İsrail: Refah'ın Gazze tarafında kontrolü ele geçirdik

İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Refah sınır kapısının Gazze tarafında kontrolü sağladığını duyurdu. IDF'nin Telegram kanalı üzerinden yapılan açıklamada, "Refah'ın doğusundaki Refah sınır kapısının terör amaçlı kullanıldığına yönelik istihbarat alınmasının ardından IDF birliklerinin sınır kapısının Gazze tarafında operasyonel kontrolü sağladığı" kaydedildi. Ordu, bölgeye giren bir tankın üzerinde İsrail bayrağının görüldüğü bir video yayımladı.

Ordunun açıklamasında, Pazartesi gecesi kara birliklerinin hava kuvvetleriyle birlikte başlattığı terörle mücadele operasyonunda, Hamas'ın askeri yapılarının ve yeraltı yapılanmalarının ortadan kaldırıldığı ve 20 Hamas militanının öldürüldüğü belirtildi.

İsrail Savaş Kabinesi'nden "operasyona devam" kararı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah, bölgedeki çatışmalardan kaçan Filistinliler için son sığınma noktası konumundaydı. Abluka altındaki bölgeye insani yardımların ulaşması için kritik önemdeki sınır kapısı, aynı zamanda Mısır'a kaçan Gazzeliler için de tek çıkış yoluydu.

İsrail ordusu, Pazartesi günü Refah'ın doğusunda ikamet eden yaklaşık 100 bin Filistinliye bölgeyi tahliye etme çağrısı yapmıştı. Ordu sözcüsü Daniel Hagari, aynı gün içinde 50'den fazla "terör hedefinin" vurulduğunu açıklamıştı.

İsrail, uluslararası toplumdan gelen yoğun eleştirilere rağmen, "Hamas'ın son kalesi" olarak tanımladığı bölgeye saldırılarını sürdürme konusunda kararlı. İsrail Başbakanlık ofisinden Pazartesi günü yapılan açıklamada, rehinelerin serbest bırakılması ve savaştaki diğer hedeflere ulaşılması için Hamas üzerindeki askeri baskıyı artırmak adına Savaş Kabinesi'nin oybirliğiyle Refah'taki operasyona devam edilmesi kararı aldığı belirtildi.

İsrail: Hamas'ın kabul ettiği öneri taleplerimizden uzak

Diğer yandan İsrail, Hamas'ın kabul ettiği Mısır ve Katar'ın Gazze'de ateşkese yönelik önerisinin "kendi taleplerinden uzak olduğunu" açıkladı. Başbakan Benyamin Netanyahu'nun ofisinden yapılan açıklamada, "Hamas'ın önerisi İsrail'in esas taleplerinden uzak olsa da İsrail, Mısır'a üst düzey bir heyet gönderecektir" denildi. Arabuluculuk müzakerelerine gönderilecek bu heyet yoluyla İsrail için "kabul edilebilir şartlarda bir uzlaşmaya varılması" şansını artırmanın hedeflendiği ifade edildi.

İsrail'in müttefiki ABD'den gelen ilk açıklamada ise, Beyaz Saray'ın Hamas'ın yanıtını incelediği bildirildi. Hamas'ın arabulucu ülkelerin önerisine bir yanıt verdiğini teyit eden ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, "Şimdi bu yanıtı gözden geçiriyor ve bölgedeki ortaklarımızla istişare ediyoruz" ifadelerini kullandı.

Müzakerelere arabuluculuk yapan Katar da Salı günü Mısır'ın başkenti Kahire'ye bir heyet gönderileceğini duyurdu. Katar Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkilinin yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi'nde derhal kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve rehinelerle tutsakların takasının hedeflendiği belirtildi.

Hamas'ın üst düzey yöneticilerinden Siyasi Büro üyesi Halil Hayya, kalıcı ateşkesi hedefleyen söz konusu önerinin üç aşamalı bir ateşkes öngördüğünü bildirdi. Katar yayın kuruluşu Al Jazeera'ye konuşan Hayya, bu aşamalardan her birinin 42 gün süreceğini söyledi. Anlaşma ayrıca İsrail'in Gazze Şeridi'nden tamamen çekilmesini, savaş nedeniyle yerlerinden edilen Filistinlilerin geri dönmesini ve İsrail'deki cezaevlerinde tutulan Filistinli tutsaklarla Hamas'ın elindeki rehinelerin takasını öngörüyor.

ABD, Mısır ve Katar arabuluculuğunda devam eden müzakerelerden aylardır sonuç alınamamıştı.

Hamas'ın geçen yıl 7 Ekim'de İsrail'e gerçekleştirdiği ve yaklaşık bin 170 kişinin hayatını kaybettiği saldırının ardından İsrail, Gazze Şeridi'ne yoğun bir saldırı başlatmıştı. Hamas kontrolündeki Gazze Sağlık Bakanlığı verilerine göre İsrail saldırılarında öldürülenlerin sayısı 34 bin 700'ü aştı.

DW,AFP,AP,rtr/SÖ,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Hamas ateşkes önerisini kabul etti

Gazze'de yönetimi elinde bulunduran radikal İslamcı Hamas örgütü, Mısır ve Katar'ın Gazze Savaşı'nda ateşkes sağlanmasına yönelik önerisini kabul ettiğini duyurdu.

Hamas'ın resmi internet sitesinden yapılan açıklamada, örgütün siyasi lideri İsmail Haniye'nin, arabulucu ülkelere önerinin kabul edildiğini bildirdiği aktarıldı. Açıklamada ayrıca, Haniye'nin Katar Başbakanı Şeyh Temim Bin Hamed Al Sani ve Mısır İstihbarat Başkanı General Abbas Kamel ile telefon görüşmesi gerçekleştirdiği belirtildi.

Erdoğan: Bizim telkinlerimizle...

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ndeki kabine toplantısının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kabine toplantısından önce İsmail Haniye bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini aktararak, "Bizim telkinlerimizle Hamas'ın ateşkesi kabul ettiğini açıklamasından memnuniyet duyduk. Şimdi aynı adım İsrail tarafından da atılmalıdır. Tüm Batılı aktörleri İsrail yönetimine baskı yapmaya çağırıyorum" ifadelerini kullandı.

İsrail tarafı ise ateşkes teklifine henüz sıcak bakmıyor. İsmini açıklamak istemeyen İsrailli bir yetkili, Hamas'ın kabul ettiği teklifin, Mısır tarafından hazırlanan önerinin zayıflatılmış bir hali olduğunu ve bunun İsrail tarafından onaylanmasının mümkün olmadığını dile getirdi.

 

AFP / ET,AÜ

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Rusya: İngiltere'ye ait hedefleri vurabiliriz

Rusya, Ukrayna'nın Rusya'yı vurmak için İngiltere tarafından sağlanan uzun menzilli füzeleri kullanması halinde Ukrayna ve Ukrayna dışındaki İngiliz askeri hedeflerine saldırı düzenleyebileceğini açıkladı.

İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron, geçen Perşembe günü gerçekleştirdiği Ukrayna ziyareti sırasında, Kiev'in ülkesi tarafından verilen silahları kullanma hakkına sahip olduğunu ve bununla ilgili karar verme yetkisinin de Ukrayna hükümetinde olduğunu dile getirmişti. Cameron ayrıca, bu silahları nasıl kullanacakları konusunda Kiev'e bir "uyarıda" bulunmadıklarını ifade etmişti.

İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron, Kiev ziyareti sırasında, savaşta Ukrayna ordusu tarafından tahrip edilen Rus ordusuna ait askeri araçların bulunduğu meydanı geziyor - (02.05.2024)
İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron, Kiev ziyareti sırasında, savaşta Ukrayna ordusu tarafından tahrip edilen Rus ordusuna ait askeri araçların bulunduğu meydanı da gezmiştinull Thomas Peter/PA Wire/empics/picture alliance

Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, İngiltere'nin bu sözlerle çatışmaların "fiilen bir parçası olduğunu" kabul ettiği ifade edildi.

Moskova büyükelçisi çağrıldı

Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, İngiltere'nin Moskova Büyükelçisi Nigel Casey'nin Bakanlığı'a çağırıldığı da belirtilerek,  "Büyükelçiden, Londra'nın bu tür düşmanca adımlarının kaçınılmaz felaket sonuçları üzerinde düşünmesi istendi ve Dışişleri Bakanı'nın (Cameron) saldırgan ve provakatif açıklamalarını güçlü ve net şekilde reddetmesi çağrısında bulunuldu" ifadeleri yer aldı.

Rusya daha önce, aralarında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiliz yöneticilerin de bulunduğu Batılı liderlerin "tehditlerini" gerekçe göstererek yeni nükleer silah tatbikatları planladığını açıklamıştı.

Dünyanın en büyük nükleer cephaneliği Rusya'da

Açıklamada Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in emriyle gerçekleşecek tatbikatın amacının, "Stratejik olmayan nükleer kuvvetlerin savaşa hazır olmalarını sağlamak" olduğu belirtilmişti. Rusya, büyük çoğunluğu Sovyetler Birliği'nden kalmış olan dünyanın en büyük nükleer cephaneliğine sahip.

Moskova 2022'de Ukrayna işgalinin başlamasından bu yana defalarca nükleer bombaları devreye sokma tehdidinde bulundu.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

DW,AFP,AP / EÇ,ET

AB'den Çin'e ticari tehdit: Ekonomimizi koruyacağız

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Avrupa Birliği (AB) ile ticari tansiyonun arttığı bir dönemde Paris'te Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile bir araya geldi.

Ursula von der Leyen görüşme sonrası yaptığı açıklamada, "Çin ile ticari ilişkilerin gergin bir seyir izlediği bu dönemde, AB'nin ekonomisini ve güvenliğini korumak için sert tedbirler almaktan geri durmayacaklarını" vurguladı. "Adil davranan bir Çin hepimiz için iyidir" ifadelerini kullanan von der Leyen, "Firmalarımızı savunacağız, ekonomimizi savunacağız. Gerekli olanı yapmakta asla tereddüt etmeyeceğiz" dedi.

AB Komisyonu Başkanı ayrıca, Çin'in sübvanse ettiği elektrikli arabalar ile çeliğin "Avrupa pazarına akın ettiğini" belirterek, bu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.

Çin'in, AB şirketlerinin kendi pazarına adil erişimine izin vermediğini de ifade eden von der Leyen, görüşmelerde ilerleme kaydedilebileceğinden emin olmakla birlikte, "Gerekli olması halinde ticari savunma araçlarımızı tam olarak kullanmaya hazırız. Avrupa, piyasayı bozucu uygulamaları kabul edemez" dedi.

Toplantı öncesi benzer mesajlar veren Macron da, "Kıtamızın geleceği, Çin ile dengeli bir ilişki geliştirme yeteneğimize bağlı" demiş ve Brüksel ile Pekin arasındaki mevcut ilişki biçiminin güncellenmesi gerektiğini ifade etmişti.

 

AFP / AI,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Refah'ın tahliyesi tepki çekti: İsrail'e savaş suçu hatırlatması

Mısır sınırındaki Refah kentine kara operasyonu için haftalardır hazırlık yapan İsrail ordusu, beklenen saldırı öncesi on binlerce sivilin tahliyesi için harekete geçti.

Ordu, tahliyenin "geçici ve sınırlı bir tedbir" olduğunu açıklasa da, BM Filistinli Mülteciler Ajansı (UNRWA) en az 100 bin kişinin söz konusu tahliyeden etkileneceğini öngörüyor. Filistin Kızılayı ise tahliye emri verilen bölgede yaşayan sivillerin sayısının 250 bin olduğunu, bu kişilerin Gazze Şeridi'nin kuzeyinden kaçarak buraya geldiğini açıkladı.

İsrail Refah'ın tahliyesini, yedi aydır süren savaşa ara verilmesi için hafta sonunda Mısır'ın başkenti Kahire'de yürütülen müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine kararlaştırdı.

Hamas karşılık tehdidinde bulundu

İsrail yönetimi daha önce, uluslararası toplumun baskısının yerlerinden edilmiş bir buçuk milyon Filistinlinin sığındığı kente kara operasyonuna engel olmayacağını açıklamıştı.

İsrail, Gazze Şeridi'nde kalan Hamas militanlarının Refah'a sığındığını savunuyor. Tahliye kararı sonrası Hamas, "Refah operasyonu İsrail askeri için bir piknik olmayacak" açıklamasıyla, İsrail'in operasyonuna karşılık verme tehdidinde bulundu.

