taş" adı da verilen crack'in adı, İngilizce "to crackle", yani çatırdamak kelimesinden geliyor. Bunun arka planında, madde 96 dereceye kadar ısıtıldığında, çatırdama sesleri çıkarması yatıyor.

Bir kokain, natron ve su karışımı olan crack, en geç 10 saniye sonra etkisini gösteriyor. Bu, crack'e en hızlı uyuşturucu madde unvanını kazandırıyor. Süratli bir coşku hissini, son derece yüksek derecede bir bağımlılık izliyor. Aşırı tüketimin ise doğrudan ölüme yol açtığı belirtiliyor.

20 yıldır uyuşturucu bağımlılarına destek veren bir sosyal yardım kuruluşu olan Düsseldorf Uyuşturucu Yardımı'nda çalışan Michael Harbaum, "İşin başında, insanların hayatta kalmasını sağlamak geliyor. Çünkü burada son derece büyük bir tehdit oluşturan bir durumdan bahsediyoruz. Söz konusu uyuşturucunun yarım saatlik aralıklarla tüketilebildiğini düşündüğünüzde, insanın kendine gelebilmesi için çok az zaman kalıyor. Beslenme, hijyen ve tıbbi bakım için geriye hiç zaman kalmıyor" diyrek tehlikeye dikkat çekiyor.

DW'ye yaptığı değerlendirmede, Harbaum, "Crack nihayetinde, kokainin sigara gibi içilebilir versiyonu ve uyarmak suretiyle canlandırıyor. Dolayısıyla bunu günler boyunca tükettiğinizde, psikotik durumlara yol açması sıklıkla karşılaştığımız bir durum" diye konuşuyor.

Crack tüketiminde ciddi artış

Sahada da çalışan sosyal pedagog Harbaum, 630 bin kişilik nüfusu olan Düsseldorf'un sokaklarında çok vaka gördüğünü söylüyor. Harbaum, deneyimleri ve gözlemleri doğrultusunda, crack'in bağımlılara etkisinin diğer uyuşturucu maddelere göre başka bir boyutta olduğunu kaydediyor. Harbaum'un aktardığına göre, Düsseldorf Uyuşturucu Yardımı kuruluşu, geçen yıl kentte 31 bini aşkın crack vakası kaydetti.

Harbaum, crack'i diğer uyuşturucu maddelerden ayıran özellikleri de şu sözlerle açıklıyor:

"Devasa bir artış yaşıyoruz. Buna bağlı olarak davranışta yaşanan değişimin yanı sıra, bize gelen insanların yoksullaştırdığını da görüyoruz. Çünkü crack, etkisini çok hızlı ve çok güçlü biçimde gösteren bir madde olmanın yanı sıra, aynı zamanda etkisi de hızlı biçimde azalıveren bir madde. Dolayısıyla bu maddeyi hızlı bir biçimde yeniden tüketme baskısı son derece yüksek. Tüketicilerin çok parası olmadığı için crack'i paylaşıyorlar, daha sonra 5 euroya birkaç taş daha alıyorlar ve ortak tüketiyorlar."

Deutschland Symbolbild Heroin Fund Zoll
2022 yılında Brandenburg'da gümrük polisinin el koyduğu 60 kilo kokainnull Ralf Hirschberger/dpa/picture alliance

Crack nedeniyle ölenlerin sayısı artıyor

2022 yılında Almanya genelinde yaklaşık 2 bin kişi uyuşturucudan yaşamını yitirdi. Bu rakam, son 20 yılda kayıt altına alınan en yüksek olma özelliğine sahip. Eroin ve uyuşturucu tüketiminin uzun vadede yol açtığı sorunlar, hâlâ tüketicilerin ölüm nedenlerinin başında geliyor. Öte yandan kokain ve crack nedeniyle yaşanan ölümler de, yılda 400'ü aşmış bulunuyor.

Madde bağımlılığı alanında akademik araştırmalar yürüten Prof. Daniel Deimel, aynı konuda uzmanlaşmış kişilerden oluşan ekibiyle birlikte, crack tüketimiyle mücadele konusunda neler yapılabileceğine dair bir öneriler paketi  hazırladı. DW'ye yaptığı açıklamada Deimel, "Crack yaklaşık 20 yıldır Frankfurt, Hamburg ve Hannover'de görülen bir sorundu. Ancak 2016 yılından bu yana söz konusu uyuşturucu, Almanya'nın batısının yanı sıra Berlin gibi büyük ve Saarland gibi küçük eyaletlerde de giderek yaygınlaşıyor. Bunun nedeni, Avrupa ve Almanya'ya crack'ın hammaddesi olan, yüksek saflıktaki kokainin akın ediyor olması" diyor.

Deimel, Almanya'daki mevcut durumla ilgili olarak, "Kolombiya'da kokain üretiminin ciddi derecede artması nedeniyle, buradaki uyuşturucu pazarı da genişliyor. Uyuşturucu pazarı ve üreticilerin çeşitlendiğini söylemek mümkün" diye devam ediyor.

Almanya Güney Amerika ile işbirliği arayışında

Almanya uyuşturucu sorununa çözüm ararken, İçişleri Bakanı Nancy Faeser, kısa süre önce Güney Amerika'ya resmi ziyaretler düzenledi. Brezilya, Ekvador, Kolombiya ve Peru'ya giden Faeser, söz konusu ülkelerin hükümetleriyle, polis teşkilatlarının uluslararası uyuşturucu ticaretine karşı daha güçlü bir biçimde işbirliği yapması amacıyla temaslarda bulundu.

Güney Amerika'dan Antwerpen, Rotterdam ve Hamburg limanlarına ulaşan kokain miktarının giderek arttığı biliniyor. Kokain pazarının Almanya'da hâlihazırda mevcut olduğuna dikkat çeken Daniel Deimel, yüksek seviyedeki talep nedeniyle üretimin yüksek miktarda devam ettiğini vurguluyor ve toplumdaki başarı baskısının uyuşturucu kullanımındaki rolüne işaret ediyor.

"Biz burada, yüksek başarıya büyük önem atfedilen bir toplumda yaşıyoruz. Bu şartlar altında, toplumun ortasında çok sayıda kişi kokain tüketmeye başladı ve bu giderek normalleşiyor. 80'li ve 90'lı yıllardaki klişenin aksine, kokain artık zenginlerin, sanatçıların ve medyacıların uyuşturucusu olmaktan çıktı."

Crack'in alternatifi yok

Crack biçiminde tüketilen kokain de Almanya’nın büyükşehirlerinin uyuşturucu tüketilen noktalarına ulaşmaya başladı. Geçen yıl Köln'de sokak ortasında uyuşturucu tüketenleri gözlemleyen Deimel'in elde ettiği sonuçlar, durumu açıkça ortaya koyuyor: Neredeyse tüm tüketiciler, hayatlarında en az bir defa crack içtiklerini açıkça belirtiyor. Bu kimselerin çoğu, evsiz. Crack tüketimi kaynaklı olarak, bu kimseler, takip edildikleri yönünde halüsinasyona kadar varan ciddi psikolojik sorunlardan muzdarip olduklarını söylüyor.

