Abbas'tan ABD'ye çağrı: İsrail'in Refah operasyonuna engel olun

Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, İsrail'in Refah'ı işgal etmesine engel olabilecek tek ülkenin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olduğunu söyledi. Mahmud Abbas bu işgalin "Filistin halkının tarihindeki en büyük felaket" olacağını belirtti.

Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nun düzenlediği Kalkınma İçin Küresel İş Birliği, Büyüme ve Enerji Özel Toplantısında konuşan Abbas, "ABD'ye İsrail'den Refah operasyonunu durdurmasını istemesi çağrısında bulunuyoruz çünkü İsrail'in bu suçu işlemesine engel olabilecek tek ülke Amerika'dır" diye konuştu.

İki gün süren zirveye ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın yanısıra İsrail ile Hamas arasında arabuluculuk çabalarında bulunan ülkelerin temsilcileri de davet edildi.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Riyad'a gitti
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Riyad'a gittinull Mark Schiefelbein/AP//Pool AP/dpa/picture alliance

ABD Dışişleri Bakanı Blinken bugün Riyad'a hareket etti. ABD Dışişleri Bakanlığı Blinken'in Pazartesi ve Salı günü Riyad'da yapacağı görüşmelerde "İsrail için güvenlik garantileri içeren bağımsız bir Filistin devletine giden yolu" ele alacağını açıkladı. Ziyaretin İsrail ile Hamas arasında savaşın patlak vermesinden bu yana Blinken'ın Ortadoğu'ya düzenlediği yedinci diplomatik misyon olduğu belirtildi. Dünya Ekonomik Forumu toplantısına katılacak olan Blinken Riyad'da Arap ülkelerinin dışişleri bakanlarıyla da bir araya gelecek.

Hamas'ın 7 Ekim tarihinde Gazze Şeridi'nin dışına çıkarak düzenlediği saldırıda İsrail yetkililerinin verdiği sayılara göre 1170 kişi hayatını kaybederken çok sayıda kişi de rehin alındı. İsrail'in tahminlerine göre Gazze'de 129 İsrailli rehine bulunuyor. İsrail'in 7 Ekim saldırısına yanıt olarak Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda ise Hamas kontrolündeki Gazze Sağlık Bakanlığının verilerine göre çoğu kadın ve çocuk 34 bin 454 kişi hayatını kaybetti.

AFP / EC, HT

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Irak'ta eşcinsel ilişkiye 15 yıl hapis cezası verilecek

Irak Temsilciler Meclisi, eşcinselliği suç kapsamına alan ve kendi rızasıyla eşcinsel ilişkiye girenlerin 10'dan 15 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasını öngören yasa değişikliğini kabul etti.

Fuhuş yasasında yapılan değişikliğe göre eşcinselliği "herhangi bir biçimde" teşvik edenler de 7 yıl hapis cezasının yanı sıra 7 bin ila 10 bin euro değerinde para cezasına çarptırılabilecek. Ayrıca cinsiyet değiştirme ameliyatı olanlar ya da "kasten efemine davranışlarda bulunanlara" bir ila üç yıl arasında değişen hapis cezaları verilebilecek. Yasa değişikliğinin taslak halindeki daha önceki bir versiyonunda aynı cinsten kişilerin cinsel ilişkiye girmesinin idam cezasıyla cezalandırılması istenmişti.

"Çocukları koruma" gerekçesi

Irak Temsilciler Meclisi Başkanvekili Muhsin Ali Ekber El Mendelavi yasa değişikliğini savundu. Mendelavi değişikliğin "toplumun ahlaki değer yapısını savunmak" bakımından kararlı bir adım olduğunu belirtti ve amacın "çocukları ahlaksızlığa ve eşcinselliğe davetten korumak" olduğunu söyledi.

Aynı cinsten kişiler arasında seks Irak'ta daha önce yasalarda açık bir biçimde suç olarak tanımlanmamıştı. Ancak yetkili makamlar muğlak ahlak yasalarını LGBTİ+ bireyler hakkında cezai yaptırımda bulunmak için kullanmıştı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Ağustosta yaptığı açıklamada parlamentoya gelen yasa değişikliğini hükümetin cinsel azınlıklara yönelik "düşmanca söylemi", ülkedeki faaliyet gösteren insan hakları örgütlerinin çalışmalarına baskı olarak tanımlamıştı.

"Kendi olmak suç haline getiriliyor"

Irak'taki az sayıdaki LGBTİ+ örgütü arasında yer alan IraQueer "Kendi olmanın bir suç olduğu bir dünyaya doğru ilerliyoruz" açıklamasını yaptı. Açıklamada "Bu yasanın kabul edilmesi birçoğunun şu anda ve gelecekte hayatını karartacaktır. Genç Iraklılar yakalanacak ve hükümet herhangi bir gerekçe olmaksızın onları cezaevine atabilecek veya onlara daha kötü şeyler yapabilecektir" denildi.

Uluslararası Af Örgütünün Irak uzmanı Ras Salaji X hesabından yaptığı açıklamada gelişmenin "bütünüyle korkunç" olduğunu söyledi. Irak'ın "LGBT topluluğuna ayrımcılığı yasalaştırdığını" söyleyen Salaji 30 yıldan eski olan fuhuş yasasında yapılan değişikliğin "temel insan haklarına ağır bir saldırı" olduğunu belirtti.

ABD ve İngiltere'den tepki

Irak'taki yasa değişikliğine ABD ve İngiltere'den de tepki geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller kabul edilen yasanın "Irak toplumunda en çok risk altında olanları tehdit ettiğini" ve "ifade özgürlüğünü engellemek için kullanılabileceğini" söyledi. Yasanın yabancı yatırımları kaçırabileceği uyarısında bulunan Miller, "Uluslararası iş koalisyonları daha şimdiden Irak'taki bu tür bir ayrımcılığın iş dünyasına ve ekonomik büyümeye zarar vereceğine işaret etti" dedi.

İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron da yasayı "tehlikeli ve endişe verici" olarak niteledi.

AP, dpa, AFP / EC, HT

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya’da kayıp çocuk için 1,5 kilometrelik insan zinciri

Almanya'nın Aşağı Saksonya Eyaleti'nde polis Pazartesi günü Bremervörde-Elm'de kaybolan 6 yaşındaki Arian'ı bulabilmek için eyaletteki en büyük arama çalışmalarından birini başlattı. Polis, Alman Ordusu, itfaiye, yardım kuruluşları ve Alman Teknik Yardım Kurumu'dan 800'den fazla görevli ile yüzlerce gönüllü, çocuğun kaybolduğu bölgede kapsamlı bir arama çalışması yapıyor. Arama çalışmalarını koordine eden polis sözcüsü, Arian'ı arayanların 1,5 kilometre uzunluğunda bir zincir oluşturduğunu söyledi. Bunun yanı sıra küçük çocuk havadan dronlarla, kaybolduğu yerde bulunan Oste nehrinde ise bot, dalgıç ve köpeklerle aranıyor.

Cumartesi günü küçük çocuğu arama çalışmaları ağırlıklı olarak Oste nehrinde yoğunlaştırıldı. Dalgıçlar nehirde arama yaparken, su altında ses dalgalarıyla arama yapan sonar cihazlarla da çalışmalar yürütüldü.

6 yaşındaki çocuğun arama çalışmalarına askerler de katılıyor
6 yaşındaki çocuğun arama çalışmalarına askerler de katılıyor null Moritz Frankenberg/dpa/picture alliance

6 yaşındaki otizmli Arian, Pazartesi günü ailesiye yaşadığı evden çıkmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştı. Kendini ifade etmekte zorluk çeken çocuğun arama çalışmaları sırasında yapılan çağrılara da tepki vermeme ihtimali olduğu, bu durumun da arama çalışmalarını zorlaştırdığı belirtiliyor.

Çocuğun dikkatini çekmesi amacıyla Cuma akşamı arama çalışmalarında gökyüzüne ışık yansıtıldı, yüksek sesle çocuk şarkıları çalındı. Ayrıca gökyüzüne balonlar salındı ve bölgeye şekerlemeler bırakıldı.

dpa,AFP / HT,EC

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Alman yargısı dava dosyalarına yetişemiyor

Almanya'daki savcılıklarda kapanmamış dava dosyası sayısı artmaya devam ediyor. Alman Hakimler Birliğinin araştırmasına göre geçen yıl kaydedilen açık dava dosya sayısı 906 bin 536 oldu. 2021 yılında bu sayı 727 bin 21 iken 2022'de ise 840 bin 727'ydi. Buna göre açık dosya sayısında iki yıl içinde yaklaşık yüzde 25'lik bir artış kaydedildi. Sayılar eyaletlerin adalet idarelerinden alınan veriler üzerinden oluşturuldu ve Alman Hakimler Birliğinin yayınladığı Alman Hakim Gazetesinde yer aldı. Sayıların sadece ismi bilinen şüphelilerle ilgili dosyaları kapsadığı belirtildi.

Eyaletler özelinde oran olarak en büyük artış Hamburg'da kaydedildi. İki yıl içerisinde açık dava dosya sayısı, yaklaşık yüzde 70'lik bir artışla 22 bin 900'den 39 bine çıktı. Bremen eyaletinde ise 2021 yılında 10 bin 241 olan açık dosya sayısı yüzde 51'lik bir artışla 15 bin 426'ya yükseldi. Açık dava dosya sayısının azaldığı tek eyalet ise Saksonya Anhalt oldu. İki yıl önce 22 bin 111 olan açık dosya sayısı 20 bin 351'e geriledi. Eyalette geçen yıl binlerce dolandırıcılık vakasının görüldüğü karmaşık bir soruşturmanın tamamlanmasının bu düşüşte rol oynadığı belirtildi.

Alman Hakimler Birliğinin verilerine göre Almanya genelinde savcılıkların önüne geçen yıl yaklaşık 5 milyon 400 bin yeni vaka geldi. Bunun da şimdiye kadar kaydedilen en büyük sayı olduğu, iki yıl önce yeni vaka sayısının yaklaşık 4 milyon 700 bin olduğu kaydedildi.

Alman Hakimler Birliği Başkanı Sven Rebehn internet ortamında işlenen nefret suçlarının artmasının vakaların artmasında da etkili olduğunu söyledi. Rebehn ayrıca oturma yasasının ihlal edildiği suçlarda ve çocuk pornografisi alanında daha fazla vaka ile karşılaşıldığını belirtti. Rebehn "personel sayısı bakımından tükenmiş" bir adalet sisteminin bu gelişmeye ayak uydurmakta sürekli daha fazla zorlanacağını söyledi.

dpa / EC, HT

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

İYİ Parti'nin yeni Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu oldu

İYİ Parti'nin 5'inci Olağanüstü Kurultayı bugün Ankara'da ATO Congresium'da yapıldı. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in aday olmadığı kurultayda yapılan seçimin üçüncü turunda genel başkanlığa Müsavat Dervişoğlu seçildi.

Üçüncü turda Müsavat Dervişoğlu 611 oy, Koray Aydın ise 548 oy aldı.