Sivillerin tahliyesine Batı'dan tepkiler

Almanya Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, "Görüşmeler riske atılmamalı, taraflar insani amaçlarla ellerinden gelen en üst çabayı göstermeli" denilerek, müzakereye devam edilmesi zönünde çağrı yapıldı.

"Fransa, Refah'a yönelik bir İsrail saldırısına güçlü şekilde karşı çıkıyor" ifadesini kullanan Fransa Dışişleri ise "Sivillerin zorla yerinden edilmesi savaş suçu teşkil eder" vurgusunda bulundu.

Borrell: Kabul edilemez

AB Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell
Josep Borrellnull Alexandros Michailidis/European Union

Avrupa Birliği'nden ise en üst düzey tepki Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell'den geldi. Borrell, Refah'ın tahliyesinin "Daha fazla savaş ve açlık" anlamına geldiğini ve kara operasyonunun kabul edilemez olduğunu ifade etti.

ABD daha önce sivillerin tahliyesini içeren "İnandırıcı ve kabul edilebilir" bir plan görene kadar Refah operasyonuna itiraz edeceklerini açıklamıştı.

Dün, ABD ve İsrail savunma bakanları bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiş, görüşme sonrası Pentagon'dan yapılan açıklamada Washington'un bu tutumu tekrar hatırlatılmıştı.

 

AFP,Reuters / MK,ET

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Ukrayna'dan AB'ye "savaş ekonomisi" çağrısı

Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba, Avrupa'yı "savaş ekonomisine" geçmeye davet etti. Pazartesi günü Ukrayna ve Avrupa Birliği’nin (AB) Brüksel'de düzenlediği Savunma Sanayi Forumu’nda konuşan Kuleba, "Avrupa Birliği'nde barışı korumak istiyorsak, Avrupa'da savaş ekonomisine ve savaş endüstrisine geçmeliyiz" ifadelerini kullandı. Kuleba, "Rusya ile girilen yeni silahlanma yarışında galip gelmenin tek yolunun bu olduğunu" belirtti.

Kuleba görüntülü bağlantı yoluyla gerçekleştirdiği konuşmasında ayrıca Ukrayna‘nın savunma şirketlerine yatırım yapılması çağrısında bulundu, bunun Ukrayna'ya daha fazla silah tedarik etmek için büyük bir fırsat olduğunu söyledi. Bakan, "Üretim kapasitemiz mali kaynaklarımızı çok aşıyor. Aksi takdirde 'Silah ver, silah ver, silah ver!' sloganımız değişemez" dedi.

Borrell: Güvenliğimiz tehlikede

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell de AB'ye üye devletleri Kiev'e daha fazla hava savunma sistemi ve mühimmat sevk etmeye çağırdı, "Güvenliğimiz tehlikede" dedi.

Borrell, 25 AB ülkesinden 140'tan fazla savunma şirketinin söz konusu foruma katıldığını belirtti. Bu, Rusya'nın iki yıl önce Ukrayna'ya saldırmasından bu yana gerçekleştirilen üçüncü savunma forumu. AB Komisyonu toplantıyı, Mart ayında sunulan savunma stratejisinin uygulanmasına yönelik ilk adım olarak nitelendirdi.

Brüksel, yeni savunma stratejisi çerçevesinde Avrupa savunma sanayisini teşvik etmek ve üye ülkeleri ABD ve diğer uluslararası silah tedarikçilerine daha az bağımlı hale getirmek istiyor. Ukrayna’nın da söz konusu planlara dahil olması öngörülüyor.

AFP/AI BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Çin liderinin Paris ziyaretinde "ticaret açığı" vurgusu

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Avrupa Birliği ile ticari tansiyonun arttığı bir dönemde Fransa'nın başkenti Paris’e resmi ziyarette bulunuyor.

Beş yıl aradan sonra bölgeye ilk kez gelen Şi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile bir araya geldi.

Liderlerin öncelikli gündemi Avrupa'nın Çin'e verdiği ticaret açığı oldu. Toplantı öncesi kısa bir açıklama yapan von der Leyen, "adil ticaret" istediklerini söyledi, Pekin hükümetinin uygulamalarının haksız rekabete yol açtığını ifade etti. Von der Leyen daha önce de "ticaretteki mevcut dengesizlik sürdürülebilir değil” diye konuşmuş, bunun Avrupa’nın sanayisizleşmesi gibi “kabul edilemeyecek” sonuçları olabileceği uyarısında bulunmuştu.

Toplantı öncesi benzer mesajlar veren Macron da "Kıtamızın geleceği, Çin ile dengeli bir ilişki geliştirme yeteneğimize bağlı” diye konuştu. Mevcut ilişki biçiminin güncellenmesi gerektiğini ifade etti.

Çin ve Fransa liderleri Şi ve Macron
Çin ve Fransa liderleri Şi ve Macronnull Gonzalo Fuentes/REUTERS

Avrupa Birliği, Çinli elektrikli otomobil üreticilerini, haksız rekabet şüphesiyle soruşturma başlatmıştı. Pekin ise özellikle Fransa üretimi alkollü içkileri etkilemesi muhtemel bir soruşturma yürütüyor.

Macron Şi’yi, Fransız tarım ürünleri ve alkollü içeceklerinin engelsiz şekilde Çin'e girebilmesi için ikna edebilmeyi umuyor. Ayrıca Fransız kozmetik üreticilerinin Çinli firmalarla yaşadığı fikri mülkiyet hırsızlığı sorunlarını da çözmek istiyor.

Çin'den Ukrayna için adım atması bekleniyor

Konuk lider Şi’den ise daha ılımlı açıklamalar geldi. Paris’e iner inmez yayınladığı resmi açıklamada Şi, “Fransa ile kazan-kazan esasına dayanan ilişkilerinin dünyaya rol model olduğunu” söyledi. Toplantı öncesi yaptığı açıklamada da Avrupa ile ilişkileri “stratejik ve uzun dönemli” diye niteledi. Çin devlet medyası da Pekin’in Avrupa ile işbirliğini geliştirmek istediğini yazdı.

Pekin ve Paris arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 60’ıncı yılında gerçekleşen ziyaretin bir diğer gündem maddesi ise Ukrayna savaşı. Macron Çinli konuğunu, Rusya üzerinde nüfuzunu kullanarak savaşı bitirmeye ikna etmek, diğer bir deyişle Ukrayna'da barış için Çin'i adım atmaya zorlamak istiyor.

Daha önce Macron bu amaçla Çin'i ziyaret etmiş, o görüşme sonrası Şi, Ukrayna lideri Volodimir Zelenski ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirse de savaşın seyrini etkileyecek olumlu bir gelişme yaşanmamıştı.

Şi, 2019’dan beri bölgeye gerçekleştirdiği ve altı gün sürecek ilk ziyareti kapsamında Sırbistan ve Macaristan’da da temaslarda bulunacak.

Sırbistan’da Çin'in önemli yatırımları bulunurken her iki ülkenin liderleri de Rusya’ya yakınlığıyla biliniyor.

 

AFP,dpa,Reuters / MK,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Hamburg Limanı'nda ele geçirilen kokain miktarı üç kat arttı

Almanya'nın Hamburg Limanı‘ndan giderek daha fazla kokain Avrupa’ya ulaşıyor. Hamburg Limanı‘nda ele geçirilen kokain miktarının son beş yılda üç kat arttığı belirtildi.

Hamburg eyaletinde Senato'nun, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi meclis grubunun yazılı soru önergesine verdiği yanıta göre, 2019 yılında limanda polis ve gümrük tarafından 9,5 ton uyuşturucu yakalanırken bu rakam geçen yıl 33,9 tona yükseldi.

Tespit edilemeyen kokain miktarının çok daha yüksek olduğu düşünüldüğünden, söz konusu verilerin buzdağının sadece görünen kısmı olduğu belirtiliyor.

Senato yanıtında, "Güney Amerika üretim ve transit ülkelerinden kokain tedariki konusunda büyük bir baskı olduğu ve bunun da Avrupa'daki satış pazarının güçlü bir şekilde büyümeye devam etmesiyle ilişkili olduğu varsayılabilir. Avrupa'nın üçüncü büyük limanı olan Hamburg Limanı suç örgütlerinin odağında yer alıyor" ifadelelerine yer verdi.

Yeni önlemler alınıyor

Uluslararası uyuşturucu suçlarıyla her düzeyde mücadele edebilmek için güvenlik yetkilileri ve liman endüstrisi geçen yıl Ekim ayında güçlerini birleştirerek "Güvenli Liman İttifakı" oluşturdu.

Aynı zamanda polis, gümrük ve Federal Emniyet Teşkilatı, Avrupa Biliği (AB) tarafından finanse edilen "Kuzey Denizi limanlarına Organize Suç Yapılarının Sızması (INOK)" projesiyle baskıcı, operasyonel-taktiksel önlemlerin yanı sıra önleyici yaklaşımlar da izliyor.

Bunun yanı sıra, her ikisi de Sosyal Demoktat Partili (SPD) olan Hamburg Belediye Başkanı Peter Tschentscher ve İçişleri Senatörü Andy Grote ve liman endüstrisi geçtiğimiz hafta liman çalışanlarına yönelik bir farkındalık kampanyası sundu.

Bu kampanya ile uyuşturucu kartellerinin eleman kazanma girişimleri nedeniyle "suç faaliyetlerine dahil olma" tehlikesinin altı çizildi. Ayrıca, konuya ilişkin anonim olarak bilgi paylaşımı yapılabilecek bir portal da bulunuyor.

Uluslararası iş birliği güçlendiriliyor

Uyuşturucu kaçakçılığı ve örgütlü suçlarla mücadelede uluslararası işbirliğinin de güçlendirilmesi planlanıyor.

Salı günü, Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser'in daveti üzerine Belçika, Fransa, İtalya, İspanya ve Hollanda içişleri bakanları "Ağır ve Organize Suçlara Karşı Avrupa Ülkeleri Koalisyonu" kapsamında Hamburg'da bir araya gelecek.

Denizcilik Müzesi'nde gerçekleştirilecek toplantıya Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kurum ve kuruluşların temsilcileri de katılacak.

İçişleri Bakanlığı, uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele ve limanların güvenliğinin toplantının ana konuları olacağını belirtti.

dpa/AI,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Putin’den Ukrayna yakınında nükleer tatbikat talimatı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ordusuna nükleer silahlarla tatbikat düzenleme talimatı verdi. Rusya Savunma Bakanlığı, kara kuvvetlerinin yanı sıra donanmanın da katılacağı nükleer tatbikatın Ukrayna topraklarına yakın bir noktada gerçekleştirileceğini açıkladı.

Tatbikat emrinin bizzat Rusya lideri Vladimir Putin tarafından verildiğine işaret edilen açıklamada, kuvvetlerin hazırlık seviyesinin test edileceği kaydedildi. Bakanlık, tatbikatı “Batılı devletlerin provokatif açıklamaları ve tehditleri karşısında Rusya’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğini koruma çabası” sözleriyle gerekçelendirdi.

Macron ve Cameron'ın açıklamaları

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un, Ukrayna'ya asker gönderme seçeneğini dışlamadığını geçen hafta yinelemesi dikkat çekmiş, İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron da Ukrayna birliklerinin Rusya içindeki hedefleri vurmak için İngiliz yapımı uzun menzilli füzeleri kullanabileceğini açıklamıştı. Batı'dan gelen bu tür mesajlar Rusya'da rahatsızlık yaratmış, Moskova bu tür ifadelerin "tehlikeli" olduğu ve Rusya ile NATO arasında gerilimi tırmandırdığı uyarısı yapmıştı.

Tatbikat, nükleer silahların savaşa hazır hale getirilmesi ve konuşlandırılması senaryolarını içerecek. Rusya dünyanın en büyük nükleer cephaneliğine sahip ülkesi konumunda.

Rusya böylelikle ilk kez taktik nükleer silahları kapsayan bir tatbikatı kamuoyuna duyurmuş oldu. Batılı devletler Ukrayna’ya gelişmiş silahlar sağlarken Rusya toprak bütünlüğü ve egemenliğine yönelik tehditler karşısında her tür yönteme başvurabileceğine vurgu yaparak nükleer silah seçeneğini dışlamadığı mesajı veriyor.

Karşılıklı İHA saldırıları

Öte yandan Rusya gece boyu Ukrayna'nın kuzeydoğusundaki Sumy kentinde enerji altyapısını hedef aldı. Çok sayıda insansız hava aracı (İHA) ile gerçekleştirilen saldırılar sonucu 400 bin hane elektriksiz kaldı. Ukrayna ordusu 12 İHA'yı önlemeyi başardıklarını açıkladı.

