Alman ve Türk Dışişleri'nden İsrail'e tepki

İsrail ordusunun Refah Sınır Kapısı'nın Gazze tarafında kontrolü sağlamasının ardından hem Alman hem de Türk Dışişleri İsrail'e tepkilerini dile getiren açıklamalarda bulundu.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, sosyal medya hesabı X'ten yaptığı paylaşımda "Refah'a yönelik büyük bir saldırı konusunda uyarıyorum. Bir milyon insan buhar olup uçamaz. Korunmaya ihtiyaçları var" ifadelerini kullandı. Gazze'de daha fazla insani yardıma ihtiyaç olduğuna dikkat çeken Baerbock, "Refah ve Kerem Şalom sınır kapıları derhal yeniden açılmalıdır" dedi.

"İsrail'in Refah sınır kapısından çekilmesi şarttır"

Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli ise Refah'a yapılacak bir harekatın sadece bölgeyi değil tüm dünyayı etkileyeceğini ifade etti. X hesabından yaptığı açıklamada, Gazze'de ateşkesin sağlanması ve rehine ile tutukluların karşılıklı serbest bırakılması konusunda yapılan son önerinin Filistin tarafından kabul edilmesini memnuniyetle karşıladıklarını söyleyen Keçeli, "Netanyahu hükümetinin iyi niyetle hareket etmediğini" dile getirdi: 

Gazze ile Mısır arasındaki tek sınır geçiş kapısı olan Refah, bölgeye insani yardımların girdiği tek nokta olması açısından büyük öneme sahip. Ayrıca çatışmalar sırasında yaralananların güvenli bölgelere taşınması da buradan yapılıyor. 

İsrail ordusu, Pazartesi günü Refah'taki 100 bin Filistinliye bölgeden ayrılma çağrısında bulunmuş; aynı gün içerisinde 50'den fazla "terör hedefinin" vurulduğunu açıklamıştı.

Netanyahu: Kahire'ye heyet gönderdik

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, İsrail'den bir heyetin Gazze Şeridi'nde ateşkes ve Hamas'ın elindeki rehinelerinin serbest bırakılması konularında görüşmelerde bulunmak için Mısır'ın başkenti Kahire'ye gittiğini duyurdu. Netanyahu heyete rehinelerin serbest bırakılması için "gerekli koşulların sağlanmasında ısrarcı olunması" talimatı verdiğini kamuoyu ile paylaştı.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu
Benyamin Netanyahunull Ilia Yefimovich/dpa/picture alliance

Netanyahu, X hesabından paylaştığı görüntülü mesajda Refah'a kara saldırısına ilişkin açıklamalarda bulundu. "Refah'a girmek savaşın iki ana hedefine hizmet ediyor; rehinelerimizin dönmesi ve Hamas'ı yok etmek" ifadelerini kullanan İsrail Başbakanı, Hamas'ın kabul ettiği önerilerin İsrail'in taleplerinin çok gerisinde olduğunu ifade etti.

Hamas'ın dün ateşkes önerisini kabul etmekle İsrail'in Refah'a saldırısını engellemeyi amaçladığını öne süren Netanyahu, İsrail'in "güvenliğini tehlikeye atacak bir öneriyi" kabul etmeyeceklerini belirtti.

İsrail Savunma Bakanı Joav Gallant da, İsrail'in rehinelerin serbest bırakılması konusunda "uzlaşmaya" hazır olduğunu ancak bu seçeneğin mevcut olmaması halinde operasyonu yoğunlaştıracakları açıklamasında bulunmuştu.

 

DW,AFP,AP / EÇ,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Guterres'ten Refah için "felaket" uyarısı

İsrail'in Gazze Şeridi'nin en güneyindeki Refah kentine yönelik saldırılarına Birleşmiş Milletler'den (BM) en üst düzeyde tepki geldi. Gazze'de ateşkes çağrısını yineleyen BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, İsrail'i Refah'a kapsamlı bir operasyon düzenlemekten kaçınmaya çağırdı.

"Kapsamlı bir operasyon insani felakete yol açar" diyen Guterres, Refah'a böyle bir saldırının "stratejik bir hata" ve "insani açıdan felaket" olacağını söyledi. İsrail ve Hamas'ı ateşkes anlaşması yapmaya çağıran BM Genel Sekreteri, bir anlaşma olmadan İsrailli rehinelerin evlerine dönemeyeceğini kaydetti.

Tüm bölgenin kaderini etkileyecek bir "karar anında" olunduğunu da ifade eden Guterres, yüz binlerce Filistinli sivil için gidecek güvenli bölge olmadığına dikkat çekerek, bölgeye insani yardım geçişi için Refah ve Karem Şalom kapılarının derhal açılması gerektiğini vurguladı.

Hamas'tan İsrail'e "son şans" uyarısı

Rehinelerin durumuna dair uluslararası basına konuşan bir Hamas yetkilisi ise Refah operasyonunu genişletmeden önce rehinelerin serbest kalması için İsrail'in son bir şansı olduğunu söyledi. Hamas'ın elinde 35'i ölü 128 rehine olduğu tahmin ediliyor.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Ofisi (OHCHR), sivillerin zorla yerinden edilmesinin uluslararası hukukun ihlali anlamına geldiğini ve savaş suçu sayıldığını hatırlatarak İsrail'e "savaş suçu" uyarısında bulundu. BM'nin insani yardım örgütü (OCHA) de İsrail operasyonlarının bölgede yardım faaliyetlerini aksattığını, sahadaki BM personelinin korku ve panik içinde olduğunu kaydetti.

 

AFP / ET,MUK

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

İsrail: Refah'ın Gazze tarafında kontrolü ele geçirdik

İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Refah sınır kapısının Gazze tarafında kontrolü sağladığını duyurdu. IDF'nin Telegram kanalı üzerinden yapılan açıklamada, "Refah'ın doğusundaki Refah sınır kapısının terör amaçlı kullanıldığına yönelik istihbarat alınmasının ardından IDF birliklerinin sınır kapısının Gazze tarafında operasyonel kontrolü sağladığı" kaydedildi. Ordu, bölgeye giren bir tankın üzerinde İsrail bayrağının görüldüğü bir video yayımladı.

Ordunun açıklamasında, Pazartesi gecesi kara birliklerinin hava kuvvetleriyle birlikte başlattığı terörle mücadele operasyonunda, Hamas'ın askeri yapılarının ve yeraltı yapılanmalarının ortadan kaldırıldığı ve 20 Hamas militanının öldürüldüğü belirtildi.

İsrail Savaş Kabinesi'nden "operasyona devam" kararı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah, bölgedeki çatışmalardan kaçan Filistinliler için son sığınma noktası konumundaydı. Abluka altındaki bölgeye insani yardımların ulaşması için kritik önemdeki sınır kapısı, aynı zamanda Mısır'a kaçan Gazzeliler için de tek çıkış yoluydu.

İsrail ordusu, Pazartesi günü Refah'ın doğusunda ikamet eden yaklaşık 100 bin Filistinliye bölgeyi tahliye etme çağrısı yapmıştı. Ordu sözcüsü Daniel Hagari, aynı gün içinde 50'den fazla "terör hedefinin" vurulduğunu açıklamıştı.

İsrail, uluslararası toplumdan gelen yoğun eleştirilere rağmen, "Hamas'ın son kalesi" olarak tanımladığı bölgeye saldırılarını sürdürme konusunda kararlı. İsrail Başbakanlık ofisinden Pazartesi günü yapılan açıklamada, rehinelerin serbest bırakılması ve savaştaki diğer hedeflere ulaşılması için Hamas üzerindeki askeri baskıyı artırmak adına Savaş Kabinesi'nin oybirliğiyle Refah'taki operasyona devam edilmesi kararı aldığı belirtildi.

İsrail: Hamas'ın kabul ettiği öneri taleplerimizden uzak

Diğer yandan İsrail, Hamas'ın kabul ettiği Mısır ve Katar'ın Gazze'de ateşkese yönelik önerisinin "kendi taleplerinden uzak olduğunu" açıkladı. Başbakan Benyamin Netanyahu'nun ofisinden yapılan açıklamada, "Hamas'ın önerisi İsrail'in esas taleplerinden uzak olsa da İsrail, Mısır'a üst düzey bir heyet gönderecektir" denildi. Arabuluculuk müzakerelerine gönderilecek bu heyet yoluyla İsrail için "kabul edilebilir şartlarda bir uzlaşmaya varılması" şansını artırmanın hedeflendiği ifade edildi.

İsrail'in müttefiki ABD'den gelen ilk açıklamada ise, Beyaz Saray'ın Hamas'ın yanıtını incelediği bildirildi. Hamas'ın arabulucu ülkelerin önerisine bir yanıt verdiğini teyit eden ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, "Şimdi bu yanıtı gözden geçiriyor ve bölgedeki ortaklarımızla istişare ediyoruz" ifadelerini kullandı.

Müzakerelere arabuluculuk yapan Katar da Salı günü Mısır'ın başkenti Kahire'ye bir heyet gönderileceğini duyurdu. Katar Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkilinin yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi'nde derhal kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve rehinelerle tutsakların takasının hedeflendiği belirtildi.

Hamas'ın üst düzey yöneticilerinden Siyasi Büro üyesi Halil Hayya, kalıcı ateşkesi hedefleyen söz konusu önerinin üç aşamalı bir ateşkes öngördüğünü bildirdi. Katar yayın kuruluşu Al Jazeera'ye konuşan Hayya, bu aşamalardan her birinin 42 gün süreceğini söyledi. Anlaşma ayrıca İsrail'in Gazze Şeridi'nden tamamen çekilmesini, savaş nedeniyle yerlerinden edilen Filistinlilerin geri dönmesini ve İsrail'deki cezaevlerinde tutulan Filistinli tutsaklarla Hamas'ın elindeki rehinelerin takasını öngörüyor.

ABD, Mısır ve Katar arabuluculuğunda devam eden müzakerelerden aylardır sonuç alınamamıştı.

Hamas'ın geçen yıl 7 Ekim'de İsrail'e gerçekleştirdiği ve yaklaşık bin 170 kişinin hayatını kaybettiği saldırının ardından İsrail, Gazze Şeridi'ne yoğun bir saldırı başlatmıştı. Hamas kontrolündeki Gazze Sağlık Bakanlığı verilerine göre İsrail saldırılarında öldürülenlerin sayısı 34 bin 700'ü aştı.

DW,AFP,AP,rtr/SÖ,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Hamas ateşkes önerisini kabul etti

Gazze'de yönetimi elinde bulunduran radikal İslamcı Hamas örgütü, Mısır ve Katar'ın Gazze Savaşı'nda ateşkes sağlanmasına yönelik önerisini kabul ettiğini duyurdu.

Hamas'ın resmi internet sitesinden yapılan açıklamada, örgütün siyasi lideri İsmail Haniye'nin, arabulucu ülkelere önerinin kabul edildiğini bildirdiği aktarıldı. Açıklamada ayrıca, Haniye'nin Katar Başbakanı Şeyh Temim Bin Hamed Al Sani ve Mısır İstihbarat Başkanı General Abbas Kamel ile telefon görüşmesi gerçekleştirdiği belirtildi.

Erdoğan: Bizim telkinlerimizle...

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ndeki kabine toplantısının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kabine toplantısından önce İsmail Haniye bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini aktararak, "Bizim telkinlerimizle Hamas'ın ateşkesi kabul ettiğini açıklamasından memnuniyet duyduk. Şimdi aynı adım İsrail tarafından da atılmalıdır. Tüm Batılı aktörleri İsrail yönetimine baskı yapmaya çağırıyorum" ifadelerini kullandı.

İsrail tarafı ise ateşkes teklifine henüz sıcak bakmıyor. İsmini açıklamak istemeyen İsrailli bir yetkili, Hamas'ın kabul ettiği teklifin, Mısır tarafından hazırlanan önerinin zayıflatılmış bir hali olduğunu ve bunun İsrail tarafından onaylanmasının mümkün olmadığını dile getirdi.

 

AFP / ET,AÜ

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Refah'ın tahliyesi tepki çekti: İsrail'e savaş suçu hatırlatması

Mısır sınırındaki Refah kentine kara operasyonu için haftalardır hazırlık yapan İsrail ordusu, beklenen saldırı öncesi on binlerce sivilin tahliyesi için harekete geçti.

Ordu, tahliyenin "geçici ve sınırlı bir tedbir" olduğunu açıklasa da, BM Filistinli Mülteciler Ajansı (UNRWA) en az 100 bin kişinin söz konusu tahliyeden etkileneceğini öngörüyor. Filistin Kızılayı ise tahliye emri verilen bölgede yaşayan sivillerin sayısının 250 bin olduğunu, bu kişilerin Gazze Şeridi'nin kuzeyinden kaçarak buraya geldiğini açıkladı.

İsrail Refah'ın tahliyesini, yedi aydır süren savaşa ara verilmesi için hafta sonunda Mısır'ın başkenti Kahire'de yürütülen müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine kararlaştırdı.

Hamas karşılık tehdidinde bulundu

İsrail yönetimi daha önce, uluslararası toplumun baskısının yerlerinden edilmiş bir buçuk milyon Filistinlinin sığındığı kente kara operasyonuna engel olmayacağını açıklamıştı.

İsrail, Gazze Şeridi'nde kalan Hamas militanlarının Refah'a sığındığını savunuyor. Tahliye kararı sonrası Hamas, "Refah operasyonu İsrail askeri için bir piknik olmayacak" açıklamasıyla, İsrail'in operasyonuna karşılık verme tehdidinde bulundu.

Sivillerin tahliyesine Batı'dan tepkiler

Almanya Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, "Görüşmeler riske atılmamalı, taraflar insani amaçlarla ellerinden gelen en üst çabayı göstermeli" denilerek, müzakereye devam edilmesi zönünde çağrı yapıldı.

"Fransa, Refah'a yönelik bir İsrail saldırısına güçlü şekilde karşı çıkıyor" ifadesini kullanan Fransa Dışişleri ise "Sivillerin zorla yerinden edilmesi savaş suçu teşkil eder" vurgusunda bulundu.

Borrell: Kabul edilemez

AB Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell
Josep Borrellnull Alexandros Michailidis/European Union

Avrupa Birliği'nden ise en üst düzey tepki Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell'den geldi. Borrell, Refah'ın tahliyesinin "Daha fazla savaş ve açlık" anlamına geldiğini ve kara operasyonunun kabul edilemez olduğunu ifade etti.

ABD daha önce sivillerin tahliyesini içeren "İnandırıcı ve kabul edilebilir" bir plan görene kadar Refah operasyonuna itiraz edeceklerini açıklamıştı.

Dün, ABD ve İsrail savunma bakanları bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiş, görüşme sonrası Pentagon'dan yapılan açıklamada Washington'un bu tutumu tekrar hatırlatılmıştı.

 

AFP,Reuters / MK,ET

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Refah’a operasyon hazırlığı: Sivillerin tahliyesi başladı

İsrail ve Hamas arasında devam eden rehine takası görüşmelerinin çıkmaza girdiği yönündeki ilk işaretlerin ardından İsrail ordusu Refah’a kara operasyonu için adım attı.

Sabah erken saatlerde İsrail ordu radyosu, Refah kentinin doğusundaki sivillerden geçici olarak “genişletilmiş güvenli bölgeye” gitmelerinin istendiğini bildirdi. Yedi aydır devam eden savaşta yerlerinden edilen yaklaşık bir buçuk milyon Filistinli Refah’a sığınmış durumda.

İsrail basınına göre ordu, broşürler ve telefon mesajları ile sivilleri tahliye sürecine dair bilgilendirdi. Bölgedekiler, Han Yunus ve El Mevasi civarındaki çadır kentlere yönlendirilirken İsrail ordusu “genişletilmiş güvenli bölge” diye adlandırdığı bölgeyi gösteren haritalar da paylaştı.

İsrail ordusundan yapılan açıklamada Refah'a operasyonun kapsamının sınırlı olacağı vurgulandı. Ordu sözcüsü, Refah'ın doğusundan yaklaşık 100 bin sivilin tahliye edilmesinin planlandığını kaydetti.

ABD’li bakan ile görüşme

Beklenen kara operasyonu öncesi gerçekleşen tahliye, dün 3 İsrail askerinin öldürülmesini izledi.

Hamas’ın bir kontrol noktasına düzenlediği ve 3 İsrail askerinin öldüğü saldırıdan hemen sonra İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Refah operasyonunun başlayacağının sinyalini vermişti. Hamas’ın ateşkes görüşmelerini ciddiye almadığını söyleyen Gallant, "Refah ve Gazze’nin diğer yerlerine güçlü bir operasyon çok yakın” ifadelerini kullanmıştı.

Refah’ın tahliyesinden önce Gallant, ABD’li mevkidaşı Lloyd Austin ile de bir görüşme yaptı. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon görüşmede Refah operasyonunun da ele alındığını açıkladı. Daha önce Washington, sivillerin tahliyesine dair “anlamlı ve uygulanabilir bir plan görmeden” Refah operasyonuna izin vermeyeceklerini ısrarla vurgulamıştı. Bu vurgu, iki bakanın dünkü görüşmesi sonrası Pentagon’dan yapılan yazılı açıklamada da aynen tekrar etti.

Netanyahu "devam” dedi

Mısır sınırındaki Refah, Gazze Şeridi’nde İsrail ordusunun karadan müdahale etmediği son büyük yerleşim yeri konumunda. İsrail, Hamas militanlarının Refah’a saklandıklarını savunuyor.

Sivillerin tahliyesiyle birlikte kapsamlı bir operasyon beklentisi arttı. Dün ateşkes müzakerelerine dair açıklamalarda bulunan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Hamas’ın taleplerini kabul etmenin yenilgi anlamına geleceğini söylemiş, savaşın bitirilmesi yönündeki baskılara rağmen operasyonları sürdüreceklerini ilan etmişti.

Hamas, bir uzlaşı için İsrail askerinin bölgeden çekilmesini şart koşuyor. Tarafların masadan kalkmasının ardından Hamas lideri İsmail Haniye’den “anlaşmaya istekli oldukları ancak İsrail yönetiminin görüşmeleri sabote ettiği” açıklaması gelmişti.

AFP/MK,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

İsrail tankları Mısır sınırında: Refah neden önemli?

Hamas’ın 7 Ekim’deki baskınıyla başlayan savaşta İsrail ordusu, 7 ayda en kuzeyden güneye, boydan boya tüm Gazze Şeridi’ni geçerek Mısır sınırındaki Refah’a girdi. Sabah saatlerinde İsrail tankları Mısır’a açılan Refah sınır kapısı önünde görüldü, askeri hareketlilik nedeniyle Gazze’ye yardım kamyonlarının girişi tamamen durdu. Refah operasyonu 34 binden fazla Filistinlinin yaşamını yitirdiği, on binlercesinin kalıcı yaralar aldığı İsrail operasyonlarında yeni bir kırılma noktası olarak görülüyor. Peki bu kent neden bu kadar önemli, sahada ne yaşanıyor?

Çadır kent Refah

Refah, İsrail ordusunun ayak basmadığı son büyük yerleşim yeriydi. Han Yunus ve Gazze gibi daha kuzeydeki şehirlere yönelik saldırılar sonucu evlerinden olan yaklaşık 1.5 milyon Filistinli Refah’a sığındı. Şehrin savaş öncesi nüfusu da düşünüldüğünde bölgede sıkışıp kalanların sayısı 2 milyona yaklaşıyor. Bu haliyle Gazze Şeridi’nin en yoğun nüfuslu yerleşimi konumunda. Üstelik nüfusun 600 binini çocukların oluşturduğu değerlendiriliyor. Burada yaşam derme çatma çadırlarda sürdürülüyor.

Sivillere zorunlu tahliye

İsrail ordusu haftalar süren hazırlığın ardından Pazartesi günü Refah’a yönelik beklenen operasyonunu başlattı. Ordu bu kapsamda on binlerce kişinin “geçici” tahliyesini istedi. Bölgedekiler, Han Yunus ve El Mevasi civarındaki çadır kentlere yönlendirilirken İsrail ordusu yaklaşık 20 kilometre uzaklıktaki toplanma noktalarını “genişletilmiş güvenli bölge” olarak adlandırıyor. BM Filistin Mültecilerine Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) en az 100 bin kişinin söz konusu tahliyeden etkileneceğini öngörüyor. Filistin Kızılayı ise tahliye emri verilen bölgede yaşayan sivillerin sayısının 250 bin olduğunu açıkladı.

Gazastreifen | Flucht aus Rafah
null Jehad Alshrafi/Anadolu/picture alliance

İsrail neden ısrarcı?

İsrail, Refah’ın Hamas militanları için son saklanma noktası olduğunu savunuyor. Sivillerin zorunlu tahliyesinin başlaması üzerine bir açıklama yapan Hamas, “Refah operasyonu İsrail askeri için bir piknik olmayacak” sözleriyle karşılık verme tehdidinde bulunmuştu. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, uluslararası kamuoyunun baskısına rağmen Hamas’ı tamamen bitirmeden savaşa son vermeyeceklerini, aksini yapmanın yenilgi anlamına geleceğini söylüyor. İsrail ayrıca, 7 Ekim’deki baskında kaçırılan rehinelerin Refah’ta tutulduğunu belirtiyor.

Netanyahu daha önce yaptığı konuşmalarda Philadelphi (Salahaddin) Koridoru olarak adlandırılan 14 kilometrelik Mısır-Gazze sınırında baştan başa kontrolü ele almak istediklerini ısrarla vurgulamıştı. Bu koridorun orta noktasında bulunan Refah kenti ve sınır kapısı, Gazze için dünyaya açılan kapı işlevi görüyor. Savaş öncesinde İsrail kontrolünde olmayan tek sınır kapısından günde 400 kamyon dolusu malzeme Gazze’ye taşınıyordu. Gazze’ye giriş ve çıkışlar da buradan yapılabiliyordu.

Mısır neden kapıyı açmıyor?

Refah’ta sıkışıp kalan yüzbinlerce Filistinli ile Mısır arasında yüksek bir duvar ve dikenli teller uzanıyor. Az sayıda yaralının kontrollü geçişi dışında Mısır yönetimi, savaş mağduru Gazzelilere kapıyı kapalı tutuyor. Bunun askeri, siyasi ve ekonomik gerekçeleri var:

İlk olarak Mısır, Filistinlilerin kalıcı olarak yerlerinden edilmesinden endişe ediyor. İsrail’in bu operasyonu bahane ederek Gazze’nin demografik yapısını değiştirmesine karşı çıkıyor. Geçen 7 ayda çok sayıda İsrailli siyasetçi Arap nüfusun Sina Çölü’ne sürülmesi ve bölgenin İsraillilerin yerleşimine açılması yönünde açıklamalarda bulundu. Netanyahu da, ABD’nin itirazlarına rağmen, savaşın ardından ordunun Gazze’den çıkmayacağını, gelecekte bölgede güvenliği kendilerinin sağlayacağını ısrarla söylemişti.

Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerinde İsrail operasyonlarından kaçan yaklaşık 1,5 milyon Filistinli Refah'a sığınmış durumda.
Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerinde İsrail operasyonlarından kaçan yaklaşık 1,5 milyon Filistinli Refah'a sığınmış durumda.null Bassam Masoud/REUTERS

Geçen yıl Sudan’da patlak veren iç savaştan kaçan 300 bin kişiyle birlikte Mısır halihazırda 9 milyona yakın mülteciye ev sahipliği yapıyor. Ekonomik krizdeki ülke daha fazla mülteci almak istemiyor.

Hamas’ın Müslüman Kardeşler örgütüyle olan bağı ise kapıların kapalı tutulmasına bir diğer gerekçe. Müslüman Kardeşler, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’nin en önemli siyasi rakibi konumunda. Filistinli sivillerle birlikte bu yapıya yakın silahlı militanların ülkeye girmesi ve Sina Bölgesinde istikrarsızlığa yol açmasından korkuluyor.

Nitekim Mısır, 2007 yılında Gazze’nin kontrolü Hamas’a geçtiğinde sınır kapılarını kapatmış, İsrail’in Hamas karşıtı kampanyasına destek vermişti.

Öte yandan Mısır’ın Refah’ta yaşananlara nasıl tepki vereceği yakından izleniyor.

Operasyonu kınadıklarını bildiren Kahire yönetimi, bölgedeki sivillerin kalıcı olarak yerinden edilmesi halinde İsrail’le barış anlaşmasını askıya alacaklarını açıklamıştı.

Mısır, 1979’da imzaladığı barış anlaşması ile İsrail’le ilişkilerini normalleştiren ilk Arap ülkesi oldu. Anlaşmanın varlığı, bugün ABD’nin Mısır’a sağladığı silah yardımları için kırmızı çizgi sayılıyor. Reuters’a göre Mısır, her yıl ABD’den 1 milyar doların üzerinde askeri yardım alıyor. Barış anlaşmasının yokluğunda bu yardımların geleceği riske girecektir.

ABD'nin tutumu ne?

Amerikan kamuoyunda İsrail saldırılarına yönelik artan tepki yaklaşan başkanlık seçimleri öncesi Joe Biden ve yönetimini baskı altında bırakıyor. Ancak yine de Beyaz Saray’ın İsrail’e desteği sürüyor.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Nisan ayı ortasında yaptığı bir açıklamada Refah operasyonunu desteklemeyeceklerini, bunun “korkunç sonuçları olacağını” söylemişti. Ancak ilerleyen günlerde Washington’un söylemi değişti.

Biden yönetimi olası saldırı için sivillerin tahliyesine dair “anlamlı ve uygulanabilir bir plan görmeyi” şart koştu. Refah operasyonundan bir gün önce ABD’li mevkidaşı Lloyd Austin ile görüşen İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın sivillerin durumuna dair Washington’u ikna ettiği değerlendiriliyor. Mart ayında MSNBC kanalına verdiği röportajda Joe Biden, Gazze konusunda kırmızı çizgisi sorulunca, “Bir 30 bin Filistinli daha ölmemeli” ifadelerini kullanmıştı.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Türkiye ile Irak arasında yeni bir düzen mi kuruluyor?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın uzun bir aranın ardındanIrak'a bugün yapacağı ziyaret ile Türkiye ile Irak arasında PKK ile ortak mücadeleyi de kapsayabilecek ve enerji ile ticari ilişkilerin güçlendirilmesi gibi birçok farklı alanı içeren yeni ve güçlendirilmiş bir iş birliği modelinin kurulması hedefleniyor.

Erdoğan, Irak'ın başkenti Bağdat'ı ziyaret etmesinin ardından Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin başkenti Erbil'e de gidecek.

Alt yapısı iki ülke yetkilileri arasında yoğun bir trafikle uzun bir süredir hazırlanan ziyaret sırasında iki ülke ilişkilerinin çeşitli alanlarda yapısal çerçevesinin kurulması için bir dizi anlaşmaya imza atılması bekleniyor.

İki ülke arasında yeni bir dönemin kapısının açması beklenen ziyaretin ana gündem başlıkları daha önce ortak komiteler kurularak çalışmalarına başlanan "terörle mücadele, ticaret, tarım, enerji, su, sağlık ve ulaştırma" olarak sıralanıyor.

İki ülke arasında hangi anlaşmalar yapılacak?

Ziyaret öncesinde iki ülkenin düşünce kuruluşlarını bir araya getiren toplantı için Bağdat'ta bulunan ORSAM (Ortadoğu Araştırmaları Merkezi) Irak Çalışmaları Koordinatörü Bilgay Duman, Irak'ın başkentindeki atmosferi şöyle anlatıyor:

"Ziyaret genel olarak yeni bir döneme giriş olarak adlandırılıyor ve ilişkilerin her alanda işbirliğiyle somutlaşacağı bir sürecin beklentisi içerisindeler. Yeni bir düzen ortaya çıkacak gibi gözüküyor."

Duman, iki ülke arasında daha önce yapılan açıklamalar doğrultusunda iki askeri işbirliği dahil teröre karşı ortak mücadele, ekonomi, su, sağlık, lojistik ve ulaştırma gibi alanlarda mutabakat muhtıralarının imzalanmasının beklendiğini belirtiyor.

Irak Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşit, Irak askerlerinin önünde
Erdoğan'ın Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşit'le görüşmesi bekleniyor null Ameer Al-Mohammedawi/dpa/picture alliance

Erdoğan da son kabine toplantısının ardından gazetecilerle sohbetinde ziyaretine ilişkin "Türkiye ve Irak olarak münasebetlerimizi farklı bir zemine oturtacağız" demişti.

Ziyaretin ana gündemi güvenlik ve PKK ile mücadele

Ziyaret sırasında masadaki en önemli başlıklardan biri son dönemde hızlanan görüşme trafiği kapsamında PKK ile mücadele ve genel olarak güvenlik konuları olacak.

Türkiye ve Irak makamlarının 14 Mart'ta Bağdat'ta gerçekleştirdikleri 2. Güvenlik Zirvesi sonrasında ortak bildiri yayınlanmış ve bu toplantıdan PKK'nın Irak topraklarındaki varlığının sona erdirilmesini hedefleyen önemli sonuçlar çıkmıştı. Irak yönetimi, Türkiye'nin terör örgütü olarak gördüğü PKK'yı "yasaklı bir örgüt" olarak tanımlarken Türkiye ile ortak önlemler konusunda da uzlaşıya açık olduğunu beyan etmişti.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, AKP'nin TBMM'deki grup Toplantısı öncesi gazetecilerin soruları üzerine ziyarete dair "Planlamalarımızı yaptık, çalışmalar devam ediyor. Uzun yıllar sonra ilk defa böyle bir stratejik anlaşmayı imzalayacağız Iraklı dostlarımızla. PKK ile ilgili 'PKK terör örgütü' demese de ona yakın bir ifadeyi ilk defa kabul ettiler" diye konuşmuştu.

Irak, Avrupa Birliği gibi pek çok kuruluş ve ülke tarafından "terör örgütü" olarak tanınan PKK'yı böyle sınıflandırmıyor.

Bilgay Duman, Irak yönetiminin PKK'yı "yasaklı örgüt" olarak tanımasının uzun zaman aldığını ve bu tanımın bile çok önemli olduğunu söyleyerek böylelikle yasaklı bir örgüt olarak gördüğü PKK ile mücadelede bazı sorumluluklarının ortaya çıktığını söylüyor. Duman'a göre bu yeni süreçte sadece PKK'ya karşı değil aynı zamanda PKK ile ilintili sivil toplum kuruluşları ya da siyasi örgütlere karşı da bazı adımların atılabileceğini belirtiyor.

Türkiye'nin Irak ile güvenlik alanında son dönemdeki yoğun diplomasi trafiğinin ilk adımları aslında yaz aylarında atılmıştı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, göreve gelmesinin ardından Ağustos ayında ilk kez gittiği Irak'ta gerek Bağdat yönetimi gerekse Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği yetkilileri ile görüştü.

19 Aralık'ta ise Irak'ın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin Ankara'ya geldi ve iki ülke arasındaki güvenlik zirvesinin ilki düzenlendi.

Bu görüşmeden sonra yayımlanan ortak bildiride iki ülke heyetlerinin terörle mücadele, güvenlik ve su alanları başta olmak üzere ikili ve bölgesel konularda kapsamlı istişarelerde bulundukları belirtildi. 

Bu önemli zirvenin ardından ise PKK'dan 22-23 Aralık ve 12 Ocak tarihlerinde ardı ardına saldırılar geldi. Bu saldırılarda 22 asker hayatını kaybetti.

Görüşme trafiği daha sonra Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın Irak'a ziyaretleri ile devam ederken Erdoğan 4 Mart'taki kabine toplantısından sonra "İnşallah bu yaz, Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturacağız. Irak-Suriye sınırları boyunca 30-40 kilometre derinliğinde güvenlik koridoru oluşturacağız" dedi.

Bu çerçevede Türkiye'nin yaz aylarında Irak'ta PKK ile mücadele amaçlı sürdürdüğü Pençe Kilit operasyonlarına farklı boyutlar eklemesi beklentisi halen yüksek. Bu olası yeni operasyonun Bağdat yönetimiyle koordine şekilde yapılması, bunun için bir "ortak harekât merkezi" kurulması da gündemde.

Bu arada ziyaret kapsamında PKK'ya desteği nedeniyle Türkiye'nin tepkili olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği'ne (KYB) yönelik bir mesaj verilip verilmeyeceği de önemli olacak.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Irak'ın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Irak'ın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyinnull Thaier Al-Sudani/REUTERS

Erbil ziyaretinin önemi ne? 

Erdoğan'ın Bağdat ziyaretinin ardından Irak'taki diğer durağının Erbil olması bekleniyor.

Erbil'deki temaslar gerek enerji iş birliği gerekse yaklaşan parlamento seçimlerindeki dengeler açısından önemli görülüyor.

Ankara'nın yakın ilişkiler içinde olduğu Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) 10 Haziran'da yapılması beklenen seçimlere katılmayacağını açıklamış ve bu bölgedeki tansiyonu artırmıştı.

Duman, Bağdat merkezi hükümetiyle KDP'nin hala belli noktalarda anlaşamadıklarını hatırlatarak, Erdoğan'ın ziyaretine Erbil'e eklemesi hakkında şunları söylüyor:

"Türkiye'nin Bağdat'la ilişkileri konusunda zaman zaman şüpheler ortaya çıkmıştı. Acaba Türkiye Erbil'i göz ardı mı ediyor ya da Erbil'in yerine Bağdat'ı mı tercih ediyor gibi… Ziyaret gösteriyor ki Türkiye açısından Erbil ve Bağdat ile ilişkiler birbirine alternatif değil birbirinin tamamlayıcısı."

Kalkınma Yolu Projesi 

Türkiye ile Irak arasında hedeflenen yeni dönemin tek boyutunu güvenlik oluşturmuyor.

İki ülkenin son dönemde güvenlik alanındaki yakınlaşmasını besleyen iş birliği alanları olarak Kalkınma Yolu ve enerji başlıkları öne çıkıyor.

Irak açısından olduğu kadar Türkiye için de önemli görülen Kalkınma Yolu ile Doğu Asya ve Basra Körfezi ülkelerinden Irak'ın güneyinde inşa edilen Fav Limanı'na gelecek yüklerin önce Türkiye'ye, buradan da Avrupa'ya ulaştırılması planlanıyor.

Irak'ı Avrupa'ya ve dış dünyaya açacak olan projenin finansmanı için Katar ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkelerinin katkısı beklenirken, bu projenin hayata geçmesine İran'ın bakışı ve tepkisi de önemli noktalardan biri.

Duman, Kalkınma Yolu'nun iki ülkeyle ilgili olduğu kadar aynı zamanda bölgesel istikrar ve iş birliğini ön plana çıkartacak bir proje olduğunu belirterek, Ankara'nın bu projeye İran'ın da katılmasına soğuk bakmadığını belirtiyor.

Basra Körfezi'ni Türkiye üzerinden Avrupa'ya ve Orta Asya'ya bağlaması hedeflenen proje için Irak tarafında yaklaşık 1.200 kilometrelik demiryolu ve otoyol yapımı, Türkiye tarafında ise mevcut ulusal demiryolu ve karayolu ağına yaklaşık 130 kilometrelik demiryolu ve 300 kilometrelik otoyol inşası gerekiyor.

Gül'ün 2009 ziyaretinden sonra ilk

Erdoğan'ın ziyareti 15 yıl aradan sonra cumhurbaşkanı düzeyindeki ilk ziyaret olacak.

Geçmiş dönemde 2008, 2009 ve 2011 yıllarında Irak'ı başbakan olarak ziyaret eden Erdoğan, 13 yıl sonra yapacağı ziyaretle Irak'a ilk kez cumhurbaşkanı olarak gitmiş olacak. 

 

Türkiye'den cumhurbaşkanı düzeyinde Irak'a son resmi ziyaret ise Abdullah Gül tarafından Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin daveti üzerine 23-24 Mart 2009 tarihlerinde düzenlenmişti. Gül'ün 2009 yılındaki ziyareti Irak'a Türkiye'den cumhurbaşkanı düzeyinde 33 yıl aradan sonra yapılan ilk ziyaret olması açısından önem taşımıştı.

Irak'a Gül'den önce Türkiye'den yapılan son cumhurbaşkanı ziyareti ise 26 Nisan 1976'da Fahri Korutürk döneminde olmuştu. 

Eski Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal'ın son Irak ziyareti ise başbakanlığı döneminde 1988'de yapılmıştı.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

İran'ın İsrail'e saldırısı: Başarısızlık mı, güç gösterisi mi?

İran'ın hafta sonu İsrail'e düzenlediği misilleme saldırısında İran yapımı insansız hava araçları (İHA) merkezi bir rol oynadı. Tahran, menzili 2 bin kilometreye kadar varan İHA'ları İsrail'deki yüzlerce hedefe gönderdi. İsrail ordusunun verdiği bilgilere göre İran, İsrail topraklarına doğru Cumartesi gecesi yaklaşık 300 İHA ve füze fırlattı. Ancak bu silahların yüzde 99'u İsrail ve müttefikleri tarafından düşürüldü.

Ortaya çıkan bu sonuç da "İran'ın saldırısını ciddiyetle mi gerçekleştirdiği yoksa sembolik bir mesaj vermeye mi çalıştığı" tartışmasını beraberinde getirdi.

Çalışmalarını İngiltere merkezli Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü'nde (IISS), İHA ve füze sistemleri alanında yürüten savunma uzmanı Fabian Hinz, DW'ye yaptığı değerlendirmede, saldırının yalnızca sembolik nitelikte olmadığını düşünüyor.

"Saldırı, İsrail'in savunma sistemlerini yok etmeyi amaçlayan, ciddi bir teşebbüstü" diyen Hinz, "İran hedeflerini tutturmak ve yok etmek istiyordu. Ancak bu pek öyle olmadı. İsrail ve Amerikan savunma sistemlerinin başarı oranı, olağanüstü yüksekti" değerlendirmesini yaptı.

İran'ın caydırma kabiliyeti zarar gördü

İran ise Nisan ayının başında Suriye'deki konsolosluk binasının vurulduğu saldırıdan sorumlu tuttuğu İsrail'e karşı "başarılı bir biçimde misillemede bulunduklarını" ilan etti.

İran'ın devlet televizyonundaki yayınlara katılan bazı uzmanlar, Tahran'ın saldırısında başarısızlıktan söz edilemeyeceğini, çünkü yalnızca bir güç gösterisinde bulunmanın amaçlanmış olduğunu dile getirdi. İran televizyonları, Tahran'ın askeri güç kullanmak istese aslında İsrail'in savunma sistemlerini aşabilecek kabiliyete sahip olduğu yorumlarına da yer verdi. 

Savunma uzmanı Hinz'in gözünde başarısızlıkla sonuçlandığı kesin olan operasyon, İran için büyük bir sorun teşkil ediyor. Hinz, "İran'ın caydırıcılığı, tamı tamına İsrail'e saldırırken kullandığı bu sistemlere bağımlı" diyor.

İran Devrim Muhafızları'na yakınlığıyla bilinen haber ajansı Tasnim'in aktardığına göre, İran'ın kullandığı "Şahid-136" tipi İHA'lara "kamikaze İHA" adı da veriliyor. Küçük, hafif, ucuz ve radarların sıklıkla tespit edemediği bu İHA'lar, yaklaşık 50 kilograma kadar basit bir patlayıcı taşıyabiliyor ve menziliyle İran'dan İsrail'e ulaşabiliyor.

Tel Aviv'de gökyüzünde İsrail tarafından düşürülen füzelerin bir görünümü
İran’ın İHA ve füzelerinin bazıları, Tel Aviv’e kadar ulaştı ve İsrail’in Demir Kubbe hava savunma sistemi tarafından havada böyle yok edildinull picture alliance/dpa/JINI/XinHua

Tahran uzun zamandır kendi İHA'larını kendisi üretiyor

Batı'nın uyguladığı yaptırımlara rağmen Tahran, son 30 yılda İHA programını sürekli olarak geliştirmeyi başardı. İran ordusunun bugün geniş bir İHA cephaneliği bulunuyor.

Çalışmalarını New York'taki Carnegie Uluslararası İlişkilerde Etik Konseyi'nde İHA ve güvenlik teknolojileri araştırmaları alanında sürdüren Holland Michel, DW'ye yaptığı değerlendirmede, İran'ın İHA teknolojisini geliştirme adımlarını erken attığına ve 1980'li yıllardan bu yana üretim yaptığına dikkat çekiyor.

Michel, "İHA'lar, füzelerle karşılaştırıldığında mutlak suretle yüksek derecede gelişmiş parçalara ihtiyaç duymuyor. İHA'ların üretimi için ihtiyaç duyulan teknoloji, herhangi bir yaptırım veya ticaret kısıtlamasına tâbi değil. Örneğin bir İHA üretilirken hobi olarak model uçak yapan kişilerin kullanacağı basit bir pervane kullanılabiliyor" diyor. 

Michel'in verdiği bilgilere göre, teknolojide yaşanan ilerleme nedeniyle İran İHA'larının oluşturduğu tehdit, son yıllarda ciddi biçimde artış gösterdi. İran'ın artık keskin bir vuruş kabiliyetine sahip İHA'ları çok miktarda üretebilme kapasitesine sahip olduğunu söyleyen Michel, "ABD ordusu veya örneğin İsrail'i hedef alan her saldırıyla İran rakiplerine, oluşturduğu tehdidi nasıl karşılamaları gerektiğine dair yeni bilgiler vermiş oluyor. Eğer böylesine bir saldırıyı beş yıl önce yaşamış olsaydık, bence yüzde 99'luk bir başarı oranını görmemiz mümkün olmayacaktı. Bu bir nevi, kedi fare kovalamacası" diye konuşuyor.

Havadan gelen tehlike

Peki İsrail, İran'a nasıl karşılık verecek?

İsrail savaş kabinesinin bir toplantısından görünüm. Ortada Başbakan Netanyahu
İsrail'de savaş kabinesi İran'a nasıl bir tepki vereceklerini görüşmek üzere Pazartesi günü böyle toplandınull Israeli Government Press Office/Anadolu/picture alliance

İsrail ordusunun sözcüsü Peter Lerner, Pazar günü DW'ye yaptığı açıklamada, İran'ın saldırısı başarılı bir şekilde püskürtülmüş olmasına rağmen, İsrail'in İran'a nasıl bir tepki vereceğine karar verirken "devasa bir senaryo yelpazesine" karşı hazırlıklı olması gerektiğini söylemişti.

İran'ın elinde, ABD merkezli sivil toplum kuruluşu Silah Kontrol Birliği’ne (ACA) göre, "Şahab-2" ve "Şahab-3" tipi, orta menzilli balistik füzeler bulunuyor. Menzili 2 bin kilometreyi aşan bu füzeler İsrail'e kadar ulaşabiliyor.

Fabian Hinz, "İranlıların yüksek seviyede uzun menzile ve kesinliğe sahip füzeleri bulunuyor. Buna dünyada pek fazla ülke sahip değil. Ancak tabii, ABD ve İsrail gibi askeri hasımlarının, dünyanın en ileri askeri teknolosine sahip olması gibi bir problemleri de var" değerlendirmesini yapıyor.

Hinz, ABD ve İsrail'in hafta sonu gerçekleşen saldırının ardından Tahran'ın silah cephaneliği hakkında bilgi toplamış olmasının da muhtemel olduğunu söyledi.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

İsrail'e Türkiye'den başka kim yaptırım uyguluyor?

Son haftalarda İsrail'in müttefikleri dahil olmak üzere birçok ülke, Gazze'deki insani krizi dindirmek ve İsrail'i Gazze'de izlediği tutumdan caydırmak amacıyla baskıyı artırdı. Buna rağmen İsrail'e yaptırım uygulama veya İsrail ürünlerini boykot etme yolunu tercih eden ülkelerin sayısı sınırlı.

Savaşın başlangıcından bu yana İsrail karşıtı bir tutum benimseyen ve bu tutumu giderek sertleştiren Türkiye, geçen hafta Salı günü tavrını somutlaştıran bir adım attı. Türkiye Ticaret Bakanlığı, Gazze'de ateşkes ilan edilene kadar İsrail'e ihracatı kısıtladığını duyurdu. Bu çerçevede demir-çelik, gübre, akaryakıt, tuğla ve inşaat malzemesini içeren 54 kategorideki ürünün Türkiye'den İsrail'e ihraç edilmesi yasaklandı. Yapılan açıklamada İsrail'e "askeri amaçla kullanılabilecek herhangi bir ürün veya hizmetin satışına çok önceden bu yana" izin verilmediği ifade edildi.