İlk iki turda salt çoğunluk sağlanamaması üzerinde üçüncü tur oylama yapıldı. Üçüncü turda en fazla oyu alan Dervişoğlu İYİ Parti'nin yeni Genel Başkanı oldu. Dervişoğlu, Akşener'e yakın isimler arasında sayılıyordu.

İlk turda dört aday yarıştı

Seçimin ilk turunda, TBMM Grup Başkanı Koray Aydın, Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu, Göç Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcı Mehmet Tolga Akalın ve Günay Kodaz genel başkanlık için yarıştı.

Seçimlerin ilk turunda 1178 delege oy kullandı. Yedi oy geçersiz sayılırken; Koray Aydın 472, Tolga Akalın 327, Müsavat Dervişoğlu 370, Günay Kodaz ise 2 oy aldı. Seçimde hiçbir adayın gereken salt çoğunluğu sağlamaması üzerine ikinci tur oylama yapıldı.

İkinci tur oylamaya geçilmeden önce Tolga Akalın adaylıktan çekildiğini açıkladı.

İkinci turda ise Müsavat Dervişoğlu 570, Koray Aydın 565 oy aldı. Adaylıktan çekilmesine rağmen Tolga Akalın 15, bir önceki turda 2 oy alan Günay Kodaz 3 oy aldı. Seçimin ikinci turunda 1158 delege oy kullandı, 6 geçersiz oy, 1152 geçerli oy sayıldı. Salt çoğunluk olan 652 oya ulaşan aday olmadığı için kurultayda üçüncü tur oylama yapıldı.

Koray Aydın da adaylık için yarıştı
Koray Aydın da adaylık için yarıştınull IYI Partei

Meral Akşener'den veda konuşması

İYİ Parti'de genel başkanlık seçimlerin öncesinde partinin kurucu lideri Meral Akşener bir konuşma yaptı. 

İYİ Parti Genel Başkanı olarak son konuşmasını yaptığını belirten Meral Akşener, siyasi hayatı boyunca aldığı tüm kararların arkasında durduğunu ve "gerektiğinde bedel ödemeyi" bildiğini söyledi.

Akşener konuşmasında 30 yıldır siyaset sahnesinde olduğunu hatırlattı. "Siyasi kariyerim boyunca; beni motive eden, tek bir şey vardı: O da tüm eğitim hayatım boyunca beni parasız yatılı okutan, milletimize bana büyük fırsatlar sunan, Cumhuriyetimize ve her geçen gün, tahrip edilen, devletimize karşı vefa borcumu ödemekti" ifadelerini kullanan Akşener, geçen 30 yıldaki mücadelesinde "Zihnim de vicdanım da hep çok rahat oldu" dedi.

Meral Akşener, İYİ Parti kurultayında veda konuşması yaptı
Meral Akşener, İYİ Parti kurultayında veda konuşması yaptınull DHA

"Verdiğim kararların hep arkasında durdum"

"Bugüne kadar verdiğim tüm kararların, aldığım tüm tutumların, üstlendiğim tüm sorumlulukların hep arkasında durdum, bugün de durmaya devam ediyorum" diyen Meral Akşener, 31 Mart yerel seçimlerine "hür ve müstakil" olarak girme kararının da arkasında olduğunu vurguladı.

Akşener, "Seçim sonuçları doğrultusunda, aldığımız riskin elbette farkındaydım. İşte bu yüzden; bugüne kadar olduğu gibi, bugün de Türkiye'nin, alıştırılmış normallerinin dışında, sadece söz söyleme sırasında değil, bedel ödeme sırasında da en önde duruyorum. Bugüne kadar, her daim kimseden bir beklentim olmaksızın gerektiğinde, bedel ödemeyi bildim. Bundan dolayı da asla pişman olmadım. Nitekim bugün de pişman değilim" şeklinde konuştu.

"Ve bugün üzerime düşen, her şeyi yapmış olmanın huzuruyla, son kez karşınızdayım! Hiçbir hesaba, hiçbir pazarlığa, hiçbir sahtekârlığa girmeden, milletin sesini duyurmuş olmanın, mutluluğuyla son kez karşınızdayım!" diyen Akşener, İYİ Partili delegelere "Başarısızlığı ben aldım artık başarıyı siz yakalayacaksınız! Bedeli ben ödedim artık hesabı siz tutacaksınız!" diye seslendi. Akşener, "Allahaısmarladık" diyerek kürsüden indi.

İYİ Parti kurultayı seyircisiz yapıldı, sadece delegeler katıldı
İYİ Parti kurultayı seyircisiz yapıldı, sadece delegeler katıldınull DHA

31 Mart yerel seçimlerinde İYİ Parti'nin Türkiye genelindeki oy oranının yüzde 3,7 düzeyinde kalmasının ardından Meral Akşener, Olağanüstü Kurultay'da yeniden aday olmayacağını açıklamıştı.

Kurultay seyircisiz yapılıyor. Kurultay için salonun fiziki şartları ve kapasitesi öne sürülerek kurultay delegeleri, il, ilçe ve belediye başkanları ile önceki dönem milletvekilleri dışında salona izleyici alınmadı.

DW, ANKA/JD, SÖ

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Maliye Bakanı Lindner: Almanya ekonomide yine zirveye çıkmalı

Almanya Maliye Bakanı ve Hür Demokrat Parti (FDP) Genel Başkanı Christian Lindner, partisinin "ekonomide değişim" talebini destekleyerek, Almanya'nın rekabet gücünün azaldığı uyarısında bulundu.

Koalisyon ortağı FDP'nin bugün Berlin'de yapılan 75'inci Olağan Kongresi'nde konuşan Lindner, "Bir ülkenin rekabet gücü 10 yıl içinde 6'ncı sıradan 22'nci sıraya düşüyorsa, bir değişimden daha gerekli olan nedir? Birkaç yıl içinde hedefimiz 22'nci sıradan yeniden dünyanın zirvesine geri dönmek olmalı" ifadelerini kullandı.

Almanya'daki ekonomi politikasında değişim çağrısında bulunan Lindner, bunun Almanya'nın rekabet gücünün artırılmasının yanı sıra sosyal adalet ve ülkedeki demokrasi düşmanı eğilimlerle mücadele için gerekli olduğunu anlattı.

Almanya'da toplumun yeniden büyüme perspektifine ihtiyacı olduğunu kaydeden Lindner, "Ekonomi ve büyüme dostu politikaların sosyal adaletin gereği" olduğunu belirtti.

Lindner, durumlarının kötüye gittiği veya başkalarının hayatta daha kolay ilerlediği hissine kapılan insanların bu gelişmeye yol açan demokratik koşulları sorgulamaya başlayacağını kaydetti. Lindner, "Ekonomide değişim, sahip olunabilecek en iyi demokrasiyi destekleme yasası" dedi.

FDP'nin Berlin'deki kongresinde partinin hazırladığı "Almanya'da ekonomide değişim-büyüme, güvenlik, inovasyon ve yükselme şansı için öncelik" başlığını taşıyan program tartışılıyor. Parti yönetiminin hazırladığı 12 maddelik belge, hafta başında koalisyon ortakları Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşillerin eleştirilerine yol açmıştı. FDP programda, vatandaşlık parası olarak adlandırılan sosyal yardımlarda bazı kısıtlamalar yapılmasını, 63 yaşında emekli olmaya son verilmesini, doğu eyaletlerinin kalkınması için ödenen dayanışma vergisinin kaldırılmasını, fazla mesailerin vergiden muaf tutulmasını talep ediyor.

Reuters, dpa/JD, DK

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Hamas: İsrail'in ateşkes teklifini değerlendireceğiz

Hamas, İsrail'den Gazze Savaşı'nda ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılmasına ilişkin bir teklif aldıklarını açıkladı. Radikal İslamcı örgütün üst düzey isimlerinden Halil El Hayya Telegram üzerinden yaptığı açıklamada, "Hamas bu teklifi değerlendirecek ve bir yanıt verecek" dedi.

İsrail'in önerisinin, 13 Nisan'da Mısır ve Katarlı müzakerecilere iletilen Hamas'ın pozisyonuna yanıt niteliğinde olduğu belirtildi. İsrail, dolaylı müzakerelerde ateşkes ve İsrailli rehinelerin serbest bırakılması konularında örgüt üzerindeki zaman baskısını artırıyor. 

Axios haber portalı ve İsrail medyasının üst düzey İsrailli yetkillere dayandırdığı haberlere göre, yakın zamanda bir uzlaşmaya varılmaması halinde Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta da bir kara operasyonuna başlanacağı belirtiliyor. 

İsrail medyasında Mısır ve İsrailli heyetler arasındaki son görüşmelerde Hamas'la sınırlı bir uzlaşmaya varıldığı; buna göre yalnızca ileri yaştaki rehinelerle, kadın ve hasta rehinelerin serbest bırakılacağına yönelik haberler yer almıştı.

Axios'un haberinde, ateşkesin süresinin ise Hamas tarafından serbest bırakılacak rehinelerin sayısına bağlı olacağı belirtildi. İsrail, Hamas'ın iki hafta önce masaya getirdiği kalıcı ateşkes talebini ise reddediyor.

Uzlaşma gecikirken insani kriz ağırlaşıyor

Ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik müzakerelerde aylardır sonuç alınamıyor. Savaşın başından bu yana ABD, Katar ve Mısır arabuluculuğunda varılan tek uzlaşma çerçevesinde Kasım ayı sonunda bir haftalık ateşkes sağlanmış ve yüzlerce İsrailli rehineye karşılık İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinli mahkumlar serbest bırakılmıştı.

ABD ve Avrupa Birliği'nin terör örgütü olarak sınıflandırdığı Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği saldırıda yaklaşık bin 170 kişi hayatını kaybetmiş, 250 dolaylarında kişi de Gazze Şeridi'ne kaçırılmıştı.

İsrail, Hamas'ın saldırısının ardından Gazze'ye yoğun saldırılar düzenlemeye başladı. Söz konusu saldırılarda, Hamas kontrolündeki Gazze Sağlık Bakanlığı verilerine göre şimdiye kadar 34 bin 350'den fazla insan hayatını kaybetti. İnsani yardımların oldukça kısıtlı ve yetersiz biçimde ulaştırılabildiği bölgede, halk kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya. Birleşmiş Milletler ve diğer sivil toplum örgütleri bölgede günden güne ağırlaşan insani krize dikkat çekerek "acil ateşkes" çağrısı yapıyor.

DW,AFP,dpa/SÖ,JD

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim? 

 

Almanya'da "darbe planı" davası başlıyor

Almanya'da darbe yoluyla hükümeti devirmeyi planlamakla suçlanan, kendilerini "İmparatorluk Vatandaşları" (Reichsbürger) olarak adlandıran aşırı sağcı oluşumun üyeleri hakkında açılan dava Pazartesi günü başlıyor. Prens XIII. Heinrich Reuss liderliğindeki grubun, Alman Federal Meclisi'ne baskın yaparak, milletvekillerini tutuklamayı planladığı iddia ediliyor. Hedeflerinde ise Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin Genel Başkanı Friedrich Merz'in olduğu belirtiliyor.