Ukrayna İHA'ları ise Rus kenti Belgorod’da 6 kişinin ölümüne neden oldu. İnsansız hava araçları iki otobüse isabet etti, işe gitmekte olan 6 kişi hayatını kaybetti, 35 kişi de yaralandı.

AFP,rtr/MK,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Refah’a operasyon hazırlığı: Sivillerin tahliyesi başladı

İsrail ve Hamas arasında devam eden rehine takası görüşmelerinin çıkmaza girdiği yönündeki ilk işaretlerin ardından İsrail ordusu Refah’a kara operasyonu için adım attı.

Sabah erken saatlerde İsrail ordu radyosu, Refah kentinin doğusundaki sivillerden geçici olarak “genişletilmiş güvenli bölgeye” gitmelerinin istendiğini bildirdi. Yedi aydır devam eden savaşta yerlerinden edilen yaklaşık bir buçuk milyon Filistinli Refah’a sığınmış durumda.

İsrail basınına göre ordu, broşürler ve telefon mesajları ile sivilleri tahliye sürecine dair bilgilendirdi. Bölgedekiler, Han Yunus ve El Mevasi civarındaki çadır kentlere yönlendirilirken İsrail ordusu “genişletilmiş güvenli bölge” diye adlandırdığı bölgeyi gösteren haritalar da paylaştı.

İsrail ordusundan yapılan açıklamada Refah'a operasyonun kapsamının sınırlı olacağı vurgulandı. Ordu sözcüsü, Refah'ın doğusundan yaklaşık 100 bin sivilin tahliye edilmesinin planlandığını kaydetti.

ABD’li bakan ile görüşme

Beklenen kara operasyonu öncesi gerçekleşen tahliye, dün 3 İsrail askerinin öldürülmesini izledi.

Hamas’ın bir kontrol noktasına düzenlediği ve 3 İsrail askerinin öldüğü saldırıdan hemen sonra İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Refah operasyonunun başlayacağının sinyalini vermişti. Hamas’ın ateşkes görüşmelerini ciddiye almadığını söyleyen Gallant, "Refah ve Gazze’nin diğer yerlerine güçlü bir operasyon çok yakın” ifadelerini kullanmıştı.

Refah’ın tahliyesinden önce Gallant, ABD’li mevkidaşı Lloyd Austin ile de bir görüşme yaptı. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon görüşmede Refah operasyonunun da ele alındığını açıkladı. Daha önce Washington, sivillerin tahliyesine dair “anlamlı ve uygulanabilir bir plan görmeden” Refah operasyonuna izin vermeyeceklerini ısrarla vurgulamıştı. Bu vurgu, iki bakanın dünkü görüşmesi sonrası Pentagon’dan yapılan yazılı açıklamada da aynen tekrar etti.

Netanyahu "devam” dedi

Mısır sınırındaki Refah, Gazze Şeridi’nde İsrail ordusunun karadan müdahale etmediği son büyük yerleşim yeri konumunda. İsrail, Hamas militanlarının Refah’a saklandıklarını savunuyor.

Sivillerin tahliyesiyle birlikte kapsamlı bir operasyon beklentisi arttı. Dün ateşkes müzakerelerine dair açıklamalarda bulunan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Hamas’ın taleplerini kabul etmenin yenilgi anlamına geleceğini söylemiş, savaşın bitirilmesi yönündeki baskılara rağmen operasyonları sürdüreceklerini ilan etmişti.

Hamas, bir uzlaşı için İsrail askerinin bölgeden çekilmesini şart koşuyor. Tarafların masadan kalkmasının ardından Hamas lideri İsmail Haniye’den “anlaşmaya istekli oldukları ancak İsrail yönetiminin görüşmeleri sabote ettiği” açıklaması gelmişti.

AFP/MK,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

Almanya'da siyasetçilere saldırılar "demokrasiye tehdit"

Almanya'da 9 Haziran'da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerine yaklaşık bir ay kala Sosyal Demokrat Parti'den (SPD) Avrupa Parlamentosu Milletvekili Matthias Ecke'nin Dresden'da seçim kampanyası sırasında saldırıya uğramasına tepkiler sürüyor.

Saksonya Eyalet Kriminal Dairesi, Ecke'ye saldıran 17 yaşındaki şüphelinin Cumartesi gecesi polise teslim olduğunu açıkladı. Ancak Ecke'ye ve yine aynı yerde Yeşiller partisinin seçim kampanyasında çalışan bir kişiye yönelik saldırının nedeni hakkında açıklama yapılmadı. Polis, dün yaptığı açıklamada saldırılarla bağlantılı olarak yaşı 17 ile 20 arasında değişen dört şüphelinin arandığını belirtmişti. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Ecke, Cuma akşamı Dresden'da afiş asma çalışmaları sırasında darp edilerek ve tekmelenerek ağır yaralanmıştı. Saldırı sonrasında ameliyat edilen ve hastanede tedavi altına alınan Ecke'nin yanı sıra Yeşiller partisinden bir kampanya çalışanı da aynı yerde saldırıya uğramıştı.

Geçen günlerde de seçim kampanyası çalışanları ve siyasetçilere yönelik saldırılar gerçekleşti. Almanya siyasi partilerin seçim kampanyalarında çalışanlara ve siyasetçilere yönelik saldırıların artması siyasette kaygıyla karşılanırken, demokrasiye sahip çıkma çağrıları geldi.

Scholz: Saldırılar demokrasimize tehdit

Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Ecke'ye yönelik saldırı sonrasında yaptığı açıklamada, "Bu şiddetin artması bir uyarıdır: Liberal demokrasimizi korumak isteyen herkes partiler üstü bir şekilde bir arada durarak, siyasi rekabetteki saldırılara karşı koymak zorundadır" dedi.

Deutschland Bundeskanzler Olaf Scholz
Almanya Başbakanı Olaf Scholz saldırıya tepki gösterdinull Christoph Soeder/dpa/picture alliance

Almanya Başbakanı Olaf Scholz sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Avrupa Parlamentosu Milletvekili Matthias Ecke ve diğer adaylara yapılan saldırılar demokrasimizi tehdit ediyor. Buna hep birlikte karşı koymalıyız" ifadelerini kullandı.

İçişleri Bakanı Nancy Faeser, seçim kampanyasında çalışanları ve siyasetçileri hedef alan saldırıların "antidemokratik şiddetin yeni bir boyutu" olduğunu belirtti. Faeser, bu hafta içinde eyaletlerin içişleri bakanları ile yapacağı olağanüstü toplantıda konuyu ele alacaklarını kaydetti.

Seçim kampanyalarına ve siyasetçilere saldırılar

Almanya'da son günlerde siyasetçilere yönelik saldırılarda artış yaşandı.

Yeşiller partili politikacı Rolf Fliss ve Milletvekili Kai Gehring de Perşembe akşamı Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin Essen kentinde saldırıya uğradı.

Geçen hafta Brandenburg'da meydana gelen olayda, bir etkinlik sonrasında Federal Meclis Başkan Yardımcısı Katrin-Göring Eckardt'ın aracının ilerlemesi engellendi. 

Aşağı Saksonya eyaletinin Nordhord kentinde aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinden bir eyalet milletvekiline seçim standında Cumartesi günü saldırı düzenlendi. Dresden'de ise AfD'nin seçim standındaki afiş ve broşürlere zarar verildi. Yine Dresden'da AfD'nin yanı sıra Hür Demokrat Parti (FDP), Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Sol Parti'nin seçim afişleri yırtıldı.

epd, dpa/JD, SSB

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Alman Tabipler Birliği'nden doktor açığı uyarısı

Alman Tabipler Birliği Başkanı Klaus Reinhardt, Mainz'da düzenlenen Alman Tıp Konferansı vesilesiyle dpa'ya verdiği demeçte "Doktor açığı artık bir tahmin değil, Almanya'nın pek çok bölgesinde uzun zamandır yaşanan bir gerçek" dedi.

Reinhardt'a göre 4 bin 800 aile hekimliği kadrosu boş ve benzer bir durum hastanelerde de söz konusu. Çalışan her dört doktordan neredeyse birinin 60 yaş ve üzerinde olduğunu belirten Reinhardt, "Bu nedenle büyük bir emeklilik dalgasıyla karşı karşıyayız ki bu, sorunu daha da kötüleştirecek" şeklinde konuştu.

Rheinhardt "Siyasiler bu sorunu ciddiye almazsa gerçek bir arz sıkıntısına doğru gidiyoruz. Bu, toplumun neredeyse tüm alanları için ciddi sonuçlar doğurur" dedi.

Alman Tabipler Birliği Başkanı Klaus Reinhardt
Alman Tabipler Birliği Başkanı Klaus Reinhardtnull Wolfgang Kumm/dpa/picture alliance

Almanya'da toplumun yaşlanması nedeniyle sağlık hizmetlerinden yararlanma ve tedavi ihtiyacı da artıyor. Almanya'nın nüfusu 2022 yılında yüzde 1,3 artarak 84,4 milyona ulaşmış, 59 yaşın üzerindekilerin oranı ise yüzde 32,4 seviyesinde gerçekleşmişti.

Sağlık Bakanı'ndan uyarı

Sağlık Bakanı Karl Lauterbach'ın da katılacağı Salı günü düzenlenecek olan Alman Tıp Konferansı'nda kapasitenin nasıl daha verimli kullanılabileceği ele alınacak.

Sağlık Bakanı Lauterbach'ın gelecekte kırsal bölgelerde ve şehirlerin daha yoksul mahallelerinde aile hekimi sıkıntısı çekilebileceği uyarısında bulunmuştu.

Almanya'da tıp okuyan gençlerin aile hekimliği alanına yönelmesi için çalışma koşullarının bir yasa ile iyileştirilmesi tartışılıyor. Aile hekimleri için ücretlendirme üst sınırının kaldırılması gündemde.

Aile hekimlerinin çoğu 60 yaşın üzerinde

Son birkaç yıldır ilk kez aile hekimi sayısında bir düşüş yaşanmadı. Ancak Ulusal Yasal Sağlık Sigortası Hekimleri Birliği (KBV), giderek daha fazla sayıda hekimin emekli olmasıyla birlikte, özellikle Almanya'nın batısında aile hekimi açığı yaşanabileceği konusunda uyarıda bulundu. KBV'ye göre 60 yaşın üzerindeki aile hekimlerinin oranı yüzde 37.

Yabancı doktor sayısı artıyor

Öte yandan sağlık sisteminde yabancı doktorların sayısı da giderek artıyor.

Funke Medya Grubu gazetelerinin Federal Doktorlar Odası istatistiklerine dayandırdığı haberlerde, 31 Aralık 2023 itibariyle Almanya'da 63 bin 763 Alman pasaportu olmayan doktor çalıştığı bildirildi.

Türkiye'den gelerek Alman sağlık sistemi bünyesinde hekimlik yapanların sayısı ise 2 bin 628 olarak açıklandı.

dpa/SSB, JD

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

İsrail hükümeti Al Jazeera'yi kapatma kararı aldı

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun kabinesi Pazar günü, ulusal güvenliği tehdit ettiği gerekçesiyle Katarlı televizyon kanalı Al Jazeera'nin Gazze'deki savaş devam ettiği sürece İsrail'deki faaliyetlerini durdurma kararı aldı.

Netanyahu sosyal medya platformu X'te kararın kabinede oybirliği ile kabul edilmesi sonrasında yaptığı paylaşımda "Kışkırtıcı Al Jazeera kanalı İsrail'de kapatılıyor" açıklamasında bulundu.

Hükümet açıklamasında İsrail İletişim Bakanı Şlomo Karhi'nin "derhal harekete geçme" talimatı verdiği belirtildi. Kanalın yasaklanmasını destekleyen bir milletvekili ise Al Jazeera'nin karara karşı mahkemede itiraz hakkı olduğunu söyledi.

Israel Kommunikationsminister Shlomo Karhi
İsrail İletişim Bakanı Şlomo Karhinull Nir Alon/ZUMA Wire/IMAGO

Karara göre alınacak önlemler kanalın İsrail ofisinin kapatılması, yayın teknik ekipmanlarına el konulması, kanalın uydu ve kablo yayınlarından çıkarılması ve internet sitesinin erişime engellenmesini içeriyor.