İsrail ise Türkiye'nin kararına misilleme tehdidiyle karşılık verdi. Dışişleri Bakanı İsrael Katz, "ABD'de hükümet ve kuruluşlarla temasa geçilmesini, Türkiye'deki yatırımların durdurulmasını ve Türkiye'den ürün ithalatının engellenmesini ABD'deki dostlarından talep ettiğini" ifade etti.

Türkiye'nin hamlesini DW Türkçe'ye değerlendiren iktisat profesörü ve eski siyasetçi Oğuz Oyan, AKP iktidarının "İsrail ile ticari ilişkileri nedeniyle seçimlerde ciddi anlamda sıkıştığını" düşünüyor. Oyan, "Sahne önünde İsrail'in işlediği savaş suçları hakkında konuşmalarına rağmen aslında ticari açıdan bir kısıtlama yoktu, tam tersine artarak gidiyordu" diye konuştu.

Galata Köprüsü üzerinde Filistin için destek gösterisi yapan insan kalabalığının görünümü
Dış politikada İsrail karşıtı bir tutum benimseyen Türkiye'de şu ana kadar çok sayıda Filistinlilere destek mitingi düzenlendinull DHA Istanbul

ABD, Fransa ve İngiltere'den yerleşimcilere yaptırım

Batılı güçler arasında İsrail'i Gazze'deki askerlerini geri çekmeye zorlama ve yerinden edilen Filistinlilere daha fazla insani yardım sağlama amacıyla ekonomik yaptırım fikrini gündeme getiren tek ülke ise Fransa.

Fransa Dışişleri Bakanı Stephane Sejourne, geçen hafta Salı günü yaptığı açıklamada "Etkimizi kullanmak için çeşitli seçeneklerimiz var" diye konuşmuştu. Sejourne, bu sözleriyle ülkesinin yanı sıra ABD, Kanada ve İngiltere'nin İsrail işgali altındaki Batı Şeria'daki yerleşimcilere karşı hayata geçirilen yaptırımlara atıfta bulunmuştu.

ABD'de ise Biden yönetimi, Şubat ayında Batı Şeria'da istikrarı tehlikeye atmakla suçladığı yerleşim yerleri ve İsrailli yerleşimcilerin isimlerini açıkladı. ABD Dışişleri Bakanlığı, söz konusu yerleşim yerlerinin Filistinlilere karşı şiddetin merkezleri hâline geldiğini söylüyor. Beyaz Saray ayrıca Batı Şeria'daki yerleşimci şiddetine dahil olmakla suçladığı birden çok İsrailli'ye yaptırım uyguluyor.

Yaptırımlar hedefteki kişilerin ABD'deki varlıklarının dondurulması ve Amerikan vatandaşlarının bu kişilerle ticaret yapmasının yasaklanmasını öngörüyor. Kanada, Fransa ve İngiltere tarafından uygulanan yaptırımlar da buna benziyor. Biden yönetimi ayrıca, Batı Şeria'daki yerleşimlerde üretilen ürünlerin, nereden geldiklerini açıkça ifade edecek biçimde işaretlenmesine imkan tanıyacak bir adım üzerinde çalışıyor.

Avrupa Birliği'nin en üst mahkemesi olan Avrupa Adalet Divanı, 2019 yılında Batı Şeria yerleşimlerinden gelen ürünlerin İsrail'den değil, işgal altındaki bölgelerden geldiğini belirtecek biçimde etiketlenmesi gerektiğine hükmetmişti.

Batı Şeria'daki bir köyde çadır kuran İsrailli yerleşimciler ile Filistinliler arasında yaşanan arbededen bir görüntü
1 Ağustos 2023'te Batı Şeria'da bulunan Hebron'un kuzeyindeki Halhul köyünde çadır kuran İsrailli yerleşimciler ile Filistinliler arasında yaşanan arbededen bir görüntü null Mamoun Wazwaz/APA Images/ZUMAPRESS/picture alliance

Şili İsrail'i havacılık fuarından men etti

Latin Amerika ülkesi Şili'de de hükümet, geçen ay İsrailli şirketlerin 2024 Uluslararası Havacılık ve Uzay Fuarı'na (FIDAE) katılmaktan men edildiğini duyurdu. Şili hava kuvvetleri tarafından düzenlenen fuar, Latin Amerika'daki en ünlü havacılık, uzay ve savunma etkinliği olma özelliğini taşıyor. Fuar, 40'ı aşkın ülkeden çok sayıda şirketi bir araya getiriyor.

Buna ek olarak Şili, kendi topraklarında İsrail ile düzenlenecek tüm tatbikat faaliyetlerini de yasakladı. Şili hükümeti, İsrail'den bundan böyle hiçbir silah veya savunma ve güvenlik sistemi satın almayacağını da ilan etti. Şili, Ocak ayında da Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden İsrail'in Gazze ve işgal altında tuttuğu bölgelerdeki  fiillerini incelemesini istemişti.

Şili'nin başkenti Santiago'da düzenlenen protesto gösterisine Filistin bayraklarıyla katılan protestocuların görünümü
Ekim 2023'te Şili'nin başkenti Santiago'da düzenlenen protesto gösterisine, Şili'de yaşayan Filistinliler de katılmıştınull Joshua Arguello/ZUMA/pictnure alliance

Arap ülkeleriyle normalleşme askıda

Gazze'deki savaş, başta Arap ülkeleriyle olmak üzere İsrail'in dış ilişkilerindeki normalleştirme süreçlerini de sekteye uğrattı. Örneğin Riyad, İsrail ile ilişkilerini yalnızca İsrail ve Filistin arasında iki devletli çözüm hayata geçirildiği takdirde normalleştireceğini söyledi.

Savaş, Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru'na (IMEC) da gölge düşürdü. Söz konusu koridor, savaştan kısa süre önce, 10 Eylül 2023'te Yeni Delhi'de düzenlenen G20 zirvesinde imzalanan uzlaşı belgesi ile hayata geçirilmişti. Asya, Basra Körfezi ve Avrupa arasında ticari entegrasyonu artırma hedefini taşıyan söz konusu proje, Çin'in devasa çaplı Kuşak ve Yol altyapı inisiyatifine rakip olmayı planlıyor.

IMEC projesinin, yıllardır beklenen İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşmasına da ivme kazandırması umuluyordu. Hatta ABD'de Biden yönetimi, söz konusu projenin nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan birçok ülkenin İsrail'i tanımasına olanak tanıyacağını varsayıyordu. Trump yönetiminin arabuluculuğunda 2020'de imzalanan İbrahim Anlaşmaları ile İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Fas, Sudan ve Bahreyn ile ilişkilerini normalleştirmiş ve bu ülkelerle tam kapsamlı diplomatik ilişki kurmuştu.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump ve Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid en-Nehyan, bir masada oturuyor. Arka planda ABD, BAE ve İsrail bayrakları görünüyor
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid en-Nehyan, 15 Eylül 2020'de Washington'da, dönemin ABD Başkanı Donald Trump ile İbrahim Anlaşmaları'nı imzalarkennull Alex Wong/Getty Images

BDS hareketi küresel çapta yaptırım istiyor

Filistinlilerin yönetiminde küresel bir hareket olan "Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) Hareketi" adlı oluşum ise şiddete başvurmaksızın İsrail'e karşı boykot, tecrit ve ekonomik yaptırımların artırılması hedefini güdüyor. BDS kurucularından Ömer Barguti'ye göre, BDS Güney Afrika'nın apartheid karşıtı hareketinden ilham alıyor.

Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 40 ülkede şubesi olan BDS, İsrail'in sportif, kültürel ve akademik etkinliklere katılımına engel olunması ve İsrail ile iş yapmamaları için yabancı şirketlere baskı amaçlı faaliyet yürütüyor. BDS, hâlihazırda birçok kez İsrail ve ABD'de antisemitizm suçlamasına da maruz kaldı.

Tüketicilere İsrailli şirketleri boykot etmeleri için destek sunan birçok mobil uygulama da mevcut. Örneğin "Boycat" adındaki bir uygulama ile herhangi bir ürünün barkodunu okutup söz konusu ürünün İsrail ile bir bağlantısı olup olmadığını tespit etmek mümkün oluyor. Uygulama, İsrail'den gelen ürünler yerine satın alınabilecek alternatif ürün önerisinde de bulunuyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Bazı Arap ülkeleri neden İran'a karşı İsrail'i destekledi?

İran, Nisan ayı başında Şam'daki büyükelçiliğine düzenlenen saldırıdan sorumlu tuttuğu İsrail'e misilleme olarak Cumartesi günü İsrail'e 300'ü aşkın İHA (insansız hava aracı) ve füze ile saldırı düzenledi. Bu saldırılara karşı geleneksel müttefikleri de hemen İsrail'in yanında yer aldı. Amerikan ve İngiliz hava kuvvetleri, havadan gelen tehditlerin düşürülmesinde merkezi bir rol üstlendi. Füze düşürüp düşürmediği bilinmemekle birlikte Fransa da bölgedeki devriye faaliyetlerinde görev üstlendi.

İsrail'e İran'a karşı yardım edenler arasında en dikkat çeken ülke ise Ürdün oldu. Ürdün Hava Kuvvetleri, İsrail ve ABD uçaklarına ulusal hava sahasını açarak İsrail'in savunmasına destek verdi. Ürdün'ün hava sahasını ihlal eden İran İHA'larını vurduğu da tahmin ediliyor. Ürdün'ün başkenti Amman'ın güneyinde düşürülen bir İHA'nın görüntüleri sosyal medyada büyük yankı uyandırdı.

Hafta sonu Ürdün'ün yanı sıra Suudi Arabistan'ın da İsrail'e desteği gündeme geldi. İngiltere merkezli The Economist dergisinde yer alan bir makalede "Suudi Arabistan'ın da aralarında bulunduğu Körfez ülkeleri, Batı'nın hava savunma sistemlerine ev sahipliği yapmanın yanı sıra gözetim ve uçak yakıt doldurma kabiliyetine sahip oldukları için dolaylı ancak hayati önem taşıyan bir rol oynamış olabilir" bilgisine yer verildi.

Hafta sonu yaşanan gelişmeleri değerlendiren Avrupa Dış İlişkiler Konseyi'nde (ECFR) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Direktörü Julien Barnes-Dacey, İran'ın saldırılarının İsrail'e uluslararası desteği arttırdığına işaret ederek "Bu çerçevede, İsrail'in Gazze harekâtına eleştirel yaklaşan bazı Arap ülkeleri, İsrail ordusunu, İran'ın İHA saldırılarına karşı destekledi" dedi.

İsrail'in Demir Kubbe hava savunma sisteminin gökyüzünde İran insansız hava aracı ve füzelerini yakaladığı an
İsrail'in Demir Kubbe hava savunma sistemi, İran'ın gönderdiği füze ve İHA'ların ezici çoğunluğuna karşı başarılı oldunull Ayal Margolin/JINI/XinHua/picture alliance

İsrail'in en etkili gazetelerinden Haaretz'in yazarlarından Anshel Pfeffer ve Uluslararası Kriz Grubu'ndan (ICG) Mairav Zonszein gibi bazı siyasi gözlemciler ise bazı Arap ülkelerinin İsrail'in savunmasında oynadığı rolü memnuniyetle karşıladı. Pfeffer ve Zonszein, söz konusu adımın Arap ülkeleri ve İsrail'in iş birliği yapabilecekleri ve İsrail'in Ortadoğu'da yalnız olmadığına ilişkin bir kanıt ortaya koyduğu fikrini savundu.

Ürdün, İsrail'e neden destek verdi?

İsrail'in Gazze'deki askeri faaliyetleri konusunda aslında eleştirel bir tutum benimseyen ülkelerden olan Ürdün'deki her beş kişiden biri Filistin kökenli. Buna, Ürdün Kraliçesi Rania el Abdullah da dahil. Son haftalarda ülkede İsrail'e karşı düzenlenen protestoların sayısında yaşanan artış da dikkat çekiyor.

Ürdün Kraliçesi Rania el Abdullah
Ürdün Kraliçesi Rania el Abdullah da Filistin kökenlinull Joe Giddens/PA Wire/picture alliance

Ürdün, İsrail'in komşusu olmanın yanı sıra aynı zamanda Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'nın da yasal koruyucusu konumunda. Amman bu çerçevede perde arkasında düzenli olarak Müslümanlar için büyük bir sembolik önem taşıyan caminin yer aldığı Doğu Kudüs'te kontrolü elinde bulunduran İsrail ile iş birliği içerisinde.

ABD'nin geleneksel müttefiklerinden biri olan Ürdün, ülkenin siyasi istikrarı ile savunmasını göz önünde bulundurarak birbiriyle kısmen çelişen çıkarlar arasında bir denge gözetmek durumunda.

Nitekim Ürdün hükümeti, İsrail'e sağladığı desteğin bir öz savunma hamlesi olduğunu açıkça ifade etti. Yapılan resmi açıklamada, "Dün gece hava sahamıza giren bazı nesneler, halkımız ve nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu bölgeler üzerinde tehdit oluşturmaları nedeniyle vurulmuştur. Vurulan nesnelerin parçalarının bir kısmı, Ürdün toprakları üzerine düşmüştür ve kayda değer bir zarara yol açmamıştır" denildi.

Suudi Arabistan - İsrail ilişkileri ne durumda?

Suudi Arabistan'ın içerisinde bulunduğu durum da Ürdün'le benzeşiyor. Suudi hükümeti, ulusal çıkarları, uluslararası ittifaklar ve Gazze'deki savaş konusundaki tutumu arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Riyad, Hamas'ın 7 Ekim'de düzenlediği saldırıya kadar, İsrail ile ilişkileri normalleştirme sürecinde bulunuyordu. Suudiler, Gazze savaşıyla birlikte İsrail ile normalleşme sürecini ilk etapta askıya aldı. Gazze'de ateşkes ilan edilmesi fikrini destekleyen Riyad, İsrail'in bölgedeki askeri faaliyetlerini de eleştiriyor. Ancak bazı diplomatik kaynaklar, Suudilerin kapalı kapılar ardında hâlâ İsrail ile ilişkileri normalleştirme konusunda hevesli olduğunu aktarıyor.

Hafta sonunda İsrail'e destek verip vermediği henüz kesin olarak bilinmese de Suudilerin İran füzelerini düşürmek istemek konusunda birden çok nedeni var.

Ortadoğu'daki diğer ülkelerin pozisyonu

Ortadoğu, onlarca yıldır mezhep temelli kamplaşmalara sahne olan bir bölge. Bu kamplaşmalardan en önemlisi, nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman olan olan Körfez Arap ülkeleri ile nüfusunun çoğunluğu Şii Müslüman olan İran arasında yaşanıyor.

Şii ve Sünni Müslümanların yanı sıra başka inançlara da ev sahipliği yapan Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkeler ise bu kamplaşmanın ortasında kalıyor. Bu ülkelerde hem Körfez ülkeleri hem de İran'ın etki alanlarını genişletmeye çalıştığını söylemek mümkün.

İran'ın yurt dışında desteklediği gruplar da tam bu noktada işin içine giriyor. Tahran, çeşitli ülkelerde mâli, askeri, lojistik ve hatta dini olarak çeşitli Şii Müslüman örgüt ve grupları destekliyor. Yemen'deki Husiler, Irak'taki Haşdi Şabi (Türkçe adıyla Halk Seferberlik Güçleri) ve Lübnan Hizbullahı, İran tarafından desteklenen ittifakın birer üyeleri olarak görülebilir. İran'ın aynı şekilde desteklediği Filistinli Hamas ise Sünni Müslüman bir örgütlenme olarak bir istisna olma özelliği taşıyor.

Tüm bu gruplar, İran'ın saldırısına paralel olarak İsrail'e Yemen, Suriye ve Irak'tan füzeler fırlattı. Irak topraklarından gönderilen füzelerin bir kısmı, bu ülkedeki ABD askeri üssü tarafından düşürüldü. Suudilerin Yemen yönünden gelen füzeleri düşürüp düşürmediği belirsiz.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, İsrailli sivil ve askeri temsilcilerle
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, İran'ın saldırısının ardından katıldığı savaş kabinesi toplantısındanull Israeli Ministry of Defense/Handout/Anadolu/picture alliance

"Bölgesel aktörler savaş istemez"

Peki tüm bu ülkeler, hâlihazırda yaşanan gerginlik İsrail ve İran arasında sıcak bir savaşa dönüştüğü takdirde nasıl bir tavır izler?

ABD merkezli düşünde kuruluşu Atlantic Council'da Ortadoğu Direktör Yardımcısı olarak görev yapan Masoud Mostajabi, saldırının hemen ardından kaleme aldığı bir makalede "Bu geceki saldırılar daha geniş çaplı bir İsrail-İran çatışmasına evrildiği takdirde, İsrail'in koruyucusu olarak algılanan bölgesel aktörler, kendilerini geniş çaplı bir yangının ortasında bulabilir. Çeşitli çıkarların tehlikede olduğundan hareketle, bölgedeki liderlerin, her iki tarafı da çatışmayı sona erdirme konusunda teşvik etmeye çalışmaları muhtemel" değerlendirmesine yer verdi.

Hâlihazırda bölgede gerilimi sonlandırma çağrısında bulunan ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor. Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan ilgili açıklamada "Yaşanan hadise öncesinde İran ve ABD makamlarıyla görüşerek itidal çağrısında bulunmuştuk. Tarafların karşılıklı beklenti ve mesajları da ülkemiz üzerinden iletilmiş, tepkilerin orantılı olması yönünde gerekli girişimler yapılmıştır" ifadelerine yer verilmişti.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

İran'ın İsrail saldırısına uluslararası tepkiler

İran'ın 300'den fazla insansız hava aracı (İHA) ve füzelerle İsrail'e saldırı düzenlemesi ABD ve Avrupa ülkelerinde büyük tepki ile karşılandı. İsrail ordusunun en az 12 kişinin yaralandığını açıkladığı saldırılar, uluslararası kamuoyu tarafından şiddetle kınandı.

ABD Başkanı Joe Biden İran saldırısını "küstahça" olarak nitelendirerek İsrail'e "sarsılmaz" destek sözü verdi. Biden, "İran ve vekillerinden gelen tehditlere karşı İsrail'in güvenliğine olan bağlılığımız sarsılmazdır" dedi. Biden, İran'ın saldırısı üzerine güvenlik konularından sorumlu ekibiyle acil bir toplantı yapmıştı.

Almanya'dan "bölgesel çatışma riski" uyarısı

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, saldırıları şiddetle kınayarak "Bu sorumsuzca ve hiçbir şekilde haklı çıkarılamayacak saldırıyla İran bölgesel bir çatışma riskini göze almış oldu" dedi. Scholz'un Sözcüsü Steffen Hebestreit tarafından yapılan açıklamada Almanya'nın İsrail'in yanında olduğu belirtildi. Almanya'nın verilecek tepki konusunda G7'deki partnerleri ve müttefikleri ile istişare halinde olacağı kaydedildi.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock X'te yaptığı paylaşımda İran'ın "bütün bir bölgeyi kaosa sürükleyebilecek" saldırısını "mümkün olan en güçlü şekilde" kınadığını belirtti. Baerbock, "İran ve vekilleri buna derhal son vermeli" diyerek İsrail'in yanında olduklarını söyledi.

Fransa saldırıyı bölgede yeni bir "istikrarsızlaştırma" seviyesi olarak tanımlayarak kınadı. Fransa Dışişleri Bakanı Stéphane Séjourné Tahran'ın "askeri gerilimi tırmandırma riskini göze aldığını" söyledi.

İngiltere Başbakanı Rishi Sunak İran'ın İsrail'e yönelik saldırısını "tehlikeli ve pervasız" olarak niteleyerek kınadı. Sunak "İran bir kez daha kendi arka bahçesinde kaos tohumları ekmeye niyetli olduğunu göstermiştir" ifadelerini kullanarak İngiltere "İsrail'in güvenliğini savunmaya devam edecektir" dedi.

AB'den tepki

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell saldırı nedeniyle bölgesel gerilimin "benzeri görülmemiş şekilde tırmandığını" belirtti. Borrell, "AB, İran'ın İsrail'e yönelik kabul edilemez saldırısını mümkün olan en güçlü şekilde kınıyor" dedi. Borrell, saldırıyı aynı zamanda "bölgesel güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit" olarak değerlendirdi.

AB Konseyi Başkanı Charles Michel X'te yaptığı açıklamada "bölgesel gerilimin daha da tırmanmasını önlemek için her şeyin yapılması gerektiğini" belirtti.

BM ve NATO İran'ın saldırısını kınadı

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres, gerilimin artmasına yol açan İran'ın saldırısını kınadı. Guterres "İran'ın İsrail'e yönelik kapsamlı saldırısıyla ortaya çıkan ciddi gerilimi kınıyorum" dedi. Düşmanlıkların son bulması çağrısında bulunan Guterres, "Tüm bölgede yıkıcı bir gerilimin tırmanabileceği tehlikesi karşısında derin bir endişe duyduğunu" ifade etti. BM Genel Sekreteri, taraflara "Ortadoğu'da birçok cephede büyük askeri gerginliğe yol açabilecek adımlardan sakınmaları" çağrısında bulundu. BM Güvenlik Konseyi'nin Pazar günü toplanması bekleniyor.

NATO İran'ın İsrail'e yönelik saldırısını bölgesel gerilimin "tırmanması" olarak niteleyerek kınadı ve tüm taraflara itidal çağrısında bulundu.
NATO Sözcüsü Farah Dakhlallah yaptığı açıklamada "İran'ın gece boyunca tırmandırdığı gerilimi kınıyor, itidal çağrısında bulunuyor ve gelişmeleri yakından izliyoruz. Ortadoğu'daki çatışmanın kontrolden çıkmaması hayati önem taşıyor" ifadelerini kullandı.

Rusya'dan itidal çağrısı

Rusya İran'ın İsrail'e yönelik saldırılarının ardından taraflara itidal çağrısında bulundu. Rusya Dışişleri Bakanlığı Pazar günü yaptığı açıklamada Ortadoğu'daki "bir başka tehlikeli gerilimden duyulan aşırı endişeyi" dile getirdi. Açıklamada, İran'ın Suriye'nin başkenti Şam'daki temsilciliğine yönelik saldırı sonrasında BM Antlaşması'nın 51'nci maddesi uyarınca meşru müdafaa hakkını kullandığına işaret edildi. Rusya Dışişleri Bakanlığı "BM Güvenlik Konseyi Batılı üyelerin tutumu nedeniyle İran'ın diplomatik temsilciliğine yönelik bu saldırıya ne yazık ki gereken tepkiyi verememişti" ifadelerini kullandı. "Sorumsuzca yapılan provokatif eylemler" nedeniyle Ortadoğu'daki gerilimlerin arttığı ifade edilen açıklamada, "Tüm taraflara itidal çağrısı yapıyoruz" denildi. 

Çin "mevcut gerilimden duyduğu derin endişeyi" dile getirerek gerilimin artmaması için taraflara itidal çağrısı yaptı. 

Suudi Arabistan BM Güvenlik Konseyi'ne "uluslararası barış ve güvenliği koruma sorumluluğunu yerine getirmesi" çağrısında bulundu.

Mısır Dışişleri Bakanlığı da Kahire'nin "çatışmanın tüm taraflarıyla doğrudan temas halinde" olduğunu belirterek durumu yatıştırmaya çalıştığını açıkladı. Bakanlık aynı zamanda "çatışmanın bölgesel genişleme riski" konusunda da uyarıda bulundu.           

AFP, dpa/SSB, JD

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

İran'dan İsrail'e İHA ve füzelerle saldırı

İsrail ordusu, İran'ın 300'den fazla insansız hava aracı (İHA) ve füzelerle saldırı düzenlediğini, saldırılar sonucunda en az 12 kişinin yaralandığını açıkladı.

İsrail ordu sözcüsü Tuğamiral Daniel Hagari bugün televizyonda yaptığı açıklamada "İran'dan dün gece İsrail'e yönelik 300'den fazla balistik füze, İHA ve seyir füzesi fırlatıldı" dedi. Hagari, daha önce yaptığı açıklamalarda saldırının 200'den fazla İHA ve füze ile düzenlendiğini söylemişti.

Hagari bugünkü açıklamasında, fırlatılan 170 İHA ve 30 seyir füzesinden hiçbirinin İsrail topraklarına ulaşmadığını, fırlatılan 110 balistik füzenin ise çok azının İsrail'e ulaştığını, bunlardan birinin İsrail'in güneyindeki Nevatim askeri üssünde hafif hasara yol açtığını belirtti.

İsrail ordusu tarafından yapılan bir diğer açıklamada ise İran'ın "karadan karaya füzelerle" saldırı düzenlediği ifade edildi.

Ordudan verilen bilgilere göre, İran'ın saldırısı sonucu en az 12 kişi yaralandı. Saldırıda yaralananlar arasında Bedevi cemaatinden 7 yaşında bir kız çocuğunun olduğu belirtildi.

İsrail ordusu, İran'dan gelen İHA ve füzelerin "yüzde 99'unu" engellediklerini açıkladı. Ordu, "tüm hava tehditlerini" engellemek için düzinelerce savaş uçağını harekete geçirdiğini aktardı.

ABD Başkanı Joe Biden, tırmanan krizle ilgili olarak üst düzey güvenlik yetkilileriyle yaptığı acil toplantının ardından Washington'un İsrail'e olan "sağlam" desteğini yineledi.

İran'dan İsrail'e "misilleme yapma" uyarısı

İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bagheri ise "Dün gece ve bu sabah yürütülen 'Gerçek Vaat' operasyonunun tüm hedeflerine ulaştığını" açıkladı.

Bagheri, İran'ın misillemesinin bir "istihbarat merkezini" ve İsrail F-35 jetlerinin 1 Nisan'da Şam konsolosluğunu vurmak üzere havalandığı hava üssünü hedef aldığını kaydetti.

Bagheri "Bu iki merkez de önemli ölçüde tahrip edildi ve devre dışı bırakıldı" dedi. "Bu operasyonu sürdürmek gibi bir niyetimiz yok" diye sözlerini sürdüren Bagheri, İran'a karşı daha ileri adımlar atmaktan kaçınması için İsrail'e çağrısı yaparak, böyle bir durumda İsrail'in "çok daha büyük" bir karşılık alacağı tehdidinde bulundu.

İran'ın Birleşmiş Milletler temsilciliği, Cumartesi geç saatte saldırının başlamasından sonra sosyal medya platformu X'te yaptığı paylaşımda "Konu sonuçlanmış sayılabilir" ifadelerini kullandı. Paylaşım şöyle devam etti: "Ancak İsrail rejimi başka bir hata yaparsa, İran'ın yanıtı çok daha sert olacaktır."

İran'ın BM temsilciliğinden yapılan açıklamada, "İran'ın askeri eylemi, Siyonist rejimin bu ayın başlarında Şam'daki diplomatik tesislerimize yönelik saldırısına bir yanıttır" ifadeleri yer aldı. Açıklamada, saldırının "BM Antlaşması'nın meşru müdafaaya ilişkin 51'nci Maddesine dayanılarak" gerçekleştirildiği kaydedildi.

Tahran, ABD'ye de İsrail ile olan çatışmasından "uzak durması" uyarısında bulundu.

Devrim Muhafızları Pazar günü erken saatlerde yaptığı açıklamada "Amerika'nın terörist hükümeti ve Siyonist rejimden" gelebilecek herhangi bir tehdit "aynı karşılıkla ve orantılı bir yanıt alacaktır" uyarısında bulundu.

İran Dışişleri Bakanlığı da Tahran "Gerekirse, herhangi bir saldırgan askeri eyleme karşı çıkarlarını korumak için savunma tedbirleri almaktan çekinmeyecektir" açıklamasında bulundu.

Şam saldırısına misilleme

İran, 1 Nisan'da Şam'daki konsolosluk ek binasına düzenlediği ölümcül hava saldırısı nedeniyle İsrail'i defalarca misilleme yapmakla tehdit etmişti. Washington da son günlerde misillemenin yakın olduğu konusunda uyarıda bulunmuştu.

İsrail'in Suriye'nin başkenti Şam'da İran Büyükelçiliği'nin bitişiğindeki konsolosluk binasını hedef alan saldırısında, aralarında İran Devrim Muhafızları üst düzey yetkilerinin de bulunduğu yedi kişi ölmüştü.

Bu İran'ın İsrail'e yönelik ilk doğrudan saldırısı oldu. İsrail'in aynı zamanda İran'ın bölgedeki müttefikleri Irak ve Yemen'deki Husi milislerinden de İHA saldırılarına maruz kaldığı belirtildi. Ancak Hagari, bu İHA'ların İsrail'e ulaşmadığını kaydetti. Lübnan'dan da saldırılar olduğu belirtildi. Hizbullah milislerinin İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri'ne roket attığı bildirildi. Ordu sözcüsü, olayda yaralanan olmadığını aktardı.

AFP/SSB, JD

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

ABD'den İsrail'e İran saldırılarına karşı açık destek

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İran tehditleri karşısında İsrail'e açık destek sözü verdi. ABD Başkanı Joe Biden Çarşamba günü yaptığı açıklamada, "ABD'nin İsrail'in güvenliğine olan bağlılığının İran ve vekillerinden gelen bu tehditlere karşı demir gibi sağlam" olduğunu söyledi. Benzer sözlerle daha önce İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'ya desteğini ifade eden Biden, "Tekrar söylememe izin verin: (desteğimiz) demir gibi sağlam" ifadelerini kullandı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller Çarşamba akşamı (yerel saatle) geç saatlerde yaptığı açıklamada, Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in İsrail Savunma Bakanı Joav Galant ile yaptığı görüşmede ABD'nin "İran ve vekillerinden gelebilecek her türlü tehdit" karşısında müttefiki İsrail'in yanında olacağını yinelediğini söyledi.

Wall Street Journal'ın aynı gün ABD'li yetkililere dayandırdığı haberine göre, ABD istihbarat raporları İran veya vekilleri tarafından yakın zamanda İsrail tesislerine yönelik bir saldırının olabileceğine işaret ediyor.

Biden: İran önemli bir saldırı tehdidinde bulundu

İsrail'in Suriye'deki İran Büyükelçiliği yerleşkesine yönelik saldırısının ardından İran Devlet Başkanı Ayetullah Ali Hamaney Çarşamba günü İsrail'e yönelik tehdidini yinelemişti. Hamaney, saldırıyı İran topraklarına yapılmış bir saldırı olarak gördüklerini belirterek, "Kötü rejim (İsrail'i kasten) bir hata yapmıştır, bu durumda cezalandırılmalıdır ve cezalandırılacaktır" ifadelerini kullanmıştı.

Nisan ayı başında İsrail tarafından Suriye'deki İran Büyükelçiliği yerleşkesine düzenlenen bir hava saldırısında iki tuğgeneral ve İran Devrim Muhafızları'nın beş mensubu öldürülmüştü.

Saldırı sonrasında İran yönetimi çok defa misilleme tehdidinde bulundu ancak bunun için herhangi bir tarih verilmedi.

Biden Çarşamba günü Japonya Başbakanı Fumio Kişida ile düzenlediği basın toplantısında İran'ın "İsrail'i önemli bir saldırı ile tehdit ettiğini" belirterek, "İsrail'in güvenliğini korumak için elimizden gelen her şeyi yapacağız" diye konuştu.

İsrail saldırısında Hamas liderinin oğulları öldürüldü 

İsrail'in aynı gün Gazze'ye düzenlediği hava saldırısında Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye'nin üç oğlunun ve dört torununun öldürüldüğü bildirildi.

El Şati kampına düzenlenen hava saldırısı sırasında Haniye'nin oğulları Hazem, Amir ve Muhammed Haniye'nin içinde olduğu araç vuruldu. Saldırıyı doğrulayan İsrail, Haniye'nin oğullarının Hamas'ın silahlı kanadına mensup olduklarını ileri sürdü.

Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye'nin üç oğlu öldürüldü.
Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye'nin üç oğlu öldürüldü. null Wissam Nassar/dpa/picture alliance

İsrail ordusu, Hamas'ın askeri kanadının üç üyesinin Gazze Şeridi'ndeki terörist faaliyetler sırasında bir savaş uçağının saldırısıyla "ortadan kaldırıldığını" duyurdu.

Ordu bu kişilerin Haniya'nın oğulları olduğunu doğruladı. Torunların ölümüne ilişkin bir doğrulama yapılmadı. Katar televizyonu El Cezire Hamas liderinin, "Üç oğlumun ve torunlarımın şehadetiyle bize yaşattığı onur için Allah'a şükrediyorum" dediğini aktardı.

Wall Street Journal da Haniya'nın on çocuğu daha olduğunu duyurdu.

Haniya saldırının "İsrail'in başarısızlığının bir kanıtı olduğunu ve Hamas'ın ateşkes ve diğer rehinelerin serbest bırakılmasına ilişkin dolaylı müzakerelerdeki tutumunu etkilemeyeceğini" söyledi.

"Hamas ABD'nin ateşkes önerisini reddetti"

Wall Street Journal'ın Çarşamba günü ismini vermediği arabuluculara dayandırdığı haberine göre, ABD'nin dolaylı ateşkes müzakerelerinde sunduğu uzlaşma önerisi Hamas tarafından büyük ölçüde reddedildi. Lübnan'da bulunan Hamas çevrelerine dayandırılan haberde Hamas'ın bunun yerine kendi önerisini sunmayı planladığı belirtildi.

İsrail ise, Hamas'a karşı kesin bir zafer kazanılmadan savaşa kalıcı bir son verilmesini reddediyor. Şu anda müzakerelerin mevcut durumuna ilişkin resmi bir bilgi bulunmuyor.

Hamas temsilcileri Kahire'deki görüşmelerin ardından Pazartesi günü liderleriyle istişarelerde bulunmak üzere Mısır'dan ayrıldı.

Öte yandan Wall Street Journal'da yer alan bir haberde, bölgedeki ABD birliklerinin komutanı General Michael Erik Kurilla'nın bu hafta İsrail'e bir ziyaret gerçekleştirmesinin beklendiği bildirildi.

Kurilla, Şam'da meydana gelen saldırı öncesinde, insani yardım sevkiyatını genişletmek amacıyla Gazze açıklarında inşa edilecek geçici bir iskelenin lojistiğini görüşmek üzere İsrail'e gitmeyi planlıyordu.

Kurilla'nın İsrail'deki temaslarında İran'ın İsrail'e yönelik tehditleri ve ABD'nin bu tehditlere nasıl karşılık verebileceği konusunun da ele alınmasının beklendiği bildirildi. Habere göre Kurilla'nın İsrail Savunma Bakanı Galant ile de görüşmesi bekleniyor.

Yardım kuruluşları Gazze için kıtlık uyarısı yapıyor.
Yardım kuruluşları Gazze için kıtlık uyarısı yapıyor. null Mohammed Salem/REUTERS

Yardım geçişleri için yeni sınır açıklaması

Bu arada İsrail Savunma Bakanı Galant Çarşamba günü Gazze Şeridi'nin kuzeyinde yeni bir geçiş kapısının açılacağını duyurdu. Galant Tel Aviv'de gazetecilere verdiği demeçte bunun, zor durumdaki Filistin topraklarına önemli ölçüde daha fazla yardım malzemesi ulaştırılmasını kolaylaştırmayı amaçlayan birkaç adımdan biri olduğunu söyledi. Aşod limanı üzerinden Gazze Şeridi'ne daha hızlı bir şekilde mal sevkiyatı yapmayı ve güvenlik kontrollerini kolaylaştırmayı amaçladıklarını belirten Galant, kuzeyde açılan yeni erişim noktasının güneydeki Kerem Şalom geçişi üzerindeki baskıyı azaltması bekleniyor.

Galant "Gazze'yi yardım malzemeleriyle doldurmak istiyoruz ve günde 500 kamyona ulaşmayı umuyoruz" dedi.

İsrail'e, Gazze Şeridi'nde Hamas'a karşı yürüttüğü savaş sırasında bölgeye daha fazla insani yardım malzemesi girmesine izin vermesi için uluslararası baskı giderek artıyor.

Yardım örgütleri ise uzun süredir bölge için kıtlık uyarısı yapıyor.

ABD Başkanı Biden da, İsrail Başbakanı Netanyahu'ya bir kez daha Gazze'ye insani yardımların artırılmasına yönelik taahhütlerini yerine getirmesi çağrısında bulundu.

Biden Çarşamba günü yaptığı açıklamada, mevcut yardım sevkiyatının yeterli olmadığını ve artırılması gerektiğini belirtti. Demokrat politikacı, "(Netanyahu'nun) bana verdiği taahhütleri yerine getirmek için ne yapacağını göreceğiz" dedi.

Biden son zamanlarda Netanyahu'yu birçok kez kamuoyu önünde sert bir şekilde eleştirmiş, Gazze'deki eylemlerini "hata" olarak tanımlamıştı.

dpa/TY,BÖ

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

 

İsrail'de Arap olmak: Baskı ve umut arasında sıkışmış hayatlar

İsrail'in Akdeniz kıyısındaki Hayfa kentinde yaşayan ve bir araba tamirhanesi olan İsa Fayed, İsrail vatandaşı bir Arap, ya da kendi deyimiyle İsrail'de yaşayan bir Filistinli.

İsrail'in Hamas'ın 7 Ekim terör saldırıları üzerine Gazze'ye başlattığı harekat sonrasında Fayed Instagram hesabından bir video paylaştı. Videosunda Fayed, İsrail'de yaşayan Filistinlilerin ifade özgürlüğünün olmadığını söylüyor.

DW'ye konuşan Fayed, "Ben Filistinlilerin ve Arapların düşüncelerinin de önemli olduğunu, [İsrailli yetkililer] bizi tutuklasalar da bunun geçerli olmaya devam edeceğini söyledim" dedi.

Fayed, bu videosu nedeniyle İsrailli güvenlik güçleri tarafından "terörü kışkırtma" iddiasıyla 13 Ekim’de gözaltına alındı. Ancak kendisine karşı herhangi bir suçlama yöneltilmedi ve birkaç gün sonra da serbest bırakıldı.

İsrail’de solcu aktivistlerin Gazze savaşına son verilmesi için gerçekleştirdikleri bir yürüyüş.
İsrailli aktivistler Gazze'de savaşın sona ermesi için yürüyüşler düzenliyor. İsrailli Filistinliler ise görüşlerini açıkladıklarında kendilerine "terör destekçisi" gözüyle bakıldığını söyleyerek İsrail güvenlik kurumlarını çifte standart uygulamakla eleştiriyor.null AHMAD GHARABLI/AFP/Getty Images

İsa Fayed'in anlattıkları, benzer nedenlerle gözaltına alınan diğer İsrailli Arapların yaşadıklarına ayna tutuyor.

Gözaltına alındığında beri sosyal medya paylaşımlarında otosansür uyguladığını söyleyen Fayed, "Savaştan önce ikinci sınıf vatandaş olduğumuzu biliyordum. Şimdi ise işgal altında yaşadığımızı hissediyorum" diyor.

Savaş İsrail’in Arap halkının hayatını daha da zorlaştırdı

İsrail’in yaklaşık 2 milyon Arap vatandaşı var. Bu azınlığın devlet ile tarihsel olarak zaten bir hayli zor olan ilişkileri İsrail-Hamas savaşı ile birlikte daha da çetin sınamalara sahne olmaya başladı.

İsrail’in Arap vatandaşları ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturuyor. İsrailli Araplar, Müslüman ve Hristiyan Filistinliler ile Dürzi ve Bedevi toplulukları kapsıyor. Birçoğu, yeni İsrail devletinin 1948'de kurulması sonrasında bu topraklarda kalan Filistinlilerin torunları. Yüz binlercesi ise o dönem yerinden olmuş, komşu bölgelere göç etmek durumunda kalmıştı. Bu nedenle İsrail’de yaşayan Filistinlilerin büyük bir bölümü, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze'deki Filistinliler, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Filistin diasporası ile güçlü bağları sahip.

Batı Şeria’nın Nablus kenti sınırları içerisindeki Gerizim Dağı.
Batı Şeria’nın Nablus kenti sınırları içerisindeki Gerizim Dağı.null Wajed Nobani/ZUMA Wire/IMAGO

Filistinli İsrail vatandaşları, Almanya, ABD, AB ve diğer bazı hükümetler tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılan Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırıları ve ardından İsrail'in Gazze'ye başlattığı askeri harekat sonrasında üzerlerindeki baskının arttığını anlatıyor.

Savaş ve Gazze'deki durumla ilgili sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklananlar olduğu, kimilerin de akademik çalışmalarına son verildiği belirtiliyor.

"Gazze ile dayanışma teröre destekle eş tutuluyor"

İsrail’deki Arap azınlığın haklarını savunan İsrailli sivil toplum kuruluşu Adalah, "Gazze'de sivillerin hedef alınmasına karşı çıkılması, Gazze'deki Filistin halkına duyulan sempatinin ifade edilmesi, toplu cezalandırma ve savaş suçlarına karşı çıkılması ve Gazze ile ilgili haberlerin yayılması" nedeniyle açılan soruşturma ve tutuklamaları yakından takip ediyor.

DW’ye konuşan Adalah'ın Hukuk Direktörü Suhad Bişara'ya göre, yüzlerce Filistinli İsrail vatandaşı sosyal medya paylaşımlarının ardından tutuklandı. Bişara, bu tür vakaların aslında ifade özgürlüğü kapsamına girdiğini söylerken, sadece İsrail'in Arap vatandaşlarının bu haklarının kısıtlandığına da dikkat çekti.

Sivil toplum kuruluşları, İsrailli Arapların sosyal medya paylaşımları nedeniyle İsrail güvenlik makamları tarafından gözaltına alındıklarını, bunun ifade özgürlüğünün ihlali olduğunu söylüyor.
Sivil toplum kuruluşları, İsrailli Arapların sosyal medya paylaşımları nedeniyle İsrail güvenlik makamları tarafından gözaltına alındıklarını, bunun ifade özgürlüğünün ihlali olduğunu söylüyor.null Abed al Hfiz Hashlamoun/epa/picture-alliance

Adalah hukuk direktörü, "Yetkililerin, ırkçı varsayımlara ve seçici uygulamalara dayanan politikalarında oldukça büyük bir kötüleşmeye tanıklık ediyoruz" derken, bunun hiçbir yasal dayanağı olmadığını da sözlerine ekledi.

Bişara ayrıca İsrail makamları ile siyasetçilerinin, ülkenin Arap azınlığının Gazze ile dayanışmasını teröre destek ile eş tuttuğunu söylerken, İsrail siyasetinde Gazze’de yaşayan herkesin insan olduğunu yok sayma sürecinin yaşandığını aktardı.

İsrailli Araplar hayatlarından endişe ediyor

İsa Fayed de Gazze ve Batı Şeria'daki Filistinlilerle dayanışmayı dile getiren Araplar ile Yahudilere farklı tutum takınıldığını, çifte standart uygulandığını söylüyor. Fayed, "Eğer Yahudi olarak dayanışma sergiliyorsanız solcu bir aktivistsiniz. Ama Arap olarak bunu yapıyorsanız terörist destekçisi muamelesi görüyorsunuz" dedi.

Savaş Gazze’de sivil halkın açlıkla boğuşmasına yol açtı.
BM’nin insani yardımdan sorumlu kuruluşları Gazze’de çocukların açlıktan öldüğünü duyururken ateşkesin sivillerin korunması için büyük önem taşıdığına dikkat çekiyor. null AFP/Getty Images

İsrail Demokrasi Enstitüsü’nün anketi, İsrail’in Arap vatandaşlarının büyük bir bölümünün Fayed’in dile getirdiği duyguları paylaştığını ortaya koyuyor. Aralık 2023’te yapılan ankete göre İsrail’de yaşayan Arapların yüzde 71’i sosyal medyada düşüncelerini paylaşmaktan endişe ediyor. Anket özetinde, "Muhtemelen bu durum, savaşın patlak vermesinden bu yana kolluk kuvvetleri tarafından kışkırtma suçu nedeniyle yapılan şikayet ve açılan davaların sayısında gözle görülür bir artış olmasından kaynaklanıyor" ifadelerine yer verildi. 

Anket sonuçlarına göre İsrail’deki Arapların yüzde 84'ü fiziksel güvenliklerinden, yüzde 86’sı ise ekonomik güvenliklerinden endişe ediyor.

Isa Fayed de bu endişeleri paylaşıyor. Gözaltına alındığına dair sosyal medya paylaşımlarının ardından dükkanının "Araplara ölüm" gibi grafitilerle tahrip edildiğini anlatan Fayed, ayrıca Yahudi müşterilerinin birçoğunun artık onu boykot etmeye başladığını, bu nedenle araba tamir işinden elde ettiği gelirin de yüzde 90 oranında düştüğünü söyledi.