Ancak Almanya'nın birçok kentinde aşırı sağcı "Vatanseverler Birliği" adlı terör grubuna yönelik 7 Aralık 2022 tarihinde yapılan bir operasyon bu planların hayata geçirilmesini engelledi. "İmparatorluk Vatandaşları" oluşumunun bir parçası olan "Vatanseverler Birliği" grubuna yönelik operasyon sonucu aralarında Reuss'un da aralarında bulunduğu 25 kişi gözaltına alınarak, tutuklandı. Operasyonda 382 ateşli silah ve yaklaşık 150 bin parça mühimmat bulundu. Toplamda 200 civarında üyesi olduğu tahmin edilen grup üyeleri hakkında hazırlanan iddianame geçen yılın sonunda tamamlandı. Toplam 26 kişinin yargılanacağı dev dava üç kentte görülecek. Üç davadan ilki Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde Pazartesi günü başlayacak. Frankfurt'ta görülecek davanın Mayıs ayında, Münih'teki davanın ise Haziran ayında başlaması öngörülüyor. 

Silah üreticisi şirkette yönetimi ele geçirme planları

Stuttgart'taki davada yargılanan 9 sanık arasında tutuklanmadan önce Frankfurt'ta yaşayan bir emlakçı olan Prens XIII. Heinrich Reuss da bulunuyor. Grubun yaptığı planlara göre İmparatorluk Vatandaşları'nın iktidarı ele geçirmesi halinde 72 yaşındaki Reuss'un devletin başkanı olması öngörülüyordu. İddianameye göre operasyon öncesinde Eylül 2022'de yönetimi ele geçirmek için işbirlikçilerin vereceği sinyal bekleniyordu. "İmparatorluk Vatandaşları" işbirlikçilerinin üyelerinin yabancı hükümet, ordu ve istihbarat servislerinin temsilcilerinin oluşturduğu gizli bir grup olduğu öne sürülüyor.

Reuss liderliğindeki grubun üyelerinin yakalanmasının ardından operasyonlar ve tutuklamalar sürdü. Geçen yıl Kasım ayında düzenlenen operasyon sonrasında bir açıklama yapan İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Sağdan gelen devlet düşmanı eylemlere karşı geniş çaplı bir operasyonun yapıldığı bu günde, kutuplaşmanın arttığını ve bizim her gün demokrasimizi yeniden savunmak zorunda kaldığımızı yüksek sesle söylemeliyiz" demişti.

İmparatorluk Vatandaşları'nın Berlin'de düzenlediği bir gösteriden
İmparatorluk Vatandaşları'nın Berlin'de düzenlediği bir gösteriden null Paul Zinken/dpa-Zentralbild/picture alliance

Silah üreticisi şirkette yönetimi ele geçirme planları

Şiddet uygulamaya hazır olan Reuss grubu, muhtemelen Alman ordusundaki destekçileri tarafından orduya ait helikopterlerin kullanılacağına inanıyordu. Hatta merkezi Oberndorf am Neckar'da bulunan silah üreticisi Heckler&Koch'ta, yönetimin şiddet kullanılarak ele geçirilmesinin bile planlandığı iddia ediliyor. Sanıklara "terör örgütü üyesi olma" ve "vatana ihanet hazırlıkları" yapma suçlamaları yöneltiliyor. Stuttgart'ın yanı sıra Frankfurt ve Münih'te görülecek üç davada da İmparatorluk Vatandaşları grubunun ideolojisi ana konu olacak.

Ölü çocuklarla ilgili komplo teorileri

İddianameye göre bu ideoloji komplo teorileri de içeriyor. Buna göre, Prens Reuss, Almanya'nın çocuk ve gençleri öldürme planları yapan bir çeşit "derin devlet" tarafından yönetildiğini iddia ediyor. Hatta, 2021 yazında Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin Ahrtal kentinde yaşanan sel felaketinin, eski hükümet sığınaklarının sular altında bırakılarak çocukların öldürülmesini örtbas etme girişimi olduğu öne sürülüyor. Reuss yanlıları yaklaşık 600 çocuğun öldürüldüğü iddialarından söz ediyor.

Eski bir AfD'li milletvekili de yargılanacak

Savcılık, grubun şiddet yoluyla iktidarı ele geçirmeyi planladığını savunuyor. İddianamede grup üyelerinin eski savaş müttefikleri ABD, Fransa ve İngiltere ile yeni bir barış anlaşmasını müzakere etmeyi hedefledikleri, burada esas muhatap alacakları ülkenin ise Rusya olacağı belirtiliyor. Bütün bu planları hayata geçirebilmek için de grubun atış talimleri yaptıkları, Federal Meclis binasındaki odaları gözetledikleri ifade ediliyor.

Reuss ile birlikte Frankfurt'ta yargılanacak isimler arasında aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinden eski milletvekili ve eski hâkim Birgit Malsack-Winkemann da yer alıyor. İktidarı ele geçirmeleri halinde Malsack-Winkemann'ın adalet bakanlığı görevine geleceği iddia ediliyor.

20 bin civarında üyesi olan tehlikeli oluşum

Almanya'daki güvenlik kurumlarının tahminlerine göre "İmparatorluk Vatandaşları" adlı grubun yaklaşık 2 bin 300'ü şiddet yanlısı olmak üzere 20 bin civarında üyesi bulunuyor. Grup üyeleri demokrasiyi reddediyor, monarşiyi savunuyor, yabancı düşmanı ve antisemitist bir dünya görüşünü benimsiyor. "İmparatorluk Vatandaşları" İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki düzeni ve Almanya Federal Cumhuriyeti'ni Alman İmparatorluğu'nun devamı olarak kabul etmiyor. Bazı "İmparatorluk Vatandaşları" şiddet kullanma eğilimi gösteriyor hatta şiddet kullanıyor, Almanya Sağlık Bakanı Karl Lauterbach gibi siyasetçileri kaçırmakla tehdit ediyor. 

Yazar Tobias Ginsburg, 2020 ile 2022 yılları arasındaki koronavirüs pandemisi sırasında radikal aşı karşıtları ve komplo teorilerini benimseyen gruplar arasında kimliğini gizleyerek araştırmalarda bulunmuştu. Geçen yıl Mart ayında DW'ye değerlendirmelerde bulunan Ginsburg, bu oluşumun ne kadar tehlikeli olduğuna dair bir soruyu şu sözlerle yanıtlamıştı:

"Bu, yanıtı göründüğü kadar kolay olmayan bir soru. Çünkü İmparatorluk Vatandaşları birlik içinde olan tek bir hareket değil, ayrı bir aşırılık şekli de değil. Daha ziyade Alman tarihine ve Nasyonal Sosyalizme derinden bağlı bir komplo teorisi. Grup, bütün aşırı sağcı aktivistlerin fantezilerini paylaşıyor. Bu da, ötekinin ve yabancının olmadığı, homojen bir toplum."

Her üç davada da kararın gelecek yıl verilmesi bekleniyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

 

Taksim Meydanı: 1 Mayıs'ın hafızası

Türkiye, tüm dünyada 125 yıldır İşçi Bayramı olarak anılan 1 Mayıs Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü'ne yine Taksim tartışmaları ve yasaklar eşliğinde hazırlanıyor. 

İstanbul Valisi Davut Gül, 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı Taksim Meydanı'nda kutlamanın bu yıl da yasak olduğunu açıkladı. Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Taksim yasağına karşı geçen yıl verdiği "hak ihlali" kararını hatırlatan sendikalar ve meslek kuruluşları karara tepki göstererek Taksim ısrarını sürdürüyor. 

Taksim'in sembolik önemi

1 Mayıs'ın sol için ideolojik olarak tarihsel bir önemi bulunuyor. Her yıl 1 Mayıs'ta sadece işçiler değil, aydınlar, sanatçılar, öğrenciler, kadınlar ve toplumun farklı kesimleri emek ve demokrasi mücadelesinde birleşiyor.

Taksim Meydanı ise demokrasi ve emek mücadelesi hafızasıyla toplumun belleğinde yer edinen önemli mekanlardan biri. Meydan'ın sol hareket ve emekçiler için sembolik bir anlamı var.

Türkiye'nin ilk geniş katılımlı 1 Mayıs kutlamaları 1976'da Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) öncülüğünde bu Meydan'da yapıldı. Bir sonraki yıl da Türkiye tarihinin en kanlı katliamlarından biri 1 Mayıs 1977'de Taksim'de yaşandı. 

Kanlı 1 Mayıs ve sıkıyönetim

O tarihte sol ve işçi hareketi çok güçlüydü ve giderek güçleniyordu. 1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'ndaki kutlamalara yaklaşık 500 bin kişi katılmıştı. Meydana bakan Sular İdaresi binası ve bugünkü The Marmara Oteli üzerinden açılan ateş sonrası 37 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Failleri bulunamadı. Her yıl 1 Mayıs'ta yaşamını yitirenler için Kazancı yokuşu başına karanfiller bırakılıyor. Şişhane ve Kadıköy'de de anma yapılıyor.

Sendika temsilcilerine göre bu katliam, Türkiye'yi 12 Eylül karanlığına ve darbe koşullarına götüren önemli bir dönüm noktası oldu.

Kanlı 1 Mayıs'ın ardından 1978'de daha kalabalık bir 1 Mayıs kutlaması yapılsa da ardından sıkıyönetim koşulları geldi. 12 Eylül darbesiyle birlikte Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs etkinlikleri yasaklandı. 2007 yılında gözaltılara rağmen Taksim'e çıkıldı. 

"Güç kullanılarak" durduruldular

2010 yılında ise AKP hükümeti, Taksim'i yeniden 1 Mayıs kutlamasına açtı. Ancak 1 Mayıs burada üç yıl üst üste coşkuyla ve hiçbir sorun yaşanmadan kutlansa da bu uzun sürmedi. 2013'ten itibaren yasaklar yeniden devreye girdi. 

Dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, 1 Mayıs'ta miting yapmak için Taksim Meydanı'na gidenlerin "güç kullanılarak" durdurulacağını açıkladı. Öyle de oldu. Taksim için Beşiktaş, Şişli, Tarlabaşı tarafından yola çıkan, aralarında DİSK, Türk-İş, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve farklı siyasi partilerin olduğu kortejler polisin sert müdahalesiyle karşılaşırken çok sayıda kişi yaralandı, 72 kişi ise gözaltına alındı. DİSK'in Şişli binası da gaz bombalarının hedefi oldu.

Sendikalar ve meslek odaları, 2014 ve 2015 yıllarında da 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı Taksim Meydanı'nda kutlama kararı nedeniyle polis müdahalesi ve gözaltılarla karşılaştı.  Yasak kararı Anayasa Mahkemesi'ne taşındı.

Kutlamaların adresi değişmişti

DİSK, 2016'ya kadar Taksim iradesiyle başka bir meydanda 1 Mayıs kutlamasa da 10 Ekim Ankara Gar Katliamı bir kırılma noktası oldu ve kutlamalar yeniden Taksim dışındaki alanlara kaydı.

