SWP: Almanya CHP'li belediyelere mali destek verebilir

Almanya'nın saygın düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı'nın (SWP), Türkiye'deki siyasi güç dengelerinde 31 Mart yerel seçimleri ile yaşanan değişimin mercek altına alındığı raporunda, Almanya ile Türkiye ilişkilerinin CHP'li belediyeler ile yoğunlaştırılacak, derinleştirilecek iş birliği ile canlandırılabileceğine dikkat çekiliyor.

SWP bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) Müdürü Dr. Hürcan Aslı Aksoy ile uzman Dr. Yaşar Aydın tarafından kaleme alınan raporda önce yerel seçim sonuçlarına ilişkin dikkat çekici gözlem ve değerlendirmelere yer veriliyor.

"Erdoğan'ın karizması zedelendi"

CHP'nin yerel seçimlerdeki başarısı "Tarihi galibiyet" sözleriyle tanımlanırken, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ise seçmen tarafından, "Sadece ekonomik sefalet nedeniyle değil, aynı zamanda artan yolsuzluk ve kayırmacılık nedeniyle cezalandırıldığına," seçmenin izlediği istikrarsız para politikasının faturasını Erdoğan'a yerel seçimlerde kestiğine işaret ediliyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel AKP Genel Merkezi’nde görüştü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel AKP Genel Merkezi’nde görüştü.null DHA

Seçim yenilgisi nedeniyle Erdoğan'ın "karizmasının zedelendiğine" dikkat çekilen raporda, "Muhtemelen bu seçimden çıkan en önemli mesaj, 2028 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde bir iktidar değişikliğinin ilkesel olarak mümkün olduğudur" ifadelerine yer veriliyor.

SWP raporunda ayrıca, "Kimlik siyasetinin reddi, Erdoğan'a bir ders" alt başlığı altında, yerel seçim sonuçlarının artık Türkiye siyasetindeki bir değişime işaret ettiği, laik-dindar, Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi kültürel ve etnik kimlikler üzerinden yapılan siyasetin öneminin azalmakta olduğu kaydediliyor.

"Sonun başlangıcı mı?"

"Erdoğan döneminin sonunun başlangıcı mı?" sorusuna yanıt aranan raporda, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yerel seçimlerden farklı sosyo-politik dinamiklere tabi olduğuna vurgu yapılıyor, ayrıca Erdoğan'ın partisinden daha popüler olduğu hatırlatılıyor.

Bununla birlikte uzmanlar, "Erdoğan'ın görev süresinin kalan dört yılı çok sayıda sınamayı beraberinde getirecektir. Bunları popülaritesini kaybetmeden atlatması çok zor olacaktır" öngörüsüne yer veriyor.

31 Mart yerel seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan eşi Emine Erdoğan ile birlikte Üsküdar’da oyunu kullandı.
31 Mart yerel seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan eşi Emine Erdoğan ile birlikte Üsküdar’da oyunu kullandı.null DHA

Erdoğan'ın bir sonraki seçimlere kadar popülaritesini yeniden artırmasını zora sokacak muhtemel zorluklar ise özetle şöyle sıralanıyor: Erdoğan'ın sağ cenahtaki mevcut ve potansiyel müttefikleri de büyük miktarda oy kaybetti. Yeniden Refah Partisi ile Erdoğan'ın yeni bir rakibi var. Ayrıca büyükşehirlerin muhalefete kaptırılması, iktidar elitlerinin kamu kaynaklarına erişimini daha da kısıtlayacak ve bu da daha fazla seçmeni AKP'den uzaklaştıracak.

"Otokrasiye daha fazla kayma tehlikesi şimdilik önlendi"

Seçim yenilgisiyle birlikte Erdoğan'ın Anayasayı değiştirerek iktidarda kalma planlarının da "ağır bir darbe almış" olduğu kaydedilirken, "Eğer Erdoğan Anayasa değişikliği için referandum çağrısı yaparsa, bundan sonuç alabilmek için bir kez daha ekonomik popülizme ve seçim hediyelerine güvenmek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisinin toparlanmasını engelleyecek ve dolayısıyla siyasi olarak da sürdürülemez olacaktır. Dolayısıyla otokrasiye doğru daha fazla kayma tehlikesinin şimdilik önlendiği sonucuna varılabilir" tespiti aktarılıyor.

"Türk finans ve iş dünyası CHP'ye yönelebilir"

Raporda, otokratik yönetim sisteminin konsolidasyonunu önlemeye çalışan ve Erdoğan sonrası döneme hazırlanan CHP için yerel seçimlerden ilk parti çıkmanın ise iyi bir başlangıç noktası olduğu vurgulanıyor.

Bu galibiyetle birlikte CHP'nin "yeni bir güç" olarak ortaya çıktığına işaret ediliyor, beş yıl boyunca yöneteceği yerel yönetimlerle birlikte ülkedeki siyasi ve ekonomik ağırlığının da daha artacağına dikkat çekiliyor.

CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u yeniden kazanması üzerine 31 Mart akşamı seçmenleri kutlamalarda bir araya geldi.
CHP’nin 31 Mart seçimlerinden birinci parti çıkması İstanbul’da olduğu gibi pek çok kentte kutlandı.null ANKA

CHP'li belediyelerin nüfusun yüzde 62'sine ev sahipliği yaptığına, bu bölgelerde gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 73,4'ünün üretildiğine ve tüm tasarruf mevduatlarının yüzde 84,5'inin de yine bu illerde tutulduğuna dikkat çekilen raporda, "Bu iller Türkiye'nin toplam ihracatının yüzde 79,6'sından sorumludur ve burada kişi başına düşen milli gelir 9 bin 588 dolar ile AKP'li belediyelerin kişi başına düşen gelirini aşmaktadırlar" bilgisine yer veriliyor.

CHP'nin yoksullukla kararlılıkla mücadele ve kamu yararı vurgularıyla hükümetin neoliberal politikalarına sıkı sıkıya bağlı olmadığını göstermekte olduğuna işaret edilirken, "Demokratik dönüşüm, yolsuzlukla mücadele ve kamu ihalelerinde şeffaflık vaatleri, Türk iş ve finans dünyasının bu partiye yönelmesi fırsatını yaratıyor" görüşü aktarılıyor.

"İmamoğlu umut vaat eden aday"

Raporda yerel seçimlerde ikinci kez seçilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için de ilginç değerlendirmelere yer veriliyor.

İmamoğlu'nun şimdiden Türk ve yabancı medyada diğer Türk muhalif siyasetçilerden daha fazla ilgi gördüğüne dikkat çekilirken, "İmamoğlu'nun zaferi hiç şüphesiz önümüzdeki yıllarda Erdoğan'ın en güçlü rakibi ve bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde umut vaat eden bir aday olarak konumunu sağlamlaştırdı" ifadeleri kaydediliyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.null ANKA

İmamoğlu'nun siyasi yasak ve üç yıldan yedi yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davaya işaret edilen raporda, "Bu yargılamanın siyasi amaçlı olduğu açıktır. Seçimin galibi İmamoğlu'nun mahkûm edilmesi, kendisi ve partisi CHP ile dayanışmaya yol açacaktır. Bu da onu siyasi olarak güçlendirecektir" görüşü aktarılıyor.

CHP'li belediyeler iş birliği için yeni fırsat kapısını aralıyor

SWP raporunda Almanya ile Türkiye ya da Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkilerde bir ilerleme kaydedilebilmesinin ancak Türkiye'deki merkezi hükümetin mevcut otoriter çizgisinden uzaklaşması ve Kıbrıs konusunda daha yapıcı adımlar atmasıyla mümkün olabileceğini vurgu yapılırken, "Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin canlandırılması artık öncelikle ekonomik bağlar ve belediyeler düzeyinde iş birliği yoluyla mümkün görünmektedir" ifadeleri yer alıyor.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye’ye ilk resmi ziyareti sırasında İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüştü.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye’ye ilk resmi ziyareti sırasında İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüştü.null Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

CHP'nin artık daha fazla belediyeyi yönettiği bu sayede de Alman ve Türk şehirleri ve belediyeleri arasında yeni iş birliği imkanları için alan açıldığı vurgulanırken, "Halihazırda 80'in üzerinde Türk-Alman kardeş şehir programı bulunmaktadır. Kardeş şehir uygulaması sadece toplumlar arasındaki bağları güçlendirmekle kalmıyor; aynı zamanda çevre koruma, sürdürülebilir kentsel gelişim, dijitalleşme, marjinalleşmiş grupların ve mültecilerin korunması ve gençlerin katılımı gibi konularda belediyeler arası iş birliği ve deneyim alışverişi için de alan yaratıyor" deniliyor.

"Almanya CHP'li belediyelere mali destek sağlayabilir"

Erdoğan'ın yerel seçimlerden önce seçmenlere "Oy yoksa hizmet yok" sözleriyle muhalefetin kazandığı belediyelere merkezi hükümetin destek sağlamayacağı mesajının anımsatıldığı SWP raporunda, şu dikkat çekici ifadelere yer alıyor:

"Bu yolla CHP yönetimindeki İstanbul belediyesinin iç borçlanmasını imkânsız hale getirmişti. Bu nedenle örneğin raylı ulaşım ağı daha fazla genişletilemedi. İşte bu noktada Almanya, raylı ulaşımın genişletilmesi ve dijitalleşme gibi altyapı ve iklim projeleri için belediyelere mali destek sağlayarak devreye girebilir."

DW/ DA, JD

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Geleceğin hammaddesi bakıra talep artıyor

Bakır fiyatları, kısa süre öncesine kadar dünya pazarlarında yüksek seviyede bir değere sahip değildi. Fiyatı görece istikrarlı seyreden bakır, yatırımcılar için kayda değer bir önem arz etmiyordu.

Ancak bu durum, giderek değişmeye başladı. Bir ton bakırın fiyatı, Nisan ayından bu yana 10 bin dolar seviyesine ulaştı. Bu noktaya kadar, küresel ekonomik büyüme ile bakır talebi arasında istikrarlı bir eğilim mevcuttu. Ancak şimdi dünya çapında ekonomik büyüme ivme kaybederken, bakıra talep ise artıyor.

Önemli bir hammadde olan bakırın fiyatı, Londra'daki metal borsası London Metal Exchange'de 1 Mayıs'ta yüzde 1,7 artarak, ton başına 10 bin 33 buçuk dolara ulaştı. Bakırın fiyatı, Nisan 2022'den bu yana hiç bu kadar yüksek olmamıştı. Bir yıl önce yani Mayıs 2023'te tonu sadece 8 bin 600'dü.

Bakıra neden ihtiyaç var?

Fosil yakıt bazlı enerji üretimini azaltmak, yalnızca ekonominin elektrikli hâle gelmesiyle mümkün ve bunu mümkün kılan elementin adı da bakır.

Zürih merkezli Earth Resource Investments'tan Joachim Berlebach, DW'ye verdiği mülakatta, "Bakır, başta elektrik iletkenliği olmak üzere, çeşitli fiziksel özelliklerinden ötürü, enerji dönüşümünün en önemli hammaddesi" diyor. Berlebach, "Eğer gerçekten fosil yakıtlardan kurtulmak istiyorsak, gelecek otuz yılda, insanlık tarihinde  bugüne kadar kullanılan toplam bakır miktarı kadar bakıra ihtiyacımız olacak" diye konuşuyor.

Bank of America'da hammadde stratejisti olarak görev yapan Michael Widmer ise, Handelsblatt gazetesine yaptığı değerlendirmede, artan bakır fiyatlarını ekonominin karbondioksitten arınma sürecine bağlıyor. Widmer, "Bakır neredeyse her sektörde kullanılıyor ve bu nedenle bir iktisadi gösterge niteliğinde" diyor.

Trend öngörülemedi

Bir yandan bakıra talep artarken, arz da durağanlaşıyor hatta düşüyor – bu da fiyatları iyice yükseltiyor. Hammadde uzmanı Berlebach'a göre bu şaşırtıcı değil:"On yıldan fazla süredir maden ocaklarına gerekli yatırımlar yapılmadığından yeterince bakır madeni bulunmuyor".

Yatırım yetersizliğinden Widmer de şikayetçi. Widmer, Uluslararası Enerji Ajansı'nın elde ettiği veriler ışığında, "2050'ye kadar yıllık bakır talebinin ne kadar yüksek olacağını tahmin etmenin mümkün" olduğunu söylüyor. Buna göre, yeni maden ocaklarına ne kadar yatırım yapmamız gerektiği aslında hesaplanabilir. Widmer, "Bu hesaplama, yılda en az 127 milyar dolar sonucunu veriyor. Ancak geçen yıl yapılan toplam yatırım, yalnızca 104 milyar dolar seviyesinde. 2012'den bu yana yatırımlar sürekli olarak azaldı" diye ekliyor.

Bakır teller olmadan rüzgar enerjisini düşünmek imkansız.
Bakır teller olmadan rüzgar enerjisini düşünmek imkansız. null Jens Büttner/dpa/picture alliance

Çevreci kaygılarla çelişen ihtiyaç

Berlebach, sorunun hızlı bir biçimde çözülemeyeceği görüşünde:

"Bakır fiyatları yükselmeye devam etse bile, üretim hızlı bir şekilde artırılamayacak. Çünkü ilk çiviyi çaktıktan üretime kadar, 15 yıl geçmesi gerekiyor."

Öte yandan Widmer, yeni maden ocaklarının, "bakır madenciliği çevreyi kirlettiği için" sıklıkla toplumsal dirençle karşılaştığına dikkat çekiyor. Yaptığı değerlendirmede Güney Amerika örneğini veren Widmer, geçtiğimiz yıl madencilik şirketi First Quantum'un, Panama'nın bakır elde edilen en büyük maden ocağını kapatmak zorunda kaldığını söylüyor:

"Önce hükümet ile First Quantum arasında bir anlaşmazlık çıktı. Sonra buna yerel halkın protestoları eklendi. Sonunda hükümet maden ocağını kapadı ve bakırın pazara ulaşmayacağını da duyurdu."

Bakır elementi olmasa elektrikli otomobiller de çalışmayacak.
Bakır elementi olmasa elektrikli otomobiller de çalışmayacak. null Christian Charisius/dpa/picture alliance

Almanya'da durum nasıl?

Cevher ve metaller söz konusu olduğunda, Almanya'da da aslında tüm yeraltı kaynaklarının mevcut olduğu ve bunların istenilse çıkarılabileceği yönünde bir izlenim hakim. Ancak Joachim Berlebach'a göre bu, gerçeği yansıtmıyor, zira Almanya'da bakır kazanımını kâr getirmiyor. Berlebach, Almanya'nın kaynaklarının görece yetersiz olduğunun da altını çiziyor.

Almanya'nın Güney Amerika ve Kongo'daki maden ocaklarına bağımlı olduğunu kaydeden uzman, Almanya'nın ithalat bağımlılığından kurtulup kurtulamayacağına dair sorumuzu ise çok açık bir biçimde yanıtlıyor: "Hayır!"

Ayrıca bakır her nereden gelirse gelsin, dijitalleşen dünyada ondan vazgeçmek imkansız:

"Elektrik iletim hatları için alüminyum kullanılabiliyor olabilir ancak örneğin, bir rüzgar türbini ya da elektrikli otomobilde olduğu gibi, bir endüktöre ihtiyacınız olduğunda, bakırdan kaçınmanız imkansız. Alüminyum, bakırın iletkenliğinin yalnızca yüzde 65'ini bünyesinde barındırıyor, kablolar aşırı kalın oluyor."

Yüksek talep sürecek

Bank of America analisti Widmer, bakırdaki yüksek fiyat seviyesinin kalıcı olacağını öngörüyor. Widmer, kısa vadede bazı iniş çıkışlar olsa da, uzun vadede fiyatların yükseleceğini öngörüyor.

Widmer'e paralel olarak, fiyatların düşmeyeceğinden emin olan Berlebach, "Vadeli Piyasalar (Future Markets) şu anda fiyatların yükseleceğini öngörüyor. Maden işletmecilerindeki kıtlık, bugüne kadar görülmüş en yüksek seviyede" diyor. Buna paralel olarak, bakırın işlenmesi, bugün dibe vurmuş durumda.

Dünya genelinde bunlar yaşanırken, İskandinavya'da, dünyanın bakır ihtiyacını karşılamak için bir adım atılmak üzere. Norveç hükümeti, ülkenin uzun kıyılarının önünde deniz altı madenciliğine başlamak için kolları sıvamış durumda. 2023 yılının başında yapılan resmi açıklamada, Norveç sularında "kayda değer miktarda yeraltı kaynağı" mevcut olduğu ifade edilmişti. Bu kaynaklar arasında yalnızca çinko ve kobalt değil, bakır da bulunuyor. Burada bulunan bakırın bakıra olan küresel talebi doyurup doyurmayacağı ise, şu aşamada belirsizliğini koruyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Şimşek'ten Alman yatırımcıya: Birlikte çok daha güçlüyüz

Almanya'nın Düsseldorf kentinde Avrupa Türk İş İnsanları ve Sanayicileri Derneği (ATİAD) tarafından düzenlenen 8. Ekonomi Günü etkinliğine katılan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Alman yatırımcıları Türkiye'ye yatırım yapmaya davet etti.

Türkiye ekonomisinin son yıllarda gelişme kaydettiğini ve yabancı yatırımcılar için cazibesini artırdığını kaydeden Şimşek, enflasyonun da 2026 yılına kadar tek haneli rakamlara çekilmesinin hedeflendiğini söyledi.

Türk hükümetinin Almanya'yı önemsediğini ifade eden Şimşek, bir yandan köklü ticari ve siyasi ilişkiler, diğer yandan da Almanya'da yaşayan Türkiye kökenlilerin bunda etkili olduğunu kaydetti.

"Almanya bizim için çok değerli bir ülke, çünkü Almanya ile bizim çok güçlü bağlarımız var" diyen Şimşek, "Bugün ben Türkiye'de herhangi bir ile gitsem bu kadar kalabalık bir iş insanına hitap etme ihtimalim gayet zayıf" diye konuştu.

Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin kurumsal ve ekonomi ile sınırlı olmadığını kaydeden Şimşek, ilişkilerin daha çok halktan halka bir bağ olarak kendini gösterdiğini söyledi.

"Almanya değerli bir ortak"

Şimşek, "Almanya'yı biz değerli bir ortak olarak görüyoruz. NATO'da ortağız, Avrupa Birliği sürecinde Almanya'nın yapıcı tutumunu tabii ki her zaman önemsedik. Dolayısıyla biz Almanya ile asla ayrılamayız. Birlikte daha güçlüyüz. Şimdi sizlerin sayesinde bu bağları daha güçlendirmek istiyoruz" dedi.

Mehmet Şimşek, katılmcıların elini sıkıyor
ATİAD'ın düzenlediği Ekonomi Günü'nde Bakan Şimşek, Türkiye ve Almanya'dan iş insanları ile bir araya geldinull Tuncay Yildirim/DW

Türkiye ile Almanya arasındaki ticaret hacminin geçen yıl 55 milyar euro civarında gerçekleştiğini ifade eden Şimşek, "8 binin üzerinde büyük ve orta ölçekli Alman firması Türkiye'de yatırım yapmış, istihdam sağlıyor. Dolayısıyla bu anlamda güçlü bağlarımız var" şeklinde konuştu.

Almanya ile ticari ilişkilerin daha da geliştirilmesi için Alman yatırımcılara çağrı yapan Şimşek, "Önümüzdeki dönemde biz Almanya ile Afrika'da, Orta Asya'da, birçok bölgede beraber iş de yapabiliriz, yani sadece ikili ticaret değil, diğer alanlarda da bu mümkün" ifadelerini kullandı.

Gümrük Birliği'nin güncellenmesine vurgu

Türkiye ile Almanya arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesinin önünde bazı engellerin bulunduğunu da vurgulayan Şimşek, bu bağlamda Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesinin önemine dikkat çekti.

Gümrük Birliği anlaşmasının modernleştirilmesinin siyasi koşullara bağlandığını söyleyen Şimşek sözlerini şöyle sürdürdü:

"Gümrük Birliği'nin güncellenmesinin hem Avrupa Birliği'nin hem de Türkiye'nin menfaatine olacağını düşünüyoruz. Bunu siyasi koşullara bağlamanın, Avrupa'nın stratejik anlamda Türkiye'ye bakış açısının zayıf olduğunu düşündürüyor. Çünkü bunları koşulara bağlamak anlamlı değil. Çok açık ve net şekilde Türkiye'nin, bölgenin menfaatine olan bir konuda bizim ilerleme sağlamamız lazım. Ümit ediyorum Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra bu süreç hızlanır."

Avrupa'ya gelmek isteyen Türk iş insanlarının karşı karşıya olduğu vize sorununa da değinen Maliye Bakanı Şimşek, "İş yapabilmeleri için iş insanlarının, bilim insanlarının seyahat edebilmesi lazım. Bu bağlamda tabii ki vize kolaylığı önemli" diye konuştu.

Ekonomi Günü'nde katılımcılar
Ekonomi Günü'ne Türkiye ve Almanya'dan iş insanları katıldınull Tuncay Yildirim/DW

Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner'in video mesaj yolladığı etkinlikte Avrupa Türk İş İnsanları ve Sanayicileri Derneği Başkanı Aziz Sarıyar, Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başbakanı Hendrik Wüst  ve Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi Ahmet Başar Şen de konuşma yaptı.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Türkiye İsrail'le tüm ticari ilişkilerini kesti iddiası

Bloomberg'in iki Türk hükümet yetkilisine dayandırdığı habere göre Türkiye, Perşembe gününden itibaren İsrail ile arasındaki bütün ithalat ve ihracat faaliyetlerini, Ankara'nın aldığı bir karar doğrultusunda askıya aldı.

Haberde Türkiye'nin İsrail'e ihracatı ve İsrail'den ithalatını durdurarak, bu ülkeye ambargo uygulama kararı aldığı iddia edildi. Ancak bu konuda henüz resmi bir açıklama yapılmadı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 24 Nisan'da Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ile Ankara'da düzenlediği basın toplantısında DW Türkçe Yayınlar Sorumlusu Erkan Arıkan'ın İsrail- Türkiye ticareti hakkındaki sorusuna, "İsrail ile yoğun ticareti artık ayakta tutmuyoruz" yanıtını vermişti.

Kartz'dan Erdoğan'a "diktatör" tepkisi

Türkiye'nin İsrail ile tüm ticari ilişkileri durdurduğunun iddia edilmesinin ardından X hesabından açıklama yapan İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail'in ithalat ve ihracat limanlarını engelleyerek anlaşmaları ihlal ediyor. Türk halkının ve iş insanlarının çıkarlarını hiçe sayan ve uluslararası ticaret anlaşmalarını görmezden gelen bir diktatör işte böyle davranır" ifadelerini kullanarak söz konusu iddiaları doğrulamış oldu.

Türkiye, İsrail'in Gazze'deki saldırıları nedeniyle İsrail'e 54 ürün grubunun ihracatını geçen ay  kısıtlamıştı.

 

DW / TY,ET

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Steinmeier’in ziyareti: Alman yatırımcının gözü yapısal reformlarda

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in 22-24 Nisan’da gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinde beraberindeki heyette Maliye Bakanı Christian Lindner’in yanı sıra Alman iş dünyasından temsilciler de yer aldı.

Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası (AHK Türkiye) da ziyaretin İstanbul ayağında ekonomik ve ticari ilişkileri istişare etmek amacıyla Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier ve Maliye Bakanı Christian Lindner ile bir araya geldi. Görüşmelerde iki ülkenin de ticari ve ekonomik ilişkilerin desteklenmesi için alması gereken önlemlerin masaya yatırıldığını dile getiren AHK Türkiye Başkanı Pınar Ersoy’a göre yabancı yatırımcılar açısından bir güven ortamı sağlanması için Türkiye'deki yapısal reformların bir an önce tamamlanması gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Türkiye ziyareti akabinde Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de Mayıs ayında Almanya’yı ziyaret edeceğine işaret eden Ersoy, ziyaretin iş birliği, güven ve iki ülkenin birlikte çalışmasına yönelik arzunun politik bir göstergesi ve ilişkilerin de daha iyiye gittiğinin belirtisi olduğuna inanıyor.

AHK Türkiye Başkanı Pınar Ersoy ile Steinmeier’in ziyareti kapsamında iş dünyasıyla yapılan görüşmelerde nelerin ele alındığını ve iki ülke arasındaki iş birliği fırsatlarını konuştuk.

“Mesleki eğitim, sanayi ve vize konuları öne çıktı"

DW: Alman yatırımcılar ile Türkiye iş dünyası temsilcileri arasında yapılan toplantılarda öne çıkan başlıklar nelerdi?

Pınar Ersoy: Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Türkiye ziyareti vesilesiyle İstanbul’da kendisi ve Maliye Bakanı Lindner ile bir araya gelme fırsatı bulduk. Türkiye'deki Alman yatırımcısı diye bahsettiğimizde ilk akla gelen ve hepsi de odamızın üyesi olan şirketlerin üst düzey temsilcilerinin bulunduğu bu görüşmelerde ikili ekonomik ve ticari ilişkilerimize dair birçok konu gündeme geldi.

Her iki ülkenin de ticari ve ekonomik ilişkileri desteklemesi için alması gereken önlemler, şu anda sanayinin büyük ihtiyacı olan nitelikli iş gücünün sağlanması için mesleki eğitim, sanayinin yeşil dönüşümünün sağlanması ve yeşil enerji konuları ile elbette vize öne çıkan başlıklardı. Gümrük Birliğinin Modernizasyonu, Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması gibi sadece Almanya özelinde değil genel olarak AB ile ilişkilerde ön plana çıkan konulara da değindik.

AHK Türkiye olarak 30. yılımızı kutluyoruz. Kuruluşumuzdan itibaren ikili ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine odaklı olarak çalıştık. Yapılan bu temaslarının çok faydalı olduğu düşüncesindeyim.

AHK Türkiye Başkanı Pınar Ersoy
AHK Türkiye Başkanı Pınar Ersoynull DIHK/AHK

"Yeniden yapılanmada yeşil dönüşüme odaklanılmalı”

Deprem bölgesi için yatırım konuşuldu mu? Deprem bölgesinde Alman yatırımcılar neler yapabilir?

Elbette, hatta, bildiğiniz üzere, Sayın Steinmeier’in İstanbul sonrası durağı Gaziantep’ti. Orada konteyner kentleri ziyaret etti, temaslarda bulundu. Deprem geçen sene hepimizi derinden sarstı, sadece bölgedeki insanlar için değil hepimiz için çok büyük bir felaketti. Biz Oda olarak depremin ilk gününden itibaren bölgeye desteklerin koordinasyonu için çalıştık. Üyelerimiz anında çağrımıza tepki verdiler. Bununla da gurur duyuyoruz. Biz burada sadece Alman şirketlerini temsil etmiyoruz, aynı zamanda Türk özel sektörünün de birçok kıymetli temsilcisi bizim üyemiz. Hepsine buradan bir kez daha destekleri için teşekkür etmek isterim.

Geçen sene faaliyetlerimizde hep deprem vardı. Nisan ayında Adıyaman’ı ziyaret ettik. Bölgeyi gözlerimizle görünce yeniden yapılanma konusunun önceliği daha önem kazandı. Temmuz ayında, bağlı bulunduğumuz Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Alman Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği (DIHK) ile birlikte Berlin’de bir yeniden yapılanma konferansı gerçekleştirdik. Kasım ayında ise Almanya Büyükelçiliği ile birlikte Gaziantep’te bir Ekonomi Günü gerçekleştirerek Alman temsilcileri deprem bölgesinde ağırladık.

Amacımız bölgenin yeniden yapılanmasına olabildiğinde yabancı yatırımcının dahil olması. Biliyorsunuz dünyada yeni bir eğilim ve odak var, bu da yeşil dönüşüm. Bölge yeniden yapılanırken bu konuya bilhassa önem verilmesi gerekiyor. Bizim AHK Türkiye olarak deprem bölgesi ile ilgili faaliyetlerimiz devam edecek. 6 Şubat hiçbirimizin unutmaması gereken bir tarih. Alman yatırımcıların da bölgedeki toplumun iyileşme sürecine önemli bir destek sağlayarak, uzun vadeli kalkınma hedeflerine katkıda bulunmaya devam edeceklerine inanıyorum.

Ayrıca biz AHK olarak sadece bölgenin kalkınması barınma ve istihdam gibi konuları değil, oradaki gençlerimizi de önemsiyoruz. Ve buna yönelik bir çalışma içerisindeyiz. O gençlere umut aşılamak diğer konular kadar önemli.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye ziyareti çerçevesinde DHL'in İstanbul'daki lojistik merkezini de ziyaret etti.
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye ziyareti çerçevesinde DHL'in İstanbul'daki lojistik merkezini de ziyaret etti.null Cemal Yurttas/Anadolu/picture alliance

"Almanya ve Türkiye enerjide iş birliği için yaratılmış”

Enerji, altyapı, yeşil ekonomi, dijital dönüşüm gibi farklı alanlarda somut projeler, iş birlikleri söz konusu mu?

Enerji ile başlayacak olursak, Almanya ve Türkiye adeta iş birliği için yaratılmış. Türkiye'de müthiş bir yenilenebilir enerji potansiyeli var, Almanya’da ise muazzam bir teknik ve bilgi birikimi. Şimdi bile rüzgâr ve güneş yatırımlarına baktığımızda Alman firmalarının realize ettikleri büyük yatırımları görebiliriz.  Bunun dışında her iki ülkenin ilgili Bakanlıkları 10 yılı aşkın süredir "Türk-Alman Enerji Ortaklığı” projesini sürdürüyor, biz de AHK Türkiye olarak bu projenin bir parçası olmaktan gurur duyuyoruz. Beraber çalıştığımızda başarısız olmamız mümkün değil. Ancak biraz önce de ifade ettiğim gibi, dünyadaki trend sürdürülebilirlik. Ortaklık yaparken buna mutlaka dikkat etmemiz gerekiyor. Özellikle yeşil hidrojen konusunda potansiyelimizi daha açığa çıkaramadığımızı düşünüyorum. Ayrıca enerji verimliliği, depolama, atık yönetimi, su arıtma tesisleri, geri dönüşüm projeleri gibi uygulamalara daha fazla odaklanmamız gerekiyor.

Yeşil ve döngüsel ekonomi ise başka bir konu. Bu konuda Türk özel sektörünün genel gidişatı daha yakından takip etmesi gerektiğine inanıyorum. Örneğin Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması 2026 yılında yürürlüğe girecek ama bugünden yapılan sözleşmeleri etkilemeye başladı. Biz AHK Türkiye olarak değişen mevzuatlar ve trendler ile ilgili üyelerimizi bilgilendirmeyi çok önemsiyoruz.

Bir diğer konu da elbette dijital dönüşüm. Yapay zekanın kullanımının yaygınlaşması ile bambaşka bir geleceğin kapısı açıldı. Yapay zeka, nesnelerin interneti (IoT), veri analitiği gibi alanlarda yürütülen ortak AR-GE çalışmaları ve teknoloji transferi projeleri, Türkiye ve Almanya'nın dijital dönüşümünü hızlandırmaya ve yenilikçi bir ekonomiye geçişini kolaylaştırmaya yardımcı oluyor. Hem Türkiye'de hem Almanya'da teknoloji konusunda faaliyet gösteren birçok firma, bilhassa startup var. Biz de AHK Türkiye olarak iki ülkenin dijital dönüşüm iş birliklerini destekliyoruz.

“Türk iş dünyası ilişkileri derinleştirmek istiyor”

Türk iş dünyası Almanya’dan ne bekliyor? Hangi alanlarda yatırımlara ve/veya iş birliğine ihtiyaç var?

Türk iş dünyası, Almanya ile olan ilişkilerini daha da derinleştirmek istiyor. Karşılıklı yarar sağlayacak çeşitli alanlarda daha kapsamlı iş birlikleri kurulması lazım. Alman firmalarının özellikle mühendislik alanlarındaki teknik tecrübesi ve teknolojisinin Türkiye'ye aktarılması, aynı şekilde de Türk pratikliğinin Almanya’ya gitmesi gerekiyor. Birbirimiz ile çok iç içe geçmiş iki toplumuz ancak hala birbirimizden öğreneceklerimiz çok fazla.

Biraz önce de konuştuğumuz gibi, yenilenebilir enerji ve dijital dönüşüm gibi teknolojik alanların yanı sıra otomotiv ve tekstil gibi konvansiyonel alanlarda çok büyük iş birliğimiz var. Bunların da gelişen ve değişen düzene uyumlandırılarak geliştirilmesi mühim.

 "Lindner uzun zamandır dile getirilen bir konuyu ifade etti”

Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner, Türkiye temasları sırasında yaptığı açıklamalarda, yabancı yatırımcıların Türkiye'ye ilgisi konusunda bir yandan Türkiye'nin zengin potansiyeline değinirken diğer yandan yatırımlar için mevcut ekonomik programın sürdürülebilirliği ve aynı zamanda insan hakları durumunun güvenilirliğinin önemine dikkat çekti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'deki yapısal reformların bir an önce tamamlanması ve yabancı yatırımcılar için bir güven ortamı sağlanması için mevcut ekonomik programın sürmesi çok önemli. Türkiye'nin geniş ekonomik potansiyelinin desteklenmesi ve hedeflere ulaşmanın ana unsuru bunlar. Sürdürülebilir ve sürekli ekonomi politikaları yatırımcıların uzun vadeli perspektiften değerlendirme yapabilmesini sağlar. Ayrıca, yatırımcının güvenini artırabilir ve uzun vadeli yatırımları teşvik edebilir. Bu konuda Sayın Lindner bilinen ve uzun zamandır dile getirilen bir konuyu ifade etti. Türkiye'de yerleşik bir oda olarak elbette ki bizim de en büyük arzumuz sürdürülebilir ve öngörülebilir ekonomik programların desteklenmesi.

“Yabancı yatırımların artması için zaman belirtmek çok zor"

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de fiyat istikrarını önceleyen politikaların sürdürüleceği ve mali disiplinin sağlanacağı konusunda önemli hedefler ortaya koyuyor. Şimşek’in Mayıs ayında da Almanya’ya gitmesi bekleniyor. Bu hedefler doğrultusunda Türkiye'ye doğrudan yabancı yatırımların artmasını ne zaman bekleyebiliriz?

Doğrudan yabancı yatırımların artması için bir zaman belirtmek çok zor. Küresel salgınlar, ekonomik krizler, doğal afetler, savaşlar derken son beş yıla baktığımızda aslında sürekli bir instabilite (oynaklık) olduğu ortada. Bu tip durumlar olduğunda firmaların uzun vadeli yatırım kararları almaları zor oluyor. Öngörülebilirlik ile yatırım kararları paralel ilerliyor, iş insanları öngöremedikleri noktalarda risk almamayı tercih ediyorlar.

Türkiye'ye gelecek olursak, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Şimşek geldiği günden itibaren yatırımların arttığını görmek mümkün. Güvenin olduğu yerde ticaret ve ekonomi daha rahat gelişir.

Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Türkiye ziyareti akabinde Sayın Şimşek’in de Almanya’yı ziyaret etmesinin bu iş birliği, güven ve birlikte çalışmamıza yönelik arzunun politik bir göstergesi ve ilişkilerin de daha iyiye gittiğinin belirtisi olduğuna inanıyorum.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Şimşek politikaları sırat köprüsünde

Türkiye, son açıklanan Mart 2024 verilerine göre yüzde 68,5'lik tüketici enflasyonu ile dünyada en yüksek enflasyona sahip dördüncü ülke konumunda bulunuyor. Enflasyonda Türkiye'yi geçen ülkeler ise Arjantin, Suriye ve Lübnan olarak sıralanıyor. Eylül 2021'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın "faiz indirimi" ısrarı ile yükselişe geçen enflasyon, Türkiye toplumunun son 2,5 yılda en çok şikayet ettiği konu oldu, olmaya da devam ediyor.

28 Mayıs Cumhurbaşkanı seçimini Erdoğan’ın az farkla kazanması sonrasında ekonominin başına getirdiği Mehmet Şimşek’in başta Merkez Bankası olmak üzere ekonomi bürokrasisinde yaptığı değişiklikler ve "rasyonele dönüş" söylemi, faiz artırımı politikasına geri dönüşün de önünü açtı. Haziran 2023’te tekrar başlayan faiz artırımları ile, son 11 ayda TCMB’nin politika faizi yüzde 8,5'ten yüzde 50'ye çıkarıldı. Aynı dönemde tüketici enflasyonu ise yüzde 38,2'den yüzde 68,5'e yükseldi. Dolayısıyla aradan geçen 11 ayda hala enflasyonda bir gerileme ve Türkiye'ye olan yabancı sermaye girişlerinde artış beklentisi karşılanmış değil.