Deimel'a göre en büyük sorun, bu kimselere yardım sağlanırken kullanılabilecek alternatif maddelerin yokluğunda yatıyor:

"Eroin bağımlılığı konusunda hâlihazırda geliştirilmiş olan çok iyi müdahale yöntemleri mevcut. Örneğin eroinin yerine kullanılan metadon maddesiyle tedavi gibi. Ancak crack bağımlılığıyla mücadele edebilmek için crack yerine kullanılabilecek hiçbir alternatif ilaç yok. Bu, bu noktada gerçekten daha fazla araştırma yürütülmesine ihtiyaç duyduğumuz anlamına geliyor. Aynı zamanda, 7/24 açık olan bir acil yardım merkezine de ihtiyaç var."

Mavi eldiven takmış bir kişi kokain örneği alırken
Crack, kokainin sigara gibi içilebilir versiyonunull Getty Images/AFP/E. Santelices

Sentetik opioid'ler de revaçta

Michael Harbaum ve ekibi, Düsseldorf'ta 11 bağımlı kişiyi şehir merkezinde bulunan, güvenlik personeli ve sosyal çalışanların da bulunduğu bir yurda yerleştirmeyi başardı. Hastalar, burada, kitlenebilen tek kişilik odalarda kalıyor. Uzmanlar, çeşitli uyuşturucu maddelerin revaçta olduğu bu kritik dönemde, söz konusu modelin yaygınlaştırılması gerektiğini dile getiriyor.

Zira crack'in yanı sıra fentanyl gibi sentetik opioidler de revaçta. Ölmek üzere olan veya kanser hastası kimselere verilen fentanil, eroinle karıştırılıyor. ABD'de her yıl yaklaşık 10 bin kişi aşırı doz opioid kullanımı nedeniyle hayatını kaybediyor. Alman sivil toplum kuruluşu Alman Aids Yardımı tarafından 6 ay boyunca ülkenin uyuşturucu tüketilen 17 bölgesinde yürütülen araştırması, verilen eroin numunelerinin yüzde 3,6'lık kısmının fentanil içerdiğini ortaya koymuştu.

"Bu sayının gelecek 12 ila 18 ay arasında yükseleceğinden yola çıkıyoruz" diyen Deimel, "Sentetik opioidler, eroinle karıştırılmak suretiyle pazara sürülüyor. Sorun, bu maddelerin çok daha güçlü, yani ölümcül dozda olması. Yalnızca 2 miligram Fentanil, ölüme yol açabiliyor. Bu, bir kurşun kalemin ucu kalınlığında" diyor.

Bağımlılıkla mücadelede yeni perspektif çağrısı

Geçen yıl, İrlanda'nın başkenti Dublin'de, sentetik bir opioid olan nitazen nedeniyle uyuşturucuyla bağlantılı 54 acil durum kayıt altına alındı. İngiltere'nin Birmingham kentinde, 2023 yazında, 30 kişi sentetik opioid içeren eroin kullanımı nedeniyle hayatını kaybetti. Kayıt altına alınan bu istatistikler ışığında, Alman hükümeti de sorunla mücadele etmenin en doğru yolunun arayışında.

Alman hükümetinin bağımlılık ve uyuşturucuyla mücadeleden sorumlu temsilcisi Burkhard Blienert, DW'ye yaptığı açıklamada, insanlara daha kolay ve etkili biçimde ulaşacak hizmet ve önlemlerin hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi. Blienert, "Uyuşturucu tüketim alanlarının yanı sıra bu alanlarda uyuşturucu taraması, hızlı testler ve mağdurların kendi kendilerine de alabildikleri acil durum ilacı naloxon kullanımının yaygınlaştırılması gerekiyor" diye konuştu.

Avrupa genelinde alınan etkili önlemlerin sayısının düşüklüğünen yakınan Blienert, "Crack ve sentetik opioidler çerçevesinde yaşanan gelişmeler ışığında, uyuşturucu tüketim alanları ve uyuşturucu taramasının doğru olup olmadığına ilişkin bir tartışmaya tahammülümüz yok" dedi. 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya'da öğrencilere bin euroluk yardım

Almanya'da koalisyon hükümeti, bir kereye mahsus enerji ve yakıt yardımı ile 18 yaşına basan gençlere kültür kartı desteğinden sonra üniversitelilere başlangıç yardımı verilmesi için de kolları sıvadı. Üniversiteye yeni başlayan dar gelirli gençlere bir kereye mahsus maddi yardımı da kapsayan reform taslağı kabineden geçti.

Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti'den (FDP) oluşan üçlü koalisyonun Eğitim Bakanı Bettina Stark-Watzinger, Çarşamba günü kabineden geçen reform paketinin tanıtımı sırasında yaptığı açıklamada, "Üniversite eğitimi ebeveynlerin gelirine bağlı olmamalıdır" diye konuştu. Kabinede kabul edilen yasa taslağının Federal Meclis'te görüşülmesi sırasında detaylarında değişiklikler yapılmasının da muhtemel olduğu belirtiliyor.

Paketteki en dikkat çekici değişiklik, dar gelirli öğrencilere bin euroluk bir "üniversiteye başlama yardımı" öngörmesi. Federal hükümet, kabul edilen eğitim teşvik reformu ile yüksek okula başlayan ve ailesi çocuk parası veya kira yardımı gibi kimi sosyal yardımlardan da faydalanmak durumunda olan 25 yaş altı bütün gençlerin bu yeni yardımdan tek sefere mahsus faydalanmasını amaçlıyor. Hükümetin yaptırdığı hesaplara göre yılda yaklaşık 15 bin dar gelirli öğrenci söz konusu üniversiteye başlama yardımından yararlanacak. Geçen yıl üniversiteye başlayan genç sayısı ise 480 bin olarak açıklandı.

Dar gelirli ailelerin çocuklarına bin euro destek

Bin euro degerindeki yardım ile dar gelirli ailelerden gelen öğrencilerin üniversiteye başlarken laptop, kitap gibi ihtiyaçlarını temin etmeleri ve öğrenim görecekleri şehre taşınmayla da doğan maddi yükün hafifletilmesi amaçlanıyor. 

Kabineden geçen reformda, öğrencilere Federal Eğitim Teşvik Yasası (Bafög) çerçevesinde sağlanan aylık öğrenim kredisinde ise ilk etapta bir artış öngörülmüyor. Son yıllarda yükselen enflasyon ve artan yaşam giderlerine karşın öğrenim kredisinin artırılmamasına, sendikalar, dernekler, öğrenci temsilcilikleri ve muhalefetin yanı sıra, koalisyon içinden de eleştiriler geldi.