Son yıllarda Türk-İş, 1 Mayıs için İstanbul dışındaki illeri tercih ederken, DİSK, KESK, meslek odaları ve CHP, HDP gibi muhalefet partileri 1 Mayıs'ı İstanbul, önce Bakırköy'de sonra Maltepe'de kutlamaya başladı. DİSK'e bağlı bazı sendikalarla birlikte Umut Sendikası (Umut-Sen), İnşaat İşçileri Sendikası gibi sendikalar ise bu dönemde Taksim yasağına karşı çıkmayı sürdürürken gözaltılarla karşılaştı.

Sendika ve meslek odalarının Taksim yasağına ilişkin yaptığı AYM başvurusu geçen yıl sonuçlandı.

Anayasa Mahkemesi geçen yıl Ekim ayında aldığı kararla Taksim Meydanı'nda yapılacak 1 Mayıs kutlamalarının yasaklanmasının hak ihlali olduğunu bildirdi. AYM, Taksim'de kutlama yapılmasının engellenmesinin "Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının engellenmesi" olduğuna karar verdi ve Taksim'in işçiler açısından sembolik anlamı olduğunu belirterek, "Taksim Meydanı emekçilerin ortak hafızasıdır" dedi.

Geçen yıl da 1 Mayıs kutlamalarına polis müdahale etmişti
Geçen yıl da 1 Mayıs kutlamalarına polis müdahale etmiştinull KEMAL ASLAN/REUTERS

AYM'nin hak ihlali kararı 1 Mayıs kutlamalarının Taksim'de yapılmasının önünü açtı. 

Sendikalar ve odalar Taksim'de olacak

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, 2 Nisan'da bütün konfederasyonlara, sendikalara ve emekçilere seslenerek yaklaşan 1 Mayıs İşçi Bayramı için Taksim Meydanı'na çağrı yaptı. 

"1 Mayıs'ta demokrasi şimdi, Taksim şimdi diyoruz. Kararımız kesindir. 1 Mayıs sabahında bir elimizde karanfil, bir elimizde çocuklarımızla Taksim Meydanı'na yürüyeceğiz" diyen Çerkezoğlu, ardından da diğer işçi örgütlerle birlikte resmi başvuruyu İstanbul Valiliği'ne yaptı. 

DİSK ile birlikte KESK, TMMOB, TTB ve Türk Dişhekimleri Birliği (TDB) de 1 Mayıs'ta Taksim'de olacaklarını duyurdu.

Ancak Anayasa Mahkemesi'nin 5 ay önce verdiği hak ihlali kararına rağmen Taksim Meydanı yine 1 Mayıs kutlamalarına kapatıldı. İstanbul Valisi Davut Gül, 23 Nisan kutlamalarının ardından yaptığı açıklamada, "1 Mayıs 2012 yılından itibaren Taksim'de kutlanmıyor. Dolayısıyla Taksim bu anlamda bu tür etkinliklerin tamamına kapalı. Biz başta DİSK, KESK ve benzeri kuruluşlar olmak üzere talep eden herkesle konuştuk. Taksim'de bu sene olmayacağını kendilerine izah ettik" dedi. 

Yerlikaya: Yasak yok kısıtlama var

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ise Anayasa Mahkemesi kararının iyi okunması gerektiğini belirterek, kararı "Bir yasak yok kısıtlama var" diye savundu.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan da tartışmaya ''Taksim'de hayatlarını kaybeden emekçilerimizin isimlerini bile hatırlamayanların, onların aziz hatıralarını kullanarak, bu alanda kitlesel kutlama inadı, 1 Mayıs'ın dayanışma ruhunu zedelemektedir'' sözleriyle katıldı.

Taksim'de yasak kararına karşı muhalefetten de sendika ve meslek odalarından da tepki geldi.

Ana muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı Özgür Özel TBMM grup toplantısında Taksim'in 1 Mayıs'a açılması için çağrı yaptı. Özel, AYM kararlarının bağlayıcılığına işaret ederek "Türkiye Cumhuriyeti bir anayasa devletidir… Bu ülkede eğer devlet olacaksa, yani insanların canı ve malı güvende olacaksa en üstteki cumhurbaşkanından en sade vatandaşa kadar herkes bu Anayasa'ya bağlı olacak" ifadelerini kullandı.

DİSK Genel Başkanı Çerkezoğlu ise Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan ve Anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ile açıklama yaptı.

"Milyonlarca yürek Taksim Meydanı'yla atacak"

"Milyonların gözü kulağı İstanbul Taksim 1 Mayıs alanında olacak ve milyonlarca yürek Taksim Meydanı'yla atacak" diyen Çerkezoğlu, "Taksim, 1 Mayıs alanıdır ve bu hukuksal, tarihsel, toplumsal bir hakikattir. Taksim'in 1 Mayıs alanı olduğu gerçeğinin 2013 yılından beri tamamen keyfi bir biçimde yok sayılmasına, inkâr edilmesine 11 yıl sonra 2024 1 Mayıs'ında artık son verilmelidir" diye ekledi. Sağkan ve Kaboğlu da Anayasa Mahkemesi'nin verdiği "hak ihlali" kararına uyulması çağrısı yaptı.

Altmış dört yazar ve sanatçı ise 1 Mayıs kutlamalarının adresinin Taksim Meydanı olduğuna dikkat çekerek "yasakçı tutuma son verilmesi" yönünde çağrıda bulundu. Çağrı metninde "Özgürlük içinde kutlanacak bir bayram ülkemize iyi gelecektir" denildi.

DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDP, 1 Mayıs 1977'de yaşamını yitirenleri anmak için pazar günü Kazancı Yokuşu, Şişhane ve Kadıköy'de bir araya gelecek. Sendika ve meslek odaları 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlama kararından vazgeçmiyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Almanya'daki yabancı doktorların durumu nasıl?

Uzun yıllardır sağlık çalışanı sıkıntısı çeken Almanya, göç etmek isteyen doktorların yoğunlukla tercih ettiği bir ülke. Yıllar içerisinde Almanya'daki yabancı doktor sayısında önemli bir artış kaydedildi. Alman Tabipler Birliğinin verilerine göre, Alman vatandaşlığı olmayan yaklaşık 60 bin doktor ülkenin sağlık alanındaki iş gücünün yaklaşık yüzde 12'sini oluşturuyor.

Almanya'daki yabancı uyruklu doktorların çoğunluğunu diğer Avrupa ülkelerinden ya da Ortadoğu ülkelerinden gelen doktorlar oluşturuyor. Suriye'den gelen 6 bin 120 doktorun çalıştığı Almanya'da, Suriyeliler yabancı doktorlar arasında en büyük grup. Bunu 4 bin 668 ile Rumenler, 2 bin 993 ile Avusturyalılar, 2 bin 943 ile Yunanlar, 2 bin 941 ile Ruslar ve 2 bin 628 ile Türkler takip ediyor.

Almanya'ya taşınan doktorlar bir hastanede çalışmaya başlamadan önce hem genel hem de mesleki Almanca dil becerilerinde yeterlilik gösterebildiklerini kanıtlayan iki sınavı da içeren bir onay sürecinden geçmek zorunda.

Pek çok kişi yabancı doktorların Almanya'da çalışması için gerekli sürecin zorlu olduğu, Almanya'da çalışmak isteyen doktorlar için daha fazla desteğe ihtiyaç duyulduğu kanaatinde. Bu desteğin sağlanmadığı bir durumda Almanya'nın sağlık hizmetlerinin zarar görme ihtimalinin olduğu düşünülüyor.

DW'ye konuşan Rhineland-Pfalz Eyalet Tabipler Birliği Genel Müdürü Jürgen Hoffart, "Bu doktorları ucuz iş gücü olarak görmemeliyiz, ancak onları mümkün olduğunca hızlı ve etkili bir şekilde sisteme entegre etmeliyiz" diyor.

Almanya'da neden yabancı doktor sıkıntısı var?

Uluslararası sağlık kuruluşları sağlık personeli sıkıntısının tüm dünyada arttığını ve yakında profesyonel tıp hizmetine erişimin birçok ülkede lüks haline gelebileceği konusunda uyarıyor. Bu durum özellikle Dünya Sağlık Örgütü'nün tavsiye ettiği bin kişi başına bir doktor oranının yakalanamadığı fakir ülkelerde ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Alman hükümetinin verilerine göre, bin kişi başına 4,53 hekimin bulunduğu ve Avrupa'daki 1,82 milyon doktorun yüzde 30'unun çalıştığı Almanya'da şu anda yeterli sayıda doktor bulunuyor, ancak bu sayı hızla azalıyor.

Yaşlanan ve bu sebeple tıbbi müdahaleye daha fazla ihtiyaç duyacak nüfusuyla Almanya'nın, tıpkı diğer Avrupa Birliği ülkeleri gibi yakın zamanda sağlık personeli sıkıntısıyla karşı karşıya kalacağı tahmin ediliyor.

Emekli olan doktorların yerine yeterli sayıda yeni doktor yetişmiyor. Bu da özellikle kamu sektöründeki sağlık çalışanlarının üzerinde ek bir yük oluşturuyor.

2023 yılı itibarıyla Almanya'da çalışan doktorların yüzde 41'i, uzmanların ise yüzde 28'i 60 yaşın üzerindeydi. Önümüzdeki üç yıl içinde, büyük ölçüde emeklilik nedeniyle tahminen 5 bin ila 8 bin doktor muayenehanesinin kapanması bekleniyor.

Bir doktor, hastasına reçete veriyor
Yabancı doktorlar için dil bir sorun oluşturuyor mu? null Uwe Umstätter/Westend61/IMAGO

Emekli olan doktorların yerine yeterli sayıda mezun bulunmadığından, sağlık sisteminin şu andaki standartta işlemeye devam etmesi için kısa vadeli tek çözüm yurt dışından doktor alımı olarak öne çıkıyor.

Almanya'da yabancı doktorlar hangi koşullarda çalışıyor?

Almanya'da 18 yılı aşkın süredir çalışan Dr. Fabri Beqa, "Almanya'da, burada doğmamış olanlar da dahil olmak üzere tüm tıp uzmanlarına güveniliyor ve değer veriliyor" ifadelerini kullanıyor. DW'ye konuşan Beqa, kendi deneyimlerine göre yabancı doktorların başka bir ülkenin sağlık sisteminde çalışmanın zorluklarını öğrenmeye ve bunlarla baş etmeye istekli insanlar olduğunu söylüyor.

"Almanya'nın sağlık altyapısı, kendi ülkem olan Kosova da dahil olmak üzere diğer birçok ülkeden önemli ölçüde daha iyi finanse ediliyor" diyen Beqa bunun bir tıp uzmanı için daha gelişmiş aletlerle çalışmak ve mesleki olarak kendini geliştirebilmek anlamına geldiğini belirtiyor.