Faiz eleştirileri artıyor

Kulislere göre hem AKP içinde hem Saray danışmanları içerisinde Şimşek’in politikalarına ilişkin rahatsızlıklar giderek artıyor. Bununla birlikte son günlerde iş dünyasından da "faiz artışlarının işe yaramadığı" yönünde eleştiriler yapılmaya başlanması dikkat çekiyor. DW Türkçe'ye konuşan ekonomistlere göre, Mehmet Şimşek’in ‘rasyonel’ ekonomi politikalarının bekleneni verememesi halinde, Şimşek üzerindeki baskılar da artacak. Özellikle Mayıs ve Haziran aylarında enflasyonda kalıcı etki yapacak bir gerileme olmazsa, Şimşek politikalarına olan eleştirilerin artması bekleniyor.

TCMB, 31 Mart yerel seçimleri öncesinde politika faizini 500 baz puan artırarak yüzde 50'ye çıkarmıştı. TCMB’nin seçimden hemen önceki bu hamlesi piyasa oyuncularını hem şaşırttı hem de Fatih Karahan başkanlığındaki TCMB’nin kredibilitesine olumlu katkı yaptı. TCMB, Şubat 2024’te ise faizi sabit tutmuştu. Nisan ayında da faizin sabit tutulmasıyla TCMB yine "bekle-gör" dönemine girmiş oldu. Artık önümüzdeki 2 ay, yani Mayıs ve Haziranda mevcut sıkılaştırma ve tedbirlerin enflasyon üzerindeki etkisi izlenecek. Dolayısıyla bu önümüzdeki 2 ayda, dezenflasyon süreci için ortaya konan ‘rasyonel' politikalar açısından da bir test dönemi olacak.

Ege Yazgan
Ege Yazgannull Privat

"Şimşek ve ekibi için en kritik 2 ay"

TCMB'nin Nisan 2024 toplantısında politika faizini sabit bırakmasını DW Türkçe'ye değerlendiren Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ege Yazgan'a göre, bu ‘bekle-gör' döneminde enflasyonda bir iyileşme görülmezse, Haziran sonrasında mutlaka yeni bir faiz artışına ihtiyaç olacak.

Mevcut ekonomi yönetiminin de yaz ortasında bir faiz artışı yapmaya bu şartlarda sıcak baktığını ifade eden Prof. Yazgan, son 11 aydır yürütülen enflasyonla mücadele programının işe yarayıp yaramadığının önümüzdeki 2 ayda ciddi bir teste tabi tutulacağı görüşünde. "Önümüzdeki 1 -2 aylık dönem, hem Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ‘rasyonel’ politikaları hem de TCMB yönetimi için kritik önemde" diyen Yazgan, baz etkisi dışında enflasyon dinamiklerinde kayda değer bir gerileme gözlemlenmezse, Şimşek politikalarına karşı hem iktidar içerisinde hem de iş dünyasında güçlü bir itirazın yükselebileceğini ifade ediyor.

Yazgan, olası itirazlara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu aşamada Mehmet Şimşek’i görevden almasının ise "en olumsuz ve gerçekleşmesi en uzak senaryo" olacağını kaydediyor.

Şimşek ve Karahan’dan "güven" vurgusu

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, geçtiğimiz günlerde Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) tarafından düzenlenen Küresel Görünüm Forumu'nda Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuş ve "Piyasalar ve yatırımcılar genel olarak enflasyonun düşeceği ve Orta Vadeli Program'ın (OVP) sonuç vereceğine inanmaya başladı" ifadesini kullanmıştı.

Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü (PIIE) ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR) tarafından düzenlenen "Gelişmekte Olan Piyasalarda Merkez Bankası Yönetimi" başlıklı etkinlikte konuşan TCMB Başkanı Fatih Karahan da, "Ne gerekiyorsa yapacağımızın sinyalini her zaman verdik. Piyasaların beklediğinden çok daha fazla miktarda sıkılaştırma yaptık ve dezenflasyon konusunda ne kadar ciddi olduğumuzu gösterdik" diye konuşmuştu.

Ancak aynı günlerde iş dünyasından ise mevcut para politikasının beklenen düzeyde işe yaramadığına dair eleştiriler ortaya çıktı.

"Ne enflasyon düştü ne yabancı geldi"

Önce Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç, parasal sıkılaştırmadan beklenen sonucun alınamadığını savunan bir açıklama yaptı. ASO Meclis toplantısında konuşan Ardıç, sanayicinin enflasyonun düşürülmesi ve belirsizliklerin giderilmesi için faiz artışına razı olduğunu, ancak gelinen noktada enflasyon düşmediği gibi, yabancı sermayenin de gelmediğini söyledi.

ASO Meclis toplantısında konuşan Ardıç, krediye erişim zorluğu sürerken, ticari kredi kartı limitlerinin sınırlandırılmasının sanayiciyi zor durumda bıraktığını da kaydetti.

Türkiye'nin bir diğer sanayi merkezi olan Bursa’dan da uyarı niteliğinde bir araştırma yayınlandı. Bursa Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (BUSİAD), üyeleri nezdinde Nisan 2024'te gerçekleştirdiği, BUSİAD İktisadi Yönelim Anketi'nin sonuçlarını değerlendiren BUSİAD Başkanı Buğra Küçükkayalar, seçim sonrasında belirsizliğin ortadan kalkmadığını gözlemlediklerini belirterek, "Öngörülemezlik; üretim ve hizmet sektöründeki üyelerimizin ortak kaygıları olarak ortaya çıkıyor" dedi.

Sinan Alçın
Sinan Alçınnull privat

Enflasyonda gerileme olacak mı?

Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın’a göre, ekonomi yönetimi gerçekleşmesi çok zor olsa da, yıl sonu için yüzde 36'lık enflasyon hedefini korumaya devam ediyor.

Önümüzdeki birkaç ayda faiz artışı yapılmasa bile, son dönemde ‘parasal sıkılaşma’ya dönük mesajların giderek güçlendiğine işaret eden Prof. Alçın, "Ancak Haziran ayına gelindiğinde geçen ayki raporda olduğu gibi bu ayki raporda da yazan dezenflasyon sürecinin istenen seviyede gerçekleşmemesi olası. Mart ayı enflasyonunun da beklentinin üstünde geldiğini görüyoruz. Nisan ve Mayıs aylarında da enflasyonun geriye dönme ihtimali zayıf. Her ay beklenen üzerinde enflasyon olduğuna göre, burada jeopolitik riskler, güçlü iç talep, hizmet enflasyonu ve gıda enflasyonunun etkisi sürüyor" değerlendirmesi yapıyor.

"Şimşek politikaları gözden geçirilebilir"

Ekonomi yönetiminin enflasyonda istenen gerileme sağlanamazsa yapacağı yeni bir faiz artışı ile birlikte, yılsonu enflasyon hedefini de yukarı yönlü revize etmesi gerektiğini dile getiren Prof. Sinan Alçın, Mehmet Şimşek’in politikalarının geleceğine ilişkin ise şu görüşleri dile getiriyor:

"Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankası, Mehmet Şimşek 'in yönetim ve yönlendirmesi altında. Ama onun üzerinde Ekonomi Koordinasyon Kurulu var, Ekonomiden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz var ve tabi en tepede Cumhurbaşkanı Erdoğan var. Son 11 ayda enflasyonda ve rezervlerde pek olumlu gelişmeler sağlanamadı. Bu nedenle Haziran ayı sonrasında, Şimşek'in yönettiği ve yönlendirdiği Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankası politikalarının Cumhurbaşkanlığı tarafından gözden geçirilebileceğini düşünüyorum."

Alman Maliye Bakanı'ndan Türk ekonomisi için insan hakları ve hukuk vurgusu

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in Türkiye ziyaretinde beraberindeki heyette yer alan Maliye Bakanı Christian Lindner, Türk ekonomisinin toparlanma şansı, yabancı yatırımlar, vizede yaşanan zorluklar gibi konularda DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı; insan hakları ve hukukun üstünlüğünün ekonomide sorunların aşılmasında taşıdığı öneme vurgu yaptı.

DW Türkçe Yayınlar Sorumlusu Erkan Arıkan'ın sorularını yanıtlayan Lindner, Türk hükümetinin ekonominin istikrara kavuşturulması için gösterdiği çabaları desteklediklerini belirterek, "Bu, enflasyonla mücadele ve ekonomik büyümeyi güçlendirecek bir faiz seviyesine geri dönülmesi anlamına geliyor. Ancak sağlam bir maliye, her tür refahın ön koşuludur. Burada gördüğümüz gelişmeler, daha güvenilirliği artırma yönünde çabalar bulunduğunu gösteriyor" dedi.

"Ekonomi ve para politikalarıyla ilgili sorunlar iş yapmayı zorlaştırıyor"

Lindner, yabancı yatırımcıların Türkiye'ye ilgisi konusundaysa Türkiye'nin zengin bir potansiyele ve Alman değer zincirinin genişletilmesine olanak sağlayan bir istihdam piyasasına sahip olduğunu belirterek, Almanya'da yaşayan kalabalık Türk toplumuna işaretle çerçeve koşulların mevcut olduğunu kaydetti.

Maliye Bakanı, "Ancak Türkiye'de iş yapmayı zorlaştıran, ekonomi politikalarıyla ve para politikalarıyla ilgili bazı mevcut sorunlar var. Bunların aşılmasını umuyorum" diye konuştu.

Müdahalecilik uyarısı

Christian Lindner, "Türk ekonomisinin yaklaşık on yıl önceki kadar sağlam bir görünüme, kestirilebilir bir süre içinde yeniden ulaşabileceğine inanıyor musunuz?" sorusunu ise "Bu Türkiye'nin elinde. Türkiye'de ekonomi politikası müdahalecilikten ziyade daha piyasa odaklı hale gelirse, hukuki çerçeve koşulların, ama aynı zamanda insan hakları durumunun güvenilirliği sağlanırsa bunun ekonomik büyüme perspektifi ile yabancı ve Alman yatırımcı açısından cazibesine olumlu etkileri olacaktır" yanıtını verdi.

Alman Maliye Bakanı, Çarşamba günü bir araya geleceği Türk mevkidaşı Mehmet Şimşek'i tanıdığını ve dile getirdiği politika niyetlerinin güven uyandırdığını da belirterek bölgesinde istikrarlı, iyi bir ekonomik perspektife sahip ve insan haklarındaki durumu iyileştiren bir Türkiye'nin herkesin çıkarına olacağını vurguladı.

"Vize sorununda gerekli adımları atıyoruz"

Aynı zamanda iş dünyasına yakınlığıyla bilinen liberal Hür Demokrat Parti'nin (FDP) Genel Başkanı olan Lindner, Türk iş insanlarının Almanya'ya iş gezilerinde yaşadıkları vize sorunlarıyla ilgili soruya ise, "Dışişleri Bakanlığı vize yönetiminin iyileştirilmesi ve hızlandırılması için çalışıyor. Bu sorun burada iş dünyasından temsilciler tarafından da dile getirildi. Gerekli adımları atıyoruz" yanıtını verdi.

Alman Maliye Bakanı, buna karşılık gümrük konusunda Türkiye'nin çıkardığı bazı zorluklar bulunduğuna işaret etti. "Gümrük konusunda da ikili ticarette bazı kolaylıklar sağlanmasını arzu ederim" diyen Lindner, "Ama bu konuda top Türk tarafında. Gündelik işleyişte kolaylıkların mümkün olması için Türkiye'nin bertaraf etmesi gereken, Gümrük Birliği'ne aykırı bazı engeller var" ifadelerini kullandı.

 

DW / BK,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Restoranlara boykot: Talepleri aynı olan kesimler karşı karşıya

Türkiye'de son günlerde kiracı-ev sahibi krizinin bir benzeri gündemde. Toplumun farklı kesimlerini uzun süredir esir alan hayat pahalılığı, bu kez de kafe ve restoran sahipleri ile müşteri konumundaki vatandaşları karşı karşıya getirdi. Yine kira tartışmalarında olduğu gibi "Kim haklı?" sorusunun yanıtı belirsiz.

Yerel seçimlerde "geçim derdi" toplumun farklı kesimlerini bir araya getirse de, demokrasilerde yönetilenlerin sandığa gitmek dışında yönetime katılma biçimlerinden biri olan örgütlenme ve protesto hakkı açısından toplumda bir ortaklaşma görünmüyor.

Enflasyonu düşürebilmek için asgari ücrete ara zam yapılmayacağının yeniden teyit edildiği, mali disiplinin sadece düşük ve orta gelirli vatandaşların üzerine yüklendiği bugünlerde kamu yönetiminin işleyişi için sık sık kullanılan "Filler tepişir, çimenler ezilir" atasözü yine akıllarda.

Sosyal medyada yayıldı

Son günlerde sosyal medyada #fahişyemeğeBOYKOT etiketiyle başlatılan kafe ve restoranları boykot çağrısı kısa sürede yayıldı. Çağrıyı başlatan ekonomist İris Cibre, X hesabından yaptığı paylaşımda, "Fırsatçılığa son vermek için" herkesi boykota katılmaya davet etti. Ancak tepkinin yanlış yere yönlendirildiği eleştirilerinin ardından Cibre'den "tüm bunların hükümetin sorumluluğunu azaltmadığı" açıklaması geldi.

Yapılan çağrıya destek veren sosyal medya kullanıcılarının bu hafta sonu kafe ve restoranlara gitmemesi bekleniyor. Boykota katılımın ne düzeyde olacağı, sosyal medyadan yapılan çağrının toplumsal bir karşılığı olup olmayacağı ise belirsiz.

DW Türkçe'ye konuşan çalışma ekonomisi uzmanı Özgür Müftüoğlu, tüketim üzerinden yapılan boykot çağrılarını çok işlevsel bulmadığını, çünkü meselenin üretim süreci ile ilgili olduğunu söylüyor. "Burada hele hiç işlevsel değil. Kafelerdeki fiyatlar yüksek, tamam. Ancak pazarda uluslararası zincir markalar olsa da yüzde 99'u öyle değil" diyen Müftüoğlu, küçük işletmelerin de ekonomik süreçten benzer şekilde etkilendiğini, bunun bir maliyet meselesi olduğunu, özellikle kiraların çok yüksek olduğunu hatırlatıyor.

"Tam tersine hedef şaşırtır"

Müftüoğlu, "Elbette astronomik karlar elde edenler de vardır ama ben onların müşterilerinin zaten böyle bir boykota katılacağını zannetmiyorum. Dolayısıyla bunun bir karşılığı yok. Yani buradan bir baskı oluşturulmaz. Bir uyarı niteliği yok. Tam tersine hedef şaşırtır" diye konuşuyor.

Çalışma Ekonomisi Uzmanı Özgür Müftüoğlu
Özgür Müftüoğlunull privat

Konunun bu şekilde "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da yapmaya çalıştığı gibi kötü niyetli tüccarlar fiyatları yükseltiyor" meselesine getirildiğini düşünen Müftüoğlu, bu tarz boykotların devamının gelmesi halinde küçük esnafın zarar görmesiyle birlikte kafe ve restoran çalışanlarının işten çıkarılabileceğine de dikkat çekiyor.

Cibre: Fiyat artışları enflasyonun üzerinde

Sosyal medyadaki boykot hareketini başlatan ekonomist İris Cibre ise DW Türkçe'ye, bu çağrıyı neden yaptığını "Fiyatlar artışlarının enflasyonun çok üzerinde olduğunu görüyorum ve herkesin sabrı taştı" diyerek anlatıyor. 

"Bu hareket, hükümetin verdiği yanlış kararlar dolayısıyla bizi soktukları bu korkunç ekonomik tablodaki sorumluluğunu azaltmıyor" diyen Cibre, ekliyor: "Hükümetin birçok konuda uyguladığı yanlış politikalar var. Vergi afları, verginin tabana yayılması… Halbuki tavana yayılması gerekirken… Bunun yanında negatif faiz politikasıyla para arzını hızlı bir şekilde artırarak, kur ataklarına sebep olarak enflasyonu hızla artırması…"

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) açıkladığı Mart ayı enflasyonuna göre lokanta ve oteller yüzde 94,97 yılık artışla, eğitimden sonra fiyat artışlarının en yüksek olduğu ikinci harcama kategorisi durumunda. Gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 70,4 artış görülürken işletmeleri ulaştırma, enerji grubu, kira ve vergilerdeki artış da etkiliyor. Geçen yıl temmuz ayında mal ve hizmetlere uygulanan yüzde 8 oranındaki Katma Değer Vergisi (KDV) yüzde 10'a ve yüzde 18 oranındaki KDV ise yüzde 20'ye çıkarılmıştı. 

DW Türkçe'nin konuştuğu kafe ve restoran işletmecileri de artan maliyetlere dikkat çekerek tepkinin kendilerine yönlendirilmesini doğru bulmuyor.

"Ülkede bahar havası esmiyor"

İşletmeci Emre Süvari restoran ve kafe müşterilerinin aldığı ya da alabileceği örgütlü tepkiye saygı duymakla beraber bu girişimin başarıya ulaşabileceğini düşünmüyor. Sorunun genel ekonomi politikaları ile ilgili olduğunu, doğrudan küçük esnafa yönelik hamlelerin sadece lokal ve geçici çözümler sunabileceğini belirten Süvari, fahiş fiyat iddialarıyla daha önce marketler ve toptancılar da karşılaşsa da enflasyon sorununun devam ettiğini hatırlatıyor.

"Ülkede topyekün bir bahar havası esiyor da esnaf fiyatlarına keyfi zam yapıyor. her esnaf şımarmış ve arsız suçlaması yapmak doğru değil" diyen Süvari, bununla beraber iş yeri kiralarına yüzde 100'ün üzerine zam geldiğini, asgari ücret ve temel maliyetlerde de benzer bir artış olduğunu belirtiyor.

Boykotun sadece popülist politikalara ve hükümetin gerçek enflasyonu gizleme çabalarına hizmet edeceğini düşünen Süvari, "İzlenmesi gereken yol, kamu çıkarına hizmet eden, yoksulluğun önlenmesi, halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması ve gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasına yönelik topyekün bir maliye politikası" diyor.

İstanbul-Karaköy'de, masaları sokakta olan bir barda, akşam saatlerinde oturan müşteriler ve sokaktan geçen bir çift
Sembol fotoğraf - İşletmeciler, protesto eyleminin, hükümetin gerçek enflasyonu gizleme stratejisine hizmet edeceğini düşünüyornull Rena Effendi

"Enflasyonun sorumlusu iktidar"

İşletmeci Ümit Bektaş'a göre de zamlara yönelik tepkiyi siyasi iktidar yerine restoran ve kafelere yönlendirmek çok işe yarar bir yöntem değil.

Kriz ortamından yararlanan, insanların fiyat algısının kaybolması ile birlikte bunu kendince bir fırsata çeviren işletmelerin de elbette olduğunu ifade eden Bektaş, "Ancak genel anlamıyla yükselen maliyetlerin, enflasyonun sorumlusu esnaf, işletmeler değil ülkeyi yöneten iktidar. Gereğinden pahalı ve kalitesiz hizmet veren işletmelerle ilgili de denetim mekanizması uygulanmalı ve buralar tercih edilmemeli" ifadelerini kullanıyor.

Gıda fiyatlarına bazen günlük bazen haftalık zam geldiğini, diğer yandan hizmet sektöründe maaş ödemeleri, kiralar ve faturaların ciddi bir maliyet oluşturduğunu anlatan Bektaş, "Temel gıda maddelerinin fiyatını düşürmeye yönelik politikalar yerine KDV oranı yükseltilirse, toplumun büyük bir kesimi tarafından tüketilen içkiye senede iki kere ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) zammı yapılırsa bu pahalılık ve zamlar devam eder ne yazık ki" diye ekliyor.

"Bilinç oluşmasına katkı sağlıyor"

Boykot çağrısını yapan ekonomist İris Cibre ise bu çağrının toplumda "genel bir bilinç oluşmasına katkı sağladığını" savunuyor.

Cibre, "Bu protesto sayesinde insanların belli konularda aydınlanmasını halk olarak sağlayabiliriz. Bu boykotla birlikte hükümet de görüyor ki halk fiyat artışlarından ciddi rahatsız" diyor.

Ancak Özgür Müftüoğlu, Cibre ile aynı görüşte değil.

"Starbucks protestolarından farkı yok"

Eşitsizliklerin kaynağının gelir yönetim süreci olduğunu vurgulayan Müftüoğlu, "Restoran çalışanlarının bir eylemi olsa bu anlamlı olurdu. İşçi sınıfının üretimden gelen gücü vardır da tüketicinin tüketimden gelen gücü yoktur. Dolayısıyla İsrail'e kızıp Starbucks'ın bardaklarını kırmaktan çok da farkı yok" ifadelerini kullanıyor.

Tepkinin kafe ve restoranlara yönlendirilmesi yerine maliyetlerin neden yüksek olduğunun sorgulanması gerektiğini söyleyen Müftüoğlu, "İktidarın isteği de aslında insanlar kafeye restorana gitmesin, daha da eve kapansın. Çünkü otokratik iktidarlar insanların sosyalleşmesini istemezler. Maalesef bu tarz boykotlar bunu da körüklüyor" diye ekliyor.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Mısır'a gelen para ekonomik krize çare olacak mı?

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi için zamanlama daha mükemmel olamazdı. Aralık 2023'teki seçimlerin ardından üçüncü cumhurbaşkanlığı dönemi ülkesine uluslararası yatırımların adeta yağdığı bir dönemde başladı.

Sisi, geçen haftaki yemin töreninde de "Mısır'ın ekonomik yetkinliklerini ve kaynaklarını en üst düzeye çıkaracak stratejileri benimseme, bir yandan sürdürülebilir ve dengeli bir ekonomik büyüme sağlarken aynı zamanda Mısır ekonomisinin krizler karşısındaki sağlamlığını ve direncini arttırma" sözü verdi.

Sisi'nin bu sözü vermesine son dönemde artan uluslararası yatırım akışı imkan sağladı. Mısır ekonomisinde hayata geçirmeyi taahhüt ettiği stratejiler de ancak bu destek sayesinde uygulanabilecek.

Mısır'a artan uluslararası destek

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Şubat ayında Mısır'ın Akdeniz kıyısında yeni bir turizm tesisi inşa etmek üzere 35 milyar dolarlık bir yatırım yapacağını duyurdu.

Avrupa Birliği (AB) de Mart ayında Mısır ile stratejiklik ortaklık anlaşması yaptı. AB, 8 milyar dolar değerindeki bu stratejik ortaklık ile Mısır'ın istikrarını güçlendirmeyi ve göçle mücadele çabalarını artırmayı hedefliyor.

Avrupa Birliği  Mart ayında Mısır ile stratejiklik ortaklık inşa etti. AB liderleri Mısır’ın başkenti Kahire’de Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile bir araya geldi.
Avrupa Birliği Mart ayında Mısır ile stratejiklik ortaklık inşa etti. AB liderleri Mısır’ın başkenti Kahire’de Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile bir araya geldi.null Dirk Waem/Belga/picture alliance

Uluslararası Para Fonu (IMF) da yine Mart ayında yeni bir anlaşmayla Mısır'ın 3 milyar dolarlık kredi anlaşmasını 8 milyar dolara yükseltti.

Bunlar olmasaydı, Sisi yemin törenindeki iddialı vaatlerini dile getiremeyecekti. Zira Mısır ekonomisi, aslında berbat bir durumda: Kamu borcu, GSYH'nin (gayrı safi yurt içi hasıla) yüzde 100'üne yakın. Ciddi boyuttaki döviz rezervi sıkıntısı, borç yükü altındaki devleti nakit sıkıntısına sokuyor. Yüzde 36 dolayındaki enflasyon ve sübvansiyonlardaki kesintiler de nüfuzun yaklaşık yüzde 60'ını yoksulluğa sürüklüyor.

Ancak uluslararası yatırımların artmış olması Sisi'nin reform sözü vermesini sağlamış olsa da bu sözünü gerçekten hayata geçirip geçirmeyeceği konusunda ise ciddi şüpheler bulunuyor.

Sisi reform sözünü tutabilecek mi?

Danimarka Roskilde Üniversitesi Küresel Araştırmalar Bölümü öğretim üyesi Profesör Michelle Pace, son haftalarda sağlanan mali kaynakların Mısır'a en azından bir süreliğine fayda sağlayabileceği görüşünde.

Kısa vadede bu fonların ülkedeki ekonomik krizi hafifletmeye ve Mısır'ı istikrara kavuşturmaya yardımcı olabileceğine işaret eden Pace, "Ancak bu fonların yalnızca geçici bir soluklanma yanılsaması sunabileceğine dair şüphelerim var" dedi.

Üçüncü kez cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen Abdulfettah es-Sisi geçen hafta yemin ederek görevi başladı.
Üçüncü kez cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen Abdulfettah es-Sisi yemin töreninde, Mısır’ın ekonomik yetkinliklerini ve kaynaklarını en üst düzeye çıkarma sözü verdi.null Egyptian Presidency Media Office/AP/picture alliance

Washington merkezli Tahrir Ortadoğu Politikaları Enstitüsü Başkan Yardımcısı Timothy E. Kaldas da ihtiyatlı.

DW'nin sorularını yanıtlayan Kaldas, Mısır'ın önünde iki seçenek bulunduğuna dikkat çekerek "Mısır'a sağlanan yeni finansman, ya mevcut yıkıcı ekonomik politikaların ve uygulamaların sürdürülmesini ya da ciddi reformları teşvik edebilir" öngörüsünde bulundu.

IMF'nin talepleri karşılanacak mı?

Mısır Merkez Bankası, IMF'nin (Uluslararası Para Fonu) ilk talebini Mart ayında uyguladı, yerel para birimi Mısır poundunu ABD doları karşısında devalüe etti ve dalgalı döviz kuruna geçti. Daha önce 31 Mısır pounduna sabitlenmiş olan bir ABD dolarının fiyatı artık piyasa değerinden işlem görüyor ve şu anda bir ABD doları 50 Mısır poundu civarında seyrediyor.

Mısır merkez bankası, IMF’nin talebi üzerine yerel para birimi Mısır poundunu ABD doları karşısında devalüe etti ve dalgalı döviz kuruna geçti.
Mısır merkez bankası, IMF’nin talebi üzerine yerel para birimi Mısır poundunu ABD doları karşısında devalüe etti ve dalgalı döviz kuruna geçti.null Fayed El-Geziry/NurPhoto/picture alliance

Bir önceki IMF kredisi, ülkenin merkez bankasının dalgalı döviz kuruna geçmemesi nedeniyle başarısız olmuştu. Atılan son adımlar, Mısır'ın mali politikasındaki değişime işaret ediyor ve IMF bunların sonuç vermesini umuyor.

DW'ye konuşan IMF'nin Ortadoğu Sözcüsü Angham Al Shami, "Mısır'ın hedefe ulaşmasında, program kapsamındaki ekonomi politikalarını uygulamaya devam etmesi kritik öneme sahip olacak ve IMF, Mısırlı yetkilileri bu rotada kalmaları için desteklemeye hazır" açıklamasını yaptı.

Ordunun ekonomideki ağırlığı reformları zora sokar mı?

Mısır'ın reform adımlarını Haziran ayı sonunda tekrar gözden geçirecek olan IMF, Mısır'ın reformlarını güçlendirmek ve genişletmek için beş tavsiyede daha bulundu. Kamu altyapı projelerine özel sektörün katılımını sağlamak da bu tavsiyeler arasında yer alıyor. Ancak bunun ne ölçüde mümkün olabileceği ile ilgili olarak ciddi soru işaretleri bulunuyor.

Mısır'da orduya bağlı şirketler ciddi bir ağırlığa sahip. Örneğin yeni idari başkentin inşası ve Süveyş Kanalı'nın genişletilmesi gibi yüksek maliyetli mega projeler, aslında tüm sanayi kollarında kilit role sahip olan orduya bağlı şirketler tarafından yönetiliyor.

Profesör Michelle Pace, Mısır ordusunun ekonomideki konumunu şu sözlerle aktarıyor:

"Mısır ordusunun devasa bir imparatorluğu var. Bu, oteller, konutlar, altyapı projeleri, benzin istasyonları, tüketim malları, gıda, maden suyu gibi aslında hemen hemen her şeyi kapsıyor. Ayrıca ordu, vergilerden ve gümrük vergilerinden muafiyet gibi ayrıcalıklardan yararlanabiliyor."

Mısır ekonomisinde büyük ağırlığa sahip ordu aynı zamanda es-Sisi’yi destekliyor.
Mısır ekonomisinde büyük ağırlığa sahip ordu aynı zamanda es-Sisi’yi destekliyor.null Ahmed Gomaa/Photoshot/picture alliance

Dahası ordu Cumhurbaşkanı es-Sisi'nin güçlü destekçisi. Bu nedenle de ordu için çok kârlı olan mevcut düzendeki yapısal dönüşüm aynı zamanda büyük hassasiyet teşkil ediyor.

Ancak Avrupa Dış İlişkiler Konseyi'nin (ECFR) kıdemli uzmanı Anthony Dworkin IMF ve AB'nin sağladığı mali kaynakların reformları şart koştuğunu hatırlatıyor.

Bu reformların anlamlı bir şekilde gerçekleştirilmesi için Mısır hükümetinin bugüne kadar izlediği ekonomi politikalarında büyük değişiklik yapmasının zorunlu olduğuna vurgu yapan Dworkin, "Mısır'ın bu zor reformlardan kaçınmak için kendisine atılan can simidini kullanması, jeopolitik önemine ve istikrarsızlık endişesine atfedilen öneme güvenerek de koşulluluktan kaçmaya çalışması gibi büyük bir risk var" diye ekliyor.

"Mısır ekonomisini yeniden çökertebilirler" uyarısı

Reform sürecini sekteye uğratabilecek tek neden Mısır'daki iç dinamikler değil. BAE ve Suudi Arabistan gibi Mısır'a destek sağlayan bölge ülkelerinin gündemi farklı. Bu yatırımcıların en temel önceliği güvenebilecekleri, istikrarlı bir komşuya sahip olmak. Bu nedenle de yatırımları, reform talepleriyle ilintili değil, böyle bir beklentileri yok.

Ancak Mısır sadece bölgesel desteğe bağımlı değil, bu da uluslararası kuruluşların önemini artırıyor.

Yüksek enflasyon Mısır halkının alım gücünün azalmasına yol açıyor.
Yüksek enflasyon Mısır halkının alım gücünün azalmasına yol açıyor.null Mohamed Abd El Ghany/REUTERS

ECFR uzmanı Dworkin, "AB ve IMF'nin finansman dilimleri karşılığında Mısır'da anlamlı reformların gerçekleşmesini sağlamaları çok önemli" diyor.

Tahrir Ortadoğu Politikaları Enstitüsü Başkan Yardımcısı Timothy E. Kaldas da bu görüşe katıldığını söylerken şu uyarıyı yapıyor:

"Eğer koşullar iyi bir şekilde hedeflenmez ve sıkı bir şekilde uygulanmazsa, Mısır'ın liderlerinin ülkeleriyle ilgili ‘batmasına izin verilemeyecek kadar önemli'  algısı onaylanır. Bu da istedikleri gibi yola devam etmelerine, zaten yeniden kurtarılacağını varsayarak Mısır ekonomisini yeniden çökertebileceklerini düşünmelerine yol açabilir."

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Fransa hızlı moda devlerini yasa ile sınırlandıracak

Fransız parlamentosunun alt kanadı olan Ulusal Meclis'te birkaç hafta önce kabul edilen ve hızlı moda (fast fashion) endüstrisinin sınırlandırılmasını öngören yasa tasarısı hararetli tartışmalara yol açtı.

Tasarının hükümetin mutlak çoğunluğa sahip olmadığı ve sık sık sert muhalefetle karşılaştığı Ulusal Meclis'te oy birliği ile kabul edilmiş olması istisnai bir uzlaşıyı yansıtıyor.

Hızlı moda endüstrisini sınırlandırmayı öngören yasa tasarısı Fransız parlamentosunun alt kanadı olan Ulusal Meclis’te kabul edildi. Yasalaşması için Senato’da da kabul edilmesi gerekiyor.
Hızlı moda endüstrisini sınırlandırmayı öngören yasa tasarısı Fransız parlamentosunun alt kanadı olan Ulusal Meclis’te kabul edildi. Yasalaşması için Senato’da da kabul edilmesi gerekiyor. null Telmo Pinto/NurPhoto/picture alliance

Ancak sağlanan siyasi uzlaşı, herkesin hükümetin hızlı üretim ve tüketim döngüsüyle çevreye en fazla zararı veren endüstrilerin başında gelen hızlı modayı sınırlandırmak için izlediği bu yolu doğru bulduğu anlamına gelmiyor. Ayrıca yasa tasarısının yasalaşması için Senato'dan da geçmesi gerekiyor.

Düzenlemeler ne öngörüyor?

Düzenlemeler günde çok yüksek sayıda ürünü piyasaya süren şirketleri etkileyecek. Çok yüksek sayıda ürün ile nasıl bir oranın kastedildiği, yani sayısal eşik daha sonra kararname ile belirlenecek. Çin merkezli moda perakendecileri Shein ve online platform Temu, hedefteki moda devlerinden sadece bazıları.

Bu tür şirketler, internet sitelerinde ürünlerinin çevresel etkilerini belirten ve müşterileri ürünleri geri dönüştürmeye teşvik eden mesajları açıkça görünebilir şekilde yayınlamak zorunda olacaklar. Aksi takdirde 15 bin euroya varan para cezalarıyla karşı karşıya kalacaklar.

Shein, Temu, Zara ve H&M gibi şirketler DW’nin Fransa’daki yeni yasal düzenlemelere ilişkin röportaj taleplerini ya geri çevirdi ya da yanıt vermedi.
Shein, Temu, Zara ve H&M gibi şirketler DW’nin Fransa’daki yeni yasal düzenlemelere ilişkin röportaj taleplerini ya geri çevirdi ya da yanıt vermedi.null Photoshot/picture alliance

Moda şirketleri, yeni bir eko-puan sistemiyle değerlendirmeye tabii tutulacak. Kötü performans gösterenler ilk etapta ürün başına 5 euro ceza ödemek zorunda kalacak. 2030 yılına kadar ürün başına ceza tutarı kademeli olarak 10 euroya kadar yükselecek.

Hükümet 2025 yılından itibaren hızlı moda şirketlerinin ve ürünlerinin reklamını yasaklayabilecek. Bu yasağı ihlal edenler de 100 bin euro ceza ödemek zorunda kalacak.

"Bir kültür savaşını kazandık"

Fransız moda tasarımcısı Julia Faure, tasarının Ulusal Meclis'te oybirliği ile kabul edilmesini "Harika bir gelişme" sözleriyle değerlendirdi.

Aynı zamanda sürdürülebilir moda üreticisi yaklaşık 600 şirketi bünyesinde barındıran En Mode Climat grubunun başkanı olan Faure, yaşanan süreçle ilgili olarak DW'ye şunları aktardı:

"Bir kültür savaşını kazandık. Çünkü hızlı moda, pazarda lüks sektör dışında önüne gelen her şeyi yıkan, silip süpüren çevresel, sosyal ve kültürel bir felakettir."

Öko-Baumwolle | Symbolbild
null imageBROKER/picture alliance

Faure, eko-puan sistemiyle de hükümetin önemli bir adım attığı görüşünde. Bu düzenleme sayesinde pamuktan yapılan ve yerel olarak üretilen modanın iyi bir eko-puan alacağını, uzakta ve sentetik kumaşlardan üretilen ürünlerin ise kötü bir şekilde işaretleneceğine dikkat çeken Julia Faure, "Yine de tetikte olmalı ve hızlı moda şirketlerinin tanımlandığı günlük üretim eşiğinin çok yüksek tutulmayacağından da emin olmalıyız" diye konuştu.

"Toplumun belirli kesimleri damgalanmamalı"

Ekonomi Profesörü ve Paris merkezli pazar araştırmaları şirketi ObSoCo'nun kurucusu Philippe Moati ise farklı görüşte.

Moati, hızlı moda şirketi kapsamına alınacak şirketlerin belirlenmesinde dikkate alınacak günlük üretim eşiğinin çok da düşük tutulmaması, Fransız markalarını etkilememesi gerektiği görüşünde.

DW'nin sorularını yanıtlayan ekonomist, hükümetin izlediği stratejinin toplumun belirli kesimlerini damgalayıp küçük düşürebileceğine de işaret ediyor.

Ekonomist Philippe Moati, hızlı modaya yönelik önlemleri değerlendirirken, toplumun refah düzeyi yüksek olmayan kesimlerin stigmatize edilmemesi yönünde de uyarıda bulundu.
Ekonomist Philippe Moati, hızlı modaya yönelik önlemleri değerlendirirken, toplumun refah düzeyi yüksek olmayan kesimlerin stigmatize edilmemesi yönünde de uyarıda bulundu. null picture-alliance/AP Photo/M. Lennihan

Phillipe Moati, "Yürüttüğümüz bir araştırmaya göre bu markaların müşterileri daha az eğitimli ve refah düzeyleri de daha düşük. Yasa tasarısı ise bu kesimleri stigmatize ediyor. Bu kesimlerin mevcut maddi imkanlarıyla modaya uygun giyinebilme imkanına sahip olmaları, toplumun bir parçası olduklarını hissetmeleri bakımında önem taşıyor" dedi.