Barışçıl bir gelecek umudu

Şu anda İsrail'in Yahudi nüfusu ile Arap nüfusu arasındaki uçurum oldukça derinleşmiş durumda.

İsrailli istatistikçi Mano Geva tarafından Ocak ayında yapılan bir anket çarpıcı sonuçlar ortaya koydu. Geva’nın elde ettiği sonuçlara göre İsrail'deki Yahudi nüfusun sadece yüzde 34'ü ülkedeki Arap nüfusa güvendiğini söylerken, yüzde 60’ından fazlası da bir Arap partinin İsrail hükümet koalisyonunun bir parçası olmasına karşı olduğunu belirtiyor.

İsrail’de Gazze savaşının sona erdirilmesi için çok sayıda protesto gösterileri düzenleniyor.
İsrail’de Gazze savaşının sona erdirilmesi için çok sayıda protesto gösterileri düzenleniyor.null Mostafa Alkharouf/AA/picture alliance

İsrail ve Hamas arasındaki savaşın yol açtığı tüm zorluklara rağmen bazı gruplar İsrail'deki Yahudiler ve Araplar arasındaki hassas bağları korumaya, hatta güçlendirmeye çalışıyor.

Bu gruplardan biri de Yahudiler ile Arapların oluşturduğu, "Bir Arada Durmak" (Standing Together) adını taşıyan insiyatif. İsrail toplumunda daha fazla eşitlik için mücadele eden bu girişim, aynı zamanda Gazze'deki Filistinliler için gıda yardımları topladı. Bağışlar, İsrail'in çeşitli şehirlerinden yola çıkan ve İsrail'in güneyindeki Kerem Şalom sınır kapısına doğru ilerleyen bir araç konvoyu tarafından Gazze'ye ulaştırıldı.

İsrail’deki sağcı kesimler bu tür gruplara tepkili olsa da pek çok Yahudi ve Arap bu çabaların büyük önem taşıdığına inanıyor.

İsrailli Yahudiler ile Filistinlilerin birlikte çalışmaktan başka alternatifleri olmadığına inanan İsa Fayed de "Birlikte yaşama umudu olmadan, yaşamaya devam edemezsiniz" diyor.

 

DW Türkçe’ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Gazze'de büyük kıtlık tehlikesi

DW'nin telefon aracılığı ile görüştüğü, Gazze'de yaşam mücadelesi veren Filistinli Ebu Ahmed, "Bazen, bir şekilde hayatta kalabilmek için, terk edilmiş ya da bombalanmış evleri yağmalıyoruz" diyerek, temel gıdalara ulaşabilmek adına her gün büyük bir kavga içinde olduklarını anlatıyor.

Ekim ayında, İsrail ordusunun sivil halka güneye gitme çağrısı yaptığı Gazze kentinden ayrılmayan Ebu Ahmed, altı çocuğundan ikisiyle burada hayatta kalmaya çalışıyor. Ailenin diğer üyeleri ise Gazze Şeridi'nin çeşitli yerlerine dağılmış durumda.

Gazze'nin kuzeyine gıda ulaşmıyor

48 yaşındaki Ebu Ahmed, "İki gün önce pazarda bir nebze iyi bir fiyata un bulduk" diyor. Ondan önceki Cumartesi gününde de uçaktan atılan yardım paketlerinden birini almayı başarmışlar. Ürdün, ABD ve bazi başka ülkeler, kamyonların ulaşamadığı insanları yardımlarla buluşturabilmek için, uçaklardan, içinde gıda, hazır yemek ve ilaçların olduğu paketler atıyor. Ancak Ebu Ahmed bu yardımların da çok yetersiz olduğunu vurguluyor.

Kız kardeşinin, aile üyelerinin midesine en azından bir şeyler girebilmesi için çok basit yemekler yapmaya başladığını belirten Ebu Ahmed, "Ağırlıklı olarak hobiza ile besleniyoruz" diyor. Bu, Filistin mutfağına özgü vejeteryan bir yemek. Normalde ana malzemesi ebegümeci yaprağı olan yemeği, yokluk nedeniyle Ebu Ahmed'in kardeşi bulabildiği her türlü yeşillikten yapıyor. Ancak yaptığı yemek, yanında ekmek ya da pilav olmadan karın doyurmuyor.

"Yaşadığımız acılar umurlarında değil gibi"

Yiyecek bir şeyler bulabilmek için Gazze kentinin çeşitli mahallelerini dikkatli bir şekilde dolaşıyor Ebu Ahmed. Çok dikkatli olmak zorunda zira İsrail ordusu ile Hamas arasındaki çatışmalar tüm sertliği ile devam ediyor.

Gazze Şeridi'ne havadan insani yardım atılıyor
Gazze Şeridi'ne havadan insani yardım atılıyornull Amir Cohen/REUTERS

7 Ekim 2023 tarihinde İsrail topraklarına bir terör saldırısı düzenleyen Hamas, yaklaşık bin 200 kişiyi öldürmüş, 240'dan fazla insanı da Gazze Şeridi'ne kaçırmıştı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) de, buna karşılık olarak Gazze Şeridi'nin tamamında Hamas'ı hedefine koyduğu bir saldırı başlattı. İsrail'in yaşanan savaşta kendine belirlediği hedef, özellikle Batı dünyası başta olmak üzere, çok sayıda ülke tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılan Hamas'ın yok edilmesi.

Hamas'ın şu an hâlâ elinde 130'dan fazla insan rehine bulunuyor. Gazze Şeridi'ni yöneten Hamas'a bağlı Sağlık Bakanlığının verilerine göre, İsrail saldırılarının başladığı günden bu yana Gazze Şeridi'nde 30 binden fazla insan hayatını kaybetti. Dar alanda yoğun bir yerleşimin olduğu bölgenin büyük bir bölümü IDF'nin bombardımanları sonucu yerle bir olmuş durumda.

"Hiçbir taraf bizimle ilgilenmiyor. Yaşadığımız acılar umurlarında değil gibi" diyen Ebu Ahmed, Gazze'deki Filistinliler arasında da, çok az miktardaki gıdaya ulaşabilmek için zaman zaman çatışmalar yaşandığını ifade ediyor.

Gıda için ölümcül yarış

Geçen hafta yaşanan bir olayda, Gazze kentine doğru hareket eden içi gıda yardımları ile dolu kamyonlardan oluşan konvoya el koymak isteyen binlerce kişiden yüzlercesi, yaşanan izdihamda yaralanırken Gazze Sağlık Bakanlığı'nın bildirdiğine göre 100'den fazla kişi de, ezilerek, çiğnenerek ya da vurularak hayatını kaybetti. Tam olarak ne olup bittiği konusunda ise farklı kaynaklardan farklı iddialar ortaya atılıyor.

Görgü tanıkları, kamyonlara ulaşmak isteyen insanlara İsrail askerleri tarafından ateş açıldığını dile getiriyor. IDF ise geçen Pazar günü yaptığı açıklamada, olayla ilgili soruşturma neticesinde, ölen insanların büyük çoğunluğunun kamyonlara hücum ettiği esnada öldüğünü ya da yaralandığını dile getirerek, İsrail askerlerinin, "yağmacıları tehdit olarak algıladığı için" sadece uyarı ateşi açtığını öne sürdü.

Uluslararası toplumdan, yaşananlarla ilgili olarak bağımsız bir soruşturma yapılması yönünde talepler geliyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, X hesabından paylaştığı mesajında, yaşananlarla ilgili "derin bir öfke" hissettiğini belirterek, olayı "en güçlü şekilde kınadığını" bildirdi. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ise, ne olup bittiğinin eksiksiz bir şekilde açığa çıkarılmasını talep etti.

BM Güvenlik Konseyi'nden "acil insani yardım" talebi

Özellikle Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki insanların ciddi bir gıda yetersizliği ve açlıktan ölme tehdidi altında yaşadığını vurgulayan uluslararası insani yardım örgütleri, bir süredir acil bir şekilde harekete geçilmesi çağrısında bulunuyor.

Bölgeye giderek çocukların durumunu yerinde gören, Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) Sözcüsü Jonathan Crickx, "Şu anda güvenlik eksikliği sebebiyle Gazze Şeridi'nin ortasına ve kuzeyine çok az gıda ulaşabiliyor. Bu bölgelerde hala 300 bin civarında insanın yaşadığını tahmin ediyoruz" dedi.

Gazze Sağlık Bakanlığı'nın bağımsız kuruluşlar tarafından denetlenemeyen verilerine göre şu ana dek Gazze'de 15 çocuk açlık ve susuzluktan hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) de, "Endişe verici düzeyde akut gıda güvensizliği"nden söz ederek, savaşın her iki tarafına, "Uygun miktarda insani yardımların,  hemen, hızlı, güvenli, sürekli ve engellenmeden ulaştırılmasına olanak sağlanması" çağrısında bulundu.

Gazze'de halk dışarıdan gelecek yardımlara muhtaç
Gazze'de halk dışarıdan gelecek yardımlara muhtaçnull Mohammed Salem/REUTERS

ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris de Pazar günü yaptığı açıklamada, İsrail hükümetinin, şartsız ve koşulsuz bir biçimde insani yardımların artırılması için çaba göstermesi gerektiğini vurguladı.

İsrail iddiaları yalanlıyor

İsrail ise sivillere yönelik insani yardımlara sınırlama getirdiği iddialarına karşı çıkarak, söz konusu yardımlara Hamas tarafından el koyulduğunu öne sürdü. İsrail hükümeti sözcüsü Eylon Levy, X hesabından paylaştığı mesajında, "İsrail'in sivillere yönelik yardımları kısıtladığı fikri en basit anlatımla bir yalandır. Daha fazla yardım ulaştırmak için İsrail sınır kapılarında yeterince olanak mevcut" ifadelerini kullandı. 

İsrail Savunma Bakanlığı'na bağlı Filistin Topraklarındaki Hükümet Aktivitelerini Koordinasyon Birimi (COGAT) de Birleşmiş Milletler (BM) örgütlerini, Gazze'ye giden yardımları yeterince hızlı bir biçimde dağıtmamakla suçluyor. Yardım örgütleri ise İsrail'in, Gazze'nin kuzeyinde yardımlar için bir sınır kapısı daha açmasını talep ediyor.

Bununla beraber zaten yolların çoğu da savaş neticesinde kullanılamayacak hale gelmiş durumda. Ayrıca devam eden ağır çatışmalar nedeniyle, Gazze Şeridi'nin tamamı yüksek risk altında. İsrail'in, Hamas'ın eline geçmesi halinde askeri amaçlarla kullanabileceğinden kuşkulandığı, el lambası, jeneratör ve hatta baston gibi malların Gazze Şeridi'ne girişine izin vermemesi ve bu sebepten dolayı yardımları çok hassas bir şekilde kontrolden geçirmesi de, yardımların seri bir şekilde yerlerine ulaştırılmasının önünde bir başka engel teşkil ediyor.

Gazze'nin güneyinde de gıda eksikliği yaşanıyor

BM'nin bölgedeki görevlileri, yardım konvoylarının risk altında olmasının bir başka sebebinin de Hamas'a bağlı polislerin artık koruma sağlayamaması olduğunu dile getiriyor. Konvoylara saldıranların ise silahlı grupların yanı sıra çaresizlik içindeki siviller olduğu ifade ediliyor.

Bölgedeki 2,2 milyon kişinin sadece insani yardımlarla hayatta kalamayacağını belirten UNICEF Sözcüsü Jonathan Crickx, "Bir arkadaşım insanların bir kamyondan su şişelerini çaldığını ve hiç kaçmaya tenezzül etmeden, aşırı susuzluk çektikleri için orada hemen içmeye başladıklarını görmüş" diyor. Bölgedeki yerel gıda tedarik sistemi de çatışmalarda tüm mahsuller ve hayvancılık yok olduğu için tamamen çökmüş vaziyette.

Uluslararası yardım örgütleri, çocukların yetersiz beslendiğine dikkat çekiyor
Uluslararası yardım örgütleri, çocukların yetersiz beslendiğine dikkat çekiyornull Mohammed Abed/AFP

Bu sebeplerden dolayı Gazze Şeridi'nin güneyinde de durum diğer bölgelerden daha iyi değil. Çatışmalardan kaçan, yaklaşık 1,4 milyon insan şu an Mısır sınırındaki Refah bölgesine yığılmış durumda yaşam mücadelesi veriyor. Bu kişilerden biri de, ailesi ile birlikte Gazze Şeridi'nin ortasındaki Bureyc Mülteci Kampı'ndan kaçmak zorunda kalan Jamil Gerbavi. DW ile telefonda görüşerek yaşadıklarını aktaran Gerbavi, "Bir aydan bu yana eşim, altı çocuğum ve ben Refah yakınında bir çadırda kalıyoruz" diyor.

7 Ekim'den önce marangozluk yapan 50 yaşındaki Gerbavi'nin şu an hiçbir geliri yok ve tamamen yardımlara bağımlı. "Tüm günümüzü yiyecek ve yakacak bir şeyler bulmak için harcıyoruz ve bombalardan, sürgünden kaçmak için hep diken üstündeyiz" ifadelerini kullanan Jamil Gerbavi, kısa süre önce BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı'ndan (UNRWA) kendilerine un dağıtıldığını ve bazı başka örgütlerin de konserve yiyecek verdiğini aktarıyor.

"Günlük yemeğimiz, ateşin üstünde ısıttığımız bu konserve gıdalardan oluşuyor" diyen Gerbavi, pek çok insanın bu şekilde yaşadığını dile getirerek, "En büyük dileğimiz savaşın sona ermesi. Ancak ondan sonra ne olacağını hiç bilmiyoruz. Tek isteğimiz evimize dönmek ve hayatımızı yeniden inşa etmek" diyor.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

İran: Göstermelik seçimde değişim umudu yok

İranlılar bugün sandık başında. Yaklaşık 61 milyon seçmene, yeni parlamentoyu seçmek için oy kullanma çağrısı yapıldı. İranlılar, seçimlerde aynı zamanda Uzmanlar Heyeti için de oy kullanacak. Sekiz yılda bir yenilenen ve 88 din ulemasından oluşan bu meclis, ülkenin ruhanî ve siyasi liderini seçiyor.

Hükümete bağlı bir enstitü tarafından ülke genelinde yapıldığı açıklanan son anket, seçime katılım oranının sadece yüzde 30 dolayında olacağını öngörüyor. Başkent Tahran'da sandık başına gitmeyi düşenlerin oranı ise 15'te kalıyor. Vatandaşların oy kullanmama gerekçelerinin başında parlamentonun yetersizliği, yolsuzluk ve daha iyi bir gelecek umudunun az olması geliyor.

Resmî haber ajansı İRNA'ya göre, meclisteki 290 sandalye için yaklaşık 15 bin 200 aday yarışıyor. Gazeteci Masiar Hüsrevî, AFP haber ajansına yaptığı açıklamada, "Özellikle küçük seçim bölgelerinde adayların çoğu herhangi bir siyasi gruba mensup olmayan doktorlar, mühendisler, memurlar ve öğretmenlerden oluşuyor" bilgisini veriyor. Hüsrevî, hükümetin bu kadar çok sayıda adayın seçime katılmasına izin vererek "yerel rekabet oluşturmak ve seçime katılımı artırmak" istediğini de kaydediyor.

Müzik ve partilerle oy kullanmaya teşvik ediliyor

Resmî seçim kampanyası 22 Şubat'ta başladı. Ülkenin çeşitli yerlerinde düzenlenen mitinglerin videolarına sosyal medyada rastlamak mümkün. Bu mitingler, genellikle yüksek sesli müzik eşliğinde ve şenlikli bir atmosferde yapılıyor. Asayiş ve şer’i kurallardan muhafazasından sorumlu olan ahlak polisi ve Besic Direniş Gücü milisleri, etkinlikleri uzaktan izlemekle yetiniyor.

Tahran'da bayraklar
Seçimlerde oy kullanma oranının düşük kalacağı tahmin ediliyornull Morteza Nikoubazl/NurPhoto/picture alliance

Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami gazetecilere yaptığı açıklamada, "Vatanımıza hizmet eden vatanperver bir asker olarak İran halkını, yaklaşan seçimleri son derece önemli görmeye çağırıyorum. Seçimler, sadece ülkenin belirli bir bölgesindeki bir adaya oy vermekten ibaret değildir. Küresel bir etkiye sahiptir. Yüksek bir katılım oranı, İran'ın zorlukların ortasında halkın iradesine ve oylarına güvendiğini gösterecek" diyor.

Selami ve etkin görevlerdeki tüm İranlı yöneticiler, iktidardakiler ile İran halkı arasındaki uçurumun her zamankinden daha büyük olduğunun farkına varmış görünüyor. 2022'de "Kadın, Yaşam, Özgürlük" sloganıyla ülke çapında düzenlenen protestoların şiddet kullanılarak bastırılmasının ardından neredeyse hiç kimse, siyasi sistemde değişiklik olacağına inanmıyor.

İranlılar neden oy kullanmak istemiyor?

İsveç'teki Mälardalen Üniversitesi'nde profesör olan sosyolog Mehrdad Dervişpour, "İslam Cumhuriyeti liderliği, muhalefeti bastırmada ve İslamî vesayet sistemini sağlamlaştırmada ne kadar başarılı olduysa, cumhuriyetin siyasi sistemdeki etkisi ve önemi bir o kadar azaldı" yorumunu yapıyor.

Zaman içinde İran'daki siyasi sistem giderek daha radikal ve uzlaşmaz hale geldi. Aynı zamanda eleştiri alanı da giderek daraldı. 1 Mart'taki parlamento seçimleri öncesinde hükümeti eleştiren çok sayıda aday seçimlerden menedildi. Hatta seçim komitesi, "ideolojik niteliklerinin yetersizliği" gerekçesiyle bazı milletvekillerinin bile adaylıklarını iptal etti.

Tahran'da seçim afişleri önünde bir erkek
Seçimlerin iktidardaki muhfazakârların gücünü pekiştireceği tahmin ediliyornull WANA NEWS AGENCY via REUTERS

2020'deki son parlamento seçimlerinde, çok sayıda reform yanlısı ve ılımlı aday, makul bir açıklama yapılmaksızın menedilmişti. Reform odaklı siyasetçilerin saflarından sadece 20 ila 30 adayın seçime katılmasına izin verildi. Bu nedenle 1 Mart seçimlerinin, iktidardaki muhafazakârların gücünü daha da pekiştirmesi bekleniyor.

ABD'de sürgünde yaşayan İran uzmanı Ali Afşarî, "İslam Cumhuriyeti'nde seçimler, çoğunluğun iradesine dayanan ve azınlığın temel haklarını koruyan siyasi ve sosyal değişimler ya da iktidar değişiklikleri olasılığına hizmet etmiyor" diyor. 1990'larda İran'da reformlar için kampanya yürüten eski bir öğrenci lideri olan Afşarî, "İran'daki seçimler, iktidardaki azınlığın gayrimeşru gücünü pekiştirmek ve kaynakların adaletsiz bir şekilde dağıtıldığı bir sistemi sürdürmek için bir araçtır. Tümüyle bir güç ve zenginlik oyunudur" değerlendirmesini yapıyor.

Siyasi aktivist ve STK'lardan boykot kararı

275'in üzerinde önde gelen siyasi aktivist ve sivil toplum temsilcisi, parlamento seçimlerini boykot edeceklerini açıkladı. Seçim sisteminin "içler acısı" durumuna atıfta bulunan aktivistler, "reformların durmasını, eleştirilerin tamamen ortadan kaldırılmasını ve adayların çoğunun seçimlerden menedilmesini" kınadı. 25 Şubat'ta ortak bir açıklamaya imza atan muhalifler, farklı siyasi seslerin çıkmasına izin verilmemesinin, seçimlerin meşruiyetini zayıflattığı eleştirisinde bulundu.

Hapisteki Nobel Barış Ödülü sahibi Nergis Muhammedî de boykot kararını destekleyenler arasında. Muhammedî, cezaevinden yaptığı açıklamada "Halkın yanındayım ve İslam Cumhuriyeti'nin gayrimeşruluğunu ve baskıcı otoriter rejim ile halk arasındaki uçurumu vurgulamak için bu sahte seçimleri boykot ediyorum" diyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Refah'a operasyon planı: Gazze'deki siviller nereye kaçacak?

İsrail hükümeti aylardır Filistinli sivillere Gazze Şeridi'nin güneyine doğru kaçma çağrısında bulundu. İnsani yardım örgütlerinin açıklamalarına göre, savaştan önce yaklaşık 300 bin kişinin yaşadığı Mısır sınırındaki Refah bölgesinde şu an bir buçuk milyon civarında insan var. Bunlardan bazıları savaş süresince birkaç kez bulundukları yerden tahliye edilmi. Refah'ta hayat şartları "felaket" gibi kavramlarla açıklanıyor. Çok sayıda sığınmacı, barınmak zorunda oldukları çadırlarda soğukla mücadele ediyor. Gıda, içme suyu ve ilaç kıtlığı da bir başka hayati sorun.

Burada hayatta kalma mücadelesi veren insanların durumu yakında daha da kötüye gidebilir. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ne yönelik kara operasyonunu, Almanya, Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından terör örgütü olarak nitelendirilen Hamas'a karşı mücadele kapsamında, Refah'ı da içine alacak şekilde genişletme konusunda ısrarcı. Netanyahu konu ile ilgili açıklamalarında, söz konusu saldırı başlamadan önce, sivil halka başka bölgelere gitme olanağı sağlayacaklarını duyurmuştu.

İsrail hükümetinin bu planları, aralarında İsrail'in en yakın müttefiklerinden ABD'nin de olduğu uluslararası toplumun yoğun tepkisini çekiyor. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock da, Refah'taki durumu gözönünde bulundurarak, buradaki insanlar için uzun vadeli güvenli yerleşim imkanları oluşturulması gerektiğini ifade etti. Bakan Baerbock, İsrail'in kara operasyonunu Refah'a doğru genişletme planını da, "Duyurusu önceden yapılan insani felaket" sözleri ile eleştirdi.

Hamas'ın geçen yıl 7 Ekim'de İsrail topraklarında düzenlediği ve yaklaşık bin 200 kişiyi öldürdüğü terör saldırısının ardından İsrail Hamas'a savaş ilan etmişti. İsrail'in o günden bu yana süregelen operasyonlarında, Gazze Şeridi'ndeki Hamas'a bağlı Sağlık Bakanlığı'nın açıkladığı verilere göre yaklaşık 29 bin kişi hayatını kaybetti.

Benyamin Netayahu'ya sert uyarı

Gazze Şeridi'ndeki savaş 60. Münih Güvenlik Konferansı'nın kapanış gününde de ana gündem maddelerinden biriydi. İsrail işgali altındaki  Batı Şeria'da kısmi özerkliği bulunan Filistin Özerk Yönetiminin Başbakanı Muhammed Iştiyye, Münih'te yaptığı konuşmada İsrail hükümetine çağrıda bulunarak, Gazze Şeridi'nin güneyinde dar bir alana yığılan Filistinlilerin, kendi yaşadığı bölgelere dönmelerine izin verilmesini talep etti.

Filistin Özerk Yönetiminin Başbakanı Muhammed Iştiyye
Muhammed Iştiyyenull THOMAS KIENZLE/AFP

Benyamin Netanyahu'yu da, Refah'taki insanları silah zoruyla Mısır'a yönlendirmeme konusunda uyaran Iştiyye, "Mısır ve biz, buna müsaade etmemek için yoğun çaba sarfettik" dedi. Şubat ayı içinde Rusya'nın daveti üzerine Moskova'da tüm Filistinli grup ve örgütlerin temsilcilerinin bir araya geleceğini aktaran Muhammed Iştiyye, "Hamas'ın bizimle anlaşmaya hazır olup olmadığını göreceğiz" ifadelerini kullandı.

Pelosi: Netanyahu'nun tavrı affedilemez

ABD'de Demokratların Temsilciler Meclisi'ndeki eski sözcüsü Nancy Pelosi, DW'ye yaptığı açıklamada, "Netanyahu'nun tavrı bana göre, çocuklar, aileler ve diğer insanlar için yarattığı ikincil hasarlar ve etkiler dikkate alındığında affedilemez" dedi. Pelosi, sözlerinin devamında Hamas'ın 7 Ekim'deki İsrail'e yönelik saldırısına atfen, "Bu şekilde vahşice bir saldırıya maruz kalmış bir ülkenin kendini savunma hakkı hiç kimse tarafından elinden alınamaz. Ancak ben umuyorum ki, Bakan Antony Blinken'in ve tabii ki Başkan Joe Biden'ın, -ki biz hepimiz İsrail'in dostlarıyız-, çağrılarına kulak verir ve sivillere hassas davranırlar" sözlerini dile getirdi.

DW'ye açıklamalarda bulunan bir diğer isim olan, Almanya'daki ana muhalefet partisi CDU'nun (Hristiyan Demokrat Birlik) Genel Başkanı Friedrich Merz de İsrail'e benzer bir çağrıda bulundu: "Sivilleri koruyun ama Gazze Şeridi'ndeki terörizmi, bu sorunun bir daha ortaya çıkmaması için yok edin."

İsrail hükümetine hiçbir zaman "kamuya açık bir şekilde, parmak sallayarak" tavsiyelerde bulunmayacağını vurgulayan Merz, "Onların kendi problemleri var. Kendilerinin çözmesi gerekiyor ve bizim eksiksiz desteğimizi hakediyorlar" ifadelerini kullandı.

Sığınmacılar nereye gidebilir?

Gazze Şeridi içinde yerinden edilerek, Mısır sınırındaki Refah kentine kaçan Filistinli sığınmacıların, İsrail'in olası bir kara harekatında nereye gidebilecekleri konusunda günlerdir spekülasyonlar yapılıyor. İlgili haberlerini, bölgedeki güvenlik birimlerine yakın kaynaklara dayandıran bazı medya kurumları ve Sinai Vakfı isimli sivil toplum kuruluşu, Mısır'ın Filistinli sığınmacılara karşı hazırlık içinde olduğunu ve bu kapsamda 100 bin kişi kapasiteli, etrafı çitlerle çevrili bir kamp kurduğunu öne sürmüştü.

Kahire ise söz konusu iddiaları yalanlıyor. Mısır Kamusal Bilgilendirme Dairesi Başkanı Diya Raşvan, ülkesinin, Filistinlilerin zorla göç ettirilmesine de, gönüllü olarak Gazze'yi terk etmelerine de karşı olduğunu duyurdu. Diğer yandan Mısır'ın, henüz İsrail'in kara operasyonları başlamadan önce, sınırın kendi tarafında duvarlar örerek bir tampon bölge oluşturduğunu aktaran Raşvan, Gazze Şeridi sınırındaki bu çalışmaların, Filistinliler için bir kamp kurmak için yapılmadığını, amaçlarının yardım malzemelerinin depolandığı bir tesis kurmak olduğunu dile getirdi.

DW'nin bu konu ile ilgili soru yönelttiği Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ise şu an olası bir kampla alakalı spekülasyonlar hakkında bir açıklama yapmayacağını duyurdu. BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, BBC televizyonuna geçen Cuma günü verdiği demeçte, Mısır'ın tavrının net olduğunu dile getirerek, "İnsanlar sınırı geçmemeli. Bence Mısır'ın çok geçerli gerekçeleri var. (Gazze Şeridi'ni terk etmek) Filistinliler için bir felaket olur. Özellikle de bir kez daha yerlerinden edilenler için. Mısır açısından bu dururum her anlamda bir felaket olur ve daha da önemlisi, yeni bir sığınmacı krizi, gelecekteki olası bir barış sürecinin tabutuna çivi çakmak anlamına gelir" ifadelerini kullandı.

Gayye Şeridi ile Mısır arasındaki sınır bölgesinde kurulan çadırların yanında bir kadın - (16.02.2024 / Refah)
Savaş yüzünden Gazze Şeridi'nin başka bir yerinden kaçarak Refah'a sığınanlar zor koşullar altında yaşıyornull Mohammed Abed/AFP

Mısır'ın endişeleri

Mısır savaşın başlangıcından bu yana Filistinli sığınmacıların kendi topraklarına gelmesine karşı çıkıyor. Bunun sebeplerinden biri, ekonomik kriz içinde olan ülkenin böylesi bir göçün maddi yükünü karşılayamama korkusu. Diğer yandan, Mısır halihazırda, çoğunluğu Sudan'dan gelen yüz binlerce sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Bir diğer sebep ise sınırı geçerek Mısır'a gelecek Filistinlilerin, bir daha İsrail tarafından Gazze'ye sokulmayabileceği endişesi. Ayrıca olası bir sığınmacı göçünde, Hamas teröristlerinin de sivillerin arasına karışarak Mısır'a gelebilme ihtimali, Kahire'nin sınırları kapalı tutma isteğinin bir başka sebebi. 

Refah'taki Filistinliler için bir diğer plan, yeniden kuzeye, Gazze Şeridi içinde, büyük oranda yıkıma uğramış olan şehirlere dönmek. İsrail ordusundan bir yetkili, Refah'a yönelik kara operasyonunun başlaması halinde, ordunun sivil halkı kuzeye taşımayı deneyebileceğini dile getirdi.

Yıkıntılar arasında bir yaşam

İsrail gazetesi Haaretz'e göre, Filistinli sivillerin Refah'ın kuzeyine yerleştirilmeleri planının uygulanması kolay değil. Refah'a yakın yerleşim birimlerinden El Mavazi'de yüz binlece insanın çadırlarda barınmasının mümkün olmadığını aktaran gazete, Gazze kentine ya da Han Yunus'a dönüşün ise, "Alt yapısı olmayan yıkıntılar arasında bir yaşam" anlamına geleceğini belirtiyor.

BM verilerine göre Ocak ayı sonu itibarıyla Gazze Şeridi'ndeki binaların yarısı ya zarar görmüş ya da tamamen yıkılmış halde ve bölge "yaşanılmayacak" durumda. Ocak sonundan bugüne dek geçen sürede yıkım oranı büyük olasılıkla daha da arttı. Ayrıca çok sayıda medya kuruluşu Refah'ın, İsrail hava saldırılarının hedefi olduğunu duyuruyor. Birçok haber ajansının aktardığına göre bu saldırılarda da çok sayıda insan hayatını kaybetti.

Bölgedeki sivillerin en azından biraz soluklanabilmesi için BM Güvenlik Konseyi Salı günü, "Acil insani ateşkes" ve "İsrailli rehinelerin derhal serbest bırakılması" taleplerini içeren tasarıyı görüşecek. ABD söz konusu tasarıyı veto edeceğini şimdiden duyurdu. Washington, rehinelerin serbest bırakılmasının ardından altı hafta sürecek bir ateşkese gidilmesini öneriyor.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Batılı başkentlerde Ortadoğu politikalarına itiraz yükseliyor

Hollanda'nın 21 yıllık kariyer diplomatı Angelique Eijpe, Hollanda hükümetinin İsrail-Hamas savaşında takındığı tutumu protesto etmek için Ocak ayında görevinden istifa etti.

DW'ye konuşan Eijpe, istifa kararının nedenini şu sözlerle aktardı:

"Ailemin geçimini ben sağlıyorum… Ama hayat arkadaşıma, 'Artık gerçekten bunun bir parçası olmam mümkün değil. Söz konusu olan kişisel ve mesleki bütünlüğüm' dedim ve görevimden istifa ettim."

Hamas'ı terör örgütü olarak sınıflandıran Avrupa Birliği (AB) ve ABD'nin,Kasım ayında yayımladığı ortak açıklamada, Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'i hedef alan saldırıları, "Holokost'tan bu yana Yahudi halkına yönelik en ölümcül saldırı" olarak nitelendirilmişti.

AB ve ABD, Hamas'ı cesaretlendirebileceği endişesiyle, acil ateşkes çağrılarına destek vermekte isteksiz davrandı. Bir düzineden fazla AB üyesi tek başına hareket etme kararı alarak bu çağrıyı yaptı. Ancak AB'de ancak Gazze'de "insani koridorlar oluşturulması" ve "çatışmalara insani ara verilmesi"çağrılarında uzlaşma sağlanabildi.

Aslında hem AB hem de ABD, Gazze Şeridi'ndeki insani durumun vehameti konusunda uyardı ve bölgeye insani yardımların artırılması çağrısında bulundu.

Bununla birlikte ABD'deki Biden yönetimi, İsrail'e askeri yardım yapmaya devam etti, aralarında Hollanda ve Almanya'nın yer aldığı pek çok AB üyesi ülke de İsrail'e silah ihracatını sürdürdü.

Mektup hangi mesajı içeriyor?

Angelique Eijpe, izlenen politikalara duyduğu tepki nedeniyle görevinden ayrılmış olsa da, bu politikaların değişmesini sağlamaya dönük çabalarını sürdürüyor.

Eijpe, Hollandalı ve Amerikalı eski diplomatlarla birlikte, gelişmelerden endişe duyan diplomatları buluşturmak, bir ağ oluşturmak için yoğun bir şekilde çalışıyor.

Hollanda’da kamu çalışanları Gazze’de ateşkes talep ediyor.
Hollanda’da kamu çalışanları Gazze’de ateşkes talep ediyor. null Angelique Eijpe

Geçen Cuma günü, AB, ABD ve İngiltere'den yaklaşık 800 bürokrat imza attıkları ve "Transatlantik Gazze Bildirisi" olarak nitelendirilen mektupla hükümetlerine Ortadoğu politikalarında değişikliğe gitme çağrısı yaptı. İmzacıların isimlerinin açıklanmadığı mektuba desteğin arttığını anlatan Eijpe, imzacı bürokrat sayısının 900'e ulaştığı bilgisini paylaştı.

Yayımlanan mektupta şu ifadeler yer alıyor:

"Bizler, hükümetlerimizin, kurumlarımızın politikalarının çıkarlarımıza hizmet etmediğine dair endişelerimizi dile getirdik. … Siyasi ve ideolojik değerlendirmeler, bizlerin dile getirdiği profesyonel kaygıların önüne geçmiştir."

Bürokratların yayımladıkları açık mektupta ayrıca Batılı hükümetlerin İsrail'e "koşulsuz ve hesap verilebilirlik ilkesi gözetmeden" destek vermekte oldukları vurgulanıyor, "Hükümetlerimizin politikalarının,uluslararası insancıl hukukun ağır ihlallerine katkıda bulunduğuna dair olası bir risk var" ifadelerine yer veriliyor.

"Aktivist" eleştirisi

Mektubu kaleme alanlar arasında yer alan, ancak ismini açıklamak istemeyen bir AB'li yetkili, DW'ye konuştu.

Batılı başkentlerde, devlet kurumlarında dile getirilen kaygıları susturmaya yönelik bir tutum sergilenmekte olduğunu söyleyen AB yetkilisi, itirazlarını açıkça dile getirenlerin "çok duygusal aktivistler" olarak değerlendirildiğini aktardı.

İsrail dün Gazze Şeridi’ndeki Refah’ı bombaladı.
İsrail dün Gazze Şeridi’ndeki Refah’ı bombaladı. null Mohammed Talatene/dpa/picture alliance

Bu arada Hollandalı eski diplomat Eijpe, Almanya, Belçika, Finlandiya, İngiltere, Fransa, İsveç ve AB kurumlarından bürokratların imzacılar arasında yer aldığı bilgisini paylaştı. Ancak DW, isimleri açıklanmayan imzacıların sayısını ve kim olduklarını teyit edemiyor.

"Buzdağının görünen kısmı"

AB ve ABD'de, yüz binlerce bürokrat görev alıyor. Mektup ise şimdiye kadar 900 kişi, yani aslında küçük bir azınlık tarafından imzalandı. Ancak bu açık mektup, şimdiye kadarki en geniş resmi protesto belgesi olma özelliğini taşıyor.

"Bence bu buzdağının sadece görünen kısmı" diyen Eijpe, ABD'li yetkililerin daha sınırlı iş güvenceleri nedeniyle imza atma konusunda özellikle tedirgin olduklarını aktarıyor.

EU Observer haber sitesi geçen ay 1500 AB yetkilisi tarafından imzalanan bir diğer mektubu yayımlamıştı. Bu mektupta İsrail'e silah ambargosu uygulanması çağrısı yapılıyordu. Al Jazeera ise Ekim ayında 800 AB çalışanı tarafından imzalanan ve "AB ihtilafa verdiği yanıtla tüm güvenilirliğini kaybetme riskiyle karşı karşıya" endişesine dikkat çekilen mektubu haberleştirmişti.

İsrail iddiaları reddediyor

İsrailli yetkililer, yayımlanan son açık mektuptaki "İsrail Gazze'deki askeri operasyonlarında hiçbir sınır tanımıyor" ifadelerini şiddetle reddediyor. İsrail ordusu da Gazze'de sivil kayıpları sınırlamak için "mümkün olan her şeyi yaptıklarını" söylüyor.

İsminin açıklanmasını istemeyen İsrailli bir yetkili Brüksel'de DW'ye yaptığı açıklamada, yayımlanan açık mektubu eleştirdi, "Böyle bir dönemde bazı kişilerin İsrail'e sırt dönmeyi tercih ettiklerini görmek kolay değil" dedi. "Durumu istismar etmeye çalışıyorlar" sözlerini kaydeden İsrailli yetkili, "Belki de ülkelerimiz arasındaki iyi ilişkileri bozmaya ve bugüne kadar başardığımız her şeyi baltalamaya çalışıyorlar" diye konuştu.

İsrail Dışişleri Bakanı Katz, AB ziyareti sırasında Hamas tarafından rehin alınan çocukların fotoğraflarını gösterdi.
İsrail Dışişleri Bakanı Katz, AB ziyareti sırasında Hamas tarafından rehin alınan çocukların fotoğraflarını gösterdi. null Wiktor Nummelin/TT/picture alliance

Bunu "talihsiz bir durum" olarak nitelendiren İsrailli yetkili, mektubun ülkeleri bir bütün olarak yansıtmadığını da sözlerine ekledi.

Avrupa başkentleri ne diyor?

Avrupalı dışişleri bakanları, kurumlarında dile getirilen endişelerin, koridorlarda konuşulanların farkında.

Hollanda Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, DW'ye gönderdiği yazılı açıklamada, "İsrail ve Hamas arasındaki çatışmaya ilişkin toplumda yaşanan tartışmanın bakanlığımız bünyesinde de yaşanması son derece doğaldır. Bu tartışmanın bir çerçevesi olması gerektiğini düşünüyoruz ve çalışanların kendi aralarında tartışmalarını teşvik ediyoruz" görüşüne yer verdi.

Symbolbild Gaza Israel EU Europa Nahost
null AP/DW

Sözcü, ayrıca bakanlığın politikalarının, kamu çalışanlarından görüş aldıktan sonra dışişleri bakanları tarafından belirlendiğine vurgu yaparak "Bakanlar da parlamentoya karşı sorumludur" sözlerini kaydetti.

Almanya Dışişleri Bakanlığı DW'ye "Transatlantik mektubu not ettiklerini" açıklamakla yetinirken Avrupa Komisyonu, açık mektuba bakmakta olduklarını bildirdi. İngiltere Dışişleri Bakanlığı ise DW'ye "Gazze'deki çatışmaların mümkün olan en kısa sürede sona ermesini istiyoruz" açıklamasını gönderdi.

Kağıttan kaplan mı?

Düşünce kuruluşu Avrupa Politika Merkezi analisti Mihail Chihaia, AB'de Ortadoğu politikalarında yaşanan görüş ayrılıklarını DW'ye değerlendirdi.

Chihaia açık mektup gibi eylemlerin, Avrupalı ve ABD'li karar alıcılar üzerinde ateşkes için baskı yaratabileceği, aynı zamanda Ortadoğu'da uzun vadeli bir çözüm için çabaları teşvik edebileceği görüşünde. Ancak AB uzmanı, görüş ayrılıklarının sadece kapalı kapılar ardında yaşanmadığına, AB'nin ortak hareket etmesini de engellediğine dikkat çekiyor.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel.
AB ülkeleri Ortadoğu ihtilafı konusunda ortak paydada buluşmakta zorlanıyor.null Kenzo Tribouillard/AFP/Getty Images

Mihail Chihaia, "AB ne yazık ki Gazze'deki çatışma konusunda tek bir sesle konuşmak için boğuşmaya devam edecek" dedi.

Son haftalarda AB, yaşananlara seyirci kalan bir aktör gibi durmamak için çaba sarf etmeye başladı, iki devletli bir çözüme ulaşmanın yollarını tartışmak üzere Arap, İsrailli ve Filistinli bakanları bir araya getirdi.

Chihaia ise AB'nin çok daha güçlü kararlılık sergilemesi gerektiğine vurgu yaparak "Aksi takdirde kağıttan kaplan gibi görünme riski var" dedi.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Depremden bir yıl sonra: Suriye hâlâ enkaz yığını

Suriye'nin kuzeybatısındaki küçük bir kasaba olan Cinderes'te yaşayan Meryem Ebu Atban, 7.8 büyüklüğündeki yıkıcı depremin üzerinden bir yıl geçtiğine inanamıyor. 42 yaşındaki kadın için 6 Şubat 2023'ün ilk saatlerine dair anılar, acı verici bir şekilde canlılığını koruyor.

Ebu Atban yaşadıklarını DW'ye göz yaşları içinde anlatıyor: "Güneş doğduğunda, ailemin yarısı ölmüştü. İki çocuğuma da mezar olan evimizin enkazına sadece birkaç metre uzaktaki bir çadırda yaşıyoruz. Kocam buradan gitmemizi önerdi ama ben reddettim. Çünkü nereye gidersek gidelim evlatlarımın görüntüleri gözlerimde canlanıyor."

Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, depremde en az 6 bin Suriyeli öldü. Ancak diğer bazı kuruluşlar, ölü sayısının 8 bini bulduğunu kaydediyor. Suriye İnsan Hakları Ağı adlı sivil toplum örgütü ise 10 bin 024 can kaybı olduğunu aktarıyor.

Türkiye'de ise resmî rakamlara göre, depremde 50 bin 783 kişi hayatını kaybetti.

Esad siyasi rant peşinde

13 yıl süren iç savaşın ardından ülke, fiili olarak ikiye bölünmüş durumda: Bir tarafta Rusya ve İran'ın desteğiyle Devlet Başkanı Beşar Esad yönetiminin kontrol ettiği bölgeler, diğer tarafta ise Türkiye, ABD ve diğer ülkelerin desteklediği muhalif gruplar ve milislerin kontrolündeki bölgeler.

Depremden sonra günlerce Birleşmiş Milletler, Rusya, İran ve yaklaşık bir düzine komşu Arap ülkesi tarafından derhal teklif edilen, isyancıların elindeki kuzeybatı da dahil olmak üzere Suriye'ye yapılacak her türlü yardımın, hükümet kontrolündeki başkent Şam üzerinden gitmesi gerektiği konusunda ısrar eden Esad'ın, Suriye'nin lideri olarak konumunu yeniden güçlendirmesinde, bu siyasi parçalanma da bir bakıma yardımcı oldu.

Yetersiz finansman

Ancak bir yıl geçmesine rağmen ülkede durum düzelmiş değil. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programı Direktörü Julian Barnes-Dacey, DW'ye yaptığı açıklamada, "Suriye kesinlikle bir enkaz yığını görünümünde olmaya devam ediyor. Ülke, uluslararası gündemden düştü ve finansman seviyesi hayli yetersiz" diyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü'nün kıdemli araştırmacısı Hiba Zayadin ise DW'ye verdiği demeçte, "Bir yıl sonra Suriye'deki insanî ve ekonomik kriz daha da kötüleşti. Hasar gören pek çok yapıya hâlâ dokunulmadı ve giderek daha fazla insanın, hayatta kalmak için neredeyse tamamen yardıma bağımlı olduğu bir dönemde, BM kuruluşlarının finansmanı azalıyor" saptamasını yapıyor.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programı Direktörü Julian Barnes-Dacey
Julian Barnes-Daceynull ECFR

Cinderes kasabasının bir başka sakini Abdul Rezzak Halid El Sah’ın anlattıkları da maddi yetersizlikleri teyit ediyor. Depremde ailesinden tam 10 kişiyi kaybeden Abdul Rezzak, durumunu şöyle özetliyor: "Bir yıl önce her şeyimi kaybettim ve tümüyle yardımsız kaldım. Kimse bana çadır vermedi, ben de borç para bulup bir tane almak zorunda kaldım. Şu ana kadar kimse bana herhangi bir maddi yardım ya da tazminat ödemesi yapmadı."