Hükümet ortağı SPD ve Yeşiller partili milletvekilleri, Almanya'da artan kiralara ve enflasyona dikkat çekerek öğrenim kredisi miktarında da artış yapılması gerektiğini savunuyor. Ancak Maliye Bakanlığı'nı elinde tutan koalisyonun küçük ortağı FDP, sosyal yardımlardaki artışa karşı çıkıyor.

Almanya'da özellikle büyük kentlerde öğrencilerin en büyük sorunu barınma. Bonn'daki öğrenciler ev ilanlarına bakarken.
Almanya'da özellikle büyük kentlerde öğrencilerin en büyük sorunu barınma. Bonn'daki öğrenciler ev ilanlarına bakarken. null Ute Grabowsky/photothek/IMAGO

Reformu "çok az ve çok geç" olarak nitelendiren muhalefet de öngörülen yardım oranlarının "öğrencilerin yaşamlarının gerçekliklerine göre" uygun düzenlenmesini talep etti. 

Sosyal adalet ve fırsat eşitliğine yönelik çalışmalar yürüten Almanya Parite Refah Derneği, ülkedeki öğrenciler arasında var olan yoksulluk seviyesine dikkat çekerek öğrenim kredisinin 800 euro, ilaveten barınma masrafı şeklinde güncellenmesini talep etti. 2 bin yerel temsilciğili bulunan bir diğer yardımlaşma birliği SoVDK da "öğrencileri ebeveynlerinden finansal olarak bağımsız kılacak" bir destek verilmesi çağrısında bulundu. Derneğin Yönetim Kurulu Başkanı Michaela Engelmeier, Funke Medya Grubu'na yaptığı açıklamada, 452 euroluk temel gereksinim miktarının asgari geçim düzeyini bile sağlamadığını ve birçok yerde barınma için öngörülen 360 euronun oda kiralamak için bile yeterli olmadığını söyledi.

Eğitim ve Bilim Sendikası (GEW) ise, hükümeti öğrencileri sıfır artışla başından savmakla suçlayarak, Federal Meclis'i tasarıyı kapsamlı biçimde gözden geçirmeye çağırdı.

Yarısı gençlere "hediye"

Federal Eğitim Teşvik Yasası (Bafög) çerçevesinde öğrencilere verilen aylık öğrenim kredisi son olarak 2022/2023 öğretim yılında yüzde 5,75'lik oranında artırıldı. Uygulamaya göre, üniversiteye giden ve ailesinin yanında yaşayanlar için ayda 452 euro temel gereksinim ücreti, ilaveten 59 euro barınma ücreti şeklinde öngörülen kredi miktarı, kendi evinde yaşayanlar için 452 euro artı 360 euro barınma masrafı olarak veriliyor. Ancak verilecek kredi miktarı; öğrencinin mal varlığı, gelir düzeyi, ebeveynlerin ve eşlerin geliri dikkate alınarak bireysel olarak hesaplanıyor.

Almanya'da öğrenim kredisi alan genclerin sayısı son yıllarda düşüş kaydetti. Federal İstatistik Dairesi'nin verilerine göre 2022 yılında 630 bin öğrenci öğrenim kredisi aldı. On yıl önce bu sayı 979 bin olarak açıklanmıştı.

Esneklik yarıyılı

Federal Eğitim Teşvik Yasası'ndaki (Bafög) reformda yer alan bir diğer düzenleme de "esneklik yarıyılı". Öğrenciler, üniversite eğitimlerini bir dönem uzatmak zorunda kalacaksa üzerindeki baskıyı azaltmak ve gencin bitirme tezine odaklanmasını sağlamak amacıyla uzatılan o sömestr için de öğrenim kredisi hakkı sürecek. Ayrıca öğrenim kredisi hakkı etkilenmeden bölüm değiştirmesi de kolaylaşacak.

1971'de yürürlüğe girdiğinden bu yana defalarca reforme edilen  düzenleme, 1990 yılından bu yana öğrencilerin aldıkları kredinin yarısını geri ödemesini öngörüyor. Diğer yarısı ise "hediye" olarak niteleniyor. Öğrencinin mezuniyetinden yaklaşık beş yıl sonra ödenmeye başlanması ve en fazla 20 yılda tamamlanması gerekiyor.

Almanya’da üniversite okumak | "En iyi yanı düşük harçlar"

dpa, KNA / SÖ,ETO

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya: Tesla fabrikasına saldıran Volkan Grubu ne istiyor?

Salı günü sabaha karşı 4:50 sularında, Almanya'nın Brandenburg eyaletindeki Steinfurt'ta bir elektrik hattı alevler içinde kaldı. Yangının kasıtlı biçimde çıkarıldığı tespit edilirken, hattın çevresinde bulunan otomobil tekerlekleri, yangını körükledi. Kısa süre içerisinde elektrik akımı durdu. Berlin'i çevreleyen bölgede binlerce hâne elektriksiz kaldı.

Söz konusu yangının en çok etkilediği yerler arasında, Elon Musk'ın sahibi olduğu elektrikli araç üreticisi Tesla'nın Grünheide'de bulunan fabrikası da yer aldı. Günde yaklaşık 750 elektrikli otomobilin banttan indiği tesiste çalışan 12 bin kişi, kesintiler sonucunda evlerine gönderildi. Kundaklamanın, Tesla'ya verdiği mâli zararın yüzlerce milyon euroyu bulduğu belirtiliyor.

"Uzaylı müttefikleri" olan radikal solcular

Saldırıyı, Almanya'da faaliyet gösteren radikal solcu bir örgütlenme olan "Volkan Grubu" üstlendi. Grubun saldırıdan kısa süre sonra internet sayfalarında yayınladıkları mesajın doğruluğu, hâlihazırda polis tarafından teyit edildi.

"Tesla'ya sabotaj düzenledik" ifadelerine yer verilen söz konusu mesajda, Elon Musk hakkında "teknofaşist" tabiri kullanıldı. Mesajda, dünya nüfusuna karşı "totaliter bir teknolojik saldırı" planlamakla suçlanan Musk'a bir ders verilmesi gerektiği savı yer aldı.

Örgütün mesajında ayrıca kapitalizm, sömürü, çevrenin yok edilmesi ve modern gözetim teknolojilerine ayrı ayrı eleştiriler de yöneltildi. Saldırı ile Tesla'ya "diz çöktürülmesi" ve Musk'ın Mars gezegenine kaçmaya zorlanmasının amaçlandığı belirtilirken, Musk'ın orada da güvende olmayacağı belirtildi. Musk'a karşı zaferin mutlaka kazanılacağının öne sürüldüğü mesajda, "Güçlü uzaylı müttefiklerimiz onu orada beklemekteler" ifadesine de yer verildi.