Fransız ekonomistin tahminine göre "ultra hızlı moda" olarak adlandırdığı bu sektör Fransa moda pazarının yaklaşık yüzde 3'ünü oluşturuyor. Kesin rakamların mevcut olmadığını söyleyen Moati, aslında hükümetin hızlı moda pazarını mevcut yasalarla düzenlemesi gerektiği görüşünde.

"Hükümet, moda ürünleri için iki yıllık garanti, maliyetin altında satış yasağı ve indirimlerin gerçekçi referans fiyatlar kullanılarak hesaplanması zorunluluğu gibi düzenlemeler öngören Fransız yasalarını uygulamalıdır" diyen Philippe Moati, ayrıca Fransa'nın tüm tekstil ithalatına ithalat vergisi uygulaması gerektiğini de sözlerine ekledi.

"Modanın anavatanı Fransa liderlik etmeli"

Paris merkezli moda okulu Institut Francais de la Mode'un Ekonomik Gözlemevi Direktörü Gildas Minvielle'e göre hükümetin yaklaşımının doğru olup olmadığını zaman gösterecek.

DW'nin sorularını yanıtlana Minvielle, tüketicilere hızlı modanın çevre üzerindeki yıkıcı etkisini hatırlatmanın çok önemli olduğunu, Fransız politikacıların tasarıyı Ulusal Meclis'te oybirliği ile kabul ederek bu konuyla ilgili olarak harekete geçmenin aciliyetini de anladıklarını gösterdiklerini söyledi.

"Yasa tasarısı, hazır giyim (pret-a-porter) sektörünü 2022'den bu yana yaşadığı ve çok sayıda markanın iflas başvurusunda bulunduğu derin krize bir tepkidir" gözlemini aktaran Gildas Minvielle ayrıca, "Modanın anavatanı olan Fransa artık bu konuda öncülük edebilir. Moda pazarı bir Avrupa pazarı olduğu için bu kurallar tüm Avrupa'yı kapsayacak şekilde genişletilmelidir" görüşünü kaydetti.

Çevre örgütleri düzenlemeyi yeterli bulmuyor

Fransa'da hızlı moda endüstrisinin sınırlandırılmasına yönelik atılan adımları yeterli bulmayanlar da var.

Çevrenin korunması için mücadele eden çok sayıda STK'yı çatışı altında toplayan Hızlı Modayı Durdurun (Stop Fast Fashion) adlı grubun sözcüsü Pierre Condamine, yeni yasal düzenlemeyle getirilen kuralların yetersiz olduğu görüşünde.

Hızlı üretim ve tüketim döngüsü nedeniyle hızlı moda her yıl milyonlarca ton kıyafet atığına yol açıyor.
Çevre örgütleri Fransa’da hızlı moda endüstrisinin sınırlandırılmasına yönelik atılan adımları yeterli bulmuyor, tüketicilere yılda en fazla beş ürün alma çağrısı yapıyor. null Martin Bernetti/AFP

Yasa tasarısında hangi şirketlerin hızlı moda kapsamına alınacağına ilişkin eşiğin belirtilmemesini eleştiren Condamine, DW'ye "Hızlı modayı tanımlayacak eşiğe tasarıda yer verilmeliydi ve bu eşik Decathlon gibi Fransız şirketlerini de bu kapsama alınmasını sağlayacak kadar düşük olmalıydı" dedi.

Pierre Condamine ayrıca hızlı moda şirketlerine Fransa'daki satış rakamlarını açıklama yükümlülüğü getirilmesi gerektiğini söylerken, "Ancak bu şekilde neyle karşı karşıya olduğumuzu anlayabilir ve Paris İklim Anlaşmasını yerine getirmek için çalışabiliriz" değerlendirmesini aktardı.

Hızlı Modayı Durdurun Grubu'nun Sözcüsü Condamine ayrıca tüketicilere, "Yılda şu anda olduğu gibi 50 moda ürünü almayın, yılda beşten fazla ürün almayın" çağrısını da yaptı.

Bu arada Fransa'daki yeni yasal düzenleme hakkında hızlı moda şirketlerinden de görüş almak istedik. Ancak Shein, Temu, Zara ve H&M gibi şirketler DW'nin röportaj taleplerini ya geri çevirdi ya da yanıt vermedi.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Merkez Bankası rezervleri seçim öncesinde neden eridi?

Türkiye'nin brüt döviz rezervleri 22 Aralık'tan 29 Mart'a kadar geçen sürede yaklaşık 29 milyar dolar eridi. Sadece Mart ayında brüt döviz varlıklarındaki azalış 11,8 milyar doları buldu.

Döviz rezervleri 27 Ekim haftasından Aralık ayının son haftasına dek kesintisiz bir yükseliş yaşamış, brüt rezervler 82,4 milyardan 97,6 milyar dolara çıkmıştı. Bu tarihten sonra tablo tersine dönüdü. Brüt döviz varlığı 61,3 milyar dolara kadar geriledi.

Peki seçim öncesinde döviz varlıklarındaki düşüş neden kaynaklandı?

Rekor düşüş kaydedildi, rezervlerde Haziran ayına dönüş

Merkez Bankası'nınUluslararası Rezervler ve Döviz Likiditesi verilerine göre Merkez Bankası'nın resmi rezerv varlıkları 29 Mart haftasında 123,1 milyar dolar oldu.

Ancak bu rakamın içerisinde altın rezervleri, IMF (Uluslararası Para Fonu) rezerv pozisyonu ve SDR da bulunuyor.

Bu rakamdan altın, IMF rezerv pozisyonu ve SDR sepetindeki paralar düşüldüğünde, brüt döviz rezervi 61,3 milyar dolar olurken bankanın borçları hariç, her an satmaya hazır olduğu net döviz rezervi 15,5 milyar dolara kadar düştü.

Rakamdan 1 yıl içindeki swaplar, yani para takası ile başka bankalardan aldığı borçlar düşüldüğünde ise Merkez'in rezervleri eksi 65,5 milyar dolarla rekor düşük seviyeye geriledi. Merkez, swap hariç net rezervleri 22 Aralık haftasına kadar eksi 36.4 milyar dolara kadar yükseltmişti.

Ancak seçim öncesinde yerli ve yabancının artan döviz talebi rezervlerin erimesine neden oldu.

Genel seçimlerin ardından yeni ekonomi yönetimi göreve geldiğinde, 9 Haziran itibarıyla Merkez Bankası'nın swap hariç döviz rezervleri eksi 59,9 milyar dolar seviyesindeydi.

Buna göre Merkez Bankası, yeni dönemde döviz biriktirmeye yönelik politikalar izlese de swap hariç net rezervlerde bir önceki dönemin gerisine düşmüş oldu.

DW Türkçe'ye konuşan ekonomistlere göre eksiye inen rezervler, kurların yükselişine müdahale etmek için rezervlerin harcandığını gösteriyor.

Mart ayında çıkış hızlandı

Beykoz Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Evren Bolgün, "Aslında iki dönem var. Aralık ayının son haftasına kadar Merkez Bankası rezerv biriktirme görünümündeydi. Piyasaya bir miktar giriş oldu. Ancak bu tarihten Mart ortasına kadar yaklaşık 30 milyar dolar bir düşüş var. Bunun büyük kısmı seçim öncesi iki haftada gerçekleşti. Yani Mart'ta çıkış hızlandı" diyor.

Beykoz Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Evren Bolgün
Beykoz Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Evren Bolgünnull Privat

Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın da 2023 yılının son çeyreği ile bu yılın ilk çeyreğinin taban tabana zıt bir görünüm sergilediğine işaret ediyor.

"Ekim ayından Aralık ayının son haftasına dek güçlü bir rezerv artışı söz konusuydu. Bu dönem aynı zamanda bankaların da TL mevduat faizlerini oldukça yüksek seviyelere getirdiği bir süreçti" diyen Alçın, bir taraftan Borsa İstanbul'a yabancı girişi diğer taraftan TL mevduat faizinin çekici olmasıyla yurt içinde döviz talebinin baskılandığını ve bunun da Merkez Bankası rezervlerine artış olarak yansıdığını ifade ediyor.

Fakat yeni yılla birlikte bankaların mevduat faizindeki yüksek seyrin sona erdiğini aktaran Alçın, "Gördük ki bankalar bunu TL varlıklarını artırmak ve yıl sonunda bilanço değerlerini yükseltmek için yapmışlar" diyor.

Öte yandan seçim süreciyle birlikte Borsa İstanbul'da yabancı çıkışının hızlandığını, yurt içi yerleşiklerin de döviz ve altına dönük taleplerinin arttığını ifade eden Alçın, "Bu durum da Merkez Bankası'nın dolar kurunu sabitlemeye dönük piyasaya satış yaptığı sonucunu ortaya çıkardı. Bu da rezervlerde bir erime yaratmış oldu" ifadelerini kullanıyor.

Merkez Bankaları neden rezerv biriktiriyor?

Döviz rezervleri ülkelerin zor zamanlarda dış borç geri ödemelerini sürdürebilmeleri için çok kritik bir gösterge.

Bir ülke, dış borç krizine karşı korunmak için borcun vadesi geldiğinde eğer piyasadan döviz toplayamazsa Merkez Bankası rezervlerini kullanıyor. Ya da enerji gibi hayati önemi olan ithal mallar için gerekli döviz yoksa bu da rezervlerden karşılanıyor.

Buna göre Türkiye'nin bir yıl içinde ödemesi gereken dış borç kadar Merkez Bankası'nın kasasında para olması gerekiyor. Merkez Bankası verilerine göre Türkiye'nin kısa vadeli dış borç stoku, Ocak sonu itibarıyla 174,9 milyar dolar düzeyinde. Merkez Bankası'nın kasasında ise bu para mevcut değil.

Peki Türkiye'yi rezervler açısından nasıl bir tablo bekliyor?

Prof. Dr. Evren Bolgün kısa vadede negatif olmadığını belirtiyor. Bolgün, özellikle seçim sonrasında serbest döviz kurlarında düşüş olduğunu ve yurt içi yerleşiklerin satışa geçtiğini söylüyor. Bu durumun Merkez Bankası'nın döviz alımına geçmesinde etkili olduğunu belirten Bolgün, son iki haftadır net rezervlerde az da olsa bir artış olduğuna dikkat çekiyor.

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB)
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB)null Adem Altan/AFP/Getty Images

Borsa tarafında son iki haftadır portföy yatırımlarına girişler olduğunu ifade eden Bolgün, vadeli işlemlerde seçim öncesinde 45,35 lira olan 31 Aralık 2024 tarihli dolar/TL kontratının seçimden sonra 42'li seviyelere gerilediğine işaret ediyor.

"Aralık ayının son haftasından önce gördüğümüz girişleri tekrar görmeye başladık" diyen Bolgün'e göre şu anda borsada gerçekleşen girişlerin artması için ise daha fazla pozitif gelişmeye ihtiyaç var.

"Türkiye'nin kredi notu artabilir"

Bu gelişmelerden birinin kredi notu artışı olabileceğini belirten Bolgün, Cuma günü kredi derecelendirme kuruluşu S&P'nin Türkiye'nin notunu artırabileceği görüşünde. Dışarıdan gelebilecek ikinci olumlu etkinin Erdoğan-Biden görüşmesi olabileceğini düşünen Bolgün, İsrail-İran savaşı gibi jeopolitik risklerin ise olumlu havayı bozabileceğini söylüyor.

Bolgün,iç siyasetteki gelişmelerin de piyasanın yönünde belirleyici olacağını aktarıyor. Yaz aylarında turizm gelirlerinin döviz rezervlerini olumlu etkileyeceğini, diğer yandan gelecek iki üç ay içerisinde borsanın yanı sıra tahvil piyasasına da yabancı girişi olabileceğini belirten Bolgün, "Yabancı yatırımcı Türkiye'ye döviz getirmeye enflasyondaki gerilemeyi gördükten ve Merkez Bankası politikalarının sabit kaldığına emin olduktan sonra haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında devam edebilir" diye konuşuyor.

"Yüksek faiz yabancı için yeterli değil"

Prof. Dr. Sinan Alçın ise seçim sonrası döneme ilişkin farklı senaryolara işaret ediyor.

Prof. Dr. Sinan Alçın
Prof. Dr. Sinan Alçınnull Privat

Alçın'a göre Merkez Bankası'nın şu an yüzde 50 olan politika faizini artırabileceği bir alan olsa da bu yabancı sermaye girişi için tek başına yeterli değil. Bunun yanında mali disiplinin de olması gerektiğine dikkat çeken Alçın, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in seçim sonrası yaptığı kamu harcamalarının kısıtlanacağı vurgusunun gerçekte uygulanıp uygulanmayacağının takip edileceğini ifade ediyor.

Vergi oranlarında artış, çeşitli KDV istisnaların kaldırılması, kredi kartı taksitlerine sınırlama getirilmesi, nakit çekim faizlerinin yükseltilmesi gibi önlemlerle yurt içi talebi baskılamaya dönük politikalara dikkat çeken Alçın, "Ama burada da özellikle sanayi sektöründeki yavaşlama ve yurtiçi talepteki olası sert düşüşle birlikte tamamen yeni bir konkordato dalgasının ortaya çıkabileceği bir risk var. Bu ani duruş riski tabii ki ekonomi yönetimini mevcuttaki en azından para politikasındaki sıkılık konusunda da kararsızlığa itebilir ve tekrar 2021 Ekimindeki gibi istihdamı önceleyen bir politika setine doğru bir dönüş olabilir" diyor.

Bu durumun siyasi gelişmelere bağlı olduğunu vurgulayan Alçın'a göre yerel seçim sonrasında mevcut iktidar koalisyonun kendi içerisindeki muhasebenin sonucu, mevcuttaki ekonomi politikasının ne kadar kararlılıkla sürdürüp sürmeyeceğini belirleyecek.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Altı soruda Türkiye-İsrail ticari ilişkileri

Yakın tarihinde sık sık sert iniş ve çıkışlara sahne olan Türkiye ile İsrail arasındaki siyasi ilişkiler, AB ve ABD'nin terör örgütleri listesinde yer alan Hamas'ın İsrail'e saldırısıyla başlayan Gazze Savaşı ile tarihi bir hasar aldı. Uzun yıllar boyunca siyasi tavırlardan görece bağımsız biçimde sürdürülen ticari ilişkiler de şimdi ciddi zarar görme tehlikesiyle karşı karşıya.

Türkiye Ticaret Bakanlığı tarafından Salı günü yapılan açıklamada, Gazze'de derhal ateşkes sağlanana ve bölgeye insani yardım akışına izin verilene kadar İsrail'e ihracatın kısıtlanacağı duyuruldu. 9 Nisan'dan itibaren geçerli olacağı belirtilen kısıtlamanın ilk aşamada 54 ürünü kapsadığı açıklanırken, söz konusu ürünlerin inşaat malzemeleri, kimya, demir-çelik ve uçak yakıtını da kapsadığı kaydedildi.

Kısıtlamanın arka planını ve nasıl uygulanacağını, iki ülkenin ekonomisini nasıl etkileyebileceğini ve Türkiye-İsrail ticari ilişkilerinin ana hatlarını altı soruda derledik.

Ekonomik ilişkilerin temelinde ne var?

Türkiye-İsrail ekonomik ilişkilerinin temelinde, bugüne kadar, siyasi tutumlardan bağımsız bir ekonomik iş birliğinin yattığı söylenebilir.

Türkiye-İsrail Serbest Ticaret Anlaşması 1997 yılından bu yana yürürlükte. Anlaşma kapsamında, Türkiye ile İsrail arasındaki sanayi ürünleri ticareti, 1 Ocak 2000 tarihinden bu yana gümrük vergisinden muaf olarak gerçekleştiriliyor. Buna ek olarak, anlaşma kapsamında taraflar, birbirlerine tarım ürünleri bakımından tarife kotası çerçevesinde veya miktar sınırlaması olmaksızın vergi indirimi/muafiyeti sağlıyor.

Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin (TİM) 2022'de yayınladığı İsrail raporunda, Türkiye-İsrail ticari ilişkilerinin özel yapısı şu sözlerle betimleniyor: "İkili ilişkilerdeki en sorunsuz alan olan dış ticaret, yakınlaşmanın zeminini oluşturabilir. Zira Türkiye ve İsrail'in dış ticareti konjonktürel politik kaygıların ötesinde istikrarlı bir yapıya sahiptir."

Türkiye İsrail'e ihracatı kısıtlama kararını neden aldı?

Çalışmalarını İsrail'deki Ben Gurion Enstitüsü ve Yunanistan merkezli dış politika düşünce kuruluşu ELIAMEP'te sürdüren Gabriel Haritos, Türk hükümetinin söz konusu kararı iç politika kaygıları nedeniyle aldığı görüşünde. Gelişmeleri DW Türkçe için değerlendiren Haritos, "Erdoğan, iç politikada İslamcı ve Filistin yanlısı profilini vurgulayarak, kamuoyunun dikkatini seçim sonuçlarından uzaklaştırmaya çalışıyor" diyor.

Türkiye'nin attığı adımı "siyasi bir taktik" olarak nitelendiren Haritos, "Eğer Erdoğan İsrail ekonomisine ciddi zararlar vermek isteseydi, Türk hükümeti bu kararı beş ay önce, İsrail'in Gazze'deki askerî harekâtından günler sonra almış olurdu. Kaldı ki böyle bir adım aynı zamanda çok sayıda Türk girişimci ve yatırımcıya da zarar verirdi" değerlendirmesini yapıyor.

İktisat profesörü ve eski siyasetçi Oğuz Oyan da Haritos ile benzer görüşte. DW Türkçe'ye yaptığı açıklamada Ankara'nın kısıtlama kararını vermeye "mecbur kaldığı" görüşünü savunan Oyan, "İktidar, İsrail ile ticari ilişkileri nedeniyle seçimlerde ciddi anlamda sıkıştı. Son bir darbe de seçime üç gün kala Yeniden Refah Partisi'nden (YRP) geldi. Şah-matlık bir hamle ile 'İsrail ile ilişkileri kes, adayımı çekiyorum' dedi. Bu, bence siyasi olarak müthiş bir hamleydi ve seçmen dalgalanması bakımından etkili oldu" ifadelerini kullanıyor.

Netanyahu ile Erdoğan, arkalarında New York manzarası ile, gülümseyerek sohbet ediyor
Netanyahu ile Erdoğan, savaşın başlamasından günler önce, 78'inci BM Genel Kurulu vesilesiyle bulundukları New York'taki Türkevi'nde dostça bir sohbette bulunmuştunull AK Party/Zuma/picture alliance

Hükümetin hamlesinin "itiraf" niteliğinde olduğunu savunan Oyan, "Sahne önünde İsrail'in işlediği savaş suçları hakkında konuşmalarına rağmen, aslında ticari açıdan bir kısıtlama yoktu, tam tersine artarak gidiyordu" tespitini yapıyor.

İsrail'e ihracatı kısıtlama kararı uygulamada nasıl işler?

"İsrail'in tepkisini çok yüksek tutmaması için muhtemelen göstermelik şeyler yapacaklardır. Bugünkü iktidarın pozisyonu, İsrail ile hem siyasi hem ticari ilişkileri geliştirmek üzerine kurulu. Bunu ABD temaslarında da görüyoruz" değerlendirmesini yapan Oyan sözlerini şöyle sürdürüyor: "Erdoğan, ABD'de planlanan Biden görüşmesi arifesinde Yahudi lobisini karşısına almak istemez. Dolayısıyla bu, iç kamuoyunu teskine yönelik bir hamle gibi gözüküyor."

Oyan, "Türkiye ekonomik olarak çok sıkıştı. Dış kaynağı çok sıkışık durumda. Bu nedenle de finans çevrelerini karşılarına almamak için bunu yumuşak atlatacaklardır" diyor.

Haritos'a göre ise, yeni kuralların baypas edilmesi mümkün:

"Türk devletinin özel sektörü İsrailli ortaklarıyla iş yapmamaya ikna edip edemeyeceği veya zorlayıp zorlayamayacağı belirsiz. Ancak bu mümkün olsa dahi, Türk ürünleri, İsrail'e, Türk şirketlerinin diğer ülkelerde bulunan kardeş şirketleri üzerinden ihraç edilmeye devam edilebilir. Örneğin Türkiye'ye yakından bağlı, İsrail'e de dost olan Azerbaycan gibi."

İhracat kısıtlaması İsrail'i nasıl etkiler?

Dünya Bankası 2021 verilerine göre, Türkiye, İsrail'in en önemli yedinci ihracat ortağı konumunda. Ekonomik faaliyetlere dair analizler yapan bir platform olan Observatory of Economic Complexity verilerine göre ise 2021 yılında İsrail'in en çok ithalat yaptığı ülkeler sıralamasında Türkiye dördüncü sırada bulunuyor.

İsrail Merkez Bankası tarafından yayımlanan Ağustos 2023 tarihli bir raporda, "Türkiye, İsrail'in bölgedeki en önemli ihracat ortağıdır" değerlendirmesine yer veriliyor. Aynı raporda yer alan verilere göre, 2021–2022 yıllarında, İsrail'in Türkiye'den yaptığı ithalatın hacmi, 2019'a göre yaklaşık iki katına çıkarak 5,7 milyar dolara yükseldi. 2020-2022 arasında ise İsrail'in Türkiye'ye yaptığı ihracat, yüzde 37 artış gösterdi.

Türkiye ile ticari ilişkilerin İsrail için önem taşıdığına dikkat çeken iktisatçı Oğuz Oyan, "Türkiye, genellikle İsrail'le ticaretinde ticaret fazlası veriyor. Dolayısıyla ilişkiler, her iki taraf açısından da hayati" değerlendirmesinde bulunuyor.

Oyan, Türkiye’nin İsrail ekonomisi için önemini de şu sözlerle açıklıyor:

"İsrail'in bölgedeki etkisi sınırlı ve Türkiye, İsrail'in talep ettiği ürünleri üreten ülke. Bu nedenlerle, İsrail bölgedeki Arap ülkeleriyle de ticaret yapıyor olmasına rağmen, Türkiye'nin ürün çeşitliliği onlarda yok. Öte yandan iki ülke arasındaki ticaret hacmi büyüyor. Bu, Türkiye'yi İsrail açısından en önemli ticari ortak haline getirmiyor ama Türkiye, İsrail için önemli bir ticari ortak olmayı sürdürüyor."

Türkiye İsrail'e ne ihraç ediyor?

TİM verilerine göre, 2011-2020 yılları arasında, Türkiye İsrail'e, sırasıyla çelik, otomotiv endüstrisi ürünleri, kimyevi maddeler ve mamulleri, hazır giyim ve konfeksiyon, elektrik ve elektronik, çimento, cam, seramik ve toprak ürünleri, mobilya, kağıt ve orman ürünleri, hububat, bakliyat, yağlı tohumlar ve mamulleri, demir ve demir dışı metaller ve tekstil ve hammaddeleri ihraç etti.

Bu kapsamda İsrail, Türkiye'den 3 milyar 684 milyon dolar değerinde binek otomobil ve diğer türden motorlu taşıtın yanı sıra 2 milyar 737 milyon dolar değerinde ham petrol (petrol yağları ve bitümenli minerallerden elde edilen yağlar) de ithal etti. Öte yandan İsrail, savunma ve havacılık sanayii için, Türkiye'den 35 milyon dolar değerinde turbojet, turbopropeller ve diğer gaz türbinleri ithal etti. Mücevher ürünleri de Türkiye'nin İsrail'e ihraç ettiği ürünler arasında önemli bir yer tutuyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, İsrail, 2023 yılında, 5,4 milyar dolar ticaret hacmi ile Türkiye'nin ihracat listesinde 13'üncü sırada yer aldı.

Isaac Herzog ve Recep Tayyip Erdoğan İsrail ve Türkiye bayrakları önünde el sıkışıyor
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'u Mayıs 2022'de Ankara'da ağırlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bu tarihi ziyaretin, Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir dönüm noktası olacağına inanıyorum" demiş ve ekonomik iş birliğini "daha da ilerleteceklerini" beyan etmiştinull MUSTAFA KAMACI/AFP

Savaşın başlangıcından önceki Eylül ayında Türkiye, İsrail'e 499 milyon dolar değerinde ihracat yaptı. Bu rakam, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 17,9 seviyesinde bir düşüşe işaret ediyor.

Savaşın başladığı Ekim ayında İsrail'e yapılan ihracat, bir önceki aya göre ciddi bir düşüş göstererek 347 milyon dolar seviyesine geriledi. Bu rakam, bir önceki yılın aynı ayına göre ise yüzde 28,9'luk bir düşüşe tekabül ediyor.

İhracat, Kasım ayında ise 319 milyon dolar seviyesine geriledi ve bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 43,8'lik bir düşüş göstermiş oldu.

2024 yılının ilk çeyreğinde, Türkiye'nin İsrail'e ihracatının toplam ihracatı içerisindeki payı yüzde 2,06 olarak kaydedildi. Aynı çeyrekte Türkiye'nin İsrail'e ihracatının, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 21,6 oranında azalması dikkat çekiyor.

İsrail'in olası kısıtlama kararı Türkiye'yi nasıl etkiler?

İsrail hükümeti, Türkiye'nin açıkladığı kararın hemen ardından, misilleme tehdidinde bulundu. İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz, Erdoğan'ın "Hamas'ı desteklemek için Türkiye halkının ekonomik çıkarlarını bir kez daha feda ettiğini" savundu. Katz, "İsrail'in Türkiye'nin ihracatını engelleyeceği ürünler için yeni bir liste hazırlanması talimatını verdim ve ayrıca ABD'de hükümet ve kuruluşlarla temasa geçilmesini, Türkiye'deki yatırımların durdurulmasını ve Türkiye'den ürün ithalatının engellenmesini Amerika'daki dostlarımızdan talep ettim" diye konuştu.

İsrail'in ABD'li müttefikleri ile Türkiye karşıtı giriştiği bir lobi faaliyetinde başarılı olması halinde, Türkiye'nin söz konusu gerilimden alacağı hasar pekişebilir.

Ancak Türkiye'nin, kararını uygulama aşamasında ihtiyatlı davranacağını öngören Oyan, İsrail'in tepkisinin de bu doğrultuda "ılımlı" seyredeceği öngörüsünde bulunuyor. Oyan, "İsrail misillemeyi sever ve buna tepki verir muhtemelen. Ama eğer Ankara 'Bu işi büyütmek istemiyoruz' biçiminde mesajlar gönderirse, İsrail de düşük tonda tepki verir" diye konuşuyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirsiniz?

Emeklileri bayramdan sonra ne bekliyor?

Emeklilerin durumu 31 Mart yerel seçim sonuçlarının en önemli belirleyicilerinden biri oldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ocak ayında "Bu yılı emekli yılı ilan ediyoruz" diyerek açıkladığı emekli aylıklarına ilişkin zam oranı emeklinin "en az asgari ücret" talebinin oldukça altında kaldı.

Emeklilere seçim öncesi verilen müjde de bayram ikramiyesinin 2 bin liradan 3 bin liraya çıkarılmasıyla sınırlı kalırken buna banka promosyon ödemelerinin 8 ila 12 bin lira arasına yükseltilmesi de eklendi. Promosyon ödemeleri zaten rutin olarak gerçekleşirken emekli en az bir maaş kadar ikramiye talep ediyordu.

Erdoğan'ın seçim öncesi Aksaray'da düzenlediği mitingde emeklilerin taleplerine ilişkin "yüksek enflasyon ortamında ne verirsek verelim dipsiz kuyu misali kaybolup gidiyor" sözleri ise oldukça tepki çekti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan null Mustafa Kamaci/Anadolu/picture alliance

DW Türkçe'nin hem seçim öncesi hem de seçim sonrası konuştuğu emekliler hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısının oy tercihlerinde etkili olduğuna işaret ederken en az asgari ücret kadar emekli aylığı taleplerini yineledi. Seslerini yetkililere duyuramadıklarını, yerel seçim sonuçlarının iktidara bir uyarı niteliğinde olduğunu vurgulayan emekliler hayat şartlarının düzeltilmesini talep ediyor. Peki bundan sonra ne olacak?

Mevcut tablo: Açlık sınırının altında

Türkiye'de 15,8 milyon emekli bulunuyor. Sene başında en düşük emekli maaşı 10 bin liraya tamamlandı. Ancak kök maaşlar değişmedi. Kök maaşı 10 bin liranın altında olanlar bir sonraki zammı 10 bin liranın üzerinden değil kök maaşları üzerinden alacak. Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre emeklilerin yarıdan fazlasının kök maaşı 10 bin liranın altında bulunuyor.

Buna göre devlete yıllarca prim ve vergi ödeyip emekli olan milyonlarca vatandaş şu anda açlık sınırının altında bir yaşam sürüyor.

Türk-İş'in Açlık ve Yoksulluk araştırması Mart ayı itibarıyla açlık sınırının 16 bin 792 TL'ye yükseldiğini gösterirken asgari ücret 17 bin 2 TL ile açlık sınırının çok az üzerinde bulunuyor.

"Emekliler seçmen olarak bile görülmedi"

DW Türkçe'ye konuşan Emeklilerle Dayanışma Sendikası Başkanı Mahinur Şahbaz, Türkiye'de genellikle emeklilerin, ücretlilerin, üreticilerin ya da kısaca halkın sadece seçim dönemlerinde hatırlandığını ve bir vatandaş ya da bir seçmen olarak görüldüğünü vurgulayarak "Ancak bu seçimlerde bu bile terk edildi. Bugün bundan bile vazgeçildi" diyor.

Emeklilerin ekonomik güvenceden yoksun olduğunu ve artık yaşam hakkını tehdit eder bir durumla karşı karşıya olduğunu söyleyen Şahbaz, "Emeklilerin şimdiye kadar yatırdığı ve devletin güvencesinde olması gereken primler nerede" diye soruyor.

Emeklilerin sorunlarının çözümünü isteyen siyasi çevrelerin bile bundan bahsetmediğini, emeklilerin bu konuda çok kırgın ve öfkeli olduğunu dile getiren Şahbaz'a göre sorunun hak hukuk temelinde çözülmesi mümkün.

Yapılan yanlışların telafi edilmesi gerektiğini, çünkü bu meselenin sadece emeklilerin değil toplumun meselesi olduğunu belirten Şahbaz, AKP iktidarı süresince haklarının yok edildiği sosyal güvenlik reformlarının yeniden gözden geçirilebileceği görüşünde:

"Siz bu yaşamın organizasyonunu yapan bir mekanizmasınız devlet olarak. Bunu yapacaksınız. Çalışma yaşamını buna göre organize edeceksiniz, insanların çalıştıktan sonraki yaşlılık dönemini buna göre organize edeceksiniz."

"Eğer reform adı altında bu adımlar atılmamış olsaydı bugün en düşük emekli aylığı 30 bin lira olacaktı" diyen Şahbaz, "Türkiye'de para yok deniyor. Hayır. Bu ülke yoksul değil. Çok üzgünüm, bunu söylerken acı duyuyorum. Her gün soyulan bir ülkeye yoksul demek soyanları inkar etmek demektir" ifadelerini kullanıyor.

"Sandıkta cevabı çok net verdiler"

DW Türkçe'ye konuşan Birleşik Emekliler Sendikası Başkanı Mahmut Şengül, emeklilerin seçim öncesinde iktidardan bir beklenti içinde olduğunu anlatıyor.

Bu beklentinin de bir "bayram harçlığı" değil emekli aylıklarında geçimlerini sağlayacak bir artış olduğunu söyleyen Şengül, "İktidar da bütçede kaynak yok diyerek, hatta daha ötesine de giderek dipsiz kuyu, ne versek fayda etmiyor diyerek emeklilerin beklentisine olumsuz bir dönüş yaptı" diyor.

Bayram ikramiyesindeki bin TL'lik artışın emeklilerin yarasına merhem olmadığını, iktidarın seçim öncesinde ayrıca devletin kasasından ödeniyormuş gibi banka promosyonlarını emeklilere müjde olarak sunduğunu ifade eden Şengül, "Emekliler seçimlere bu doğrultuda girdi ve 22 yıldan sonra ilk defa 'Bize verdiğiniz boş vaatlere karnımız doydu' dediler. Sandıkta da bunun cevabını çok net bir şekilde verdiler" diye konuşuyor.

Seçimde sandığa gitmeyen kitlenin ağırlıklı olarak emeklilerden oluştuğunu, bununla beraber sandığa gidip oy tercihini değiştirmek zorunda olan ciddi bir emekli kitlesinin olduğunu dile getiren Şengül, seçim öncesi seslerini duymayan iktidarın seçim sonrasında mevcut politikasına devam ettiği görüşünde.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek null DHA

"Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in açıklamalarıyla aynı noktada olduklarını görüyoruz"diyen Şengül, ekliyor:

"Kaynak olmadığını, emeklilere herhangi bir iyileşme yapılamayacağını, bütçenin bunu kaldıramayacağını söylüyorlar. Oysa ki bazı holdinglere, şirketlere getirilen aflar bile emekliye yansıtılmış olsaydı bugün emekli bir nebze daha olsun rahat nefes alacaktı."

"Ya istifa edin ya da erken seçim olsun"

Şengül, bayram ikramiyelerinin de emeklinin hiçbir ihtiyacını karşılayamayacak düzeyde olduğunu ifade ediyor.

"Geldiğimiz noktada artık emekliler şunu söylüyor, madem ki yönetemiyorsunuz, ya istifa edin ya da erken seçim olsun. Yönetememenin faturasını biz 16 milyon emekli ödemek istemiyoruz, diyorlar. Ağırlıklı kesimin düşüncesi bu" diyen Şengül, ekliyor:

"Bu saatten sonra bizlerin de Birleşik Emekliler Sendikası olarak özellikle yapacağımız çalışmalar bu doğrultuda olacaktır. Biz biliyoruz ki mağduriyetimizin altında yatan etken bugünkü siyasal iktidarın yönetememesinin getirdiği sonuçlardan kaynaklı. Emekliler mağdur. O nedenle artık yönetemiyorsanız bırakın, bunun faturasını biz emekliler ödemek istemiyoruz, diyoruz."

"Emekli yoksulluğu derinleşecek"

DW Türkçe'ye konuşan çalışma ekonomisi uzmanı Özgür Müftüoğlu, seçim sonuçlarının 10 ay öncesine göre değişmiş olmasının en önemli nedeninin ekonomi olduğu görüşünde.

Mehmet Şimşek'in ekonomi programının yükün toplumun geniş kesimlerinde yaygınlaşacağını daha da netleştirdiğini vurgulayan Müftüoğlu, Orta Vadeli Program'ın da Kalkınma Planı'nın da bunu net gösterdiğini, emeklilerin ise EYT düzenlemesiyle de birlikte yüksek bir sayıya ulaştığını ve seçim sonuçlarında oldukça belirleyici olduğunu belirtiyor.

"Seçim sonrasında emekliyi neyin beklediğini emekliler aslında farkındalar. Seçimde de bunu büyük ölçüde gösterdiler" diyen Müftüoğlu,  ancak bunun yerel bir seçim olduğunu ve bu anlamda ekonomik programda bir değişiklik beklenmediğini anlatıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim sonrasında yaptığı açıklamada da Orta Vadeli Program'ı uygulayacakları mesajını verdiğini hatırlatan Müftüoğlu, "Sermaye çevrelerine, uluslararası kurumlara dayanan bir iktidar var. Dolayısıyla Erdoğan mesajını topluma değil gerekli kurumlara verdi" diyor.

AKP neden kaybetti?

Orta Vadeli Program'ın zaten kemer sıkma ve kamudan emekliye daha az kaynak ayırma anlamına geldiğini vurgulayan Müftüoğlu, dolayısıyla önümüzdeki süreçte emekliye bir müjde verileceğini düşünmüyor.

Haziranda emekli aylıklarında bir miktar artış olsa da yüksek enflasyon nedeniyle yoksulluk sınırının çok çok altında olan rakamlarda anlamlı bir artış olmayacağını ifade eden Müftüoğlu, "Bu tablo önümüzdeki süreçte de değişmeyecek. Emekli yoksulluğu derinleşecek" diyor.

"Emeklilik sistemi de tehdit altında"

Öte yandan iktidarın gündeminde yeni emeklilik sistemine ilişkin çalışmalar da var. Orta Vadeli Program'a göre Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) fon türleri yeniden tasarlanacak, "Otomatik Katılım Sistemi'nin işverenlerin de katkısı ile ikinci basamak emeklilik sistemine dönüşeceği Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) kurulacak. TES'in yılın son çeyreğinde devreye girmesi bekleniyor.

Özgür Müftüoğlu TES'in mevcut emeklilik sistemini ve bir hak olan yaşlılık sigortasını işlevsiz hale getireceği görüşünde.