BM'nin Suriye'den sorumlu bölgesel insanî yardım koordinatör yardımcısı David Carden, DW'ye yaptığı açıklamada, "Geçen yılki Suriye İnsanî Müdahale Planı'nın sadece %38'i finanse edildi. Bu, krizin başladığı 2011'den bu yana oransal olarak en az finanse edilen plan oldu" diyor.

Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı'na (WFP) göre Suriye, dünyada en fazla aç insanın bulunduğu 10 ülke arasında yer alıyor ve nüfusun yarısından fazlasını oluşturan yaklaşık 13 milyon Suriyeli açlık çekiyor. Buna rağmen WFP, ocak ayında "finansman sıkıntısı" nedeniyle Suriye'deki gıda yardımı programını sona erdireceğini açıkladı.

Depremden sonra Esad'ın yükselişi

İnsanî durum sadece isyancıların elindeki kuzeybatıda değil, hükümet kontrolündeki bölgelerde de çok kötü.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Tahrir Ortadoğu Politikaları Enstitüsü (Tahrir Institute for Middle East Policy) araştırmacılarından Vefa Mustafa, DW'ye "Depremden bu yana durum çok daha kötüye gitti. Depremden sonraki siyasi gelişmeler de bunda büyük ölçüde pay sahibi" yorumunu yapıyor.

Depremin ardından Esad ile bağlarını koparmış olanlar da dahil birçok Arap ülkesi, Suriye'ye yardım teklifinde bulunmuştu. Bu durum, ilişkilerin yeniden başlamasının yolunu açtı ve üç ay sonra, Mayıs 2023'te Suriye yeniden Arap Birliği'ne kabul edildi. 22 ülkeden oluşan Birlik, Esad rejiminin kendi halkına reva gördüğü zulüm ve baskılar nedeniyle 2011 yılında Suriye'yi örgütten ihraç etmişti.

Çeşitli tahminlere göre Suriye'deki iç savaşta bugüne kadar yarım milyon ila 650 bin arasında insan hayatını kaybetti.

Vefa Mustafa'ya göre, "Beşar Esad, geçmişte işlediği suçların yanı sıra halen sürdürdüğü zulmün hesabını verene kadar cezasızlığın tadını çıkarmaya devam ediyor".

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

ABD ile İran arasında sıcak savaş yaşanır mı?

Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Irak, Ürün ve Suriye'deki askeri üsleri 18 Ekim'den bu yana saldırılara uğruyor. İnsansız hava aracı, havan topu, roket gibi silahlarla düzenlenen bu saldırıların sayısı Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nün araştırmasına göre 180'i geçiyor.

Hemen hepsi, çeşitli Şii paramiliter grupların oluşturduğu "Irak'ta İslami Direniş" tarafından üstlenilen bu saldırılar ABD'nin Gazze'de İsrail'e verdiği desteğe bir tepki niteliği taşıyor.

Saldırıların en kritik olanı, 28 Ocak 2024 tarihinde ABD'nin Ürdün'deki "Tower 22" (Kule 22) adlı lojistik destek üssüne düzenlenen İHA saldırısı. Diğerlerinden farklı olarak bu saldırıda 3 ABD askeri hayatını kaybetti ve 47'si de yaralandı.

En yenisi ise dün gece ABD öncülüğünde 2014'te IŞİD'le mücadele için kurulan koalisyonun Suriye'deki en büyük askeri üssüne düzenlendi."Green Village" (Yeşil Köy) adlı üsteki eğitim akademisinin vurulduğu İHA saldırısında ABD'nin müttefiki Suriye Demokratik Güçleri'nin en az 6 mensubu hayatını kaybetti.

ABD, 28 Ocak tarihli saldırıya hafta sonunda Suriye ve Irak'ta 85'ten fazla hedefe hava operasyonu düzenleyerek misillemede bulundu. İran Devrim Muhafızları Ordusu ve müttefiklerince kullanılan komuta merkezleri, istihbarat mevkileri ve silah depoları hedef alındı. Ancak asıl merak konusu söz konusu çatışmaların ABD ile İran arasında bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceği.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, Cumartesi günü yaptığı açıklamada ABD'nin doğrudan İran'daki hedeflere saldırıda bulunmasının da ihtimaller dahilinde olduğunu söyledi.

Kataib Hizbullah güçleri
Kataib Hizbullah güçlerinull dpa/picture alliance

İran saldırılara dahli olduğunu reddediyor

ABD üslerine yönelik saldırılardan İran'ı sorumlu tutsa da Tahran resmi açıklamalarda dahli olduğunu kesin bir dille reddediyor. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani 28 Ocak tarihli saldırı sonrası yaptığı açıklamada "İslam Cumhuriyeti bölgede çatışmanın yayılmasını istemiyor. Direniş gruplarının Filistin halkını desteklemek ya da kendi halklarını savunmak için aldıkları kararlarla da bir ilgisi bulunmuyor" dedi.

Kenani bugünkü açıklamasında da ABD'nin İran'ı hedef alması ihtimaline değinerek "İslam Cumhuriyeti saldırganları pişmanlığa uğratacak bir yanıt vermek için becerilerini kullanmakta tereddüt etmeyecektir" ifadelerini kullandı. İran'ın "becerilerinin ve gücünün" başkalarınca da görüldüğünü söyleyen Kenani "kötü bir eylemde bulunmadan önce 100 kez düşüneceklerini" söyledi.

Kenani, konuşmasında ABD'nin Irak, Suriye ve Yemen'deki üslerine düzenlenen saldırıları da "maceracı" ve "yasa dışı" olarak niteledi.

"İran'ın ne ölçüde dahli olduğunu kestirmek güç"

Peki Tahran'dan yapılan yalanlama açıklamaları gerçeği ne ölçüde yansıtıyor?

Alman düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı uzmanlarından Hamidrıza Azizi, İran destekli milislerin attığı her adımı Tahran'ın kararlarıyla ilişkilendirmenin çok basit bir yaklaşım olacağını ifade ediyor.

İran'ın Irak'ta Kataib Hizbullah, Yemen'de Husiler, Lübnan'da Hizbullah gibi çok sayıda silahlı grubu desteklediğini belirten Hamidrıza Azizi "Tüm bunlar İsrail ve ABD'ye karşı Direniş Eksenini oluşturuyor" diyor.

Tahran'ın bu gruplara verdiği desteğin silah tedariğinden lojistik ve ekonomik yardımlara çok kapsamlı olduğunu belirten Azizi "Bu temelde ABD ve İsrail'e karşı saldırıları tırmandırma kararının İran'ın desteğiyle tüm bu gruplarca kolektif ve koordineli bir şekilde alındığı tespit edilebilir" diyor.

Azizi, münferit grupların taktik ve operatif düzlemde, bilhassa saldırı hedeflerini seçmek bakımından büyük bir özerkliğe sahip olduğunu söylüyor ve ekliyor:

"Bu bakımdan İran'ın ne ölçüde dahli olduğunu kestirmek çok güç."

"İran'ın bilmemesi mümkün değil"

Berlin merkezli Ortadoğu ve Küresel Düzen Merkezi (CMEG) kurucusu ve İran uzmanı Ali Fethullah Nejad, Tahran'ın 28 Ocak tarihli saldırıyla ilgili enformasyona sahip olmamasının çok düşük bir ihtimal olduğunu ifade ediyor. Nejad İsviçre televizyonu SRF'e yaptığı açıklamada Ortadoğu'daki durumun İran açısından da oldukça tehlikeli olduğuna dikkat çekiyor.

İran'ın ABD ve İsrail ile doğrudan çatışmaya girmemeye dikkat ettiğini söyleyen Nejad buradan doğacak bir savaş Tahran'daki rejimin güvenliğini de tehlikeye sokar diyor ve ekliyor:

"Tahran'daki iktidar sahipleri bunun gayet farkında."

İran'ın ruhani lideri Ayetullah Ali Hamaney
İran'ın ruhani lideri Ayetullah Ali Hamaneynull Office of the Iranian Supreme Leader/AP Photo/picture alliance

Sınır bölgelerinde nüfuz mücadelesi

ABD'nin El Tanf yakınındaki üssüne İHA saldırısı, 2015 yılına kadar IŞİD'in kontrolünde olan bir bölgede gerçekleşti. Bölgede kontrol şu anda yabancı güçlerin elinde. ABD de Ürdün hükümetinin onayıyla bölgede varlık gösteriyor.

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) adlı düşünce kuruluşunun yeni bir araştırmasına göre bu bölgede İran da güçlü bir temsiliyete sahip ancak İran güçlerinin boyutlarını tahmin etmek bir hayli güç.

Araştırmaya göre Washington İran'ın Irak ve Suriye üzerinden bir doğu batı koridoru açma çabası gütmesinden endişeli. İran'ın zaten bir hava koridoruna sahip olduğu, ancak bunu bir kara koridoruyla da desteklemek istediği tahmin ediliyor. Bu gerçekleşirse İran Lübnan Hizbullahı'na da silah temininde bulunabilecek.

ICG'nin analizine göre İran da ABD'nin kuzey güney doğrultusunda, Türkiye'den Ürdün sınırına kadar olan bölgeyi kontrol etmesine engel olma niyetinde. Zira söz konusu koridor İran'ın bölgedeki müttefikleri ve vekilleriyle olan bağlantısını kesmiş olacak.

İran'ın ruhani ve siyasi lideri Ali Hamaney, arzularının ABD'nin bölgeden tamamen "sürülmesi" olduğunu ifade ediyor. Bilim ve Politika Vakfı'ndan Azizi, Gazze'deki savaşın bu bakımdan Tahran'a ABD üzerinde baskıyı artırmak için iyi bir fırsat sunduğunu söylüyor. Bölgedeki ABD hedeflerine saldırıların Washington'un İsrail üzerinde Hamas ile savaşı bir an evvel sonlandırma baskısı kurmasına neden olabileceğini ifade ediyor.

"Bunun bir sonucu olan İran ile müttefik olan gruplar arasında bir iş bölümü var" diyen Azizi sözlerine şöyle devam ediyor:

"Husi milisleri Kızıldeniz'de stres yaratma görevini üstlenirken Iraklı milisler Irak ve Doğu Suriye'de ABD'ye baskı uyguluyor.""

Ancak düzenlenen saldırılarda ABD'nin askeri kayıplar almamasına da dikkat edildiğini söyleyen Azizi "İran ve müttefikleri ABD'nin can kayıplarının Washington'un daha kararlı bir tepki vermesine neden olacağını biliyorlar. Tahran da Washington ile bir savaş istemiyor" diyor.

DW, AFP / KK, EC, HS

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

UNRWA: BM Filistin yardım kuruluşuna eleştiriler artıyor

Birleşmiş Milletler (BM) Filistin Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) görevlilerine yönelik vahim iddiaların ardından on donör ülke, ödemelerini askıya aldı. Bu ülkeler arasında Almanya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avustralya, Japonya, İtalya, Hollanda, Kanada, Finlandiya, İsviçre ve İngiltere de yer alıyor.

Bağışların dondurulmasının ardında ise Hamas'ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail'e yaptığı saldırılara, UNRWA çalışanlarının da karışmış olabileceği iddiaları yatıyor. Yardım kuruluşu, bu iddialarla ilgili soruşturma başlattı. Hamas, Almanya'nın da aralarında bulundu bir dizi ülke tarafından "terör örgütü" olarak sınıflandırılıyor.

UNRWA Genel Komiseri Philippe Lazzarini
Philippe Lazzarininull Salvatore Di Nolfi/picture alliance/KEYSTONE

UNRWA Genel Komiseri Philippe Lazzarini, bağışçılara kararlarını yeniden gözden geçirmeleri çağrısında bulundu. İtalyan asıllı İsviçreli diplomat, yaptığı resmî açıklamada, "UNRWA, Gazze'de insanî yardım konusunda en önemli aktördür" dedi.

Gazze Şeridi'ndeki iki milyondan fazla insanın, bu kuruluşun yardımları olmadan hayatta kalamayacağını belirten Lazzarini, "Bir milyondan fazla insana barınak sağlıyoruz. Halkın gıda ihtiyacını ve acil tıbbî bakımını temin ediyoruz" ifadelerini kullandı.

Peki bu uzun isimli (İngilizce: United Nations Relief and Works Agency for Palestine Refugees in the Near East) uluslararası yardım kuruluşunun görev ve yükümlülükleri tam olarak neler?

UNRWA neden kuruldu?

Filistin Yardım ve Çalışma Ajansı, 8 Aralık 1949 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kuruldu ve 1 Mayıs 1950 tarihinde çalışmalarına başladı.

Amaç, İsrail ile yaşanan çatışmalar sonucunda evlerinden olan 700 binden fazla Filistinliye yardım sağlamaktı. İsrail 14 Mayıs 1948 tarihinde bağımsızlığını ilan etmişti.

Bağımsızlık ilanının ardından Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak'tan oluşan ittifakın askerî birlikleri İsrail'e saldırdı.

BM tanımına göre UNRWA, Filistinli mültecilerin durumuna kalıcı bir siyasi çözüm bulunana kadar, onlara yardım ve koruma sağlamakla görevli bir insanî yardım kuruluşu.

Ajansın faaliyetleri arasında eğitim, tıbbî bakım, yardım ve sosyal hizmetler, mülteci kamplarının altyapısı ve iyileştirilmesi, mikro krediler ve Filistinli mültecilere yönelik acil yardımlar yer alıyor.

Kuruluşun bütçesinin yarısı eğitime ayrılıyor. Mayıs 2023 tarihli bir basın açıklamasına göre, 700'den fazla okulu bulunan örgüt, tam teşekküllü bir okul sistemi işleten tek BM kuruluşu konumunda.

UNRWA nasıl finanse ediliyor?

Yardım kuruluşunun bütçesinin neredeyse tamamı, BM'ye üye ülkelerden gelen gönüllü bağışlardan oluşuyor. Son dönemde UNRWA'ya en büyük desteği ABD sağlarken, onu Almanya, Avrupa Birliği (AB) ve İsveç takip ediyor.

2023 yılı için 1 milyar 745 milyon dolarlık bir bütçe öngörülmüştü. Ancak şu ana kadar bunun sadece yüzde 44'ü taahhüt edildi. 2022 yılında ise 1 milyar 170 milyon dolar tutarında bağış yapılırken, bunun yaklaşık yarısı AB ülkelerinden gelmişti.

Meblağ ilk bakışta her ne kadar "dolgun" izlenimi uyandırsa da, UNRWA yaklaşık on yıldır yetersiz fonlanıyor. 2023'ün başında borçlarının toplamı 80 milyon euro dolayındaydı. Bunun nedeni sadece bölgede artan kriz ve çatışmalar değil, aynı zamanda artan Filistinli mülteci sayısı.

Mısır ile Gazze Şeridi arasında geçişi sağlayan Refah Sınır Kapısı'nda, UNRWA yardımlarını taşıyan bir kamyon - (19.11.2023)
Refah Sınır Kapısı'nda UNRWA yardımlarını taşıyan bir kamyon - (19.11.2023)null Gehad Hamdy/dpa/picture alliance

Kimler "Filistinli mülteci" olarak kabul ediliyor?

BM Genel Kurulu'nun 1952 tarihli tanımına göre, "1 Haziran 1946'dan 15 Mayıs 1948'e kadar olan dönemde, normal ikamet yerleri Filistin olan ve 1948'deki çatışmanın sonucu olarak hem evlerini hem de geçim kaynaklarını kaybeden kişiler" Filistinli mülteci olarak kabul ediliyor.

Uluslararası hukuka ve aile birliği ilkesine göre, sadece mülteciler değil, onların çocukları ve torunları da mülteci statüsünde. BM tarafından öngörüldüğü üzere, bu ilke sadece Filistinli mülteciler için değil, tüm mülteciler için geçerli ve kaçış nedenleri ortadan kalkana kadar da devam ediyor.

UNWRA ve UNHCR arasındaki fark nedir?

Hem Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) hem de UNRWA, 1949 yılında BM Genel Kurulu tarafından kuruldu.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, dünya çapındaki mültecilerle ilgileniyor ve 1951 Cenevre Sözleşmesi uyarınca, insanları bulundukları koşullara göre değerlendirip "mülteci" olarak tanıyabiliyor. Mültecilerin yeniden yerleştirilmesi ve menşe ülkelerine geri gönderilmesi de bu kurumun görevleri arasında.

UNRWA ise kendisi mülteci statüsü vermeyen, ancak buna hak kazanan kişilere yardım sağlayan bir insanî yardım kuruluşu. UNRWA'nın yetki alanı, beş faaliyet bölgesinde Filistinli mültecilere yardım sağlamakla sınırlı: Batı Şeria (Doğu Kudüs dahil), Gazze, Suriye, Lübnan ve Ürdün.

UNRWA'ya yönelik eleştiriler neler?

İsrail ve diğer devletlerden politikacıların UNRWA'ya yönelttiği eleştiriler, öncelikle Filistinli mültecilerin tanımıyla ilgili.

Filistinlilerin soyundan gelenlerin de mülteci sayılması, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun bu yardım kuruluşunu "mülteci yerleştirme ajansı" olarak adlandırmasına yol açtı. İsrailli politikacıya göre bu görev, Birleşmiş Milletler'in sorumluluğunda olmamalı.

Sürekli dile getirilen bir başka suçlama da "UNWRA bünyesindeki okullarda okutulan ders kitaplarında, nefret ve şiddetin körüklenmesi". Almanya, İsrail, ABD ve diğer ülkeler, "Hamas terörünün UNWRA okullarındaki öğretmenler tarafından açıkça desteklendiğini ve ders kitaplarında Yahudilere karşı nefret söylemlerine yer verildiğini" öne sürüyor.

Yıllardır UNRWA ile çalışan İsrailli enstitü Impact-SE, "Yahudi devletinin gayrimeşrulaştırılması ve şeytanlaştırılmasının eğitim müfredatına hâkim olduğunu ve şiddetin yüceltildiğini" savunuyor.

En ciddi suçlama ise geçtiğimiz 7 Ekim'de İsrail'e yapılan saldırıda, on iki UNWRA çalışanının Hamas'a yardım ettiği ya da takip eden günlerde Hamas'ı desteklediği yönünde. İsrail verilerine göre, saldırı sırasında yaklaşık bin 200 İsrail vatandaşı öldü ve 240 dolayında İsrailli de kaçırılarak Gazze'ye götürüldü.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Reisi iki kez ertelenen ziyareti için Ankara'da

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi daha önce iki kez ertelenen ziyaretini gerçekleştirmek için bugün Ankara'ya gitti. 

Reisi, Hamas'ın 7 Ekim saldırısı ile başlayan ve İsrail'in Gazze Şeridi'ne saldırılarıyla devam eden ve tansiyonun yüksek seyrettiği bir dönemde Ankara'da temaslarda bulunacak. Ziyaret kapsamında Gazze ile bölgesel meselelerin ele alınmasının yanı sıra Türkiye'nin PKK ile mücadelesinin de gündeme getirilmesi bekleniyor.

Reisi'nin bu ziyareti daha önce iki kez ertelenmişti.

Gazze'de savaşın başlamasından sonra bölge ülkeleri arasında istişareler artmış, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bu kapsamda Reisi'nin 2023 yılının Kasım ayı sonlarında Türkiye'ye geleceğini duyurmuştu. Ancak Reisi'nin 28-29 Kasım olarak planlanan Ankara ziyareti başka bir tarihe ertelenmişti.

Bu ertelemede Türkiye'nin İsrail ile süren ticari ilişkilerinin rol oynadığına yönelik bazı iddialar öne sürülürken, yetkililer ise arada bir sorun olmadığını ve ziyaretin ilerleyen haftalarda gerçekleşeceğini kaydetmişti.

İki ülke arasında devam eden temas trafiği kapsamında İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan 1 Kasım'da Ankara'da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya gelmişti.

İki bakan ortak basın toplantısında Gazze için ateşkes çağrısı yapmıştı. İranlı bakan ayrıca İslam ve Arap ülkelerinin ilk görevinin İsrail mallarını boykot etmek olduğunu ifade ederek "İşgal altındaki topraklara mal ve yakıt gönderilmesi durdurulmalı ve bu suç rejimiyle diplomatik ilişkilerin durdurulmasında tereddüt edilmemelidir" demişti.

Ziyaretin ikinci kez ertelenmesi

İsrail'in insansız hava aracı ile Beyrut'ta Hamas ofisine 2 Ocak'ta saldırı düzenleyerek örgütün en önemli isimlerinden Salih El Aruri'yi öldürmesi de bölgedeki gerilimin yeni yılda da sona ermeyeceğinin göstergesi oldu.

Bu suikast öncesinde İran Devrim Muhafızları Ordusu'nun Suriye'deki komutanlarından Razi Musevi İsrail'in Şam yakınlarına düzenlediği saldırıda öldürülmüştü.

3 Ocak 2024'te ise Kasım Süleymani'nin mezarı yakınında düzenlenen iki ayrı bombalı saldırıda 103 kişinin hayatını kaybetmişti. Bu son gelişme Reisi'nin 4 Ocak için planlanan ziyaretinin ikinci kez ertelenmesine neden oldu.

Erdoğan, saldırının ardından Reisi ile telefonla konuşarak üzüntülerini iletirken, ziyaretin ertelenmesi de kararlaştırıldı.

Kızıldeniz'de artan gerginlik

Reisi ile yapılacak görüşmelerde ele alınması beklenen konu başlığı olarak Kızıldeniz'deki gelişmeler de öne çıkıyor. ABD ve İngiltere Kızıldeniz'de yük gemilerine saldıran Yemen'deki İran destekli Husilere ait hedeflere saldırılar düzenliyor.

Ankara ABD'nin füze saldırılarının bölgesel gerilimi daha da tırmandıracağı endişesini taşıyor ve bölge ülkelerinde de bulunan bu askeri imkânın daha sık kullanılmasının çatışmaları artıracağı ve kaosa yol açacağını düşünüyor.

Erdoğan ABD ve İngiltere'nin saldırısının ardından "Şu anda Kızıldeniz'i malum bunlar bir kan gölüne çevirme hevesindeler. Husilerin gerek Amerika'ya karşı gerek İngiltere'ye karşı çok başarılı savunmalar yaptığını, başarılı cevaplar verdiğini farklı kanallardan alıyoruz" demişti.

Reisi ile gündemde PKK da var

Reisi'nin bölgesel açıdan kritik olan bu ziyareti aynı zamanda Türkiye-İran ikili ilişkileri açısından da önem taşıyor.

İran Cumhurbaşkanı Reisi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan, 19 Temmuz 2022 tarihinde Tahran'da bir araya gelmişti
İran Cumhurbaşkanı Reisi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan, 19 Temmuz 2022 tarihinde Tahran'da bir araya gelmiştinull Vahid Salemi/AP/dpa

İki ülke arasında pek çok bakanın katılımıyla yapılan Yüksek Düzeyli İş birliği Konseyi (YDİK) yeni toplantısı bu ziyaret kapsamında Ankara'da yapılacak. Bir önceki toplantı 19 Temmuz 2022'de Tahran'da düzenlenmişti.

Toplantının ardından kültür, bilim, medya, içişleri, taşımacılık, ticaret ve ekonomi gibi farklı alanlarda yaklaşık 10 anlaşmanın imzalanması öngörülüyor. Bu nedenle Reisi'ye ziyareti sırasında eşlik edecek heyette İran'ın Dışişleri; Yol ve Şehircilik, Ticaret, Petrol, Elektrik ve Enerji, İçişleri ve Savunma bakanlarının olması bekleniyor.

Bu arada Türk diplomatik kaynaklara göre görüşmelerin güvenlik boyutunda PKK ile mücadele de önemli bir gündem maddesi olacak.

En son 22-23 Aralık, ardından da 12 Ocak'ta Irak'ta PKK tarafından düzenlenen saldırılarda toplam 21 asker hayatını kaybetmişti. Türk diplomatik kaynaklar Tahran'dan örgüte yönelik etkin mücadelenin bir kez daha talep edileceğini belirtirken, iki ülke arasında 560 kilometrelik uzun bir sınır bulunduğunu hatırlatarak; Türkiye'nin İran'dan; "PKK ve PKK'nın İran kanadı PJAK olmak üzere tüm terör örgütlerine karşı ortak mücadeleyi etkin şekilde hayata geçirmesini beklediğini" kaydediyor.

Ekonomik ve ticari ilişkiler

Ziyaretin ve YDİK toplantısının bir başka boyutu da ekonomi ve ticari ilişkiler olacak.

2012'de 22 milyar dolara ulaşan ticaret hacminin İran'a uygulanan yaptırımlar ve pandemi nedeniyle azaldığı belirtilirken, güncel ticaret hacmi şu an yaklaşık 6 milyar düzeyinde. İki ülke bu hacmi 30 milyar dolara çıkartmayı hedefliyor ve imzalanacak anlaşmaların bazılarının bu hedefe odaklanması bekleniyor.

Diplomatik kaynaklara göre İran ile Türkiye arasında Tercihli Ticaret Anlaşması kapsamında bazı ürünlerde kolaylık sağlanırken, İran'ın Türkiye'nin 68 ürününü anlaşma kapsamından çıkarmasının ardından bu ürünlerin tekrar anlaşmaya dahil edilmesi ve anlaşmanın da genişletilmesi düşünülüyor.

Bu arada Türkiye'nin İran sınır hattı boyunca ticaret merkezleri kurulmasıyla sınır ticaret havzası oluşturulması önerisi üzerinde de çalışılıyor.

Şu anda iki ülke sınırında Gürbulak, Esendere ve Dilucu sınır kapıları bulunuyor. Ancak bunlara ek olarak iki sınır kapısının daha açılması için bir süredir çalışmalar devam ediyor ve YDİK toplantısında buna yönelik son durumun ele alınması planlanıyor.

Toplantının bir başka gündem maddesi ise taşımacılık. Ankara yaklaşık iki yıldır Orta Asya'dan gelerek İran'dan transit geçen Türk taşımacılardan alınan akaryakıt fiyat farkının kaldırılmasını bekliyor ve bu konuda müzakereler halen devam ediyor. Türkiye uzun bir süredir devam eden sorun nedeniyle 15 Şubat 2023 tarihinden itibaren Türkiye üzerinden transit taşıma yapacak İran plakalı taşıtlardan, Türkiye topraklarında kilometre cinsinden kat edecekleri mesafeye göre akaryakıt fiyat farkı almaya karar vererek mütekabiliyet uygulamaya başlamıştı.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Uzmanlar: Ortadoğu'daki ihtilaflar kontrolden çıkabilir

Ortadoğu'da eş zamanlı olarak tırmandırılan gerilimlerin kontrolden çıkabileceği, bölgedeki savaşların daha geniş bir alana yayılabileceği endişesi artıyor. Hatta kimi siyasi gözlemciler, 3. Dünya Savaşı'nın fitilini ateşleyebilecek riskler konusunda uyarıyor. PKK'ya karşı Kuzey Irak ve Suriye'de mücadele eden Türkiye de Pençe Kilit operasyonundaki kayıpları nedeniyle diken üstünde.

Heinrich Böll Vakfı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Direktörü Bente Scheller, "tehlikeli tırmanış" olarak nitelendirdiği gelişmelerin kaotik bir boyuta doğru evrilmekte olduğuna işaret ediyor.

Scheller'e göre, tırmanan gerilimin merkezinde "Hamas'ın 7 Ekim vahşeti ve bunu izleyen Gazze savaşı" yer alıyor. Ancak Alman uzman, bölgedeki bazı aktörlerin bu savaşı kendi askeri hedeflerine ulaşmak için bahane olarak kullandıklarını, yine diğer bazı aktörlerin de tüm dikkatlerin Gazze'ye çevrildiği bir esnada kendi amaçlarına ulaşmak için harekete geçtiklerini söylüyor.

DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Scheller, "Suriye'nin kuzeybatısı Rusya ve Esad'ın önceki aylarda hiç olmadığı kadar çok yoğun saldırılarına hedef oluyor. Türkiye, Suriye'nin kuzeyi ve Irak'taki Kürt hedeflerini bombalama girişimlerini yoğunlaştırdı, karşı taraftan da yine benzer saldırılar oluyor. Husiler uluslararası nakliye güzergahına saldırılar düzenliyor ve tabii ki pek çok cephede İran yer alıyor. Gittikçe büyüyen kaotik tırmanış çok tehlikeli bir sürece evriliyor. Çünkü gerilimin düştüğü bazı ihtilafların yeniden aktif cephelere dönüştüğüne tanıklık ediyoruz. Ayrıca bölgedeki pek çok ihtilaf kısmen birbiriyle ilişkili. Ve hepsi birden aynı anda kontrolden çıkabilir" diye uyardı.

Heinrich Böll Vakfı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Direktörü Bente Scheller.
Heinrich Böll Vakfı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Direktörü Bente Scheller.null DW

Kontrolden çıkmasından endişe edilen ihtilafların başında İran-İsrail gerilimi yer alıyor. Ortadoğu uzmanı Bente Scheller, İran devrim muhafızlarının Irak ve Suriye’deki son füze saldırılarının, İsrail ile İran arasında "dolaylı gerilim tırmandırma" mücadelesi  kapsamında değerlendirilmesi gerektiği görüşünde

İran füze saldırılarıyla hangi mesajları veriyor?

Son dönemde İran'ın üst düzey askeri yetkilileri ve yine Tahran tarafından desteklenen Hizbullah'ın üst düzey komutanlarının hedef alındığını hatırlatan Scheller'e göre İran, Suriye ve Irak saldırılarıyla üç şey amaçladı.

Scheller, "Öncelikle güç gösterisinde bulundu. Gerekli gördüğü takdirde de gerilimi tırmandırmaktan çekinmedikleri mesajını verdi. Ama İsrail'e nispeten uzakta, Suriye ve Irak'taki hedefleri vurarak da doğrudan bir tırmanış istemedikleri mesajını vermiş oldu. Çünkü İran bu aşamada İsrail ile karşı karşıya gelmeyi göze alamaz" görüşünü aktardı.

İran'ın Suriye ve Irak'ı hedef alan saldırılarının yankıları sürerken dün de Pakistan topraklarını füze ve SİHA (silahlı insansız hava aracı) saldırılarıyla hedef alması, bölgedeki tansiyonu daha da yükseltti.

Iran: Während einer Übung der Bodentruppen werden Raketen abgefeuert
null Iranian Army Office/ZUMA Wire/IMAGO Images

İran ordusu Pakistan'a yönelik saldırıda silahlı Ceyş el Adl örgütünün iki üssünün hedef alındığını savundu, Pakistan hükümeti de "yasa dışı" olarak nitelendirdiği, iki çocuğun ölümüne, üç çocuğun yaralanmasına yol açan saldırıları şiddetle kınadığını duyurdu. Pakistan Dışişleri Bakanlığının açıklamasında "Pakistan'ın egemenliğinin bu şekilde ihlal edilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez ve ciddi sonuçlar doğurabilir" ifadeleri yer aldı.

"Batılılar İsrail'i durduramıyor"

Gelişmeleri DW Türkçe'ye değerlendiren Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanı Dr. Salim Çevik'e göre ateşin bütün bölgeye yayılma riski var.

İsrail'in gittikçe İran'ı köşeye sıkıştırmakta olduğunu, İran'ın artan saldırgan tutumunun gerisinde bunun yattığını söyleyen Çevik, "Bölgede tansiyonu düşürebilecek tek güç ABD. Ama Batı, 7 Ekim'den sonra İsrail'e verdikleri açık çeki geri alamıyor.İsrail'i durduramıyorlar. Baştan kırmızı çizgileri belirlemesi gereken Batılıların İsrail'i dizginleme yeteneklerinin olmadığı görülüyor" dedi. 

Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanı Dr. Salim Çevik.
Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanı Dr. Salim Çevik.null privat

Hamas'ın 7 Ekim saldırısıyla başlayan Gazze savaşına kadar bölgede İsrail ile Arap ülkeleri arasında yürütülen barış sürecinden İran'ın büyük ölçüde dışlandığını söyleyen Çevik, "Bir ana aktörü dışarda bırakırsanız o zaman o aktör agresifleşir" diyerek şunları kaydetti:

"7 Ekim'den sonra İsrail açık çeki hazır alınca, İran'ı da aradan çıkarmaya yöneldi. Aslında ABD dahil neredeyse herkes bu savaşı sınırlı tutmak istiyor. Ancak açık çeki almışken İsrail için ‘İran'ı da köşeye sıkıştıralım ve müttefiklerini temizleyelim' fırsatı doğmuş oldu. İran ise Suriye ve Irak saldırılarıyla da 'yeter artık üstüme gelmeyin, üstüme gelirseniz benim de yapabileceklerim var canınızı acıtırım' demiş oldu."

"Nükleer program krizi tırmanabilir"

ABD'nin saygın düşünce kuruluşlarından Alman Marshall Fonu'nun Başkan Yardımcısı Ian Lesser ise İran'a yönelik sertleşen tutumun İsrail ile sınırlı olmadığını düşünüyor. Lesser, "Ortadoğu'da olağanüstü kaotik bir stratejik ortamla karşı karşıyayız. Bu ortam, kısmen uzun süredir çözülmeyen ihtilafların, kısmen de yeni dinamiklerin bir ürünü ve bunlar daha da tırmanma potansiyeline sahip" diyerek İran'ın nükleer programına işaret etti.

İran nükleer zenginleştirme faaliyetlerinin oldukça hızlı bir şekilde devam etmekte olduğunu söyleyen Lesser, önemli bir kriz noktasına gelinebileceğine dikkat çekti. Lesser, "Ve bu kriz de terör riskinin arttığı, İran adına bölgede vekalet savaşı yürütenlerin faaliyetlerini böyle bir nükleer şemsiye altında yürüttüğü bir dönem olacaktır. Şu anda Gazze'den Kızıldeniz'e kadar ortada birçok cephede gördüğümüz durum bu endişeyi güçlendirmekte" görüşünü aktardı.

Alman Marshall Fonu Başkan Yardımcısı Ian Lesser.
Alman Marshall Fonu Başkan Yardımcısı Ian Lesser. null Samuel Corum/AA/picture alliance

Lesser'e göre İran ile gerilim tırmandıkça ve "gerilimi tırmandırma" potansiyeli arttıkça Batılı müttefiklerinin dikkatlerini Türkiye'ye ve bu süreçte izleyeceği politikalara çevirecek. Amerikalı uzman, Türkiye'nin hem Ortadoğu hem de Doğu Akdeniz'deki bir çok denklemin önemli bir paydaşı olduğunu, yaptıkları kadar verdiği mesajların da önem taşıdığını vurgularken İran konusunda Batılı müttefikleri ile Türkiye arasında yaptırımlar gibi konularda görüş ayrılıkları olsa da aslında tarafların İran'ın nükleer hırsları ve bölgede desteklediği vekillerin kullanmasının frenleme konusunda ortak çıkarlara sahip olduklarına dikkat çekti.

"Türkiye taraf olmamalı"

CATS uzmanı Salim Çevik ise ABD ile İsrail'in İran ile daha bölgesel büyük bir sıcak çatışma riskinin mevcut olduğunu, Türkiye'nin kesinlikle böyle bir sürece taraf olmaması gerektiği görüşünde.

Türkiye ile İran arasındaki sorunların zaten son birkaç yılda derinleşmekte olduğunu, her iki ülkenin Suriye ve Irak'ta rekabet halinde olduklarına işaret eden Çevik, "Ama İsrail'den farklı olarak İran, Türkiye için hasım değil, rakip. Ve Türkiye, İran ile rekabeti kontrollü tutuyor, bunun çatışmaya evrilmemesine dikkat ediyor, İran'ı düşmanlaştırmıyor. Ben her iki ülkenin sıcak çatışmaya girmeyecek kadar tecrübeli olduklarını düşünüyorum. Teorik olarak bir risk var ama her iki taraf bu risklerin farkında" dedi.

Ortadoğu'da tansiyon yükselirken Türkiye'nin gündeminde ise Pençe Kilit operasyonu bölgesindeki PKK saldırıları ve bu saldırılarda hayatını kaybeden Türk askerleri var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün "Türkiye'nin Irak ve Suriye'de terör yuvalarının tamamını darmadağın etmeden durmayacağını, önümüzdeki aylarda yeni adımlar atılacağını" söyledi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Irak ve Suriye’de “terör yuvalarının tamamını darmadağın etmeden durmayacağını” söyledi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Irak ve Suriye’de “terör yuvalarının tamamını darmadağın etmeden durmayacağını” söyledi.null Ozkan Bilgin/AA/picture alliance

GMF Başkan Yardımıcı Ian Lesser, "Aslında ortada acı bir ironik durum var. Türkiye sınırlarını çevreleyen bölgelerde sınır ötesi terör konusunda anlaşılabilir endişeler sahipken Gazze ve İsrail arasındaki sınır ötesi terör konusunda bambaşka bir tutum takınıyor" değerlendirmesini aktardı. 

"Türkiye kendi sorunlarını dış güçlere havale ediyor"

CATS uzmanı Salim Çevik ise Ortadoğu'da Filistin ve Kürt sorunu gibi ihtilaflar çözülmeden istikrar sağlanamayacağı görüşünde.

Türkiye'nin Kürt sorunun varlığını kabul etmeyip kendi sorunlarını dış güçlere havale etme gibi bir alışkanlığı olduğunu savunan Çevik, Türkiye'nin PKK ile mücadelesini toprakları dışında yürütme stratejisinin büyük ölçüde başarılı olduğunu söylemekle birlikte şunları kaydetti:

"Bu stratejinin bir açmazı var. Çünkü Türkiye, Irak'ta güneye doğru ilerliyor, PKK'yı bir nevi 'kendi sahasında' kovalıyor. Kazanımı, PKK'nın Türkiye'ye gelemiyor oluşu. Ama PKK kaçarken de karşı saldırılarla Türkiye'nin stratejisine zarar veriyor. Bu strateji kaçınılmaz olarak şehit verilmesine yol açıyor. Hiçbir kayıp vermeyeceğin hep düşmanın öleceği bir savaş yok. 'Şehit gelmesin' diyorsanız siyasi çözüme yönelmeniz gerekiyor. Ama barış süreci deyince de vatan haini oluyor, düşmanlaştırılıyorsunuz. 'Hem hiç şehit gelmesin hem barış süreci olmasın' da diyemezsiniz."

Peki Ortadoğu'da tansiyon nasıl düşürülecek?

Batılı uzmanlar Ortadoğu genelinde eş zamanlı tırmanan ihtilafların bölgesel bir savaşın fitilini ateşlememesi için diplomasiye ağırlık verilmesi gerektiğini savunuyor.

Heinrich Böll Vakfı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Direktörü Bente Scheller, "ABD, Yemen'e hava saldırısıyla dünya barışı, dünya ticaret yollarına yönelik tehditlere karşı eyleme geçmeye hazır olduğunu gösterdi. Ancak salt askeri yollardan tırmanışın önlenebileceği gerçekçi bir yaklaşım değil" görüşünü savundu.

Hamas’ın 7 Ekim’deki terör saldırıları sonrasında İsrail’in hedef aldığı Gazze’de insani durumun kötüleşmesi bölgedeki kutuplaşmayı tırmandırıyor.
Hamas’ın 7 Ekim’deki terör saldırıları sonrasında İsrail’in hedef aldığı Gazze’de insani durumun kötüleşmesi bölgedeki kutuplaşmayı tırmandırıyor.null Ali Jadallah/Anadolu/picture alliance

"Her ne kadar Ortadoğu'daki pek çok lider kendi çıkarları için Gazze'yi araçsallaştırıyor olsa da bu ihtilaf kutuplaşmayı tırmandırıyor. Bu nedenle diplomatik çabaların yoğunlaştırarak güçlendirilmesi gerekiyor" diyen Scheller değerlendirmesini şöyle tamamladı:

"Gazze'deki vahim insani durum ve ihtilafın adil bir şekilde çözüme kavuşturulması gerekliliği ABD ve Avrupa'nın siyasi desteğini gerekli kılıyor. Ancak bölgedeki ülkelerin de sürdürülebilir bir çözümü bulmaya ve bunun muhafazasını sağlamaya katkı sunmaları gerekiyor. Şu anda eleştirilerin dile getirilmesi, çifte standartlardan söz edilmesi çok kolay. Bu nedenle onlara 'Sürdürebilir bir çözüm için ne yapardınız? Ve bunun için ne yapmaya hazırsınız?' sorularının yöneltilmesi gerektiğini düşünüyorum."

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Gazze'deki Filistinlileri nasıl bir gelecek bekliyor?

Son üç ay, Gazze halkı için bitmeyen bir güvenlik arayışıyla geçti. Kendisiyle telefon üzerinden mesajlaştığımız Muhammed Ali ve ailesi, kaldıkları yeri birkaç kez değiştirmek zorunda kalmış: "Gazze'ndeki evimiz İsrail saldırıları sonucu yıkıldı. Önce yakındaki El Kuds hastanesine sığındık. Oradan ayrılmamız gerektiği söylenince Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat'a gittik. Şu anda da Refah'tayız."

35 yaşındaki inşaat mühendisi, İsrail'in Hamas'a savaş ilan etmesinden üç ay sonra, sadece hayatta kalma konusunda değil, aynı zamanda Gazze'deki geleceklerinin ne olacağına dair de hayli endişeli. Zira aralarında Başbakan Benyamin Netanyahu'nun aşırı sağcı hükümetinden bakanların da bulunduğu bazı İsrailli siyasetçiler, Gazze halkının memleketlerine geri dönüp dönmemesi gerektiğini sorguluyor.

"Umarız zorla yerinden edilme olmaz, savaş sona erer ve insanlar evlerine dönebilir. Bu kadar acı yeter. Artık son bulmalı," diyor Muhammed Ali.

Gerek İsrail savaş kabinesi gerekse genişletilmiş güvenlik kabinesi, savaştan sonra Gazze'ye ve yaklaşık 2,2 milyon nüfusa ne olacağı konusunda henüz resmî olarak anlaşmış değil. Siyasi söylem, 7 Ekim'de bin 200'den fazla kişinin öldüğü saldırıların sorumlusu Hamas'ın "ortadan kaldırılması" ve "Gazze Şeridi'nde tutulan 130'dan fazla rehinenin serbest bırakılması" etrafında dönüyor.

Filistinlilerin Gazze'den "gönüllü göçü"

Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir gibi aşırı sağcı İsrailli politikacılar, Gazze'nin geleceğini Filistinlilerin çoğundan yoksun ve yeni İsrail yerleşimleriyle inşa edilmiş bir şekilde öngördüklerini gizlemiyorlar.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrichnull Ronen Zvulun/Pool Reuters/AP/dpa

Smotrich, İsrail Ordu Radyosu'na verdiği son röportajda "Gazze'de yapılması gereken şey, göçü teşvik etmektir" dedi ve ekledi: "Eğer Gazze'de 2 milyon değil de 100 bin ya da 200 bin Arap kalırsa, ertesi gün yapılacak tüm tartışmalar çok daha farklı olacaktır." Ben Gvir ayrıca Filistinlilerin, Gazze Şeridi'nden "gönüllü göçünün" teşvik edilmesi çağrısında bulundu. Diğer parlamenterler ve kabine üyeleri de benzer görüşler dile getirdi.

İsrail medyası, aralarında Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Ruanda ve Çad'ın da bulunduğu Filistinlileri kabul etmeye istekli üçüncü ülkelerle görüşmeler yapıldığına dair haberler yayınladı. Her üç ülke de bu haberleri yalanladı.     

Netanyahu: Gazze'yi uzun vadede işgal etme niyetimiz yok

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın Ocak ayı başında sunduğu, Gazze'nin geleceğine ilişkin plana göre, "Gazze'de sivil İsrail varlığı olmayacak." Plana göre Gazze, Filistinliler tarafından yönetilecek. İsrail ise güvenlik kontrolünü elinde tutacak. Başbakan Benyamin Netanyahu ayrıca İsrail'in "Gazze'yi uzun vadede işgal etme ya da sivil nüfusu sürme gibi bir niyetinin olmadığını" açıkça ifade etti. İsrail, 2005 yılında Gazze Şeridi'ndeki yerleşimlerini geri çekmişti. Ancak Hamas'ın 2007'de Gazze'de iktidarı ele geçirmesinin ardından kara ve deniz sınırlarının yanı sıra hava sahasının kontrolünü elinde tutmaya devam etti.

Aşırı sağcı küçük ortakları, Netanyahu'nun koalisyon hükümetini sürdürmesi açısından oldukça önemli. Ancak Tel Aviv Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü ve New York Şehir Üniversitesi John Jay Koleji Araştırma Görevlisi Udi Sommer'e göre, bu partilerin stratejik kararlar üzerindeki etkileri tartışmalı. Burada asıl önemli olan ABD'nin tutumu: "İsrail, ABD'ye her zamankinden daha fazla bağımlı. Bu hem BM Güvenlik Konseyi'ndeki diplomatik destek hem de İsrail'in ulusal güvenliği için geçerli. Dolayısıyla Gazze'de savaş sonrası gerçekçi bir senaryo görmek istiyorsanız, Netanyahu hükümetindeki aşırılık yanlısı unsurların pervasız açıklamalarına değil, Amerikan Dışişleri Bakanı'nın söylediklerine kulak verin derim."