"Yabancı doktorların genellikle acil servislerde veya iş yükünün nispeten daha yüksek olduğu hastane merkezli görevlerde" çalışmak zorunda kaldıklarını belirten Beqa buna rağmen Almanya'da iş-hayat dengesinin iyi olması sebebiyle buna değdiğini söylüyor: "Yeterince kazanıyorsunuz ve hayattan keyif almak için yeterli zaman var."

Beqa, Almanya'da yapısal anlamda bir desteğin olmaması yüzünden yabancı bir doktorun kariyer gelişiminde Alman bir doktorla kıyasla daha fazla çaba göstermesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Örneğin, yabancı hekimlerin kendi kliniklerini veya muayenehanelerini açmaları, Alman yasalarındaki uygulamadan dolayı Almanya'daki meslektaşlarına göre çok daha uzun sürüyor.

"Almanya yalnızca temel tıp eğitimini tanıyor, dolayısıyla bir uzman Almanya'da çalışmak istiyorsa yeniden uzmanlık eğitiminden geçmesi gerekiyor" diyen Beqa, bunun yıllar süren yeni bir eğitim gerektirdiğini vurguluyor.

Yabancı doktorlar için dil bir engel oluştuyor mu?

Yabancı doktorların yaşadığı dil sorunlarına dikkat çeken Rhineland-Pfalz Eyalet Tabipler Birliği Genel Müdürü Hoffart, bazı hastalardan yabancı doktorları anlayamadıklarına dair şikayetler geldiğini söylüyor.

"Hastalardan 'Doktorların düzgün Almanca konuştuğu bir hastane önerebilir misiniz?' sorusunu soran başvurular alıyorum" diyen Hoffman yabancı doktorların dil becerisine yönelik eleştirilerin haklı olabileceğini belirtiyor. Yabancı doktorların girdiği dil testlerinin standart Almanca'ya odaklandığını ifade eden Hoffman bunun yerel lehçeleri ve aksanları anlamalarına yardımcı olmadığını vurguluyor.

Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi tarafından 2016 yılında yapılan bir araştırma, birçok göçmen doktorun Almanca dil sorunlarının yanı sıra Almanya'daki kültür ve sağlık sistemine ilişkin bilgi eksikliğiyle mücadele ettiğini ortaya koydu.

Basel Üniversitesi'nin 2022'de yayınladığı ve Almanya'daki iki büyük üniversite hastanesini kapsayan bir başka çalışma ise hemşireler ve doktorlar da dahil olmak üzere birçok göçmen sağlık çalışanının dil, milliyet, ırk ve etnik kökene bağlı ayrımcılığa maruz kaldığını gösterdi.

Dr. Beqa ise doktorların uyum sorunu yaşamadığını ve Almanca öğrenmekte zorlanmadığını gözlemlediğini ifade ediyor. "Benim deneyimlerine göre doktorların çoğu dili çabuk öğreniyor" diyen Beqa, "Ayrıca, siz Almanca'yı çok iyi konuşsanız bile, konuşamayan hastalar her zaman oluyor ve dolasıyla dil sadece doktorlar için bir engel değil" sözleriyle gözlemlerini aktarıyor.

Hoffart, Almanya'daki deneyimli doktorların yurtdışından gelen yeni gelen meslektaşlarıyla daha fazla ilgilenmeleri ve onlara Alman sisteminin özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi vermelerinin iletişim sorunlarını çözebileceğini söylüyor. Hoffman yabancı doktorlara da ek olarak dil ve iletişim kursları alma tavsiyesinde bulunuyor.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim? 

Şimşek politikaları sırat köprüsünde

Türkiye, son açıklanan Mart 2024 verilerine göre yüzde 68,5'lik tüketici enflasyonu ile dünyada en yüksek enflasyona sahip dördüncü ülke konumunda bulunuyor. Enflasyonda Türkiye'yi geçen ülkeler ise Arjantin, Suriye ve Lübnan olarak sıralanıyor. Eylül 2021'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın "faiz indirimi" ısrarı ile yükselişe geçen enflasyon, Türkiye toplumunun son 2,5 yılda en çok şikayet ettiği konu oldu, olmaya da devam ediyor.

28 Mayıs Cumhurbaşkanı seçimini Erdoğan’ın az farkla kazanması sonrasında ekonominin başına getirdiği Mehmet Şimşek’in başta Merkez Bankası olmak üzere ekonomi bürokrasisinde yaptığı değişiklikler ve "rasyonele dönüş" söylemi, faiz artırımı politikasına geri dönüşün de önünü açtı. Haziran 2023’te tekrar başlayan faiz artırımları ile, son 11 ayda TCMB’nin politika faizi yüzde 8,5'ten yüzde 50'ye çıkarıldı. Aynı dönemde tüketici enflasyonu ise yüzde 38,2'den yüzde 68,5'e yükseldi. Dolayısıyla aradan geçen 11 ayda hala enflasyonda bir gerileme ve Türkiye'ye olan yabancı sermaye girişlerinde artış beklentisi karşılanmış değil.

Faiz eleştirileri artıyor

Kulislere göre hem AKP içinde hem Saray danışmanları içerisinde Şimşek’in politikalarına ilişkin rahatsızlıklar giderek artıyor. Bununla birlikte son günlerde iş dünyasından da "faiz artışlarının işe yaramadığı" yönünde eleştiriler yapılmaya başlanması dikkat çekiyor. DW Türkçe'ye konuşan ekonomistlere göre, Mehmet Şimşek’in ‘rasyonel’ ekonomi politikalarının bekleneni verememesi halinde, Şimşek üzerindeki baskılar da artacak. Özellikle Mayıs ve Haziran aylarında enflasyonda kalıcı etki yapacak bir gerileme olmazsa, Şimşek politikalarına olan eleştirilerin artması bekleniyor.

TCMB, 31 Mart yerel seçimleri öncesinde politika faizini 500 baz puan artırarak yüzde 50'ye çıkarmıştı. TCMB’nin seçimden hemen önceki bu hamlesi piyasa oyuncularını hem şaşırttı hem de Fatih Karahan başkanlığındaki TCMB’nin kredibilitesine olumlu katkı yaptı. TCMB, Şubat 2024’te ise faizi sabit tutmuştu. Nisan ayında da faizin sabit tutulmasıyla TCMB yine "bekle-gör" dönemine girmiş oldu. Artık önümüzdeki 2 ay, yani Mayıs ve Haziranda mevcut sıkılaştırma ve tedbirlerin enflasyon üzerindeki etkisi izlenecek. Dolayısıyla bu önümüzdeki 2 ayda, dezenflasyon süreci için ortaya konan ‘rasyonel' politikalar açısından da bir test dönemi olacak.

Ege Yazgan
Ege Yazgannull Privat

"Şimşek ve ekibi için en kritik 2 ay"

TCMB'nin Nisan 2024 toplantısında politika faizini sabit bırakmasını DW Türkçe'ye değerlendiren Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ege Yazgan'a göre, bu ‘bekle-gör' döneminde enflasyonda bir iyileşme görülmezse, Haziran sonrasında mutlaka yeni bir faiz artışına ihtiyaç olacak.

Mevcut ekonomi yönetiminin de yaz ortasında bir faiz artışı yapmaya bu şartlarda sıcak baktığını ifade eden Prof. Yazgan, son 11 aydır yürütülen enflasyonla mücadele programının işe yarayıp yaramadığının önümüzdeki 2 ayda ciddi bir teste tabi tutulacağı görüşünde. "Önümüzdeki 1 -2 aylık dönem, hem Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ‘rasyonel’ politikaları hem de TCMB yönetimi için kritik önemde" diyen Yazgan, baz etkisi dışında enflasyon dinamiklerinde kayda değer bir gerileme gözlemlenmezse, Şimşek politikalarına karşı hem iktidar içerisinde hem de iş dünyasında güçlü bir itirazın yükselebileceğini ifade ediyor.

Yazgan, olası itirazlara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu aşamada Mehmet Şimşek’i görevden almasının ise "en olumsuz ve gerçekleşmesi en uzak senaryo" olacağını kaydediyor.

Şimşek ve Karahan’dan "güven" vurgusu

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, geçtiğimiz günlerde Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) tarafından düzenlenen Küresel Görünüm Forumu'nda Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuş ve "Piyasalar ve yatırımcılar genel olarak enflasyonun düşeceği ve Orta Vadeli Program'ın (OVP) sonuç vereceğine inanmaya başladı" ifadesini kullanmıştı.

Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü (PIIE) ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR) tarafından düzenlenen "Gelişmekte Olan Piyasalarda Merkez Bankası Yönetimi" başlıklı etkinlikte konuşan TCMB Başkanı Fatih Karahan da, "Ne gerekiyorsa yapacağımızın sinyalini her zaman verdik. Piyasaların beklediğinden çok daha fazla miktarda sıkılaştırma yaptık ve dezenflasyon konusunda ne kadar ciddi olduğumuzu gösterdik" diye konuşmuştu.

Ancak aynı günlerde iş dünyasından ise mevcut para politikasının beklenen düzeyde işe yaramadığına dair eleştiriler ortaya çıktı.

"Ne enflasyon düştü ne yabancı geldi"

Önce Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç, parasal sıkılaştırmadan beklenen sonucun alınamadığını savunan bir açıklama yaptı. ASO Meclis toplantısında konuşan Ardıç, sanayicinin enflasyonun düşürülmesi ve belirsizliklerin giderilmesi için faiz artışına razı olduğunu, ancak gelinen noktada enflasyon düşmediği gibi, yabancı sermayenin de gelmediğini söyledi.

ASO Meclis toplantısında konuşan Ardıç, krediye erişim zorluğu sürerken, ticari kredi kartı limitlerinin sınırlandırılmasının sanayiciyi zor durumda bıraktığını da kaydetti.

Türkiye'nin bir diğer sanayi merkezi olan Bursa’dan da uyarı niteliğinde bir araştırma yayınlandı. Bursa Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (BUSİAD), üyeleri nezdinde Nisan 2024'te gerçekleştirdiği, BUSİAD İktisadi Yönelim Anketi'nin sonuçlarını değerlendiren BUSİAD Başkanı Buğra Küçükkayalar, seçim sonrasında belirsizliğin ortadan kalkmadığını gözlemlediklerini belirterek, "Öngörülemezlik; üretim ve hizmet sektöründeki üyelerimizin ortak kaygıları olarak ortaya çıkıyor" dedi.

Sinan Alçın
Sinan Alçınnull privat

Enflasyonda gerileme olacak mı?

Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın’a göre, ekonomi yönetimi gerçekleşmesi çok zor olsa da, yıl sonu için yüzde 36'lık enflasyon hedefini korumaya devam ediyor.

Önümüzdeki birkaç ayda faiz artışı yapılmasa bile, son dönemde ‘parasal sıkılaşma’ya dönük mesajların giderek güçlendiğine işaret eden Prof. Alçın, "Ancak Haziran ayına gelindiğinde geçen ayki raporda olduğu gibi bu ayki raporda da yazan dezenflasyon sürecinin istenen seviyede gerçekleşmemesi olası. Mart ayı enflasyonunun da beklentinin üstünde geldiğini görüyoruz. Nisan ve Mayıs aylarında da enflasyonun geriye dönme ihtimali zayıf. Her ay beklenen üzerinde enflasyon olduğuna göre, burada jeopolitik riskler, güçlü iç talep, hizmet enflasyonu ve gıda enflasyonunun etkisi sürüyor" değerlendirmesi yapıyor.