Söz konusu uygulamayla çalışanlara "emeklilik sisteminden umudunuzu kesin" dendiğini ifade eden Müftüoğlu, "Emekliliği tamamen piyasaya devretmeye çabalayan bir süreç var. Bu süreç daha da derinleşecek. Çünkü muhalefetin de buna karşı ürettiği bir alternatif yok. Bu da iktidarın elini güçlendiriyor. Dolayısıyla bir taraftan yoksulluğun derinleştiği bir taraftan da yaşlılık sigortası hakkının yavaş yavaş tasfiye edildiği bir süreci önümüzdeki dönem göreceğiz" diyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Petrol, altın ve bakır fiyatları neden artıyor?

"159 litrelik fıçı" son günlerde Almanya'da yine tartışmalara neden oluyor.

Burada bahsi geçen fıçı ile küresel piyasalarda ham petrolün fiyatı için ölçü olarak baz alınan varil kast ediliyor.

Sene başında Kuzey Denizi'nden çıkarılan bir varil Brent petrolün fiyatı 70 Amerikan Doları'ndan biraz yüksekti. Şimdiyse 90 dolar civarında. Bu da sene başından beri yüzde 20 artış anlamına geliyor. Petrol fiyatlarındaki artışı milyonlarca araç kullanıcısı benzin istasyonlarında derhal hissediyor. Benzinin litre fiyatı sene başından bu yana 10 euro centi artmış durumda. Eğilim fiyatların daha da artacağı yönünde.

Alman Commerzbank'ın ham petrol piyasaları analistlerinden Carsten Fritsch, artışlarda farklı faktörlerin rol oynadığını belirtiyor:

"Konjonktürdeki iyi beklenti, petrolde arzın sınırlı olması ve Ortadoğu'da da gerilimin devam etmesi ham petrol fiyatlarında görülen aktüel artışta rol oynayan faktörler."

Yaşanan iki savaş petrol fiyatlarını tırmandırıyor 

Petrol fiyatlarındaki artışa özellikle Ortadoğu'daki gelişmeler de neden oluyor. Son olarak İsrail'in Suriye'deki İran Büyükelçiliğine yönelik saldırısı ve bu saldırıda İran Devrim Muhafızı üyelerinin hayatını kaybetmesi bölgede çatışmanın yayılma tehlikesini gözler önüne serdi.

Bu tehlike, petrol tedarikinde yaşanabilecek olası endişeleri artırıyor. Piyasalar huzursuz. Commerzbank'ın ham petrol piyasaları analisti Fritsch, "Bu endişelere Ukrayna'nın Rusya'nın petrol rafinerilerine yönelik artan SİHA saldırılarını da eklemek gerek" diyor.

Ukrayna'nın Rusya'nın petrol ve enerji tesislerine artan SİHA saldırıları da fiyatlara etki edien bir diğer faktör.
Ukrayna'nın Rusya'nın petrol ve enerji tesislerine artan SİHA saldırıları da fiyatlara etki edien bir diğer faktör. null Video Obtained By Reuters/via REUTERS

DZ-Bank'tan analist Linda Yu da ham petrol fiyatlarındaki artıştaki ana sorumlunun jeopolitik gerilimler olduğu konusunda Fritsch ile hemfikir. "İlaveten Çin ve Avrupa'da zayıflayan konjontürdeki toparlanma beklentisi" diyerek ekonomik büyüme öngörülerinin etkisine işaret ediyor. Yani küresel piyasalarda konjonktürün iyileşeceği yönündeki beklenti ve ona bağlı biçimde artan petrol talebi de "kara altının" fiyatında yukarı yönlü hareketlenmeye neden oluyor.

Bakır ve altın da parıldıyorlar

Küresel piyasalarda değerli metal ve hammadde fiyatlarında genel olarak artış kaydedildiği görülüyor. Altının ons fiyatı son olarak 2 bin 300 Amerikan Doları'nı geçti, ki bu şimdiye kadar ulaşılmış en üst tavan fiyat oldu.

Commerzbank uzmanı Fritsch'e göre şu dönemde bir "hammadde fiyatları rallisinden" söz etmek bile mümkün. Fritsch'e göre petrolden altına hammadde fiyatlarındaki artışın nedenleri birbirine benziyor. Arzın sınırlı olduğuna yönelik haberler ile talebin artacağına yönelik tahmin ve beklentileri ortak nedenler olarak sayıyor. 

Sanayinin en önemli metallerinden bakırın da fiyatıABD Merkez Bankası'nın faiz indirimine gideceği spekülasyonları yüzünden tırmanıyor. Bu gelişme Amerikan Doları'nı zayıflatırken dolarla ticareti yapılan bakır gibi önemli metalleri diğer döviz türünden alım satım yapan yatırımcılar için daha da uygun hale getiriyor. Bu da talebin artmasına, talebin artması da fiyat artışına yol açıyor. 

Bakır, sanayinin rağmet ettiği en değerli metallerden.
Bakır, sanayinin rağmet ettiği en değerli metallerden. null Thomas Trutschel/photothek/picture alliance

Yatırımcılar, "güvenli liman" olarak görülen altının fiyatında neden artış kaydedildiği konusunda ise kendileri de biraz şaşkın.

Kimi uzmanlar, altındaki artışta faizlerde azaltmaya gidileceği beklentisinin belirleyici rol oynadığı görüşünde. Dünya Altın Konseyi de altın fiyatlarındaki artışla bağlantılı olarak farklı merkez bankalarının artan ilgisine işaret ediyor. Pek çok merkez bankası son aylarda altın alımını en yüksek seviyede gerçekleştiriyor. Bunlar arasında Çin Merkez Bankası'nın yanı sıra Polonya, Çekya, Hindistan, Singapur ve Libya'nın merkez bankalarını saymak mümkün.

Yani artan talep de altın fiyatını yukarı yönlü hareketlendiriyor.

OPEC: Arzda azalma planlanmıyor

Petrol konusunda arzın sınırlanması noktasında en önemli faktör ise OPEC, yani Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü. OPEC, birkaç ay önce üretimini sınırlandıracağını duyurmuştu. Bu hafta içinde de petrol üretimi konusunda izlediği çizgiyi değiştirmeyeceğini açıkladı. Bu durum da önümüzdeki aylarda küresel piyasalarda gerilimli bekleyişin süreceği, ham petrolün varil fiyatındaki artışı daha da tırmandıracağı şeklinde yorumlanabilir.

Irak ise öngördüğünden daha fazla petrol çıkardığını duyurken Rusya'nın ihraç ettiği petrol miktarı da artış kaydetti.

DZ-Bank uzmanı Linda Yu, bütün yıla bakıldığında da petrolün varil fiyatındaki artışın devam edeceği öngörüsünde bulunuyor ve 95 Amerikan Doları olacağı tahminini paylaşıyor.

Benzin ve dizelin fiyatı ham petrole bağlı olduğu için ham petroldeki artış hızlı bir şekilde benzin istasyonlarına yansıyor. Almanya Ototmobil Kulübü ADAC'nin son yaptığı Mart 2024 değerlendirmesi de araç sahiplerinin önümüzdeki dönem daha da fazla gideri olacağına işaret ediyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Ramazan zamları resmi enflasyona yansımadı mı?

31 Mart yerel seçimlerinde sandık sonucunu belirleyen en önemli etken, yüksek enflasyon ve yoksullaşma oldu. Son açıklanan resmi verilere göre, hükümetin faizleri yüzde 50'ye çıkarmasına rağmen enflasyondaki artış sürüyor. Ancak ekonomi yönetimi özellikle gıda fiyatlarının yükselişe geçtiği Ramazan ayında aylık enflasyonda düşüş olduğunu öne sürüyor.

Bağımsız akademik kuruluşlar ise sokaktaki enflasyonun resmi verilerin çok üzerinde seyretmeye devam ettiği görüşünde.

Hükümete göre enflasyon yavaşlıyor

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Mart ayına ilişkin tüketici ve üretici fiyat endekslerini açıkladı. Buna göre enflasyon, Ramazan ayını da içine alan Mart 2024'te aylık bazda yüzde 3,16 oranında artış gösterdi. Piyasa beklentileri ise bu oranın yüzde 4 civarında olması yönündeydi.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, enflasyon verilerinin açıklanmasından sonra yaptığı açıklamada "Aylık enflasyon, öngörümüz doğrultusunda Mart ayında geriledi" dedi.

Mart sonu itibariyle yıllık enflasyon ise TÜİK tarafından yüzde 68,50 olarak hesaplandı. Böylelikle 2024'ün yalnızca ilk üç ayındaki enflasyon oranı yüzde 14,39 oldu. Merkez Bankası'nın yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 36 iken, uzmanlara göre ise yıl sonu enflasyonu yüzde 45'leri görecek.

Bağımsız kuruluşlar yüksek ölçtü

Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) verilerine göre ise Tüketici Fiyat Endeksi (E-TÜFE) Mart ayında yüzde 5,68 artarken son 12 aylık artışı ise yüzde 124,63 olarak gerçekleşti. ENAG’a göre, TÜİK’in yüzde 3,4 olarak açıkladığı gıda ve alkolsüz içkiler enflasyonu ise Mart ayında yüzde 10,06 artış kaydetti.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı'nın (TEPAV) Gıda Fiyat Endeksi (TEGE) verilerine göre de 1-31 Mart 2024 döneminde aylık gıda enflasyon oranı yüzde 4,28 olarak hesaplandı. Yedi aylık birikimli gıda enflasyonu ise TEGE’de yüzde 44,74 olarak ölçüldü. Bu oran İTO tarafından yüzde 37,30 olarak ölçülmüştü.

TEPAV'a göre fiyatlarında en fazla düşüş olan gıda ürünleri hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi sebebiyle kabak ve patlıcan gibi sebzeler oldu, süt ve ketçap gibi işlenmiş ürünlerde ve kuzu eti, sakatat gibi et grubunda bir önceki aya göre yüksek fiyat artışları gözlendi.

Işın Çelebi
Işın Çelebinull privat

"TÜİK’in inandırıcılığı kalmadı"

DW Türkçe'ye konuşan Prof. Dr. Işın Çelebi'ye göre, Mart ayı için açıklanan resmi enflasyon verileri TÜİK'in kamuoyu nezdindeki inandırıcılığını daha da azaltmış durumda.

11 Mart'ta başlayan Ramazan ayında özellikle gıda fiyatlarında önemli fiyat artışları yaşanmasına rağmen TÜİK'in aylık enflasyon verisinin önceki aya göre düştüğüne işaret eden Prof. Çelebi, "Masa başında rakamlarla oynamanın sonucunu çok açık görüyoruz. İnandırıcılığı kalmayan bir kurumun rakamlarını tartışmanın boş olduğunu düşünüyorum" diyor.

Özellikle perakende fiyatlardaki artış konusunda TÜİK'e değil, İstanbul Ticaret Odası (İTO) tarafından açıklanan enflasyon verilerine bakmanın daha doğru olduğuna işaret eden Çelebi, "İTO’ya göre Mart ayında İstanbul'un enflasyonu aylık yüzde 3,93, yıllık yüzde 78,25 oldu. İTO'nun bu rakamlarına daha sağlıklı olduğu kanaatindeyim" diye konuşuyor.

Çarşıda alışveriş yapan insanlar
Kasım 2022'de bir çarşı yerinull Tolga Ildun/ZUMAPRESS/picture alliance

"Hayat pahalılığı artarak devam ediyor"

31 Mart seçimlerinde AKP'yi tarihinde ilk kez Türkiye genelinde ikinci parti konumuna düşüren sandık sonuçlarının yüksek enflasyon ve başta emekliler ve ücretliler olmak üzere hızla yoksullaşma ile doğrudan ilgisi olduğunu kaydeden Prof. Çelebi, şu görüşleri dile getiriyor:

"Hayat pahalılığı sorunu artarak devam ediyor. İşte bunu sandıkta gördük, yaşadık. Hayatın gerçeği ile kamu kuruluşlarının resmi rakamları birbirini tutmuyor. Faiz ve kurla ekonomi yönetilmez sadece. 10 aydır faizin yükseltmekten ve kuru sabit tutmaktan başka hiçbir şey yapılmadı. Yurt dışından yabancı kaynak girişi olmadı. Yani hükümet 10 aydır sadece para politikasıyla işi götürülebileceğini sandı ama onda da bir sonuç alınmadığını görüyoruz."

En Zengin yüzde 20 toplam gelirin yarısını alıyor

Milyonlarca emeklinin gözü enflasyon farkında

31 Mart seçimi öncesinde siyasetin ana gündem maddelerinden biri olan emeklilerin AKP'nin sandıktan yenik çıkmasında önemli etki yarattığı belirtiliyor. Şimdi ise milyonlarca emeklinin gözü, temmuz ayında hükümetin vereceği enflasyon farkına çevrilmiş durumda.

Emekliler ve memurlar her yıl ocak ve temmuz dönemi olmak üzere, 6 aylık dilimler halinde yılda 2 kez enflasyon oranına göre zam alıyor. 2024'ün ilk üç ayında gerçekleşen enflasyon oranı ise yüzde 15'e dayandı.

Ekonomi yönetimi 2024 yıl sonunda enflasyonun yüzde 36 düzeyinde gerçekleşeceğini öngörüyor. Ancak piyasa beklentisi yüzde 40'ın üzerinde seyrediyor. Temmuz başı itibariyle 6 aylık enflasyonun ise yaklaşık yüzde 24 olması bekleniyor. Temmuz'da emekli maaşına eklenecek enflasyon farkının yüzde 24-25 düzeyinde kalması halinde, emekli maaşlarına yapılan zam bir kez daha mevcut enflasyonun altında kalmış olacak.

Aziz Konukman
Aziz Konukmannull privat

"Zengin ve yoksul enflasyonu çok farklı"

DW Türkçe'ye konuşan Prof. Dr. Aziz Konukman, TÜİK’in enflasyon hesaplamasının bir "ortalama" değer ifade ettiğine dikkat çekerek "Olması gereken, gelir gruplarına göre enflasyonu hesaplamaktır. Çünkü en zenginin enflasyonu ile en yoksulun enflasyonu arasında çok büyük bir fark var. Gelirinin büyük kısmını gıdaya harcayan yoksul kesimin yaşadığı enflasyonla zenginlerin yaşadığı gıda enflasyonunun ortalaması bir anlam ifade etmiyor" diyor.

Başta emekli maaşı ile geçinenler olmak üzere, yoksullaşan milyonlarca insan için asıl olanın gıda ile birlikte sağlık, ulaştırma ve eğitim enflasyonu olduğunu vurgulayan Prof. Konukman, "Bu kategorilerdeki yıllık enflasyon, açıklanan yüzde 68,5'in çok üzerinde. Resmi verilerde bile eğitimde yüzde 104, sağlık ve ulaştırmada yüzde 80, gıdada ise yüzde 70'in üzerinde" diye konuşuyor.

Mevcut durumda hükümetin yüzde 36'lık yıl sonu enflasyon hedefinin tutmasının mümkün olmadığını kaydeden Konukman, "Dolayısıyla emeklilerin de ücretlilerin de ne yazık ki yaşayacağı geçim derdi artarak devam edecek. Bu mağduriyet devam edecek. Enflasyon farkları ve refah payı bu yüksek enflasyonda yaralara merhem olamayacak" şeklinde konuşuyor.

10 ayda 41,5 puan faiz artırımı

Yıl başında yapılan fiyat ayarlamaları ve asgari ücret zammının etkisiyle Ocak ayında TÜFE aylık yüzde 6,7 ile belirgin bir artış gösterirken yıllık olarak yüzde 64,86 seviyesinde gerçekleşmişti. Şubat ayında ise fiyat artışlarının birikimli etkisiyle beklentilerin üzerinde yüzde 4,53 arttı ve yıllık yüzde 67,07'ye yükselmişti.

Mayıs 2023'te yapılan genel seçimlerin ardından enflasyonla mücadele kapsamında Haziran ayında başlayan faiz artırımı süreci ile 10 ayın sonunda politika faizi yüzde 8,5'ten yüzde 50'ye çıkarılmıştı.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim? 

Ekonomide Erdoğan'ın popülist politikaya döneceği endişesi

Türkiye'de 31 Mart'ta gerçekleştirilen yerel seçimlerin resmi olmayan sonuçlarına göre, ana muhalefet partisi CHP ilk kez 22 yıldır iktidarda olan AKP'ye karşı zafer elde etti. AKP'nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşmanın etkili olduğu tahmin ediliyor. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim sonrasında yaptığı balkon konuşmasında "Enflasyon başta olmak üzere ekonomi programımızın sonuçlarını yılın ikinci yarısında görmeye başlayacağız" diyerek mevcut programın arkasında olduğu mesajını yineledi. 

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de sonuçların netleşmesinin ardından yaptığı ilk açıklamada, Eylül 2023'te açıkladıkları Orta Vadeli Program'a (OVP) "güçlendirerek kararlılıkla uygulamaya devam edeceklerini" belirtti.

Ana hedeflerinin enflasyonu kalıcı olarak tek haneye düşürmek olduğunu vurgulayan Şimşek, bunun için "sıkı para, seçici kredi ve gelirler politikasına ilaveten kamuda harcama kontrolü yaparak tasarrufu ön planda tutacaklarını" kaydetti.

Ancak ekonomistlere göre Şimşek'in ortaya koyduğu "rasyonel" politikaların enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar devam ettirilip ettirilmeyeceği belirsiz. 

DW Türkçe'ye konuşan uzmanlara göre, bir değişiklik olmazsa 2028'e kadar sürecek 4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide atacağı adımlar, Türkiye'nin yakın geleceği açısından belirleyici olacak. 

"Kemer sıkma politikaları gevşeyebilir, ikinci zam gelebilir"

31 Mart sonrasına akıllardaki en önemli sorulardan biri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim yenilgisinin faturasını Mehmet Şimşek ve ekibine çıkarıp çıkarmayacağı.

Erdoğan'ın dün geceki balkon konuşmasında, "Ülkemizin acil meselelerine daha fazla eğileceğiz, ekonomide yol haritamız olan OVP ve 12 kalkınma planımızı bugüne kadar kararlılıkla uyguladık. Enflasyon başta olmak üzere uyguladığımız ekonomi politikalarının olumlu sonuçlarını yılın ikinci yarısında görmeye başlayacağız" sözleri, mevcut programa desteğinin süreceği mesajı olarak değerlendirildi.

Ancak bu desteğin giderek azalacağı ve Erdoğan'ın popülist politikalara dönebileceği de düşünülüyor.

DW Türkçe'ye konuşan Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim sonrası yaptığı konuşmada uluslararası yatırımcılara Mehmet Şimşek önderliğindeki ekonomik programın devam ettirileceği mesajını verdiği kanısında.

Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın
Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçınnull Privat

Zaman içinde AKP'nin kaybettiği oyları geri kazanmak isteyeceğine işaret eden Prof. Alçın, "Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne kadar balkon konuşmasında mevcut ekonomi politikasının devam edeceğini söylemiş olsa da emekliler başta olmak üzere farklı toplum kesimleri açısından önümüzdeki süreçte biraz daha iyileştirici, gelir artırıcı politikalar izlenebileceği sinyalini de veriyor. Dolayısıyla Mehmet Şimşek'in uygulamak istediği kemer sıkma politikalarını gevşetebileceği mesajı veriyor" öngörüsünde bulunuyor. 

Hükümetin kaybettiği toplumsal desteği geri kazanmak için Temmuz ayında asgari ücrete ikinci bir zammı da gündemine alabileceğini dile getiren Sinan Alçın, şu görüşleri dile getiriyor: 

"Böyle bir tabloda mali disiplini uygulamak mümkün olmayacaktır. Enflasyonla mücadele yerine istihdamı ve üretimi ön plana alan sürece geri dönülebilir. Çünkü Mayıs seçimlerinden bu yana geçen 11 ayda yeni ekonomi programı, CDS'lerin düşmesi dışında somut bir kazanım elde edemedi. Ne enflasyon düştü ne de Merkez Bankası rezervleri arttı. Erdoğan bu yüzden popülist bir ekonomi programına geri dönebilir."

"Çabalar siyasi hedeflerin kurbanı olabilir"

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın faiz indirimi ısrarı ile Eylül 2021'den itibaren yükselişe geçen enflasyon, Türkiye'yi dünyanın en yüksek enflasyona sahip ülkelerinden biri haline getirdi. Son açıklanan Şubat 2024 verilerine göre, Türkiye yüzde 67'lik yıllık enflasyon oranı ile Arjantin ve Lübnan'ın ardından üçüncü sırada yer alıyor. 

Merkez Bankası'nın 2024 sonu için enflasyon tahmini yüzde 36 olarak belirlenirken 2025 için yüzde 15,2 ve 2026 için yüzde 8,5 enflasyon hedefi konuldu. Ancak bu hedeflere ulaşılması hiç de kolay değil.

DW Türkçe'ye konuşan Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Yılmaz'a göre de Mehmet Şimşek şu anda ekonomide dizginleri elinde tutuyor görünse de Erdoğan iktidarının son 20 yılda olduğu gibi popülist politikalara geri dönmesi uzak bir ihtimal değil. 

Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Yılmaz
Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Yılmaznull Privat

Erdoğan'ın yeniden seçilebilmek için 2027 yılında bir erken seçim planladığına dair söylentilerin şimdiden konuşulmaya başlandığına işaret eden Prof. Yılmaz, "Seçilmek için yüzde 50+1'e ihtiyacınız olan bir sistemde, dün EYT'lilere emeklilik veren bir iktidar, seçim dönemi yaklaştıkça yine bu tür adımlar atabilir" diyor. 

Hükümetin 90'lı yıllardaki gibi yüzde 60'larda bir enflasyonu normalleştirmek isteyebileceğine de vurgu yapan Kamil Yılmaz şunları söylüyor:

"1 Nisan sonrasında Mehmet Şimşek'in kamuda hem harcama hem vergi alanında bir dizi önlemler almak isteyeceğini düşünüyorum. Erdoğan da şu anda bu adımlara sıcak bakıyor gibi görünüyor. Öte yandan şu anda Merkez Bankası'nda ehil kadrolar olsa da kısa vadede atılan doğru adımlar ve çabalar uzun vadede siyasi hedeflerin kurbanı olabilir. Çünkü mevcut Cumhurbaşkanlığı sistemi seçimi kazanmak için popülist politikaları adeta zorunlu kılıyor."

Yeniden büyüme politikaları mı gelecek?

Türkiye ekonomisi, yüksek enflasyon ve deprem felaketinin yaşandığı 2023 yılında yüzde 4,5 büyüdü. Eylül 2023'te açıklanan OVP'de ise hükümet uzun yıllardır sürdürdüğü yüzde 5 ve üzeri büyüme hedefini 2024 için yüzde 4'e ve 2025'te yüzde 4,5'e çekmişti. 

Ekonomi yönetiminin seçimsiz dönemde enflasyonla mücadele için atacağı adımların Türkiye'nin büyüme performansını aşağı çekmesi bekleniyor.

TCMB Eski Başekonomisti Prof. Dr. Hakan Kara, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, enflasyonla ciddi bir mücadele için büyümenin yüzde 2'nin altına inmesi gerektiğini söyledi. 

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Saray danışmanlarında enflasyonla mücadele ederken büyümeden taviz verilmemesi görüşünün hakim olduğu belirtiliyor. 31 Mart'ta sandıktan çıkan sonucun da büyümeyi tekrar canlandırmak için bir gerekçe olabileceği düşünülüyor. 

"2028'e kadar seçimsiz dönem olması zor"

DW Türkçe'ye konuşan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İşletme Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı, Türkiye'nin 22 yıllık AKP iktidarı döneminde ortalama 2,5 yılda bir sandık başına gittiğine dikkat çekiyor. Bu nedenle 2028'e kadar seçimsiz bir dönem yaşanmasını zayıf bir ihtimal olarak gördüğünü düşünen Prof. Günçavdı, "Erdoğan iktidarının dört yıl boyunca muhalefetle uyumlu bir biçimde ekonomide yapısal reformları hayata geçirmesini beklemek, AKP'nin tarihi ile uyumlu değil" diyor. 

İTÜ İşletme Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı
İTÜ İşletme Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdınull Privat

İktidarın 31 Mart sonrası yeni dönemde kontrol edebildiği bir ekonomik yapı ve kamuoyu algısı oluşturmaya odaklanacağını belirten Prof. Günçavdı, şu görüşleri dile getiriyor:

"Piyasada AKP'nin olumlu bir ekonomi politikası yürüteceğini uman çevrelerin sadece arzusunu dile getirdiğini düşünüyorum. Böylesi bir beklentinin siyasi dayanağı yok. AKP'yi oluşturan KOBİ'lerin, müteahhitlerin, ihale çevrelerinin bir şekilde gönlünün hoş edilmesi gerekiyor. Bu nedenle toplumun tüm katmanlarını kapsayacak bir yapısal reform süreci yaşanmasını beklemiyorum. Zaten ortada bir plan, program da yok. Enflasyonla mücadeleyi zamana yayarak yapamazsınız."

Gelir dağılımı hızla bozuluyor

Türkiye toplumunda 31 Mart sonrası ekonomiye ilişkin kaygılarla birlikte yüksek enflasyon nedeniyle gelir dağılımındaki bozulma da artıyor. 

Credit Suisse ve UBS tarafından yayımlanan son verilere göre, Türkiye 21 Avrupa ülkesi içerisinde servet dağılımında görülen adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerin başında geliyor. Türkiye'de en zengin yüzde 1'lik kesim ülkedeki servetin yüzde 40'ını alıyor. Türkiye bu kritere göre Avrupa'da servet dağılımı adaletsizliği ilk sırada. 

DW Türkçe'ye konuşan Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan'a göre Türkiye'nin seçimsiz geçireceği dönemde de gelir dağılımındaki bozulma artarak devam edecek. 

Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan
Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldannull DW/Aslı Isık

Erdoğan'ın her ne pahasına olursa olsun rant yaratmaya ve suni bir büyümeye ihtiyacı olduğunu vurgulayan Prof. Yeldan, "2021'den sonra önce Nas, sonra Çin modeli dendi. Türk mucizesi, Türkiye yüzyılı derken, hane halklarının tüketimine dayalı bir büyüme pompalandı. Bu şekilde sahte bir zenginleşme yaratıldı. Şimdi bütün bunların bedelini de çok yüksek enflasyon olarak ödedik, ödüyoruz" şeklinde konuşuyor. 

31 Mart seçimlerin sonrasında muhalefetin güçlenmesine rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uzlaşı yerine kendi bildiğini uygulamaya devam edeceğini öne süren Erinç Yeldan, "Asıl sorun tek adam sisteminde, mevcut Cumhurbaşkanlığı sisteminde. Bu noktada bir düzelme olmadan, ekonomide kalıcı bir düzelme sağlanamayacaktır" diyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Türkiye'yi seçim sonrası bekleyen "acı ilaç"

Türkiye, 31 Mart'ta yapılacak yerel seçimlere hayat pahalılığı krizinin tavan yaptığı bir ortamda gidiyor.

Yerel seçimlerin ardından da dikkatlerin daha fazla parasal ve mali sıkılaştırmanın yanı sıra döviz kurunun nasıl bir seyir izleyeceğine çevrileceği tahmin ediliyor.

Ekonomide alınacak kemer sıkma önlemlerinin başında vergi artışları beklentisi var.

Türkiye'yi seçim sonrası ne bekliyor?

Ekonomistler, seçim sonrası para ve özellikle de maliye politikasında sıkı duruşla beraber kemerlerin sıkılacağını düşünüyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimsek bir süredir enflasyonu düşürmek için iç talebin kuvvetli seyrinin yavaşlatılması gerektiğini söylüyor.

Ekonomist Güldem Atabay da DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede yerel seçimler sonrası Türkiye'yi ekonomide "çok zor" bir dönemin beklediğini ifade etti:

"Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Türkiye'nin o acı reçete karşısına konacak, Türkiye o acı ilacı içecek."

Ekonomist Güldem Atabay
Ekonomist Güldem Atabaynull Privat

"Politik olarak ilk üç ayda bu adımlarda geri duruldu ama yerel seçimlerden sonra hem bütçe açığının kapatılması ya da daraltılması hem de enflasyonla mücadelede vergi artışları olduğunu göreceğiz" diyen Atabay'a göre KDV (katma değer vergisi) artışları Bakan Şimşek'in ifade ettiği düşük KDV'li ürünlerin yüzde 18-20 bandına çekilmesi şeklinde gerçekleşecek.

Bakan Şimşek, katıldığı bir programda enflasyonist yeni vergi getirilmeyeceğini, KDV genel oranını, Kurumlar Vergisi'ni ve Gelir Vergisi'ni artırmayacaklarını vurgulayarak "Bu konuda çok netiz. Ama istisnaları, muafiyetleri, indirim oranlarını gözden geçireceğiz" demişti.  

Atabay, Şimşek'in bu açıklamasını şöyle yorumladı:

"Bunlar nedir, aslında temel tüketim malzemeleri ve temel gıda maddeleri. Biz bunun zaten manşet enflasyonun çok üzerinde seyreden gıda fiyatları enflasyonunu hareketlendirdiğini göreceğiz."

Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ekonomistler tarafından "manşet enflasyon" olarak adlandırılıyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre tüketici enflasyonu Şubat ayında yıllık yüzde 67,07'ye yükseldi. Artışın en yüksek olduğu ana harcama gruplarından biri olan gıda ve alkolsüz içeceklerdeki yıllık artış oranı yüzde 71,12 oldu. Enflasyonun Mayıs ayında yüzde 70 seviyesini aşarak zirve yapması bekleniyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek null DHA

"Merkez Bankası'nın faiz artışı etkili"

Londra merkezli Capital Economics'te gelişmekte olan piyasalar kıdemli ekonomisti olan Liam Peach de DW Türkçe'ye seçim sonrasına ilişkin yaptığı değerlendirmede, Merkez Bankası'nın faiz artışının etkili olduğunu ve bankanın seçimden sonra en az bir faiz artırımı daha yapmasını muhtemel gördüğünü, maliye politikasında ise daha fazla önlem alınmasını beklediğini belirtti:

"Mali sıkılaştırma şu ana kadar sınırlı kaldı ve seçimden sonra daha fazlasının yapılması gerekecek. Maliye Bakanı Şimşek büyük vergi artışlarını reddetmiş olsa da KDV oranlarında bazı artışlar yapılması muhtemel. En büyük mali değişiklikler muhtemelen hükümet harcamalarının ve altyapı projelerine yönelik sermaye harcamalarının kısıtlanması yoluyla gelecek."

Türkiye ekonomisinin geçtiğimiz yıl boyunca aşırı ısınmaya devam ettiğini belirten Peach, "Hükümetin bütçe açığını dizginlemesi ve Merkez Bankası'nın reel faiz oranlarını uzun süre yüksek tutmasıyla bu durumun bu yıl değişeceğini düşünüyoruz" ifadelerini kullandı.

Seçimden önce faiz silahını kullandı

Enflasyonla mücadelede "sıkı para politikası duruşu sürdürülecek" mesajı veren Merkez Bankası yerel seçimlere 10 gün kala 500 baz puanlık faiz artışı yapmıştı.

Londra merkezli Bluebay Asset Management kıdemli analisti Timothy Ash de faiz artışına dair değerlendirmesinde bu adımı olumlu bulduğunu belirterek dezenflasyon eğilimine yardımcı olmak için politikanın seçim sonrasında da sıkı kalması gerektiğini kaydetti.

Ash, "Umarım siyasi döngü buna yardımcı olur. Bence Şimşek ve ekibi enflasyon cinini öldüreceklerse zamanın çok önemli olduğunu ve maliye ve para politikasının 2024'te sıkı kalması gerektiğini kabul ediyorlar. Bu da faizlerde daha uzun süre daha yüksek seyir ve maliye politikası açısından daha uzun süre daha derin bütçe kemer sıkma politikaları anlamına geliyor. Eğer bunu yaparlarsa, umut var demektir" dedi.

Londra merkezli Bluebay Asset Management kıdemli analisti Timothy Ash
Londra merkezli Bluebay Asset Management kıdemli analisti Timothy Ash null BlueBay Asset Management LLP

"Hayatımız çok zor olacak"

"Daha orta gelirli, maaşı ile yaşayan ve daha düşük gelir grupları bunu çok ağır hissedecek" diyen Atabay, önlemlerin vatandaşa yansımalarının nasıl olacağını şöyle anlattı: 

"Bir taraftan kredi kartlarının sınırlandırılmasının kullanımı artırılacak. Maaş artışlarının ayarlamalarının da enflasyona göre yılın ortasında yapılmayacağını düşünürsek bayağı bir nefes alamaz hale geleceğiz, özellikle yaz aylarından sonra. Yılın son çeyreğinde büyük bir ihtimalle bizim stagflasyon dediğimiz yüksek seyreden enflasyon ve durgunlaşmış bir ekonomi ile karşı karşıya geleceğiz ve hayatımız çok zor olacak."

Geçen Temmuz ayında Resmi Gazete'de yayımlanan kararla genel KDV oranı yüzde 18'den yüzde 20'ye, yüzde 8 indirimli KDV oranı ise yüzde 10'a yükseltilmişti. Ancak 2022 yılında KDV oranı yüzde 8'den yüzde 1'e indirilen et, balık, çay, kahve, peynir, şeker, süt, su, meyve, kuruyemiş gibi temel gıda ürünlerinin KDV oranında değişiklik yapılmamıştı.

TL'de değer kaybı beklentisi hakim

Ekonomistler, Türk Lirasında (TL) değer kaybının da sürebileceği görüşünde birleşiyor.

Peach, faiz artışı geçici bir destek sağlasa da TL'de daha fazla değer kaybı beklediğini belirterek "Seçim sonrasında Merkez Bankası'nın rezervlerini yeniden inşa etmesiyle TL'nin değer kaybı biraz daha hızlanabilir. Liranın önümüzdeki yıl içinde dolara karşı 40 seviyesine doğru değer kaybetmesini bekliyoruz, bu da dış rekabet gücünün korunmasına ve yatırımcıların politik iyimserliğinin sürdürülmesine yardımcı olacak" dedi.

Güldem Atabay sene sonu kurda 38 seviyesindeki beklentisini değiştirmediğini söylerken TL'nin seyrinden ve döviz rezerv kaybından endişe duyduğunu belirten Timothy Ash de Türklerin yerel seçimlerin ardından büyük bir devalüasyonun daha yaşanacağı söylemine inanıyor gibi göründüğünü söyledi.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Xiaomi, Huawei, Apple: Telefon üreticileri elektrikli araç da üretmeli mi?

Çinli teknoloji devi Xiaomi, üç yıl önce, elektrikli araç üretme işine gireceklerini duyurdu. Xiaomi, bu adımla, on yıl boyunca kendi elektrikli aracını geliştirme yönünde araştırmalar yürüten ABD merkezli rakibi Apple'ın izinden gitmiş oldu.

2024 yılına gelindiğinde, Apple, kendi kendini süren bir elektrikli araç üretme planlarından vazgeçti. Bu karar, Xiaomi'nin, dört kapılı sedan tipi elektrikli aracı SU7'yi piyasaya sürmesine günler kala geldi.

Söz konusu araç, Çin devletinin sahibi olduğu otomobil üreticisi BAIC'in Pekin fabrikasında üretilecek. SU7 model aracının isminin açılımı, "Speed Ultra 7". 28 Mart tarihinden itibaren Çin'in 29 kentinde satışa sunulacak olan araç, bir dolumda 800 kilometreye kadar menzile ve Xiaomi üretimi yazılım ve elektronik teçhizata sahip olacak. Aracın sahip olduğu bir diğer özellik ise Tesla ve Porsche'nin elektrikli araçlarını aşan bir hızlanma kabiliyetine sahip olması. Resmi verilere göre, araç 0'dan 100 kilometreye yalnızca 2,8 saniyede çıkabiliyor.

Çinli tüketiciler sırada bekliyor

Şirket, donanımına göre 35 ila 55 bin dolar arasında bir fiyattan satışa sunulacak olan yeni araçlarını görmek için hâlihazırda 100 bin kişiye randevu verilmiş olduğunu açıkladı.

Çin'in en büyük akıllı telefon üreticisi olan Xiaomi'nin hisseleri, Mart ayı başında ilk teslimatların yapılmasına yönelik haberlerin medyaya yansımasının ardından, Hong Kong borsasında bir günde yüzde 12 değer kazandı. Şirketin kurucu CEO'su Lei Jun, dünyanın en büyük beş otomotiv üreticisi hâline gelmeyi amaçladıklarını da dile getirdi.

Öte yandan Xiaomi, elektrikli araç üretme hedefine sahip olan tek Çinli teknoloji devi değil. Aynen Xiaomi gibi bir cep telefonu üreticisi olan Huawei de otomobil endüstrisi için çeşitli teknolojiler geliştirmekle meşgul. Bunlar arasında, akıllı sürüş sistemleri, kokpit sistemleri ve iletişim platformları da yer alıyor. Huawei'nin araç markası Stelato da, aynen Xiaomi gibi, BAIC ile iş birliği yürütüyor.