Al Jazeera kararı kınadı

Katar merkezli Al Jazeera bugün yaptığı açıklamada İsrail hükümetinin faaliyetlerini durdurma girişimini "suç" olarak nitelendirerek kınadı. Al Jazeera X'te Arapça olarak yaptığı açıklamada "İsrail'in insanların bilgiye erişim hakkını ihlal eden bu suç eylemini kınıyoruz" denildi.

Al Jazeera daha önce yaptığı açıklamalarda da İsrail'in güvenliğini tehdit ettiği yönündeki suçlamaların asılsız olduğunu belirtmiş ve bunların amacının kanalı susturmak olduğunu savunmuştu.

Al Jazeera Katar hükümeti tarafından finanse edilen bir yayın kuruluşu ve yayınlarında İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki operasyonlarını sert bir şekilde eleştiriyor.

İsrail parlamentosunda geçen ay kabul edilen bir yasa ile İsrail'de yayın yapan yabancı kuruluşların ulusal güvenlik gerekçesi ile geçici olarak kapatılmasının yolu açılmıştı.

Yasa, Netanyahu ve güvenlik kabinesine kanalın İsrail'deki ofisini 45 gün kapatma hakkı veriyor. Hamas liderliğine ev sahipliği yapan Katar İsrail ve Hamas arasındaki dolaylı ateşkes müzakerelerinde de arabuluculuk yapıyor.

Rtr / SSB, JD

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Netanyahu Hamas'ın savaşı sona erdirme talebini kabul etmedi

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Hamas'ın Gazze Şeridi'nde savaşın sona ermesi talebini bir kez daha reddederek, "İsrail devleti bu talebi kabul edemez" dedi. 

Netanyahu'nun ofisinden bugün yapılan açıklamada, "Hamas taburlarının sığınaklarından çıkacakları ve Gazze Şeridi'nde kontrolü yeniden sağlayacakları bir durumu kabul etmeye hazır değiliz" denildi. Açıklamada, talebin kabul edilmesi halinde "Hamas'ın askeri altyapısını yeniden oluşturacağı ve İsrail halkı için yeniden bir tehdit olacağı" ifade edildi. 

Netanyahu açıklamada, İsrail'in Hamas'ın elindeki rehinelerin serbest bırakılması karşılığında Gazze'de çatışmalara ara verilmesini ise kabul edeceğini kaydetti.

Haniye'den Netanyahu'ya suçlama

Gazze savaşında ateşkes sağlanması için yapılan dolaylı görüşmelere bugün Mısır'ın başkenti Kahire'de devam edildi. 

Gazze'de yıkık binalar
Hamas, Gazze'de kalıcı ateşkes istiyornull AFP

Müzakerede arabuluculuk yapan Mısır, Katar ve ABD, Gazze Şeridi'nde yedi aydır devam eden savaşın 40 gün süreyle durdurulması ve İsrailli rehinelerin Filistinli esirlerle takas edilmesi önerisine Hamas'ın yanıt vermesini bekliyordu. Ancak taraflardan gelen açıklamalar görüşmelerin olumlu bir şekilde sonuçlanması ümidini azaltıyor. 

Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye, Netanyahu'yu görüşmeleri sabote etmekle suçladı. Haniye, Netanyahu'nun sözlerine ilişkin açıklamasında, İsrail Başbakanı'nın "salgırganlığı sürdürmek için gerekçeler" bulmaya çalıştığını öne sürdü. Haniye, Netanyahu'yu "çatışma döngüsünü genişletme ve farklı arabulucu ve tarafların çabalarını sabote etmeye çalışmakla" suçladı.

Hamas, savaşı sonlandırmayan anlaşmayı reddetti

Görüşmeler başlamadan önce ise ABD ve AB'nin terör örgütleri listesinde yer alan Hamas Filistin topraklarındaki savaşı sona erdirmeyen herhangi bir anlaşmayı reddetti.

Hamas yetkilisi "Savaşın sona ermesini öngörmeyen bir anlaşmayı hiçbir koşulda onaylamayacaklarını" söyledi. 

İsrail Başbakanı Netanyahu'nun "kişisel hesapları" nedeniyle bir anlaşmadan yana olmadığını savunan Hamas yetkilisi, Hamas'ın bir anlaşmadan yana olduğunu ancak anlaşmayı "ne pahasına olursa olsun" yapmayacaklarını söyledi. Aynı yetkili, eğer bir anlaşma sağlanamazsa Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta kara harekâtında ısrar eden İsrail'in "bunun tüm sorumluluğunu" taşıyacağını ifade etti.

Hamas, Kahire'de dün yapılan görüşmelerin "hiçbir ilerleme" getirmediğini de kaydetti.

Hamas, heyetinin Kahire'ye gitmesinden önce yaptığı açıklamada ise öneriyi "olumlu bir ruhla" incelediklerini ve Kahire'de "bir anlaşmaya varmak" istediklerini belirtmişti.

İsrail: Hamas'ın talebi anlaşma olasılığını engelliyor

İsrail ise görüşmelerde Hamas'ın kalıcı ateşkes talebinin engel oluşturduğu görüşünde. 

Üst düzey bir İsrail hükümet yetkilisi AFP'ye yaptığı açıklamada, geçici ateşkes ve kalan rehinelerin salıverilmesi konusundaki müzakerelere, Hamas'ın kalıcı ateşkes talebinin engel teşkil ettiğini söyledi.

İsrail hükümet yetkilisi "Hamas şu aşamaya kadar savaşın sona ermesi konusundaki talebinden vazgeçmedi, bu da bir anlaşma olasılığını engelliyor" şeklinde konuştu. Aynı yetkili Hamas'ın rehinelerin tümünü serbest bırakması karşılığında İsrail'in savaşın sona ermesini kabul ettiği yönündeki haberleri ise yalanladı.
Kahire'de dün yapılan görüşmelere İsrail delegasyon göndermedi. İsrail hükümet temsilcisi müzakerelerde ilerleme olması halinde heyet gönderileceğini kaydetmişti.

Refah'ta kurulan çadırlar
BM Gazze Şeridi'nde açlık uyarısında bulundunull Ramadan Abed/REUTERS

Bu arada Netanyahu üzerinde rehinelerin serbest bırakılması için baksı artıyor. Tel Aviv'de dün rehinelerin serbest bırakılması için düzenlenen gösteriye binlerce kişi katıldı.

Hamas 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği saldırılarda 1170 kişiyi öldürmüş, ayrıca Gazze Şeridi'nde yaklaşık 250 kişiyi rehin almıştı. İsrail, halen Filistin topraklarında tutulan 128 rehineden 35'inin çoktan öldüğünü tahmin ediyor.

BM'den Gazze Şeridi'nde açlık uyarısı

Öte yandan Birleşmiş Milletlere (BM) bağlı Dünya Gıda Programı (WFP) Gazze Şeridi'nin kuzeyinde açlık tehlikesi olduğu uyarısında bulundu.

WFP Direktörü Cindy McCain ABD'li yayın kuruluşu NBC'ye yaptığı açıklamada "Gazze'de güneye doğru yayılan bir kıtlık" olduğunu söyledi. McCain, ihtiyaç duyulan şeyin insani yardım sağlamak için Gazze Şeridi'ne "ateşkes ve engelsiz erişim" sağlanması olduğunu belirtti.

AFP/SSB, JD

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?   

Alman ordusundan güvenlik açığı itirafı

Alman ordusu, kullandığı video konferans platformunda yaşanan güvenlik açığının kapatıldığını açıkladı. Siber ve Bilgi Komutanlığı sözcüsü Cumartesi günü yaptığı açıklamada, ordu tarafından kullanılan video konferans platformu Webex'te bir güvenlik açığı olduğunu, ancak bunun 24 saat içinde giderildiğini söyledi.

Güvenlik açığına ilişkin haber daha önce Zeit Online'da yayımlandı. Haberde, Cuma akşamına kadar 6 binden fazla video konferansa ait bilgilere internetten açık bir şekilde erişim sağlanabildiği belirtildi. Habere göre bazıları gizli olan bu toplantıların tarihi, saati ve davet eden kişi bilgileri görülebiliyordu.

Ordu, güvenlik açığı nedeniyle "video konferanslara fark edilmeden veya yetkisiz katılımın" mümkün olmadığını vurgulayarak, "Sonuç olarak konferanslara dair hiçbir gizli içerik sızdırılamadı" açıklamasında bulundu.

Savunma Bakanlığına eleştiri

Ordu içinde video konferanslardaki güvenlik açığı, siyasetçilerin eleştirilerine neden oldu. Yeşiller partili Milletvekili Konstantin von Notz güvenlik açığına istinaden Savunma Bakanlığını "büyük dikkatsizlik" yapmakla suçladı. Von Notz bu olayın, özellikle "güvenlik açısından hassas dosya ve bilgilerle" çalışan kurumların siber güvenliğinin gözden geçirilmesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyduğunu vurguladı.

İlk skandal değil

Alman ordusu Mart ayında da bir dinleme skandalıyla sarsılmıştı.

Russia Today, Alman subaylara ait olduğu belirtilen ve doğruluğu teyit edilen 38 dakikalık bir ses kaydı yayımlamıştı. Alman Hava Kuvvetleri Komutanı Ingo Gerhartz'ın diğer üst düzey ordu mensuplarıyla gerçekleştirdiği görüşmede, Berlin'in Ukrayna'ya Taurus füzeleri verilmesi durumunda ortaya çıkabilecek ihtimaller konuşulmuştu. Görüşmede, Ukrayna'nın bunları hangi hedefleri vurmak için kullanmak isteyeceği, bu misyonların planlama aşamasında Alman askerlerinin bir görev üstlenmek zorunda kalıp kalmayacakları, Almanya'nın savaşa müdahil olmadan bu füzelerin Ukrayna'ya verilip verilemeyeceği ve verilmesi yönde siyasi bir karar alınması durumunda füzelerin ne zaman teslim edilebileceği ele alınmıştı. 

Savunma Bakanı Boris Pistorius, Rusya'nın yayımladığı ses kaydının sızdırılmasının "kişisel kullanım hatası" nedeniyle mümkün olabildiğini açıklamış, ancak ordudaki güvenlik açığı iddialarını reddetmişti.

AFP, DW/SSB, JD

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

SWP: Almanya CHP'li belediyelere mali destek verebilir

Almanya'nın saygın düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı'nın (SWP), Türkiye'deki siyasi güç dengelerinde 31 Mart yerel seçimleri ile yaşanan değişimin mercek altına alındığı raporunda, Almanya ile Türkiye ilişkilerinin CHP'li belediyeler ile yoğunlaştırılacak, derinleştirilecek iş birliği ile canlandırılabileceğine dikkat çekiliyor.

SWP bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) Müdürü Dr. Hürcan Aslı Aksoy ile uzman Dr. Yaşar Aydın tarafından kaleme alınan raporda önce yerel seçim sonuçlarına ilişkin dikkat çekici gözlem ve değerlendirmelere yer veriliyor.

"Erdoğan'ın karizması zedelendi"

CHP'nin yerel seçimlerdeki başarısı "Tarihi galibiyet" sözleriyle tanımlanırken, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ise seçmen tarafından, "Sadece ekonomik sefalet nedeniyle değil, aynı zamanda artan yolsuzluk ve kayırmacılık nedeniyle cezalandırıldığına," seçmenin izlediği istikrarsız para politikasının faturasını Erdoğan'a yerel seçimlerde kestiğine işaret ediliyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel AKP Genel Merkezi’nde görüştü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel AKP Genel Merkezi’nde görüştü.null DHA

Seçim yenilgisi nedeniyle Erdoğan'ın "karizmasının zedelendiğine" dikkat çekilen raporda, "Muhtemelen bu seçimden çıkan en önemli mesaj, 2028 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde bir iktidar değişikliğinin ilkesel olarak mümkün olduğudur" ifadelerine yer veriliyor.

SWP raporunda ayrıca, "Kimlik siyasetinin reddi, Erdoğan'a bir ders" alt başlığı altında, yerel seçim sonuçlarının artık Türkiye siyasetindeki bir değişime işaret ettiği, laik-dindar, Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi kültürel ve etnik kimlikler üzerinden yapılan siyasetin öneminin azalmakta olduğu kaydediliyor.

"Sonun başlangıcı mı?"

"Erdoğan döneminin sonunun başlangıcı mı?" sorusuna yanıt aranan raporda, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yerel seçimlerden farklı sosyo-politik dinamiklere tabi olduğuna vurgu yapılıyor, ayrıca Erdoğan'ın partisinden daha popüler olduğu hatırlatılıyor.