Tesla fabrikasının büyütülmesi için kesilmesi öngörülen ağaçların bulunduğu orman "Tesla'yı durdurun" adındaki inisiyatiften çevre aktivistleri tarafından günlerdir işgal altında.
Tesla fabrikasının büyütülmesi için kesilmesi öngörülen ağaçların bulunduğu orman "Tesla'yı durdurun" adındaki inisiyatiften çevre aktivistleri tarafından günlerdir işgal altında. null Annette Riedl/dpa/picture alliance

Söz konusu mesajdan elde edilen ipuçları dışında, Almanya'da şu ana kadar adı duyulmamış olan Volkan Grubu'nun dünya görüşü hakkında pek bir bilgi mevcut değil. Aşırı solcu ve anarşist ideolojilere sahip olduğu belirtilen grubun, her çeşit hiyerarşi ve insanların üzerinde tahakkümü ilkesel olarak reddettiği belirtiliyor. Öte yandan söz konusu saldırıyı "8 Mart (Uluslararası Kadınlar Günü) hediyesi" olarak tanımlayan grubun, ataerkillik karşıtı olduğu sonucunu çıkarmak da mümkün.

Yayınlanan mesaj incelendiğinde, içerik ve üslubun son yıllarda yayınlanan saldırı üstlenme mesajlarına ve Almanya'da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın (Verfassungsschutz) elindeki 2015 tarihli bir "strateji belgesine" benzerliği dikkat çekiyor. Bu çerçevededeğerlendirildiğinde, ilgili Alman makamları, metnin "kısmen veya tamamen aynı yazar grubu" tarafından kaleme alındığından yola çıkıyor. Bu da, grubun sabit bir yapıya sahip olduğu ve bünyesindeki üyelerin uzun süredir grupta yer aldığına işaret ediyor.

Berlin eyaleti Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın 2019 raporunda, grubun "faaliyette bulunan üyelerinin, çoğunlukla İzlanda'daki volkanlardan, değişen isimler kullandığı" bilgisine yer veriliyor.

Aktivistlerin ağaçlara kurdukları evlerden birinde YPG bayrakları asılı olduğu görülüyor.
Aktivistlerin ağaçlara kurdukları evlerden birinde YPG bayrakları asılı olduğu görülüyor. null Jochen Eckel/picture alliance

Saldırıların odağında elektrik var

Berlin iç istihbaratına göre, 2011 yılında kurulmuş olan grup, özellikle Berlin ve onu çevreleyen Brandenburg eyaletinde faal. Öte yandan Tesla saldırısı, grubun düzenlediği ilk saldırı değil: Volkan Grubu, şu ana kadar çok sayıda telefon ve elektrik direklerinin yanı sıra şirket araçlarına da çeşitli kundaklama saldırıları düzenledi. Saldırılarda şu ana kadar can kaybı yaşanmadı.

Anayasayı Koruma Teşkilatı raporunda, grubun "kent ulaşım ve iletişim altyapısının kırılganlığını su yüzüne çıkarma, kamu düzenini bozma ve büyük çapta mal zararına yol açma" hedefini güttüğü belirtiliyor.

Grubun 2018 yılında, Berlin'in Charlottenburg bölgesindeki elektrik hatlarına düzenlediği saldırı, bugüne kadar düzenlediği en büyük saldırı olma özelliğini taşıyor. Söz konusu saldırı sonucunda 6 bin 500'ü aşkın hâne ve 400 iş yeri saatlerce elektriksiz kalmıştı. Saldırının bedeli, yüzlerce milyon euroyu bulmuştu.

Öte yandan grup, Tesla fabrikasına daha önce de saldırı düzenlemişti. 2021 yılında, fabrika henüz inşaat aşamasındayken, yine fabrika yakınlarındaki bir elektrik kablosu kundaklanmıştı.

Tesla'nın sahibi Elon Musk saldırıya sert tepki gösterdi: "Dünyanın en aptal ekoteröristleri"
Tesla'nın sahibi Elon Musk saldırıya sert tepki gösterdi: "Dünyanın en aptal ekoteröristleri"null Gonzalo Fuentes/REUTERS

Musk: Dünyanın en aptal ekoteröristleri

Kundaklama girişimine Alman siyasetinden sert tepkiler geldi. "Hiçbir şekilde temize çıkılmayacak ağır bir suç" ifadesini kullanan İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Eğer aşırı solcu saik teyit edilirse, bu, aşırı solcular arasında kritik enerji altyapı tesislerine saldırılardan çekinilmediğinin yeni bir kanıtı olacaktır" diye konuştu. Hâlihazırda Alman makamları, terör saldırısı değil, kundaklama girişimi şüphesiyle inceleme başlatmış bulunuyor.

Tesla'nın sahibi Elon Musk da, saldırıya sert tepki gösterdi:

"Bunlar ya dünyanın en aptal ekoteröristleri, ya da çevre koruma konusunda iyi hedefleri olmayanların kuklaları. Fosil yakıtla çalışan araçların yerine üretilen elektrikli araçların üretimini durdurmak, son derece aptalca" dedi.

Tartışmalı fabrika

Berlin yakınlarındaki Tesla fabrikası, fikir ortaya atıldığından bu yana tartışmalı olageldi. Fabrikanın bir su koruma alanının hemen yakınında inşa edilmesi, bölge sakinleri ve çevre aktivistlerinin çok sayıda protesto gösterisi düzenlemesine neden olmuştu. Protestocular, fabrika inşaatının bölgedeki yer altı sularının azalmasına yol açabileceği endişesini de dile getirmişti.

Şimdi fabrikanın genişletilmesi için kesilmesi öngörülen ağaçların bulunduğu ormanın bir kısmı, "Tesla'yı durdurun" adındaki inisiyatifin parçası olan çevre aktivistleri tarafından günlerdir işgal altında bulunuyor. Aktivistler, Tesla'ya düzenlenen saldırıyla hiçbir ilgileri olmadığını da ifade etmiş bulunuyor.

Tesla yeni fabrikasını Türkiye'ye kuracak mı?

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

 

Sığınmacı sorunu: Almanya cazibesini azaltmaya çalışıyor

Almanya'da iltica başvurusunda bulunmuş kişilerin iltica sürecinde çalışmaları konusunda baskı artıyor. Geçen yıl Kasım ayında Başbakan Olaf Scholz ile eyalet başbakanlarının bir araya geldiği toplantıda üzerinde uzlaşmaya varılan ön ödemeli (prepaid) kredi kartı uygulaması ilk olarak Thüringen eyaletindeki bir belediyede yürürlüğe girdi. Diğer eyaletlerde de çok sayıda belediye ya uygulamaya geçti ya da kısa süre içinde geçmeye hazırlanıyor. Yıl sonuna kadar ön ödemeli kartların ülke çapında yürürlüğe sokulmuş olması planlanıyor.