Teknoloji firmaları avantajlı mı?

Peki Xiaomi ve Huawei'nin aşırı derecede rekabetçi olan otomotiv sektörü için belirledikleri hedefler ne kadar gerçekçi?

Xiaomi SU7'nin tanıtım toplantısından bir salon görünümü
Xiaomi elektrikli araç geliştirme projelerine hâlihazırda 1 milyar doları aşkın yatırım yapmış bulunuyornull Florence Lo/REUTERS

Alman otomotiv analisti Ferdinand Dudenhöffer, konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede, "Otomotiv endüstrisinde bugüne dek yaşanmış olan en büyük dönüşüme tanıklık ediyoruz" değerlendirmesi yapıyor. Dudenhöffer, araç üreticilerinin gelecekte Xiaomi gibi teknoloji devlerine parça sağlayan ara üreticiler hâline geleceğine inanıyor. "Metali eğmek sıkıcı hale gelmeye başladı" diyen Dudenhöffer, "Otomobilin geleceği, mekanikte yatmıyor. Aksine yazılım, otonom sürüş ve akıllı kokpitlerde yatıyor. Bu da tamı tamına teknoloji şirketlerinin yetkinlik alanı" şeklinde konuşuyor.

Xiaomi ve Huawei'nin, Çin'in dünyanın en büyük otomobil pazarı olmasından, arz ve talep açısından fayda sağlamaları kaçınılmaz. Geçen yıl Çin'de, 9 milyonu elektrikli olmak üzere, toplam 30 milyon araç üretildi. Ülke, hâlihazırda elektrikli araç piyasasının lideri konumunda.

Hâlihazırda her beş Çinli'ye yalnızca bir aracın düştüğü ortamda, Çin'in potansiyelinin son derece yüksek olması göze çarpıyor. Karşılaştırmalı bakıldığında, ABD'de her bin kişiye 800 araç düşüyor.

Rekabetle kızışan fiyat savaşları

Araç teslimatında kırılan rekorlara rağmen, Çinli araç üreticileri, kâr etme potansiyellerini tehdit eden devasa bir fiyat savaşı içerisine girmiş durumda.

2023 yılının son çeyreğinde küresel ölçekte Çinli üretici BYD'nin ardından ikinci sıraya düşen Tesla'nın sahibi Elon Musk, bu trendi tersine döndürebilmek adına binlerce dolar değerinde fiyat indirimine gitmişti. Bunun ardından, Tesla'nın rakipleri de fiyatlarını düşürdü. Şanghay Otomotiv Endüstrisi Kuruluşu'nun verilerine göre, elektrikli araç fiyatları geçen yıl yüzde 8 oranında düşüş gösterdi.

Öte yandan Çin hükümeti, geçmişte, elektromobiliteye geçişi desteklemek amacıyla, elektrikli araçlara araç başına yaklaşık bin 800 dolar değerinde devlet desteği sağlıyordu. Bu uygulama, 2022 yılının sonunda sona erdi. Bazı analistler, bu şartlar altında, gelecek iki yılda bazı araç üreticilerinin iflas dahi edebileceği tehlikesine dikkat çekiyor.

Çin'de faaliyet gösteren yabancı otomobil üreticileri ise daha da büyük bir dezavantaja sahip. Alman otomobil devleri, Çin pazarında var olmayı sürdürme savaşı veriyor. Bu, Çin'de uzun yıllar geçerli olan ortak teşebbüs kurma zorunluluğunun ortadan kalkmasına rağmen yaşanıyor: Geçmişte, yabancı bir otomobil üreticisinin Çin'de varlık göstermesi için, Çinli bir üreticiyle ortak teşebbüs kurması zorunluluğu mevcuttu. Bu zorunluluk, beş yıl önce gevşetildi. Ancak Çin'in yerli üreticileri son derece başarılı ve popüler olduğu için BMW ve Volkswagen gibi Alman firmalarının Çin Alman otomobillerinin ihtişamlı günleri geride kaldı'de işi zor.

Texas'taki Tesla fabrikasında birleştirilmekte olan araçlar
ABD'li Tesla, geçen yıl küresel liderliği Çinli BYD'ye kaptırdınull Suzanne Cordeiro/AFP

Avrupa ve Kuzey Amerika zor olabilir

Bunun karşısında Çinli üreticilerin işinin de Avrupa ve Kuzey Amerika'da zor olacağını göz ardı etmemek gerekiyor. Xiaomi ve Huawei gibi teknoloji devleri, Çin'de, deyim yerindeyse, evinde oynama avantajına sahipken, giderek kızışan küresel elektrikli araç mücadelesinde galip gelmeleri o kadar kolay olmayabilir.

Avrupa'nın en popüler üçüncü akıllı telefon markası olan Xiaomi, ABD'de ise bu listede beşinci sırada. Huawei'nin itibarı ise, Donald Trump’ın başkan olduğu dönemde Washington tarafından şirkete uygulanan yaptırımlar nedeniyle ciddi biçimde zarar gördü.

Avrupa otomobil pazarı konusunda analizler hazırlayan Matthias Schmidt, "Sıfır marka değeri ile Avrupa ve Kuzey Amerika pazarlarına girmek zor bir iş olacak. Özellikle de ABD'nin Çinli üreticilere uyguladığı yüzde 30'luk ithalat vergisine ek olarak Avrupa Birliği'nin bu yaz gümrük vergilerini artırması ihtimali söz konusuyken" değerlendirmesinde bulundu.

Brüksel, Avrupa yapımı araçlara göre görece daha ucuz olan Çin yapımı elektrikli araçların, elektromobiliteye büyük meblağlar yatıran ancak ekonomik kriz nedeniyle pahalı ürünlerini satmakta zorlanan Avrupalı üreticilerin gelişimine köstek olabileceğinden çekiniyor.

AB ve ABD Çin yapımı araçları durdurmak istiyor

Çin devletinin ülkede üretilen araçlara sağladığı mali desteğin Avrupa'da rekabeti olumsuz etkilediğini düşünen AB Komisyonu, ithalat vergilerini artırmayı hedefliyor. Avrupa pazarlarına hâlihazırda girmiş olan markalara Xiaomi ve Huawei gibi teknoloji devleri eklenince, Brüksel daha sert bir muamelede bulunmayı göze alabilir.

AB'nin planladığına benzer vergiler, Çin yapımı araçları ABD pazarından uzak tutmak isteyen Trump yönetimi tarafından yürürlüğe konmuştu. Çinli elektrikli araç devi BYD, bu uygulamayı baypas etmek amacıyla, elektrikli araçlarını ABD'nin komşusu Meksika'ya ihraç etmeye başladı. Şirket aynı zamanda, Meksika'da üretim yapacağı bir tesis kurmak için uygun bir arazinin de arayışında.

Otomotiv analisti Schmidt, "Avrupa ve Kuzey Amerika'da yerli üreticilerin, sahip oldukları geçmişi ve marka değerlerini giderek daha fazla ön plana çıkarmaya çalışmalarını görmemiz olası" diye konuştu. Schmidt, bunun tek istisnasının Tesla olacağı ve söz konusu pazarlara dışarıdan girmenin gidecek zorlaşacağı görüşünde.

Dudenhöffer ise BYD'nin, dünyanın en büyük otomobil üreticisi unvanını Japon otomobil devi Toyota'nın elinden gelecek on yıl içerisinde alacağını düşünüyor. Çinli telefon üreticilerinin ise bu süreçte, teknolojilerini dünyaya daha da geniş biçimde yayma amacıyla BYD gibi otomobil devleri ile iş birliğine gitmeleri olası.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Merkez Bankasının faiz kararı ne anlama geliyor?

Türkiye 31 Mart'ta gerçekleştirilecek yerel seçimlere yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı tartışmalarının gölgesinde girmeye hazırlanırken, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından (TCMB) seçime 10 gün kala sürpriz bir faiz artırımı kararı geldi.

Merkez Bankası, politika faizinde 500 baz puan artırıma giderek, faizi yüzde 50 seviyesine yükseltti. TCMB bu beklenmedik faiz artırımı ile birlikte operasyonel çerçevede de değişikliğe gitti ve gecelik borçlanmada artı-eksi 3 puanlık yeni bir faiz koridorunu devreye soktu.

Yerli ve yabancı piyasa oyuncuları TCMB'nin gerçekleştirdiği faiz artışını olumlu karşılarken, ABD doları ve euro kurunda yüzde 1,5'i aşan düşüş yaşandı. Seçime günler kala yapılan faiz artışı ile Merkez Bankasının uzun yıllar sonra ilk kez Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan bağımsız hareket ettiği yorumları da yapıldı.

DW Türkçe'ye konuşan ekonomistlere göre, Şubat ayı başında Hafize Gaye Erkan'ın yerine atanan yeni Başkan Fatih Karahan, bugünkü faiz artışı ile TCMB'nin güvenilirliği adına önemli bir sınav vermiş oldu. Son haftalarda yükselişe geçen döviz kurları ve uluslararası finans çevrelerinin faiz artırımı taleplerinin bu kararda belirleyici olduğunu dile getiren uzmanlar, TCMB'nin henüz yeterli bağımsızlığa sahip olmasa da, faiz politikasındaki psikolojik eşiği geçtiği görüşünde.    

Güldem Atabay: Merkez Bankası 'ben buradayım' dedi

DW Türkçe'ye konuşan ekonomist Güldem Atabay, TCMB'nin seçim öncesinde faiz artırmasının piyasalara son derece olumlu bir mesaj olarak yansıdığını söylüyor.

TCMB yönetiminin bu faiz kararı ile "Ben buradayım ve kendi kararlarımı veriyorum" dediğini belirten Atabay, "500 baz puanlık artış son derece cesur bir adım ve 'siyasetin üstümdeki elini büküyorum' mesajı taşıyor. Bu hamle Mehmet Şimşek'in de yurtdışında para arayışında elini rahatlatan bir adım oldu" diyor. 

Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan
Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahannull Emin Sansar/Anadolu/picture alliance

Merkez Bankasının faiz politikasında bundan önce yapılan hataların geride kaldığına ve enflasyonla mücadele kapsamında doğru adımların atılacağına dair güven vermeye başladığına işaret eden Atabay, "Enflasyonla mücadelenin etkili yapılmasına herkesin inanması gerekiyor ki dolarizasyon terse dönsün, TL değer kazansın ve enflasyonla mücadelede en azından yol alabilelim" diyor.

TCMB: Enflasyon düşene kadar sıkı duruş sürecek

Faiz kararı sonrasında TCMB Para Politikası Kurulundan (PPK) yapılan açıklamada, aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş sağlanana kadar sıkı para politikasında duruşun sürdürüleceği kaydedildi.

Açıklamada, "Enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda para politikası duruşu sıkılaştırılacak" denilirken, kredi büyümesi ve mevduat faizinde öngörülenin dışında gelişmeler olması durumunda parasal aktarım mekanizmasının desteklenmeye devam edileceği vurgulandı.

"Faiz koridoru iyi bir karar olmadı"

TCMB son faiz kararı ile birlikte önemli bir uygulamayı daha devreye soktu. Merkez Bankası operasyonel çerçevede değişikliğe giderek, gecelik vadede borçlanma ve borç verme oranlarının bir hafta vadeli repo ihale faiz oranına kıyasla-/+ 300 baz puanlık bir marj ile belirlenmesine karar verdi. Bir başka deyişle, yüzde 50'ye çıkan politika faizi için yüzde 47 ile yüzde 53 arasında yeni bir faiz koridoru belirlenmiş oldu.

Ekonomist Güldem Atabay
Ekonomist Güldem Atabay, Merkez Bankasının seçim öncesinde faiz artırmasının piyasalara olumlu bir mesaj olarak yansıdığını söylüyornull Privat

Güldem Atabay'a göre, faiz artırımı doğru bir karar olsa da faiz koridoru uygulamasına geri dönülmesi iyi bir karar olmadı.

Merkez Bankasının geçmişte yaptığı faiz koridoru uygulamalarının enflasyon beklentisi ile gerçekleşen enflasyon arasındaki mesafeyi açtığını ve enflasyonla mücadeleye zarar verdiğini dile getiren Atabay, "Faiz koridoru uygulaması her zaman bir belirsizlik yaratır. İyimser düşünerek, bu koridor ile politika faizinin yüzde 53'e kadar çıkarılabileceğini umuyor piyasa. Ama tam tersi olursa, beklentiler olumsuza dönebilir" diye konuşuyor.

"Neden 20 milyar dolar sattık?"

Öte yandan Merkez Bankasının Mart ayının başından beri yaklaşık 20 milyar dolarlık döviz satışı gerçekleştirdiğine işaret eden Atabay, şöyle konuşuyor:

"Merkez Bankasının her zaman bir olağanüstü toplanma seçeneği var. Son haftalarda Temmuz ve Ağustos arasındaki bütün kazanımı neredeyse erittik. Faiz politikasını doğru şekilde, doğru zamanda yapsaydık rezervler bu kadar azalmayabilirdi. Faiz artırımı kararı daha erken alınsaydı, seçimlerden sonra dolar 45 TL olacak söylentilerinin önüne geçilebilir, vatandaşın dövize koşması engellenebilirdi. Neden son haftalarda 20 milyar dolar satmak zorunda kaldık, bunu sormak lazım."

Uluslararası yatırımcılar "faiz artmalı" diyordu

Faiz kararı öncesinde uluslararası yatırımcılardan gelen açıklamalar, TCMB'nin seçim sonrasını beklemeden faiz artırımı yapması gerektiği yönündeydi.

Uluslararası yatırım bankası Goldman Sachs Merkez Bankasının sermaye çıkışlarını önleyebilmek için bugünkü toplantıdan 250 baz puan faiz artışı beklediğini açıklarken, Deutsche Bank ise "Faiz artırımı için en uygun seçim öncesi" açıklaması yaparak, TCMB'nin politika faizini 500 baz puan artırması gerektiğine vurgu yapmıştı.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) da 19 Mart tarihinde yayımladığı Para Politikası Değerlendirme Notu'nda, politika faizinin 500 baz puan artırılması gerektiğine işaret etmiş ve verilere bağlı olarak ilave sıkılaşmanın da yapılabileceğinin belirtilmesi gerektiğini dile getirmişti.

Cüneyt Akman: Bağımsızlık mesajı tam doğru değil

DW Türkçe'ye konuşan ekonomist Cüneyt Akman, 31 Mart seçimleri öncesinde yüklü bir faiz artışı yapmanın TCMB açısından "Ben bağımsızım" mesajı vermek anlamına geldiğini ifade ediyor.

Ekonomist Cüneyt Akman
Ekonomist Cüneyt Akman, seçim öncesi politika faizini artırmasının TCMB açısından "Ben bağımsızım" mesajı vermek anlamına geldiğini söylüyor.null Privat

Ancak tablonun tam olarak böyle olmadığına dikkat çeken Akman, "Aslında böyle bir bağımsızlıktan söz edemeyiz. Sadece Cumhurbaşkanı'ndan bu faiz artışı için izin alındığını söyleyebiliriz. Yine de yeni TCMB Başkanı için itibar yarattığı bir gerçek. Bu anlamda başarılı bir hamle olduğunu düşünüyorum" diye konuşuyor.

"Faiz kararında kur atakları etkili oldu"

Bununla birlikte faiz artırımı kararının TCMB'nin açıklamasında olduğu gibi enflasyonla mücadeleden ziyade, son dönemdeki kur atakları nedeniyle alındığını öne süren Akman, şu görüşleri dile getiriyor:

"Merkez Bankası açıklamasında hizmet enflasyonundan, enflasyonun yeterince düşmediğinden dolayı faiz artırım kararı alındığı söyleniyor.  Oysa aslında döviz kurundaki sıçrama ve son dönemde cari işlemler dengesinin fonlama kalitesindeki ciddi bozulmadan ve hızlı para çıkışından kaynaklanıyor. Dolayısıyla faiz kararı doğru olsa da politika metninin bu anlamda bir değeri yok. Çünkü faiz artırma hamlesinin gerçekten neden yapıldığından bahsedilmiyor."

"Enflasyonda kalıcı düşüş için faiz yüzde 60 olmalı"

Peki seçim sonrasında yeni faiz artışları gündeme gelebilir mi?

Ekonomist Güldem Atabay, bu soruya "Faiz koridorunun ilan edilmesi ile ben artık faiz artırımının duracağını düşünüyorum" yanıtını veriyor.

Bundan sonraki süreçte enflasyonun yüzde 50 faiz sonrasında nasıl seyredeceğinin izleneceğini, gerekirse faiz koridorunun üst bandı olan yüzde 53'e kadar opsiyon kullanılabileceğini ifade eden Atabay, "Ancak yüzde 70'ler düzeyindeki bir enflasyonda etkili olmak isteniyorsa, faizin yüzde 60'a kadar çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. 2025'te yüzde 14 enflasyon hedefi koyduysanız, faizi bu noktaya kadar çekmek zorundasınız" şeklinde konuşuyor.

10 ayda 41,5 puanlık faiz artışı

TCMB 28 Mayıs seçimlerinin ardından Haziran'da 650, Temmuz'da 250, Ağustos'ta 750, Eylül, Ekim ve Kasım'da 500'er, Aralık ve Ocak'ta 250 baz puan olmak üzere 8 ayda toplam 3 bin 650 baz puan faiz artırmış ve politika faizini yüzde 8,5'ten yüzde 45'e yükseltmişti. Merkez Bankası Şubat ayında ise faizi sabit bırakmıştı.

Merkez Bankası 10 ayda 41,5 puanlık faiz artırımı yapmış olsa da enflasyondaki yükseliş henüz hız kesmiş değil. Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) son açıkladığı Şubat 2024 dönemi enflasyon verilerine göre, tüketici enflasyonu Şubat ayında yüzde 4,53 ile beklentilerin üzerinde arttı ve yıllık TÜFE yüzde 67,07'ye yükseldi. Şubat enflasyonu 2005 yılından bu yana aylık bazda ölçülen en yüksek ikinci enflasyon verisi oldu.

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim? 

Türkiye ile Körfez ülkeleri arasında "tarihi" anlaşma

Türkiye ile Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) arasında serbest ticaret anlaşması müzakerelerini başlatacak anlaşma için imzalar atıldı.

Ticaret Bakanı Ömer Bolat, X hesabından yaptığı paylaşımda, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar, Bahreyn, Kuveyt ve Umman'dan oluşan KİK ile atılan imzayı "tarihi" olarak nitelendirdi.

Türkiye ve KİK üyeleri arasında 2,4 trilyon dolar ile dünyanın en büyük serbest ticaret alanlarından birisinin oluşturulacağını duyuran Bolat, "Anlaşma, mal ve hizmet ticaretini serbestleştirecek, yatırımların ve ticaretin kolaylaştırılmasını sağlayarak ülkemizin bölgeyle ticaretini ve ülkemize Körfez Bölgesinden yatırımları çok daha üst seviyelere çıkaracaktır" dedi.

Ankara, son dönemde Körfez ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini güçlendirmek için çabalarını artırdı.

Türkiye, bölge ülkeleriyle yıllarca süren gerilimin ardından BAE ve Suudi Arabistan'la ilişkilerin tamiri için 2020'de diplomatik bir atılım başlattı.

Türkiye geçen yıl BAE ile "Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması" adı verilen bir ticaret anlaşması imzaladı. Ankara daha sonra da yakın ilişkilere sahip olduğu Katar dâhil Körfez ülkeleriyle milyarca dolarlık anlaşmalara imza attı.

Ekonomilerini petrol dışındaki gelir kaynaklarıyla çeşitlendirmek isteyen Körfez ülkeleri ise sanayilerinin gelişmesine destek arayışı ve teknoloji transferi için Türkiye'ye yöneliyor.

Ticaret Bakanı Ömer Bolat
Ticaret Bakanı Ömer Bolatnull Emin Sansar/Anadolu/picture alliance

"Kazan-kazan prensibi"

KİK ile Türkiye arasındaki serbest ticaret anlaşması müzakerelerinin "en kısa sürede" tamamlanacağına inandığını belirten Bolat, "Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde ekonomik ilişkilerimizi geliştirmek için Körfez coğrafyası ile son dönemde kurulan güçlü iş birliklerinin bir halkası olarak, bu yeni ticari ortaklık projeksiyonumuz, KİK ülkeleri ile birlikte küresel ekonomide, kazan-kazan prensibi ile daha büyük bir paya ulaşılması açısından büyük öneme sahiptir" dedi.

KİK Genel Sekreteri Casim Muhammed el Budeyvi ise imzalanan anlaşmayı "KİK ülkeleri ile Türkiye arasındaki güçlü ve stratejik ortaklığın bir göstergesi" olarak tanımladı.

El Budeyvi, anlaşmanın ticaret, ekonomi ve finans dâhil çeşitli alanlarda KİK ile Türkiye arasındaki başarılı iş birliğini sergilediğini belirtti.

Türkiye ve İngiltere de geçen hafta aralarındaki serbest ticaret anlaşmasının mal ve hizmetleri de kapsayacak şekilde genişletilmesine ilişkin müzakerelere başlamıştı.

DW,Reuters/CÖ,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

Merkez Bankası politika faizini yüzde 50'ye yükseltti

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) TCMB Başkanı Fatih Karahan  başkanlığında toplandı.

Para Politikası Kurulu, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını yüzde 50'ye yükseltti.

Kurul toplantısı sonrasında yapılan açıklamada, "Para Politikası Kurulu (Kurul), politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 45’ten yüzde 50 düzeyine yükseltilmesine karar vermiştir. Kurul ayrıca, operasyonel çerçevede değişikliğe giderek, Merkez Bankası gecelik vadede borçlanma ve borç verme oranlarının bir hafta vadeli repo ihale faiz oranına kıyasla -/+ 300 baz puanlık bir marj ile belirlenmesine karar vermiştir" denildi

Şubat ayında aylık enflasyonun ana eğiliminin, hizmet enflasyonu öncülüğünde, öngörülenden yüksek gerçekleştiği ifade edilen açıklamada  şu ifadelere yer verildi:

"Tüketim malı ve altın ithalatı yavaşlayarak cari dengedeki iyileşmeye katkı verirken, yakın döneme ilişkin diğer göstergeler yurt içi talepte dirençli seyrin sürdüğüne işaret etmektedir. Hizmet enflasyonundaki katılık, enflasyon beklentileri, jeopolitik riskler ve gıda fiyatları enflasyon baskılarını canlı tutmaktadır. Kurul, enflasyon beklentileri ve fiyatlama davranışlarının öngörüler ile uyumunu ve ücret artışlarının enflasyon üzerindeki etkilerini yakından takip etmektedir." 

Kurul'un, enflasyon görünümündeki bozulmayı dikkate alarak politika faizinin artırılmasına karar verdiği belirtilen açıklamada, "Aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar sıkı para politikası duruşu sürdürülecektir. Enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda ise para politikası duruşu sıkılaştırılacaktır. Para politikasındaki kararlı duruş; yurt içi talepte dengelenme, Türk lirasında reel değerlenme ve enflasyon beklentilerinde düzelme vasıtası ile aylık enflasyonun ana eğilimini düşürecek ve dezenflasyon 2024 yılının ikinci yarısında tesis edilecektir" ifadeleri yer aldı.

Merkez Bankası açıklamasında Kurul'un, politika kararlarını parasal sıkılaştırmanın gecikmeli etkilerini de dikkate alarak, enflasyonun ana eğilimini geriletecek ve enflasyonu orta vadede yüzde 5 hedefine ulaştıracak parasal ve finansal koşulları sağlayacak şekilde belirleyeceğine vurgu yapıldı. 

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını geçtiğimiz Şubat ayında bir önceki aya göre değiştirmeyerek yüzde 45'te sabit tutmuştu. Oran Ocak'ta da yüzde 45 olarak açıklanmıştı.

DW/TY,BÖ

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

Türkiye'de akaryakıt fiyatları ikiye katlandı

Türkiye'de bugünden tarihinden itibaren geçerli olmak üzere benzinin litre fiyatına 1,37 TL, motorinin litre fiyatına da 1,13 TL zam geldi  Son yapılan zamla birlikte benzinin litre fiyatı 43,45 TL motorinin litre fiyatı 42,98 TL'ye çıktı.

Yılbaşında önce ÖTV zammı ile artan akaryakıt fiyatları ardından Brent petrol ve döviz kurlarında yaşanan dalgalanma ile değişmeye devam ediyor. 

Son zammın ardından yılbaşından bu yana fiyatlar benzinde yüzde 26, motorinde yüzde 16 arttı. Ocak 2023'ten bu yana artış ise benzinde yüzde 116, motorinde yüzde 90 oldu.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) yayınladığı son verilere göre 95 oktan benzinin fiyatı Ocak 2023'te 20,11 TL idi. Geçen 14 ayda fiyatlar yüzde 99 arttı. Şubat ayı ortalaması 40,11 TL oldu.

Motorinde de durum değişmedi. Ocak 2023'te litre başına 22,61 TL olan motorin fiyatı Şubat 2024'te yüzde 88 artışla ortalama 42,53 TL'ye yükseldi.

Akaryakıt fiyatları bu düzeyleri ile tüm Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin altında bulunsa da satın alma gücü üzerinden değerlendirildiğinde tam tersi bir tablo ortaya çıkıyor. Öte yandan Avrupa Birliği ülkelerinde akaryakıt fiyat artışlarının Türkiye'nin gerisinde kaldığı görülüyor.

EPDK verilerine göre Şubat 2024'te 27 AB ülkesinde ortalama motorin fiyatı litre başına 1,696 Euro olurken fiyatlar 2023 başından bu yana yüzde 4'ün üzerinde düştü.

AB ülkelerinde ortalama 95 oktan benzin fiyatı da 14 ayda sadece yüzde 1,5 arttı.

Akaryakıt zamları üretim ve nakliye maliyetlerini artırarak gelecek dönem zamlarının da bir habercisi. Peki akaryakıt fiyatlarındaki artış devam edecek mi, vatandaşı ne bekliyor?

Akaryakıt fiyatları nasıl hesaplanıyor?

Petrol Piyasası Kanunu'na göre petrol alım satımında fiyatlar en yakın erişilebilir dünya serbest piyasa koşullarına göre oluşuyor. Buna göre Akdeniz-İtalyan piyasasında yayınlanan günlük CIF Akdeniz ürün fiyatları ve günlük dolar kuru takip ediliyor. Beş günlük ortalama yüzde 3'ü geçerse artış ya da azalış, vergiler hariç elde edilen rafineri çıkış fiyatlarına yansıtılıyor.

Benzin ve motorin fiyatları hesaplanırken ise gümrüksüz rafineri fiyatına ÖTV ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu payının eklenmesiyle KDV hariç rafineri satış fiyatı bulunuyor.

DW Türkçe'ye konuşan enerji uzmanı Ali Arif Aktürk, hem Süveyş Kanalı'ndaki sıkıntılar hem de dolardaki yükselişin petrol fiyatlarını etkilediğine dikkat çekiyor.

Ucuz Rus petrolü neden fiyatlara yansımıyor?

Öte yandan Aktürk, Türkiye'de hem rafineri lisansı hem de dağıtım lisansı sahiplerinin son dönemde Rusya'ya olan yaptırımlardan dolayı ucuzlayan Rus petrolü aldığına işaret ediyor. Peki buna rağmen fiyatlar neden düşmüyor?

Yunanistan ve Hindistan'ın da Türkiye'deki lisans sahipleri gibi ucuz Rus petrolünden faydalandığını ifade eden Aktürk, "Ucuz alıyorlar ancak satarken dünya fiyatlarından satıyorlar" diyor.

Aktürk'ün verdiği bilgiye göre bu durum Petrol Piyasası Kanunu'nun 10'uncu Maddesi'ne dayanıyor. Söz konusu maddenin lisans sahiplerine petrolü uluslararası fiyattan satma yetkisi verdiğini belirten Aktürk, "Yani İtalya'daki CIF endeksinde belirlenen bir fiyatla satılıyor. Ancak alım maliyetleri uluslararası piyasalardan değil; daha düşük fiyattan alıyorlar Rus petrolünü ve ürünlerini" diyor.

Akaryakıt fiyatlarının Türkiye'de enflasyonun en önemli kalemlerinden biri olduğunu vurgulayan Aktürk, dolayısıyla bu durumun EPDK gibi düzenleyici kurumlar tarafından en azından geçici süreyle düzenlenmesinde fayda olduğu görüşünde. Petrol Piyasası Kanunu'nun 10'uncu Maddesi'nin askıya alınabileceğine işaret eden Aktürk, "Ya da EPDK'nın yine yetkisi var. Maliyetlerdeki bu düşüşü mutlaka pompaya yansıtmak gerekiyor. Çünkü enflasyon aldı başını gidiyor. Akaryakıta gelen her türlü zam, navlun giderleri üzerinden enflasyonu da ciddi şekilde etkiliyor" diye konuşuyor.

DW Türkçe'ye konuşan TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz da Rusya'nın elindeki petrolü genellikle Brent fiyatlarının yaklaşık yüzde 10-15 altında sattığını söylüyor. Türkiye özelinde hangi fiyatın uygulandığının resmi olarak açıklanmadığının altını çizen Türkyılmaz, Türkiye'nin petrol ithalatında rakamsal olarak gerçekleşen düşüşün piyasayı Rus petrolünün yönlendirdiğini gösterdiğini ekliyor.

Akaryakıtta vergi oranları nasıl etkiliyor?

Bu yıl akaryakıt fiyatlarında ilk kez otomatik ÖTV artışı nedeniyle fiyat artışına da gidildi.

Ocak ayının başında, 2023 enflasyonunun belli olmasının ardından, akaryakıtta ÖTV oranı yüzde 25,6 oranında artırıldı. Buna göre ÖTV tutarları 95 oktan benzinde 7,52 TL'den 9,45 TL'ye, motorinde 7,05 TL'den 8,86 TL'ye çıktı. 98 oktan benzinin ÖTV tutarı ise litrede 7,88 liradan 9,91 liraya çıktı.

Temmuz 2023'te ise akaryakıtta KDV oranı yüzde 18'den yüzde 20'ye yükseltildi.

Hem ÖTV hem de KDV artışları pompaya zam olarak yansıdı.

Oğuz Türkyılmaz, artan fiyatların yüksek vergi oranlarıyla da bağlantılı olduğu görüşünde. Türkyılmaz, "Her benzin istasyonu bir vergi dairesi ofisi gibi çalışıyor. Açıkçası hem ÖTV hem KDV çok yüksek" diyor.

Fiyatlar daha da yükselir mi?

Ali Arif Aktürk'e göre petrol piyasasındaki en büyük endişe Ortadoğu'daki gerilimin Hürmüz Boğazı'na sıçraması. Buradan geçen petrol kaynaklarının dünya petrolünün yaklaşık yüzde 20'sini oluşturduğunun altını çizen Aktürk, "Böyle bir durum gerçekleşirse hem Brent petrol hem de diğer petrol ürünlerinin fiyatları alır başını gider" diyor.

Ancak Husilerin saldırılarında bir azalma olur ve Süveyş yeniden eski rejimine dönerse petrol fiyatlarındaki artışın durulacağını dile getiren Aktürk, fiyatlarda 5 Kasım'da gerçekleştirilecek ABD seçimlerinin de etkili olabileceği görüşünde.

Aktürk, "Akaryakıt fiyatları Amerikan seçmenini de etkiliyor. Amerika mutlaka stratejik petrol rezervlerini uluslararası fiyatların kontrol edilmesi amacıyla kullanır. Yine de Süveyş'teki gerginliğin yerini sakinliğe bırakıp bırakmaması fiyatlardaki en önemli belirleyici olacaktır" diyor.

Petrol, son olarak ABD Merkez Bankası'nın (Fed) bu yıl faiz oranlarını düşürmeyi planladığının sinyalini vermesinin ardından değer kazandı.

Brent petrol 87 dolar, ABD ham petrolü ise 82 dolar civarında seyrediyor.

 

Editörün notu: İlk olarak 13.02.2024 tarihinde yayımlanan bu haber akaryakıta gelen son zamların ardından bugün güncellenmiştir. 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Kurlar yükseliyor: Ücretler erirken milyonerler kazandı

Yerel seçim öncesi dolar ve euroda yükseliş devam ediyor. Dolar kuru haftaya 32,30, euro kuru ise 35,17 seviyesinden başladı. 

Dolar kurunda yılbaşından bu yana gerçekleşen artış yüzde 10'a yaklaşırken euro kuru aynı dönemde yaklaşık yüzde 8 arttı. Uzmanlara göre kurlardaki yükseliş devam edecek.

Türkiye gibi dış finansmana bağımlı ülkelerde dövizdeki yükseliş her vatandaşı yakından ilgilendiriyor. Kur artışları, maliyetler üzerinden enflasyonu tırmandırırken, asgari ücret ve diğer ücretler reel anlamda eriyor.

Asgari ücret zammı eridi

Türkiye'de çalışanların yarıdan fazlasını ilgilendiren asgari ücret, bu yıl başında yüzde 49 zamla 17 bin 2 TL'ye yükseltilmişti.

Asgari ücret görüşmelerinin yapıldığı Aralık 2023'te doların satış değeri ortalama olarak 29,09 liraydı. Asgari ücretin açıklandığı 27 Aralık 2023'te ise dolar kuru 29,32 seviyesindeydi. Dolar o tarihten bu yana yaklaşık 3 TL yükseldi.

Buna göre 27 Aralık'ta 17 bin 2 TL'lik asgari ücretle yaklaşık 580 dolar alınabilirken bugün 526 dolar alınabiliyor. Bu durum, asgari ücretin 27 Aralık kuruna göre 54 dolar az olduğuna işaret ediyor.

Geçen yılın ikinci yarısında 11 bin 402 lira 32 kuruş olan asgari ücret ise o dönemki ortalama kurla (27,66 TL) 412 dolara denk geliyordu.

Asgari ücrete sene başında yapılan zam dolar bazında erirken diğer ücretlerde de durum farklı değil.

Diğer ücretlerde durum ne?

Sene başında aile yardımı ödeneği dahil en düşük memur maaşı 22 bin 17 liradan 32 bin 861 liraya, en düşük memur emekli aylığı da 9 bin 876 liradan 14 bin 741 liraya yükseldi.

Ancak yıl başında 32 bin 861 liralık en düşük memur maaşı yaklaşık 1114 dolara denk gelirken, bugün 1017 dolar ediyor. Kayıp 97 doları buluyor. En düşük memur emekli aylığı da aynı şekilde dolar bazında yaklaşık 500 dolardan 456 dolara geriledi.

İşçi ve Bağkur emeklilerinin aylığı da AKP'nin son yıllarda uygulamaya soktuğu maaş tamamlama politikasına paralel yapılan seyyanen zamla en az 10 bin TL'ye çıkarılmıştı. Ancak 10 bin TL aylık alan bir emekli sene başında 339 dolar alabilirken bugün 309 dolar alabiliyor.

Enflasyon da yükseliyor

Haziran 2023'ten Ocak ayına dek 8 kez faiz artırımına giden Merkez Bankası (TCMB), politika faizini en son Ocak ayında 250 baz puan artışla yüzde 45'e çıkarmıştı. 

Politika faizindeki artışlar mevduat faizlerinde de yükselişe yol açarken kurlar gibi enflasyonu da dizginleyemedi. Resmi verilere göre Şubat ayında tüketici fiyatları endeksi yüzde 67'nin üzerine çıktı. TCMB enflasyon tahminleri ise yıllık enflasyonun yıl ortasına doğru yüzde 70-75 bandına çıktıktan sonra 2024 yılını yüzde 36 seviyesinde tamamlayacağı yönünde.

Kurlardaki ve enflasyondaki yükseliş düşük, orta ve alt gelir grubundaki vatandaşların reel gelirlerinin erimesine yol açarken, bu dönemin kazananı milyonerler oldu.

Milyoner mudi sayısı arttı

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) verilerine göre hesabında 1 milyon TL ve üzeri mevduat olan mudi sayısı 31 Aralık 2023'ten Ocak ayı sonuna dek geçen bir aylık süreçte 1 milyon 446 bin 354 kişiden 1 milyon 470 bin 861 kişiye çıktı. Buna göre bir ayda 24 bin 507 kişi daha milyoner oldu.

Hesabında 1 milyon TL ve üzeri mevduat olanların serveti ise Aralık 2023'teki 11 trilyon 280 milyar 447 milyon TL'den 11 trilyon 337 milyar 137 milyon TL'ye çıktı. Buna göre bir ayda milyonerlerin serveti 56 milyar 690 milyon TL arttı.

Döviz hesapları 4 trilyonu geçiyor

Milyonerlerin serveti Kasım sonuna göre (iki ayda) 701,5, Ekim sonuna göre (üç ayda) 942,8 milyar lira yükseldi. Hesabında 1 milyon ve üzeri mevduatı olan mudi sayısı da iki ayda 93 bin 63, üç ayda 153 bin 267 kişi arttı.