Bununla birlikte uzmanlar, "Erdoğan'ın görev süresinin kalan dört yılı çok sayıda sınamayı beraberinde getirecektir. Bunları popülaritesini kaybetmeden atlatması çok zor olacaktır" öngörüsüne yer veriyor.

31 Mart yerel seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan eşi Emine Erdoğan ile birlikte Üsküdar’da oyunu kullandı.
31 Mart yerel seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan eşi Emine Erdoğan ile birlikte Üsküdar’da oyunu kullandı.null DHA

Erdoğan'ın bir sonraki seçimlere kadar popülaritesini yeniden artırmasını zora sokacak muhtemel zorluklar ise özetle şöyle sıralanıyor: Erdoğan'ın sağ cenahtaki mevcut ve potansiyel müttefikleri de büyük miktarda oy kaybetti. Yeniden Refah Partisi ile Erdoğan'ın yeni bir rakibi var. Ayrıca büyükşehirlerin muhalefete kaptırılması, iktidar elitlerinin kamu kaynaklarına erişimini daha da kısıtlayacak ve bu da daha fazla seçmeni AKP'den uzaklaştıracak.

"Otokrasiye daha fazla kayma tehlikesi şimdilik önlendi"

Seçim yenilgisiyle birlikte Erdoğan'ın Anayasayı değiştirerek iktidarda kalma planlarının da "ağır bir darbe almış" olduğu kaydedilirken, "Eğer Erdoğan Anayasa değişikliği için referandum çağrısı yaparsa, bundan sonuç alabilmek için bir kez daha ekonomik popülizme ve seçim hediyelerine güvenmek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisinin toparlanmasını engelleyecek ve dolayısıyla siyasi olarak da sürdürülemez olacaktır. Dolayısıyla otokrasiye doğru daha fazla kayma tehlikesinin şimdilik önlendiği sonucuna varılabilir" tespiti aktarılıyor.

"Türk finans ve iş dünyası CHP'ye yönelebilir"

Raporda, otokratik yönetim sisteminin konsolidasyonunu önlemeye çalışan ve Erdoğan sonrası döneme hazırlanan CHP için yerel seçimlerden ilk parti çıkmanın ise iyi bir başlangıç noktası olduğu vurgulanıyor.

Bu galibiyetle birlikte CHP'nin "yeni bir güç" olarak ortaya çıktığına işaret ediliyor, beş yıl boyunca yöneteceği yerel yönetimlerle birlikte ülkedeki siyasi ve ekonomik ağırlığının da daha artacağına dikkat çekiliyor.

CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u yeniden kazanması üzerine 31 Mart akşamı seçmenleri kutlamalarda bir araya geldi.
CHP’nin 31 Mart seçimlerinden birinci parti çıkması İstanbul’da olduğu gibi pek çok kentte kutlandı.null ANKA

CHP'li belediyelerin nüfusun yüzde 62'sine ev sahipliği yaptığına, bu bölgelerde gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 73,4'ünün üretildiğine ve tüm tasarruf mevduatlarının yüzde 84,5'inin de yine bu illerde tutulduğuna dikkat çekilen raporda, "Bu iller Türkiye'nin toplam ihracatının yüzde 79,6'sından sorumludur ve burada kişi başına düşen milli gelir 9 bin 588 dolar ile AKP'li belediyelerin kişi başına düşen gelirini aşmaktadırlar" bilgisine yer veriliyor.

CHP'nin yoksullukla kararlılıkla mücadele ve kamu yararı vurgularıyla hükümetin neoliberal politikalarına sıkı sıkıya bağlı olmadığını göstermekte olduğuna işaret edilirken, "Demokratik dönüşüm, yolsuzlukla mücadele ve kamu ihalelerinde şeffaflık vaatleri, Türk iş ve finans dünyasının bu partiye yönelmesi fırsatını yaratıyor" görüşü aktarılıyor.

"İmamoğlu umut vaat eden aday"

Raporda yerel seçimlerde ikinci kez seçilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için de ilginç değerlendirmelere yer veriliyor.

İmamoğlu'nun şimdiden Türk ve yabancı medyada diğer Türk muhalif siyasetçilerden daha fazla ilgi gördüğüne dikkat çekilirken, "İmamoğlu'nun zaferi hiç şüphesiz önümüzdeki yıllarda Erdoğan'ın en güçlü rakibi ve bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde umut vaat eden bir aday olarak konumunu sağlamlaştırdı" ifadeleri kaydediliyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.null ANKA

İmamoğlu'nun siyasi yasak ve üç yıldan yedi yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davaya işaret edilen raporda, "Bu yargılamanın siyasi amaçlı olduğu açıktır. Seçimin galibi İmamoğlu'nun mahkûm edilmesi, kendisi ve partisi CHP ile dayanışmaya yol açacaktır. Bu da onu siyasi olarak güçlendirecektir" görüşü aktarılıyor.

CHP'li belediyeler iş birliği için yeni fırsat kapısını aralıyor

SWP raporunda Almanya ile Türkiye ya da Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkilerde bir ilerleme kaydedilebilmesinin ancak Türkiye'deki merkezi hükümetin mevcut otoriter çizgisinden uzaklaşması ve Kıbrıs konusunda daha yapıcı adımlar atmasıyla mümkün olabileceğini vurgu yapılırken, "Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin canlandırılması artık öncelikle ekonomik bağlar ve belediyeler düzeyinde iş birliği yoluyla mümkün görünmektedir" ifadeleri yer alıyor.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye’ye ilk resmi ziyareti sırasında İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüştü.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye’ye ilk resmi ziyareti sırasında İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüştü.null Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

CHP'nin artık daha fazla belediyeyi yönettiği bu sayede de Alman ve Türk şehirleri ve belediyeleri arasında yeni iş birliği imkanları için alan açıldığı vurgulanırken, "Halihazırda 80'in üzerinde Türk-Alman kardeş şehir programı bulunmaktadır. Kardeş şehir uygulaması sadece toplumlar arasındaki bağları güçlendirmekle kalmıyor; aynı zamanda çevre koruma, sürdürülebilir kentsel gelişim, dijitalleşme, marjinalleşmiş grupların ve mültecilerin korunması ve gençlerin katılımı gibi konularda belediyeler arası iş birliği ve deneyim alışverişi için de alan yaratıyor" deniliyor.

"Almanya CHP'li belediyelere mali destek sağlayabilir"

Erdoğan'ın yerel seçimlerden önce seçmenlere "Oy yoksa hizmet yok" sözleriyle muhalefetin kazandığı belediyelere merkezi hükümetin destek sağlamayacağı mesajının anımsatıldığı SWP raporunda, şu dikkat çekici ifadelere yer alıyor:

"Bu yolla CHP yönetimindeki İstanbul belediyesinin iç borçlanmasını imkânsız hale getirmişti. Bu nedenle örneğin raylı ulaşım ağı daha fazla genişletilemedi. İşte bu noktada Almanya, raylı ulaşımın genişletilmesi ve dijitalleşme gibi altyapı ve iklim projeleri için belediyelere mali destek sağlayarak devreye girebilir."

DW/ DA, JD

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Evrensel kültür mirası Kariye ibadete açıldı

Dünya sanat tarihinin baş yapıtlarından biri olan Kariye Müzesi, restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından bugün cami olarak ibadete açıldı. Düzenlenen törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan telekonferans yöntemiyle katıldı.

Kariye'de ibadet yapılacak bölümlerdeki mozaikler Ayasofya'da olduğu gibi kapatılırken, turistlerin gezeceği bölümler de ayrıldı. 

Kariye Camii, Ayasofya'dan sonra "Fetih" vurgusuyla ibadete açılan ikinci müze oldu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü himayesinde olan Kariye, 21 Ağustos 2020 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle cami statüsüne çevrilmişti.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) Dünya Miras Listesi'nde yer alan Kariye, Ortaçağ'dan kalan mozaik ve freskleriyle dünya kültürel mirasının önemli bir parçası.

"Mozaikler Hristiyan dininin özünü tasvir ediyor"

DW Türkçe'ye konuşan İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu Başkanı Ord. Prof. Nikolaos Uzunoğlu, kültürel bir miras ve evrensel bir değer olarak Kariye'nin önemini şöyle anlatıyor: 

"Kariye Bizans son Rönesans devrinin en önemli eseri olup içindeki mozaikler Hristiyan dininin özünü tasvir etmektedir. Mozaikler 1315 yılında yapılmıştır."

Kariye Müzesi, depremler ve yenilemeler dolayısıyla bugünkü biçimini geç Bizans Dönemi'nde almış bir Hristiyan dini yapısı. Bizans'taki ismiyle Khora Manastır Kilisesi'nin tarihi Justinianus dönemine kadar uzanıyor. Onu İstanbul'daki diğer Ortaçağ kiliselerinden ayıran ise Ortaçağ'dan kalan mozaik ve fresklerin serbestçe sergilenmesi. Kariye, İsa Peygamber ve Meryem Ana'nın hayatını anlatan mozaiklerle kaplı.

Kariye'deki mozaikler
Zeynep Ahunbay, Kariye'deki mozaik ve fresklerin Bizans sanatı açısından önemine dikkat çekiyornull ANKA

DW Türkçe'ye konuşan mimar ve restorasyon uzmanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Kariye'nin barındırdığı mozaik ve fresklerin 14'üncü yüzyıla ait olduğunu belirterek, kilisenin 1511 yılında camiye çevrildiğini ve 20'nci yüzyıla kadar bu şekilde geldiğini anlatıyor.

Kariye 1958'de müze olarak açıldı

Kariye'nin barındırdığı sanat eserleri nedeniyle Bizanslı sanat tarihçileri tarafından her zaman ilgiyle izlenen bir yapıt olduğunu söyleyen Ahunbay, bu nedenle yapının 1948-1958 yılları arasında Dumbarton Oaks Enstitüsü tarafından restore edilerek kültür varlıkları ve sanat eserlerinin yeniden ortaya çıkarıldığını ve 1958 yılında müze olarak açıldığını aktarıyor. 

Ahunbay, "Yani burada Ayasofya'da olduğu gibi bir müze sunumu gerçekleşiyor. Tabii bunlar çok önemli ve İstanbul'un Ortaçağ'dan kalmış olan değerli sanat eserleri" diyor.

İstanbul'da Vefa Kilise Camii, Fethiye Camii gibi kiliseden dönüştürülmüş başka camiler de olduğunu, ayrıca Aya İrini gibi birçok Bizans yapısının daha bulunduğunu dile getiren Ahunbay, "Deprem sonrası restorasyonlarla onarım geçirmiş birçok Bizans yapısı var ama bunların mozaik ve freskleri çok iyi korunmamış. Kariye'de ise bütün yapıyı kapsayan, yüzeylerini örten çok değerli sanat eseri, mozaik ve freskler var. Yani diyelim ki Fethiye Camii de çok sınırlı bir alanda Vefa da öyle. Ancak Kariye'de daha geniş bir alana yayılıyor ve sanat tarihi açısından kültür varlığını çok değerli kılan bezeme katmanları var" diye konuşuyor.

Ahunbay, yapının mimarisinin Ortaçağ Bizans sanatı için öneminin yanı sıra barındırdığı eserlerin, korunabilmiş mozaik ve fresklerin değerine dikkat çekiyor.

UNESCO rapor istemişti

2020'de statüsü değiştirilen Kariye Cami, içindeki fresklerin ibadet hazırlıkları kapsamında kapatılmasıyla gündeme gelmişti. Camide otomatik perdeleme sistemi kullanıldığı açıklanmıştı.

UNESCO'ya bağlı Dünya Mirası Komitesi, 2021 yılında Ayasofya ve Kariye'de yapılan değişikliklerle ilgili güncellenmiş rapor sunması için Türkiye'ye 1 Şubat 2022 tarihine kadar süre tanımış, Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise talebin "taraflı ve siyasi saiklerle kaleme alındığını" savunarak Komite'ye ret yanıtı vermişti.

"Kültür değerlerini açık tutmak gerek"

Bir kilisenin değil bir müzenin camiye dönüştürüldüğüne dikkat çeken Zeynep Ahunbay'a göre kültür mirasını onu en iyi şekilde ifade edecek biçimde sunmak gerekiyor.