Ön ödemeli kartların başlıca işlevi, sığınmacılara nakit para ödemelerinin durdurulması. Kartın kullanımında da bazı kısıtlamalar bulunuyor. Öncelikle ön ödemeli Mastercard'ın ikamet edilen yerde alınmış olması gerekiyor. Nakit ödeme yapma imkanı da Almanya içi ve dışına havale yapma imkanı da bulunmuyor.

Zorunlu temizlik işi

Almanya'nın doğusundaki Thüringen eyaleti sadece ön ödemeli kartlarda değil, sığınmacılara temizlik işlerinde çalışma zorunluluğu getirilmesiyle de bir ilke imza atarak manşetlere konu oldu. Eyaletteki bir belediye başkanı, belediye sınırları içinde bulunan mülteci yurdunda ilticacılara temizlik işlerini kendilerinin halletmesi zorunluluğu getirdi. Kaldıkları yer ve yurdun çevresini temizleme işini üstlenmeyenlerin aylık ödemelerinden 180 euro kesinti yapılacak.

Aslında iltica başvurusunda bulunanlara çalışma zorunluluğu yeni bir şey değil. Bu konuda uzun süredir bir yasal düzenleme mevcut. Ancak bu düzenleme maaş karşılığı düzenli bir işi kapsamıyor. Mevcut düzenlemeye göre iltica başvurusunda bulunanların hukuken ilk üç ay çalışma izni bulunmuyor. Bu sürenin ardından, reşit olmayan çocuklarının olup olmadığı, bir mülteci yurdunda barındırılıp barındırılmadığı gibi ölçütlere bağlı olarak çalışma konusunda aşamalı düzenlemeler var. Genel olarak başvurudan ancak altı ay sonra çalışma izni veriliyor.

Baden-Württemberg eyaletinde temizlik işi yapan sığınmacılar.
Baden-Württemberg eyaletinde temizlik işi yapan sığınmacılar.null Jan-Philipp Strobel/dpa/picture alliance

Ancak çalışma izninin çıkması, sığınmacıların hemen iş bulabileceği anlamına gelmiyor. Başta Suriyeliler ve Afganlar olmak üzere Almanya'ya iltica başvurularında ilk sekiz sırada yer alan ülkelerden gelenler arasında yaklaşık 700 bin kişi, Şubat 2024 itibarıyla "çalışabilecek durumda" olarak sınıflandırıldı. Ancak yarısı bile bir işe başlayamadı. Diğerleri ise ya okul veya meslek okuluna devam ediyor, dil ya da entegrasyon kurslarına gidiyor ya da eğitim ve bakım işlerinde çalışıyor. Federal İstihdam Dairesi verilerine göre bu sekiz ülkeden iş arayanların üçte ikisinden fazlası sadece "yardımcı" seviyesinde işler arıyor. Almanya'da ise bu tür işlerde eleman ihtiyacı pek yok.

Ücret yerine telafi ödemesi

Ancak iltica başvurusunda bulunanların günde dört saate kadar kamu yararına işlerde çalıştırılması da hukuken mümkün. Saat başına 80 centlik telafi ödemesi karşılığında yapılan bu görevlendirmeler, iltica başvurusu reddedilmiş ve ülkey terk etmesi gereken kişileri de kapsıyor.

Belediyelerin şimdiye kadar pek başvurmadığı bu imkan, Thüringen'deki Saale-Orla belediyesinde temizlik işleri yükümlülüğünü uygulamaya sokan Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partili politikacı Christian Herrgott'a göre çeşitli avantajlar içeriyor. Çalışma zorunluluğunun, henüz düzenli bir işe girme izni bulunmayan ilticacılara istihdam imkanı sunduğuna işaret eden Herrgott, aynı zamanda örneğin temizlik işlerinin bir temizlik firmasına ödeme yapılmadan halledilmesinin ilticacıların toplum içinde daha fazla kabul görmesine de yardımcı olduğunu belirtiyor.

CDU'lu Christian Herrgott
CDU'lu Christian Herrgottnull Bodo Schackow/dpa/picture alliance

Welt gazetesine konuşan Herrgott, "Konu, tüm parayı ödeyen vergi mükelleflerine ödediklerinin bir miktarını geri verebilmek. Dernekler gibi kamu yararına alanlarda başka görevlendirme imkanlarını da inceliyoruz" diye konuştu.

Thüringen'in öne çıkması tesadüf değil

CDU'lu politikacı, bu girişimiyle toplumda da büyük destek gördü. Kamuoyu araştırmaları şirketi Insa'nın yaptırdığı ankete göre, katılımcıların yüzde 82'si sığınmacıların çalıştırılması fikrini destekliyor. Ön ödemeli kart uygulamasına destek de yüzde 72 ile yüksek seviyelerde.

Her iki uygulamanın arkasında da Thüringen eyaleti ve CDU'lu politikacıların bulunması tesadüf değil. Eyalette Eylül ayında mahalli seçimler yapılacak. Aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi anketlere göre yüzde 30'luk oy oranıyla önde gidiyor. CDU'nun oy oranı yüzde 20 civarında ve ilticacılara yönelik sert bir tutumla AfD seçmenini kazanabilmeyi umuyor.

Sığınmacıların çoğunun hedef ülkesi Almanya

Aynı durum, komşu Saksonya eyaleti için de geçerli. Eylül'de yapılacak seçimler için AfD yarışı önde götürüyor. Saksonya eyaletinin CDU'lu Başbakanı Michael Kretschmer, Almanya'ya alınacak sığınmacı sayısının yılda 50 bin-60 bin ile sınırlanmasını talep ediyor. CDU ve Bavyera'da teşkilatlı kardeş parti Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) yıllar boyunca bu rakamı 200 bin olarak telaffuz etmişti.

Mevcut rakamlar ise bunun çok üstünde. Avrupa'ya gelen sığınmacıların çoğunun hedefi Almanya. 2023 yılında Almanya'ya 330 bin iltica başvurusu yapıldı. Bu, AB'ye üye 27 ülkenin tamamına yapılan başvuruların yüzde 30'u anlamına geliyor. İltica başvuruları, kötü hava koşullarına rağmen Ocak ayında da hız kesmedi. Federal Göç ve Mülteciler Dairesi verilerine göre Ocak'ta yaklaşık 26 bin kişi ilk iltica başvurusunda bulundu.