"Şimşek politikaları gözden geçirilebilir"

Ekonomi yönetiminin enflasyonda istenen gerileme sağlanamazsa yapacağı yeni bir faiz artışı ile birlikte, yılsonu enflasyon hedefini de yukarı yönlü revize etmesi gerektiğini dile getiren Prof. Sinan Alçın, Mehmet Şimşek’in politikalarının geleceğine ilişkin ise şu görüşleri dile getiriyor:

"Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankası, Mehmet Şimşek 'in yönetim ve yönlendirmesi altında. Ama onun üzerinde Ekonomi Koordinasyon Kurulu var, Ekonomiden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz var ve tabi en tepede Cumhurbaşkanı Erdoğan var. Son 11 ayda enflasyonda ve rezervlerde pek olumlu gelişmeler sağlanamadı. Bu nedenle Haziran ayı sonrasında, Şimşek'in yönettiği ve yönlendirdiği Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankası politikalarının Cumhurbaşkanlığı tarafından gözden geçirilebileceğini düşünüyorum."

AB Adalet Divanı'ndan Türklere vatandaşlık konusunda karar

Avrupa Birliği (AB) bünyesindeki en yüksek yargı mercii olan Avrupa Adalet Divanı, Almanya'dan beş Türk'ün açtığı davada kararını açıkladı.

Türkiye'den Almanya'ya göç eden ve Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde yaşayan beş kişi, 1999 yılında Alman vatandaşlığına geçmiş ve Alman yasaları gereği Türk vatandaşlığından ayrılmıştı. Alman vatandaşlığına geçtikten sonra yeniden Türk vatandaşlığı almak için başvuruda bulunan beş Türk, bu nedenle otomatikman Alman vatandaşlığını kaybetmiş, bunun üzerine yargı yoluna başvurmuştu.

Alman mahkemesi, davacıların Alman vatandaşlığının yanı sıra AB içinde serbest dolaşım ve ikamet gibi AB vatandaşlık haklarını da kaybetmeleri nedeniyle görüş bildirmesi için konuyu Avrupa Adalet Divanı'na havale etmişti.

"Almanya'daki yasa AB hukukuna aykırı değil"

Divan, AB üyesi olmayan bir devletin vatandaşlığına gönüllü olarak geçen bir kişinin Alman vatandaşlığını kaybedebileceğini, bu yönde Alman kanunlarında yer alan düzenlemenin AB hukukuna aykırı olmadığını bildirdi. Lüksemburg'daki mahkeme, bu durumda AB vatandaşlık haklarının da kaybedileceğinin dikkate alınması gerektiğine vurgu yaptı.

AB'ye üye devletlerin vatandaşlıkla ilgili koşulları kendilerinin belirleyebileceğine işaret eden Divan yargıçları, "Bir devletin kendisiyle vatandaşları arasında özel bir bağlılık ve sadakate dayalı ilişkiyi korumak istemesinin meşru olduğuna" hükmetti. Yargıçlar, diğer yandan kişilerin, AB vatandaşlığının kaybedilmesinin kendileri açısından orantısız sonuçlara yol açıp açmadığına dair mahkemelere başvurabilmeleri gerektiğine de vurgu yaptı.

Almanya çifte vatandaşlığa yeşil ışık yakmıştı

Almanya'da koalisyon hükümeti, çifte vatandaşlık önündeki engelleri kaldıran yeni düzenlemeleri yürürlüğe sokmaya hazırlandığı için Divan kararının Türkler aleyhine önemli bir etkisinin olması beklenmiyor. Yeni vatandaşlık yasası, Haziran ayı sonunda yürürlüğe girecek.

Almanya'da çifte vatandaşlığa şimdiye kadar sadece istisnai durumlarda izin veriliyor, Türk vatandaşlığına geçen kişi otomatikman Alman vatandaşlığını kaybediyordu. Yeni düzenlemeyle başka bir vatandaşlığa geçmek isteyen Alman vatandaşları, Alman makamlarından izin almak zorunda olmayacak ve Alman vatandaşlığını da kaybetmeyecek. Aynı şekilde Alman vatandaşlığına geçmek isteyen bir Türk'ün Türk vatandaşlığından çıkması gerekmeyecek.

 

dpa / BK,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Erdoğan'ın Ortadoğu hamlelerinin gerisinde ne yatıyor?

İstikrarsızlığın tırmandığı Ortadoğu'da daha aktif bir rol üstlenmeye çalışan Türkiye, aynı zamanda bölgede nüfuzunu artırma arayışında.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bölge ülkeleriyle yoğun diplomasi trafiği bu arayışı yansıtıyor. Pazartesi günü neredeyse tüm bakanlarıyla birlikte Irak'a resmi ziyaret gerçekleştiren Erdoğan yakın bir gelecekte de Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi Türkiye'de ağırlamak istiyor.

Ankara'nın yoğun diplomasi trafiğinin odağında ise Gazze'de ateşkesin sağlanması için yürütülen müzakereler yer alıyor. Ancak Türkiye bugüne kadar bu sürece müdahil olma çabalarından somut bir sonuç elde edebilmiş değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Hamas'ın önde gelen bir yöneticisini kucaklıyor, fotoğrafın sol tarafında Hamas liderlerinden İsmail Haniye
Erdoğan, 20 Nisan'da İstanbul'da Hamas liderlerini ağırladınull Mustafa Kamaci/Anadolu/picture alliance

Erdoğan'ın, 7 Ekim'de İsrail'i terör saldırılarıyla hedef alan Hamas'ı söylemleriyle sahiplenirken, İsrail'le köprüleri atmış olması, Gazze konusunda uluslararası müzakerelerde Katar ve Mısır gibi ülkelerin merkezi rol üstlenmesine, Türkiye'nin geri planda kalmasına yol açtı.

Fishman: Türkiye oyun dışı kaldı

Brooklyn College öğretim üyesi tarihçi Louis Fishman'a göre Türkiye "oyun dışı kaldı", yakın gelecekte Gazze ihtilafında önemli bir arabulucu rolü üstlenme fırsatını da kaybetti.

Erdoğan'ın hafta sonunda Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye'yi bir kez daha İstanbul'da ağırladığını, öncesinde de "Kuvayi Milliye neyse Hamas da aynen odur" dediğini anımsatan Fishman, "Erdoğan aslında bu söylemleriyle aynı zamanda Hamas'a Türk halkı nezdinde meşruiyet kazandırmaya çalıştı. Ama bu da tamamıyla geri tepti" dedi.

Erdoğan'ın son haftalarda ABD ve AB'nin terör örgütü olarak tanıdığı Hamas'a destek söylemlerini yeniden artırdığına dikkat çeken Fishman, bunu stratejik ve taktiksel hata olarak nitelendiriyor.

Brooklyn College öğretim üyesi tarihçi Louis Fishman
Brooklyn College öğretim üyesi tarihçi Louis Fishman, Türkiye'nin Gazze müzakerelerinde "oyun dışı kaldığı" görüşündenull privat

Aslında Türkiye'nin Hamas'ın İsrail'i hedef aldığı 7 Ekim'den sonra hemen devreye girerek çok önemli bir rol üstlenme fırsatına sahip olduğuna vurgu yapan Fishman, "Bir yandan Filistin halkından yana olan aynı zamanda İsrail ile de iyi ilişkileri bulunan Türkiye en etkili aktör, arabulucu olabilirdi. Ama Erdoğan bunun yerine Hamas'a çok güçlü destek açıklayarak Türkiye'nin bu önemli fırsatı kaçırmasına yol açtı. Oysa Türkiye, Mavi Marmara krizinden sonra İsrail ile ancak iyi ilişkileri olduğu müddetçe ister Hamas ister Fetih olsun, genel olarak Filistinliler üzerinde nüfuzunu kullanabileceğini görmüştü, son yıllarda İsrail ile ilişkilerini onarmak için de çok yoğun çaba göstermişti. Ne yazık ki onca emeğini, yatırımını Hamas için heba etti ve artık sahne arkasında kalan bir oyuncu konumuna düştü" diye konuştu.

Ankara şimdi ne hedefliyor?

Türkiye aslında yıllardır Hamas ile Fetih'in anlaşmazlıklarını gidermesi için temaslar yürütüyor. Haniye ile İstanbul'da yapılan görüşme sonrasında İletişim Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada da Erdoğan'ın görüşmede "Filistinlilerin birlik içinde hareket etmesinin hayati öneme sahip olduğunu söylediği" vurgulandı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da geçen hafta Katar'a yaptığı ziyaret sırasında Haniye ile bir araya gelmiş, aynı günü Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile ortak basın toplantısında da dikkat çekici açıklamalarda bulunmuştu. Hamas'ı "bir ulusal hareketi olarak göstermekten ziyade, IŞİD gibi bir terörist örgüt olarak nitelendirme çabası olduğunu" savunan Fidan, Haniye ile "bu türden algıların giderilmesine dönük görüş alışverişinde" bulunduklarını kaydetmişti.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan
Hakan Fidannull DHA

Fidan ayrıca, "Yıllardır Hamas'la yaptığımız siyasi görüşmelerde, kendilerinin 1967 sınırları içerisinde kurulacak olan bir Filistin Devleti'ni kabul ettiklerini ve Filistin Devleti'nin kurulmasını müteakip Hamas'ın ayrıca silahlı kanadının olmasına gerek kalmayacağını, kendilerinin bir siyasi parti olarak hayatlarına devam edeceklerini bana ilettiler. Bu da aslında bence dünya kamuoyunun Filistin Devleti'ne giden yolda atacağı adım için fevkalade önemli bir mesaj diye düşünüyorum" açıklamasını yapmıştı.

Ankara'nın bu hamlelerinin gerisinde Hamas'ı uluslararası toplum tarafından daha kabul edilebilir, daha ılımlı bir yapıya dönüştürme, Filistin sorununa çözüm çabalarında Hamas'ın denklem dışında bırakılmasını önleme çabalarının yattığı belirtiliyor. Türk uzmanlar, bunun aynı zamanda bölgede gerilimi tırmandıran İran'ın nüfuzunu da sınırlandırabileceği öne sürüyor.

Schindler: Hamas değişmez

Alman terörle mücadele uzmanı Dr. Hans-Jakob Schindler ise Türkiye'nin son hamlelerinin çok da sonuç vermeyeceği, Hamas'ın daha ılımlı bir yapıya dönüştürme hedefinin ise hiç inandırıcı olmadığı görüşünde.

Schindler, kâr amacı gütmeyen Aşırıcılıkla Mücadele Projesi (CEP) adlı uluslararası kuruluşun kıdemli direktörü. Geçmişte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin IŞİD, El Kaide ve Taliban yaptırımlarını izleme ekibinin koordinatörlüğünü yürüten Schindler, Hamas'ı ve Türkiye'deki faaliyetlerini de yakından takip eden bir isim.