Kariye'deki mozaiklerden birinde İsa Peygamber ve Meryem Ana tasvir ediliyor
Kariye, Hristiyanlık açısından önemli mozaik ve freskler içeriyornull Bildagentur-online/Tetra Images/picture alliance

Bulgaristan'da veya Yunanistan'da kalmış olan camilerin kilise veya müze olarak kullanılabildiğini söyleyen Ahunbay, bu işlev değişikliği sırasında o yapının mimari değerini, özelliklerini kapatmamak, yok etmemek gerektiğine dikkat çekiyor.

"Dinler arası hassasiyet en yüksek seviyede olmalı"

Peki Kariye'nin cami olarak ibadete açılmasının dinler ve medeniyetler arası barışa etkisi ne olur?

Nikolaos Uzunoğlu, "Türkiye ve İspanya'nın inisiyatifiyle 2006 yılında kurulan şu anda Birleşmiş Milletlerin önemli bir kurumu olan Medeniyetler İttifakı'nın yürüttüğü projeler göze alınırsa, medeniyetler arası diyaloğun ve karşılıklı anlayışın geliştirilmesi için dinler arası hassasiyetlerin en yüksek seviyede olması gerekiyor" diyor. 

Uzunoğlu'na göre Kariye'nin bulunduğu noktaya çok yakın birçok cami ve kilisenin olduğu düşünülürse söylenen prensip Kariye'nin müze olarak kalmasının önemini açıkça gösteriyor. 

İnsan medeniyetlerinin yaratmış olduğu eserlerin korunması için uzman görüşlerinin herkes tarafından ciddiyetle kabul edilmesi gerektiğini söyleyen Uzunoğlu, "Yakın zamanda kamuoyuna yansıyan haberlere göre son yıllarda Ayasofya'da ciddi sorunların yaşanması bu gerçeği doğruluyor" diye konuşuyor.

Kariye Camii
Kariye'nin, 2020 yılında Cumhurbaşkanlığı kararı ile müze statüsü kaldırılmıştınull Martin Siepmann/picture alliance

"Geriye dönüş var"

Prof. Dr. Zeynep Ahunbay ise Kariye'nin 1940'larda müzeye çevrilmiş olmasının o zamanki Cumhuriyet anlayışıyla ilişkili olduğuna işaret ediyor.

Ahunbay, "Kültür varlıklarının değerlendirilmesine ilişkin bir laik yönetimin verdiği kararlar. Bugün ise daha farklı. Kariye için Danıştay'ın 2019'da aldığı bir müze iptal kararı var. Yani ülkenin en üst düzeyindeki yargı organı böyle bir karar alıyor, Diyanet'e devrediliyor ve ona bağlı olarak da kullanımı dini olarak tekrar konuluyor. Yani burada bir geriye dönüş var" diyor ve ekliyor: "Bunun kültür varlıkları açısından doğru olmadığını düşünüyorum."

Kariye Camii'nin müze ve müze deposu olarak kullanılmasına yönelik 1945 yılına ait Bakanlar Kurulu kararı, 2019'da Danıştay 10'uncu Dairesi kararı ile iptal edilmişti. 21 Ağustos 2020'de yayınlanan Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla ise Kariye Camii'nin Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilerek ibadete açılmasına karar verildi.

Eliaçık: Etrafı zaten camilerle dolu

Kariye, İstanbul'un Fatih ilçesinin Edirnekapı semtinde yer alıyor. DW Türkçe'ye konuşan ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık'a göre Kariye'nin çok yakınındaki camiler, ibadet için gerekli olanakları sunuyor.

Kariye'ye yakın camiler arasında 750 metre uzaklıktaki Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii, 600 metre uzaklıkta olan Tercüman Yunus Camii, 450 metre uzakta bulunan Kefevi Camii, 300 metre uzaklıktaki Hoca Kasım Günani Camii gibi tarihi camiler bulunuyor.

İhsan Eliaçık, Kariye müzesinin camiye çevrilmesi kararını Ayasofya'nın camiye çevrilmesiyle birlikte okumak gerektiği görüşünde.

"Mevcut iktidar kiliseleri camiye dönüştürmeyi, müzeleri tekrar eski cami haline çevirmeyi bir politika olarak benimsemiş durumda. Bunun en çarpıcı örneği de Ayasofya idi. Kariye Müzesi'nin camiye çevrilmesini de bu çerçevede düşünmek gerekir" diyen Eliaçık, Kariye'nin daha önce camiye çevrildiğinde içindeki fresklerin ve mozaiklerin tamamen silindiğini, bunları tekrar ortaya çıkmak için yıllarca restorasyon çalışmaları yapıldığını hatırlatıyor. 

Eliaçık, "Çünkü kilisenin içerisindeki mimari çizimlerde Hristiyanlık tarihi var. Bunlar artık insanlığa mal olmuş tarihsel yapılar, müze olarak kalması gerekir. Camiye çevrilmesine de ihtiyaç yok zaten. Kariye müzesinin etrafı camilerle dolu, Ayasofya'nın etrafında da 60 tane cami vardı" diye konuşuyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

7 soruda Erdoğan-Özel görüşmesi

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in görüşmesinin yankıları sürerken, taraflarca Türkiye siyaseti açısından "yumuşama adımı" ve "kilometre taşı" olarak açıklanan görüşmenin ardından gelebilecek adımlar da merak ediliyor.

Erdoğan ile Özel'in 2 Mayıs'ta AKP Genel Merkezi'nde gerçekleştirdiği ve yaklaşık 1 saat 40 dakika süren görüşmenin ardından iki parti de genel bazı ifadelerle olumlu mesajlar verirken, görüşmenin ayrıntıları ve beklentiler ise henüz tam olarak açıklığa kavuşmadı.

DW Türkçe olarak görüşmeye dair bilinenleri, açıklamaları, eleştirileri ve konuşulanları derledik.

Protokol neden ön plana çıktı?

CHP'nin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne gitmeye dair çekincelerinin de etkisiyle AKP Genel Merkezi'nde gerçekleşen görüşmenin ilk etapta en dikkat çeken yanı protokol oldu.

Özgür Özel ile Recep Tayyip Erdoğan'ın görüşmesine katılan Namık Tan, Mustafa Elitaş ise arkadan gözüküyor
Görüşme sırasında bir koltuğun boş kalması soru işaretleri yarattınull DHA

Salondan verilen ilk fotoğrafla birlikte oturma düzeni ve Erdoğan'ın solundaki boş koltuk tartışılmaya başlanırken, görüşmenin CHP'nin istediği gibi "eşitler arası" olup olmadığına ilişkin çok sayıda yorum yapıldı.

Türkiye'nin eski Washington Büyükelçisi, CHP İstanbul Milletvekili Namık Tan ile AKP Genel Başkan Vekili Mustafa Elitaş'ın da katıldığı görüşmedeki düzenin Özgür Özel'i de rahatsız ettiği ve bunu Erdoğan'a aktardığı basına yansıdı.

Özel'in dikkate getirmesi üzerine Erdoğan'ın özel kalem müdürünü çağırarak telafi için en kısa sürede CHP'yi ziyaret etme talimatı verdiği de gelen bilgiler arasında. 

Görüşmede neler konuşuldu?

Görüşmeye gitmeden önce CHP tarafının çantasında neler olduğuna ilişkin bilgiler basına yansırken, görüşmede neler konuşulduğu ise tüm detaylarıyla henüz açıklığa kavuşmadı.

DW Türkçe'nin görüşme öncesinde konuştuğu CHP'li kurmaylar 31 Mart'ta toplumun kendilerine sorunlarını aktarması için bir nevi "sözcülük" görevi yüklediğini belirterek, Erdoğan'a toplumun yakıcı sorunlarının aktarılacağını, vatandaşların temel hakları ve değerlerinin değil bu sorunların müzakere edileceğini belirtmişti.

Kulislere yansıyan bilgilere göre ziyarette Özel'in hazırladığı dosya içinde emekliler ve asgari ücretliler başta olmak üzere yaşanan ekonomik sorunlar, Gezi tutukluları, Can Atalay'ın durumu ve bu bağlamda Atalay dosyası da dahil olmak üzere Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmaması, hasta tutuklular, kayyumlar sorunu, belediyelerin borç yükünü de içeren çok sayıda konu başlığı vardı.

Erdoğan'ın ise yeni anayasa çalışmaları, ekonomi için uygulanmakta olan program gibi bazı başlıkları gündeme getirdiği basında aktarıldı.

Basına yansıyan ancak resmen açıklanmayan bir başka unsur ise CHP'nin görüşmede gündeme getirdiği bazı konularda ilerleme olup olmayacağını görmek için çok detaylı bilgi şu an için vermeyi tercih etmediği oldu.

Özel-Erdoğan görüşmesi

Görüşme sonrası hangi açıklamalar yapıldı?

Görüşmeden sonra her iki liderden de olumlu yönde açıklamalar geldi.

Özel görüşmenin ertesi günü gazetecilerin soruları üzerine "Biz kamuoyunun gündeminde ne varsa hepsini sayın Erdoğan'la görüşme imkânı bulduk" diyerek, Erdoğan'ın kendilerini dinlediğini ve ekibinin de notlar aldığını söyledi. Özel kendilerinin de Erdoğan'ın değerlendirmelerini dinlediğini belirterek, görüşme için "Türkiye demokrasisi açısından önemli bir kilometre taşı olduğunu düşünüyorum" ifadesini kullandı.

Erdoğan da yine görüşmenin ertesi günü cuma namazından çıkışta gazetecilere yaptığı açıklamada "siyasette yumuşama" mesajını birkaç kez tekrarlayarak şöyle konuştu:

"Özgür Bey, Genel Başkan olduktan sonra böyle bir ziyareti kendisinin gerçekleştirmiş olması iktidar ve ana muhalefet arasında aslında olumlu bir gelişme oldu. Bundan önceki süreçlerde bu tür adımlar maalesef atılmıyordu. Bu adımın atılmasıyla siyasetin ülkemizde çok daha yumuşama dönemine girdiğini görüyoruz. Ben de Özgür Bey'e ilk fırsatta böyle bir ziyaretin karşılığını yapacağımı söyledim ki Türkiye'nin, Türk siyasetinin buna ihtiyacı var. İlk fırsatta bu ziyareti gerçekleştirerek Türkiye'de siyasetin yumuşama sürecini başlatalım istiyorum. Bu adımı da atacağız."

Açıklamalar yetersiz mi kaldı?

Görüşmeye dair bazı genel açıklamalar yapılsa da bunları yeterli görmeyenler de var. Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici kendi web sayfasında bu hususa dikkat çekerek şu ifadeleri kullandı:

"Erdoğan ve Özel ertesi gün gazetecilerin birkaç sorusunu yanıtladığında o saate kadar görüşmeyle ilgili o kadar çok 'kulis bilgisi' yayılmıştı ki, görüşmenin içeriği ile ilgili sorulara genel ifadelerle yanıtları 'kulis'lerin yarattığı havayı beslemekten öteye gidemedi. Maalesef 'boş koltuk' magazini ve görüşmenin yarattığı 'hava' içeriğinden çok yer tuttu medyada."

Gazeteci Faruk Bildirici
Faruk Bildiricinull privat

DW Türkçe'ye konuşan Bildirici böyle önemli bir görüşme sonrasında iki liderin birlikte ya da ayrı ayrı gazetecilerin karşısına geçerek soruları yanıtlaması gerektiğini söyleyerek, eleştirisini şöyle aktardı:

"Ama böyle bir açıklama olmadı. Görüşmeyle ilgili bilgiler kulis haberleri ve bu da son derece sakıncalı. Şu anda ne doğru ne değil tam olarak bilemiyoruz. İki tarafın da tabii ki bazı siyaset hesapları olacaktır, bu doğal. Ama siyaset yapmak demek topluma bilgi vermemek demek değil."

Görüşmede tam olarak ne olup bittiğinin hâlâ tam anlaşılamadığını belirten Bildirici, "Bu ülkede ikili zirvelerde neler olduğuna dair her zaman tevatürler doğar. Yıllar sonra birileri açıklama yapsa da herkes o ilk çıkan tevatürlere inanır, mesela Büyükanıt ile Erdoğan görüşmesi gibi" hatırlatmasında bulundu.  

Bildirici görüşmeye dair medya açısından tek olumlu gelişmeyi ise ilk kez muhalif medya olarak tanımlanan ve akredite verilmeyen bazı kurumların AKP Genel Merkezi önünden yayın yapmalarına izin verilmesi olarak gösterdi.

CHP'nin eleştirilere yanıtı ne?

Görüşmeye ilişkin detayların aktarılma süreciyle ilgili eleştirileri CHP Medya ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Burhanettin Bulut DW Türkçe'ye değerlendirdi.