Barınacak yer ve çocuk bakım sıkıntısı

Almanya'ya gelen sığınmacılar önce belli ölçütlere göre 16 eyalet arasında dağıtılıyor ve geçici olarak "ilk kabul" merkezlerinde barındırılıyor. Ancak sürekli yeni sığınmacıların gelmesi eyaletler üzerindeki baskıyı da toplumdaki hoşnutsuzluğu da artırıyor. Eyaletler, gelen sığınmacıları mümkün olduğunca hızlı bir şekilde belediyelere yönlendirmeye çalışıyor. Gelenlerin barındırılması, temel ihtiyaçlarının karşılanması ve entegrasyonundan sorumlu mahalli idareler ise barınma yeri, çocuk yuvası, okul, Almanca ve entegrasyon kursları gibi hizmetleri sağlamakta aşırı yük altında eziliyor.

Üst sınır hukuken mümkün değil

Yaşanan sıkıntılar, sığınmacılara yönelik toplum içindeki havayı da olumsuz etkiledi. Sığınmacıların Almanya'ya kabul edilmesine onay oranı düşerken, göçe yönelik şüpheler ve olumsuz etkilerine yönelik endişeler arttı.

Başbakan Olaf Scholz, ülkeye gelen sığınmacı sayısının çok yüksek olduğunu ve durumun böyle devam edemeyeceğini kabul etse de, Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) talep ettiği üst sınır konulmasını reddediyor. Ayrıca ilticanın bireysel temel hak sayılması nedeniyle bu hakkı kısıtlayacak bir düzenleme için Anayasa'da değişiklik gerekiyor.

Almanya'nın cazibesini azaltmak

Bu nedenle pek çok politikacı, hukukî imkanlar çerçevesinde Almanya'nın cazibesinin nasıl azaltılabileceğine kafa yoruyor. Ön ödemeli kart ya da çalışma zorunluluğu da bu kapsamda değerlendirilen önlemler arasında.

2025 yılında Başbakanlığa adaylığını koyması beklenen CDU Genel Başkanı Friedrich Merz de bu konuyu gündemde tutmaya çalışıyor. Merz, Şubat ayında Federal Meclis'te ön ödemeli kartlarla ilgili olarak "Uygulamaya konulan yerlerde iltica başvurusunda bulunanların sayısı birdenbire düştü. Çünkü ikamet nedenleri arasında önemli yer tutan nakit para ödemeleri birdenbire durduruldu" dedi.

İltica süreçlerinin hızlandırılması

Göç araştırmacıları, elde yeterli veriler bulunmadığından bu tür genel sonuçlar çıkarmak için henüz erken olduğu görüşünde. Ancak aşırı sağcı AfD partisinin hızlı yükselişi, Haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimleri, sonbaharda Almanya'nın çeşitli eyaletlerinde ve mahalli idarelerde yapılacak seçimler nedeniyle siyaset bu konuya kilitlenmiş durumda.

Diğer yanda Almanya İçişleri Bakanlığı da, iltica süreçlerinin AB dışındaki ülkelere ne ölçüde kaydırılabileceği konusunda hukuki imkanları inceliyor. Bu plan, sadece CDU ve CSU değil, iktidardaki Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller'den de destek görüyor. Almanya'daki 16 eyaletin başbakanları federal hükümeti, Haziran ayına kadar inceleme sonuçlarını bildirmeye çağırdı.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

Almanya'da "darbe planı" davası

Almanya'da darbe yoluyla hükümeti devirmeyi planlamakla suçlanan, kendilerini "İmparatorluk Vatandaşları" (Reichsbürger) olarak adlandıran aşırı sağcı oluşumun üyeleri hakkında açılan dava Pazartesi günü başladı. Prens XIII. Heinrich Reuss liderliğindeki grubun, Alman Federal Meclisi'ne baskın yaparak, milletvekillerini tutuklamayı planladığı iddia ediliyor. Hedeflerinde ise Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin Genel Başkanı Friedrich Merz'in olduğu belirtiliyor.

Ancak Almanya'nın birçok kentinde aşırı sağcı "Vatanseverler Birliği" adlı terör grubuna yönelik 7 Aralık 2022 tarihinde yapılan bir operasyon bu planların hayata geçirilmesini engelledi. "İmparatorluk Vatandaşları" oluşumunun bir parçası olan "Vatanseverler Birliği" grubuna yönelik operasyon sonucu aralarında Reuss'un da aralarında bulunduğu 25 kişi gözaltına alınarak, tutuklandı. Operasyonda 382 ateşli silah ve yaklaşık 150 bin parça mühimmat bulundu. Toplamda 200 civarında üyesi olduğu tahmin edilen grup üyeleri hakkında hazırlanan iddianame geçen yılın sonunda tamamlandı. Toplam 26 kişinin yargılanacağı dev dava üç kentte görülecek. Üç davadan ilki Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde Pazartesi günü başlayacak. Frankfurt'ta görülecek davanın Mayıs ayında, Münih'teki davanın ise Haziran ayında başlaması öngörülüyor. 

Silah üreticisi şirkette yönetimi ele geçirme planları

Stuttgart'taki davada yargılanan 9 sanık arasında tutuklanmadan önce Frankfurt'ta yaşayan bir emlakçı olan Prens XIII. Heinrich Reuss da bulunuyor. Grubun yaptığı planlara göre İmparatorluk Vatandaşları'nın iktidarı ele geçirmesi halinde 72 yaşındaki Reuss'un devletin başkanı olması öngörülüyordu. İddianameye göre operasyon öncesinde Eylül 2022'de yönetimi ele geçirmek için işbirlikçilerin vereceği sinyal bekleniyordu. "İmparatorluk Vatandaşları" işbirlikçilerinin üyelerinin yabancı hükümet, ordu ve istihbarat servislerinin temsilcilerinin oluşturduğu gizli bir grup olduğu öne sürülüyor.

Reuss liderliğindeki grubun üyelerinin yakalanmasının ardından operasyonlar ve tutuklamalar sürdü. Geçen yıl Kasım ayında düzenlenen operasyon sonrasında bir açıklama yapan İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Sağdan gelen devlet düşmanı eylemlere karşı geniş çaplı bir operasyonun yapıldığı bu günde, kutuplaşmanın arttığını ve bizim her gün demokrasimizi yeniden savunmak zorunda kaldığımızı yüksek sesle söylemeliyiz" demişti.

İmparatorluk Vatandaşları'nın Berlin'de düzenlediği bir gösteriden
İmparatorluk Vatandaşları'nın Berlin'de düzenlediği bir gösteriden null Paul Zinken/dpa-Zentralbild/picture alliance

Silah üreticisi şirkette yönetimi ele geçirme planları

Şiddet uygulamaya hazır olan Reuss grubu, muhtemelen Alman ordusundaki destekçileri tarafından orduya ait helikopterlerin kullanılacağına inanıyordu. Hatta merkezi Oberndorf am Neckar'da bulunan silah üreticisi Heckler&Koch'ta, yönetimin şiddet kullanılarak ele geçirilmesinin bile planlandığı iddia ediliyor. Sanıklara "terör örgütü üyesi olma" ve "vatana ihanet hazırlıkları" yapma suçlamaları yöneltiliyor. Stuttgart'ın yanı sıra Frankfurt ve Münih'te görülecek üç davada da İmparatorluk Vatandaşları grubunun ideolojisi ana konu olacak.