Aşırıcılıkla Mücadele Projesi (CEP) Kıdemli Direktörü Dr. Hans-Jakob Schindler
Dr. Hans-Jakob Schindlernull Dr. Hans-Jakob Schindler

"Hamas, Filistin toplumunda farklı görüşleri asla tolere etmeyen İslamcı aşırılıkçı bir terör örgütü" diyen Schindler, Hamas'ın Taliban, El Kaide gibi son derece şiddet eğilimli ve acımasız bir yapı olduğuna dikkat çekiyor. Terör uzmanı, bu tür örgütlerin çıkarları gerektiğinde taktiksel olarak bir süreliğine ılımlı bir tavır takınabileceklerini ancak dini bir ideoloji söz konusu olduğu için özünde değişim olmayacağını belirtti, "Çünkü ya 'Ben yanılmışım' diyecekler ya da 'Allah yanılmış' diyecekler bu da mümkün olmadığı için özünde bir değişim mümkün görünmüyor" diye konuştu.

"Erdoğan dış politikada oportünist"

Erdoğan'ın son günlerdeki Hamas çıkışlarını da DW Türkçe'ye değerlendiren Schindler, şu değerlendirmeyi aktardı:

"Dış politika söz konusu olduğunda Erdoğan yüzde yüz oportünist. Türkiye'yi bölgede lider güç olarak konumlandırma düşüncesi dışında bunu hayata geçirecek somut bir strateji geliştirmiş değil. Somut ittifaklar inşa edemiyor, sürekli bir yerden bir yere savruluyor. Gazze'deki ateşkes görüşmelerinde hiçbir rolü yok. Ve Erdoğan şimdi İsrail ile Hamas arasında Katar, Mısır ve ABD destekli müzakerelerinden beklenen sonucun alınamadığını, zora girdiğini gördüğü için, bunu sürece müdahil olmak için araçsallaştırmaya çalışıyor. Ama bu da söylemden ibaret çünkü Hamas'ı ikna edebilecek durumda da değil, süreçte rol oynayan bir aktör de değil, bu sürece müdahil olduğu takdirde somut fark yaratabileceği konusunda da ikna edici değil."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın posterlerini taşıyan Hamas destekçileri
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın posterlerini taşıyan Hamas destekçilerinull Nabil Mounzer/EPA/dpa/picture-alliance

Türkiye'nin istediği takdirde Hamas'a baskı uygulayabileceğini ancak bunu bugüne kadar yapmadığına işaret eden Schindler, "Hamas'ın şirket yapılanmalarının, şirketler ağının önemli unsurları ve üst düzey yöneticileri Türkiye'de. Bunların bir kısmı son dönemde birkaç kez ABD tarafından yaptırımlar kapsamına alındı. En tanınmışlarından biri Trend GYO… Hatta Türk bankaları da bu nedenle yaptırım kapmasına alınma riskiyle karşı karşıya. Ancak Türk hükümeti, devleti bir süre boyunca Hamas'a destek söylemlerinde değişikliğe gitmiş olsa da Hamas'ın mali kaynaklarını kesme konusunda somut hiç bir adım atmadı" dedi.

"Türk kamuoyu Hamas'ı ağırlamayı öyle kolayca kabullenmez"

Kimi uzmanlar, artık Hamas'ın bölgede savaş sonrası inşa edilmesi muhtemel düzende yer alamayacağını savunuyor. Tarihçi Louis Fishman ise İsrail'in diplomatik çözüm bulmada uzun zamandır ayak diremesi nedeniyle Hamas'ın halen "fiilen ana aktör konumunda" olduğuna dikkat çekiyor.

Fishman, "Erdoğan da bunun farkında. Zaten Hamas tamamıyla oyun dışı kalmış olsa, Erdoğan onlarla görüşecek son kişi olurdu değil mi? Ama işte Erdoğan'ın onlarla yeniden buluşmuş olması Türkiye'ye uzun vadede bir fayda sağlamayacak. Ne ABD ne AB ile ilişkilerinde, hatta bölgede ABD ile kısmi koalisyonda olan ılımlı aktörlerle ilişkilerine de bu Türkiye'ye olumlu katkı sağlamayacak. Hatta Hamas'a bile bunun bir getirisi yok ki. Evet Erdoğan tarafından ağırlanmaları belki onları o an ilgi odağı haline getirip, spotların onlara çevrilmesini sağlıyor olabilir ama işte o kadar, çünkü Türkiye bu meselede ana aktörlerden değil" görüşünü aktardı.

Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları'nın eli silahlı, yüzü maskeli militanları
Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları, Salı günü "tüm cephelerde İsrail'e karşı gerilimin tırmandırılması" çağrısı yaptınull AFP/Getty Images/S. Khatib

Üstelik Erdoğan'ın Haniye ile Cumartesi günü gerçekleştirdiği görüşmeden sadece üç gün sonra Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları tarafından "tüm cephelerde İsrail'e karşı gerilimin tırmandırılması" çağrısı yapması, Ankara'nın girişimlerinin çok da sonuç vermediğini gösteriyor.

Bu arada uluslararası basında, Katar'ın Hamas'ın ülkeyi terk etmesini istediği, terör örgütünün karargahını Türkiye'ye taşıyabileceği iddiaları yer almıştı. Hamas böyle bir konunun gündemde olmadığını açıklarken, Erdoğan da kendisine böyle bir bilgi gelmediğini, Katar'ın böyle bir adım atacağını düşünmediğini söyledi.

Tarihçi Fishman da buna ihtimal vermediğini anlatırken, "Hamas'ın karargahını Türkiye'ye taşıması ihtimali Türk kamuoyunun öyle kolayla sindirebileceği kabul edebileceği bir şey olmaz zaten. Basında bu konuda yer alan iddialara yönelik tepkiler bile çok yoğundu. Ayrıca bu Erdoğan'a, her şeyden daha büyük bir zarar verir. Kendisi de bunun farkındadır" dedi.

"Olabilecek en kötü senaryo yaşanıyor"

Bu arada Hamas'ın İsrail'de 1200 kişinin ölümüne yol açtığı ve 250 kişiyi rehin aldığı 7 Ekim'deki terör saldırıları sonrasında İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik başlattığı askeri operasyonlarda hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 34 bini aştı, bölge halkının yüzde 90'ı yerinden edildi.

Bir iş makinesi ile açılan toplu mezara, mavi plastik çuvallar içinde defnedilen çok sayıda insan, sağ ve sol tarafta onlarca kişi
İsrail'in Gazze Şeridi’ne yönelik başlattığı askeri operasyonlarda hayatını kaybeten Filistinlilerin sayısı 34 bini aştınull Sais Khatib/AFP

İsrail ordusunun hedef aldığı Nasser ve El Şifa hastanelerinde toplu mezarlar bulunduğu yönündeki haberler uluslararası toplumda Netanyahu hükümeti ve İsrail ordusuna yönelik tepkileri daha da arttırdı.

Birleşmiş Milletler (BM) ve uluslararası toplumdan toplu mezarlarla ilgili bağımsız soruşturma yürütülmesi yönünde art arda çağrılar yapılıyor. BM, çıplak, elleri bağlanmış cesetler bulunduğu iddialarının savaş suçları endişesini yeniden gündeme taşıdığına dikkat çekiyor. İsrail'in yoğun itirazlara rağmen Refah'a yönelik askeri operasyonunu başlatması durumunda insani felaketin boyutunun daha da ağırlaşmasından endişe ediliyor.

Refah'ta, battaniyelerle yapılan çadırlarda kalan Filistinli çocuklar
İsrail'in operasyonları sonucunda yerinden edilen Filistinlilerin büyük bir bölümü sığındıkları Refah'ta battaniyelerle yapılan derme çatma çadırlarda kalıyornull Mohammed Abed/AFP

Louis Fishman'a göre, bölge 7 Ekim sonrası yaşanabilecek en kötü senaryoya sahne oluyor ve bunda büyük ölçüde Hamas'ı salt askeri yöntemlerle geri püskürtmeye çalışan, diplomatik strateji ve siyasi çözüm stratejileri geliştirmeyi tamamıyla göz ardı eden Netanyahu hükümetinin sorumluluğu bulunuyor.

İsrail'de, Türkiye'dekine benzer bir süreç yaşanmakta olduğuna, ülkenin giderek otoriterleştiğine dikkat çeken Fishman, Netanyahu hükümetinin bir süre daha iktidarda kalmak adına her şeyi göze alır noktaya geldiğine vurgu yaptı, "Kısa bir süre daha iktidarda kalmak adına uzun dönemli istikrar tehlikeye atılıyor. Tanık olduğumuz şey bu" diye konuştu.

Hamas neden uzlaşmaya yanaşmıyor?

Alman terör uzmanı Hans-Jakob Schindler de kısa vadede Gazze'de ihtilafın son bulması konusunda iyimser olmadığını, Hamas'ın uzlaşmaya yanaşmadığını söyleyerek bunun nedenlerine şu ifadelerle açıklık getiriyor:

"Hamas'ın stratejisi başından beri üç ayaklıydı. 7 Ekim'de planladıklarına İsrail'in sert karşılık vereceğini, Gazze'de sahip oldukları imkanlarla buna karşı koyamayacaklarını biliyorlar bu nedenle ihtilafı bölgesel bir ihtilafa dönüştürmeyi hedefliyorlardı. Son aylarda yaşananlar, Hamas'ın istediği boyutta olmasa da bir ölçüde bundan sonuç aldığını gösteriyor. İkinci olarak Hamas, İsrail'e olabildiğince çok Filistinliyi öldürterek uluslararası toplumu etkilemek, '7 Ekim'de ne olduysa oldu ama asıl bakın İsrail ne yapıyor' demek istedi. Bu hedefinden ciddi ölçüde sonuç almış görünüyor. New York'ta Columbia Üniversitesi'nde ve ABD'deki diğer üniversitelerde olanları görüyorsunuz. Üçüncü ayak da rehinelerdi. Bunu Filistinli tutukluların serbest bırakılması ama aynı zamanda Hamas liderliğinin hayatta kalması için kullanıyorlar. Ve bu üç ayaklı stratejileri kısmen de olsa Hamas için işliyor görünüyor. Bu nedenle ne yazık ki Hamas'ın şu anda uzlaşması zor, zaten bu nedenle her öneriyi geri çeviriyorlar."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Berlin'de Filistin yanlısı protestocu kampına polis müdahalesi

Alman polisi Nisan ayı başından bu yana Berlin'deki Başbakanlık binası önünde kurulan Filistin yanlısı bir protestocu kampına müdahale etti.

Kampta bulunan protestocular Almanya'nın İsrail ordusuna silah sevkiyatına son vermesini ve Filistin dayanışma hareketinin "kriminalize edilmesine" son verilmesini talep ediyordu. Aynı zamanda atölye çalışmaları da yapılan kampta yaklaşık 20 kişinin barındığı 20 çadır bulunuyordu.