Erdoğan ile görüşmede "kamuoyuna açıklanan konuların hemen hemen hepsi aktarıldı" diyen Bulut, bunların toplam 15-20 başlıkta toplandığını söyleyerek, "1,5 saatte tüm bunlarla ilgili müzakere yapma şansı var mıdır? Yoktur. O nedenle sadece aktarma olur, belli konularda görüşme ve talepler olur" diye konuştu.

CHP Medya ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Burhanettin Bulut
Burhanettin Bulut null Privat

Bulut halkından gündeminde yoksulluk, çeşitli alanlardaki hukuksuzluk ve adaletsizlik gibi konuların ön plana çıktığını ve tüm bunların Özal tarafından iktidara aktarıldığını belirterek, şunları kaydetti:

"Ortada bir gizlilik ya da kasvet yok aslında. Cumhurbaşkanı da açıklama yaptı ve 'yumuşama' dedi. Sonuçta biz toplumun faydasına olacak mı olmayacak mı ona bakacağız. Ortada gizlilik de yok, tüm görüşme kayıt altında. Bizden Namık Bey vardı zaten. Ancak bitmemiş, neticelenmemiş konularda kamuoyunda tartışmanın o konuya bir faydası bu aşamada yok."

AKP ile CHP'nin ilk kez bu tür bir görüşme yaptığına da dikkat çeken Bulut, "İlk defa bir araya geliniyor. Bunun neticesinde bir konuyu üzerinde tepinip de bozmak yerine konunun devamını beklemek gerekiyor" dedi.

Özel-Erdoğan görüşmesi bugünkü CHP Merkez Yönetim Kurulu toplantısında da ele alınacak konular arasında.

Yumuşamadan taraflar ne anlıyor?

Görüşme sonrasında siyasetçiler, gazeteciler ve siyaset bilimciler arasında olumlu ya da olumsuz yönde görüş belirtenler olduğu gibi, CHP için olası risklere dikkat çekenler ya da tarafların tutumlarının açık olmadığını ifade edenler de bulundu.

Bazı siyaset bilimciler Erdoğan'ın "yumuşama" mesajını daha çok muhalefete verdiğini ve kendisinin yumuşamaya niyeti olmadığını savunurken, diğer taraftan erken bir seçim olmaması halinde 2028'e kadar geçecek sürede başta ekonomi olmak üzere çeşitli sorunları aşmak için iktidarın da yumuşamaya ve daha sakin bir siyasete ihtiyacı olduğu yorumları da yapıldı. 

Son günlerde yaşanan "yumuşama" tartışmalarına ilişkin olarak Özel, 1 Mayıs'ta Taksim'in yasak olmasını, ODTÜ stadında öğrencilere izin verilmemesini hatırlatarak, "Ne yumuşamasından bahsediliyor?" dedi. Özel, "Anayasa Mahkemesi kararına rağmen arkadaşlarımız Gezi'den içeride yatıyorsa kimse normalleşmeden bahsetmesin" diye konuştu.

CHP'nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise görüşme öncesinde X hesabından "Saray ile müzakere değil mücadele edilir" derken, görüşme sonrasında da T24 haber sitesinde kaleme aldığı yazıda "Külliye denince akla ne geldiğini" 10 madde halinde sıralayarak, "Hiç kimsenin bu anlayışa yani saraya meşruiyet kazandırma hakkı yoktur" ifadesini kullandı.

Bazı yorumculara göre ise Erdoğan, Özel'i ön plana çıkartarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş gibi iki olası cumhurbaşkanı adayını geri plana atmak ve CHP içinde 14 Mayıs öncesi Millet İttifakı içindekine benzer bir yeni tartışma başlatmayı hedefliyor.

"Erdoğan'ın CHP içinde karışıklık planı olduğu şeklindeki" yorumlara dair bir soruyu Özel, "Kayıt dışı siyasete karşıyız. Her şeyi gözlerinizin önünde yapıyoruz, açıklıyoruz, çalışıyoruz. Hiç kimse korkmasın. CHP'yi topuyla, tüfeğiyle, tankıyla darbeciler karıştıramadı… Özgüvensiz tartışmalarla kimse kimseyi meşgul etmesin. İşimiz var daha iktidar olacağız" sözleriyle yanıtladı.

Bundan sonra ne bekleniyor?

Görüşmenin ardından beklenen en önemli gelişme Erdoğan'ın CHP'ye ziyareti olacak.

Bu görüşmenin ne zaman olacağına ilişkin henüz açıklanan bir takvim bulunmuyor.

Bir diğer beklenti ise ilk görüşmenin ardından iktidar tarafından gelebilecek adımlar. Can Atalay ve Osman Kavala ile birlikte diğer Gezi tutukluları, Selahattin Demirtaş, 28 Şubat'tan cezaevinde bulunan ve ileri yaşlarından dolayı zor durumdaki tutuklular gibi farklı dosyalarda olumlu bir gelişme olup olmayacağı kulislerde merak ediliyor.

Bu beklentiyi doğuran önemli etkenlerden birisi de hükümete yakınlığı ile bilinen medyanın görüşmeye yüklediği anlam olarak öne çıkıyor. Bu kapsamda Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi'nin Kavala ve diğer Gezi tutuklularının yeniden yargılanmasını gündeme getirmesi dikkati çekiyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

İsrail ile ticaretin durdurulmasının etkileri ne olur?

Türkiye Ticaret Bakanlığı "İsrail hükümeti, Gazze'ye kesintisiz ve yeterli miktarda insani yardım akışına izin verinceye kadar" İsrail ile her türlü ihracat ve ithalat işleminin durdurulduğunu açıkladı. Bakanlık, 9 Nisan'da 54 ürün grubunun İsrail'e ihracatının kısıtlanması kararı almış, ancak kararın kapsamı açıklanmamıştı.

Ticari ilişkilerin durdurulma kararı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 24 Nisan'da Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ile düzenlediği ortak basın toplantısında, DW Türkçe Yayınlar Yöneticisi Erkan Arıkan'ın Türkiye ile İsrail arasındaki ticarete yönelik sorusuna karşılık, "O iş bitti... Yoğun ticari ilişkileri artık ayakta tutmuyoruz" açıklamasının ardından geldi.

Türkiye ile İsrail arasındaki siyasi ilişkiler sık sık sert iniş çıkışlara sahne olsa da iki ülkenin ekonomik ilişkilerinin temelinde siyasi tutumlardan bağımsız bir iş birliği yatıyordu. ABD'nin terör örgütleri listesinde yer alan Hamas'ın İsrail'e saldırısıyla başlayan Gazze Savaşı, aylar sonra ticari ilişkiler açısından bir dönüm noktası oldu.

İsrail: Türkiye anlaşmaları ihlal ediyor

Ticaret Bakanlığı'nın yaptığı açıklama öncesinde Bloomberg, Türkiye'nin İsrail ile tüm ticari ilişkileri durdurduğunu iddia etmişti. Bu haberin ardından X hesabından açıklama yapan İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail'in ithalat ve ihracat limanlarını engelleyerek anlaşmaları ihlal ediyor. Türk halkının ve iş insanlarının çıkarlarını hiçe sayan ve uluslararası ticaret anlaşmalarını görmezden gelen bir diktatör işte böyle davranır" ifadelerini kullandı.

Türkiye Ticaret Bakanlığı'nın web sitesinde yer alan bilgilere göre Türkiye ile İsrail arasında her biri 1996 yılında imzalanan Gümrük İdarelerinin Karşılıklı Yardım Anlaşması, Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması, Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması, Ticaret, Ekonomik, Sınai, Teknik ve Bilimsel İş birliği Anlaşması ve Serbest Ticaret Anlaşması ile 2009'da yapılan Türkiye-İsrail Karma Ekonomik Komisyon (KEK) IV. Dönem Toplantısı protokolleri bulunuyor.

Karar hukuki bir sorun oluşturur mu?

Peki alınan karar mevcut anlaşmalar açısından Türkiye için hukuki bir sorun teşkil eder mi?

DW Türkçe'ye konuşan uluslararası mali hukuk uzmanı Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, ticareti durdurma kararının hukuki açıdan yaptırımı olmayacağı görüşünde.

Gümrük İdarelerinin Karşılıklı Yardım Anlaşması ve Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması'nda taraflar arasındaki görüşmelerde ihtilaf çözümlenmezse fesih imkanının açık bir şekilde düzenlenmiş olduğuna işaret eden Başaran Yavaşlar, söz konusu anlaşmaların fesih bildiriminden altı ay sonra yürürlükten kalktığını belirtiyor.

Uluslararası mali hukuk uzmanı Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar
Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlarnull privat

Başaran Yavaşlar, Ticaret, Ekonomik, Sınai, Teknik ve Bilimsel İş birliği Anlaşması'nda da ihtilafın taraflarca dostane bir şekilde çözümlenmesinin düzenlendiğine, dolayısıyla bu anlaşmaya dair bir fesih sorununun da görünmediğine dikkat çekiyor. 1996 tarihli Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması'nda tarafların 10 yıl sonra anlaşmayı sonlandırma hakkı bulunuyor.

Serbest Ticaret Anlaşması'na yönelik olarak ise sorunun çözümü için öncelikli olarak bir ortak komite kurulmasının kararlaştırıldığına işaret eden Başaran Yavaşlar'ın verdiği bilgiye göre, bu bir çözüm olmazsa, taraflardan biri, ortak komiteyi de bilgilendirerek bir tedbir alma hakkına sahip. Ancak bu tedbirin anlaşmaya en az zarar verecek tedbir olması gerekiyor. Yine anlaşmaya göre taraflardan bir tanesi hakem atama talebinde bulunabiliyor. Her iki ülkenin hakemleri ve bir ortak hakemle karar oy birliğiyle alınıyor. Bu karara da tarafların uyması gerekiyor. Yine Serbest Ticaret Anlaşması'nda da fesih imkanı mümkün. Tarafların feshi altı ay önce diplomatik yollarla bildirmesi gerekiyor.

"Anlaşmaların feshi yoluna gidilmez"

Ancak İsrail ile ilişkilerde geçmişte de kritik süreçlerden geçilmiş olmasına rağmen bu anlaşmaların hiç birinin feshi yoluna gidilmediğini söyleyen Başaran Yavaşlar, şu anda da böyle bir durumun söz konusu olmayacağını düşünüyor.

Ticari ilişkilerin sonlandırılmasının daha çok Serbest Ticaret Anlaşması'nın konusu olduğunu dile getiren Başaran Yavaşlar, "Bu şekilde ilişkiler yine bir müddet durdurulmuş olacak. İsrail de tabii ki buna misilleme yapacaktır. Diğer yandan biliyorsunuz Filistin'in tanınması söz konusu. Avrupa Birliği'nden yapılan açıklamalar pek çok Avrupa Birliği devletinin yakında Filistin'i tanıyacağı, Birleşmiş Milletler'e de üye olarak kabul edileceği şeklinde. Yakın zaman içerisinde belki ona bağlı olarak bir yumuşama hali tekrar ortaya çıkabilir" diyor. ABD'deki Filistin yanlısı öğrenci protestolarını hatırlatan Başaran Yavaşlar, "Tabi İsrail uygulamalarında farklılaşmaya giderse yumuşama olur. Ama şu aşamada en azından bir müddet bundan dönüş olmayacaktır" diye ekliyor.

"Dünya Ticaret Örgütü'ne gidilebilir"

Diğer yandan hem Türkiye hem de İsrail'in Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olduğuna işaret eden Başaran Yavaşlar, aralarındaki sorunu herhangi bir şekilde çözemedikleri durumda taraflardan birinin uyuşmazlık çözüm mekanizmasına başvurabileceğini anlatıyor. Müzakerelerden altı ay sonuç alınmaması halinde temyiz sürecine varan aşamaların olduğunu ifade eden Başaran Yavaşlar, "Bu süreçte Türkiye'nin anlaşmaya uymadığına karar verilmesi halinde nasıl bir yaptırım var? Bir tazminat burada öngörülmüş vaziyette ama tazminat neredeyse hiç uygulanmıyor. Bu durumda davacı olana, yani şikayet eden ülkeye misilleme imkanı tanınmış vaziyette. Bunu da devletler görüyorlar netice itibariyle. Dolayısıyla hiç oraya bile gitmeden kendi meselelerini kendileri yapıyorlar açıkçası" diye konuşuyor.