Ölü çocuklarla ilgili komplo teorileri

İddianameye göre bu ideoloji komplo teorileri de içeriyor. Buna göre, Prens Reuss, Almanya'nın çocuk ve gençleri öldürme planları yapan bir çeşit "derin devlet" tarafından yönetildiğini iddia ediyor. Hatta, 2021 yazında Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin Ahrtal kentinde yaşanan sel felaketinin, eski hükümet sığınaklarının sular altında bırakılarak çocukların öldürülmesini örtbas etme girişimi olduğu öne sürülüyor. Reuss yanlıları yaklaşık 600 çocuğun öldürüldüğü iddialarından söz ediyor.

Eski bir AfD'li milletvekili de yargılanacak

Savcılık, grubun şiddet yoluyla iktidarı ele geçirmeyi planladığını savunuyor. İddianamede grup üyelerinin eski savaş müttefikleri ABD, Fransa ve İngiltere ile yeni bir barış anlaşmasını müzakere etmeyi hedefledikleri, burada esas muhatap alacakları ülkenin ise Rusya olacağı belirtiliyor. Bütün bu planları hayata geçirebilmek için de grubun atış talimleri yaptıkları, Federal Meclis binasındaki odaları gözetledikleri ifade ediliyor.

Reuss ile birlikte Frankfurt'ta yargılanacak isimler arasında aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinden eski milletvekili ve eski hâkim Birgit Malsack-Winkemann da yer alıyor. İktidarı ele geçirmeleri halinde Malsack-Winkemann'ın adalet bakanlığı görevine geleceği iddia ediliyor.

20 bin civarında üyesi olan tehlikeli oluşum

Almanya'daki güvenlik kurumlarının tahminlerine göre "İmparatorluk Vatandaşları" adlı grubun yaklaşık 2 bin 300'ü şiddet yanlısı olmak üzere 20 bin civarında üyesi bulunuyor. Grup üyeleri demokrasiyi reddediyor, monarşiyi savunuyor, yabancı düşmanı ve antisemitist bir dünya görüşünü benimsiyor. "İmparatorluk Vatandaşları" İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki düzeni ve Almanya Federal Cumhuriyeti'ni Alman İmparatorluğu'nun devamı olarak kabul etmiyor. Bazı "İmparatorluk Vatandaşları" şiddet kullanma eğilimi gösteriyor hatta şiddet kullanıyor, Almanya Sağlık Bakanı Karl Lauterbach gibi siyasetçileri kaçırmakla tehdit ediyor. 

Yazar Tobias Ginsburg, 2020 ile 2022 yılları arasındaki koronavirüs pandemisi sırasında radikal aşı karşıtları ve komplo teorilerini benimseyen gruplar arasında kimliğini gizleyerek araştırmalarda bulunmuştu. Geçen yıl Mart ayında DW'ye değerlendirmelerde bulunan Ginsburg, bu oluşumun ne kadar tehlikeli olduğuna dair bir soruyu şu sözlerle yanıtlamıştı:

"Bu, yanıtı göründüğü kadar kolay olmayan bir soru. Çünkü İmparatorluk Vatandaşları birlik içinde olan tek bir hareket değil, ayrı bir aşırılık şekli de değil. Daha ziyade Alman tarihine ve Nasyonal Sosyalizme derinden bağlı bir komplo teorisi. Grup, bütün aşırı sağcı aktivistlerin fantezilerini paylaşıyor. Bu da, ötekinin ve yabancının olmadığı, homojen bir toplum."

Her üç davada da kararın gelecek yıl verilmesi bekleniyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

 

Yeni atamalar öğretmen açığını karşılar mı?

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in açıklamasına göre bu yıl kamu eğitim kurumlarına 20 bin öğretmen atanacak. Atamalarda yüzde 50 Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS) puanı, yüzde 50 mülakat puanı dikkate alınacak.

Ataması gerçekleşen öğretmenler ise sözleşmeli statüsünde olacak. Hükümetin 2016 yılında yaptığı düzenlemeyle yeni atanacak öğretmenlerin tümünün sözleşmeli olarak göreve başlamalarının yolu açıldı. Sözleşmeler bir yıllık yapılırken, öğretmenler atandıkları okullarda üç yıl sözleşmeli çalışmadan kadroya geçemiyor.

Rakam önceki yılların altında

Bakanlığın faaliyet raporlarına göre 2022'de 34 bin 575, 2023'te 45 bin 894 sözleşmeli öğretmen ataması yapıldı. Buna göre duyurulan yeni atamalar önceki yılların da altında kaldı.

Milli Eğitim Bakanlığının 2023-2024 istatistikleri Eylül ayında açıklanacak. Son yayınlanan 2022-2023 istatistiklerine göre ise örgün eğitim kapsamında 1 milyon 154 bin 383 öğretmen okullarda görev yaparken, Bakanlığa bağlı okul öncesi kurumlarda 87 bin 323, ilkokullarda 299 bin 967, ortaokullarda 372 bin 536, liselerde 394 bin 557 öğretmen çalışıyor. 

Öğretmenler, kadrolu statünün yanı sıra sözleşmeli, ücretli gibi farklı statülerle çalışırken hak kayıplarına maruz kalıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından öğretmen açığı bulunan okullara atanan ücretli öğretmen statüsündeki öğretmenler ders başı ücret alırken, okullar tatil olduğunda ücret alamıyor.

Yeni atamalar için başvurular 20 Mayıs itibarıyla başlayacak. Peki 20 bin öğretmen ataması Türkiye'deki mevcut ihtiyacı karşılayacak mı?

Bir milyona yakın öğretmen bekliyor

Sendikalara göre planlanan atamalar, eğitimin içinde bulunduğu tabloyu iyileştirmekten uzak. Türkiye'de yaklaşık 1 milyon öğretmen atama beklerken, ücretli öğretmen sayısı da 100 bini buluyor.

DW Türkçe'ye konuşan Eğitim Sen MYK Üyesi ve Kadın Sekreteri Simge Yardım, Milli Eğitim Bakanlığının uzunca bir süredir ihtiyacın çok altında öğretmen ataması gerçekleştirdiğini vurgulayarak "Bugün neredeyse 1 milyona yaklaşan ataması yapılmayan öğretmen arkadaşımız var. Milli Eğitim Bakanlığı'nda neredeyse 100 bine yakın bir ücretli öğretmen çalıştırma gerçekliği var" diyor.