Ocak 2024 verilerine göre milyonerlerin 1 milyon 321 bin 400'ünü yurt içi yerleşikler, 149 bin 461'ini yurt dışı yerleşikler oluşturdu. Bir milyon ve üzeri mevduatların yaklaşık 6,9 trilyon lirası yerel para cinsi, 4,1 trilyon 1 lirası döviz tevdiat hesabı, 344,5 milyar lirası da kıymetli maden depo hesaplarından oluştu.

Kurlardaki yükselişin nedeni ne?

DW Türkçe'ye konuşan uzmanlara göre kurlardaki yükselişin altında Merkez Bankası'nın uyguladığı sıkı para politikasının yerel seçim sonrasında terse dönebileceği ve dövizdeki baskının ortadan kalkabileceği yönündeki beklentiler yatıyor. 

Uluslararası kurumların bu beklentiye yol açan değerlendirmelerine işaret eden uzmanlar, diğer yandan Ocak ayı itibariyle mevduat faizlerinde düşüşün başlaması ve yabancı sermaye girişlerinde istenilen seviyenin yakalanmamasının da kur artışında etkili olduğu görüşünde. 

DW Türkçe'ye konuşan Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın, çeşitli kurumların yayımladığı raporlarda dolar değerinin 40'a doğru ulaşabileceği yönünde bir beklenti olduğuna işaret ederek, "Bu da bir anlamda piyasada şu an satın alınıyor. Yani aslında yurttaşlar, kendini güvence altına almak için yerel seçim sonrasında tekrar ortaya çıkabilecek döviz hareketi karşısında biraz daha güvenli limana doğru hareket ediyor. Güvenli liman da dolar, diğer döviz cinsi birikim ve altın" diyor.

Döviz ve altına talep artarken bankalardan nakit avans ve tüketici kredisi kullanmak isteyenlere altın ve döviz almamaları yönünde bir uyarı geldi.

 "Bilindiği üzere tüketici kredileri; gerçek kişi tüketicilerin eğitim, sağlık, seyahat, taşınma, evlilik, alışveriş vb. kişisel ihtiyaçların karşılanması amacıyla bir defada sağlanan finansal destek kredileridir" hatırlatması yapılan uyarıda müşterilerden tüketici kredisi ve bu nitelikte olan nakit avansı amacına uygun kullanacaklarına dair taahhüt isteniyor.

Piyasada beklenti yükseldi

Merkez Bankası'nın Mart ayına ilişkin Piyasa Katılımcıları Anketi'ne göre, piyasanın yıl sonu dolar beklentisi 40,02 TL'den 40,53 TL'ye, 12 ay sonrası için dolar/TL beklentisi de 41,15'ten 42,79 TL'ye yükseldi.

Eylül 2023'te açıklanan Orta Vadeli Program'a (OVP) göre ise dolar/TL kurunun yıllık ortalama değerleri 2024'te 36,8 TL, 2025'te 43,9 TL, 2026'da ise 47,8 TL olarak tahmin ediliyor.

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

Vatandaş ve şirketlerde kredi kartı korkusu

Türkiye'de bir süredir konuşulan kredi kartlarına kısıtlama getirilmesine ilişkin ilk adım geçen hafta bankalardan geldi. 31 Mart seçimlerinden sonra ekonomi yönetiminin de enflasyonla mücadele kapsamında yeni kısıtlamaları yürürlüğe koyması bekleniyor. Ancak kart kullanımı konusundaki kısıtlamalara hem tüketiciler hem de şirket sahipleri tepkili.

DW Türkçe'ye konuşan tüketiciler kredi kartı kullanmadan ay sonunu getirmenin mümkün olmayacağını söylerken, şirket sahipleri ise kredi kartlarının yalnızca alışverişlerde değil mal ticaretinde de kullanıldığına işaret ederek, iş hayatının ciddi zarar göreceğine dikkat çekiyor.

İlk adım bankalardan geldi

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) Resmî Gazete'de dün yayımlanan kararına göre kredi kartlarından yapılan nakit avans işlemleri ve kredili mevduat hesaplarında uygulanacak aylık azami akdi faiz oranı yüzde 4,42'den yüzde 5'e yükseldi.

Bankalar da 12 Mart'ta kredi kartı kullanımına ilişkin bir dizi kısıtlamayı yürürlüğe soktu. Bu kapsamda kredi kartına nakit avansta taksit sınırı 12'den 3'e indirilirken, nakit avansta limit oranları düşürüldü. İlk müşterilere verilen faizsiz kredilerin vadesi 6 aydan 3 aya indirilirken, ihtiyaç ve kredi faizlerinde yıllık faiz oranı da artırıldı. Bankaların düzenlemesi şimdilik kredi kartı ile taksitli alışverişleri kapsamıyor.

DW Türkçe'ye konuşan Tüketici Örgütleri Konfederasyonu (TÖK) Fuat Engin, bankaların hükümetten herhangi resmi bir talimat olmaksızın kendilerini korumak için tüketici haklarını ihlal ettiğini savunuyor.

Tüketici Örgütleri Konfederasyonu (TÖK) Fuat Engin
Tüketici Örgütleri Konfederasyonu (TÖK) Fuat Enginnull Privat

Fuat Engin: Tek çaremizi elimizden alıyorlar

Türkiye'deki tüketicilerin zaten dünyanın en yüksek dolaylı vergilerini ödediğine dikkat çeken Engin, "Çok kazanandan çok, az kazanandan az alınması gereken vergiler tamamen tüketicinin sırtına yüklenmiş durumda. Akaryakıta her gün zam geliyor ve bu da dolaylı olarak bütün ürünlere zam olarak yansıyor. Bu konuda vatandaşın tek çaresi kredi kartıyla geleceğe borçlanarak ihtiyaçlarını karşılaması. Şimdi bunu da elimizden alıyorlar" diye konuşuyor.

Seçimden sonra getirilmesi beklenen yeni düzenlemelerle hem kredi kartı kullanımının daha da zorlaşacağını hem de yeni bir zam dalgası yaşanacağını dile getiren TÖK Başkanı, "Bunca yükü tüketicilerin nasıl kaldıracağını açıkçası bilemiyorum. Bu bizim için artık bir zulme dönüştü" diyor.

Kart borcundan takibe düşen kişi sayısı 1,4 milyonu aştı

Ülke çapında 11 dernek ve 3 federasyonun çatı örgütü olan Tüketici Örgütleri Konfederasyonunun (TÖK) hazırladığı "Tüketicinin Korunması Alanında Finansal Tüketici İşlemleri Raporu"na göre, 2023 yılında krediler ve kredi kartlarından kaynaklı icra takipleri önceki yıllara göre ciddi bir artış gösterdi.

Raporda, Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi tarafından açıklanan verilere göre bireysel kredi veya bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe alınmış kişi sayısının bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 45 artışla 1,4 milyonu bulduğuna dikkat çekildi.

Türkiye'de kredi kartsız yaşam mümkün mü?

Takibe düşme oranının 2006 yılından bu yana en yüksek seviyeye çıktığına işaret eden TÖK Başkanı Fuat Engin, "Bu nedenle sosyal patlamaların artan oranda yaşandığı gerçeği yanında, konut satış ve kiralardaki orantısız artışların yarattığı sorunlardan dolayı tüketicinin yaşamı alt üst oldu" diye konuşuyor.

Şirketler de kaygılı

Kredi kartı düzenlemeleri yalnızca tüketicilerin değil, şirket sahiplerinin de tepkisine neden oluyor.

Türkiye'nin en büyük yaklaşık 200 markasını temsil eden Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Başkanı Sinan Öncel, DW Türkçe'ye yaptığı açıklamada, enflasyonu düşürmek için yalnızca tüketimi kısmanın yeterli olmadığını, fiyatların düşmesi için üretimin teşvik edilmesi gerektiğini söylüyor.

Sinan Öncel: Üretime radikal teşvikler verilmeli

Üretici şirketlerin ham madde maliyetlerinde çok büyük artışlar yaşandığını ve yaşanmaya devam ettiğini dile getiren Sinan Öncel, "Biz dünyanın belki en yüksek ham madde koruma duvarlarıyla çevrilmiş vaziyetteyiz. Referans fiyat ve gümrük vergileriyle beraber ara mal ve ham maddede çok yüksek vergiler ödüyoruz. Bu yüzden hükümetten ham madde fabrika yatırımlarını daha fazla teşvik etmesini bekliyoruz" şeklinde konuşuyor.

Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Başkanı Sinan Öncel
Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Başkanı Sinan Öncelnull Privat

Öncel, üreticilere radikal teşvikler verilmeden hammadde maliyetlerinin düşürülemeyeceğini, dolayısıyla ürün fiyatlarının da yüksek kalmaya devam edeceğini kaydediyor.

"Şirketler de artık çek yerine kredi kartı kullanıyor"

Kredi kartı kısıtlamalarının özellikle perakende sektörünü çok olumsuz etkileyeceğini, ancak sorunun daha derin olduğunu ifade eden Sinan Öncel, şöyle konuşuyor:

"Kredi kartını sadece mağazadan ceket alırken kullanmıyorsunuz. Ticari işletmeler, özellikle KOBİ düzeyindeki ticari işletmeler artık çek yerine kredi kartı kullanıyorlar. Yani sadece 3-5 bin liralık alışverişler değil, milyon liralık mal ticaretleri kredi kartıyla yapılıyor. Çünkü kredi kartı ödeme garantisi getiriyor. İşletmeler artık toptan satışlarını kredi kartıyla yapıyor. Bu yüzden kredi kartlarındaki kısıtlamalar sadece alışverişi değil, ticari hayatı da olumsuz etkileyecek."

Tüketici kredileri ve kart harcamaları artıyor

Öte yandan hükümetin ve bankaların kredi kullanımını azaltma amacı taşıyan adımlarına rağmen, tüketici kredilerine talep her geçen gün artmaya devam ediyor.

Merkez Bankası verilerine göre, kur etkisinden arındırılmış 13 haftalık yıllıklandırılmış kredi büyümesi 16 Şubat haftası itibarıyla yüzde 28'e ulaştı. Tüketici kredilerindeki büyüme ise yüzde 24,74 ile Ağustos ayından bu yana en hızlı büyüme oldu.

Ticari kredi büyümesi de aynı dönemde yüzde 16,43 olarak kaydedildi. Sektörün kredi hacmi 16 Şubat itibarıyla 43 milyar 179 milyon lira artış gösterdi. Aynı dönemde, toplam kredi hacmi 12 trilyon 8 milyar 987 milyon TL'den 12 trilyon 52 milyar 166 milyon TL'ye çıktı.

Aynı şekilde, bireysel kredi kartı harcamalarında da artış devam ediyor. Merkez Bankası verilerine göre, banka kartı ve kredi kartı işlemleri tutarı 1 Mart ile biten haftada önceki haftaya göre yüzde 15 artışla 262,6 milyar TL seviyesine yükselerek rekor kırdı. Bu işlemlerden ayrı olarak açıklanan internet üzerinden kredi kartı ile yapılan alışverişler de haftalık 15,6 milyar TL artış ile 83,4 milyar TL'ye yükselerek rekor kaydetti.

Peki seçim sonrası dönemde, kredi kartı kullanımına ilişkin yeni kısıtlamalar gelecek mi?

Evren Bolgün: Mutlaka yeni kısıtlamalar gelecek

DW Türkçe'ye konuşan Prof. Dr. Evren Bolgün, bu soruya "Bu kısıtlamalar burada bitmeyecek, mutlaka devam edecek" yanıtını veriyor.

Prof. Dr. Evren Bolgün
Prof. Dr. Evren Bolgün, kredi kartında yeni kısıtlamaların beklendiğini belirtiyornull Privat

Merkez Bankası'nın son birkaç aydır faiz artışlarını kredi kart faizlerine yansıtmadığına işaret eden Prof. Bolgün, "Böyle olunca bankalar da Şubat ve Mart döneminde kredi kartı limitlerinde bonkörce artışlar yaptılar. Aslında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun (BDDK) resmi yönetmeliğine göre, bir kişi kartını aldığı ilk yıl aylık gelirinin iki katından, sonraki yıllarda ise dört katından fazla kredi kartı limitine sahip olamaz. Ancak uzun süredir bunun çok üstünde limitler var. Çünkü hükümet büyümek için tüketime göz yumdu" diye konuşuyor.

"Taksit sayısı düşürülür, temel gıdada KDV artırılır"

Seçim sonrasında başta elektronik ürünler olmak üzere ithal ürünlerde kredi kartı kullanımının tamamen kaldırılabileceğini ya da taksit imkanına son verilebileceğini ifade eden Evren Bolgün, şu görüşleri dile getiriyor:

"Mobilya ve beyaz eşyada da taksit sınırını üçe çekebilirler. En kritik düzenleme ise bahsettiğim kart limitlerinin aşağıya çekilmesi olur. Kredi kartlarına bu tür yeni sınırlar getirilirse, şirketlerin cirosu da vatandaşların harcaması da yarı yarıya düşer. Ayrıca KDV oranlarında, örneğin temel gıda maddelerinde Şubat 2022'de Cumhurbaşkanlığı kararıyla yüzde 1'e indirilen KDV oranı tekrar yüzde 8'e çıkarılabilir."

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

Popülistlerin ekonomi karnesi nasıl?

Popülizm küresel çapta giderek daha da yayılıyor. Alman ekonomist Christoph Trebesch'in tespitine göre dünyanın dörtte biri popülistlerce yönetiliyor.

Türkiye'de 22 yıldır Recep Tayyip Erdoğan iktidarda, Macaristan'da Viktor Orban uzun yıllardır Başbakan. Arjantin'de ise Aralık ayında görevine başlayan popülist Javier Milei ipleri eline aldı, Amerika Birleşik Devletleri'nde de Donald Trump Kasım ayında düzenlenecek başkanlık seçimlerini kazanıp yeniden iktidara gelecek gibi gözüküyor. Almanya'da da aşırı sağcı, İslam ve göç karşıtı sağ popülist Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi, yaklaşan Avrupa Parlamentosu, yerel seçimler ve sonbaharda düzenlenecek üç eyalet seçimi öncesinde kamuoyu destek oranlarını gün geçtikte artırıyor.

Popülistlerin başarı reçetesi, çoğunlukla, kendilerini, var olduğunu iddia ettikleri bir grup elite karşı halkın savunucusu olarak sergilemeleri. Halka, daha yüksek refah ve söz konusu elit kesimin gücünü elinden almayı vadediyorlar.

Peki, gerçekte durum nasıl? Popülistler gerçekten de vaatlerini yerine getiriyor mu? Ve bir ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum, popülistlerin iktidara gelmesinde ne kadar etkili bir rol oynuyor?

Mali krizler popülistlerin palazlanmasına zemin yaratıyor

Ekonomist Christoph Trebesch ile yine ekonomi araştırmacıları Moritz Schularick ve Manuel Funke'nin birlikte yürüttükleri bir araştırmanın sonuçlarına göre, bir ülkede ekonomik durum iyiyse popülistlerin işi zorlaşıyor. Trebesch ve meslektaşları konuyla ilgili araştırmayı hazırlarken 1990-2020 döneminde ekonomiyle popülizm arasındaki bağlantıları büyüteç altına aldılar.

Almanya'nın Kiel kentindeki Dünya Ekonomisi Enstitüsünde görevli uzman Trebesch ve meslektaşlarının araştırmaları, mali krizlerin popülistlerin başarısının ateşleyicisi olduğu sonucuna varıyor. Kıdemli uzmanlara göre popülistlerin kullandığı "halk elitlere karşı" ve "elitlerin hezimeti" söylemleri de ekonomik krizlerin yaşandığı dönemde insanlara inandırıcı teoriler gibi sunuluyor. Burada şöyle bir mantık işliyor: Mevcut siyasal sistemde belli bir nokta o kadar kökten hatalı ki krizi tetikliyor.

Trebesch'e göre aynı mantıkla yolsuzluk skandalları da popülistlerin güçlenmesine zemin sağlıyor. Trebesch buna eski İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi örneğini veriyor.

Ancak bu dinamiklerin yanı sıra küreselleşme ile popülistlerin güç kazanması arasında da bağlantı olduğu tespit edilmiş. Uzman, örneğin Çin'in büyük rekabet gücünün yoğun hissedildiği ülkelerde, Çin'den ithalat nedeniyle endüstrinin bazı kollarının sarsılması veya istihdam alanlarının kaybolması halinde popülistlerin güçlendiğini saptadıklarını belirtiyor.

Türkiye'de de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın vaatlerine rağmen halk yüksek enflasyon altında eziliyor.
Türkiye'de de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın vaatlerine rağmen halk yüksek enflasyon altında eziliyor. null Adem Altan/AFP/Getty Images

Alman Bertelsmann Vakfı uzmanı Thieß Petersen de gelişmiş ekonomilerde, sermaye ve teknolojilerin ön plana çıkmasıyla insanların gelir veya istihdam kaybı yaşaması halinde, ampirik araştırmaların, bu ülkelerde popülistlerin işinin kolaylaştığını ortaya koyduğunu aktarıyor. "Çoğu zaman böylesi bir gelişme yaşanabileceği korkusu bile popülistleri güçlendirmeye yetiyor" diye konuşuyor.

Ancak Petersen de pek çok uzman gibi popülizmin güçlenmesinde farklı faktörlerin rol oynadığını ve bu sürecin sadece ekonomik gelişmelerle açıklanamayacağını hatırlatıyor. Ona göre ekonomik gerekçeler aslında gerçek sebepleri de oluşturmuyor.

Uzun vadeli refah kaybı endişesi

Her ne kadar vaatleri arasında öne çıksa da popülistler iktidara geldiğinde halka daha fazla refah sağlama konusundaki sözlerini çoğunlukla yerine getirmiyorlar. Öte yandan Trebesch'e göre onlar iktidara geldiklerinde kısa vadede ekonomik çöküntü de yaşanmıyor. Uzun vadede değerlendirildiğinde ise popülistlerin yönetimindeki ekonomiler kötüleşiyor.

Trebesch ve meslektaşlarının yaptığı araştırmaya göre popülistlerin iktidara gelmesinden sonraki 15 yıl zarfında gayri safi yurt içi hasıla, popülistlerce yönetilmeyen ülkelere göre yüzde 10 düşüş kaydediyor. Uzman, "Bu da halkın alım gücünün düşmesi demek" diye vurguluyor. Uzman ekibin araştırmaları ayrıca, popülist iktidarlar döneminde insanlar arasındaki eşitsizliğin giderilmesi yönünde iyileşme olmadığını ortaya koymuş.

Trump döneminde ekonomik durum

Eski ABD Başkanı Donald Trump da birçok vaatte bulundu. Ancak Almanya Federal Siyasi Eğitim Merkezi (bpb), Trump'ın görev süresinde korona pandemisine kadar olan dönemde ekonominin, önceki Başkan Barack Obama dönemiyle (2014-2017) karşılaştırıldığında hissedilir derecede daha iyi olmadığına dikkat çekiyor. Obama döneminde ekonomik büyüme ortalama yüzde 2,4 iken, büyümenin Trump'lı ilk üç yılda ancak yüzde 2,5'e ulaştığı saptaması yapılıyor.

2009'da yüzde 10 olan cari açık Obama döneminde 2016'ya kadar yüzde 3,1'e düşürüldü. Trump dönemindeyse büyüme rakamlarındaki olumlu gelişmeye rağmen 2019'da yeniden yüzde 4,6'ya çıktı. Trump'ın 2017'de yaptığı vergi indirimleri de devlete 1,5-2 trilyon dolara mal oldu. Uzmanlar, bunun halka değil, çok iyi kazananlar ile büyük şirketlere verilmiş bir hediye olduğunu kaydediyor.

Trebesch, "Trump döneminde ekonomik çöküntü görmedik ancak yapılan araştırmalar, Trump olmasaydı ekonominin daha da iyi gelişme göstermiş olacağını ortaya koyuyor" diyor.

Trump sadece dört yıl görev yaptı. Trebesch, popülistlerin ne kadar uzun iktidarda kalırlarsa oluşturdukları etkinin de o kadar güçlü olduğuna dikkat çekiyor. "Trump'ın bir kez daha iktidara gelmesi halinde çok daha sert siyasi ve ekonomik adımlar atacağından yola çıkıyoruz" diye de ekliyor. Bu tahminden yola çıkarak da refah açısından da çok daha büyük kayıplar yaşanacağına inanıyor. 

Arjantin'deki son devlet baskanligi seçimlerini de radikal ve popülist söylemleriyle öne çıkan Milei kazandı.
Arjantin'deki son devlet baskanligi seçimlerini de radikal ve popülist söylemleriyle öne çıkan Milei kazandı. null Marcos Gomez/AG La Plata/AFP

Ekonomi politikaları başlangıçta nispeten yumuşak

Uzmanlara göre, popülistlerin ekonomi politikalarında benzerlikler söz konusu. Popülistlerin ekonomiye başlarda tesirinin az olmasının nedeni ise iktidara gelmeleriyle beraber merkez bankaları veya ekonomik yapılanmalara ve kuruluşlara hemen müdahale etmemeleri ve aynı şekilde yine göreve geldikleri ilk dönemlerde yargıya da hızla müdahalelerde bulunmamaları. Trebesch, bu tür alanlar yani "elit" diye niteledikleri yapılara müdahalenin ağırlıklı olarak popülistlerin iktidarlarının ilerleyen dönemlerinde görüldüğünü saptadıklarını belirtiyor.

Seçim vaatlerine uygun olarak da popülistler araştırmaya göre çoğunlukla sınırları insanlara, sermaye ve ticarete kapatma eğilimindeler. Trebesch, "Çok harcama yapıyorlar, daha gevşek bir mali politika izliyorlar ve devletin borçlanması onlar döneminde artıyor. Bunu özellikle Arjantin örneğinde gözlemlemek mümkün" diye kaydediyor.

Bir gelince kolay gitmiyorlar

Araştırmalara göre ortaya ilk görünüşte çelişkili ve sinsice bir tablo ortaya çıkıyor; Popülistler ekonominin kötü olduğu dönemlerde iktidara daha kolay geliyorlar, ancak ekonomi düzelmese de hatta daha da kötüye gitse bile iktidarda kalmaya devam ediyorlar. Trebesch, "Verilere bakıldığında, popülistlerin bir kez iktidara geldiklerinde, ülkeyi yıllarca ve hatta belki de on yıllarca şekillendirmelerinin oldukça muhtemel olduğu görülüyor" ifadelerini kullanıyor. diyor. Trebesch'e göre popülistler siyasi olarak ayakta kalma konusunda yetenekliler.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

 

TÜİK: Genç nüfusta işsizlik yüzde 16,6

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Ocak 2024 dönemine ilişkin iş gücü istatistiklerini açıkladı.

Hanehalkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre; 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 85 bin kişi artarak 3 milyon 214 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0,2 puan yükselerek yüzde 9,1 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7,7 iken kadınlarda yüzde 11,7 olarak tahmin edildi.

İstihdam edilenlerin sayısı Ocak 2024'te bir önceki aya göre 160 bin kişi artarak 32 milyon 222 bin kişi, istihdam oranı ise 0,2 puan artarak yüzde 49,0 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 66,0 iken kadınlarda yüzde 32,4 olarak gerçekleşti.

Genç nüfusta işsizlik arttı

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 1,1 puan artarak yüzde 16,6 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 14,1, kadınlarda ise yüzde 21,1 olarak tahmin edildi.

TÜİK verilerine göre işgücü 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 245 bin kişi artarak 35 milyon 436 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,3 puan artarak yüzde 53,9 olarak gerçekleşti.

Ücretli çalışanların milli gelir payı eriyor

İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 71,5, kadınlarda ise yüzde 36,6 olarak kaydedildi.

İstihdam edilenlerden referans döneminde işbaşında olanların, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış haftalık ortalama fiili çalışma süresi 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 0,4 saat azalarak 43,3 saat olarak gerçekleşti.

Atıl işgücü oranı yüzde 26,5

Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 1,7 puan artarak yüzde 26,5 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 18,2 iken işsiz ve potansiyel işgücünün bütünleşik oranı yüzde 18,3 olarak tahmin edildi.

DW/AÜ,HT

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

 

Çin "yeni üretken güçleri" harekete geçiyor

Çin'in devlet kontrolündeki medyası, haftalardır Şi Cinping'in ekonomiyi canlandırmaya yönelik son fikri hakkında haberler yapıyor. Devlet Başkanı ve Komünist Parti Lideri, "Yeni üretken güçleri" harekete geçirerek, geleceğin teknolojileri yarışında ivme kazanmak ve dünyanın geri kalanından daha bağımsız hale gelmek istiyor.

"Üretken güçler" ifadesi, bir ekonominin doğal kaynaklarını, emeğini, üretim araçlarını ve teknik bilgisini tanımlayan 19'uncu yüzyıl Marksist ekonomi teorisine dayanıyor.

"Son zamanlarda Çin yönetimi, gelecekte güçlü bir ekonomik büyümeyi mümkün kılmak için geliştirilmesi gereken 'yeni üretken güçlerden' sık sık bahsetti" değerlendirmesini yapan parti gazetesi "China Daily", on bir yıldır ülkeyi yöneten Şi Cinping'in yeni yöneliminin ana hatlarını şöyle açıklıyor: "Emek ve sermaye gibi geleneksel üretim araçlarının aksine, bunlar öncelikle teknolojik yeniliklere dayanıyor."

Yoruma açık slogan

Fon yönetim şirketi Union Investment'ın Çin Baş Ekonomisti Volkmar Baur, DW'ye yaptığı açıklamada, yeni sloganın fazlasıyla yoruma açık olduğunu söylüyor:

"Sloganın içeriğinde henüz pek birşey yok. Ama bu Çin'de alışılmadık bir durum değil. Bu sloganlar her zaman önce kaba bir yön çizer ve sonra yavaş yavaş ve kademeli olarak içi doldurulur. Örneğin Şi Cinping'in 'Ortak Refah' sloganının da "gerçekte ne anlama geldiği hakkında pek bir şey bilmiyoruz. Başlangıçta 'Kuşak ve Yol Girişimi' için de aynı şey geçerliydi. Ancak yıllar geçtikçe bu girişim 'Yeni İpek Yolu' kavramıyla ifade edildi ve daha somut hale geldi."

Uzmanlar, Şi Cinping'in "yeni üretken güçler" kavramının da oldukça yoruma açık olduğu degerlendirmesini yapıyor.
Uzmanlar, Şi Cinping'in "yeni üretken güçler" kavramının da oldukça yoruma açık olduğu degerlendirmesini yapıyor. null Florence Lo/REUTERS

"Yeni Üretken Güçler" tanımı, ilk kez 2023 sonbaharında Şi Cinping'in Heilongciang eyaletine yaptığı bir ziyaret sırasında kullanıldı. Baur, "Şimdiye kadar tek bildiğimiz, bunun gelecekte daha sık duyacağımız önemli bir slogan olacağı" diyor.

Baur'a göre parti basını, her yeni girişimi "Şi Cinping'in, Marksist teoriyi daha da geliştirdiği önemli bir yenilik" olarak parlatıyor. Özellikle 5 Mart'ta Pekin'de başlayan Ulusal Halk Kongresi öncesinde Çin ve uluslararası kamuoyu, yeni üretken güçler tanımına odaklanmıştı.

Yeni rota baş ağrıtıyor

Berlin'deki Çin eksenli düşünce kuruluşu MERICS'ten Nils Grünberg'e göre ise Şi'nin bu yeni ekonomi politikası girişimi, taşradaki pek çok yöneticinin başını ağrıtacak türden: "Yerel yöneticiler çok zor durumda. Pekin'in talep listesinin tam olarak ne olduğunu bir şekilde bulmak zorundalar ki bunu uygulayabilsinler. Bu nedenle Şi Cinping'in sloganları yorumlanmalı ve halka anlatırken "somut içeriği olmayan garip bir dille aktarılmalı ki saldırı yapılacak birşey olmasın. Şi, düzenli olarak bu şifreli mesajlarla ortaya çıktığında, taşradaki parti yetkilileri için Pekin'in yaklaşımının nasıl değiştiğini anlamak her zaman çok zor oluyor."

Parti basınına bakıldığında, "Yeni üretken güçlerin" harekete geçirilmesinde odaklanılan nokta açıkça görülüyor: China Daily, "Emek, toprak ve sermaye gibi unsurlar tarafından yönlendirilen geleneksel üretim araçlarıyla karşılaştırıldığında, bu 'yeni üretken güçler', esas olarak teknolojik yenilikler ve veri gibi yeni unsurlar tarafından şekillendirilen unsurları ifade ediyor" diyor.

Parti gazetesine göre, Çin'deki ekonomi planlamacıları, "Ülkenin yeni üretken güçlere odaklanmasının, geleceğe yönelik endüstrilerin ve kilit teknolojilerin gelişimini hızlandırabileceğine, böylece modern endüstriyel kalkınmayı teşvik edebileceğine ve dünyanın en büyük ikinci ekonomisini küresel değer zincirinde ilerletebileceğine" inanıyor.

Volkmar Baur, bunun tümüyle verimlik konusuyla ilgili olduğunu düşünüyor: "Çin'in son dönemde yaptığı pek çok şeyin, verimliliği artırmaya yönelik olmadığını söylemek gerekiyor. Devlet idaresi, araştırma ve iş dünyasına giderek daha fazla müdahale ediyor ve bu da inovasyonu sınırlıyor. Şirketlere, nereye ve hangi alanlara yatırım yapmaları gerektiği ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Bu da verimliliği azaltıyor. Bu çelişkinin nasıl giderileceğini görmek kesinlikle ilginç olacak."

China Photovoltaik
null CFOTO/picture alliance

Fikir gerçekten yeni mi?

Peki Çin, yeni üretken güçlere yönelimle birlikte, Made in China 2025 (MiC 2025) girişimi gibi önceki ekonomi politikası programlarından uzaklaşacak mı? MERICS analisti Jacob Gunter'in yanıtı net: "Aslında 'Made in China 2025' ifadesi, yabancıları korkutuyor. Bu nedenle Çinliler artık bu tanımı kullanmıyor. Ancak bu durum, planlarından vazgeçtikleri anlamına gelmiyor."

Gunter, ileri teknolojinin Şi Cinping'in bir "takıntısı" olduğunu da söylüyor: "Bu, onun için bir öncelik. 'Made in China 2025' listesinde yer alan on teknolojik alan, sermaye ve kaynağın yanı sıra araştırma ve geliştirmenin odak noktası olmaya devam ediyor."

Kalıcı yüksek teknoloji hedefleri

Volkmar Baur, Çin'in "Made in China 2025" kapsamında hedeflediği ileri teknoloji yarı iletkenlerin üretimi gibi kilit alanlardaki iddialı projeleri gerçekleştirememiş olsa da inatla yoluna devam ettiğini söylüyor. Bazı aksaklıklara rağmen Çin'in "Made in China 2025" kapsamında yüksek teknolojide elde ettiği bir dizi başarı da var. Çin uzmanı Baur, "Ülke, elektrikli otomobiller, hızlı trenler ve yenilenebilir enerjiler konusunda kesinlikle dünya liderleri arasında," diyor.

Halk Cumhuriyeti ayrıca gemi yapımı, uzay yolculuğu ve robotik alanlarında da büyük ilerleme kaydetti. Volkmar Baur, Çin'in, Batı'nın yaptırımları nedeniyle yavaşladığı alanların başında iletişim teknolojileri geldiğini belirtiyor ve ekliyor: "Belki her şey başarılı olmadı. Zira pek çok alanda hâlâ Batı teknolojisine bağımlılık söz konusu. Ancak MiC 2025'i kesinlikle topyekûn bir başarısızlık olarak da nitelendiremeyiz."

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

 

Ramazan'da et fiyatları artacak mı?

Türkiye’deki yüksek enflasyon, özellikle gıda ürünlerinde kendini gösteriyor. Vatandaşların 11 Mart’ta başlayacak Ramazan ayı boyunca kuracağı iftar sofralarının maliyeti her geçen gün artıyor. Her Ramazan ayı öncesinde olduğu gibi, bu yıl da kırmızı et fiyatlarında sert yükselişler yaşanıp yaşanmayacağı merak konusu. DW Türkçe’ye konuşan sektör temsilcileri, piyasada "zam fırsatçıları" olduğu için fiyatların yükselişe geçtiğini belirterek, fiyat artışlarını engellemek için küçük üreticilerin daha fazla desteklenmesi gerektiğini belirtiyor.

4 Mart’ta TÜİK tarafından açıklanan son enflasyon verilerine göre, geçen ayki yüzde 4,53'lük aylık enflasyonun 2,03 puanı gıda ve alkolsüz içeceklerden geldi. Yıllık bazda ise yüzde 67,07'lik enflasyonun 18,5 puanı yine gıda ve alkolsüz içeceklerden kaynaklandı. Ramazan arifesinde giderek artan zamlara karşı ise hem özel sektör hem de kamu kurumları çeşitli önlemler alıyor. 

ESK et üretimini iki katına çıkardı

Tarım ve Orman Bakanlığı'na bağlı Et ve Süt Kurumu'nda (ESK), Ramazan öncesi et ve et ürünlerine talep arttı. ESK de Ramazan ayı boyunca mağazalarındaki et ürünlerini daha fazla tüketiciye ulaştırma hedefiyle et üretimini artırdı. 14 ildeki 15 kombinada et üretimi 2 katına çıkarken, Ankara'daki Sincan Kombina Müdürlüğü'nde 25 ton olan günlük et üretimi 50 tona yükseltildi.

İstanbul'da fiyatı sabitleme girişimi

Öte yandan Türkiye Perakendeciler Federasyonu çatısı altında faaliyetlerini sürdüren 57 marketin üye olduğu İstanbul PERDER, ESK ile yaptığı protokol çerçevesinde bu ay başından itibaren Ramazan ayı boyunca kırmızı et fiyatlarını sabitleme kararı aldığını açıkladı. Kurumdan yapılan açıklamada, "Ramazan ayı boyunca dana kıymanın kilogram fiyatını 314 liradan, dana kuşbaşının kilogram fiyatını da 344 liradan satışa sunmaya devam edeceğiz. Yerel perakende olarak üye zincir marketlerimiz ile ramazan ayının bereketini sofralara taşımaya kararlıyız ve ramazan fırsatçılarına göz açtırmayacağız" denildi.

Türkei Istanbul | Inflation in der Türkei
null Anne Pollmann/dpa/picture alliance

"Ramazan öncesi zam fırsatçıları çıktı"

Peki Ramazan ayında ülke genelinde kırmızı et fiyatları nasıl seyredecek?

DW Türkçe'ye konuşan Kırmızı Et Sanayicileri ve Üreticileri Birliği Derneği (ETBİR) Başkanı Ahmet Yücesan, son 2 aydır sabit giden et fiyatlarının Ramazan ayına iki hafta kala hareketlenmeye başladığını söylüyor.

Bu fiyat artışlarında yüksek enflasyon ve döviz kurlarındaki yükselişin etkili olduğunu ifade eden Yücesan, "Son dönemde yüzde 8-10'luk bir fiyat artışı oldu. Ramazan'da talebin artmasını fırsat bilen bazı kesimler ise ete yüzde 15-20 zam yapmaya çalıştı. Ramazan'ın birinci haftası itibariyle piyasada fiyatlar oturmuş olur" diye konuşuyor.

Kıymanın kilosunun 450-500 TL civarında olduğu bir ortamda, kilosu 100 TL civarında olan beyaz etin daha çok tercih edileceğini belirten ETBİR Başkanı Yücesan, "Bu da kırmızı et sektörünün kayıp yaşaması anlamına geliyor. Belki bu sayede kırmızı et fiyatları yatay seyretmeye başlar" diyor.

ETBİR Başkanı Ahmet Yücesan
ETBİR Başkanı Ahmet Yücesannull privat

"Fiyatlar daha da yükselecek"

Bu arada geçtiğimiz günlerde Antalya Ticaret Borsası’nda (ATB) gerçekleştirilen toplantıda hayvancılık ve et sektörünün sorunları tartışıldı. Sektör adına değerlendirmelerde bulunan ATB Meclis üyesi Adnan İngenç, karkas et kesim fiyatlarının şu an için 300 TL seviyelerinde olduğunu belirterek, "Yem fiyatlarının sürekli artışı, enflasyonun yükselmesi ve döviz kurlarının durumu sektörü çok olumsuz etkiliyor. Fiyatlar katlanarak gidiyor. Et kesim fiyatı 2021'de 38 lira idi. 2022’de 67 lira, 2023’te 163 lira, bugün 2024'te 310 TL. Daha da yükseleceğini tahmin ediyoruz. Önlem alınmaması halinde karkas et fiyatları 500-600 lira olacak gibi" dedi.

"Aile işletmelerine daha çok destek verilmeli"

DW Türkçe'ye konuşan Türkiye Kırmızı Et Üreticileri Merkez Birliği (TÜKETBİR) Başkanı Bülent Tunç da, son 3-4 ayda kırmızı et sektöründe normal olmayan fiyat artışları yaşandığına işaret ediyor.