Filistinlilere yönelik kışkırtmalara eleştiri

Öte yandan bir grup İsrailli ise Gazze'deki Filistinli sivil nüfusun durumuna çok az yer verilen İsrail'deki kamuoyu tartışmalarını sorguluyor. Bazı eski milletvekilleri ve akademisyenler tarafından kaleme alınan açık mektupta, Gazze'deki Filistinlilere yönelik siyasetçilerin, gazetecilerin ve parlamenterlerin artan kışkırtmaları eleştirildi.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, geçen hafta Tel Aviv'de İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ile görüştü
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, geçen hafta Tel Aviv'de İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ile görüştünull Evelyn Hockstein/AP Photo/picture alliance

İsrailli siyasetçiler ve bakanlar tarafından yapılan tartışmalı açıklamalar, Güney Afrika'nın Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne yaptığı şikâyetin de bir parçası. Güney Afrika İsrail'i, Gazze savaşında soykırım yapmakla suçluyor.

ABD ve Almanya'nın aralarında da bulunduğu Batılı ülkeler de İsrailli aşırı sağcıların açıklamalarını "sorumsuz ve kışkırtıcı" olarak eleştirdi. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, geçen hafta bölgeye yaptığı ziyaret sırasında, Filistinlilerin hangi koşullar altında geri dönebileceklerini belirlemek üzere Gazze'nin kuzeyine bir Birleşmiş Milletler misyonu gönderileceğini açıkladı.

1,9 milyon Gazzeli mülteci konumunda

Filistinlilerin Gazze'den zorla göç ettirilmesi ihtimali, Arap devletleri için kabul edilemez bir durum. Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es Sisi, Filistinlileri Sina bölgesine yerleştirmek gibi bir planlarının olmadığını açıkça vurguladı.

Han Yunus'tan çok sayıda Filistinli güneye kaçmak zorunda kaldı
Han Yunus'tan çok sayıda Filistinli güneye kaçmak zorunda kaldınull Mohammed Abed/AFP

Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansına (UNRWA) göre, tahminen 1,9 milyon Gazzeli, yerlerinden edildi. Bu da Gazze nüfusunun yaklaşık yüzde 85'ine tekabül ediyor. Yüz binlerce Filistinli, Gazze Şeridi'nin Mısır sınırındaki en güney şehri olan Refah'a sığınmış durumda.

Telefonla ulaştığımız Refah'taki Filistinli insan hakları aktivisti Mustafa İbrahim, Gazze'deki büyük yıkım ve İsrailli politikacıların açıklamaları nedeniyle Filistinlilerin hızlı bir şekilde evlerine geri dönmelerinin hayli şüpheli olduğunu belirtiyor: "Smotrich'in Avrupa ve Amerika tarafından kınanan son açıklaması, bir sınır dışı etme konseptine benziyor. Refah'ta halihazırda 1,5 milyon Filistinli sıkışmış durumda."

Yerlerinden edilme Filistinliler için yeni değil

İbrahim, kaçış ve yerlerinden edilme meselesinin Filistinliler için yeni olmadığını söylüyor. Birçoğunun aklında "Nakba" (Arapça "felaket") olarak adlandırılan 1948 travması var. O dönemde yüz binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kalmış ya da Arap-İsrail savaşı sırasında zorla yerlerinden edilmişti. Bugüne kadar da geri dönemediler. UNRWA verilerine göre, Gazze'de yaşayanların yaklaşık yüzde 70'i, gerginliğin son tırmanışından önce, zaten mülteci ya da onların soyundan gelenler olarak kabul ediliyordu.

30 yaşındaki Amir Abdülmuti de onlardan biri. Aslen Gazze'nin kuzey doğusundaki Cibaliye bölgesinden geliyor. Ancak birkaç kez memleketinden kaçmak zorunda kalmış. Önce Han Yunus'a ve ardından Refah'a sığınmış. Abdülmuti, "Eğer Batılı ülkeler, savaş sırasında bize kapılarını açıp kısa bir süreliğine gitmemize ve ateşkesten sonra ülkemize geri dönmemize izin verirlerse, o zaman giderim. Çünkü hayatımdan endişe ediyorum," diyor ve ekliyor: "Ama bir daha dönmemek üzere ayrılmak zorunda olursam, o zaman ülkemde kalırım."

Bu haber Umman'dan Hazem Balousha'nın katkılarıyla hazırlandı.

 

Yemen'deki Husiler kim, amaçları ne?

ABD ve İngiltere Kızıldeniz'de haftalardır ticari gemilere saldırarak seyrüsefer güvenliğini tehdit ettikleri gerekçesiyle Yemen'deki Husilere ait hedefleri Cuma sabahı vurdu.

Ancak ABD liderliğindeki koalisyonun bu müdahalesinin bölgede tansiyonu artırması bekleniyor. Husiler İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Gazze Şeridi’ne ablukayı kaldırmadığı ve gıda ve diğer temel ihtiyaç malzemelerinin geçişine izin vermediği müddetçe Kızıldeniz’de saldırılarına devam edeceğini söylüyor.

ABD ve İngiltere tarafından yapılan operasyon sonrasında Husilerin yaptığı açıklamada saldırıların yanıtsız kalmayacağı belirtildi.

Husi Siyasi Konseyi üyesi Ali El Kahum X'te yaptığı açıklamada, "Savaş daha büyüyecek... ve Amerikalılar ile İngilizlerin hayal gücünün ve beklentilerinin de ötesinde olacak" ifadelerini kullandı.

Husiler 7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırılar düzenlemesinden sonra Hamas'a destek verdiğini duyurmuş ve Kızıldeniz'deki ticari gemilere saldırılarına başlamıştı.

Hamas’ın İsrail’e saldırısında bin 140 kişi yaşamını yitirmişti. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) 7 Ekim’den bu yana 2 milyon kişinin yaşadığı Gazze Şeridi’ni bombalıyor ve bölgeye gıda, su ve yakıt ulaşımını engelliyor. Hamas Almanya, AB ve ABD tarafından terörist bir örgüt olarak tanınıyor.

Suez Canal, Egypt: The U.S. Navy Arleigh-burke class guided-missile destroyer USS Carney
Süveyş Kanalı, Mısır: ABD Donanmasına ait Arleigh-burke sınıfı güdümlü füze destroyeri USS Carneynull Mc2 Aaron Lau/Planetpix/ZUMA Wire/Imago

Gazze'deki Hamas'a bağlı Sağlık Bakanlığı verilerine göre İsrail'in bombardımanlarında 7 Ekim'den bu yana 23 binden fazla Filistinli hayatını kaybetti. Ancak halen enkaz altında bulunan binlerce cesede dikkat çekilerek ölü sayısının çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor.

Yemen'deki iç savaş devam ediyor

Yemen'in kuzeyinde, Suudi Arabistan sınırındaki bir aşiret olan Husiler Şii mezhebinin Zeydi koluna mensuplar.

Husilerin Şii Müslüman olması önemli. Çünkü bu durum onları bölgede genellikle Şii çıkarlarını temsil ettiği düşünülen İran'a bağlıyor.

Zeydiler Yemen'in üçte birini oluşturuyor. 1990'lardan bu yana ülkede faaliyet gösteren dini-siyasi grup, kurucu liderleri Hüseyin El Husi’nin adına referansla bu isimle anılıyor.

Husilerin de politikalarına karşı çıktığı ve kendisi de bir Husi olan Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in 33 yıllık iktidarına karşı, 2011’de geniş çaplı protestolar patlak vermiş, Salih rejimi devrilmişti.

Husiler Salih rejiminin yerine kurulan yeni Sünni hükümeti ise Zeydi Şiilerini marjinalize etmekle suçlamıştı. Husiler merkezi hükümeti ABD ve İsrail'e çok yakın olmakla eleştirmiş, Suudi "yardakçısı" olmakla eleştirdikleri Devlet Başkanı Abdurabbu Mansur Hadi'ye karşı ayaklanarak 2014 yılının sonlarında ülkenin büyük bölümünü ve başkent Sana'yı ele geçirmişti.

Suudi Arabistan da Hadi'ye destek için Husilerle çatışmaya girdi ve 2015'ten bu yana Husilere karşı uluslararası koalisyonun liderliğini yürütüyor. Son olarak 2022'de sağlanan ateşkesten bu yana çatışmalar durulmuştu.

Yemen'deki savaş Birleşmiş Milletler (BM) tarafından dünyadaki en kötü insani felaket olarak niteleniyor.

Husiler neye inanıyor?

Husilerin ideolojisi, "Allah büyüktür, ABD'ye ölüm, İsrail'e ölüm, Yahudilere lanet ve İslam’a zafer" sloganlarında ifadesini buluyor.

Batı ve İsrail karşıtı Husiler Yemen'in kuzeyinde katı bir İslamcı düzen kurdular.

1990'lardan bu yana, birbirini izleyen Yemen hükümetleri Filistin devletinin kurulması ve İsrail işgalinin sona erdirilmesi çağrılarını destekliyor. Bu, aslında Ortadoğu'daki çoğu ulusla ortak bir tutum. Ancak Husiler bu pozisyonu daha da radikalleştirdi. Yerel halk da bu gruba sempati duyuyor.

Husiler artık İran hükümetinin en yakın müttefiki olarak görülüyor. Kendilerini, Gazze'deki Hamas, Lübnan'daki Hizbullah ve çeşitli Iraklı paramiliter grupların da dahil olduğu İran liderliğindeki bölgesel bir ittifak olan, "Direniş Ekseni" diye adlandırdıkları hareketin bir parçası olarak görüyorlar.

Balistik füzelerle Husi askeri geçit töreni - Yemen Sana 2022
Balistik füzelerle Husi askeri geçit töreni - Yemen Sana 2022null Mohammed Mohammed/Xinhua News Agency via picture alliance

Almanya'nın saygın düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı (SWP) uzmanı Dr. Hamidreza Azizi, Husiler ve diğer gruplar arasında farklar olduğunu belirtiyor. Azizi DW'ye Husilerin İran’a Hizbullah kadar bağımlı olmadığını söylüyor.

Husilerin İran'dan ne kadar destek aldıkları ya da İran'ın emirlerine ne kadar uydukları tam olarak bilinmiyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde savunma ve askeri analizler alanında araştırma görevlisi olan Fabian Hinz DW'ye yaptığı açıklamada, Kızıldeniz'deki gemilere yönelik bu son saldırılarda İran'ın bir rol oynadığının şüpheli olduğunu belirtiyor.

Deniz taşımacılığı tehlikeye girmiş olsa da gözlemciler Husi saldırılarının İsrail'in kendisi için büyük bir askeri tehlike oluşturmadığını belirtiyor.

İngiliz düşünce kuruluşu Chatham House'un Ortadoğu ve Kuzey Afrika programında araştırma görevlisi olan Farea el-Müslimi, geçtiğimiz günlerde DW'ye yaptığı açıklamada, saldırıların daha ziyade iç kamuoyuna yönelik bir tür siyasi mesaj olduğunu söyledi.

El Müslimi, "Bu savaş Husi grubunun Filistin yanlısı, İsrail ve Amerikan karşıtı tutumunu yerel halka göstermesi için altın bir fırsat" dedi. Ancak Husilerin eylemlerinin İsrail'in savaşması için önemli yeni bir cephe açmasının pek olası olmadığını da sözlerine ekledi.

Küresel deniz taşımacılığı zor durumda mı?

Ancak durum deniz taşımacılığı için daha farklı.

Kızıldeniz'i Aden Körfezi'ne bağlayan Babülmendep Boğazı dünyadaki en önemli geçiş noktalarından biri konumunda. Dünyadaki gemi trafiğinin yüzde 12'si Süveyş Kanalı’na geçiş için Avrupa ve Asya arasındaki en kısa yol olan Babülmendep Boğazı’nı kullanıyor. Gemilerin bu esnada Yemen kıyılarından geçmesi gerekiyor.

Husi saldırılarına yanıt olarak, birçok büyük uluslararası nakliye şirketi Babülmendep Boğazı'ndan daha fazla gemi göndermeyeceklerini ve bunun yerine gemilerini, bir geminin Singapur'dan Avrupa'ya olan yolculuğuna yaklaşık 3 bin 500 deniz mili (6 bin 482 kilometre) ekleyen Ümit Burnu etrafında yeniden yönlendireceklerini duyurdu.

 

Gazze savaşı Lübnan'a sıçrar mı?

"Daha önce de İsrail keşif uçakları başımızın üzerinden geçiyordu. Ancak bu saldırı, bir yerleşim bölgesini hedef aldığı için getirdiği acı daha büyük oldu" diyor bir Beyrutlu. Yaşadıklarını DW'ye anlatan 55 yaşındaki Lübnanlı muhasebeci, Beyrut'ta güvende olma hissinin her daim göreceli bir kavram olduğunu da sözlerine ekliyor.

Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta Salı gecesi insansız bir hava aracı ile düzenlenen saldırıda, Hamas liderlerinden Salih el Aruri öldürüldü. Saldırının sorumluluğunu doğrudan üstlenmeyen İsrail, Gazze'de Hamas'a karşı sürdürdüğü savaşta her nerede olursa olsunlar Hamas liderlerini "bertaraf etmek" için çaba sarf etmeyi sürdüreceklerini söyledi.

Beyrut'ta yaşayan 30 yaşındaki bir öğretmen de "Artık kendimizi daha az güvende hissediyoruz. Her an bombalanabiliriz" diye konuşuyor.

DW'nin Beyrut'ta görüştüğü Lübnanlılar, güvenlik kaygıları nedeniyle ismini vermekten kaçınıyor. Mikrofon uzattığımız Beyrutluların hepsi, Hizbullah'ın bu saldırıya misilleme olarak İsrail ile savaşa girmesine karşı. Lübnanlılar, savaşın bölgeye yayılmasını istemediklerini ifade ediyor.

Bir mağazada tezgahtar olarak çalışan 45 yaşındaki bir başka Beyrutlu ise Hizbullah'ın İsrail ordusunun Lübnan'a girmesinin önündeki tek engel olduğunu ve dolayısıyla caydırıcı bir işlevi olduğunu düşünüyor. "Bizi korumak için çalışan, sadece onlar" diyen kadın, "Ama kimse savaşı sevmez. O yüzden Hizbullah'ın dikkatli olmasını isterim" şeklinde sözlerini sürdürüyor.

Nasrallah'ın konuşmasının önemi

Savaşın bölgedeki diğer ülkelere sıçraması endişesi nedeniyle gözler, saldırıdan bir gün sonra Çarşamba günü Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın yaptığı konuşmaya çevrildi. Nasrallah konuşmasında Aruri'nin öldürülmesini "tehlikeli bir suç" olarak niteledi, ancak gerilimin tırmanması anlamına gelebilecek somut tehditlerde bulunmadı.

Hizbullah'ı yakından takip eden gözlemciler, Nasrallah'ın sarf ettiği sözlerin ne anlama geldiğini yorumlamakta güçlük çekti. Bazı gözlemciler Nasrallah'ın üslubunu geçmişe göre daha sert bulurken kimileri de konuşmanın ardından Hizbullah'ın İsrail'e savaş ilan etme ihtimalinin düşük olduğu yorumunu yaptı.

Hizbullah'ın böyle bir adım atmayacağını düşünenler arasında Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib de bulunuyor. Buhabib, CNN'e yaptığı açıklamada "Hizbullah'ın geniş çaplı bir savaşa girmeyeceğini umuyoruz. Bunun gerçekleşmeyeceğini düşünmek için de çok fazla nedenimiz var" dedi. Buhabib, Lübnan'da Hizbullah mensupları dahil hiç kimsenin İsrail ile savaş istemediğini de ifade etti.

Nasrallah'ın yaptığı konuşma dev ekrandan yayınlanırken, Hizbullah destekçileri Nasrallah'ın konuşmasını izliyor - (03.01.2024 / Beyrut)
Nasrallah'ın yaptığı konuşma, Hizbullah destekçileri tarafından böyle izlendinull Hassan Ammar/AP Photo/picture alliance

Hizbullah'ın bir grup İsrail askerini 2006'ta kaçırmasının ardından İsrail ve Hizbullah arasında 34 gün süren bir savaş yaşanmıştı. Savaş nedeniyle milyonlarca kişi evinden olmuş, bini aşkın kişi hayatını kaybetmiş ve Lübnan'da altyapı ciddi oranda hasar görmüştü. Kazananı veya kaybedeni olmayan savaş, İsrail güçlerinin ülkeden çekilmesiyle sonuçlanmıştı.

"Caydırıcılık dengesi" bozuldu

ABD merkezli düşünce kuruluşu Brookings Institution'da dış politika uzmanı olarak görev yapan Jeffrey Feltman, Kasım ayında kaleme aldığı bir analizde "2006'dan bu yana cephaneliğini genişleten Hizbullah, aynı zamanda bugün daha gelişmiş silahlara da sahip" tespitinde bulundu. Feltman, "Hizbullah'ın sayısı yaklaşık 150 bin civarındaki füzelerinin amacı, İran'a düzenleyebileceği büyük bir saldırıdan İsrail'i caydırmak veya böylesine bir saldırıya misilleme düzenleme kabiliyeti oluşturmak" diye de ekledi.

Lübnan'ın güneyinde Hizbullah ve İsrail arasındaki çatışmalar 2006 yılından bu yana zaman zaman devam ediyor. Uzmanlar, sınır bölgesindeki füze saldırılarının alışıldık bir durum olduğunu söylüyor. Uzmanlara göre, her iki tarafın söz konusu saldırıları birer savaş faaliyeti olarak görmeme yönünde gayriresmi olarak mutabık kaldıklarını söylemek mümkün.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılan Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısından aylar önce, 2023 yazında yaptığı bir açıklamada, Aruri'yi açık bir biçimde öldürme tehdidinde bulunmuştu. Nasrallah ise bu açıklamaya verdiği yanıtta, her kime düzenlenirse düzenlensin, bu tür suikastlerin kendileri için kırmızı çizgi olduğunu ifade etmişti. Günler önce Beyrut'un kalabalık banliyö bölgelerinden olan Dahiye'de düzenlenen suikast, kırmızı çizginin açık bir biçimde geçildiğini gösteriyor.

Birleşik Krallık'taki Cardiff Üniversitesi'nde siyaset bilimi alanında öğretim görevlisi olan ve Hizbullah'ı yakından izleyen Amal Saad, yaşanan son olayların, taraflar arasındaki "caydırıcılık dengesini" bozduğu görüşünde. Bu dengenin yeniden kurulması için Hizbullah'ın saldırıya karşılık verebileceğine işaret eden Saad, "Yalnız her ne olacaksa, bu hızlı bir biçimde olacaktır. Hizbullah bunu fazla geciktirmeyeektir, çünkü İsrail, Hamas üyelerine suikastlerine devam edeceğini çoktan ilan etti" görüşünü aktardı.

Lübnan sınırı yakınlarındaki, İsrail'e ait bir roketatarın görünümü
Uzmanlar, İsrail-Lübnan sınırında karşılıklı roket saldırılarının alışıldık bir durum olduğunun altını çiziyornull Jalaa Marey/AFP/Getty Images

Türkiye'de saldırı olur mu?

7 Ekim saldırılarının ardından İsrail iç istihbarat servisi Şin Bet'in Başkanı Ronen Bar, yurt dışındaki Hamas üyelerini "ortadan kaldıracaklarını" söylemiş,  operasyon yapılabilecek ülkeler arasında Türkiye'yi de saymıştı.

Ancak İsrailliler söz konusu saldırıların Türkiye veya Katar topraklarında da gerçekleşebileceğini ima etmiş olsa da uzmanlar, bu olasılığın düşük olduğu görüşünde. Uzmanlara göre, Türkiye ile hâlihazırda gergin olan ilişkileri daha da germek istemeyen İsrail, rehinelerin serbest bırakılması konusunda merkezi bir diplomatik rol oynayan Katar ile de ilişkileri bozmayı göze almaz.

Dolayısıyla Hamas'a yönelik bu tür saldırıların gelecekte yine Lübnan topraklarında gerçekleşme ihtimali yüksek.

"Hizbullah karşılık vermek zorunda"

Amal Saad, Hizbullah'ın olası tepkisine ilişkin değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

"Hizbullah, karşılık vermezse İsrail'in yalnızca Lübnan'da yeni bir Filistinli'ye saldırı düzenlemekle kalmayıp Hizbullah'ı zayıf göstermeye başlayacağını iyi biliyor. Bu yüzden İsrail'in daha sert bir karşılık vermesine yol açmayacak, ama 'Buna devam edemezsiniz, Beyrut'u bir savaş alanı olarak kullanamazsınız' mesajını verecekleri bir saldırıyı planlayacaklardır."

Lübnan'ın önde gelen gazetelerinden L'Orient-Le Jour'un genel yayın yönetmeni Antony Samrani de bu hafta kaleme aldığı yazıda bu görüşe destek verdi:

"Eğer Hizbullah bir şey yapmazsa, kontrol ettiği topraklarda bu tür saldırıların daha da fazla gerçekleşmesine imkan sağlamış olacak. Ama eğer yanıt çok sert olursa, bu da topyekün savaşın kapısını aralamış olacak."

Bölgedeki saldırılar artıyor

Uzmanlar, şu ana kadar Hizbullah'ın askeri faaliyetlerini genişletme veya kendilerine yönelik provokasyonlara aşırı sert yanıt verme gibi bir niyeti olmadığı görüşünü dile getiriyor.

İsrail-Filistin sorununda neden çözüm sağlanamıyor?

Samrani, örgütün geçmişte yaşanan benzer suikastlerde de radikal bir tepki göstermediğinin altını çizdi.

İsrail hakkında bir "kapalı kutu" benzetmesi yapan Saad ise gelmiş geçmiş en sağ hükümet tarafından yönetilen ve kamuoyunun bölünmüş durumda olduğu ülkenin niyetlerini tespit etmenin zor olduğunu söylüyor.

Beyrut'taki suikastle ilgili hâlâ yanıt bekleyen birçok soru var. Gazze'deki ölü sayısı 22 bini aşmasına rağmen İsrail'in Gazze Şeridi'nde Hamas'ın üst düzey yöneticilerinin pek azını öldürdüğü bir ortamda ABD, İsrailli müttefiklerine, sivilleri hedef almaktan kaçınma çağrısında bulundu.

İsrail kamuoyu da İsrail'in can kayıplarını sorgulamaya başladı. Uzmanlara göre, İsrail hükümeti yavaş yavaş Aruri suikasti gibi sonuca ulaşılması kolay operasyonları uygulamaya yöneliyor.

Saad, söz konusu suikastin ardından yeni bir düşük yoğunluklu savaş dönemine girilmiş olabileceği görüşünde. Beyrut'taki suikastten yaklaşık 10 gün önce, 25 Aralık 2023 tarihinde de Şam'da üst düzey İranlı bir general olan Seyid Rıza Musevi, İsrail'in düzenlediği hava saldırısında öldürülmüştü.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Hizbullah: Silahlı bir örgütten daha fazlası

Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta salı günü bir insansız hava aracı saldırısında öldürülen üst düzey Hamas yetkilisi Salih el Aruri, Avrupa Birliği ve ABD'nin terör örgütü olarak kabul ettiği İran destekli iki grup olan Hamas ve Hizbullah'ın kilit isimlerinden biriydi.

Lübnan ulusal haber ajansına göre, Hamas'ın diğer bazı yetkililerinin de öldüğü saldırının sorumluluğunu henüz üstlenen olmadı. Lübnan'ın geçici Başbakanı Necip Mikati ise patlamanın "Lübnan'ı kaçınılmaz olarak yeni bir çatışma aşamasına sürüklemeyi amaçlayan yeni bir İsrail suçu" olduğunu söyledi.

İsrail şu ana kadar Beyrut'ta Hizbullah'ın ofislerinin de bulunduğu mahallede meydana gelen patlamanın arkasında olup olmadıkları konusunda yorum yapmayı reddetti. Ancak İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun kıdemli danışmanı Mark Regev, Amerikan televizyonuna yaptığı açıklamada "kim yapmış olursa olsun" saldırının Lübnan'a ya da Hizbullah'a yönelik olmadığını söyledi.

Hamas'ın öldürülen lideri Salih el Aruri'nin fotoğrafı (ortada)
Hamas'ın öldürülen lideri Salih el Aruri (ortada)null Marwan Naamnai/dpa/picture alliance

Aruri'nin ölümü Hizbullah için bir kırmızı çizgi niteliğinde. Şii Müslüman bir yapılanma olan Hizbullah'ın lideri Hasan Nasrallah, Aruri'nin ölümü sonrası yaptığı açıklamada Lübnan'daki Filistinli yetkilileri hedef alması halinde İsrail'i vuracağına dair yemin etti, savaştan korkmadıklarını söyledi. Nasrallah'ın sert açıklamalarının ardından tansiyon daha da yükseldi. Gözlemciler, çatışmalarda Hizbullah'ın da dahil olmasıyla Ortadoğu'daki yangın yerinin daha da genişlemesinden korkuyor.

Peki Hizbullah kimdir? Bölgede nasıl bir tehlike yaratabilir?

"Lübnan siyaseti ve toplumuna derinlemesine nüfuz etti"

Washington merkezli düşünce kuruluşu Wilson Center, 2022'de Hizbullah'ın silahlı kanadını muhtemelen "Ortadoğu'daki ve görece dünyadaki en zorlu devlet dışı askeri aktör" diye tanımlıyor. Adı Arapçada "Allah'ın Partisi" anlamına gelen İran destekli yapılanmanın merkezi Lübnan. Askeri bir örgütten çok daha fazlası olan Hizbullah, Lübnan siyaseti ve toplumuna derinlemesine nüfuz etmiş durumda.

ABD merkezli düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi (CFR), 2022'de örgüt için "Hizbullah'ın geniş güvenlik aygıtı, siyasi örgütlenmesi ve sosyal hizmet ağı, 'devlet içinde devlet' olarak itibarını artırdı" ifadesini kullanıyor.

ABD tarafından 1997'de, Almanya tarafından da 2020'de terör örgütü olarak tanımlanan Hizbullah, başka birçok ülke tarafından da terör yapılanması olarak görülüyor. Avrupa Birliği (AB) de 2013'te Hizbullah'ın silahlı kanadını terör örgütü olarak tanımlamış, ancak AB'nin bu kararı Hizbullah'ın 1992'den beri Lübnan hükümetlerindeki rolü nedeniyle tartışmalı görülmüştü.

Lübnan'da aralarında hastaneler, okullar ve sosyal yardım tesislerinin de bulunduğu geniş sosyal hizmet ağı bulunan Hizbullah, ülkede önemli bir role sahip. Özellikle de Lübnan nüfusunun üçte birini oluşturduğu tahmin edilen Şii Müslümanlar açısından. 2020'de yapılan bir ankete göre, Lübnan'daki Şiilerin yüzde 89'u Hizbullah hakkında olumlu görüşlere sahip. Ancak Lübnanlılar arasında Hizbullah'ın ülkeyi çatışmaya sürüklediğini söyleyerek örgütü onaylamayanlar da var.

Hizbullah nasıl kuruldu?

Örgüt, 1982 yılında 15 yıl süren Lübnan'daki iç savaşın kaos ortamında kuruldu. 1975'te başlayan Lübnan iç savaşında Müslümanlar, Hristiyanlar, solcular ve Arap milliyetçileri gibi çeşitli toplumsal kesimler birbiriyle çatışıyordu. Suriye ve silahlı Filistinli gruplar da bu savaşa dahil olmuştu.

CFR, daha sonra yaşananları "(Lübnan'daki) iç çatışmaların ortasında İsrail güçleri, bölgeyi İsrail'e saldırmak için üs olarak kullanan Filistinli gerilla savaşçılarını uzaklaştırmayı hedefleyerek 1978'de ve 1982'de Lübnan'ın güneyini işgal etti" diye özetleniyor.

Hizbullah taraftarı kadınlar
Hizbullah taraftarları null Aziz Taher/REUTERS

Sonrasında bir grup Şii de İsrail güçlerine karşı savaşmaya karar verdi. Bunu Arap dünyasında nüfuz edinmek için bir fırsat olarak gören İran, yeni oluşan milisleri eğitmeye ve finanse etmeye başladı. Bugün İran, Ortadoğu'da, aralarında Filistin topraklarındaki Hamas ve Irak'taki milis gruplarının da yer aldığı bir dizi vekil gücün arkasında bulunuyor. Yakın zamanda, ABD hükümeti İran'ın Hizbullah'a yıllık yaklaşık 700 milyon dolar civarında finansman sağladığını tahmin ettiğini açıklamıştı.

Hizbullah'ın askeri kanadı da zamanla Lübnan'daki diğer gruplara saldırı şekli, yabancı hedeflere intihar saldırıları ve suikast gibi yöntemlerle terör saldırıları düzenlemesi nedeniyle "aşırıcı" olarak görülmeye başlandı.

Hizbullah'ın politikaları neler?

Hizbullah, kurulduktan üç yıl sonra, 1985'te, bir dizi hedefin sıralandığı bir manifesto yayınladı. Bu manifestodaki hedefler arasında, "Batılı sömürgeci ulusların Lübnan'dan çıkarılması, İsrail devletinin yok edilmesi ve İran'a bağlılık" yer alıyor.

Hizbullah'ın kurulduktan sonraki ilk hedeflerinin bir kısmı Lübnan'da İran'ın teokratik modelinden ilham alan dindar bir İslamcı rejim kurulması çağrısında bulunuyordu. Zamanla Hizbullah'ın yerel hedefleri, örgüt ana akım politikaya daha fazla dâhil olmaya başladıkça bir miktar yumuşadı. Örgüt, 2009'da ise İslamcı bir rejimin Lübnan'a uygun olmayabileceğini kabul eden yeni bir manifesto yayınladı.

Ancak örgüt hâlâ İsrail'e karşı çıkıyor. Hizbullah, genellikle Lübnan sınırından füze atarak İsrail ile düzenli olarak çatışıyor.

Hizbullah'ın ne kadar silahı ve savaşçısı var?

Hizbullah'ın lideri Hasan Nasrallah, geçmişte Hizbullah'ın 100 bin kadar savaşçısının olmasıyla övünüyordu. Ancak bazı uzman tahminleri bu rakamın daha küçük olabileceğini öne sürüyor.

Hizbullah taraftarları öldürülen bir örgüt üyesinin tabutunu taşıyor - (10.10.2023)
Hizbullah taraftarları öldürülen bir örgüt üyesinin tabutunu taşıyornull Hussein Malla/AP/picture alliance

Washington merkezli Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi (CSIS), Füze Tehdidi projesi kapsamında hazırladığı 2021 tarihli bir raporda, Hizbullah'ın elinde "çoğunlukla küçük, taşınabilir ve güdümsüz karadan karaya topçu füzelerinden oluşan" büyük bir cephaneliğin bulunduğunu tahmin etmişti. Uzmanlar, Hizbullah'ın bugün kaç füzeye sahip olduğundan emin değil, ancak sayının 130 bin veya daha fazlası olabileceği belirtiliyor.

Hizbullah'ın cephaneliğindeki füzelerin çoğu güdümsüz. Öte yandan Hizbullah'ın elinde hassas hedefleme yeteneğine sahip füzelerin olduğu da iddia ediliyor.

Çoğunlukla İran, Çin veya Rusya'da üretilen mühimmatların çoğu örgüte, İran ya da Suriye üzerinden transfer ediliyor.

Hizbullah nerelerde aktif ve örgütün savaş gücü ne kadar etkili?

Zorlu bir düşman olarak görülen Hizbullah'ın, savaşçılarının bazıları savaş tecrübesine sahip. Örgüt, sponsoru İran'ın yanı sıra IŞİD'e karşı savaşta Suriye'deki Esad hükümetinin müttefiki oldu. Hizbullah savaşçıları 2014'ten sonra Irak'ta da IŞİD'e karşı savaştı ve örgüt, Irak'ta İran destekli milislerle ittifak halinde.

Örgüt ayrıca 2015'te Suudi Arabistan'a karşı savaşan Husilere yardım etmek için Yemen'e askeri eğitmenler ve savaşçılar göndermişti.

 

Bu haber 28 Ekim 2023 tarihinde yayınlamış, 4 Ocak 2023 tarihinde de güncellenmiştir.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Ortadoğu 2024'e savaşla giriyor

Filistinliler, son yıllarda Arap dünyasında unutulmuştu. Filistin sorunu, Arap ülkelerinin liderlerinin ne gündeminde ne de aklındaydı. Filistinlilerin kendi devletlerini kurma hedefi, birçok Arap liderin siyasi hesap ve stratejilerinde çok ama çok küçük rol oynuyordu.

İsrail-Filistin anlaşmazlığı onlarca yılı geride bırakırken, Arap ülkelerininGazze Şeridi ve Batı Şeria'daki insanlarla gösterdiği dayanışma, tükenmişe benziyordu. Batı'nın bölgedeki birçok müttefiğinin öncelikleri, Filistinlileri savunmaktan, İsrail ile iş birliği yapma yönüne kaymış durumdaydı.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Fas ve Sudan gibi çeşitli ülkeler, 2020 yılında İsrail'le, Abraham Anlaşmaları adı altında normalleşme anlaşmalarına imza attılar. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, o dönemde, "barış çağı" ifadesine varacak iyimser sözler sarf etti. O dönemde Suudi Arabistan ile de umut veren görüşmeler sürdüren İsrail, komşularıyla sorunlarını kalıcı olarak sonlandırma yolunda aşama kaydediyordu…

Dönüm noktası 7 Ekim

Ta ki 7 Ekim 2023 tarihine kadar. Radikal İslamcı Hamas, İsrail topraklarına tarihte eşi benzeri görülmemiş bir saldırı başlattı.  Almanya, AB ve ABD tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılan Hamas, bu saldırıda yaklaşık bin 200 İsrailli'yi öldürdü ve 240'ı aşkın kişiyi de rehin aldı. Bu rehinelerin bir kısmı, İsrail ile Hamas arasında varılan anlaşma kapsamında, Kasım'da serbest kaldı. Bunun karşılığında da İsrail, cezaevlerinde tuttuğu bir grup Filistinli tutukluyu serbest bıraktı.

Başbakan Netanyahu, Hamas'ın saldırısından kısa süre sonra savaş hâli ilan etti ve sayısı yaklaşık 300 bini bulan yedek askerleri seferber etti. İsrail kısa süre sonra Gazze Şeridi'ne önce hava saldırılarına, Ekim ayı sonunda da kara harekâtına başladı. İsrail, Hamas'a, askeri altyapısını ağırlıklı olarak sivillerin yaşadığı mahallelere konuşlandırma ve Gazzelileri canlı kalkan olarak kullanma suçlamasını yöneltti.

Kara harekâtı kapsamında Hamas militanlarının yanı sıra çok sayıda sivil hayatını kaybetti. Hamas kontrolündeki Gazze Sağlık Bakanlığı, Gazze Şeridi'ndeki can kaybının 21 binden fazla olduğunu açıkladı. Söz konusu veriyi bağımsız olarak teyit etmek mümkün değil.

Savaşın başlangıcını takip eden günlerde, Gazze Şeridi'ndeki insanlarla dayanışma mesajları veren Arap devletlerinin sayısı giderek arttı. Konuya ilişkin sert bir dil benimseyen Ürdün Dışişleri Bakanı Aymen Safadi, İsrail'in Gazze Şeridi'nde Hamas'a karşı sürdürdüğü savaşın, Filistinli sivillere karşı "bariz bir saldırganlık" olduğunu ve Ortadoğu'nun bütünü üzerinde tehdit oluşturduğunu söyledi. Kasım ayı ortasında yaptığı açıklamada, Safadi, bölgeye gıda, ilaç ve yakıt aktarılmasına engel olan İsrail'in "savaş suçu" işlediğini savundu.

İsrail Başbakanı Netanyahu Gazze Şeridi'ndeki İsrail askerleriyle (26 Kasım 2023)
İsrail Başbakanı Netanyahu Gazze Şeridi'ndeki İsrail askerleriyle (26 Kasım 2023)null Avi Ohayon/GPO/Handout via REUTERS

Filistinliler yeniden gündemde

Hamas terörünün beraberinde getirdiği en önemli sonuçlardan biri, Filistinliler ve siyasi amaçlarının 2023 yılında, yeniden ülkelerin bölgesel ve uluslararası gündemlerine dahil edilmesi oldu. Bir süredir pek sorulmayan, 70 yıldır kördüğüm halini alan Ortadoğu sorununun uzun vadede nasıl çözüleceği sorusu da, yeniden sorulmaya başladı.

Söz konusu soru, çok sayıda Arap devletini doğrudan ilgilendiriyor. Hamburg'daki Alman Küresel ve Bölgesel Çalışmalar Enstitüsü'nden (GIGA) André Bank, Arap devletlerinin ana itici gücünün, istikrara ilişkin endişeleri olduğunu söyledi. Ürdün ve Mısır'ın, komşuları İsrail'le onlarca yıl önce barış anlaşması yaptığını hatırlatan Bank, şimdi bu iki hükümetin, Gazze veya Batı Şeria'da tırmanacak olası bir gerilimin bir Filistinli mülteci akını yaratması ve bunun içeride de toplumsal huzursuzluğa yol açmasından çekindiğini aktardı.

Sisi yönetiminin, Filistin yanlısı gösterilerin, 2011'deki demokrasi hareketinin merkezi olan, Kahire'deki Tahrir Meydanı'nda yapılmasına izin vermediğini aktaran Ortadoğu uzmanı, "Çünkü Sisi rejimi, protestoların birer Arap Baharı gösterisine dönüşmesinden korkuyor" değerlendirmesinde bulundu.

Ürdün'ün merkezi Amman'da da hâlihazırda Filistin yanlısı gösterilerin düzenlenmesine izin veriliyor. Ancak bu gösterilerin Batı Şeria sınırına yakın yerlerde yapılmasının söz konusu olmadığına dikkat çeken Bank, "Protestoların kolayca kontrolden çıkabileceğinden korkuluyor" diye konuştu.

Körfez ülkelerinin rolü

Körfez ülkelerinde ise şu ana kadar herhangi bir Filistinlilerle protesto gösterisi yapılmadı. Bu durumun Körfez devletlerinin büyük kısmının şu ana kadarki tutumuyla uyum içerisinde olduğunu kaydeden Bank, üstelik BAE'nin başlangıçta aslında İsrail tarafında yer aldığını aktardı.

Hamas'ın müttefiği olan, başkenti Doha'da üst düzey Hamas yöneticilerinin yaşadığı Katar ise, İsrail'i şu ana kadar birçok kez açık biçimde eleştirdi. Bunun karşısında Katar Başbakanı El Thani, Kasım ayı sonunda Frankfurter Allgemeine Zeitung'a (FAZ) verdiği söyleşide, ülkesinin İsrail'le faydacı bir ilişkisi olduğunu ifade etti. "Biz Katar'da, İsrail ile sorunumuzun işgal ve Filistin sorunu olduğunu tekrar tekrar söyledik. İsrail ve Katar arasında bunun dışında başka hiçbir direkt sorun bulunmamaktadır" diyen Thani, bu sorunların çözümü için çaba sarf edilmediği takdirde, bölgenin sonsuza dek şiddete sahne olacağını kaydetti. Al Thani, "Bu soruna çözüm arandığı takdirde, neden İsrail'le sorunumuz olsun ki?" sözlerini de sarf etti.

Hamas'ın Gazze'deki tünellerinde ilerleyen bir İsrail askeri
Hamas'ın Gazze'deki tünellerinde ilerleyen bir İsrail askerinull Ronen Zvulun/REUTERS

Ortak çıkarlar

Savaşın ne yöne evrileceği ve ne kadar süreceği sorularının yanıtları, henüz belirsizliğini koruyor. Savaş diğer ülkelere yayılır mı, savaşta daha kaç insan hayatını kaybeder gibi soruların yanıtları, Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkilerini doğrudan ilgilendiriyor.

Ancak uzmanlar, İsrail ile Arap dünyası arasındaki yakınlaşmanın Ortadoğu'daki savaş ve Gazze Şeridi'nde yaşanan yüksek can kaybı nedeniyle çıkmaza girmeyeceğini düşünüyor. Birçok uzman, Arap liderlerin mevcut tutumlarının, Arap toplumlarında son derece yaygın olan İsrail karşıtı tavra uyan birer sözden ibaret olduğu görüşünde.

Heidelberg'de bulunan Yahudi Çalışmaları Yüksekokulu'ndan Johannes Becke, "Arap-Müslüman devletlerin Kasım ayı başında Riyad'daki zirvede beklendiği gibi sert bir retorik benimsediği ancak bu retoriğin orada kaldığı izlenimine sahibim" değerlendirmesini yaptı.

Becke, bunu, çoğu Arap devletinin İsrail ile bağlantılı ekonomik ve jeostratejik çıkarlarının, Hamas terörü ve Gazze savaşına rağmen değişmediği görüşüyle açıkladı. İsrail'in ekonomi ve teknoloji alanlarında çekici bir ortak potansiyeline sahip olduğuna dikkat çeken Becke, İsrail ile yakınlaşmanın aynı zamanda ABD ve diğer Batılı ülkelerle ilişkiler açısından da avantajları beraberinde getirdiğine vurgu yaptı. Bu ülkelerin ortak noktalarından biri de, İran'ın bölgedeki etkisinin sınırlı tutmayı amaçlamaları, ki bu da İran'ın ezeli düşmanı İsrail'in çıkarlarıyla örtüşüyor.

Gazze Şeridi'nde İsrail bombardımanı sonrasında yıkılmış binalar
Gazze Şeridi'nde İsrail bombardımanı sonrasında yıkılmış binalarnull Hatem Ali/AP Photo/picture alliance

Ortadoğu ve her yönde uçuşan roketler

Öte yandan Ortadoğu uzmanı Becke, örneğin Suudi Arabistan'ın, 2023 yılının sonlarına doğru, Çin arabuluculuğunda İran ile ilişkilerini güçlendirdiğine dikkat çekti. Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki yakınlaşma da, Hamas'ın İsrail'e saldırısıyla eş zamanlı olarak sekteye uğradı.

Becke, Yemen'de İran destekli Husilerin, Aralık ayı başında, Hamas'ı destekleme amacıyla İsrail yönüne roket fırlattığını ancak bu noktada Suudi Arabistan'ın devreye girerek bu roketleri havada imha ettiğini aktardı. Becke, "Bu roketler, henüz kısa süre önce Suudi Arabistan'a fırlatılıyordu ve bir gün Suudiler yeniden bu roketlerin hedefi olabilirler" değerlendirmesinde bulundu. Becke, "Bu çerçevede, Arap-İsrail yakınlaşmasını destekleyen jeopolitik argümanların, Hamas'ın saldırısıyla değişmediğini söylemek mümkün. Tam aksine: Saldırı, bu argümanları güçlendirmiş bile olabilir" diye konuştu.

Savaşın toplumsal gücü

Ancak Arap ve İslam dünyasında sürmekte olan Filistin yanlısı gösteriler, savaşın insanları ne derecede mobilize edebileceğini gözler önüne serdi. Bu nedenle, uzmanların görüşü, savaşın hızlı ve kalıcı bir biçimde sonlandırılmasının, Arap liderlerin önemli bir kısmının çıkarına olacağı görüşünde. Aksi takdirde, savaşın bu liderlerin temsil ettiği toplumlarda istikrarsızlığı tetiklemesi ihtimaller dahilinde.

Bu çerçevede, İsrail ile yakınlaşma süreci, ancak silahlar sustuğunda ve Filistinliler nihayetine belirli bir kazanım elde ettiğinde yeniden mümkün olacak: Örneğin iki devletli çözümün hayata geçirilmesi gibi bir durumda.

Katar Başbakanı Al Thani, FAZ'ye verdiği söyleşide, tamı tamına buna atıfta bulundu:

"Filistin sorunu artık görmezden gelinemez."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Ortadoğu’da savaş: İsrail’e öfke radikalleşmeye yol açar mı?

Ürdün'de yaşayan Filistin kökenli genç film yönetmeni Omar Rammal Instagram'daki paylaşımında, duyduğu öfkeyi "Artık ne onların dillerinde konuşmak, ne filmlerini izlemek ne de ünlülerini takip etmek istiyorum" sözleriyle dile getiriyor.