"Ücretli öğretmen uygulaması sürecek"

Ücretli öğretmenliğin güvencesiz çalıştırma anlamına gelen bir uygulama olduğunu ve ücretli öğretmenlerin aynı işi yaptıkları halde okullarda asgari ücret düzeyinde bir maaşla çalıştırıldığını ifade eden Yardım, "Doğal olarak bu kadar ücretli öğretmenin çalıştığı bir yerde 20 bin atamanın yapılıyor olmasının, bu verilere bile baktığımızda gerçekçi bir oran olmadığını ve Milli Eğitim Bakanlığının aslında ücretli öğretmenlik uygulamasına devam edeceği, güvencesiz çalıştırmaya devam edeceği gerçekliğini bize gösteriyor" diye devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Nisan ayı ortasında, Milli Eğitim Bakanlığının öğretmen atamalarıyla ilgili hazırlıklarını "yakında bir miktar atama yapacağız" sözleriyle duyurmuş, Erdoğan'ın öğretmenler için sarf ettiği "miktar" ifadesi kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştı.

"Bu sayıyı kendileri de az buldu"

DW Türkçe'ye konuşan Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, "Cumhurbaşkanının, bir ülkenin geleceğinin mimarı öğretmenlerin atamalarıyla ilgili 'bir miktar' ifadesini kullanmasını, AKP iktidarının öğretmene verdiği değerin göstergesi olduğunu söylemiştik. 20 bin öğretmen ataması yapılacak olması da önceliklerinin öğretmen ve eğitim olmadığını göstermiştir" diye konuşuyor.

Her zaman atamaları müjde havasında törenle açıklayan Cumhurbaşkanı'nın bu kez topu Bakan Yusuf Tekin'e attığına dikkat çeken Özbay, "Demek ki bu sayıyı kendi de az bulmuş olmalı. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki gerçekten ihtiyacı karşılayacak şekilde bir atama yapılacak olsaydı, gür sesleriyle coşkulu bir şekilde atama sayısını açıklarlardı" diyor.

Bir ilkokul sınıfında öğretmen ve öğrenciler
null DHA

"Sistem dışına çıkan öğretmen daha fazla"

Özbay, geçen yıl 23 bin 670 öğretmenin emekli, istifa, ölüm gibi sebeplerle sistemin dışına çıktığına, 20 bin atamanın sistem dışına çıkan öğretmenlerin bile yerini doldurmadığına işaret ederek ekliyor:

"İktidara geldiğinde 60 binin biraz üzerinde atama bekleyen öğretmen varken 'Atanmayan öğretmen kalmayacak' diyenler, bu sayıyı 1 milyona yaklaştırmış, eğitimle istihdam, meslekler ve refah arasındaki ilişkiyi koparmıştır."

Tekin'in açıklamasında bütçe vurgusu da yer aldı. Tekin, "Ekonomik parametreler açısından sıkıntılı bir dönemdeyken bize bu konuda destek olan kurumlarımıza ve Cumhurbaşkanımıza şükranlarımızı sunuyorum" ifadelerini kullandı. Milli Eğitim Bakanlığının bütçesi 2024 yılında 38 milyar 294 milyon dolara çıkarılmıştı. Bakanlığın bütçesi 2023 yılında 16 milyar 215 milyon dolar olarak kaydedilmişti.

"Bütçe yeterli düzeyde değil"

Simge Yardım, bugün eğitimin çok ciddi yapısal sorunları olduğunu aktarıyor:

"Bugün müfredat tartışmaları gündemde, proje protokoller gündemde. Yani her açıdan değerlendirilmesi gereken bir süreç var. Bu yapısal sorunların temellerinden biri de aslında yeterli sayıda eğitim emekçisi istihdamının sağlanmıyor olması. Doğal olarak bu durumun çocukların eğitim hakkı bağlamında, eğitimin daha nitelikli bir biçimde yürütülmesi noktasında olumsuz etkileri var."

Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin ihtiyacı karşılayacak düzeyde olmadığını Eğitim Sen olarak sürekli vurguladıklarını dile getiren Yardım, "Ancak Diyanet'e ayrılan bütçeyi, savaş bütçesini, sermayeyi zengin etmeye dönük bütçeyi değerlendirdiğimizde aslında iktidarın bu bütçeyi tam da kendi politikasına uygun bir biçimde ayırdığını görüyoruz" ifadelerini kullanıyor.

Mülakat sistemi devam ediyor

Okullarda sadece öğretmen ataması değil yardımcı teknik personel, hizmetli ihtiyacı da bulunduğunu, ayrıca okul sayısının da yetersiz kaldığını, sınıf mevcutlarının çok kalabalık olduğunu dile getiren Yardım'a göre bir diğer tartışma konusu da öğretmen atamalarının liyakatin esas alınmadığı bir mülakat sistemiyle gerçekleştirilecek olması. İktidarın mülakat sisteminde ısrarcı olduğunu Milli Eğitim Bakanı'nın teyit ettiğini söyleyen Yardım, mülakat sisteminin tamamen kaldırılması gerektiği görüşünde.

Atamalarda hem mülakatın hem de KPSS puanının esas alınacağını dile getiren Bakan Tekin, sınıf öğretmenliği için 3 bin 263, özel eğitim öğretmenliği için 2 bin 499, rehberlik öğretmenliği için 1597, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği için 1594, İngilizce öğretmenliği için 968 atama planlandığını duyurdu.

Hangi branştan kaç öğretmen var?

Ancak Kadem Özbay'a göre en fazla kontenjan ayrılan beş branş arasında yer alan din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni atamasına bu denli ihtiyaç yok, buna rağmen yapılacak atamalar ise bunun bilimsel bir hamle olmadığını gösteriyor.

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay
Kadem Özbaynull Privat

Yapılan adaletsiz kontenjan dağılımlarının birçok kritik branşta görev bekleyen eğitim emekçileri için bir mağduriyete dönüştüğünü ifade eden Özbay, "Atanmayan her bir öğretmenin, farklı işte çalışırken yaşamını kaybeden, psikolojik sorunlar yaşayan her bir gencin, kamuda ücretli öğretmenlik, özelde düşük ücretlerle ve güvencesiz çalıştırılmanın, öğretmensiz bırakılan her bir çocuğun sorumlusu AKP iktidarıdır" ifadelerini kullanıyor.

Simge Yardım ise Bakanlığın her yıl yayınladığı istatistiklerle öğretmen sayıları açıklansa da hangi branşta kaç öğretmen bulunduğuna dair verilerin kamuoyu ve eğitim sendikalarıyla şeffaf bir şekilde paylaşılmadığına dikkat çekiyor.

Yardım, "İl il, ilçe ilçe, hangi ilçede ne kadar, hangi branşta öğretmen ihtiyacı var ve buna ilişkin ne kadar fazlalık var, norm fazlası olan var, nasıl bir planlama yapılmalı, bunlara ilişkin somut verilerin olması gerekir ki aslında buna göre de gerçekçi bir planlama yapılabilsin" diyor.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?