Türkiye'deki kırmızı et piyasasındaki oyuncuların dev işletmeler olduğuna dikkat çeken Bülent Tunç, şunları söylüyor: "Biz küçük üreticilerimize, aile işletmelerine daha fazla destek vermeliyiz. Türkiye’de kırmızı et üretiminde büyük işletmelerin olması doğru bir yöntem değil. Getirilen canlı hayvanlar küçük işletmecilere de dengeli dağıtılırsa fiyat dalgalanmalarının önüne geçilebilir".

Türkiye'nin kendi ihtiyacı olan kırmızı eti üretmek zorunda olduğunu vurgulayan Tunç, "Gıda çok stratejik bir alan ülkeler için. Kırmızı et konusunda başka ülkelere bel bağlamak doğru değil. Bu konuda hükümetin tarım ve hayvancılıkta yeni eylem planını mutlaka hayata geçirmesini bekliyoruz" şeklinde konuşuyor. 

TÜKETBİR Başkanı Bülent Tunç
TÜKETBİR Başkanı Bülent Tunçnull privat

Türkiye’nin hayvan varlığı azalıyor

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) yayınladığı 'Hayvansa Üretim İstatistikleri'nin 2023 yılı verilerine göre, geçen yıl Türkiye'de hem büyükbaş hem de küçükbaş hayvan varlığında ciddi bir azalma yaşandı. TÜİK verilerine göre, büyükbaş hayvan varlığı son 6 yılın en düşük seviyesine inerken, küçükbaş hayvan varlığı ise son 4 yılın en düşük seviyesini gördü.

2022 yılında Türkiye'nin büyükbaş ve küçükbaş hayvan varlığı toplam 73 milyon 472 bin 214 bin baş iken, 2023 yılında bu sayı 69 milyon 106 bin 753 başa geriledi. Böylelikle Türkiye’nin toplam hayvan varlığı yüzde 5-9 azalmış oldu. Bu azalış da artan maliyetler ve et ithalatı nedeniyle üreticilerin hayvanlarını kesime göndermek zorunda kalması etkili oldu.

Bakan Yumaklı: İthalatı 3 yılda bitireceğiz

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, geçen hafta yaptığı açıklamada, et ithalatını üç yılda sona erdirmeyi hedeflediklerini söyledi. Hayvancılık üretiminde maliyet, kapasite ve pazarlama imkanları doğrultusunda planlı üretim modeline geçileceğini kaydeden Bakan Yumaklı, ette maliyetle açıklanamayacak fiyat hareketleri olduğunu belirtirken, kesim fiyatlarının düştüğü dönemde et fiyatının arttığını kaydetti.

Yeni dönemde aile işletmelerine, tüm desteklere ilave destek sağlanacağı vurgulayan Yumaklı, genç ve kadın üreticilere de yüzde 70 ilave destek verileceğini dile getirdi.

"Buzağı ölümlerine çözüm bulunmalı"

ETBİR Başkanı Ahmet Yücesan, Bakan Yumaklı’nın "3 yılda et ithalatını bitireceğiz" açıklamasını olumlu bulduklarını ancak ithalatın bitirilmesi için yapılması gerekenlerin açıklanmadığını dile getiriyor.

"İthalatın nasıl bitirileceğine dair bugün itibariyle tek madde yok elimizde. Oysa hiç olmazsa süt fiyatlarında yeni düzenleme yapılabilirdi" diyen ETBİR Başkanı, buzağı sayısındaki azalmaya da acilen çözüm bulunması gerektiğinin altını çiziyor.

 

Almanya: Tesla fabrikasına saldıran Volkan Grubu ne istiyor?

Salı günü sabaha karşı 4:50 sularında, Almanya'nın Brandenburg eyaletindeki Steinfurt'ta bir elektrik hattı alevler içinde kaldı. Yangının kasıtlı biçimde çıkarıldığı tespit edilirken, hattın çevresinde bulunan otomobil tekerlekleri, yangını körükledi. Kısa süre içerisinde elektrik akımı durdu. Berlin'i çevreleyen bölgede binlerce hâne elektriksiz kaldı.

Söz konusu yangının en çok etkilediği yerler arasında, Elon Musk'ın sahibi olduğu elektrikli araç üreticisi Tesla'nın Grünheide'de bulunan fabrikası da yer aldı. Günde yaklaşık 750 elektrikli otomobilin banttan indiği tesiste çalışan 12 bin kişi, kesintiler sonucunda evlerine gönderildi. Kundaklamanın, Tesla'ya verdiği mâli zararın yüzlerce milyon euroyu bulduğu belirtiliyor.

"Uzaylı müttefikleri" olan radikal solcular

Saldırıyı, Almanya'da faaliyet gösteren radikal solcu bir örgütlenme olan "Volkan Grubu" üstlendi. Grubun saldırıdan kısa süre sonra internet sayfalarında yayınladıkları mesajın doğruluğu, hâlihazırda polis tarafından teyit edildi.

"Tesla'ya sabotaj düzenledik" ifadelerine yer verilen söz konusu mesajda, Elon Musk hakkında "teknofaşist" tabiri kullanıldı. Mesajda, dünya nüfusuna karşı "totaliter bir teknolojik saldırı" planlamakla suçlanan Musk'a bir ders verilmesi gerektiği savı yer aldı.

Örgütün mesajında ayrıca kapitalizm, sömürü, çevrenin yok edilmesi ve modern gözetim teknolojilerine ayrı ayrı eleştiriler de yöneltildi. Saldırı ile Tesla'ya "diz çöktürülmesi" ve Musk'ın Mars gezegenine kaçmaya zorlanmasının amaçlandığı belirtilirken, Musk'ın orada da güvende olmayacağı belirtildi. Musk'a karşı zaferin mutlaka kazanılacağının öne sürüldüğü mesajda, "Güçlü uzaylı müttefiklerimiz onu orada beklemekteler" ifadesine de yer verildi.

Tesla fabrikasının büyütülmesi için kesilmesi öngörülen ağaçların bulunduğu orman "Tesla'yı durdurun" adındaki inisiyatiften çevre aktivistleri tarafından günlerdir işgal altında.
Tesla fabrikasının büyütülmesi için kesilmesi öngörülen ağaçların bulunduğu orman "Tesla'yı durdurun" adındaki inisiyatiften çevre aktivistleri tarafından günlerdir işgal altında. null Annette Riedl/dpa/picture alliance

Söz konusu mesajdan elde edilen ipuçları dışında, Almanya'da şu ana kadar adı duyulmamış olan Volkan Grubu'nun dünya görüşü hakkında pek bir bilgi mevcut değil. Aşırı solcu ve anarşist ideolojilere sahip olduğu belirtilen grubun, her çeşit hiyerarşi ve insanların üzerinde tahakkümü ilkesel olarak reddettiği belirtiliyor. Öte yandan söz konusu saldırıyı "8 Mart (Uluslararası Kadınlar Günü) hediyesi" olarak tanımlayan grubun, ataerkillik karşıtı olduğu sonucunu çıkarmak da mümkün.

Yayınlanan mesaj incelendiğinde, içerik ve üslubun son yıllarda yayınlanan saldırı üstlenme mesajlarına ve Almanya'da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın (Verfassungsschutz) elindeki 2015 tarihli bir "strateji belgesine" benzerliği dikkat çekiyor. Bu çerçevededeğerlendirildiğinde, ilgili Alman makamları, metnin "kısmen veya tamamen aynı yazar grubu" tarafından kaleme alındığından yola çıkıyor. Bu da, grubun sabit bir yapıya sahip olduğu ve bünyesindeki üyelerin uzun süredir grupta yer aldığına işaret ediyor.

Berlin eyaleti Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın 2019 raporunda, grubun "faaliyette bulunan üyelerinin, çoğunlukla İzlanda'daki volkanlardan, değişen isimler kullandığı" bilgisine yer veriliyor.

Aktivistlerin ağaçlara kurdukları evlerden birinde YPG bayrakları asılı olduğu görülüyor.
Aktivistlerin ağaçlara kurdukları evlerden birinde YPG bayrakları asılı olduğu görülüyor. null Jochen Eckel/picture alliance

Saldırıların odağında elektrik var

Berlin iç istihbaratına göre, 2011 yılında kurulmuş olan grup, özellikle Berlin ve onu çevreleyen Brandenburg eyaletinde faal. Öte yandan Tesla saldırısı, grubun düzenlediği ilk saldırı değil: Volkan Grubu, şu ana kadar çok sayıda telefon ve elektrik direklerinin yanı sıra şirket araçlarına da çeşitli kundaklama saldırıları düzenledi. Saldırılarda şu ana kadar can kaybı yaşanmadı.

Anayasayı Koruma Teşkilatı raporunda, grubun "kent ulaşım ve iletişim altyapısının kırılganlığını su yüzüne çıkarma, kamu düzenini bozma ve büyük çapta mal zararına yol açma" hedefini güttüğü belirtiliyor.

Grubun 2018 yılında, Berlin'in Charlottenburg bölgesindeki elektrik hatlarına düzenlediği saldırı, bugüne kadar düzenlediği en büyük saldırı olma özelliğini taşıyor. Söz konusu saldırı sonucunda 6 bin 500'ü aşkın hâne ve 400 iş yeri saatlerce elektriksiz kalmıştı. Saldırının bedeli, yüzlerce milyon euroyu bulmuştu.

Öte yandan grup, Tesla fabrikasına daha önce de saldırı düzenlemişti. 2021 yılında, fabrika henüz inşaat aşamasındayken, yine fabrika yakınlarındaki bir elektrik kablosu kundaklanmıştı.

Tesla'nın sahibi Elon Musk saldırıya sert tepki gösterdi: "Dünyanın en aptal ekoteröristleri"
Tesla'nın sahibi Elon Musk saldırıya sert tepki gösterdi: "Dünyanın en aptal ekoteröristleri"null Gonzalo Fuentes/REUTERS

Musk: Dünyanın en aptal ekoteröristleri

Kundaklama girişimine Alman siyasetinden sert tepkiler geldi. "Hiçbir şekilde temize çıkılmayacak ağır bir suç" ifadesini kullanan İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Eğer aşırı solcu saik teyit edilirse, bu, aşırı solcular arasında kritik enerji altyapı tesislerine saldırılardan çekinilmediğinin yeni bir kanıtı olacaktır" diye konuştu. Hâlihazırda Alman makamları, terör saldırısı değil, kundaklama girişimi şüphesiyle inceleme başlatmış bulunuyor.

Tesla'nın sahibi Elon Musk da, saldırıya sert tepki gösterdi:

"Bunlar ya dünyanın en aptal ekoteröristleri, ya da çevre koruma konusunda iyi hedefleri olmayanların kuklaları. Fosil yakıtla çalışan araçların yerine üretilen elektrikli araçların üretimini durdurmak, son derece aptalca" dedi.

Tartışmalı fabrika

Berlin yakınlarındaki Tesla fabrikası, fikir ortaya atıldığından bu yana tartışmalı olageldi. Fabrikanın bir su koruma alanının hemen yakınında inşa edilmesi, bölge sakinleri ve çevre aktivistlerinin çok sayıda protesto gösterisi düzenlemesine neden olmuştu. Protestocular, fabrika inşaatının bölgedeki yer altı sularının azalmasına yol açabileceği endişesini de dile getirmişti.

Şimdi fabrikanın genişletilmesi için kesilmesi öngörülen ağaçların bulunduğu ormanın bir kısmı, "Tesla'yı durdurun" adındaki inisiyatifin parçası olan çevre aktivistleri tarafından günlerdir işgal altında bulunuyor. Aktivistler, Tesla'ya düzenlenen saldırıyla hiçbir ilgileri olmadığını da ifade etmiş bulunuyor.

Tesla yeni fabrikasını Türkiye'ye kuracak mı?

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

 

Rusya'dan benzin ihracatına yasak kararı: Türkiye etkilenecek mi?

Rusya, tüketicilerin ve çiftçilerin artan talebi ve rafinerilerinde planladığı bakım çalışmaları öncesinde iç talebi karşılamaya yetecek yakıtı garanti altına almak için 1 Mart'tan itibaren benzin ihracatını altı ay süreyle askıya aldı. 

Rusya Başbakan Yardımcısı Alexander Novak'ın duyurduğu karara göre Avrasya Ekonomik Birliği üyesi ülkelerin yanı sıra Moğolistan, Özbekistan ve Gürcistan'ın Rusya destekli iki ayrılıkçı bölgesi olan Güney Osetya ve Abhazya'ya yapılan ihracatlar karardan muaf tutulacak.

Türkiye nasıl etkilenecek?

Yapılan açıklama, Rusya'nın en büyük enerji ihracatçılarından biri olan Türkiye'nin karardan nasıl etkileneceği sorusunu da beraberinde getirdi.

Enerji uzmanlarına göre Türkiye'nin benzinde Rusya'ya bir bağımlılığı bulunmazken duyurulan karar Türkiye'yi tek başına etkilemiyor. Ancak kararın kapsamının genişletilmesi halinde sorunlar beraberinde gelebilir. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) son verileri Türkiye'nin ham petrol ve petrol ürünlerinde Rusya'ya olan bağımlılığının yüzde 68'e kadar yükseldiğine işaret ediyor.

St. Petersburg'da bir benzin istasyonu
Rusya'nın benzin ihracatını yasaklaması Türkiye'yi nasıl etkileyecek?null Maksim Konstantinov/Russian Look/picture alliance

DW Türkçe'ye konuşan enerji uzmanı Necdet Pamir, enerji politikalarının Rus yetkililerin kararlarına göre şekillenmesine imkân tanıyan mevcut tabloya dikkat çekiyor. Pamir'e göre enerji güvenliğini tehdit eden bu tablo, sorunun temelini teşkil ediyor.

Rusya'ya bağımlılık arttı

Rusya'nın Ukrayna'ya savaş açmasından sonra Avrupa ülkelerinin Rus petrol ve doğal gaz ithalatının büyük bölümünü durdurmasının ardından Türkiye, Batı'da Rus enerjisinin en büyük ithalatçılarından oldu. Türkiye bu nedenle uzun süredir Rusya'dan hem petrol hem de petrol ürünü alımlarında avantajlı fiyat kullanıyor.

Reuters'in analizine göre Türkiye ve Türk şirketleri, indirimli Rus petrolü ve rafine ürün ithalatını artırarak, 2023 enerji faturalarında yaklaşık 2 milyar dolar tasarruf sağladı.

Necdet Pamir, EPDK verilerine göre Türkiye'nin ham petrol ve petrol ürünleri ithalatında Rusya'nın payının Aralık 2023'te yüzde 68,3'e ulaştığı bilgisini verirken bu oranın 2022 sonunda yüzde 41 civarında olduğunu hatırlatıyor.

Türkiye'nin Rusya'dan hem ham petrol hem de petrol ürünlerini yüzde 20-30 civarı düşük fiyattan aldığını söyleyen Pamir, "Aralık 2023, EPDK'nın yayınladığı en son rapordur. Ocak, şubat yani 2024 verileri buna dahil değil. Veriler ucuz aldığımız için Rusya'ya bağımlılığın arttığını gösteriyor" diyor.

Dizel ve ham petrol alıyor

Türkiye'nin Rusya'dan ham petrolün yanı sıra dizel, havacılık yakıtları ve denizcilik yakıtları aldığını belirten Pamir, "Benzin özelindeki karar Türkiye için bir sıkıntı yaratmaz ama daha önceden başlamış, yeniden devreye girebilecek rafinerilerde sıkıntı var. Bakıma alınacağı söyleniyor. Bu tabii stratejik bir karar da olabilir. Dizelde de daha önce böyle bir kısıtlama yaptı. Türkiye'ye de yansıdı" diye konuşuyor.

Rusya geçen yıl iç piyasasındaki fiyat yükselişlerini durdurmak için 21 Eylül-17 Kasım tarihleri arasında dizel ihracatını yasaklamıştı.

Pamir'in verdiği bilgiye göre Türkiye 2022 yılında Rusya'dan 2 milyon ton dizel, 12 milyon ton da ham petrol aldı.

"Son derece riskli"

Öte yandan Türkiye'nin Rusya'dan enerji ithalatı ham petrol ve petrol ürünleriyle sınırlı değil. 

EPDK verilerine göre Türkiye, 2022 sonu itibariyle Rusya'ya doğal gazda yüzde 39,5, taş kömüründe yüzde 43 bağımlı görünüyor.  

Akkuyu Nükleer Güç Santrali Rusya tarafından inşa ediliyor
Akkuyu Nükleer Güç Santrali Rusya tarafından inşa ediliyornull DHA

Pamir, "Hele bir de Akkuyu Nükleer Güç Santrali işletmeye alınırsa orada da yüzde 100 bağımlı. Dolayısıyla bu son derece riskli. Hangi ülkeye olursa olsun son derece yüksek bir risk oranı ve bir ülkenin hem enerji güvenliği hem ekonomik güvenliği hem dış politikası açısından ciddi sıkıntı" diye konuşuyor.

Dörtte bire yakın paya sahip

TMMOB Makine Mühendisleri Odası'nın geçen hafta yayınladığı rapora göre de Rusya, Türkiye'nin doğal gaz ithal ettiği ülkeler arasında ilk sırada, petrol ve kömürde ise en ön sıralarda yer alıyor. Ülke, Türkiye'nin toplam enerji arzında dörtte bire yakın bir paya sahipken enerji maddeleri ithalatında ise üçte birden fazla pay alıyor.

Raporda, Türkiye'nin 2022'de enerji maddeleri ithalatına ödediği tutarın 96,55 milyar dolara ulaştığı, 2023'te ise petrol fiyatlarındaki gevşemeye ek olarak, Rusya'dan özel fiyatlarla yapılan ithalatın etkisiyle faturanın yüzde 28,1 azalışla 69,15 milyar dolar olduğu bilgisi veriliyor.

Makine Mühendisleri Odası'na göre Türkiye'nin enerji arzında fosil yakıtların payı yüzde 83,7 iken yenilenebilir enerji kaynaklarının payı yüzde 16,3'te kalıyor. Diğer yandan toplam arz içinde yerli kaynaklar yüzde 32,2, ithal kaynaklar yüzde 67,8 pay alıyor. Enerji arzı içinde ilk sırada çok büyük ölçüde dış bağımlı petrol gelirken, petrolü neredeyse tamamı ithal doğal gaz ve yine büyük ölçüde dışa bağımlı kömür izliyor.

Peki Türkiye, enerji güvenliğini sağlamak için hangi adımları atmalı?

"Yenilenebilir enerjinin payı artırılmalı"

Necdet Pamir'e göre hem yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını hem de enerji verimliliğini artıracak politikalar devreye sokulmalı.

"Türkiye'nin geçen sene tükettiği 330 milyar kilovatsaat elektrik düşünüldüğünde, 400 milyar kilovatsaat sadece güneşten mevcut teknolojiyle çatı uygulamaları dahil elektrik elde etme potansiyeli var. Örneğin bunun ne kadarı devreye girmiş? Yüzde 4'ü" diyen Pamir, karasal rüzgârda 48 bin megavat kurulu güç elde edilebilecek olmasına rağmen bunun sadece dörtte birinin devrede olduğunu, yaklaşık 75 bin megavat potansiyel olduğu tahmin edilen denizlerde kurulabilecek rüzgâr santralleri için ise henüz yola çıkılmadığını aktarıyor.

Pamir'e göre ayrıca konutlarda, sanayide, santrallerde ve ulaştırmada enerji verimliliği sağlandığı takdirde Türkiye yüzde 25 daha az enerji tüketip aynı gayri safi hasılatı elde edebilir. 

Pamir, "Bunun düzeltilmesi lazım. Ama gidip ikinci, üçüncü nükleer santralden bahsediyorlar. Yanlış, tamamen yanlış. Bir de tabii ki bunları yapabilecek hem niyet lazım hem de ehil, yetişmiş, liyakatli insanlar lazım" diyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Ekonomide "fren" dönemi başlıyor

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Ekim-Aralık 2023 dönemini kapsayan gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) verilerini açıkladı. Buna göre, Türkiye ekonomisi 2023'ün dördüncü çeyreğinde yüzde 4 büyüdü. Türkiye 2023 yılının tamamında ise yüzde 4,5 oranında büyüme sağladı. Böylelikle yüzde 4 civarındaki beklentilerin üzerinde bir gerçekleşme olmuş oldu. Türkiye ekonomisi, 2023'ün ilk çeyreğinde yüzde 4, ikinci çeyreğinde yüzde 3,9 ve üçüncü çeyrekte yüzde 5,9 büyüme kaydetmişti. Türkiye 2022 yılında ise, yüzde 5,6 oranında büyümüştü.

"Faiz etkisini nisandan sonra göreceğiz"

DW Türkçe'ye konuşan Prof. Dr. Işın Çelebi, ekonomik göstergelerdeki değişimin etkisinin 6-9 ay içerisinde ortaya çıktığına işaret ediyor. Çelebi, "Dolayısıyla Haziran 2023'te başlayan faiz artışlarının maliyetlere ve üretime etkisini 2024'ün Nisan ayından itibaren görmeye başlayacağız" diyor.

Türkei Isin Celebi
Prof. Dr. Işın Çelebinull privat

Türkiye ekonomisinin son 5 yıldır önemli bir büyüme performansı gösterdiğine dikkat çeken Prof. Çelebi, "Türkiye için ortalama yüzde 5'lik büyüme, kendi potansiyeline uygun bir büyüme olarak görülebilir. Üstelik başta Almanya olmak üzere, Türkiye'nin en önemli ihracat pazarlarında durgunluk yaşanırken, yüzde 4'ten fazla büyüyebilmek önemli bir başarı" diye konuşuyor.

Dış ticarette ilk ayın tablosu olumlu

Büyüme verisinden bir gün önce açıklanan 2024'ün ilk dış ticaret verilerine göre, Türkiye dış ticarette 2024'e iyi bir giriş yaptı.

TÜİK ile Ticaret Bakanlığı iş birliğiyle genel ticaret sistemi kapsamında üretilen geçici dış ticaret verilerine göre; ihracat 2024 yılı Ocak ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 3,5 artarak 19 milyar 991 milyon dolar oldu. İthalat ise yüzde 22 azalarak 26 milyar 218 milyon dolar olarak gerçekleşti. Buna göre, Ocak ayında dış ticaret açığı bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 56,4 azaldı.

Böylelikle dış açık 14,29 milyar dolardan, 6,23 milyar dolara gerilemiş oldu. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2023 Ocak ayında yüzde 57,5 iken, 2024 Ocak ayında yüzde 76,2'ye yükseldi.

Özellikle son dönemde Türkiye ihracatının ithalatı karşılama oranında ciddi bir artış yaşandığına dikkat çeken Işın Çelebi, Avrupa ülkelerinin Türkiye'nin genç tüketici nüfus avantajına daha fazla ilgi göstermesi gerektiğini söylüyor. Çelebi, "Ekonomide durgunluk yaşayan Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye'nin genç ve dinamik nüfusuna ihtiyacı giderek artıyor. AB'nin Türkiye’nin bu şartlarda bile büyümesini iyi analiz etmesi gerektiğini düşünüyorum" diyor.

Kişi başına gelirde rekor artış

TÜİK verileri, üretim yöntemine göre cari fiyatlarla GSYH'nın, 2023 yılında bir önceki yıla göre yüzde 75,0 artarak 26 trilyon 276 milyar 307 milyon TL olduğunu ortaya koyuyor.

Kişi başına GSYH 2023 yılında cari fiyatlarla 307 bin 952 TL, ABD doları cinsinden ise 13 bin 110 olarak hesaplandı. TÜİK verilerine göre, işgücü ödemeleri 2023 yılında bir önceki yıla göre yüzde 116 arttı.

İşgücü ödemelerinin cari fiyatlarla Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı ise 2022'de yüzde 26,3 iken, bu oran 2023 yılında yüzde 32,8'e çıktı.

Türkiye ekonomisi geçen yılı büyümeyle kapattı.
Türkiye ekonomisi geçen yılı büyümeyle kapattı. null Tuncay Yildirim/DW

"Büyüme vatandaşa refah getirmiyor"

Ancak Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme verilerinin toplumdaki yoksulluğu yansıtmadığını, refah düzeyini artırmadığını düşünenler de var.

DW Türkçe'ye konuşan Prof. Dr. Aziz Konukman, Eylül ayında hükümetin açıkladığı Orta Vadeli Program'da (OVP) 2023 sonu için kişi başına düşen gelirin 12 bin 415 dolar olarak öngörüldüğünü hatırlatıyor.

Bugün açıklanan büyüme verilerinde ise 2023 sonu itibarıyla kişi başına düşen gelirin 13 bin 110 dolar olarak gerçekleştiğine işaret eden Prof. Konukman, "Nasıl oluyor da kişi başına düşen gelir hükümetin bile öngörüsünü aşıp 13 bin doların üstüne çıkıyor? Vatandaş böyle bir gelir artışı yaşamadı. Bu yüksek enflasyonun hesaplamalara etkisi sadece" diye konuşuyor.

"1,5 milyon EYT'liye verilen maaş etkiledi"

Ortaya çıkan bu tabloda yüksek enflasyon ile birlikte dolar kurunun hükümet tarafından baskılanmasının ve EYT düzenlemesinin etkisi olduğunu dile getiren Prof. Konukman, "Kişi başına düşen gelirdeki bu artışta maaş almaya başlayan 1,5 milyon EYT'linin de etkisi var, ancak TÜİK verilerinde bu ayrıntıyı göremiyoruz. Dolayısıyla gelir pastası büyüdü ve kişi başına gelir arttı derken, buradaki enflasyon etkisini ve 1,5 milyon EYT'linin de sisteme girdiğini unutmamak gerekiyor" şeklinde konuşuyor.

Bir önceki çeyreğe göre iş gücü ödemelerinin büyüme içerisindeki payının yüzde 32,2'den yüzde 29,7'ye düştüğüne de dikkat çeken Konukman, şunları söylüyor:

Türkei Aziz Konukman
Prof. Dr. Aziz Konukmannull privat

"Daha birkaç ay önce açıklanan OVP'de 2023 sonu için milli gelir 25,5 trilyon TL olarak hesaplanmıştı. Oysa bugün bakıyoruz ki, üç ayda ne olduysa milli gelir 26,3 trilyon TL'ye çıkmış. Yani öngörülenden neredeyse 1 trilyon TL fazla gelir olmuş. Yüksek enflasyon nedeni ile rakamlarda yaşanan bu yükselişler Türkiye'nin zenginleştiği, vatandaşların refah düzeyinin arttığı anlamına gelmiyor."

Gelir dağılımında bozulma sürüyor

TÜİK'in ocak ayı sonunda açıkladığı gelir dağılımı araştırması, Türkiye'de gelir dağılımında düzelme değil, bozulmanın devam ettiğini gösteriyor.

TÜİK verilerine göre, Türkiye'de en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, geçen yıl bir önceki yıla göre 1,8 puan artarak yüzde 49,8'e yükseldi. En düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay 0,1 puan azalarak yüzde 5,9'a geriledi.

Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan ve sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1'e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eden Gini katsayısı ise, 2023'te bir önceki yıla göre 0,018 puan artışla 0,433 olarak tahmin edildi.

"Enflasyonla mücadele büyümede fren etkisi yaratacak"

Peki 2023'te beklentinin üzerinde büyüyen Türkiye ekonomisi için 2024 yılı nasıl geçecek?

Prof. Dr. Işın Çelebi, bu soruya "2024 zor bir yıl olacak" yanıtını veriyor. Özellikle yılın ikinci yarısında ekonominin daralacağını dile getiren Prof. Çelebi, şu görüşleri dile getiriyor:

"Enflasyonla mücadele büyümede fren etkisi yaratacak. Türkiye henüz enflasyonla mücadelede kayda değer bir mesafe alamadı. Nisan ayından sonraki dönem hem vatandaşlar hem de şirketler için zor bir süreç olacak. Ben 2024 yılında büyümenin yüzde 2,5-3'e gerileyeceğini öngörüyorum."

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

 

Dolardaki yükseliş sürecek mi?

Dolar/TL kuru bu sabah 31,38'e yükselerek tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı. Geçen yıl dolar karşısında yaklaşık yüzde 37 değer yitiren TL'nin yıl başından bu yana kaybı ise yüzde 6'ya yaklaştı.

Haziran 2023'ten Ocak ayına dek 8 kez faiz artırımına giden Merkez Bankası (TCMB), politika faizini 900 baz puanlık artışla yüzde 45'e çıkarmıştı. Banka bu ay ise faizi sabit tutma kararı almıştı. 

Peki dolar, TL karşısında neden yükseliyor? Para politikasındaki sıkılaşma, kuru dizginlemek için yeterli değil mi?

DW Türkçe'ye konuşan Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın, Merkez Bankası'nın Ocak 2023'ten itibaren yürüttüğü stratejiye paralel döviz mevduatların TL mevduata doğru kaydırılması yönünde bir yöneliş olduğunu, genel seçimler sonrası yeni Merkez Bankası yönetiminin de bu stratejiyi sürdürdüğünü belirtiyor. 

Mevduat faizleri geriledi

Bankaların özellikle aralık ayında çok ciddi TL mevduat faizleri verdiğine işaret eden Alçın, Merkez Bankası'nın genel seçim sonrasında uyguladığı politikaların da etkisiyle ekim-aralık döneminde kısa vadeli yabancı sermaye girişi ve net hata noksanda görülen girişler ile birlikte döviz rezervlerinde de artış ortaya çıktığını, buna bankaların yıl sonu yüksek mevduat faizlerinin de eklenmesiyle birlikte içeride dövize dönük talepte azalma olduğunu hatırlatıyor.  

Sinan Alcin
Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçınnull privat

Alçın, "Fakat uluslararası kurumların Merkez Bankası'nın halihazırda devam eden politikalarının yerel seçim sonrasında terse dönebileceği yönünde beklentilere yol açan değerlendirmeleri, diğer yandan bankaların aralık ayında biraz da bol keseden verdikleri mevduat faizini ocak ayıyla birlikte tekrar düşürmeye başlaması ve bunlara ek olarak da ekim-aralık dönemindeki yabancı sermaye girişindeki trendin terse dönmüş olması, yani döviz rezervlerinin tekrar azalmaya başlamış olması hem içerideki yerleşiklerin döviz talebini artırdı, hem kamunun üzerindeki baskıyı artırmış oldu" diyor.

Döviz rezervleri azaldı

Merkez Bankası'nın brüt döviz rezervleri, en son açıklanan 22 Şubat haftasında bir önceki haftaya göre 719 milyon dolar azalarak 134 milyar 208 milyon dolara geriledi.

Alçın'a göre kurlarda son bir hafta 10 gündür görülen yükselişin gerisinde esas itibariyle genel seçim sonrasında olduğu gibi yerel seçim sonrasında da döviz kurunun "adil değerine" doğru hareket edebileceği yönünde beklentiler yatıyor.

Çeşitli kurumların yayımladığı raporlarda şu anda 30'ların başında olan dolar değerinin 40'a doğru ulaşabileceği yönünde bir beklenti olduğuna işaret eden Alçın, "Bu da bir anlamda piyasada şu an satın alınıyor. Yani aslında yurttaşlar, kendini güvence altına almak için yerel seçim sonrasında tekrar ortaya çıkabilecek döviz hareketi karşısında biraz daha güvenli limana doğru hareket ediyor. Güvenli liman da dolar, diğer döviz cinsi birikim ve altın. Nitekim özellikle gram altında da ciddi yükselişleri besleyen bir eğilim var" diye ekliyor.

Türk parasının dolar karşısındaki değer kaybı sürüyor
Türk parasının dolar karşısındaki değer kaybı sürüyornull picture-alliance/E.Oprukcu

"Kurların artacağı beklentisi hakim"

Eylül 2023'te açıklanan Orta Vadeli Program'a (OVP) göre de dolar/TL kurunun yıllık ortalama değerleri 2024'te 36,8 TL, 2025'te 43,9 TL, 2026'da ise 47,8 TL olarak tahmin ediliyor.

TCMB enflasyon tahminleri ise yıllık enflasyonun yıl ortasına doğru yüzde 70-75 bandına çıktıktan sonra 2024 yılını yüzde 36 seviyesinde tamamlayacağı yönünde.

Ancak Alçın, Merkez Bankası'nın yıl sonu enflasyon beklentisinin ve yine döviz kuru beklentisinin piyasada satın alınmadığına işaret ediyor: "Bunun tersine döviz kurunun yerel seçime kadar tutulduğu ve yerel seçim sonrasında olması gereken yere doğru hareket edebileceği yönündeki beklentinin ağır bastığını anlıyoruz."

Seçime yaklaştıkça gerilimin de artabileceğini düşünen Alçın, aralık ayında yatırılan 3 aylık TL mevduatların da martta çözüleceğini belirterek "Onun için yerel seçime yaklaşıldıkça, adım adım, özellikle psikolojik temelli ve döviz rezervlerindeki azalmaya bağlı döviz ihtiyacının artmış olması nedeniyle bu eğilimde güçlenme görebiliriz" diye konuşuyor. Alçın'a göre Merkez Bankası'nın yerel seçime kadar yeni bir faiz artırımına gitmeyeceği beklentisi de bir şekilde döviz üzerindeki yukarı yönlü beklentileri besliyor.

"Paritedeki artış enflasyonun gerisinde"

DW Türkçe'ye konuşan iktisatçı Prof. Dr. Oğuz Oyan ise dolar kurunda son dönemde rekorlar görülse de paritedeki artışın halen enflasyonun gerisinde olduğuna işaret ediyor. Yıl başından bu yana dolar kurunun yüzde 6,7 arttığını, ocak ayındaki enflasyonun da yüzde 6,7 olduğunu söyleyen Oyan, "Bu artış ocak ayındaki enflasyonun karşılığı olabilir. Oysa şu anda şubat ayının sonuna gelmiş vaziyetteyiz. Yani bütün rekorlara rağmen kur enflasyonun altında hareket ediyor" diyor.

Geçen sene de dolar/Tl paritesinin eşit kalması için TL'nin yaklaşık yüzde 62 değer yitirmesi gerektiğini, ancak paritedeki artışın yavaş kaldığını, şimdiki ile benzer bir tablonun söz konusu olduğunu vurgulayan Oyan, "İktidarın seçimlere kadar dolar çığırından çıkmasın gibi bir hedefi var. Önce 31 lirayı geçmesin hedefi vardı, şimdi 32'yi geçmesin. Dolayısıyla Merkez Bankası'nın ön ya da arka kapısından döviz satışları devam ediyor. Kurların kontrolden çıkması bir anlamda önlenmiş oluyor" diye konuşuyor.

"Seçimlerden sonra kurun önü açılacaktır"

Seçim sonrasında bu barajların kalkacağı, kura müdahalenin olmayacağı ve TL'de daha hızlı bir değer kaybı ortaya çıkacağı yönünde bir beklenti olduğunu ifade eden Oyan, Orta Vadeli Program'da ortaya konan 36,8 TL'lik ortalama kur beklentisine göre de kurdaki artışın hızlanacağı görüşünde. Belirtilen bu ortalama kurun da enflasyon beklentisinin gerisinde kaldığını ekleyen Oyan'a göre kurun yukarı gitmesine dönük iç ve dış sermaye çevrelerinden de bir baskı var.

Türkiye'nin bir yılda çevirmesi gereken borç miktarının 271 milyar doları bulduğuna işaret eden Oyan, "Bu yüzden de kurların ve faizlerin yukarı gitmesi yönündeki tercihlere ve baskılara direnmeleri zor gözüküyor. Dolayısıyla kurun önü açılacaktır. Seçimlerden sonra baraj kalacaktır" diye konuşuyor.

Öte yandan Merkez Bankası'nın yüzde 36'lık yıl sonu enflasyon tahminini de iyimser bulan Oyan, IMF'nin yıl sonu enflasyon beklentisinin yüzde 47 olduğunu, kendisi dahil birçok iktisatçının da enflasyonun yüzde 50'nin altına inmeyeceğini öngördüğünü ekliyor. Oyan'a göre politika faizi de yeni artışlarla yüzde 50-55'i bulabilir. Ancak faiz artışlarıyla dizginlenemeyecek bir enflasyon söz konusu. Oyan, "Eylül 2022'de 'faiz neden enflasyon sonuç' gibi seçim kazanmaya dönük denklem ortaya konmadan önce enflasyona müdahale faizler üzerinden mümkündü" diyor.

Gıda fiyatları artıyor.
Gıda fiyatları artıyor.null Ädil Toffolo/Cover-Images/imago images

"Gıda fiyatları yükselecek"

Enflasyonun artması yerel paranın değerinin aşınması anlamına geldiği için kurda bir artışa yol açarken, kurdaki artış da enflasyonu besliyor.

Peki dövizdeki yükselişin enflasyon üzerindeki sonuçları ne olacak?

Prof. Dr. Oğuz Oyan, kurdaki yükselişin girdi fiyatları üzerinden gıda fiyatlarını etkilediğine dikkat çekiyor.