Yaklaşık 800 bin takipçisi olan 26 yaşındaki Rammal, "Benim için hepsi aynı" diyor ve ekliyor: "Taş kalpliler. Biz onlar nezdinde daha az insanız."

Rammal'ın bu sözleri sadece İsrail'e değil genel anlamda Batı'ya kızgın olduğunu, hayal kırıklığı yaşadığını açıkça gözler önüne seriyor. Ve Rammal yalnız değil, Arap dünyasında bu duygu ve düşüncelere sahip olanların sayısı bir hayli artmış durumda.

Almanya, Avrupa Birliği (AB) ve ABD tarafından terör örgütü olarak tanınan Hamas'ın İsrail'i hedef aldığı 7 Ekim'deki saldırısı sonrasında yaşanan gelişmeler Arap dünyasında geniş yankı buluyor.

Algıların değişiminde dönüm noktası: 7 Ekim

İsrail, militan İslamcı Hamas'ın saldırısından sonra Gazze Şeridi'ni bombalamaya başladı ardından da kara harekatı başlattı. Son iki aydır Gazze'den paylaşılan görüntüler pek çok kişiyi dehşete düşürüyor.

Gazastreifen | Reaktionen nach Luftangriff in Rafah
İsrail’in Gazze’yi hedef alan ve binlerce sivilin hayatını kaybettiği bombardımanları Arap dünyasında öfkeye yol açıyor.null Ibraheem Abu Mustafa/REUTERS

ABD merkezli kamuoyu araştırma kuruluşu Arap Barometresi tarafından yapılan bir ankete göre Gazze'de artan ölümler Ortadoğu'daki tutum ve algıda çok hızlı bir değişime yol açıyor.

Bu kuruluş, Tunus'ta düzenli olarak yaptığı kamuoyu araştırmalarından birini tam yarıladığı esnada, 7 Ekim yaşandı ve İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının yoğunlaştığı sırada elde edilen sonuçlarda büyük ve hızlı değişim gözlemledi. Zira sonuçlar, sadece 20 gün içinde İsrail'e yönelik algının kötüleştiğini gösterdi. Uzmanlar, bu denli büyük bir değişikliğin normalde ancak bir kaç yılda gerçekleşebileceğine işaret ediyor.

Bu arada Arap Barometresi ağının Tunus'ta yaptığı anket bir diğer çarpıcı gelişmeyi daha gün ışığına çıkartıyor: Tunuslular, Hamas'ı destekleyen İran liderliği hakkında daha olumlu bir algıya sahip olmaya başladı.

Siyasetçiler ve uzmanlar neden endişeli?

Tunus'ta gözlemlenen bu durum, aslında Ortadoğu genelinde yaşanan değişimi yansıtıyor, bölgedeki üst düzey siyasilerin açıklamaları da bunu teyit ediyor.

Ürdün Kralı II. Abdullah, Kasım'da AB yetkilileriyle yaptığı görüşmede, Gazze ihtilafının bölgede on yıllar boyunca sürecek bir radikalleşmeyi körükleyeceği endişesini paylaştı. BBC'ye konuşan ancak isminin paylaşılmasını istemeyen bir diğer Arap ülkesinin dışişleri bakanı ise savaşın gençler üzerindeki etkisinden kaygılandığını vurgulayarak "Gazze'de yaşananları televizyonlardan izliyorlar ve gittikçe öfkeleniyorlar" dedi.

Ürdün’de Filistinlilere destek amacıyla gösteriler düzenleniyor.
Ürdün’de Filistinlilere destek amacıyla gösteriler düzenleniyor. null Alaa Al Sukhni/REUTERS

Ürdün'de çatışmaların barışçıl çözümü alanında faaliyet gösteren Barış için Nesiller adlı örgüt ise yürütülen araştırmaların adalet algısının radikalleşmede kilit bir faktör olduğunu ortaya koyduğunu, bu nedenle bölgede yaşanan son gelişmelerden kaygı duyduklarını aktardı.

Mısırlı gazeteci Hossam el-Hamalavy de Gazze'deki gelişmelerin, Almanya gibi Batılı ülkelerin bu ihtilaf konusunda takındıkları tutumun, ülkesinde tepkiye yol açtığını söylüyor. DW'nin sorularını yanıtlayan Mısırlı gazeteci, "Almanya'nın İsrail'e verdiği koşulsuz destek Mısırlıları daha da öfkelendirdi” diyor.

Bölge liderleri değişen algıyı gözardı edebilir mi ?

Filistin meselesi Arap halkları için her daim büyük önem taşıdı ve bölge halkları da zaten İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi konusunda liderleri kadar istekli de değildi.

Israel Angriff auf Wohnhäuser in Rafah
null Abed Rahim Khatib/dpa/picture alliance

Peki, vatandaşların siyasi karar alma süreçlerinde pek de söz hakkına sahip olmadıkları bu ülkelerdeki yönetimler halkın ne düşündüğünü önemser mi?

Arap Barometresi'nin Araştırma Direktörü Salma al-Şami DW'ye, "Hiç bir rejim, antidemokratik olsa da, asla tam anlamıyla halka hesap verme sorumluluğundan muaf değil" dedi. Şami, demokratik olmayan ülkelerdeki rejimlerin ancak bir yere kadar kamuoyu algısını görmezden gelebileceğine dikkat çekerek halkı karşısına almanın ilgili rejimler için de kolay olmadığını, "Bu, maliyeti arttırır" sözleriyle açıkladı.

Ortaya çıkan tablo, Filistin devleti meselesinin gelecekte, son yıllarda olduğu gibi, bir kenara itilme ihtimalinin daha düşük olduğunu gösteriyor.

Öfke şiddete dönüşebilir mi?

Son yıllarda Arap Barometre'nin anketlerine katılanlarda, siyasi amaçlar için şiddet kullanımını reddetme eğilimi daha güçlüydü. Son Tunus anketi, 7 Ekim sonrasında bunda yaşanan değişimi ortaya koyuyor.

7 Ekim öncesinde ankete katılan Tunusluların üçte ikisi Filistin'de iki devletli çözümden yana olduklarını söylerken sadece yüzde 6'lık bir kesim, silahlı direnişi destekleyen "diğer" kategorisini seçti. Ancak 7 Ekim'den bu yana buna destek verenlerin oranı yüzde 36'ya yükseldi.

Gazze Şeridi’nden yayınlanan görüntüler dehşete yol açıyor.
Gazze Şeridi’nden yayınlanan görüntüler dehşete yol açıyor.null Omar Albam/DW

Artan öfkenin gerçekten de radikalleşmeye ve şiddeti araçsallaştıran aşırıcılığa evrilip evrilmeyeceği bilinmiyor.

Ancak Ortadoğu'daki savaş Avrupa ve ABD'yi de etkiliyor. Gazze'deki savaş, Batılı ülkelerde duygusal bölünmelere yol açarken, aynı zamanda ırkçı, antisemitik ve İslamofobik eylem ve söylemlerde de artışa neden oldu. Avrupa Komisyonu'nun İçişlerinden Sorumlu Komiseri Yiva Johansson da Kasım ayında yaptığı açıklamada toplumsal kutuplaşmanın Avrupa'da şiddet riskini artırdığına işaret etti.

İhtilafın çözüme kavuşturulmaması riskleri artırıyor

Hamas bugüne kadar, İsrail ve işgal altındaki Filistin toprakları dışında, herhangi bir terör saldırısından sorumlu tutulmadı. Ancak son haftalarda bunun değişebileceği yönünde endişeler dile getiriliyor.

Geçen haftalarda Almanya ve Hollanda'da düzenlenen operasyonlar bu endişeyi artırdı. Operasyonlarda Hamas ile bağlantılı oldukları ve "Avrupa'da saldırı planladıkları” iddiasıyla tutuklamalar gerçekleşti.

Bu arada El Kaide ve IŞİD gibi örgütler de, Yahudilere karşı saldırılar düzenlenmesi yönünde çağrılar yapmaya başladı.

Lahey'deki Uluslararası Terörle Mücadele Merkezi'nden kıdemli uzman Tanya Mehra, "Çatışmalar devam ettiği müddetçe daha fazla üye toplayabilirler” uyarısında bulunuyor.

Çok farklı aktörler ihtilafı araçsallaştırıyor

Mehra, aslında dünyanın farklı bölgelerinde, çok farklı grupların Ortadoğu ihtilafını kendi çıkarları için kullanmaya çalıştıklarına dikkat çekiyor.

Aşırı sağcı grupların bu gelişmeleri göçmen karşıtlığı ve antisemitizmi körüklemek için araçsallaştırdıklarına işaret eden Mehra, Kasım ayında Paris duvarlarına çizilen Davut Yıldızları'nda Rusya'nın parmağı olduğu iddiasını da hatırlattı. Tanya Mehra, ayrıca Gazze'deki gelişmelerin aynı zamanda güney ve güneydoğu Asya'da radikalleşme ve şiddet içeren aşırıcılığın artmasına da yol açtığını kaydetti.

Siyasi gözlemciler ayrıca Hindistan'daki aşırı sağcı grupların ülkedeki Müslümanlara karşı nefreti körüklemek için Ortadoğu'daki ihtilafı kullandıklarını aktarıyor.

Dünya genelinde olduğu gibi Almanya’da da Ortadoğu’da yaşananlarla ilgili gösteriler düzenleniyor. Bazı gösteriler Filistinlileri desteklemek için, bazıları da İsrail ile dayanışma için yapılıyor.
Dünya genelinde olduğu gibi Almanya’da da Ortadoğu’da yaşananlarla ilgili gösteriler düzenleniyor. Bazı gösteriler Filistinlileri desteklemek için, bazıları da İsrail ile dayanışma için yapılıyor.null Michael Kuenne/PRESSCOV/ZUMA/picture alliance

Arap Barometresi'nin Araştırma Direktörü Salma al-Şami ise radikalleşme ihtimalinin önemli bir endişe olduğunu söylemekle birlikte, gelişmelere sadece bir güvenlik perspektifinde bakılmaması gerektiğini savunuyor ve şunları kaydediyor:

"Filistin önemli çünkü insan hakları önemli, adalet önemli ve kendi kaderini tayin etmek önemli. Arap halkları, ister kendi iç mücadelelerinde olsun isterse bölgesel mücadelelerinde olsun,  tutumları ve eylemleriyle bu temel değerlerin sözde kalmaktan daha fazlasını hak ettiğini sürekli olarak teyit etmişlerdir.”

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

İsrail Hamas'ı gerçekten "ortadan kaldırabilir" mi?

İsrail'de Başbakan Benyamin Netanyahu başta olmak üzere üst düzey hükümet yetkilileri ısrarla Hamas'ı ortadan kaldıracaklarını söylüyor.

Bazı İsrail televizyon kanallarında düzenli olarak "Birlikte kazanacağız" sloganları ekrana geliyor.

Peki Hamas'ı tamamen ortadan kaldırmak ve böyle bir durumda "kazanmak" gerçekten mümkün mü?

Uzmanlara göre, hayır.

İsrail; Avrupa Birliği'nin (AB) yanı sıra Almanya ve ABD dâhil birçok ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısından beri 2 milyonu aşkın Filistinlinin yaşadığı Gazze Şeridi'ni bombalıyor. Gıda, su ve yakıt ulaştırılmasına izin vermeyerek abluka altında tuttuğu Gazze'ye yönelik kara harekâtı da başlattı.

Buna rağmen analistlerin çoğu Hamas'tan tamamen "kurtulmanın" mümkün olmayacağı görüşünde. Bu şekilde düşünmelerinin ana nedeniyse Hamas'ı "bir militan örgütünden fazlası" olarak görmeleri.

Bir sosyal hareket olarak Hamas

Alman düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı'ndan Ortadoğu uzmanı Guido Steinberg, DW'ye yaptığı değerlendirmede, Hamas'ın 20 bin ile 30 bin arasında savaşçısı olduğunu belirtti.

Ancak ekledi: "Ancak Hamas aynı zamanda Gazze Şeridi'nde geniş kitlelerce desteklenen bir sosyal hareket. Ve uzun vadedeki problem de bu."

Hamas, 2007 yılından beri Gazze Şeridi'ni kontrol ediyor. Sosyal hareketinin bir parçası olarak "Dawah" adı verilen bir yardım ağı da bulunan Hamas'ın bu sivil ağının 80 bin ila 90 bin üyesinin olduğu tahmin ediliyor.

Oxford İslam Sözlüğü'ne göre, Arapça'da "çağrı" veya "davet" anlamlarına gelen "dawah", sosyal yardımlar aracılığıyla daha fazla mümini belli bir inanca doğru çekmek olarak tanımlanıyor.

New York'taki Columbia Üniversitesi'nden modern Arap tarihi uzmanı Rashid Khalidi, İsrail'in Hamas'ı "bir kurum ya da bir siyasi, dini ve kültürel yapı" olarak ortadan kaldıramayacağı görüşünde. Khalidi, geçen Ekim ayı sonunda İspanyol gazetesi El Pais'e yaptığı açıklamada, Tüm liderlerini de öldürseler, tüm silahlı militanlarını da öldürseler, Hamas bir siyasi güç olarak kalacak. Üstelik bu, İsrail Gazze'yi işgaline son verse de olacak. Yani Hamas'ı bir siyasi kurum olarak ortadan kaldırmak, Hamas'ı bir fikir olarak yok etmek imkânsız" diyor.

Khalidi, İsrail'in yapabileceği tek şeyin, Hamas'ın askeri kabiliyetlerini azaltmak olabileceğini belirtiyor. Bunun da sadece "belli ölçüde ve belirli bir süre için" olabileceği görüşünde.

İsrail saldırıları sonrası Han Yunus mülteci kampında yaralananları taşıyan Filistinliler
İsrail saldırıları sonrası Han Yunus mülteci kampında yaralananları taşıyan Filistinlilernull Mohammed Dahman/AP Photo/picture alliance

Hamas'ın askeri potansiyelini yok etmek

Her sene yayımlanan Global Firepower Endeksi'ne göre, İsrail 2023 yılında dünyanın en güçlü 18'inci ordusuna sahip ülkesi konumunda. Mukayese yapmak gerekirse, Almanya bu listede 25'inci sırada bulunuyor.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) raporu ise İsrail'in geçen yıl gayrisafi millî hasılasının (GSMH) yüzde 4,5'ini savunmaya harcadığını ortaya koyuyor.

Bu, ABD ve Almanya'nın savunmaya ayırdığı GSMH oranının da üzerinde. SIPRI'ye göre, 2022 yılında ABD, GSMH'sinin yüzde 3,5'ini, Almanya ise yüzde 1,4'ünü savunmaya ayırdı.

Diğer yandan Hamas'ın askeri kanadı daha ziyade bir gerilla grup gibi hareket ediyor. Örgüt, silahlarının büyük kısmını Gazze Şeridi'ne kaçırdı.

İsrail'in Hamas'ı zayıflatacak ve liderlerini ele geçirecek kaynaklara sahip olduğu ortada. İsrail hükümeti son dönemde 5 bin ila 7 bin Hamas savaşçısını öldürdüğü yönündeki tahminini kamuoyuyla paylaştı.

Söz konusu bilgi doğru kabul edildiği takdirde, bu İsrail için kısmen bir başarı olarak değerlendirilebilir. Zira Hamas'ı zayıflatmak İsrail'in elinden gelebilecek en iyi şey olarak görülüyor.

Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Uluslararası Kriz Grubu'ndan uzmanların geçen haftaki raporunda, "Bazı Batılı yetkililer İsrail'in şu ana kadarki operasyonunun, artırılan sınır güvenliği de göz önünde bulundurulduğunda, Hamas'ın bir daha 7 Ekim'deki gibi bir saldırı düzenleyemeceğini garanti altına aldığına inanıyor" denildi.

ABD'nin eski Ortadoğu temsilcisi Dennis Ross, Ekim ayının sonunda New York Times için kaleme aldığı görüş yazısında, "Hamas'ın İsrail'le 2009, 2012, 2014 ve 2021 yıllarında girdiği çatışmaların ardından yaptığı gibi tekrar silahlanacağı ve yeniden güçleneceği neredeyse kesin" ifadesini kullandı. Ross bu nedenle Hamas iktidardan düşürülene dek ateşkese de karşı olduğunu belirtti.

Gerilla gruplarını yenmenin zorluğu

Geçmişte çok az sayıda ulusal ordunun gerilla örgütlerini kesin olarak yenebildiği bir gerçek.

Başarısız örnekler arasında ABD'nin Afganistan'da Taliban'a, Irak'ta da isyancı gruplara karşı verdiği mücadeleler sayılabilir.

Sri Lanka hükümetinin ülkedeki iç savaşta ayrılıkçı grup Tamil Kaplanları'nı yenmesi, ulusal orduların galip çıktığı vakalara örnek verilmek istenildiğinde ilk akla gelenlerden biridir.

Ancak bu savaş 26 yıl sürdü ve 80 bin ila 100 bin kişinin hayatına mal oldu. Her iki tarafın da olası savaş suçlarına sahne oldu.

Bazı durumlardaysa bir isyancı grubun zayıflasa da hayatta kalmayı başardığına ve ileride daha aşırılıkçı bir şekilde yeniden ortaya çıktığına şahit olundu. Bunun en bilinen örneği, El Kaide'den doğan IŞİD oldu.

İsrail, aralarında iki kurucusunun da bulunduğu bazı liderlerini suikastla ortadan kaldırmış olsa da Hamas'ı hiçbir zaman kesin olarak yenmeyi başaramadı.

Gazze'de İsrail saldırıları sonucunda yıkılan bir cami
Gazze'de İsrail saldırıları sonucunda yıkılan bir caminull Doaa Rouqa/REUTERS

Bir fikir nasıl öldürülebilir?

Küresel istihbarat ve risk analizi danışmanlığı şirketi Sibylline Ltd'nin başında bulunan terör uzmanı Justin Crump, "İsrail ordusu yapabileceği en iyi işi yapabilir. Lider kadrosunu ortadan kaldırabilir. Füze fırlatma tesislerini imha edebilir. Ama Hamas fikrini imha edemeyecektir" diyor.

DW'ye konuşan Crump, Hamas'ı sadece askeri yollardan ortadan kaldırmanın bir anlam ifade etmediğini, zira "bazı Gazzeliler Hamas'a sırtını çevirirken Gazze'deki diğer insanların hâlen Hamas'a sempati duyduğunu" belirtiyor. Crump, "Bu eylemlerden ötürü İsrail'e öfkelenecekler ve bu da her zaman olduğu gibi şiddet sarmalını körükleyecektir" diye ekliyor.

Uluslararası Kriz Grubu, 9 Aralık'ta yayımladığı raporda, "iki ayı aşkın süredir devam eden yoğun İsrail operasyonları sonrası Hamas'ı savaşan güç olarak ortadan kaldırmanın dahi zor bir görev olacağının ve bunu gerçekleştirmeye çalışmanın Gazze'den geriye kalanı da yok edeceğinin net bir şekilde ortaya çıktığını" belirtti.

Gazze'de Hamas yönetimindeki sağlık bakanlığı, İsrail'in bölgeye yönelik operasyonlarında şu ana kadar yaklaşık 20 bin kişinin hayatını kaybettiğini, 50 bin kişinin de yaralandığını belirtiyor. İsrail'deki Open Üniversitesi'nin Sosyoloji, Siyaset Bilimi ve İletişim Fakültesi'nden Dr. Yagil Levy'in analizine göre, Gazze'de hayatını kaybedenlerin yaklaşık yüzde 60'ının sivil olduğu tahmin ediliyor. Gazze'deki binaların yarısından fazlası yıkıldı, nüfusun yüzde 90'ı yerinden edildi.

Uluslararası Kriz Grubu uzmanları, "Netanyahu, Hamas'ın yok edilmesinin Gazze'yi radikallikten uzaklaştıracağını iddia ediyor. Ama tersi de muhtemel" uyarısında bulunuyor.

Uzmanlar, "Devam eden operasyonlar ve akabindeki etkileri, yeni ve belki de daha inatçı militanlık türlerinin ortaya çıkmasına neden olacak" diye ekliyor.

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl ulaşabilirim?

Gazze Tünelleri: Bombalardan sonra su baskını mı?

CNN ve The Wall Street Journal'da yer alan haberlere göre, İsrail ordusu  Gazze Şeridi'nde bazı tünellere deniz suyu pompalamaya başladı. İsrail'in bu yöntemin Hamas'la mücadeleye uygun olup olmadığını test ettiği belirtiliyor. DW merak edilen sorulara yanıt aradı:

Tünellere daha önce su pompalandı mı?

Gazze ile Mısır arasındaki sınır bölgesindeki bazı tünellere 2015 yılında Mısır ordusu tarafından su pompalanmıştı. ABD de Vietnam Savaşı sırasında karmaşık tünel sistemlerinde savaş deneyimi kazanmıştı. Ancak askeri tarihte tünellerde su taşkınlarına ilişkin başka bir örnek yok.

Amerikan medyasında yer alan haberlere göre tünellerde geniş çaplı bir su baskını için yapılan hazırlıklar yapan İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki El Şati mülteci kampı çevresine odaklanıyor. İsrail ordusunun, bölgede tünellere saatte 100 bin litre su pompalama kapasitesine sahip altı adet pompa inşa ettiği öne sürülüyor.

Tünelleri su altında bırakmanın ne tür sonuçları olur?

İsrail ordusunun hesabı açık: Tünellerin sular altında kalması, teröristleri yerüstüne çıkmak zorunda bırakacak. Ancak gözlemciler, bu şekilde tünellerde rehin tutulduğu tahmin edilen hayattaki rehinelerin de hayatının tehlikeye girebileceği uyarısında bulunuyor. Hamas'ın 7 Ekim'de esir aldığı yaklaşık 240 rehinenden 130'unun hala örgüün elinde olduğu tahmin ediliyor. Hamas Batılı ülkeler tarafından terör örgütü olarak kabul ediliyor.

Yüzbinlerce litre deniz suyunun yeraltına pompalanmasının 2 milyon 200 bin nüfuslu Gazze'de binaların statiğini de olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekiliyor. İsrail'in Beerşeba kentinde bulunan Ben-Gurion Üniversitesi'ndeki Zuckerberg Enstitüsü'nden Eilon Adar, tuzlu suyun pompalanmasının olası tali zararlarına dikkat çekiyor. Times of Israel'e konuşan İsrailli Uzman, "Bunun yeraltı suyu kalitesine olan olumsuz etkisi nesiller boyu sürebilir" diyor. Gazze'de şu anda bile yeraltı suyu ve içme suyunun kalitesinin düşük olduğu belirtiliyor.

Gazze'de ne zamandan bu yana tüneller var?

Hamas, 2007 yılında Gazze'de iktidarı ele geçirmesinden bu yana devasa bir tünel ağı oluşturmaya başladı. Tünellerin 40 km uzunluğunda ve genişliği 6 ile 12 kilometre arasında değişen kıyı şeridinin büyük bölümünden geçtiği tahmin ediliyor.

Tüneller, ilk yıllarda Gazze'ye yönelik ablukanın aşılması amacını taşıyordu. Mısır'daki Sina Yarımadası'na kadar uzanan tünellerlerde silah, insan ve gıda kaçakçılığı yapılıyordu. Daha sonra ise Hamas askeri bir mantık çerçevesinde tünelleri Gazze Şeridi'nin tümüne yaymaya başladı.

Kısmen güçlendirilmiş bu sistemin çökertilmesiyle terör örgütünün stratejisinin özünü oluşturan İsrailli birliklere yakalanmadan hareket etme kabiliyetini kaybedeceği düşünülüyor. Öte yandan bu sayede pusu kurma kabiliyetinin yanı sıra erzak ve ateş gücünün de zayıflayacağı, tüm bunların sonucu olarak da Hamas'ın askeri anlamda çöküş yaşayacağı tahmin ediliyor.

Gazze Şeridi'nde içme suyu kıtlığı yaşanıyor
Gazze Şeridi'nde içme suyu kıtlığı yaşanıyornull Mohammed Talatene/dpa/picture alliance

Tünel sisteminin büyüklüğü ne kadar?

ABD askeri akademisi West Point'ten uzmanların yaptıkları bir çalışmada, kumlu toprak altında toplam uzunluğu 500 kilometreyi bulan  bir "yeraltı şehrinden" söz ediliyor. İsrail silahlı kuvvetleri bu geniş tünel sistemini bazen "Gazze yeraltı demiryolu" olarak adlandırıyor.

Hamas tünel sistemini ilk kez 2014'teki Gazze Savaşı sırasında İsrail'e karşı kullanmıştı. O dönemde İsrailli uzmanlar tünel sayısını 1300 olarak tahmin etmişti. İsrail 2021 yılına kadar tünel sisteminin yüz kilometrelik bir kısmını yok ettiğini iddia ediyor. Ancak, bu sisteme sürekli olarak yeni yeraltı yolları ekleniyor. Mevcut çatışmada İsrail silahlı kuvvetleri şimdiye kadar 800'den fazla tünel şaftı bulduklarını ve bunların çoğunu imha ettiklerini öne sürüyor.

Tüneller ne kadar donanımlı?

Tünel sisteminin girişlerinin bazıları evlerin, camilerin ve dükkanların altında yer alıyor, ancak muhtemelen hastaneler gibi özel olarak korunan yerlerin yakınında da bulunuyor. Hamas'ın serbest bıraktığı İsrailli rehineler, yerüstüne çıkmadan önce saatlerce ıslak ve nemli tünellerden oluşan bir "örümcek ağının" içinden geçirildiklerini anlatıyor. Rehineler ayrıca Hamas teröristlerinin tünellerden motosikletlerle geçtiklerini de belirtiyor.

Tüneller ilk yıllarda geçici olarak donatılmış olsa da artık pek çok tünel betonla kaplanmış ve madencilik yöntemleriyle daha güvenli hale getirilmiş durumda. Tünellerde elektrik hatlarına ek olarak, temiz su ve atık su için ayrı hatlar dahi olduğu tahmin ediliyor. Uzmanlara göre destekli ve havalandırmalı tünellerin inşası kilometre başına yaklaşık 500 bin ABD dolarına mal oluyor. İsrail 2014 yılında tünel inşaatının toplam maliyetini 1.25 milyar dolar olarak hesaplamıştı.

Tünellerin askeri açıdan önemi nedir?

Tüneller ele geçirilmesi zor olan ve Hamas'ın muhtemelen haftalar boyunca yakıt ve yiyecek depoladığı bir geri çekilme alanı. Terör örgütünün savaşçılarının komuta ve koordine edildiği komuta ve kontrol noktaları tünel ağı boyunca yayılmış durumda. İsrail silahlı kuvvetleri, Şifa hastanesinin altında da böyle bir merkez bulduklarını iddia etmişti.

Tünellerin aynı zamanda Hamas'ın İsrail'e sürekli olarak attığı binlerce roket için bir depolama ve üretim merkezi olarak hizmet verdiği belirtiliyor. Roketler tünellerden dışarı taşınıyor ve hemen ardından ateşleniyor.

Tünel sistemi, Hamas'ın birçok mevzisine yeraltından ulaşılabilecek şekilde tasarlanmış durumda. Bunun da savaşçıların İsrail kara birliklerine yönelik bir saldırının ardından hızla ve fark edilmeden geri çekilmesini sağladığına dikkat çekiliyor.

İsrail ile Gazze Şeridi arasındaki Hamas tünelleri
İsrail ile Gazze Şeridi arasındaki Hamas tünellerinull Patrick Baz/AFP

Tünellerle şimdiye kadar nasıl mücadele edildi?

İsrail silahlı kuvvetleri şimdiye kadar tünelleri çoğunlukla havadan bombaladı. Bu da, kısmen evlerin çökmesine neden olan çok sayıda yakıt ya da mühimmat patlamasına yol açtı.

Tünellerle havadan mücadele etmek son derece zor çünkü önemli tünel unsurları toprağı delen özel bombalar için bile ulaşılması zor bir nokta olan 70 metre derinlikte yer alıyor. Kamuya açık bilgilere göre tüneller hendeklere benzer şekilde zikzak şeklinde inşa edildi. Bunun, patlama dalgalarının yıkıcı gücünü azaltan bir inşa yöntemi olduğu belirtiliyor.

İsrail ordusu, tünel savaşında köpekler tarafından desteklenen Yahalom birimi adında kendi özel birimini oluşturdu. Tünellerde bubi tuzaklarını tespit etmek ve yeraltında savaşırken zaman ve mekan algısını hızla kaybeden askerler için yüksek riski azaltmak amacıyla robotlar da kullanılıyor.

Ayrıca özel birliklerin, tünelleri geçilmez kılan ve hızla sertleşen bir köpük üreten özel "sünger bombaları" kullanması da öngörülüyor. ABD'deki Modern Savaş Enstitüsü'nden şehir savaşı konusunda uzman olan John W. Spencer, ABD Silahlı Kuvvetler Enstitüsü tarafından düzenlenen bir podcast yayınında, "Yukarıda kullandığınız hiçbir şey aşağıda işe yaramaz. Nefes almak, görmek, yön bulmak, iletişim kurmak ve askeri araçları kullanmak için özel ekipmanlara ihtiyacınız var. Özellikle de ateş etmek için" değerlendirmesinde bulundu.

 

Gazze'de Filistinliler sığınacak yer bulmakta zorlanıyor

İsrail ile ABD ve Avrupa Birliğinin (AB) terör örgütleri listesinde yer alan Hamas arasındaki savaşın başlamasından iki ay sonra İsrail ordusu, Gazze Şeridi'ne yönelik kara harekâtını on binlerce Filistinlinin daha güvenli olduğu düşüncesiyle kaçtığı güney bölgelerine doğru genişletti.

Savaşın ilk günlerinde Gazze kentinden güneye kaçan genç girişimci Hana Avad, "Artık kendimizi hiçbir yerde güvende hissetmiyoruz. İşini, ailemizin üyelerini, evimizi, inancımızı, konforumuzu ve hatta kentimizi kaybettik" diye yakınıyor.

İsrail'in Ekim ayı sonunda kara harekâtı başlatmasının ardından Avad ve ailesi de Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki diğer on binlerce Filistinli gibi Mısır sınırı yakınındaki Refah'a kaçmak zorunda kalmış. İsrail ordusu Filistinlilere Gazze'nin kuzeyini tahliye ederek güneydeki "daha güvenli bölgelere" gitme talimatı vermesine rağmen güneyi de bombardımana tutuyor.

Gazze Şeridi'nin ikinci büyük kenti olan güneydeki Han Yunus'u abluka altına alan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) Çarşamba günü yaptığı açıklamaya göre, kentin "kalbinde" ilerleyişini sürdürüyor. Son günlerde kentin birçok bölgesinde tahliye talimatı veren bildiriler dağıtan ordu, halkın batıya veya güneydeki Refah'a gitmelerini isterken, bunun gerçekleşebilmesi için ateşe ara verileceğini kaydetti.

24 Kasım ile 1 Aralık tarihleri arasındaki geçici ateşkes sırasında da İsrail ordusu Han Yunus'un doğusunda yaşayan halka bölgeyi terk etme talimatı vermişti. İsrail ordu yetkilileri, 7 Ekim saldırısının mimarları arasında olduğu değerlendirilen Hamas'ın liderlerinden Yahya Sinvar'ın Han Yunus'ta saklandığını iddia ediyor.

Çarşamba günü yaptığı açıklamada "Güçlerimiz Gazze Şeridi'ndeki her yere erişiyor. Şimdi de Sinvar'ın evini kuşattılar" diyen İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu "Onu yakalamak an meselesi" ifadesini de sözlerine ekledi.

Refah'ta durum zorlaşıyor

"Han Yunus'tan gelen yerinden edilmiş insanların sayısının artmasıyla Refah'ta yaşamak son derece zorlaştı. Buna Gazze'nin her yerinden gelen, yerinden edilmiş insanlar da ekleniyor" diyen Avad'ın WhatsApp üzerinden gönderdiği mesajda arkada İsrail'e ait insansız hava araçlarının sesi duyuluyor. Avad, "Gerçekten güvenli bir yer bulmak zorlaşıyor" diyor.

İsrail ile radikal İslamcı Hamas militanları arasında bir hafta süren geçici ateşkes 1 Aralık'ta sona erdi. Bu süre içinde Hamas Gazze Şeridi'nden kaçırarak rehin tuttuğu 110 İsrailli ile yabancı ülke vatandaşını serbest bıraktı. Bunun karşılığında da İsrail 240 Filistinli tutukluyu tahliye etti.

Araçlarının içinde Filistinli bir aile
Filistinliler Han Yunus'tan kaçmaya çalışıyornull Mohammed Abed/AFP

Çatışmaların yeniden başlaması ise bölgede yaşayan halk için umutsuzluk ve zor koşullar yaratıyor. Geçici ateşkes çerçevesinde Refah Sınır Kapısı'ndan bölgeye insani yardım gönderilse de bu 7 Ekim saldırıları öncesindeki yardım miktarının çok altında kaldı. Gazze Şeridi'ndeki yıkım ve yerinden edilen halk düşünüldüğünde gönderilen yardım ihtiyaçları karşılamada yetersiz kaldı.

Gazze'nin güneyinde çatışmalar yoğunlaşırken, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, kısıtlı insani yardım bile sağlamanın neredeyse imkânsız hale geldiği konusunda uyarıda bulundu.

BM Şartı'nın nadiren işletilen 99'uncu maddesi uyarınca BM Güvenlik Konseyine gönderdiği mektupta "İsrail Savunma Kuvvetlerinin sürekli bombardımanı altında, sığınacak yer veya hayatta kalmak için gereken temel ihtiyaçların olmadığı bu vahim koşullarda kamu düzenin bozulacağını ve sınırlı insani yardımın bile imkânsız hale geleceğini tahmin ediyorum" ifadelerini kullanan Guterres, çatışmaların uluslararası barışı tehdit edebileceği uyarısını yaptı.

Gazze'de sivil halk için zorluklar artıyor

BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA) verilerine göre Gazze Şeridi'nde yaşayan yaklaşık 2 milyon 200 bin kişinin 1 milyon 800 bini, yani nüfusun yaklaşık yüzde 80'i savaş sırasında zorla yerinden edildi. Binlerce kişi Gazze'nin kuzeyinde kalırken, çoğunluğu da İsrail Savunma Kuvvetlerinin talimatlarına uyararak güneye gitti. Bazıları BM'ye ait okullara, akrabalarına sığındı, bazıları da çadırlarda ve hatta kendi araçlarında kalmaya başladı.

Avad gözlemlerini "Herhangi bir tür gıda malzemesi, yatak ve battaniye yok. Geçen iki günde yeni gelen yerinden edilmiş insanlar yere naylon serip kendilerine geçici olarak sığınacak yer yapmaya çalıştı" sözleriyle anlatıyor ve şöyle devam ediyor:

"Bazıları arabalarının içinde uyurken, bazıları da doğrudan sokakta, kaldırımda uyumak zorunda kaldı. Mevsim kış, bu da hayatı daha sert ve zor hale getiriyor."

Hamas'ın kontrolündeki Gazze Sağlık Bakanlığının verilerine göre savaşın başlamasından bu yana çoğunluğu kadın ve çocuk 17 binden fazla kişi öldürüldü. Çok daha fazlasının da enkaz altında kaldığı ve kayıp olduğu tahmin ediliyor.

Ölen Filistinlilerin sayısının yüksek olması üzerine İsrail hükümeti ve ordusu Hamas'ı sivilleri canlı kalkan olarak kullanmakla suçluyor. Hamas'ın bin 200 kişiyi öldürdüğü, yaklaşık 240 İsrailli ve yabancıyı rehin aldığı 7 Ekim'deki terör saldırısının ardından İsrail ordusu Gazze Şeridi'ne yönelik askeri harekâtına başlamıştı. Hâlâ 138 rehinenin Hamas'ın elinde olduğu tahmin ediliyor.

Bilgiler yetersiz

Savaşın başlamasının üzerinden iki ay geçerken, sivil halkın yerinden edilmesinin ve ölümlerin önlenmesi için İsrail'e yönelik çağrılar artmaya başladı. İsrail ordusu, geçen Cuma günü bölgelerindeki askeri faaliyetler konusunda halkı uyarmak amacıyla Gazze Şeridi'ni bölümlere ayıran bir harita yayımladı. İnternette haritaya ulaşmak mümkün olsa da sivil toplum kuruluşları ve halk iletişim hatlarının zayıflığı ve sürekli yaşanan elektrik kesintileri nedeniyle bu haritanın kullanılamaz olmasını eleştiriyor.

İsrail ordusu, halka tahliye talimatı veren broşürler dağıtıyor
İsrail ordusu, halka tahliye talimatı veren broşürler dağıtıyornull Abed Zagout/Andalou/picture alliance

Han Yunuslu Fares İbrahim ve ailesi, savaşın başlamasından bu yana birkaç kere yerlerini değiştirmiş. DW'ye konuşan 41 yaşındaki İbrahim, bu haritayı duyduğunu, telefonuna bazı bölgelerden uzak durması gerektiği yönünde İsrail Savunma Kuvvetlerinin mesajlarının geldiğini ancak "mesajların açık olmadığını" anlatıyor.

İsrail hava kuvvetleri de halka daha fazla bilgi içeren broşürler atıyor.

İbrahim, "Bu broşürlerden bilgi alıyoruz ve kendi aramızda da tartışıyoruz. Ancak internet erişimimiz olmadığı için belirli bölgeler konusunda emin değiliz" diyor.

İbrahim ve ailesi, şu anda Han Yunus kentindeki bir okulda sığınıyor.

"Sivillerin korunacağına dair verilen güvencelere rağmen, Han Yunus'taki birçok bölge hâlâ hedef oluyor ve bu da can kayıplarına yol açıyor" diyen İbrahim, Han Yunus'takilerin durumuna ilişkin olarak "O kadar çok belirsizlik var ki… özellikle de İsrail Savunma Kuvvetlerinin kentin tamamını karadan işgal etme ihtimalinin bulunduğuna ilişkin söylentiler var" ifadelerini kullanıyor.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Beş soruda Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Türkiye

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son haftalarda yaptığı açıklamalarda sık sık İsrail'de Benyamin Netanyahu hükümetinin Gazze Şeridi'nde insanlığa karşı suç işlediğini iddia ediyor ve uluslararası hukuk önünde hesap vermesi gerektiğini savunuyor.

Merkezi Hollanda'daki Uluslararası Ceza Mahkemesi, uluslararası alanda insanlığa karşı işlenen suçlardan sorumlu tek mercii. Bu mahkemenin kapsamını, Ankara'nın Ceza Mahkemesi nezdinde İsrailli yetkililer hakkında şikayetçi olup olamayacağını beş soruda derledik. 

Uluslararası Ceza Mahkemesi ne zaman kuruldu?

UCM'nin temeli, 17 Temmuz 1998'de kabul edilen Roma Statüsü'ne dayanıyor. Roma Statüsü, ilk aşamada Birleşmiş Milletlere (BM) üye 60 ülkenin onaylamasının ardından 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girdi. Mahkeme Başsavcısı da 16 Haziran 2003 günü Lahey'de yemin ederek görevine başladı.

Merkezi Hollanda'nın Lahey kentinde bulunan UCM, savaş suçu, soykırım ve işkence gibi insanlığa karşı işlenen ağır suçlarla ilgili yargılama yetkisine sahip. Suç işleyen taraf ülke vatandaşları kendi ülkesinde yargılanmıyor veya gönülsüz ve yetersiz şekilde yargılanıyorsa bu noktada UCM devreye girebiliyor. Prensipte insanlığa karşı suç işlediği kabul edilen bir devlet başkanı, darbeci bir lider veya bir kamu yöneticisi bu mahkemede hakim karşısına çıkarılabilir. Ancak bu yargılama yetkisi, mahkemeye taraf olan ülkelerin şikayetlerini kapsıyor.

Mahkemeye taraf olan şu an 123 ülke var. Ermenistan 1 Şubat 2024'te UCM'ye katılacak, böylece üye sayısı 124'e yükselecek. ABD, Rusya, Çin ve İsrail gibi bazı ülkeler, mahkemeye taraf değil. Özellikle Beyaz Saray, UCM'ye karşı olumsuz tutumuyla biliniyor. Hatta Washington'ın UCM Başsavcısı ve yetkililerine Afganistan'da Amerikan askerlerinin savaş suçu işlediği iddialarını soruşturduğu gerekçesiyle yaptırım kararı almışlığı bile var.ABD ayrıca pek çok ülkeyle kendi vatandaşlarını gerekli herhangi bir durumda mahkemeye teslim etmemeleri için ikili özel anlaşmalar imzaladı.

Türkiye de UCM'nin kurucu sözleşmesi Roma Statüsü'ne taraf olmayan ülkeler arasında. 

Uluslararası Ceza Mahkemesinin gücü ne kadar?

UCM'nin evrensel bir otorite olması amaçlanmış olsa da kuruluşundan 25 yıl sonra bu iddianın hayli gerisinde. Bunun nedeni hareket alanının sınırlı olması. BM'nin 193 üyesinin tamamının mahkemeyi tanımaması ve bir kolluk gücüne sahip olmaması sebebiyle çıkardığı tutuklama emirlerini kendisi uygulayamıyor. Diğer ülkelerin yardımına muhtaç olan UCM, şimdiye kadar etkili bir yargılama gücüne sahip olmadı.

Mahkeme örneğin 2023 baharında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında tutuklama emri çıkarttı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin null Mikhail Klimentyev/AFP/Getty Images

Rusya'da tutuklanması mümkün olmayan Putin ancak ülkeden ayrılması durumunda başka devletler tarafından Lahey'e nakledilebilir. Putin'in kendisini tutuklayacak ülkelere zaten seyahat etmediği düşünüldüğünde bu tutuklama emrinin şu an için sembolik bir karar olduğu söylenebilir.

Uluslararası Ceza Mahkemesinin baktığı davalar hangileriydi?

BBC Türkçe'nin haberine göre, faaliyetleri için yıllık 160 milyon dolarlık bütçeye sahip olan UCM, şu ana dek 40 davayı karara bağladı ve 10 kişi hakkında hüküm verdi. Mahkeme, eski Sudan lideri Ömer el Beşir ile öldürülen Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi hakkında tutuklama kararı çıkartmıştı.

Atılım Üniversitesi'nden uluslararası ceza hukukçusu Timuçin Köprülü de DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede, mahkemenin aslında büyük umutlarla kurulduğunu ancak kısa zamanda birçok taraf devlette hayal kırıklığı yarattığını dile getiriyor. Özellikle Afrika ülkelerinin mahkemeye yönelik tepkileri olduğunu kaydeden Köprülü, ABD'nin Roma Statüsü'nü önce onayladığını, ardından da imzasını çektiğini anımsatıyor. Köprülü, İsrail'in de aynı adımı attığına dikkat çekiyor.

Uluslararası ceza hukukçusuna göre, mahkemenin kurumsal bir polis teşkilatının olmaması başlıca sorunlarından biri. "Yakalama emri çıkan kişilerin UCM önüne çıkartılmasında sorunlar yaşanıyor. Taraf devletlerin bazıları emirleri yerine getirmekte gönülsüz davranıp mahkeme ile iş birliği yapmıyor. El Beşir hakkındaki yakalama emrinin yerine getirilmemesi bu konuda iyi bir örnek" diyor.

Netanyahu hakim karşısına çıkartılabilir mi?

ABD ve Avrupa Birliği'nin (AB) birçok ülkesi Filistin'i devlet olarak tanımıyor. Ancak Filistin 2012 yılında Birleşmiş Milletlere gözlemci olarak dahil edilmiş, 2015 yılında da UCM'ye üye olmuştu. İsrail, Roma Statüsüne taraf olmasa da Filistin Özerk Yönetimi'nin UCM'ye üye olması uluslararası mahkemeye yargılama yetkisini tanıyor.

UCM Başsavcısı Karim Khan, 17 Kasım'da CNN International'a yaptığı açıklamada, UCM'nin taraf bir ülkenin vatandaşlarına karşı işlenen suçlar üzerinde yargılama yetkisine sahip olduğunu söylemişti.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahunull Abir Sultan via REUTERS

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve ülkenin diğer yetkililerinin UCM'de savaş suçu iddiasıyla yargılanması için çok sayıda dilekçe verilmiş durumda. Devlet düzeyinde yapılan başvurular da mevcut. Güney Afrika, Bolivya, Bangladeş, Komorlar Devleti ve Cibuti, başvuran devletlerden. Bu ülkeler, Tel Aviv yönetiminin saldırılarının Roma Statüsü suçları kapsamına girebilecek eylemleri kapsadığını savunuyor. Rıza Türmen, "UCM, kurulduktan sonra işlenen suçlara bakıyor. Netanyahu da yargılanabilir" ifadesini kullanıyor.

Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısında hayatını kaybeden dokuz İsrail vatandaşının aileleri de UCM'ye şikâyette bulunmuştu.

Türkiye resmi olarak davacı olabilir mi?

Türkiye, Avrupa Konseyi'ne üye 46 ülke arasında Roma Statüsü'ne taraf olmayan tek ülke. Ankara'nın Roma Statüsü'nü imzalamamasının nedeni olarak ise PKK ile yaşanan çatışmalar gerekçe gösteriliyordu. Oysa Erdoğan, Başbakan olduğu 2004 yılında Fransa'nın Strasbourg kentinde bir konuşma yapmış ve "Türkiye'nin Roma Statüsü'nü onaylayarak UCM'ye taraf olacağını ilan ediyorum" diyerek Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyelerine bir vaatte bulunmuştu. Fakat bu sözlerin üzerinden tam 19 yıl geçti ve Türkiye, UCM'ye taraf olma yolunda herhangi bir girişimde bulunmadı. Bu nedenle Türkiye'nin, devlet olarak İsrail'den davacı olması mümkün gözükmüyor. Ancak Ankara, doğrudan davacı olamasa bile UCM Başsavcılığına ihbarda bulunabiliyor.

İktidara yakın İstanbul 2 No.lu Baro'dan bir heyet, savaş suçu işlediği belirtilen İsrailli şüphelilerin cezalandırılması için UCM'ye başvurmuştu. Türkiye Barolar Birliği de benzer bir başvuru yaptı.

Akademisyen Köprülü, Anayasa'ya 2004'te eklenen bir maddede UCM'den bahsedildiğini aktarıyor. Fakat bu maddenin, yargılama yetkisinin tanınmasını sağlamadığını ifade ediyor. "Türkiye, savcılığa soruşturma talebinde resmen bulunamasa da işlenen suçlarla ilgili bir beyanda bulunabilir ve delil gönderebilir" diyen Köprülü, zaten bir soruşturma yürütüldüğünü, Türkiye'nin vereceği bilgilerin de bir katkı olabileceğini söylüyor.

AİHM eski yargıcı Rıza Türmen de UCM'nin devletleri değil, kişileri yargılayabileceğini söylüyor. Türmen, "Bu nedenle 'İsrail yargılansın' diye bir şey söz konusu değil" diyor ve ekliyor:

"Taraf olmadığı için de Türkiye'nin yapabileceği pek bir şey yok. Savcıya şikâyette bulunanlar var. 4-5 devlet şikâyette bulundu mesela. Fakat Türkiye, bunlar arasında da yok, böyle bir şey yapmadı. Yani bu sözlerin kıymeti harbiyesi yok."

Türkiye'de UCM, daha önce İsrail askerlerinin 2010'da Mavi Marmara gemisine düzenlediği saldırıyı "kovuşturmayacağını" açıklamasıyla gündeme gelmişti. Dosya, Türkiye'de iki ülke arasında yapılan anlaşma gerekçesiyle kapatılmıştı. İsrail askerleri, 31 Mayıs 2010'da Filistin'e hareket eden Mavi Marmara'ya uluslararası sularda saldırı düzenlenmişti. Saldırıda 9 Türk vatandaşı hayatını kaybetmiş, 50'den fazla kişi de yaralanmıştı.

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Netanyahu bu sefer gerçekten "gidici" mi?

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu uzun siyasi kariyerinde zorlu süreçlerden geçti. Ama bir şekilde iktidara yeniden gelmeyi başardı.

Altıncı başbakanlık dönemini yaşayan 74 yaşındaki Likud partisi lideri, İsrail'in en uzun süre görevde kalmış başbakanı. İlk olarak 1996'da başbakan oldu, aradan geçen zamanda dışişleri ve maliye bakanlıkları ve ana muhalefet liderliği yaptı. 2009'da yeniden Başbakanlığa seçildi, 2013, 2015, 2019 ve 2020'de yapılan seçimlerde de koltuğunu korudu. 2020'de hakkında rüşvet, yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma suçundan dava açıldı. 2021 Mart ayındaki seçimleri kazanamasa da Kasım 2022'deki erken seçimlerde iktidara gelmeyi yine başardı. Bu sefer yanına aşırı dinci ve aşırı milliyetçi güçleri toplayarak İsrail tarihinin en tartışmalı ve en "sağ" hükümetini kurdu.

Gençliğinde bizzat İsrail ordusunun elit komando biriminde görev yapan Netanyahu, Filistinlilere karşı sertlik yanlısı "şahin" politikalarıyla "Bay Güvenlik" diye anıldı, bu lakapla övündü.

Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail topraklarına girerek bir askeri üssü saatlerce işgal etmesi, yerleşim yerlerine saldırarak İsrail verilerine göre çoğu sivil bin 200 kişiyi öldürmesi ve yaklaşık 240 kişiyi rehin alarak ciddi bir engelle karşılaşmadan Gazze Şeridi'ne geri dönebilmesi, "Bay Güvenlik" için şüphesiz hayatındaki en büyük siyasi darbe oldu. İkinci Dünya Savaşındaki Yahudi Soykırımı sonrasında Yahudileri hedef alan en kanlı saldırılardan Başbakan'ın haberi bile olmamıştı.

Gazze Şeridi'nde İsrail bombardımanın yol açtığı yıkım - (10.10.2023)
Gazze Şeridi'nde İsrail bombardımanının yol açtığı yıkımnull BELAL AL SABBAGH/AFP

Sandalye sayısı 18'e düştü

Saldırıların hemen ardından kendisine Hamas'ın bu yönde planları olduğuna dair hiçbir bilgi verilmediğinibelirterek istihbarat ve orduyu suçlaması sadece güvenlik ve istihbarat bürokrasisinde değil, kamuoyunda da büyük tepki çekti. Netanyahu, sosyal medya hesabından paylaştığı bu mesajı silmek zorunda kaldı.

7 Ekim saldırıları ve sonrasında yaşanan süreçte Netanyahu'ya duyulan öfke, anketlere de yansıdı. Maariv gazetesinin 15-16 Kasım tarihlerinde yaptırdığı son anket, Netanyahu'nun koalisyon hükümetinin büyük kan kaybını gözler önüne seriyor. Ankete göre bugün bir seçim olması durumunda koalisyon partilerinin toplam sandalye sayısı 64'ten 41'e düşerken muhalefetin sandalye sayısı büyük bir sıçramayla 79'a yükseliyor. Mecliste şu an 32 sandalyeye sahip olan Netanyahu'nun Likud partisi, bugün seçim yapılsa sadece 18 sandalye kazanabiliyor.

Anketler, Netanyahu'nun istifa etmesini ya da savaş sona erer ermez yerine başkasının geçmesini isteyenlerin oranını yüzde 75'lerde gösteriyor.

Biden Netanyahu'ya "gidicisin" dedi mi?

Washington kulislerine yakınlığıyla bilinen Politico gazetesinin Kasım ayı başında ortaya attığı iddia, Netanyahu'nun günlerinin sayılı olduğu düşüncesinin ABD yönetiminde de hakim olduğunu ortaya koyuyor. Gazetenin Biden yönetiminden üst düzey kaynaklara dayandırdığı haberde, Başkan Joe Biden'ın 18 Ekim'de İsrail'e yaptığı ziyarette konuyu bizzat gündeme getirdiği ve Netanyahu'ya, "halefine aktaracağı dersler üzerinde düşünmesi" tavsiyesinde bulunduğu belirtildi.

Beyaz Saray'dan görüşmede böyle bir konunun gündeme gelmediği açıklaması yapılsa da savaşın gidişatı ve savaş sonrası planları konusunda ABD ile Netanyahu hükümeti arasında görüş ayrılıkları yaşandığı sır değil. Politico'ya konuşan ABD'li yetkililer, "Netanyahu'nun kendi siyasi geleceğini savaşa bağlı görüp gerilimi tırmandırmaya çalışacağı" konusunda Biden yönetiminde endişeler olduğuna da yer verdi.

ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu - (18.10.2023 / Tel Aviv)
ABD Başkanı Biden, 18 Ekim'de Tel Aviv'de Başbakan Netanyahu ile bir araya geldinull Avi Ohayon/Israel GpoI/Zuma/MAGO

Önce savaş, sonra soruşturma

Bir dahaki genel seçimlere daha üç yıl var. Bu şartlarda Netanyahu'nun kendi isteğiyle istifa etmeyeceği konusunda hemen herkes hemfikir. Nitekim 7 Ekim saldırılarının sorumluluğunu üstlenmeyi reddeden Netanyahu, kendi rolü dahil olmak üzere kapsamlı bir soruşturmanın da ancak "savaşı zaferle bitirdikten sonra" gündeme gelebileceği sinyalini veriyor.

Dünyanın Arapça yayın yapan en etkili gazetelerinden Şarkul Avsat da Netanyahu'nun günlerinin sayılı olduğunu ve emekliliğe hazırlık yaptığını öne sürdü. Ancak habere göre Netanyahu'nun görevi savaş sonrasında hemen bırakmaya niyeti yok.

Gazete, Netanyahu'ya yakın siyasi kaynaklara dayandırdığı haberinde, Başbakan'ın ABD Başkanı Joe Biden ile kapsamlı bir bölgesel barış planı üzerinde çalıştığını, savaşta zafer kazanılıp bu plan hayata geçirilene kadar görevi sürdürmek ve bölgesel müzakerelerde yer almak istediğini yazdı. Gazeteye göre plan, Netanyahu hakkındaki yolsuzluk davasının düşürülmesini de içeriyor.

Rüşvet davası kıskacı ve Batı'da artan eleştiriler

Rüşvet, yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma suçlamalarıyla hakkında açılan dava, Netanyahu'nun başının üstünde Demokles'in kılıcı gibi sallanıyor. Hakkında dava açılması sürecinde rol oynayan savcı ve hakimlerle medya ve polisi "halkın iradesine karşı kumpas kurmakla" suçlayan Netanyahu, 2022'de yeniden Başbakan olduğunda ilk iş tartışmalı yargı reformunu gündeme getirdi.

İsrail'de hükümetin yargı reformunu protesto eden binlerce göstericinin havadan görüntüsü - (09.09.2023)
Netanyahu hükümetinin yargı reformu planları kitle gösterilerine yol açmıştınull Yair Palti/AA/picture alliance

Yüksek yargının yetkilerini tırpanlayarak kendisinin ve parlamentonun yargıya karşı konumunu güçlendirmeyi amaçlayan bu düzenleme, İsrail tarihinin en büyük protesto hareketine, ama aynı zamanda Batılı ülkelerde de kaşların çatılmasına yol açtı.

Netanyahu ve sağ koalisyon ortaklarının Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimlerini sürekli genişletme politikası da Batılı ülkelerde yoğunluğu giderek artan eleştirilere neden oluyor. ABD ve AB'nin savunduğu "iki devletli çözüm" konusunda da Netanyahu ile Batılı merkezler arasında görüş ayrılıkları olduğu biliniyor.

Güvensizlik oylaması olasılığı

Hem dış hem de iç politikada popülaritesini yitiren Netanyahu'nun görevde ne kadar kalabileceği ise belirsiz. Netanyahu'yu düşürmenin tek yolu, hükümetin içinden başlatılacak bir güvensizlik oylaması gibi görünüyor. "Yapıcı güvensizlik oylaması" denilen sistemde Knesset'te çoğunluğu oluşturacak sayıda milletvekilinin sadece mevcut hükümeti düşürmede değil, yeni başbakanın kim olacağı konusunda da anlaşmış olması gerekiyor.

İsrail parlamentosu Knesset'in genel kurul salonu - (03.11.2021)
İsrail parlamentosu Knessetnull Ahmad Gharabli/AFP/Getty Images

Jewish Insider haber portalına göre bunun gerçekleşmesi önündeki en büyük engel, aşırı sağ koalisyonun güç birliğine gitmesi. Koalisyonun toplam 64 milletvekilinden 61'inin hükümetin devamında direnmesi durumunda yapabilecek bir şey kalmayacağına işaret eden portal, çok zayıf durumdaki koalisyon ortaklarının olası bir erken seçimi kaybetmektense hükümetin devamı için güçlerini birleştirebileceğine dikkat çekiyor. Bu durumda koalisyonun en büyük ortağı Likud içinden firenin büyük olması gerekiyor.

Netanyahu'nun halefi kim olur?

Anketlere göre Netanyahu'nun kan kaybından en kârlı çıkan, muhalefet lideri Benny Gantz oldu. 7 Ekim saldırıları sonrasında Netanyahu'nun kurduğu savaş kabinesine dahil olan eski genelkurmay başkanlarından Gantz, seçmenlerin gözünde en şanslı Başbakan adayı haline geldi.

Kasım'daki seçimlerde mecliste 12 sandalye kazanan Gantz'ın Ulusal Birlik partisi, anketlere göre sandalye sayısını 43'e çıkarmış durumda. "Kimi Başbakan olarak görmek istersiniz?" sorusuna seçmenlerin yüzde 52'si Gantz yanıtını verirken Netanyahu'yu tercih edenlerin oranı yüzde 27'de kalıyor. Netanyahu'nun kendi partisi Likud seçmeninin yüzde 26'sı da Gantz'ı Başbakan olarak görmek istediğini söylüyor.

İsrail Ulusal Birlik Partisi Genel Başkanı Benny Gantz
Benny Gantznull MENAHEM KAHANA/AFP

Jewish Insider haber portalı, Netanyahu'nun yerine geçebilecek isimler olarak, son yıllarda Netanyahu'yu eleştiren açıklamalar yapan Savunma Bakanı Yoav Gallant ile İsrail parlamentosu Knesset'in Dış İlişkiler ve Güvenlik Komitesi Başkanı Yuli Edelstein'ın konuşulduğunu bildirdi. Gazete, Modi'in kentinin Belediye Başkanı Haim Bibas'ın parti içindeki ılımlı isimleri bir araya getirecek bir ittifak oluşturmak üzere haftalardır görüşmeler yürüttüğü bilgisini paylaştı.

Netanyahu'nun savaş kabinesine çağrıldığı halde katılmamayı tercih eden Yair Lapid de önümüzdeki dönemin belirleyici isimlerinden biri olabilir. Anketlere göre partisinin sandalye sayısı 24'ten 13'e düşmüş olmasına rağmen eski başbakan Lapid, kurulacak Netanyahusuz bir ulusal birlik hükümetinde rol oynayabilir. Lapid, Başbakan olduğu Eylül ayında BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, "iki devletli çözüm"ü savunmuş, 16 Kasım'da yaptığı açıklamada da Netanyahu'nun Likud partisine "Netanyahu'yu değiştirin, muhalefetin katılımıyla ulusal birlik hükümeti kuralım" çağrısıyla dikkat çekmişti.

 

DW / BK,JD

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Katar: İsrail ile Hamas arasında ateşkes Cuma sabahı başlayacak

Katar, İsrail ile Hamas arasında varılan dört günlük ateşkesin Cuma günü Türkiye saati ile sabah saat 08:00'de yürürlüğe gireceğini duyurdu. Katar Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mecid El Ensari, ilk rehinelerin de aynı gün TSİ 17.00 sularında serbest bırakılacağını bildirdi. İlk olarak aynı ailelerden olmak üzere hepsi kadın ve çocuk 13 kişinin serbest bırakılacağını belirten Ensari, "her gün belli sayıda sivilin serbest bırakılmasıyla dört günde, üzerinde anlaşılan 50 toplamına ulaşılacağını" kaydetti.

Ateşkesin uzatılabileceğini belirten Ensari "Umuyoruz ki bu insani ateşkes kalıcı bir ateşkes için daha büyük çalışmaların başlamasını sağlar" diye konuştu. İsrail'den yapılan açıklamalarda Hamas'ın her gün en az 10 rehine bırakması halinde ateşkesin sürebileceği ifade edilmişti.

Katar, Mısır ve Amerika Birleşik Devletleri arabuluculuğunda varılan anlaşma uyarınca Hamas, 50 rehineyi serbest bırakacak. İsrail de buna karşılık cezaevlerinde tutuklu bulunan 150 Filistinliyi salacak. Serbest bırakılacak Filistinliler, kadınlar ve 19 yaşın altındaki çocuklar arasından seçilecek. Anlaşma uyarınca ayrıca Gazze Şeridi'ne insani yardımların geçişine izin verilecek.

Hamas'ın 7 Ekim tarihinde İsrail yerleşim yerlerine yönelik saldırılarında İsrail verilerine göre bin 200 kişi hayatını kaybetti. İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırıları ve kara harekatında ise Gazze Sağlık Bakanlığı'nın açıklamalarına göre 14 binden fazla Filistinli can verdi.

Reuters, AFP / EC, BK

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Krizlerin parlayan yıldızı: Katar

İsrail ile Hamas arasında rehinelerin takası ve dört günlük ateşkes sağlanması konusunda anlaşmaya varılması, iki taraf arasında arabuluculuk yapan Katar'ı, bu kritik rolde gösterdiği başarıyla bir kez daha manşetlere çıkardı. Daha önce Hamas'ın elinde bulunan bir grup rehinenin serbest bırakılmasında rol oynayan küçük ama doğal gaz zengini ülkenin, arabulucu güç olarak statüsü daha da güçlendi. 

"Bizden başkası yapamaz"

Katar Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mecid el Ensari, AFP'ye yaptığı açıklamada Çarşamba sabahı varılan ateşkes anlaşmasının ülkenin fevkalede diplomatik konumunun altını çizdiğini söyledi. El Ensari, "Bu bizim yapabileceğimiz ve başka kimsenin yapamayacağı bir şey ve tüm yeteneklerimizi kullanıyoruz. Tüm ülkeyi buna yönlendirdik. Eğer işe yaramazsa, kıyamet kopar" dedi.

Son dönemde arabuluculuk rolünde gösterdiği performansla Katar, Batılı güçler tarafından rehine krizi gibi durumlarda çözüm için aranan ülke konumunda. Zira, Emirlikle yönetilen ülke, geçen Eylül ayında İran'da rehin tutulan beş ABD vatandaşının serbest bırakılmasında da sahnedeydi. 

Bugüne kadar İsrail ile Filistinli gruplar arasında geleneksel arabulucuk rolünü Mısır'ın yürüttüğü; Türkiye'nin de arabuluculuk isteğini sık sık dile getirdiği bir ortamda rehine krizinin çözümü için odak noktası Katar oldu. 

Hamas, İsrail cezaevlerindeki 150 tutuklu karşılığında 50 rehineyi serbest bırakacak.
Hamas, İsrail cezaevlerindeki 150 tutuklu karşılığında 50 rehineyi serbest bırakacak.null Nir Alon/ZUMA Press Wire/picture alliance

"Rehinelerin yakınlarını ziyaret ediyoruz"

Katarlı yetkili El Ensari, ülkesinin perde arkasında İsrail ve Hamas'la birlikte bir üçgen oluşturduğunu belirterek, Katarlı diplomatların dünyanın farklı noktalarında bulunan rehinelerin yakınlarıyla bir araya geldiğini kaydetti. El Ensari, "Şu anda yakınlarına ne olduğunu bilmedikleri için her gün acı çeken çocuklar, kadınlar ve aileler var. Bu da üzerimizdeki görev duygusunu tazeliyor" dedi.  

Katar, 2012'den bu yana Hamas'ın siyasi bürosuna ve örgütün siyasi lideri İsmail Haniye'ye ev sahipliği yapıyor. Körfez bölgesindeki en büyük ABD askeri üssü de bu ülkede bulunuyor. 

Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye
Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniyenull Hamas Chief Office/ZUMA Pree Wire/picture alliance

Cenevre merkezli Arap Dünyası ve Akdeniz Çalışmaları ve Araştırmaları Merkezi (CERMAM) Direktörü Hasni Abidi, Katar'ın Hamas'ın siyasi liderliğine ev sahipliği yapıyor olmasının diğer arabulucu adaylarına göre başlıca avantajı olduğunu vurguluyor.

Önceki Emir Gazze'yi ziyaret etmişti

Katar'ın Gazze'nin ihtiyaçlarının giderilmesi için uzun süredir yaptığı para yardımları, abluka altındaki bölgeyi yöneten Hamas'ın memur maaşlarını ödeyebilmesine de katkı sağlıyor. Şimdiki Emir'in babası olan önceki Katar lideri Hamad Bin Halife el Sani 2012'de Gazze'yi ziyaret etmişti.

Katar'ın, Hamas ve onun silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları adına müzakere yetkisine sahip tek unsur olduğunu hatırlatan uluslararası ilişkiler uzmanı Abidi, ancak bunun bazı riskler barındırdığını, Gazze'deki çatışmaların başlamasından iki hafta sonra ABD'nin Körfez'deki müttefikini "Hamas'la artık her zamanki gibi iş yapılamayacağı" konusunda uyardığını belirtiyor.  

Önceki Katar lideri Hamad Bin Halife el Sani'nin 2012'deki Gazze ziyareti.
Önceki Katar lideri Hamad Bin Halife el Sani'nin 2012'deki Gazze ziyareti.null Getty Images

2017 yılında, Suudi Arabistan öncülüğündeki Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır gibi ülkeler, Hamas ve Müslüman Kardeşlere destek verdiği ve İran'la bağları nedeniyle Katar'la ilişkilerini kesmiş ve Doha yönetimine üç yıl boyunca diplomatik ve ekonomik ambargo uygulamıştı. 

İlk rehinelerin bırakılması umut ışığı oldu

Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği saldırılarda 1200 kişi hayatını kaybetmiş, bazıları asker 240 kişi de rehin alınmıştı. İsrail 75 yıllık tarihinde gördüğü bu en büyük saldırıya  Gazze'yi haftalarca havadan bombaladıktan sonra, şimdi de kara operasyonuyla karşılık veriyor. Gazze'deki Sağlık Bakanlığının verilerine göre İsrail'in saldırılarında ölen Filsitinlilerin sayısı ise 14 bini geçti. 

Çatışmaların yoğun bir şekilde devam ettiği dönemde, bölgedeki gerginliğin azaltılmasına yönelik ilk umut ışığı 21 Ekim'de ABD'li rehineler Judith Tai Raanan ve kızı Natalie Shoshana Raanan'ın serbest bırakılıp İsrail'e iade edilmesiyle belirdi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 2 rehinenin serbest bırakılmasın oynadığı rol nedeniyle Katar'dan övgüyle söz etti. Daha sonra iki İsrailli daha serbest bırakıldı.

Taliban'la arabuluculuk rolü

Katar'ın arabuluculuk konusunda ön plana çıktığı bir başka süreç de Taliban'la oldu. Katar yakın geçmişte, ABD'nin onayıyla Taliban'ı Doha'da bir büro açmaya davet etmiş, devam eden süreçte Amerikan güçlerinin 2021'de Afganistan'dan çekilmesini müzakere etmeyi mümkün kılmıştı.

Katar ayrıca 2013 yılında Yemen'de kaçırılan İsviçreli öğretmenin ve aynı yıl Mali'deki rehinelerin serbest bırakılmasında da rol oynadı. Son olarak 16 Ekim'de, tüm gözler Gazze'deyken Katar, Ukrayna'nın işgali sırasında Rusya tarafından kaçırılan çocukların ülkelerine geri gönderildiğini açıkladı.

Katar'ın arabuluculuk konusunda ulaştığı tüm bu sonuçlarla, beş yıldan uzun bir süre Hamas tarafından alıkonulan İsrailli asker Gilad Şalit'in 2011 yılında serbest bırakılmasını sağlayan Mısır'ı büyük ölçüde gölgede bıraktığı düşünülüyor.

AFP / GY, BK

Suriye İsrail-Hamas savaşında nasıl bir rol oynuyor?

Suriye'deki hükümet karşıtı gösterilere katılan aktivistler, Devlet Başkanı Beşar Esad'ın geçen hafta sonunda Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da İslam İşbirliği Teşkilatı ile Arap Birliği'nin Hamas-İsrail savaşı konulu olağanüstü ortak zirvesine katılmasını dehşet içerisinde izledi. İç savaşın başlamasının üzerinden 12 yıl geçmesinin ardından, çok sayıda Suriyeli, Esad'a ciddi suçlamalar yöneltiyor. Çok sayıda Suriyeli, milyonlarca kişinin yerinden edilmesi, binlerce kişinin işkence görmesi ve yaklaşık yarım milyon kişinin hayatını kaybetmesinden Esad'ı sorumlu tutuyor.

Washington merkezli sivil toplum örgütü Syrian Emergency Taskforce'ta iletişimden sorumlu olan aktivist Celine Kassem, DW'ye yaptığı değerlendirmede, "Riyad'daki görüşmelerde Esad'ın Gazze'ye ilişkin yaptığı açıklamalar, dünyanın en iki yüzlü anı olma konusunda ödül kazanacak nitelikte" diye konuşuyor.

Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı'nın üyelerini bir araya getiren zirveye katılan Esad, İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalayan Ortadoğu ülkelerini sert bir dille eleştirdi. Toplantıda diğer Arap liderler de "uluslararası insani hukuku ihlal etmekle" suçladıkları İsrail'in, Gazzeli sivillere karşı "savaş suçları" işlediğini dile getirdi.

Suriye'nin İdlib vilayetinde yaşayan gazeteci ve aktivist İbrahim Zeydan, Esad'ın sözleri için "Böylesine karanlık bir geçmişe sahip bir savaş suçlusunun bu konulardan bahsetmesini görmekten tiksinti duydum" diyor. Esad'ın söz konusu toplantıya katılmasını DW için değerlendiren Zeydan, "Esad konuşurken, Suriyelilerin kimyasal silahlarla hedef alındığını, çocuklar ve sivillerin nefes alamadığını ve o gün İdlib'in güneyindeki tüm hastaneler bombalandığı için hiçbir tıbbi yardım alamadıklarını hatırladım" ifadelerini kullanıyor.

Zorlu Suriye-Filistin ilişkileri

Kassem ise Esad güçlerinin yalnızca kendi Suriyelileri değil, Suriye'ye sığınmış olan Filistinlileri bombaladığını da hatırlatıyor.

Geçmişte Filistin devletinin kurulması fikrini destekleyen Suriye'nin Filistinliler ve Hamas ile ilişkisi uzun bir tarihe ve oldukça karmaşık bir yapıya sahip. Örneğin, Hamas'ın kökenleri, uluslararası bir örgütlenme olan Müslüman Kardeşler grubuna dayanıyor. Müslüman Kardeşler siyaset ve sosyal refah işlerinin din rehberliğinde yapılması gerektiğini savunan, aynı zamanda silahlı bir kolu da olan, radikal İslamcı bir yapılanma.

Suriye özelinde ise Müslüman Kardeşler, onlarca yıldır ülkede iktidarı elinde tutan Esad ailesine karşı çıkageldi. 1982 yılında Beşar Esad'ın babası Hafız Esad iktidardayken Suriye ordusu, Müslüman Kardeşlerin Hama kentinde başlattığı isyanı bastırdı. Bu kapsamda, 10 ila 30 bin sivilin öldüğü tahmin ediliyor.

Aynı zamanda açık bir biçimde Filistinlilerin davasını desteklediğini dile getiren Suriye hükümeti, bu şekilde Filistinlilerin kalbini kazandı. Çok sayıda Filistinlinin İsrail'den kaçarak sığındığı Şam, yaklaşık yarım milyon Filistinlinin yeni evi hâline geldi. Öte yandan Suriye, Hamas'ın sürgündeki liderlerinden Halit Meşal'i de yıllarca konuk etti. Tüm bunlar, Esad ailesi, Hamas ile anlaşmazlık içerisinde olmasına rağmen gerçekleşti. Bu süreçte Şam, Hamas'ı dış politika çıkarları için kullandı.

Ancak 2011 yılında Suriye'deki barışçıl protestoların kanlı bir iç savaşa dönüşmesiyle birlikte söz konusu ilişki büyük zarar gördü. Hamas, savaşa dahil olmayı reddetti ve Meşal, Suriye'yi terk ederek, bugün hâlâ yaşamakta olduğu Katar'a gitti.

"Esad Filistinli mültecileri bombaladı"

Suriyeli aktivist Kassem, iç savaş sürecinde, Suriye rejiminin kasıtlı biçimde Yarmuk'ta yaşayan Filistinli sivilleri hedef aldığını iddia ediyor. Filistinlilerin yaşadığı bir mülteci kampı olarak ortaya çıkan söz konusu bölge, zaman içerisinde nüfusunun çoğunluğu Filistinlilerden oluşan bir bölge haline geldi.

İsyancıların Yarmuk'ta kontrolü sağlamasının ardından, Esad bölgeyi kuşatarak Yarmuk'a gıda, elektrik, ilaç ve hayati önemdeki diğer malzemelerin girişine engel oldu. Hiç kimsenin girip çıkamadığı Yarmuk, o dönemde birçok kişi tarafından "Suriye'nin Gazzesi" olarak da adlandırıldı.

Yarmuk mülteci kampında gıda yardımı için bekleyenler (31 Ocak 2014)
Yarmuk mülteci kampında gıda yardımı için bekleyenler (31 Ocak 2014)null Getty Images/United Nation Relief and Works Agency

2022 yılının sonlarına doğru ise Esad, 10 yıllık aranın ardından Arap Birliği'ne yeniden davet edildi. Arap Birliği üyesi ülkeler, iç savaş nedeniyle örgütten dışladıkları Suriye'yi, bölgesel istikrarın ancak Esad ile diyalog yoluyla sağlanabileceği düşüncesiyle geri çağırdı. Bu vesileyle Suriye rejimi ve Hamas da barışmış oldu.

Ancak İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Royal United Service Institute'ta görev yapan Samuel Ramani, geçen hafta yazdığı bir analizde, Hamas ve Esad'ın bugün hâlâ birbirlerine güvenmediklerini ortaya koyan işaretler mevcut olduğu görüşünü savunuyor.

Esad rejimi bugünkü savaşa nasıl bakıyor?

Riyad'daki zirveye katılan ülkeler, yayınladıkları ortak açıklamada, Gazze'de ateşkes ilan edilmesi ve elektrik, su, gıda ve ilaçların bölgeye girmesinin mümkün kılınması amacıyla, İsrail'in Gazze kuşatmasının sonlandırılması çağrısında bulundu. Arap liderler, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni de "İsrail'in işlemekte olduğu savaş suçları ve insanlığa karşı suçları" incelemeye çağırdı.

Söz konusu metnin altındaki imzalardan biri de Suriye hükümetine ait. Ancak Suriye'nin, bu imza dışında, bugün sürmekte olan savaşta hiçbir rol oynamadığına dikkat çekmekte fayda var.

Güvenlik uzmanı Ramani, "Suriye rejimi Gazze'yle dayanışma içerisinde olduğunu duyurmuş olsa da İsrail'le gerginliği tırmandıracak davranışlardan kaçınıyor. Suriye rejiminin Gazze savaşına tepkisi, gürültülü bir retorik içerse de siyasi riskler ve güvenlik riskleri almak istemediği için Hamas'ın adına eyleme geçmekten kaçınmakta" değerlendirmesini yapıyor.

Golan Tepelerinde İsrail tankları
Golan Tepelerinde İsrail tanklarınull Jalaa Marey/AFP

Suriye şu ana kadar, İsrail'e karşı askeri hamlelerini, sınır ötesi top atışları ve Golan Tepelerine füze saldırılarıyla sınırlandırmış bulunuyor. Ancak Ramani, bunların yıllardır sürmekte olduğunu ve yeni bir şey olmadığını vurguluyor.

İsrail ordusu, İran'dan gelebilecek olası silah ve savaşçıları engellemek amacıyla, Şam ve Halep'teki havalimanlarına füze saldırıları düzenlemeyi sürdürüyor. Ancak İsrail şu ana kadar, Suriye ve Rusya'ya ait askeri hedeflere saldırıda bulunmadı.

Suriye rejimi "çok zayıf"

Floransa'daki Avrupa Üniversitesi Enstitüsü'nden Profesör Joseph Daler, kısa süre önce Syria Direct'e verdiği bir röportajda, Suriye rejiminin aslında, askeri gücü dışında, "çok zayıf ve pasif bir aktör" olduğunu savunuyor. Daler, Esad rejiminin bugüne kadar Rusya ve İran'ın müdahale ve yardımları sayesinde ayakta kaldığını söylüyor.

Suriye hükümeti askeri eylemde bulunmaktan kaçınsa da İsrail yönünde bir tahrikin ülke içerisindeki İran destekli milis güçlerden gelme olasılığı mevcut. Bu güçler, büyük ölçüde Suriye hükümetinden bağımsız olarak hareket ediyor.

Düşünce kuruluşu Uluslararası Kriz Grubu'ndan uzmanlar, geçen hafta kaleme aldıkları bir analizde, şu değerlendirmeye yer veriyor:

"Saldırı ve karşı saldırılar sürse de ne ABD-İsrail tarafı ne de İran ve desteklediği gruplar bölgede gerilimin tırmanmasını istiyor. Ancak Gazze'deki savaş sürdükçe, bunun gerçekleşme olasılığı giderek artıyor."

Suriyeli aktivistler ise Ortadoğu'daki her gelişmenin birbirleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyor. Esad rejiminin hastaneleri bombalayıp, gazetecileri öldürüp, kimyasal silahlı saldırı düzenleyip hiçbir ceza ile karşı karşıya kalmadığına dikkat çeken bazı gözlemciler, bu cezasızlığın uluslararası insani hukuk sistemine ve itibarına büyük zarar verdiğini ve bunun etkilerinin bugün görüldüğünü savunuyor.

Esad'ın geçen haftaki etkinliğe katılmasını "bölgede sürmekte olan barış ve adalet mücadelesinin acı verici bir simgesi" olarak betimleyen gazeteci Zeydan, sözlerini şöyle tamamlıyor:

"Tüm bunların bize Suriye'de meydana gelen korkunç şeyler için de adalete ihtiyacımız olduğunu hatırlatması gerekiyor."

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Batı Şeria: Yerleşimcilerin Filistinlilere şiddeti artıyor

İki küçük kızıyla birlikte İsrail işgali altındaki Batı Şeria'nın Güney El Halil Tepeleri'nde bulunan Hirbet Susya Köyü'nde yaşayan Halima Halil Ebu Eyd, son birkaç haftanın çok zor geçtiğini söylüyor. Bir ay önce ailece uykudayken İsrailli yerleşimcilerin evlerine baskın düzenlediğini ve kocasını dövdüğünü belirten Ebu Eyd, yerleşimcilerin kendilerini "Burayı terk edin. Eğer gitmezseniz sizi vururuz" diye tehdit ettiğini anlatıyor.

Ebu Eyd, İsrail-Hamas savaşı başladığından bu yana yerleşimcilerin Hirbet Susya'da yaşayan Filistinlilere yönelik baskılarını yoğunlaştırdığını sözlerine ekliyor. Kızlarından birinin korkudan kustuğunu söyleyen Ebu Eyd, "Bizi yağmalıyor, yok etmeye çalışıyor, terörize ediyorlar. En son eşime ve kayınbiraderime saldırdılar" diyor.

Hirbet Susya Köyü'nde yaşayan Ebu Eyd
Hirbet Susya Köyü'nde yaşayan Ebu Eydnull Tania Kraemer/DW

Hirbet Susya Köyü sakinleri, yakınlarında yaşayan İsrailli yerleşimciler tarafından aslında yıllardır taciz ediliyor. Birleşmiş Milletler (BM) İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi'ne (OCHA) göre, ancak 7 Ekim'deki saldırıların ardından bölgede yerleşimci şiddeti ve Filistinlilerin yerinden edilmesinde "önemli" bir artış yaşandı.

Avrupa Birliği (AB) ve ABD tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e yönelik saldırısında en az bin 200 kişi öldürülmüş, çok sayıda kişi de rehin alınmıştı. Hamas'ın elinde hâlâ 239 kişinin bulunduğu tahmin ediliyor.

Bu olay, İsrail'in zaten devam eden misilleme saldırılarını artırmasına ve Gazze'ye ayrıca kara operasyonları düzenlemesine yol açtı. Hamas kontrolündeki Gazze Sağlık Bakanlığı'na göre İsrail'in saldırılarında şimdiye kadar 11 binden fazla Filistinliöldü. Hamas, İsrail'e saldırılarla karşılık vermeye devam ediyor.

Batı Şeria'da artan yerleşimci şiddeti

İsrail-Hamas arasındaki çatışmalar, işgal altındaki Batı Şeria'da yaşayan Filistinlileri giderek daha fazla etkiliyor. OCHA'ya göre, Batı Şeria'da 7 Ekim'den bu yana 168 Filistinli İsrail güçleri tarafından, 8 Filistinli de İsrailli yerleşimciler tarafından öldürüldü. Bölgede Filistinliler tarafından düzenlenen saldırılarda da 3 İsrailli hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler'e göre bölgede yaklaşık bin 149 kişi de evinden yurdundan edildi.

İnsan hakları grupları, tıpkı Hirbet Susya'da olduğu gibi, silahlı yerleşimcilerin Filistin köylerine girdiği ve köy sakinlerini ayrılmamaları halinde tehdit ettiği birçok olay belgeledi.

Hirbet Susya, engebeli araziye yayılmış evlerin bulunduğu ve sakinleri Filistinli ailelerden oluşan küçük bir köy. Bu köyde yaşayanların büyük bir bölümü çiftçi, geçimini tarım ve küçükbaş hayvancılıktan sağlıyor.

Köy sakinleri geçimini hayvancılıktan sağlıyor
Köy sakinleri geçimini hayvancılıktan sağlıyornull Tania Kraemer/DW

DW ekibi bölgeyi ziyaret ettiğinde, Ebu Eyd'in tek katlı basit evi, çevresindeki çadırları ve koyun ağılı Hirbet Susiya'da huzurlu bir görünüm oluşturuyordu. Sarı bir kedi öğle güneşinde uyukluyor, etrafta da tavuklar dolaşıyordu. Ancak artan yerleşimci şiddeti her şeyin üzerinde kara bir bulut gibi dolaşıyor ve bu köy sakinlerinin geçim kaynaklarına da zarar veriyor. Ebu Eyd, "Nereye gidelim? Bizden ne istiyorlar? Sadece evlerimizi almak istiyorlar; bunu geçmişten beri biliyoruz. Başka nereye gidebiliriz? Burası bizim evimiz, burası bizim yuvamız, burayı terk edemeyiz" diyor.

Bölgedeki altyapı da zarar görüyor

Hirbet Susya sakinleri artık köyün girişi ve köyün içinden geçişi engelleyen topraktan yapılmış duvarların ve tümseklerin üzerinden tırmanmak zorunda.

Kendisi de Hirbet Susya'da yaşayan İsrailli insan hakları grubu B'Tselem'in saha araştırmacısı Nasser Navacah, "16 Ekim'de üniformalı yerleşimciler ve askerler buraya geldi; aralarında daha önceden tanıdığımız bir yerleşimcinin kullandığı buldozer de vardı. Susya'ya giden tüm erişim yollarını kapattılar, iki su sarnıcına da zarar verdiler" diyor. Navacah, başka bir sarnıcın hasar gördüğünü ve bazı su borularının da kesildiğini ifade ediyor.

İsrailli insan hakları grubu B'Tselem'in saha araştırmacısı Nasser Navacah
İsrailli insan hakları grubu B'Tselem'in saha araştırmacısı Nasser Navacahnull Tania Kraemer/DW

Bölge sakinlerinin bir kısmı artık köyde 24 saat nöbet tutan İsrailli aktivistlerin varlığına güveniyor. Ancak bu aktivistlerin kendisi de çeşitli bölgelerde saldırıya uğruyor ve bazı askeri üniformalı yerleşimciler tarafından taciz ediliyor. "Sessizliği Kırmak" isimli sivil toplum örgütünün kurucu ortağı İsrailli aktivist Yehuda Şaul, şu anda zamanının çoğunu köylülere yardım etmek için Güney El Halil Tepeleri'nde geçiriyor.

Saul, "Ordu yıllarca Filistinlileri korumak için müdahale etmedi, ancak savaşın başladığı 7 Ekim'den bu yana, yerleşimcilerin yedek hızlı müdahale ekibi olarak göreve geldiğini biliyoruz ve onlar artık asker yetkisine sahip, silahlı, tam teçhizatlı ve üniformalılar. Filistinlilerin kendilerini koruyacak hiçbir şeyleri kalmadı" diyor.

İsrail ordusunun konuyla ilgili açıklamasında ise "İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) misyonu, bölgede yaşayan tüm halkın güvenliğini sağlamak, terörizmi ve İsrail devleti vatandaşlarını tehlikeye atan faaliyetleri önlemek için harekete geçmektir. İsrailliler tarafından yasa ihlalleri durumunda, müdahaleden sorumlu ana organ İsrail polisidir" denildi. IDF, Filistinliler ve onların mülklerine yönelik şiddet olaylarının da ayrıntılı olarak incelendiğini kaydetti.

Westjordanland Susyia | Palästinensische Gemeinde | Schafe
null Tania Kraemer/DW

OCHA'ya göre Batı Şeria'da 7 Ekim'den bu yana Filistinlilere yönelik 240'tan fazla yerleşimci saldırısı kaydedildi. Savaş başlamadan önce bölgede ortalama günde üç olay meydana gelirken savaş başladıktan sonra bu ortalama günde yedi olaya çıktı.

Oslo Anlaşmaları kapsamında oluşturulan C Bölgesi 

Eskiden beri süren bu saldırılar, özellikle işgal altındaki Batı Şeria'nın yaklaşık yüzde 60'ını oluşturan C Bölgesi'nde insanların yerinden edilmesi ya da tahliyesi ile sonuçlandı. C Bölgesi, 1995 yılında Oslo Anlaşmaları kapsamında oluşturulmuş ve kademeli olarak kontrolün Filistin yönetimine devredilmesi planlanmıştı. Ancak bölge halen idari ve güvenlik olarak İsrail'in kontrolü altında bulunuyor.

İsrailli aktivist Şaul, uluslararası toplumun siyasi bir çözüme ulaşmak için harekete geçmesinin acil bir ihtiyaç olduğunu söylüyor. Şaul, "Yerleşim birimleriyle birbirinden ayrılan 165 yerleşim bölgesinden ve yerleşimcilerin hakim olduğu bir C Bölgesi'nden Filistin devleti oluşturamazsınız. Filistinliler için C Bölgesi dahil edilmeden iki devletli çözüm mümkün değildir" diyor.

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl ulaşabilirim?

Filistin'i kimler devlet olarak tanıyor?

Filistin'in bir devlet olup olmadığı konusunda genel bir mutabakat yok, akademisyenler, diplomatlar ve devletler arasında görüş ayrılıkları var.

Devletlerin kurulması ve tanınması ile ilgili iki teori mevcut. Birincisi açıklayıcı teori, ikincisi ise kurucu teoridir.

Açıklayıcı teoriyi savunanlara göre, Montevideo Sözleşmesi'nde beyan edilen devlet olma tanımına uyulduğu takdirde devlet olarak kabul edilebilinir. Sözleşmede devletin oluşumunu sağlayan unsurlar şöyle sıralanmıştır: Daimi bir nüfusa sahip olmak, tanımlanmış bir ülkenin bulunması, kendi hükümetine ve diğer devletlerle ilişkiye girme yetkinliğine sahip olunması.

Batı Şeria’da, Beit Jala sınır kapısındaki Filistin ve İsrail bayrakları.
Batı Şeria’da, Beit Jala sınır kapısındaki Filistin ve İsrail bayrakları.null PATRICK BAZ/AFP/Getty Images

Sözleşmede devletlerin siyasi varlığının diğer devletlerin tanınmasına bağlı olmadığı belirtilirken şu ifadelere yer veriliyor:

"Bir devlet tanınmadan önce de bütünlüğünü ve bağımsızlığını savunma, korunmasını ve refahını sağlama ve dolasıyla uygun gördüğü şekilde örgütlenme, çıkarlarına göre yasa çıkarma, kamu hizmetlerini yönetme ve mahkemelerinin yargı yetkisini ve yeterliliğini belirleme hakkına sahiptir."

Kurucu teori ise bir devletin ancak diğer devletler, dünyanın geri kalanın da bu yapıyı devlet olarak tanıması halinde devlet olarak nitelendirilebileceğini savunuyor, modern devlet olmayı hem uluslararası hukuk hem de diplomasi ile ilintili olarak tanımlıyor.

Filistin'in durumu ne?

Akademisyenler Filistin'in bir devlet tanımına uyup uymadığı konusunda farklı görüşlere sahip.