Protesto organizatörü Jara Nassar DW'ye yaptığı açıklamada "Almanya silah ihracatına son vermeli ve İsrail soykırımına, açlığa, ablukaya, bombalamaya olanak sağlamayı bırakmalıdır" dedi ve ekledi: "Bu artık sona ermeli."

Polis, protestocuların yeşil alanların korunması gibi kısıtlamaları defalarca ihlal ettiklerini belirterek buna ilaveten nefrete teşvik, anayasaya aykırı semboller ve yasak sloganlar kullanmak gibi suçlar işlediklerini söyledi.

Polis Sözcüsü Anja Dierschke "Kamu güvenliği ve düzeni önemli ölçüde risk altında olduğu için" bu noktada toplanmanın korunmasının güvence altına alınamayacağını belirtti.

Protestocular ne diyor?

Protesto organizatörü Jara Nassar iki haftadır burada bulunduklarını belirterek söyle konuştu: "Barışçıl davrandık ancak her gün bize en aptalca kısıtlamaları getiren polis tarafından taciz edildik."

Nassar Almanca ve İngilizce dışındaki dilleri kullanmalarının polis tarafından engellendiğini belirterek "Dualarımızı, şarkılarımızı, atölye çalışmalarımızı suç saydılar ve şimdi de resmi gerekçeleri çimenlere zarar veren bir kanepemizin olması... Almanya'da çimlere zarar vermek soykırım yapmaktan daha kötü" şeklinde konuştu.

Deutschland Berlin 2024 | Polizei räumt pro-palästinensisches Protestcamp am Bundestag
Polis protestocuları teker teker uzaklaştırdınull Sebastian Gollnow/dpa/picture alliance

Nassar Almanya'da Filistinle dayanışma gösterenler için "konuşma ve toplanma özgürlüğü" olmadığını söyledi.

Berlin polisinden şiddet açıklaması

Öte yandan Berlin polisi kampı boşaltma çabalarının barışçıl bir şekilde başladığını ancak 150 polis memuru çadırları kaldırmaya başlayınca daha fazla kişinin dayanışma içinde protestoculara katıldığını ve yaklaşık 100 kişinin bir araya gelerek ayrılmayı reddettiğini söyledi.

O noktadan itibaren polislerin protestocuları teker teker taşıdıkları ancak hepsini tahliye edemedikleri kaydedildi.

Polis Sözcüsü polis şiddetine dair DW'ye yaptığı açıklamada "Eğer insanlar ayrılmaları yönündeki çağrılara uymazlarsa, ayağa kalkmaya hazır değillerse, taleplere uymazlarsa, o zaman birkaç meslektaş harekete geçecek ve o kişiyi taşıyacaktır. Bu, kanun tarafından korunan zorlayıcı bir tedbirdir" şeklinde konuştu.

DW muhabiri Matthew Moore Berlin'den bu habere katkıda bulundu.

AFP, dpa, DW / SSB, EC

 

Erdoğan: Hamas Filistin'in Kuvayımilliyesi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’da düzenlenen Parlamenterler Arası Kudüs Platformu 5. Konferansı'nda konuştu.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'yu sert ifadelerle eleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Modern dönem firavunlarını görmek isteyen hiç uzağa gitmesin, son 203 gündür 35 bin Filistinliyi acımasızca katledenlere baksın” dedi ve devam etti: "Günümüzün Hitler'i ve Nazileri Gazze'de 15 binden fazla çocuğu öldüren katillerdir. Netanyahu kendisinden önceki caniler gibi adını 'Gazze Kasabı' olarak tarihe utançla yazdırmıştır."

Erdoğan sözlerine şu şekilde devam etti: "Ey Netanyahu duam şu; 'Ya Rabb, Kahhar ismi şerifinle tecelli ederek başta Netanyahu olmak üzere bu siyonistleri kahruperişan eyle."

Cumhurbaşkanı Erdoğan "Tüm imkansızlıklara rağmen Filistin kardeşlerimiz tam 203 gündür tek başlarına direnirken, hiç kimse bizden soykırıma sessiz kalmamızı bekleyemez" dedi.

Erdoğan: Hamaslı kardeşlerimiz Filistin'in Kuvayımilliyesi

Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da Hamas'ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye ile bir araya gelen Erdoğan Hamas ile ilgili bakış açısını şu şekilde ifade etti: "Sırf İsrail ve Batılı destekçileri öyle istedi diye Hamas'a terör örgütü iftirası atanlardan olamayız. İsrail'e gönüllü veya ücretli mukabili uşaklık yapan lejyonerlerin ve kiralık kalemlerin kavramlarıyla Filistinli direnişçilere terörist yaftası vuramayız."

Bu konudaki tavırlarını Hamas liderliğine ifade ettiğini belirten Erdoğan "Biz, işgalcilere karşı vatanlarını savunan Hamaslı kardeşlerimizi Filistin'in Kuvayımilliyesi olarak görmeye devam edeceğiz" dedi.

"7 Ekim bakış açınızla ilgili bir konudur"

Erdoğan "7 Ekim’de yaşananları tasvip edersiniz veya etmezsiniz bu tamamen sizin bakış açınızla ilgili bir konudur" dedi ve ekledi: "Ama bunu öne sürerek küvözdeki yeni doğmuş bebekleri öldürmeyi sivillerin üzerine tonlarca bomba yağdırmayı, şehit naaşlarına dahi eziyet etmeyi, 1 adet ekmek almak için sıra bekleyen insanları katletmeyi, camileri, kiliseleri, hastaneleri, okulları bilerek hedef almayı Gazze"yi toplu mezarların olduğu büyük bir kabristana dönüştürmeyi, savaş hukukunun asgari şartlarına dahi riayet etmemeyi haklı çıkaramazsınız."

DW / SSB, EC

 

ABD üniversitelerinde Filistin'e destek protestoları büyüyor

ABD'de Columbia Üniversitesi'nde on gün önce başlayan Filistinlilere destek gösterileri diğer üniversitelere de yayılarak büyüyor. Bazı üniversite yönetimleri göstericilerle müzakere süreci yürütürken bazı üniversitelerin kampüse polisi çağırmasıyla çok sayıda öğrenci gözaltına alındı.

Protesto gösterilerinin merkezi konumundaki Columbia Üniversitesi'nde üniversite yönetimiyle göstericiler arasında müzakereler devam ederken, 200 kadar öğrenci uyarılara rağmen kurdukları çadırı terk etmiyor. Üniversite yönetimi, çadırın kaldırılması için görüşmelerde ilerleme kaydedildiğini, sonuç alınamaması durumunda diğer seçenekleri değerlendirmek durumunda kalacaklarını açıkladı. Kampüsün dışında iki polis otobüsünün park halinde bulunduğu, girişte de çok sayıda özel güvenlik personeli ve polisin bulunduğu bildiriliyor.

Indiana Üniversitesi'nde polisin göstericilere yaptığı müdahalede 33 kişi gözaltına alındı. Connecticut Üniversitesi'nde polis göstericilerin çadırını yıkarak bir kişiyi gözaltına aldı. Ohio Eyalet Üniversitesi'nde polisin Perşembe gecesi kampüste toplanan göstericilere dağılmaları için yaptığı çağrı reddedilince polisle öğrenciler arasında çatışma çıktı. Üniversite yönetimi, kampüste gece etkinliklerini yasaklayan yönetmeliğe işaret ederek kampüsten ayrılmayı reddeden göstericilerin gözaltına alındığını ve "mülke tecavüz"den haklarında soruşturma başlatıldığını bildirdi.

Kaliforniya Eyalet Politeknik Üniversitesi'nde de polisin tahliye girişimine direnerek kampüse barikat kuran öğrencilerle üniversite yönetimi arasında görüşmeler sürüyor.

Üniversitelere İsrail ile mali bağlantıyı kesme talebi

Filistinlilere destek gösterisi düzenleyen öğrenciler, üniversitelerinin İsrail ile mali bağlantılarını kesmesi ve Gazze savaşını finanse ettiğini öne sürdükleri şirketlerle ilişkileri sona erdirmesini talep ediyor.

Dünkü gösterilerde 93 öğrencinin "mülke tecavüz"den gözaltına alındığı, Güney Kaliforniya Üniversitesi ise 10 Mayıs'ta yapılacak mezuniyet törenlerinin iptal edildiğini açıkladı. Üniversite yönetiminin, geleneksel olarak okul birincisinin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmayı, öğrencinin Filistin yanlısı olduğu gerekçesiyle güvenlik endişelerine dayanarak iptal etmesi, gerilimin artmasına neden olmuştu. Okul birincisi öğrenci, Yahudi gruplar tarafından antisemit gruplarla bağlantılı olmakla suçlanmış, söz konusu öğrenci ise bu iddiayı reddetmişti. Üniversitenin mezuniyet törenlerine her yıl yaklaşık 65 bin kişi katılıyor.

Los Angeles'ta Çarşamba gecesi "mülke tecavüz" suçlamasıyla 93 öğrenci gözaltına alınırken Boston'daki Emerson College'de polis göstericilerin çadırını dağıtarak 108 kişiyi gözaltına alındı.

Teksas Üniversitesinde bazıları atlı olan polis memurları ve protestocu öğrenciler
Teksas Üniversitesinde atlı polis memurları ile öğrenciler karşı karşıyanull Austin American-Statesman/AP/dpa/picture alliance

Teksas Üniversitesi'nin Austin kampüsünde ise Çarşamba günü 57 kişinin "mülke tecavüz" suçlamasıyla gözaltına alınmasının ardından ortamın daha sakin olduğu bildiriliyor. Üniversite yönetiminin kurulan barikatları kaldırttığı ve öğrencileri kampüsün ana meydanına yönlendirdiği belirtildi.

Atlanta'daki Emory Üniversitesi'nde de polis göstericilere tahriş edici kimyasal madde ve elektroşok silahlarıyla müdahale etti. Atlanta Emniyet Teşkilatı, polislerin üniversite yönetiminin yardım çağrısı üzerine gittikleri kampüste şiddetle karşılaştıklarını ve yanıt olarak kimyasal madde kullandıklarını açıkladı.

Başkent Washington'da da Georgetown ve George Washington (GW) üniversiteleri, GW kampüsünde bir çadır kurarak dayanışma gösterisi başlattı.

Los Angeles, Boston ve Teksas'taki üniversitelerde gösterilere dün yaklaşık 2 bin kişi katılmış, polisin müdahalesinde 200'ü aşkın öğrenci gözaltına alınmıştı. Göstericilere karşı çevik güç ve yarı otomatik silahlı polislerin görev yapması ve aralarında öğretim üyelerinin de bulunduğu göstericilere karşı yer yer sert müdahalelerde bulunulması tepkileri daha da artırıyor.

Başkan Joe Biden Pazar günü "Üniversite kampüslerinde antisemitizme yer yok" açıklaması yaparken, Beyaz Saray, Başkan'ın üniversitelerdeki ifade özgürlüğünü desteklediğini bildirmişti.

 

AP,AFP / BK,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?