Türkiye'nin mazot, gübre, ilaç, yem gibi tarımsal girdilerde dışa bağımlı olduğunun altını çizen Oyan, gıda fiyatlarındaki artışın dünyadan negatif ayrıştığını ve ortalama enflasyonun üzerinde seyrettiğini vurguluyor. 

"Tarım fiyatlarında yeni bir zam dalgası olacağını şimdiden söyleyebiliriz. İlkbahar ortalarına doğru hızlanacaktır. Çünkü bu fiyatlarla üretim yapmak mümkün değil" diyen Oyan, bunun da vatandaşın hissettiği enflasyonun daha yüksek olmasına yol açacağına işaret ediyor. 

"Üretim yapısı değişmeli"

Prof. Dr. Sinan Alçın da Türkiye'nin enerji bağımlılığı, ham madde ve ara malı bağımlılığı devam ettiği sürece döviz ihtiyacının arttığını ve döviz fiyatının da yükseldiğini vurguluyor.

Alçın, "Hammadde ve ara malı sanayi üzerinden düşündüğümüzde sanayi her ne kadar tarımdan bağımsız ayrı bir sektör gibi düşünülse de aslında doğrudan tarıma dayalı ve tarımın üzerinde yükselen bir sektör. Yani sanayinin birçok ham maddesi tarımdan besleniyor. Tarım politikaları da sadece son yirmi yılda değil, son 40 yılda adım adım tarımsızlaşma politikasına döndüğü için doğal olarak Türkiye hammadde ve ara malında dışarıya bağımlı bir ülke haline gelmiştir ki buraların esas problem alanları burası" diyor. 

Alçın'a göre enerji, hammadde ve ara malı bağımlılığının yani dövize bağımlılığın azaltılması için ise üretim yapısının daha az enerji sarfiyatı olan sektörlere doğru dönüşmesi gerekiyor. 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Rusya ekonomisi daha ne kadar ayakta kalabilecek?

Ekonomistler mutabık: Rusya ekonomisi çökmedi. Oysa Avrupa Birliği (AB), ABD ve diğer bazı ülkeler, 24 Şubat 2022'de Ukrayna'ya saldıran Rusya'ya karşı eşi benzeri görülmemiş yaptırımlar ilan etmeye başlamıştı.

Ancak aradan iki yıl geçti ve Rusya ekonomisi hâlâ ayakta. Ve Batılı başkentlerde yürütülen tartışmalarda bundan duyulan hayal kırıklığı da gizlenmiyor. Bununla birlikte, Rus ekonomisine ilişkin rakam ve verilerin ne kadar sağlam olduğu konusunda anlaşmazlık var.

Uluslararası Para Fonu (IMF) Rusya'nın gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYH) bu yıl yüzde 2,6 oranında artmasını bekliyor. Bu, IMF'nin sonbahardaki son tahmininden daha yüksek. Bu arada Rusya'nın petrol gelirleri de yeniden yükselişe geçti. 2023 yılında Rusya ekonomisi yüzde 3 oranında büyüdü.

Ancak ekonomistler yine de ihtiyatlı. Kremlin savunma harcamalarını öylesine arttırdı ki bu yıl tüm bütçenin yüzde 40'ı savunma ve güvenlik için harcanacak. Uzmanlar bunun bir savaş ekonomisi olduğunu ve Rus ekonomisinin aşırı düzeyde ısındığını söylüyor.

İş gücü açığı büyüyor, enflasyon yüksek seyretmeye devam ediyor. Yaptırımlar da Rus ekonomisine baskı uygulamayı sürdürüyor. Batılı devlet ve hükümet başkanları da, Moskova'nın satın alma gücünü zayıflatmak için yeni yollar aramaya devam ediyor.

Yaptırımlar sonuç vermedi mi?

DW'nin sorularını yanıtlayan Washington merkezli Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü uzmanı Elina Ribakova, Rus ekonomisinin neden hâlâ ayakta kalabildiğini üç nedenle açıklıyor.

Ribakova, Rusya'nın 2014 yılındaki Kırım işgali sonrasında Rus finans sisteminin krizlere hızlı tepki vermeye alıştığına, Rusya'nın Batı'nın yaptırımlarına hazırlıklı olduğuna dikkat çekiyor. Ekonomist ayrıca Batılı ülkelerin Rusya'nın petrol ve doğal gaz ihracatını zorlaştırmakta çok yavaş hareket ettiğine, bu nedenle de Rusya'nın 2022'de petrol ve doğalgaz ihracatından yüksek gelir elde edebildiğine işaret ediyor. Elina Ribakova, son olarak da Batı'nın ihracat kontrollerinde gerekli kararlılığı sergileyemediğini ve bu sayede Rusya'nın askeri endüstrisi için ihtiyaç duyduğu ürünleri üçüncü ülkelerden temin edebildiğini kaydediyor.

Ukrayna'nın başkenti Kiev'deki Ekonomi Yüksek Okulu öğretim üyesi Benjamin Hilgenstock ise yaptırımların sonuç verdiği görüşünde.

Rusya'nın 2023 yılındaki petrol ve doğalgaz gelirlerinin bir yıl öncesine kıyasla düştüğüne dikkat çeken Hilgenstock, Rusya Merkez Bankasının da yüksek enflasyon nedeniyle faiz oranını yüzde 16'ya yükseltmek zorunda kaldığını hatırlatıyor.

Heiligenstock DW'ye, "Rusya için makroekonomik ortam ciddi boyutta kötüleşti ve bu büyük ölçüde yaptırımlardan kaynaklanıyor" değerlendirmesini yapıyor.

Çöküşü yaptırımların baypas edilmesi mi engelledi?

Benjamin Hilgenstock'a göre Rusya ekonomisinin ayakta kalabilmesinde yaptırımların baypas edilmesi etkili oluyor. Hilgenstock, Kremlin'in Batı'nın ihracat kontrollerini delmeyi başarmasını, Batı ittifakının Aralık 2022'de petrol fiyatına tavan belirlemesine rağmen dünya çapında petrol satışına devam etmesini örnek olarak gösteriyor.

Oysa Batı, Rus petrolüne varil başına 60 dolar tavan fiyatı belirlemiş, daha yüksek fiyata satış halinde bu petrolün nakliyesi gibi bazı hizmetleri kısıtlamayı amaçlamıştı. Ancak Rusya neredeyse bir yıldır petrolünü piyasaya yakın fiyatlardan satmayı başardı.

Bunu, fiyat sınırını aşmak için Rus petrolünü Çin, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelere taşıyan gölge gemi filoları yapıyor. ABD bunu önlemek için artan sayıda gemi ve şirketleri yaptırımlarla hedef alıyor.

Kremlin Sarayı, Moskva Nehri ve şehrin merkezi ile karlar altında bir Moskova manzarası - (16.12.2021)
Kremlin Sarayı ve Moskva Nehrinull Alexander Nemenov/AFP

Benjamin Hilgenstock, bunun etkili bir yol olduğuna, bu sayede Rusya'nın petrol gelirlerinin sınırlandırılabileceğine inanıyor. Uzman ayrıca Rusya'nın üçüncü ülkeler üzerinden yaptırımları delmesinin de önlenmesi gerektiği ve bunda bankaların önemli bir rol oynayacağı görüşünde.

ABD Başkanı Joe Biden tarafından Aralık ayında yayınlanan kararnameye dikkat çeken Hilgenstock, bu kararnamenin Rusya'nın askeri ya da endüstriyel fayda sağladığı alımların ödemelerine izin veren bankalara yaptırım uygulanmasına imkan sağladığını hatırlatarak, "Finans kuruluşları ihracat kontrollerinin uygulanmasında önemli bir rol oynuyor. Fiziksel olarak izlenmesi çok zor olan bu işlemlerin finansal izleri görülebiliyor" diyor.

Savaş ekonomisinin riskleri

Rusya'nın askeri harcamaları 2021 yılından bu yana üç kat arttı. Çünkü Kremlin'in roketlere, mühimmatlara ve silahlı insansız hava araçlarına (SİHA) ihtiyacı var.

Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü uzmanı Elina Ribakova, "Ekonomiye katkısı yok. Temelde israf" sözleriyle bu büyük çaplı askeri harcamaların Rusya ekonomisine uzun vadede herhangi bir fayda sağlamadığını söylüyor.

25 yılı aşkın bir süredir Rusya'da çalışan yatırım danışmanı Chris Weafer de aynı görüşte. Weafer, DW'ye bu sürecin doğuracağı olumsuz sonuçlara ilişkin olarak şu değerlendirmeyi aktarıyor:

"Rusya rezervlerini tüketiyor. Savaş bittiğinde Rus ekonomisi de ciddi boyutta zarar görmüş olacak. Ve işte o zaman da oturup yola nasıl devam edileceğine kafa yormak zorunda kalacaklar."

Weafer savaşın Rusya iş gücü piyasasını da olumsuz etkilediğine dikkat çekiyor. 2022 yılından bu yana yaklaşık 1 milyon yüksek nitelikli iş gücünün Rusya'dan ayrıldığına işaret eden Weafer, ayrıca zorunlu askerlik nedeniyle de pek çok sektörde iş gücü açığı olduğunu kaydediyor.

"Neredeyse hiç işsizlik yok, ücretler de 2023 yılı boyunca önemli ölçüde arttı" gözlemini aktaran Weafer, "Yüksek gelirler enflasyonu da körükledi" diyor.

Rus ekonomisi daha ne kadar dayanır?

Rusya ekonomisindeki nispeten iyi gidişatın ne kadar sürdürülebilir olduğu konusunda soru işaretleri var.

Chris Weafer ise Rusya'nın muazzam ham madde rezervlerinin her zaman hafife alındığını söylüyor. Petrol ve doğal gazın küresel piyasalar için halen büyük önem taşıdığına işaret eden Weafer, ABD'nin de hâlâ büyük miktarlarda satın aldığı uranyum gibi ham maddelerin de önemini koruduğuna işaret ediyor.

Weafer, özellikle AB'de Rus ekonomisinin çökeceğine dair temenni olduğunu belirtirken bunun çok da gerçekçi bir beklenti olmadığını aktarıyor.

Elina Ribakova ise Ukrayna'nın kaderinin Rusya'nın ekonomisindeki gidişata bağlı olduğunu söylüyor. Tek başına yaptırımların sonuç vermeyeceğini ifade eden Ribakova, Batı'nın Rusya'nın savaşma yetkinliğini sınırlandırmak için daha büyük kararlılık sergilemesi gerektiği görüşünde.

Ribakova, "Bir elle Ukrayna'yı destekliyoruz, diğer elimizle Rusya'yı. Hâlâ Rusya'dan enerji satın alıyoruz. Petrol fiyat tavanı ve ambargoları, ihracat kısıtlamalarını gerektiği gibi uygulamıyoruz. Bunlar ciddi sorun" diyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Türkiye'de tarımın tablosu: Çiftçiler 700 milyar lira borçlu

Son haftalarda Almanya, Fransa, Romanya, Hollanda, İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi pek çok Avrupa ülkesi çiftçilerin protesto gösterilerine sahne oluyor. Polonya ve diğer doğu Avrupa ülkelerinde de benzer bir dalgalanma görülmekle birlikte, bunlar büyük ölçüde ucuz Ukrayna tahılının Avrupa Birliği'ne ithal edilmesine karşı çıkıyor.

Çiftçiler, genel olarak ise artan maliyetlere ve sektördeki vergi indirimleri ile desteklerin azaltılmasına tepkili. Tarım ürünlerine daha fazla ödeme ve daha az bürokrasi talep ediyorlar.

Türkiye'de de çiftçiler yüksek maliyetler karşısında teşviklerin yetersizliği konusunda uzun süredir şikayetlerini dile getiriyor.

Peki Türkiye'de çiftçiler açısından nasıl bir tablo söz konusu?

Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez,
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez,null Privat

DW Türkçe'ye konuşan Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez, "Avrupa'daki çiftçi eylemlerinin temel gerekçelerinden biri de mazota verilen desteğin azaltılması planı idi. Türkiye'de zaten mazota verilen vergi desteği yok" diyor.

Girdi maliyetleri yükseliyor

Türkiye'de mazot, gübre, ilaç, tohum, yem gibi tarımsal girdilerin fiyatları dövizdeki artışa bağlı olarak sürekli yükseliyor. Tarımsal destekler ise girdi maliyetlerindeki artışın gerisinde kalıyor.

Türkiye Ziraat Odaları Birliğine (TZOB) göre son bir yılda gübre fiyatlarında çeşidine göre yüzde 16 ila yüzde 25 arasında artış yaşanırken, fiyatlar süt yeminde yüzde 43,3, besi yeminde yüzde 41 arttı. Son bir yılda elektrik fiyatları yüzde 2,11, ilaç fiyatları yüzde 16,7 yükseldi. Mazot fiyatı ise Ocak ayında yüzde 12,2, son bir yılda yüzde 78,6 arttı.

Çiftçiler için en önemli girdilerden olan mazot, toprak hazırlığından, ekim, gübreleme, ilaçlama ve hasada kadar üretimin her aşamasında kullanılıyor.

Mazottan KDV ve ÖTV alınıyor

TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar "Üreticilerimiz artan mazot fiyatları karşısında bahar aylarında kullanması gereken mazotu nasıl alacağını bugünden düşünür hale geldi. Tarım ve çiftçilerimiz için mazot zorunlu bir üretim aracıdır, tüketim maddesi değildir. Bu nedenle özel tüketim olarak düşünülmemeli ve vergi de konulmamalıdır" diyor.

TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar
TZOB Başkanı Şemsi Bayraktarnull TZOB

Baki Remzi Suiçmez de mazottan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) ve Katma Değer Vergisi (KDV) alındığına dikkat çekerek "Üretimde bulunan çiftçi için, traktörü için, biçerdöveri için ÖTV'nin mutlaka kaldırılmasını, KDV'nin azaltılmasını biz yıllardır talep ediyoruz ama maalesef bu konuda herhangi bir düzenleme yok" diyor.

Yem maliyetlerinin de dışa bağımlılığın etkisiyle oldukça yüksek olduğunu söyleyen Suiçmez, yem bitkilerine yönelik mazot ve gübre desteklerinde de iyileştirme talep ettiklerini ifade ediyor.

Hayvan varlığı azalıyor

Gübre desteklerinin de tüm ürünlerde artırılmadığını belirten Suiçmez'e göre bu durum çiftçinin gübre kullanmamasına dolayısıyla verimlilik kaybına yol açabilir. Süt referans fiyatının da baskılandığına işaret eden Suiçmez, desteklerin az, alım fiyatlarının da düşük olması nedeniyle kar edemeyen üreticilerin hayvanlarını kesime göndermesi sorununun artarak devam edeceğine dikkat çekiyor.

Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıkladığı hayvansal üretim istatistiklerine göre 2023'te büyükbaş hayvan sayısı yıllık yüzde 2,6, küçükbaş hayvan sayısı yüzde 6,9 azaldı. 2020'den itibaren ise 18 milyonu aşan büyükbaş hayvan sayısı 16 milyonlara düştü.

Türkiye'de hayvan varlığının azalması da tarım ve hayvancılık açısından bir sorun
Türkiye'de hayvan varlığının azalması da tarım ve hayvancılık açısından bir sorunnull Esra Hacioglu Karakaya/Anadolu/picture alliance

Yanlış politikalar nedeniyle hayvan sayısının azaldığını, et ve süt fiyatlarının ise arttığını vurgulayan Suiçmez, "Yurtdışından hayvan getirerek sorunu çözmeye çalışsalar da ithalat çözüm değil. Yapısal sorunların düzeltilmesi, üreticilerin hayvanlarını kesmeden, kar ederek üretime devam etmesi gerek. Bu da desteklerle olur" diye konuşuyor.

Hangi destekler var?

Tarım ve Orman Bakanlığının tarımsal destekleme bütçesi 2024'te yüzde 44,5 oranında artışla 91 milyar 554 milyon liraya çıkarıldı. Bunun 23,7 milyar lirasını alan bazlı destekler, 24,9 milyar lirasını fark ödemeleri, 19,7 milyar lirasını hayvancılık destekleri oluşturuyor.

Alan bazlı desteklerde mazotta önceki yıla göre yüzde 41 artışla 16 milyar 100 milyon lira, gübrede yüzde 7 artışla 4,9 milyar lira destek öngörülüyor.

Bu yıl  buğday, arpa, çavdar, yulaf için dekar başına 149 lira destek sağlanırken, çeltik için 250 TL'si mazot 21 TL'si ise gübre olmak üzere toplam 217 TL, fındık, kuru soğan, yaş çay, zeytin ve şeker pancarı içinde toplamda 107 TL destek ödemesi sağlanıyor. Kuru fasulye, mercimek, nohut için belirlenen rakam 124 TL olurken patates ve soya için 193 TL, yağlık ayçiçek yağı için 142 TL ödeme yapılıyor. Nadas için de dekar başına 40 TL mazot desteği sağlanırken organik tarım için kategorilere göre dekar başına 30 TL ile 180 TL arasında ödeme sağlanıyor. 

Baki Remzi Suiçmez, "Enflasyonun sürekli arttığı, yüzde 70'lere ulaştığı bir ortamda toplam destek bütçesi yetersiz kalıyor. O yetersiz destek bütçesi de alan bazlı desteklerde ürün bazında da sorunları gündeme getirecek" diyor.

CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, 2006 tarihli Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesine göre, tarımsal desteklerin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki payının en az yüzde 1 olması gerektiğine dikkat çekerek ekliyor: "Ancak bu miktar hiçbir zaman yüzde 0,6'yı (binde 6) geçmemiş, son yıllarda binde 3'e kadar geriletilmiştir. Çiftçi devlet tarafından yeterli ölçüde desteklenmediği için üretim girdileri ve diğer ihtiyaçları için gerekli finansmanın temininde banka kredilerine başvurmaktadır" diyor.

Borçluluk seviyesi artıyor

Türkiye'de çiftçiler hem Tarım Kredi Kooperatifine hem de bankalara borçlu. Borçların büyük bölümünü bankalardan alınan krediler oluşturuyor.

CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal
CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbalnull Privat

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun verilerine göre tarımda kullandırılan nakdi kredilerin toplamı Aralık 2023 itibarıyla 582 milyar lirayı buluyor. Bu rakamın yaklaşık 201 milyar lirasını kısa vadeli krediler oluşturuyor. Çiftçilerin bankalara olan borçlarında son bir yılda yüzde 80'in üzerinde, son 19 yılda ise 118 kat artış var. Aralık 2004'te tarımda kullandırılan nakdi krediler 4,9 milyar lira seviyesindeydi.

Orhan Sarıbal, 2004-2023 yılları arasında bütçeden tarıma verilen desteklerin sadece 20 kat artırıldığına dikkat çekerek "2004 yılında bitkisel ve hayvansal üretim, ormancılık ile balıkçılık için kullanılan banka kredileri, tarımsal destekleme ödemelerinin 1,7 katı iken, bu oran 2023 yılında 9,6 katına ulaştı" diyor. 2023 yılında tarımsal destek bütçesi 63 milyar 379 milyon lira olmuştu. Aynı yıl bitkisel ve hayvansal üretim, ormancılık ile balıkçılık için kullanılan banka kredileri toplamı ise 605,7 milyar lira seviyesinde bulunuyor.

Baki Remzi Suiçmez ise çiftçinin banka borçlarına Tarım Kredi Kooperatifine olan yaklaşık 20 milyar liralık borcuyla bayiler, zincir marketler gibi özel sektör borçları da eklendiğinde çiftçilerin yaklaşık 700 milyar liraya yakın borçlu olduğunu ifade ediyor. 

Çiftçinin üretim yapmak için borçlandığını ifade eden Suiçmez, borcunu ödeyememesi durumunda ise ipotek karşılığı verdiği arsası, traktörü ve hayvanından olduğunu belirterek, "Üretim maliyetlerini azaltmadan, çiftçinin gelirini artırmadan üretim sorununu çözemeyiz. Bunların hepsi bir bütünün parçası. Aksi durumda artan üretim maliyetleri, tüketicilerin raflarda olsa bile o ürüne ulaşamayacağı, dolayısıyla gördüğü halde yokluk yaşadığı bir kısır döngünün devamına yol açar" diye konuşuyor.

Türkiye GSYH'sinde tarımın payı yüzde 5,8 civarında. Tarımda istihdam edilenlerin sayısı ise 4,6 milyonu buluyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Alman ekonomisi: Durgunlukla mücadele için strateji arayışları

Alman ekonomisinde işler iyi gitmiyor. Bu yeni bir haber değil. Alman Sanayiciler Birliği (BDI) Başkanı Siegfried Russwurm, "Diğer büyük sanayileşmiş ülkelerle karşılaştırıldığında, ülkemiz daha da geride kalıyor. 2024 yılında hızlı bir toparlanma şansı görmüyoruz" yorumunu yapıyor.

Yine de pek çok uzman, Alman hükümetinin 2024 yılı için büyüme tahminini yüzde 1,3'ten yüzde 0,2'ye indirerek keskin bir şekilde aşağı yönlü revize etmesini beklemiyordu. Essen'deki RWI Ekonomik Araştırma Enstitüsü'nden Almut Balleer, bu duruma "oldukça şaşırdıklarını" söylüyor.

Ne de olsa bazı şeyler olumlu yönde gelişmeye başlamıştı. Örneğin enflasyon düşüşe geçti: Geçen yıl ortalama yüzde 5,9 olan enflasyonun, Alman hükümetinin yıllık ekonomi raporuna göre yüzde 2,8 dolayında gerçekleşmesi bekleniyor. Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner temkinli bir iyimserlik içinde, "Enflasyon yönetilebilir hale geldi" dedi.

Tasarruf eğilimi güçleniyor

Bir diğer olumlu noktada da iş gücü piyasasının istikrarlı olması. Almanya'da halihazırda yaklaşık 46 milyon kişi çalışıyor ve bu yıl istihdamın daha da artması bekleniyor. Ücret ve maaşlar da arttığı için insanların harcayacak ve tüketimi artıracak daha çok parası olması gerekirdi. Ancak çalışanlar, beklendiği kadar fazla harcama yapmıyor; aksine tasarruf yapma eğilimi güçleniyor.

Hükümeti oluşturan Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve Hür Demokratlar (FDP), henüz ortak bir yön belirlemeyi başaramadı. Özellikle Yeşiller partili Ekonomi Bakanı Robert Habeck ile FDP lideri ve Maliye Bakanı Christian Lindner arasında ekonomik ve mali konularda sürekli anlaşmazlıklar yaşanıyor.

Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner
Christian Lindnernull Oliver Berg/dpa/picture-alliance

Oysa her ikisi de Almanya'nın bir üretim merkezi olarak, uluslararası rekabet gücünün risk altında olduğu konusunda hemfikir. Berlin'de yıllık ekonomik raporu kamuoyuna sunan Ekonomi Bakanı Habeck, "Son derece zorlu bir durumdan" bahsetti. Lindner, şirketler için vergi indirimi isterken Habeck daha fazla yatırım için borçla finanse edilen özel bir fon oluşturulmasını savunuyor. Lindner ise bunu reddediyor.

Nitelikli iş gücü açığı büyüyor

Habeck, koalisyon içindeki derin anlaşmazlıklar konusunda kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı. Yıllık ekonomik raporda "yekvücut olunacağı" ve bunu uygulamak için "büyük bir kararlılık" sergileneceğine vurgu yapmakla yetinildi.

Almanya, uzun yıllar boyunca biriken yapısal sorunlardan muzdarip. Habeck, özellikle kalifiye iş gücü sıkıntısının önümüzdeki yıllarda daha da artacağı ve bunun büyümeyi frenleyeceği kanaatinde: "Tüm bilgi ve birikimlere, tüm ellere ve beyinlere, tüm yeteneklere ve becerilere ihtiyacımız var. Daha fazla eğitim, kadınlar için daha iyi fırsatlar ve yaşlıların gönüllü olarak daha uzun süre çalışmasına yönelik cazip teşviklerin yanı sıra daha fazla vasıflı iş gücü göçüne ve ülkedeki mültecilerin istihdam piyasasına daha iyi entegrasyonuna ihtiyacımız var."

Birçok "gereksiz" yasa

Hükümetin ekonomiyi canlandırma reçetesi hayli iddialı: Yenilenebilir enerjiler yaygınlaştırılacak ve sübvansiyonlar yoluyla endüstriyel süreçler iklim açısından nötr hale getirilecek. Gereksiz bürokrasi azaltılacak ve ilave bürokrasinin gerekli olduğu durumlarda, orantılılık dikkate alınacak. Diğer ülkelerle ticari ilişkiler genişletilecek, daha uygun fiyatlı konutlar yapılacak ve ulaşım altyapısı modernize edilecek. 2024 yılı içinde bu alanlarda toplam 70 milyar euro tutarında yatırım yapılması planlanıyor. Buna iklim fonundan sağlanacak 49 milyar euro daha eklenecek.

Hükümetin vaatlerini yerine getirip getiremeyeceğini merakla bekleyenler sadece şirketler değil. SPD, Yeşiller ve FDP yılda 400 bin yeni konut inşa etme hedefinin hayli uzağında. Koalisyonun göreve gelmesinden bu yana, bürokrasinin azaltılması konusunda açıklanan hedeflerde de ilerleme kaydedilmiş değil. Münih'teki ifo Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü'nden Clemens Fuest, "Çok sayıda gereksiz yasamız var, bunları kaldırırsak hiçbir şey kaybetmeyiz. Tabi mevcut durumda, önceki hükümetlerin de suçu var," diyor.

Muhafazakârlardan acil program çağrısı

Federal Meclis'teki en büyük muhalefet grubu olan Hristiyan Birlik Partileri CDU/CSU da bürokrasinin azaltılmasını talep ediyor. Ancak bu, muhafazakârların ekonomiyi durgunluktan çıkarmayı amaçlayan "acil eylem programında" özetlediği toplam on iki noktadan sadece biri. Program, şirketler için vergi indirimi, sosyal güvenlik primleri ve enerji giderlerinde indirim gibi çok sayıda önlem ve düzenleme öngörüyor.

Almanya Ekonomi Bakanı Robert Habeck
Robert Habecknull Carsten Koall/dpa/picture alliance

Ekonomi Bakanı Habeck ise 45 ila 50 milyar euroluk bir vergi açığına yol açacağı için, söz konusu programın maliyetinin karşılanamayacağını savunuyor.

Enerji fiyatları düşecek mi?

Doğal gaz ve elektriğin önemli ölçüde ucuzladığını hatırlatan Federal Ekonomi Bakanı, bu konuda bir umut ışığı görüyor. "Enerji fiyatları henüz olmasını istediğimiz seviyede değil, ancak birkaç ay önce beklediğimizden daha hızlı bir şekilde düştü."

Peki bu, uluslararası alanda rekabet edebilmek için yeterli mi? Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü (DIW) Başkanı Marcel Fratzscher bu konuda şüphe duyuyor: "Kısa vadede, Almanya'daki enerji maliyetlerinin Rus doğal gaz ve petrolüne o kadar bağımlı olmayan diğer ekonomilere kıyasla, bariz şekilde yüksek kalacağı gerçeğinde bir değişiklik olmayacak."

Dönüşüm değişime izin vermeli

Fratzscher, enerji şirketlerini finansal olarak desteklemenin yanlış bir yaklaşım olduğuna inanıyor: "Dönüşüm, mevcut yapıları sağlamlaştırmak değil, değişime izin vermek anlamına gelir. Bazı enerji şirketlerinin üretimlerini ve istihdamlarını yurtdışına taşımaları, o kadar da kötü bir şey değil."

Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü Başkanı, buna karşılık gelecek vaat eden sektörlerin teşvik edilmesi gerektiğini belirtiyor ve ekliyor: " Şu anda en önemli eksiklik koordineli bir Avrupa politikasının ve bir stratejik yönelim planının olmayışıdır."

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Merkez Bankasının "değerli Türk Lirası" vurgusu yabancıyı kaçırır mı?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK), yeni başkan Fatih Karahan yönetiminde ilk faiz kararını açıkladı. Buna göre, TCMB 8 ay sonra ilk kez politika faizini yüzde 45 seviyesinde sabit bıraktı. Karar sonrası yapılan açıklamada ise, "Para politikasındaki kararlı duruş, dezenflasyonun ana unsurlarından olan Türk Lirası reel değerlenme sürecine katkı vermeyi sürdürecektir" cümlesi dikkat çekti.

DW Türkçe'ye konuşan uzmanlara göre, önümüzdeki aylarda Türk Lirası'nda (TL) değerlenme değil; tam aksine değer kaybı devam edecek. Türk Lirası'nın kısa vadede değerlenmesi halinde ise yabancı sermayenin Türkiye'ye olan ilgisi daha da azalabilir.

Sinan Alçın: Yabancı sermaye için olumsuz mesaj

DW Türkçe'ye konuşan Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın'a göre, TCMB'nin verdiği "TL'deki değerlenme için kararlı duruş" mesajı Türkiye'ye karşı zaten mesafeli olan uluslararası sermaye için olumsuz bir haber.

Türkiye piyasalarına sıcak para girişi yapmak isteyen yabancı sermayenin TL'nin dolar karşısındaki reel değerine ulaşmasını beklediğini ifade eden Prof. Alçın, "Yani şu noktada yabancı sermaye TL'de değerlenme değil, dolar kurunun 40 TL seviyelerine çıkmasını bekliyor. Dolayısıyla Merkez Bankasının enflasyonu düşürmek için öngördüğü değerli TL duruşu, yabancı sermayeyi Türkiye'den daha da uzaklaştırabilir" diye konuşuyor. 

"Türk Lirası'nda değer kaybı sürecek"

Öte yandan son birkaç günde yükselişini hızlandıran döviz kurlarında art arda yeni rekor seviyeler görüldü. Dolar kuru 31 TL'yi geçerken, Euro kuru 33,8 seviyelerini gördü. Kurlardaki artışın önümüzdeki günlerde de devam etmesi bekleniyor.

Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın
Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçınnull privat

Mevcut para politikasının TL'nin değerlenmesini henüz sağlayamadığına işaret eden Sinan Alçın, hem bireysel hem de kurumsal yatırımcılar için TL'nin hâlâ "cazip" hale gelmediğini belirtiyor.

"Bankaların Türk Lirası mevduat faizleri hâlâ Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) açıkladığı enflasyonun 20 puan gerisinde seyrediyor" diyen Prof. Alçın, bu nedenle TL'ye talebin zayıf kaldığını kaydediyor. Bununla birlikte son birkaç haftada vatandaşların dövize olan talebinin artmaya başladığını ve bu durumun dolar ve euro kurunu da yeni rekor seviyelere taşıdığını dile getiren Alçın, şu görüşleri dile getiriyor:

 "28 Mayıs seçiminden bu yana 20 TL'den 31 TL'ye gelen bir dolar kuru var. Yerel seçim sonrasında da TL'de değerlenme değil; dolar kurunda gerçek değeri olan 40 TL seviyelerine bir tırmanış göreceğiz. Dolayısıyla Merkez Bankasının değerli TL vurgusu, tıpkı yüzde 5'lik enflasyon hedefi gibi kırk yamalı bohçanın farklı bir parçası durumunda. Ekonominin gündelik gerçekliği ile ilintisi zayıf bir söylem."

Faizde indirim mi, artırım mı?

Merkez Bankası, 28 Mayıs seçimlerinin ardından ekonominin başına Mehmet Şimşek'in getirilmesinden sonra, Haziran ayından bu yana 36,5 puanlık faiz artırımı gerçekleştirdi ve politika faizini yüzde 8,5'ten yüzde 45'e çıkardı. Ancak aynı dönemde TÜİK verilerine göre enflasyonun da yüzde 38'den yüzde 65'e çıkması, mevcut faizin yetersiz olduğuna dair eleştirilerin artmasına neden oluyor.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfının (TEPAV) geçtiğimiz günlerde yayınladığı "Para Politikası Değerlendirme Notu – VI" raporunda enflasyondaki artışa dikkat çekilerek, politika faizinin daha da artırılması gerektiği vurgulandı.

TEPAV raporunda, Mayıs ayında enflasyonun zirveye çıkmasının beklendiği belirtilerek, Merkez Bankasının politika faizini yüzde 47,5'e yükseltmesi ve bunun yanı sıra yeni sıkılaştırma hamleleri yapması gerektiği dile getirildi.

Erhan Arslanoğlu: Seçim sonrası bir faiz artırımı daha olmalı

Peki, 31 Mart seçimleri sonrasında Merkez Bankasının faiz politikasında bir değişim yaşanabilir mi?

Piyasalardaki genel beklenti yerel seçim sonrasında enflasyonun yükselmesiyle, politika faizindeki artışın da devam etmesiydi. Ancak son dönemde yerel seçim sonrasında hükümetin yeniden hızla faiz indirimi politikasına geçebileceğine dair soru işaretleri artıyor. Mehmet Şimşek ve ekibinin yerel seçim sonrasında görevden alınabileceğine dair endişeler de hâlâ tam olarak giderilebilmiş değil.

Bu endişelere Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'ten yanıt geldi. Faiz kararı sonrasında sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda uluslararası piyasalarda sermaye benzeri kaynaklara artık daha rahat erişebildiğini belirten Şimşek, "Sayın Cumhurbaşkanımızın güçlü desteğiyle uyguladığımız politikalar, seçim sonrasında da hedeflerimiz doğrultusunda devam edecek. Bu çerçevede; dolaşıma kasıtlı olarak sunulan spekülasyonlara itibar etmeyiniz" açıklaması yaptı.

DW Türkçe'ye konuşan İstanbul Topkapı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu'na göre, 31 Mart yerel seçimleri sonrasında politika faizinin yüzde 50'ye yaklaşacak şekilde son bir kez artırılması gerekiyor.

İstanbul Topkapı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu
İstanbul Topkapı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Aslanoğlunull Privat

Merkez Bankası'nın faiz politikasındaki sıkı duruşunu sürdürebilmesi halinde enflasyonla mücadelede önemli bir kazanım elde edilebileceğini ifade eden Aslanoğlu, Türk Lirası'nın değer kazanması için ise Merkez Bankasının çok dikkatli hareket etmesi gerektiğini vurguluyor. 

Prof. Dr. Aslanoğlu, şunları söylüyor:

"Tahminim ekonomi yönetimi büyüme ve ihracatı gözden çıkaramayacağı için TL'deki değerlenme süreci zamana yayılacaktır. Faizde ise seçim sonrası bir artış yapılması doğru olur. Yüzde 45'ten yüzde 48-49'a bir artırım yapılması gerektiğini düşünüyorum. Ancak faiz artırımı yapılıp yapılmayacağı konusunda hem dış koşullar hem de siyaset belirleyici olabilir."

Son 5 yıldaki beşinci başkan

28 Mayıs seçimleri sonrasında büyük umutlarla ABD'den çağrılarak TCMB Başkanlığı'na getirilen Hafize Gaye Erkan, kendisi ve ailesi hakkında çıkan iddialar sonrasında Şubat ayı başında görevinden ayrılmıştı. Yerine ise başkan yardımcılarından Fatih Karahan atanmıştı. Böylelikle Fatih Karahan, son beş yılda TCMB'nin başına atanan beşinci başkan oldu.

Merkez Bankasının reel ve finansal sektör temsilcileri ile profesyonellerden oluşan 68 katılımcıyla gerçekleştirdiği Şubat ayı Piyasa Katılımcıları Anketi'ne göre, cari yıl sonu TÜFE artışı beklentisi de yüzde 42,04'ten yüzde 42,96'ya yükseldi.

Yıl sonu dolar kuru beklentisi 40,0212 olurken, 12 ay sonrası dolar/TL beklentisi 40,6370'ten 41,1543'e yükseldi. 12 ay sonrası için politika faizi beklentisi ise yüzde 36,62 düzeyinde oluştu.

Hayri Kozanoğlu: Faiz indirimi baskısı olabilir

DW Türkçe'ye konuşan Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu'na göre, şu anda mevcut faiz politikası firmalar açısından kredi sıkıntısı yaratıyor.

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlunull Privat

Diğer taraftan uzun süredir alarm veren tekstil gibi emek yoğun ve ihracatçı sektörlerde giderek daha fazla sorun yaşanmaya başladığına işaret eden Prof. Kozanoğlu, şöyle konuşuyor:

"Ekonomi yönetiminin yerel seçim sonrasında üretimi canlandırmaya dönük faiz indirimlerini devreye alabileceği öngörüsü yapabiliriz. Özel sektörden bu yönde talepler gelebilir. Ben yıl sonuna doğru böyle bir süreç yaşanacağını düşünüyorum. Özellikle seçimden sonra kredi kartı kullanımına ilişkin kısıtlamalar olursa, bu vatandaş tarafından da ciddi tepki ile karşılanır. Bu nedenle yıl sonuna doğru Cumhurbaşkanlığı ile Hazine ve Merkez Bankası arasında bir gerginlik yaşanacağını düşünüyorum."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?