Kimi, Filistin'in bir devlet için gerekli şartlara sahip olduğunu, kimi de Montevideo Sözleşmesi'nde belirtilen tanımın şartlarını karşılamadığını savunuyor.

Bazı uzmanlar ise Montevideo Sözleşmesi'nin esas alınmasına karşı çıkıyor, Filistin topraklarının devlet statüsü kazanmak için en iyi umudunun uluslararası tanınma olduğunu savunuyor.

Hangi devletler Filistin'i devlet olarak tanıyor?

Birleşmiş Milletler'in 193 üyesinden çoğunluğu, 139 ülke, Filistin topraklarını devlet olarak tanıyor.

Bir devletin Birleşmiş Milletler'e (BM) üye olabilmesi için BM Güvenlik Konseyi'nin 15 üyesinin en az dokuzunun bunu onaylaması gerekiyor. Ayrıca Konsey'in beş daimi üyelerinden biri bu talebi veto ettiğinde ilgili ülke BM'ye üye olamıyor.

BM Güvenlik Konseyi’nin oturumundan bir fotoğraf.
Bir devletin Birleşmiş Milletler’e (BM) üye olabilmesi için BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinin en az 9’unun bunu onaylaması gerekiyor.null David Dee Delgado/REUTERS

Daimi üyeler Çin, Fransa, Rusya, ABD ve İngiltere. Beş daimi üyeden üçü, yani ABD, Fransa ve İngiltere, Filistin'i devlet olarak tanımıyor ve İsrail ile ihtilaf barışçıl yollardan çözümlenmediği müddetçe de tanımayacaklarını söylüyor.

Avrupa Birliği (AB) üyeleri arasında da ortak bir tutum yok. 27 üyeden dokuzu Filistin'i bir devlet olarak tanıyor. Bu ülkelerin neredeyse tamamı, Birliğe üye olmadan önce Filistin'i devlet olarak tanımış, eski Sovyetler Birliği ülkeleri. Birlik üyesi olup da Filistin'i devlet olarak tanımış tek üye ise İsveç.

Filistin Özerk Yönetimi'nin BM'ye "üye olmayan gözlemci devlet" statüsü için yaptığı başvuru 2012 yılında kabul edildi. Bu sayede BM Genel Kurul toplantılarına katılabiliyor, ayrıca New York'taki BM merkezinde ofis bulundurma hakkına sahip.

2012’de Ramallah’ta Filistinliler, Filistin Özerk Yönetimi’nin BM’de “gözlemci devlet” statüsüne destek için toplanmıştı.
2012’de Ramallah’ta Filistinliler, Filistin Özerk Yönetimi’nin BM’de “gözlemci devlet” statüsüne destek için toplanmıştı.null AP

2012'de verilen bu statü nedeniyle Filistin'e savaş suçları için bireyleri yargılayabilen tek daimi uluslararası mahkeme olan Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) 2015'te üyelik verilmişti.

Bu üyeliği UCM'ye Filistinliler tarafından ya da Filistin topraklarında işlenen suçları soruşturma yetkisi veriyor. 2021 yılında dönemin Savcısı Fatou Bensouda da UCM'nin Filistin topraklarındaki duruma ilişkin soruşturma başlattığını duyurmuştu. İsrail'in sert bir dille kınadığı soruşturma halen devam ediyor.

Tanınma nasıl bir fark yaratıyor?

Her devletin BM üyesi olması gerekmiyor. Örneğin İsviçre 2002 yılına kadar üye değildi, Lichtenstein da 1990, San Marino ise 1992 yılına kadar üye olmadı. Buna karşın her üçü de uluslararası alanda devlet olarak tanındı.

Filistin'in BM'de gözlemci devlet statüsü olmasına rağmen Genel Kurul oylamalarına katılamıyor. Örneğin, ne İsrail-Hamas ihtilafı ile ilgili ateşkes çağrısının yapıldığı, ne de insani ateşkes ilan edilmesi çağrısının yer aldığı karar oylamalarında oy kullanamadı. Bu arada ilk karar kabul edilmezken, ikincisi oylamada kabul edildi.

Almanya'nın pozisyonu ne?

Almanya tıpkı ABD ve pek çok AB üyesi ülke gibi Filistin'i devlet olarak tanımıyor. Ancak Alman Dışişleri Bakanlığı, "Taraflar arasında müzakere edilen iki devletli çözümün bir parçası olarak gelecekte bir Filistin devletinin kurulmasının desteklendiğini" söylüyor.

Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas 2022 yılındaki Almanya ziyareti sırasında Başbakan Olaf Scholz ile görüşmüştü.
Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas 2022 yılındaki Almanya ziyareti sırasında Başbakan Olaf Scholz ile görüşmüştü.null Wolfgang Kumm/dpa/picture alliance

Almanya'nın "Filistin devleti" konusundaki tutumu, ülkenin mahkemelerinde mülteci statüsüyle ilgili davalarda gündeme geldi. Kasım 2020'de alınan bir kararda, bir Alman mahkemesi "Filistin vatandaşlığı" ve "Filistin devleti" olmadığına hükmedildi. Mahkeme, söz konusu Filistinli mültecilerin "vatansız" olarak kabul edilmesine karar verdi.

Türkiye'nin tutumu hem Filistin hem Hamas konusunda farklı

Türkiye, 14 Mayıs 1948'de ilan edilen İsrail Devleti'ni 28 Mart 1949 tarihinde tanıdı, İsrail nezdindeki ilk diplomatik temsilciliğini de 7 Ocak 1950'de resmen açtı.

1975 yılından itibaren Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile resmi ilişkileri bulunan Türkiye, 15 Kasım 1988 tarihinde ilan edilen "Filistin devletini" de aynı gün tanıyan ülkeler arasında yer aldı. 2005 yılından beri de Türkiye'nin Kudüs Başkonsolosluğu'na büyükelçi unvanlı başkonsolos atanıyor ve Kudüs Başkonsolosu'nun "Filistin nezdinde Türkiye Büyükelçisi" olarak görev yaptığı belirtiliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Temmuz 2023’te Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve Hamas liderlerinden İsmail Haniye ile Ankara’da bir araya gelmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Temmuz 2023’te Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve Hamas liderlerinden İsmail Haniye ile Ankara’da bir araya gelmişti.null ANKA

Türkiye Dışişleri Bakanlığı internet sitesinde "Türkiye-Filistin Siyasi İlişkileri" başlıklı bölümde, Ankara'nın Ortadoğu'daki ihtilafa ilişkin pozisyon şu ifadelerle aktarılıyor:

"Türkiye, Filistin-İsrail ihtilafına iki devletli çözüme yönelik yerleşik BM parametreleri temelinde ve müzakereler yoluyla adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm getirilmesini, bu çerçevede 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan, coğrafi bütünlüğe sahip, bağımsız ve egemen Filistin Devleti'nin kurulmasına yönelik çabaları desteklemektedir."

Batılı ülkeler tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılan Hamas konusunda da Türkiye'nin tutumu farklı.

Batı'ya göre terör örgütü lideri, Türkiye'ye göre Gazze'nin "başbakanı"

1980'lerin sonunda, Müslüman Kardeşler'in Filistin kolunun bir uzantısı olarak kurulan Hamas, 2006 yılındaki seçimlerde rakibi El Fetih'i mağlup ettikten sonra Gazze Şeridi'nin yönetimini ele geçirmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uzun yıllardır Hamas ile siyasi ilişkilere sahip, onları bölgedeki meşru aktörlerden biri olarak görüyor.

Erdoğan'ın 2006 yılında Hamas liderlerinden Halit Meşal'ı Ankara'da ağırlaması büyük yankı bulmuştu. O günden itibaren de ilişkileri gelişerek derinleşti. Hatta İsrail, Türkiye ile ilişkilerinde normalleşme süreci başlayana kadar kimi Hamas üyelerinin faaliyetlerini Türkiye'den, İstanbul'dan yürüttüğü iddiasını gündemde tutmuştu.

Terör örgütü Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2012 yılında TBMM’de çekilmiş bir fotoğrafı.
Terör örgütü Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2012 yılında TBMM’de çekilmiş bir fotoğrafı.null picture-alliance/AP Photo

Erdoğan'ın, Ortadoğu ülkelerinden farklı olarak, 7 Ekim sabahında İsrail'i hedef alan, çoğunluğu sivil yüzlerce insanın ölümüne yol açan, kadınları, çocukları rehin alan Hamas'a yaptığı açıklamayla sahip çıkması, saldırıyı kınamaması, uluslararası toplumda şaşkınlık ve tepki yarattı.

Hatta Erdoğan, "Hamas bir terör örgütü değil, topraklarını koruyan bir mücahit grubudur" açıklamasını yaptı.

ABD ve AB ise radikal İslamcı Hamas'ı terör örgütüolarak sınıflandırıyor. Ancak terör örgütünün beş önde gelen liderlerinden biri olan İsmail Haniye, Türkiye'ye göre "Gazze Başbakanı."

Ticaret Bakanlığı'nın sayfasında yer alan, Aralık 2020 tarihini taşıyan "Filistin'in Genel Ekonomik Durumu ve Türkiye ile Ekonomik-Ticari İlişkileri" başlıklı raporda, "Gazze Hükümetinin Başbakanı İsmail Haniye" ifadeleri yer alıyor.

Almanya faaliyetlerini yasakladı

Alman hükümeti, son günlerde AB'nin terör örgütü olarak tanıdığı Hamas'a karşı tutumunu daha da sertleştirdi.

2 Kasım'da Hamas ve Samidoun adlı Filistinli Esirlerle Dayanışma Ağı'nın faaliyetleri yasaklandı, ayrıca Samidoun Ağı'nın feshedildiği duyuruldu.

Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Hamas’ın faaliyetlerinin yasaklandığını açıklarken,“Hamas, İsrail devletini yok etmeyi hedefleyen bir terör örgütüdür” tanımını yaptı.
Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Hamas’ın faaliyetlerinin yasaklandığını açıklarken,“Hamas, İsrail devletini yok etmeyi hedefleyen bir terör örgütüdür” tanımını yaptı.null Michael Kappeler/dpa/picture alliance

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, yasaklama kararını duyururken "Hamas, İsrail devletini yok etmeyi hedefleyen bir terör örgütüdür" tanımını yaptı. Artık Almanya'da Hamas için faaliyet gösteren suç işlemiş olacak.

ABD'den dikkat çeken Hamas çağrısı

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, Almanya'nın attığı adımlar hakkında açıklama yaparak "ABD, Almanya'nın Hamas faaliyetlerini yasaklamasını takdirle karşıladı" dedi.

Miller, 8 Kasım Çarşamba günü yaptığı açıklamada, Hamas'ı "barbarca eylemler gerçekleştiren tehlikeli bir terör örgütü" olarak tanımlarken "Dünyanın dört bir yanındaki diğer hükümetleri, terörist faaliyetlerini sürdürmeye çalışan Hamas'ı sorumlu tutmak üzere kendi yetkileri çerçevesinde harekete geçmeye çağırıyoruz" sözlerini kaydetti.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, Hamas’ı “barbarca eylemler gerçekleştiren tehlikeli bir terör örgütü” olarak tanımladı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, Hamas’ı “barbarca eylemler gerçekleştiren tehlikeli bir terör örgütü” olarak tanımladı.null Nathan Howard/AP Photo/picture alliance

ABD sözcüsü sözlerini şöyle tamamladı:

"Hamas ve diğer öldürücü terör örgütlerine karşı dünyanın dört bir yanındaki müttefiklerimiz ve ortaklarımızla birlikte çalışmaya devam edeceğiz. Hamas'ın korkunç terör saldırılarından Filistinliler sorumlu değildir ve acı çekmeye devam etmemelidir. Hamas, güvenlik, onur ve barış içinde yaşamayı hak eden Filistin halkının arzularını temsil etmemektedir."

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Gazze'de "şehir savaşı" başlıyor

İsrail ordusunun dün Gazze kent merkezine girdiğini açıklamasının ardından 7 Ekim'den bu yana süren çatışmalarda "şehir savaşı" aşamasına geçildi.

Askeri bir terim olarak "şehir savaşı"nı açık alanda yürütülen muharebelerden ayıran en önemli özellik, çatışmaların yerleşim bölgelerinde dar alanda ve yakın mesafede yürütülmesi. Bu, Gazze gibi yoğun nüfusa sahip bir bölgede sokaktan sokağa, binadan binaya çatışmaların yaşandığı, bölgede kalan siviller açısından kaçış imkanı bulunmayan bir kabus anlamına geliyor.

Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği saldırılar sonrasında İsrail'in Gazze Şeridi'ne başlattığı yoğun bombardıman sonucu 4 binden fazlası çocuk olmak üzere 10 bini aşkın Filistinli hayatını kaybetti. BM verilerine göre Gazze Şeridi'ndeki 2,3 milyonluk nüfusun 1,5 milyonu evlerini terk etmek zorunda kaldı.

BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA), Pazar günü 2 bin, Pazartesi günü 5 bin Filistinlinin Gazze'yi terk ettiğini, bu sayının Salı günü 15 bine yükseldiğini bildirdi. OCHA, kaçanların büyük bölümünün çocuklar, yaşlılar ve bedensel engelli kişiler olduğunu, çok sayıda sivilin ellerinde taşıyabilecekleri kadar yükle yaya şekilde kenti terk ettiğini kaydetti.

Nuseyrat mülteci kampındaki BM okuluna sığınan Filistinli siviller.
Nuseyrat mülteci kampındaki BM okuluna sığınan Filistinli siviller.null Hatem Moussa/AP/picture alliance

Şehirden kaçanların sayısı artmasına rağmen Gazze'de hala on binlerce sivil bulunuyor. Çoğu hastanelere ya da BM'ye bağlı okullara sığınmış durumda. İsrail'in sivillere güvenlikleri için güneye yönelmeleri çağrısı, çaresizliği artırıyor. Gazze Şeridi'nin güneyinde bu yoğunlukta bir nüfusu kaldırabilecek koşullar bulunmuyor. Üstelik sivillere güneye gitmeleri çağrısında bulunan İsrail, güneydeki bombardımanı da sürdürüyor.

Sivil ölümler ve İsrail'in "canlı kalkan" söylemi

İsrail, Gazze'deki sivil ölümler nedeniyle kendisine yöneltilen eleştirileri kabul etmiyor. İsrailli yetkililer, sivil ölümlerle ilgili verilerin Gazze'deki Hamas'a bağlı Sağlık Bakanlığından geldiği, güvenilir olmadığı, operasyonlar sırasında Hamas militanlarının sivillerden ayrılmasının imkansız olduğu söylemine başvuruyor.

İsrail'in Gazze operasyonunun başlıca hedefleri arasında Gazze kenti başta olmak üzere yoğun nüfusa sahip kuzey bölgeleri ve Gazze yakınındaki mülteci kampları da bulunuyor. İsrail Hamas'ı sivilleri canlı kalkan olarak kullanmak ve sivil bölgelerde askeri altyapı kurmakla suçluyor.

Hamas'ın sivilleri "canlı kalkan" olarak kullanma taktiğine başvurduğu genel kabul görmesine rağmen BM verileri de Gazze'den gelen sivil ölümlerle ilgili rakamları doğrular nitelikte. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres geçen gün yaptığı açıklamada "Gazze çocuk mezarlığına dönüşüyor" diyerek tepki göstermiş, bölgede her gün yüzlerce çocuğun öldüğüne ya da yaralandığına dikkat çekmişti.

"İsrail yıllardır şehir savaşı talimi yapıyor"

Peki İsrail'in Gazze'de Hamas ile girişeceği bir "şehir savaşı" ne sonuçlar doğurur? İngiltere'deki Portsmouth Üniversitesinden askeri uzman Frank Ledwidge, İsrail ordusunun Negev çölündeki bir özel merkezde yıllardır şehir savaşı talimi yaptığına ve böyle bir operasyona hazırlıklı olduğuna işaret ediyor ve "İsrail ordusu şehir savaşında dünyadaki diğer tüm ordulardan daha tecrübelidir" diyor.

Frank Ledwidge
Frank Ledwidgenull DW

ABD ise şehir savaşları konusunda daha temkinli. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, ABC televizyonuna yaptığı açıklamada yerleşim bölgelerinde çatışmaların yoğun sivil nüfus nedeniyle "son derece zor" olduğuna ve "yavaş ilerleyeceğine" vurgu yapmış, ayrıca Hamas'ın şehir savaşına çok uzun bir zamandır hazırlandığına dikkat çekmişti. Austin, şehir savaşına el yapımı patlayıcılar ve bubi tuzaklarının damgasını vuracağını belirtmişti. ABD Başkanı Joe Biden da Ekim ayı sonunda İsrail'e yaptığı ziyarette İsrail hükümetini "ABD'nin 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında yaptığı hataya düşmemesi ve öfkeyle hareket etmemesi" konusunda uyarmıştı.

Musul'dan alınan dersler

ABD'nin şehir savaşı konusundaki çekincesinde, Suriye ve Irak'ta IŞİD'e karşı savaştaki tecrübeler önemli rol oynuyor. Sadece Musul'da yaşanan çatışmalarda, 2016-2017 yılları arasında yaklaşık 10 bin sivilin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Evden eve, sokaktan sokağa yaşanan çatışmalar, IŞİD'e yönelik uluslararası izolasyon ve örgütün dışarıdan destek almamasına rağmen dokuz ay sürmüştü.

Gazze Şeridi'nde yönetimi elinde bulunduran Hamas ise ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak görülmesine rağmen askeri açıdan daha donanımlı durumda. Ayrıca İran ve Lübnan Hizbullahı tarafından destekleniyor.

Hamas'ın şehir savaşındaki en büyük avantajı, bölgeyi en ince ayrıntılarına kadar bilmesi ve uzun süredir hazırlık yapmış olması.

Hamas'ın tuzakları ve "örümcek ağı"

İngiliz askeri uzman Frank Ledwidge de şehir savaşında İsrail ordusunun önündeki en büyük sorunun patlayıcı tuzaklar olacağı görüşünde. İsrail'in hava saldırıları ve topçu ateşi sonucu enkaza dönüşen binalarda çok sayıda gizlenmiş patlayıcı tuzaklar bulunacağını belirten Ledwidge, bunları temizlemenin çok zor ve uzun zaman alacak bir süreç olacağına işaret ediyor.

Hamas'ın Gazze Şeridi altındaki tünelleri.
Hamas'ın Gazze Şeridi altındaki tünelleri.null Ashraf Amra/AA/picture alliance

Gazze Şeridi'nin altında "örümcek ağı" diye anılan karmaşık tünel sistemi de İsrail ordusunun önündeki en büyük zorluklardan birini oluşturuyor. İngiliz uzman Ledwidge, binaların yer altından bağlantılı olduğu bölgelerde Hamas militanlarının tüneller sayesinde yerin üstüne çıkmadan binadan binaya geçebileceğini ve İsrail askerlerini kolayca pusuya düşürebileceğini belirtiyor. Ledwidge, "Şehir savaşları üç boyutludur. Önden, arkadan ya da İHA'lar yoluyla yukarıdan saldırıya uğrayabilirsiniz. Gazze'de ise buna tüneller nedeniyle yer altı da ekleniyor" diyor.

Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırılarında İsrail'den kaçırdığı 200'ü aşkın rehinenin durumu da kritik. Uzmanlar, şehir savaşı sırasında İsrail askerlerinin rehin alınabileceğine ve Hamas'ın elindeki rehine sayısının artabileceğine dikkat çekiyor. Ancak İsrail askerlerinin rehineleri kurtarma operasyonuna kalkışması da bir başka felaket senaryosunu beraberinde getiriyor. Pek çok uzman, böyle bir durumda Hamas'ın rehineleri öldüreceği konusunda hemfikir.

DW/CH,BK,BÖ

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

 

Refah'ın tahliyesi tepki çekti: İsrail'e savaş suçu hatırlatması

Mısır sınırındaki Refah kentine kara operasyonu için haftalardır hazırlık yapan İsrail ordusu, beklenen saldırı öncesi on binlerce sivilin tahliyesi için harekete geçti.

Ordu, tahliyenin "geçici ve sınırlı bir tedbir" olduğunu açıklasa da, BM Filistinli Mülteciler Ajansı (UNRWA) en az 100 bin kişinin söz konusu tahliyeden etkileneceğini öngörüyor. Filistin Kızılayı ise tahliye emri verilen bölgede yaşayan sivillerin sayısının 250 bin olduğunu, bu kişilerin Gazze Şeridi'nin kuzeyinden kaçarak buraya geldiğini açıkladı.

İsrail Refah'ın tahliyesini, yedi aydır süren savaşa ara verilmesi için hafta sonunda Mısır'ın başkenti Kahire'de yürütülen müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine kararlaştırdı.

Hamas karşılık tehdidinde bulundu

İsrail yönetimi daha önce, uluslararası toplumun baskısının yerlerinden edilmiş bir buçuk milyon Filistinlinin sığındığı kente kara operasyonuna engel olmayacağını açıklamıştı.

İsrail, Gazze Şeridi'nde kalan Hamas militanlarının Refah'a sığındığını savunuyor. Tahliye kararı sonrası Hamas, "Refah operasyonu İsrail askeri için bir piknik olmayacak" açıklamasıyla, İsrail'in operasyonuna karşılık verme tehdidinde bulundu.

Sivillerin tahliyesine Batı'dan tepkiler

Almanya Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, "Görüşmeler riske atılmamalı, taraflar insani amaçlarla ellerinden gelen en üst çabayı göstermeli" denilerek, müzakereye devam edilmesi zönünde çağrı yapıldı.

"Fransa, Refah'a yönelik bir İsrail saldırısına güçlü şekilde karşı çıkıyor" ifadesini kullanan Fransa Dışişleri ise "Sivillerin zorla yerinden edilmesi savaş suçu teşkil eder" vurgusunda bulundu.

Borrell: Kabul edilemez

AB Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell
Josep Borrellnull Alexandros Michailidis/European Union

Avrupa Birliği'nden ise en üst düzey tepki Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell'den geldi. Borrell, Refah'ın tahliyesinin "Daha fazla savaş ve açlık" anlamına geldiğini ve kara operasyonunun kabul edilemez olduğunu ifade etti.

ABD daha önce sivillerin tahliyesini içeren "İnandırıcı ve kabul edilebilir" bir plan görene kadar Refah operasyonuna itiraz edeceklerini açıklamıştı.

Dün, ABD ve İsrail savunma bakanları bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiş, görüşme sonrası Pentagon'dan yapılan açıklamada Washington'un bu tutumu tekrar hatırlatılmıştı.

 

AFP,Reuters / MK,ET

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Refah’a operasyon hazırlığı: Sivillerin tahliyesi başladı

İsrail ve Hamas arasında devam eden rehine takası görüşmelerinin çıkmaza girdiği yönündeki ilk işaretlerin ardından İsrail ordusu Refah’a kara operasyonu için adım attı.

Sabah erken saatlerde İsrail ordu radyosu, Refah kentinin doğusundaki sivillerden geçici olarak “genişletilmiş güvenli bölgeye” gitmelerinin istendiğini bildirdi. Yedi aydır devam eden savaşta yerlerinden edilen yaklaşık bir buçuk milyon Filistinli Refah’a sığınmış durumda.

İsrail basınına göre ordu, broşürler ve telefon mesajları ile sivilleri tahliye sürecine dair bilgilendirdi. Bölgedekiler, Han Yunus ve El Mevasi civarındaki çadır kentlere yönlendirilirken İsrail ordusu “genişletilmiş güvenli bölge” diye adlandırdığı bölgeyi gösteren haritalar da paylaştı.

İsrail ordusundan yapılan açıklamada Refah'a operasyonun kapsamının sınırlı olacağı vurgulandı. Ordu sözcüsü, Refah'ın doğusundan yaklaşık 100 bin sivilin tahliye edilmesinin planlandığını kaydetti.

ABD’li bakan ile görüşme

Beklenen kara operasyonu öncesi gerçekleşen tahliye, dün 3 İsrail askerinin öldürülmesini izledi.

Hamas’ın bir kontrol noktasına düzenlediği ve 3 İsrail askerinin öldüğü saldırıdan hemen sonra İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Refah operasyonunun başlayacağının sinyalini vermişti. Hamas’ın ateşkes görüşmelerini ciddiye almadığını söyleyen Gallant, "Refah ve Gazze’nin diğer yerlerine güçlü bir operasyon çok yakın” ifadelerini kullanmıştı.

Refah’ın tahliyesinden önce Gallant, ABD’li mevkidaşı Lloyd Austin ile de bir görüşme yaptı. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon görüşmede Refah operasyonunun da ele alındığını açıkladı. Daha önce Washington, sivillerin tahliyesine dair “anlamlı ve uygulanabilir bir plan görmeden” Refah operasyonuna izin vermeyeceklerini ısrarla vurgulamıştı. Bu vurgu, iki bakanın dünkü görüşmesi sonrası Pentagon’dan yapılan yazılı açıklamada da aynen tekrar etti.

Netanyahu "devam” dedi

Mısır sınırındaki Refah, Gazze Şeridi’nde İsrail ordusunun karadan müdahale etmediği son büyük yerleşim yeri konumunda. İsrail, Hamas militanlarının Refah’a saklandıklarını savunuyor.

Sivillerin tahliyesiyle birlikte kapsamlı bir operasyon beklentisi arttı. Dün ateşkes müzakerelerine dair açıklamalarda bulunan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Hamas’ın taleplerini kabul etmenin yenilgi anlamına geleceğini söylemiş, savaşın bitirilmesi yönündeki baskılara rağmen operasyonları sürdüreceklerini ilan etmişti.

Hamas, bir uzlaşı için İsrail askerinin bölgeden çekilmesini şart koşuyor. Tarafların masadan kalkmasının ardından Hamas lideri İsmail Haniye’den “anlaşmaya istekli oldukları ancak İsrail yönetiminin görüşmeleri sabote ettiği” açıklaması gelmişti.

AFP/MK,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

İsrail hükümeti Al Jazeera'yi kapatma kararı aldı

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun kabinesi Pazar günü, ulusal güvenliği tehdit ettiği gerekçesiyle Katarlı televizyon kanalı Al Jazeera'nin Gazze'deki savaş devam ettiği sürece İsrail'deki faaliyetlerini durdurma kararı aldı.

Netanyahu sosyal medya platformu X'te kararın kabinede oybirliği ile kabul edilmesi sonrasında yaptığı paylaşımda "Kışkırtıcı Al Jazeera kanalı İsrail'de kapatılıyor" açıklamasında bulundu.

Hükümet açıklamasında İsrail İletişim Bakanı Şlomo Karhi'nin "derhal harekete geçme" talimatı verdiği belirtildi. Kanalın yasaklanmasını destekleyen bir milletvekili ise Al Jazeera'nin karara karşı mahkemede itiraz hakkı olduğunu söyledi.

Israel Kommunikationsminister Shlomo Karhi
İsrail İletişim Bakanı Şlomo Karhinull Nir Alon/ZUMA Wire/IMAGO

Karara göre alınacak önlemler kanalın İsrail ofisinin kapatılması, yayın teknik ekipmanlarına el konulması, kanalın uydu ve kablo yayınlarından çıkarılması ve internet sitesinin erişime engellenmesini içeriyor.

Al Jazeera kararı kınadı

Katar merkezli Al Jazeera bugün yaptığı açıklamada İsrail hükümetinin faaliyetlerini durdurma girişimini "suç" olarak nitelendirerek kınadı. Al Jazeera X'te Arapça olarak yaptığı açıklamada "İsrail'in insanların bilgiye erişim hakkını ihlal eden bu suç eylemini kınıyoruz" denildi.

Al Jazeera daha önce yaptığı açıklamalarda da İsrail'in güvenliğini tehdit ettiği yönündeki suçlamaların asılsız olduğunu belirtmiş ve bunların amacının kanalı susturmak olduğunu savunmuştu.

Al Jazeera Katar hükümeti tarafından finanse edilen bir yayın kuruluşu ve yayınlarında İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki operasyonlarını sert bir şekilde eleştiriyor.

İsrail parlamentosunda geçen ay kabul edilen bir yasa ile İsrail'de yayın yapan yabancı kuruluşların ulusal güvenlik gerekçesi ile geçici olarak kapatılmasının yolu açılmıştı.

Yasa, Netanyahu ve güvenlik kabinesine kanalın İsrail'deki ofisini 45 gün kapatma hakkı veriyor. Hamas liderliğine ev sahipliği yapan Katar İsrail ve Hamas arasındaki dolaylı ateşkes müzakerelerinde de arabuluculuk yapıyor.

Rtr / SSB, JD

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Netanyahu Hamas'ın savaşı sona erdirme talebini kabul etmedi

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Hamas'ın Gazze Şeridi'nde savaşın sona ermesi talebini bir kez daha reddederek, "İsrail devleti bu talebi kabul edemez" dedi. 

Netanyahu'nun ofisinden bugün yapılan açıklamada, "Hamas taburlarının sığınaklarından çıkacakları ve Gazze Şeridi'nde kontrolü yeniden sağlayacakları bir durumu kabul etmeye hazır değiliz" denildi. Açıklamada, talebin kabul edilmesi halinde "Hamas'ın askeri altyapısını yeniden oluşturacağı ve İsrail halkı için yeniden bir tehdit olacağı" ifade edildi. 

Netanyahu açıklamada, İsrail'in Hamas'ın elindeki rehinelerin serbest bırakılması karşılığında Gazze'de çatışmalara ara verilmesini ise kabul edeceğini kaydetti.

Haniye'den Netanyahu'ya suçlama

Gazze savaşında ateşkes sağlanması için yapılan dolaylı görüşmelere bugün Mısır'ın başkenti Kahire'de devam edildi. 

Gazze'de yıkık binalar
Hamas, Gazze'de kalıcı ateşkes istiyornull AFP

Müzakerede arabuluculuk yapan Mısır, Katar ve ABD, Gazze Şeridi'nde yedi aydır devam eden savaşın 40 gün süreyle durdurulması ve İsrailli rehinelerin Filistinli esirlerle takas edilmesi önerisine Hamas'ın yanıt vermesini bekliyordu. Ancak taraflardan gelen açıklamalar görüşmelerin olumlu bir şekilde sonuçlanması ümidini azaltıyor. 

Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye, Netanyahu'yu görüşmeleri sabote etmekle suçladı. Haniye, Netanyahu'nun sözlerine ilişkin açıklamasında, İsrail Başbakanı'nın "salgırganlığı sürdürmek için gerekçeler" bulmaya çalıştığını öne sürdü. Haniye, Netanyahu'yu "çatışma döngüsünü genişletme ve farklı arabulucu ve tarafların çabalarını sabote etmeye çalışmakla" suçladı.

Hamas, savaşı sonlandırmayan anlaşmayı reddetti

Görüşmeler başlamadan önce ise ABD ve AB'nin terör örgütleri listesinde yer alan Hamas Filistin topraklarındaki savaşı sona erdirmeyen herhangi bir anlaşmayı reddetti.

Hamas yetkilisi "Savaşın sona ermesini öngörmeyen bir anlaşmayı hiçbir koşulda onaylamayacaklarını" söyledi. 

İsrail Başbakanı Netanyahu'nun "kişisel hesapları" nedeniyle bir anlaşmadan yana olmadığını savunan Hamas yetkilisi, Hamas'ın bir anlaşmadan yana olduğunu ancak anlaşmayı "ne pahasına olursa olsun" yapmayacaklarını söyledi. Aynı yetkili, eğer bir anlaşma sağlanamazsa Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta kara harekâtında ısrar eden İsrail'in "bunun tüm sorumluluğunu" taşıyacağını ifade etti.

Hamas, Kahire'de dün yapılan görüşmelerin "hiçbir ilerleme" getirmediğini de kaydetti.

Hamas, heyetinin Kahire'ye gitmesinden önce yaptığı açıklamada ise öneriyi "olumlu bir ruhla" incelediklerini ve Kahire'de "bir anlaşmaya varmak" istediklerini belirtmişti.

İsrail: Hamas'ın talebi anlaşma olasılığını engelliyor

İsrail ise görüşmelerde Hamas'ın kalıcı ateşkes talebinin engel oluşturduğu görüşünde. 

Üst düzey bir İsrail hükümet yetkilisi AFP'ye yaptığı açıklamada, geçici ateşkes ve kalan rehinelerin salıverilmesi konusundaki müzakerelere, Hamas'ın kalıcı ateşkes talebinin engel teşkil ettiğini söyledi.

İsrail hükümet yetkilisi "Hamas şu aşamaya kadar savaşın sona ermesi konusundaki talebinden vazgeçmedi, bu da bir anlaşma olasılığını engelliyor" şeklinde konuştu. Aynı yetkili Hamas'ın rehinelerin tümünü serbest bırakması karşılığında İsrail'in savaşın sona ermesini kabul ettiği yönündeki haberleri ise yalanladı.
Kahire'de dün yapılan görüşmelere İsrail delegasyon göndermedi. İsrail hükümet temsilcisi müzakerelerde ilerleme olması halinde heyet gönderileceğini kaydetmişti.

Refah'ta kurulan çadırlar
BM Gazze Şeridi'nde açlık uyarısında bulundunull Ramadan Abed/REUTERS

Bu arada Netanyahu üzerinde rehinelerin serbest bırakılması için baksı artıyor. Tel Aviv'de dün rehinelerin serbest bırakılması için düzenlenen gösteriye binlerce kişi katıldı.

Hamas 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği saldırılarda 1170 kişiyi öldürmüş, ayrıca Gazze Şeridi'nde yaklaşık 250 kişiyi rehin almıştı. İsrail, halen Filistin topraklarında tutulan 128 rehineden 35'inin çoktan öldüğünü tahmin ediyor.

BM'den Gazze Şeridi'nde açlık uyarısı

Öte yandan Birleşmiş Milletlere (BM) bağlı Dünya Gıda Programı (WFP) Gazze Şeridi'nin kuzeyinde açlık tehlikesi olduğu uyarısında bulundu.

WFP Direktörü Cindy McCain ABD'li yayın kuruluşu NBC'ye yaptığı açıklamada "Gazze'de güneye doğru yayılan bir kıtlık" olduğunu söyledi. McCain, ihtiyaç duyulan şeyin insani yardım sağlamak için Gazze Şeridi'ne "ateşkes ve engelsiz erişim" sağlanması olduğunu belirtti.

AFP/SSB, JD

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?   

Demokrat Kongre üyelerinden Biden'a İsrail mektubu

Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) Kongre üyesi 88 Demokrat vekil, Başkan Joe Biden'dan İsrail'e yapılan silah yardımını yeniden gözden geçirmesini talep etti. Demokrat vekiller, Beyaz Saray'a Cuma günü gönderdikleri mektupta, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonları konusunda "ciddi kaygıları" olduğunu vurguladı. Mektupta, bu bağlamda özellikle "İsrail'in insani yardımları bilinçli şekilde geciktirdiğine" dikkat çeken vekiller, İsrail'in bu tutumunun Filistin topraklarında yaşanan "benzeri görülmemiş insani felakete" yol açtığını savundu.

88 vekil, Başkan Biden'dan, Gazze Şeridi'ne yönelik yardımların engellemesinin ABD'nin İsrail'in güvenliğini sağlaması için desteği sürdürmesini tehlikeye attığını İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'ya anlatmasını da talep etti.  

İsrail'in meşru müdafaa hakkını desteklediklerini vurgulayan vekiller, ABD'nin İsrail hava savunma sistemi Demir Kubbe'yi (Iron Dome) finanse etmeye devam etmesi gerektiğini de belirtti. Mektupta, "İsrail'in hayat kurtaran savunma sisteminin finansmanının devam etmesini destekliyoruz" ifadeleri dikkat çekerken, imzacılar arasında Temsilciler Meclisi'nin savunma ve dışişleri komisyonu üyeleri de yer aldı.

Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e saldırmasıyla başlayan savaşta ABD Başkanı Biden'ın İsrail'in yanında yer alması ülkede yoğun tartışmalara ve sert eleştirilere neden oluyor. Son haftalarda özellikle üniversitelerdeki protestolarda çok sayıda öğrenci gözaltına alındı. ABD'deki Müslüman ülke kökenli göçmenler de Başkan Biden'ı Filistinli siviller icin yeterli çaba harcamamakla suçluyor.

AFP/ ETO,JD

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Türkiye Güney Afrika davasına nasıl müdahil olacak?

Türkiye Güney Afrika'nın İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) açtığı soykırım davasına müdahil olma kararı verirken başvuru sürecine ilişkin hazırlıklar da devam ediyor. Peki Türkiye davaya nasıl müdahil olacak?

Açık kaynaklardan toplanan bilgilere göre; devletler Adalet Divanı nezdinde açılmış bir davaya ilkesel olarak iki madde üzerinden müdahil olabiliyor.

Bunlardan birincisi olarak UAD Statüsü'nün 62. maddesi öne çıkıyor. Bu maddede, "Bir devlet, davadaki karardan etkilenebilecek hukuki nitelikte bir çıkarı olduğunu düşünürse Mahkemeden müdahil olmasına izin verilmesini talep edebilir" hükmü bulunuyor.

Nikaragua, Güney Afrika'nın açtığı davaya bu 62. Madde üzerinden müdahil olma isteğini bildirmişti. Ülkelerin bu madde üzerinden olan müdahillik talebini Divan karara bağlıyor.

Adalet Divanı davalarına müdahil olmanın bir başka yolu ise 63. madde. Bu madde Adalet Bakanlığı sitesine göre şöyle:

"Uyuşmazlığın taraflardan başka devletlerin de katıldığı bir antlaşmanın yorumlanması söz konusu olduğu zaman yazman bu devletlere hemen durumu bildirir. Kendisine duyuruda bulunulan her devlet yargı sürecine katılma hakkına sahiptir; ancak bu hakkı kullanırsa yargının varacağı hüküm o devlet için de aynı ölçüde bağlayıcı olur."

Diplomatik kaynaklara göre 63. madde Türkiye'ye de uyuşmazlık konusu olan sözleşmenin nasıl yorumlanması gerektiğine ilişkin genel beyanda bulunma imkânı getiriyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan
Hakan Fidannull Alaa Al-Sukhni/REUTERS

Bu çerçevede Türkiye müdahillik başvurusu kabul edilmesi durumunda, Güney Afrika'nın davasına dayanak teşkil eden 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin nasıl yorumlanması gerektiği ile ilgili hususlarda beyanlarda bulunabilecek.

Bu arada maddede bahsi geçen bağlayıcılık konusunda ise Ankara "Sadece soykırım sözleşmesinin nasıl yorumlanacağına ilişkin olması nedeniyle ileride Türkiye'yi ilgilendiren güncel ya da tarihi olaylar açısından herhangi bir dava açılmasına dayanak teşkil etmediğini" düşünüyor.

BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca kendiliğinden UAD Statüsüne de taraf olduğu için Türkiye de bu kapsamda yer alıyor. Ancak Türkiye UAD'nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmiyor.

Diplomatik kaynaklar Türkiye'nin İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyeleri arasında Güney Afrika davasına müdahil olan ilk ülke olacağına da dikkat çekiyor.

Kolombiya da 63. Madde kapsamında müdahillik talebinde bulunmuştu.

Diplomatik kaynaklar Divan'ın Ukrayna-Rusya arasındaki soykırım davasında, 63. madde kapsamında "müdahillik" başvurusu yapan 33 devletten ABD hariç 32'sinin başvurusunu kabul ettiğini hatırlatarak, bu nedenle Ankara'nın başvurusunun da kabul edilmesini beklediklerini bildiriyor.

Gazze'de bir bina enkazının üstünde iki kişi
BM'nin son verilerine göre yerle bir olan Gazze'de 37 milyon ton enkaz bulunuyornull Abed Rahim Khatib/dpa/picture alliance

TBMM'den heyet Lahey'e gidebilir

Bu arada TBMM Adalet Komisyonu Başkanı AKP'li Cüneyt Yüksel de TBMM'de açıklama yaparak hukuki çalışmaların sonuçlanmasının ardından resmi başvurunun yapılacağını bildirdi.

Yüksel açıklamasında "Uluslararası hukukun, hiçbir istisnaya ve istisnaya izin verilmeksizin, her koşulda herkese eşit bir şekilde uygulanması gerekiyor. Uluslararası Adalet Divanı'nın da bu prensiple hareket edeceğine inanıyorum" dedi.

TBMM'den Yüksel başkanlığındaki bir heyetin önümüzdeki günlerde merkezi yine Lahey'de olan Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) giderek temaslarda bulunması bekleniyor. Yüksel savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, soykırım ve saldırganlık gibi en ağır uluslararası suçları soruşturmak ve yargılamak üzere 2002 yılında kurulan UCM'ne ek deliller sunacaklarını belirtti.

Bayar: "Müdahil olmak Türkiye'nin hakkı ve görevi"

Türkiye'nin müdahillik kararını ve hukuku süreci DW Türkçe'ye değerlendiren Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tuğba Bayar, Türkiye'nin 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ne taraf ülke olarak bu davaya katılmasının hem hakkı hem de sözleşmeden doğan görevi olduğunu belirtiyor.

Bayar, bununla birlikte henüz bu müdahillik durumunun niteliğine yönelik bir açıklama olmadığını ve ayrıntıları beklemek gerektiğini ekleyerek, şunları dile getiriyor:

Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tuğba Bayar
Dr. Tuğba Bayarnull Uni Bilkent

"Türkiye'nin elinde ne yönde bir kanıt var, hukuki stratejisini ne üzerine kuruyor veya Güney Afrika'nın stratejisi üstüne mi bina ediyor henüz bilmiyoruz. Güney Afrika'nın stratejisine katkı niteliğinde olması davanın seyri açısından muhakkak bir avantaj olacaktır. Güney Afrika'nın üstünde durduğu ihtilafa ek yeni ihtilaf sunmaması beklenir. Sunacağımız kanıtların medya görüntülerinin ötesinde olması beklenir."

Türkiye'nin savının muhtemelen İsrail'in Gazze'ye / Filistin'e yönelik hareketlerinde bir değişiklik yapmamış olmasına dayanabileceği öngörüsünde bulunan Bayar, Ocak ayında İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun sarf ettiği "Bizi kimse durduramaz, Lahey de durduramaz" sözlerinin bunun temelini teşkil edebileceğini kaydediyor.

Davaya Türkiye'den önce Nikaragua ve Kolombiya da müdahil olmak üzere başvurularda bulunmuştu. Divan, bu başvurulara izin verip vermeyeceğini henüz açıklamadı. Almanya ise İsrail lehinde müdahil olma niyetini açıklamıştı.

Ne olmuştu?

Güney Afrika, İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuyla 1948'te kabul edilen Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle 29 Aralık'ta Uluslararası Adalet Divanı'na başvurmuştu.

Uluslararası Adalet Divanı, Güney Afrika'nın açtığı davada kararını Ocak ayında açıklamıştı. Mahkeme, İsrail'in dosyayı reddetme kararını onaylamadığını belirterek davanın görüleceğini bildirmişti. Hollanda Lahey merkezli mahkeme ayrıca İsrail'in Gazze'de soykırımı önlemek için tüm önlemleri almak zorunda olduğuna hükmederken, doğrudan ateşkes emri vermekten ise kaçınmıştı.

Türkiye ise bu davaya ilk etapta müdahil olmazken, bir heyet davayı takip etmiş ve ayrıca Güney Afrika'ya bilgi ve belge sağlanmıştı. Ankara'nın davaya neden müdahil olmadığı ya da bu davayı neden Türkiye'nin açmadığı kamuoyunda uzun süre tartışılmıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise Ocak ayındaki bir açıklamasında Türkiye'nin dava için belgeler sağladığını söyleyerek, "Şu anda bizim teslim ettiğimiz o belgeler, ağırlıklı olarak görsel belgeler de söz konusu, bu belgelerle İsrail mahkûm olacaktır" demişti.

Ankara'nın İsrail'e karşı uygulamaya soktuğu ve ticaretin sonlandırılmasını içeren bir dizi tedbir kapsamında son olarak bu davaya da müdahil olma kararı verildi.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan kararı "Türkiye olarak Güney Afrika'nın İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davaya müdahil olmaya karar verdik" diyerek açıkladı.

Fidan'ın Başdanışmanı Nuh Yılmaz ise X hesabından 1 Mayıs günü yaptığı paylaşımda, karara ilişkin "Yıllarca Irkçılık / Apartheid ile mücadele eden Güney Afrika, benzeri konularda dünyanın tüm ülkelerinden daha yüksek ahlaki krediye ve ırkçılıkla mücadele konusunda üstün hukuki tecrübeye sahip. Bu nedenle soykırım davasını Güney Afrika'nın açması en doğrusuydu!" yorumunu yaptı.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?