Mevcut ticari ilişkiler ne boyutta?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre İsrail, 2023 yılında, 5,4 milyar dolar ihracat hacmi ile Türkiye'nin en fazla ihracat gerçekleştirdiği ülkeler arasında 13'üncü sırada yer aldı. İsrail, Türkiye'nin toplam ihracatından yüzde 2,1 pay aldı.

Ticaret Bakanlığı'nın verilerine göre de savaşın başlangıcından önceki Eylül ayında Türkiye, İsrail'e 499 milyon dolar değerinde ihracat yaparken savaşın başladığı Ekim ayında İsrail'e yapılan ihracat, bir önceki aya göre ciddi bir düşüş göstererek yaklaşık 348 milyon dolar seviyesine geriledi. İhracat rakamı, Kasım ayında ise 319 milyon dolara indi. Ancak iki aylık düşüş sonrası ihracat Aralık 2023'te yönünü tekrar yukarı çevirerek neredeyse savaş öncesi seviyelere geldi. İsrail'e yapılan ihracat Aralık 2023'te 429 milyon doları bulurken Ocak'ta 349 milyon, Şubat'ta 422 milyon, Mart'ta 437 milyon dolar seviyelerine yükseldi. Buna göre İsrail'e olan ihracat Nisan'daki kısıtlama kararı öncesi son altı ayın rekorunu kırdı.

"İhracat daha fazla sekteye uğrayacak"

Bugün açıklanan Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verileri ise Mart ayında 437 milyon dolar olan Türkiye'nin İsrail'e ihracatının Nisan'da 315 milyon dolara gerilediğini gösterdi. 9 Nisan'da İsrail'e ihracata kısıtlama gelmişti. TİM verilerine göre İsrail, Nisan ayı itibarıyla Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı 16. ülke konumunda.

Türkiye'nin İsrail ile ticaret ilişkisinde dış fazla verdiğini, ticaret hacminin yüzde 76'sının ihracattan oluştuğunu ifade eden Prof. Dr. Oğuz Oyan, kararı, "Mevcut rakamlara göre ihracat-ithalat işlemlerinin durdurulması, Türk ihracatını, ithalata oranla daha fazla sekte uğratacak. Demek ki bunu gözden çıkarıyorlar" diye değerlendiriyor.

Türkiye'nin İsrail'den ithalatı Ocak-Mart 2024 döneminde yaklaşık 429 milyon dolar olarak gerçekleşti. Geçen yılın tamamında ise İsrail'den yapılan ithalat 1,6 milyar dolar düzeyinde oldu. İsrail, bu rakamla Türkiye'nin ithalat yaptığı ülkeler arasında 32. sırada yer aldı.

"AKP güven kaybını onarmaya çalışıyor"

Oğuz Oyan'a göre Erdoğan-Biden görüşmesinin iptal edilmesi de ticareti ilişkileri durdurma kararını hızlandırmış gözüküyor.

Geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 9 Mayıs'ta ABD'ye yapması planlanan ziyaret iptal edilmiş, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli, ziyaretin, "Programların uyuşmaması nedeniyle, her iki taraf için uygun olacak ileri bir tarihe ertelendiği" açıklamasını yapmıştı.

Ticareti durdurma kararının altında seçim sonrasında AKP'nin kendini yeniden inşa etme isteğinin de yattığının altını çizen Oyan, "Süreç seçimlerde AKP aleyhine çalıştı. Özellikle Yeniden Refah Partisi üzerinden gelen eleştiriler AKP seçmenini etkiledi, seçim başarısını önemli ölçüde düşürdü. AKP şimdiden seçimler uzakta da olsa toplum nezdinde azalan prestijini ve özellikle de bu konuda doğruları toplumla paylaşmamış olmasının getirdiği güven kaybını bir şekilde onarmaya çalışıyor" ifadelerini kullanıyor.

"Turizme de etkileri olacak"

İhracattaki kaybın gözden çıkarılmış olduğunu düşünen Oyan, İsrail'den Türkiye'ye önemli ölçüde İsrailli turist geldiğine işaret ederek kararın turizme olumsuz etkilerini de dikkat almak gerektiği görüşünde.

Türkiye, İsrailli turistler için önemli bir tatil lokasyonu. Türkiye'yi ziyaret eden İsraillilerin sayısı 2019'da 570 bin ile rekor kırmış, pandemi sonrasında sınırların yeniden açılması ile 2022'de Türkiye'ye gelen İsrailli turist sayısı 843 bini geçmişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre geçen yıl ise İsrail'den Türkiye'ye gelen ziyaretçi sayısı 2022 yılına göre yüzde 9,16 düşüşle yaklaşık 766 bin oldu. İsrail, savaşın ardından Türkiye'ye dönük seyahat uyarısı yaparak ve vatandaşlarına "Türkiye'yi derhal terk edin" çağrısında bulunmuştu. İsrail, bu rakamlarla Türkiye'ye en fazla turist gönderen 13. ülke konumundan 17'ciliğe geriledi.

Türkiye'ye fon akışı nasıl etkilenir?

Oyan'a göre alınan karar, Türkiye'nin dış kaynak arayışını da sekteye uğratabilir.

"Bugünkü Batı dünyası, yani Amerika ve Avrupa İsrail'e dönük önlemler alan ülkelere olumlu bakmıyor. Hatta bütün bunları antisemit eylemler olarak da görüyorlar" diyen Oyan, "Bunların antisemitizm ile kuşkusuz bir ilgisi yok. Gazze'de İsrail'in sürdürdüğü politikaları durdurma, özellikle de son olarak Refah'ta bir katliam yaşanmasına engel olma amacını taşıyor. Ama tabii bunu anlatmaları zor. Bu da İsrail'le olan ilişkileri etkileyeceği gibi, Türkiye'nin finans çevrelerinin ile olan ilişkilerini de etkileyebilir. Türkiye'ye fon akışlarını etkileyebilir gibi de gözüküyor" ifadelerini kullanıyor.

Öte yandan Türkiye'nin yakın zamanda Güney Afrika'nın İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davaya müdahil olmaya karar verdiğini açıkladığına işaret eden Oyan, "Bunun da yabancı yatırımlara ne kadar etkisi olup olmayacağını göreceğiz. Ama sıfır etkide olmayacağını düşünebiliriz" yorumunu yapıyor.

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya'da okullarda şiddet artıyor

Almanya Eğitim Bakanı, bazı günlerde işinden son derece memnun. Örneğin her yıl ülkenin en iyi öğretmenlerine ödüllerinin verildiği gün. Alman Öğretmen Ödülü'nün verildiği bu törende, Bakan Bettina Stark-Watzinger, onur konuşmasını yapma ayrıcalığına sahip. Söz konusu törende ödül alanlar arasında, matematik dersini eğlenceli hâle getiren öğretmenler de yer alıyor, tekerlekli sandalye kullanan öğrencilerini bir tiyatro projesine kazandıran pedagoglar veya dersinde, önceden çektiği videoları kullanan öğretmenler de.

Bu töreni izleyen, sanki Alman eğitim sisteminde her şey kusursuz işliyormuş izlenimine kapılıyor. Ancak gerçekte durum böyle değil.

Son haftalar ve aylarda, Alman eğitim sisteminin iyileşme yönünde acil adımlara ihtiyaç duyduğunu ortaya koyan çok sayıda araştırma yayımlandı. Sonuçları Aralık ayında açıklanan PISA araştırması, Alman öğrencilerin matematik ve okumada, daha önce hiç olmadığı kadar kötü seviyede olduğunu ortaya koydu.

2024 yılında yürütülen bir gençlik çalışmasında da, gençler, okulda dijitalleşmenin yetersizliğinden ve okulun kendilerini iş hayatı ve gerçek yaşama hazırlamadığından yakındı.

Son olarak yayınlanan ve "okul barometresi" olarak da nitelenen bir diğer araştırma da, Almanya'daki öğretmenlerin yüzde 47'sinin yani neredeyse yarısının, öğrenciler arasında fiziksel veya ruhsal şiddete tanıklık ettiğini su yüzüne çıkardı.

"Hasta bir sistemi görüyoruz"

"Okul barometresi" adıyla tanınan araştırma için bin 600 öğretmenle mülakatlar yapan Stuttgart merkezli Robert Bosch Vakfı'nın eğitim departmanının yöneticisi, eski öğretmen Dagmar Wolf, konuya ilişkin değerlendirmesinde, "Sonuçlarda adeta hasta bir sistemin anlık fotoğrafını görüyoruz" diye konuştu. DW'ye konuşan Wolf, "Burada zorbalık ve vandalizmin yanı sıra kısmen okul bahçesini de aşan fiziksel şiddetten bahsediyoruz. Hatta ebeveynlerin karıştığı vakalar da kulağımıza geldi. Bular istisna olsalar da, böyle olayların var olduğunu da biliyoruz" dedi.

Öte yandan gençler arasında sosyal medya kullanımı da, okullarda bazı sorunları beraberinde getiriyor. Örneğin Berlin eyaletinin Eğitim Senatörü, TikTok'ta yayılan bir söylentiye karşı uyarıda bulunmak için 800 okula bir mektup göndermek zorunda kaldı. TikTok'ta yayılıp viral olan bir videoda, 24 Nisan tarihinin sözde "Uluslararası Tecavüz Günü" olduğu ve bu günde cinsel saldırılarda bulunmanın caiz olduğu iddiası yer aldı. Wolf, okul yönetimlerinin, Gazze'deki savaş nedeniyle öğrenciler arasında yaşanan şiddet olaylarının da arttığını aktardığını söylüyor.

Almanya'da son aylarda sosyal medyada yapılan cesaret denemelerinin okullara da taşınmasıyla bağlantılı olarak okullara ilkyardım, itfaiye ve polis ekiplerinin müdahale ettiği olaylar kayda geçti.
Almanya'da son aylarda sosyal medyada yapılan cesaret denemelerinin okullara da taşınmasıyla bağlantılı olarak okullara ilkyardım, itfaiye ve polis ekiplerinin müdahale ettiği olaylar kayda geçti. null René Priebe/dpa/picture alliance

Yüz binlerce mülteci ilkokullara entegre ediliyor

Üstelik tüm bunlar, yalnızca lise seviyesinde yaşanmıyor. 6 ila 10 yaş arası çocukların gittiği ilkokullarda da mobbing ve dövüşme vakaları yaşanıyor.

Eğitim uzmanı Wolf'a göre, Almanya, eğitim konusunda iki farklı yüze sahip. Bir yanda, yüksek derecede eğitim veren, mevcut sorunların pek yaşanmadığı 3 bini aşkın lise (Gymnasium) var. Diğer yandan da, ailesinde eğitim geleneği olmayan veya göçmen kökenli ailelerden gelen çocuk ve gençlerin çoğunluklu olarak gittiği liseler var. Bunlara bir de, Almanya'nın son yıllarda çözmeye çalıştığı bir sorun daha eklendi: Mültecilerin bu okullara dahil edilmesi.

Robert Bosch Vakfı'ndan Wolf, konuyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıyor:

"Son iki yılda, Ukrayna'dan gelen 200 bini aşkın çocuğu eğitim sistemimize entegre ettik. Buna ek olarak, iç savaş veya savaşa benzer durumlar veya ekonomik zorluktan muzdarip diğer ülkelerden gelen bir o kadar çocuğu da öğretime dahil ettik. Bunlar da elbette ilkokuldaki durumu, on yıl öncesine göre daha zor kılıyor."

Son yıllarda okullardaki gündelik yaşamın nasıl değiştiği hakkında fikir sahibi olmak isteyen, kendi isteği üzerine isimini değiştirdiğimiz Torsten Müller ile konuşabilir. Kuzey Ren-Vestfalya eyaletindeki ortaokul-lise düzeyindeki bir Gesamtschule'de sosyal hizmet uzmanı olarak çalışan Müller, çocukların sorunları ve endişelerine günü gününe tanıklık ediyor. Stres, yorgunluk, kendini sorgulama ve amaçsızlık, bu okullarda hüküm sürüyor. Gesamtschule, yukarıda sözünü ettiğimiz iki okul kategorisinin ikinci türüne, yani göçmen ve eğitim geleneği zayıf ailelerden gelen çocukların gittiği okul türüne tekabül ediyor.

Almanya'ya son iki yılda sadece Ukrayna savaşından kaçıp gelen 200 bin öğrenci eğitim sistemine dahil edildi. Ukraynalı çocuklar dışında diğer kriz bölgelerinden gelen sığınmacı ailelerin çocukları da eğitime entegre ediliyor.
Almanya'ya son iki yılda sadece Ukrayna savaşından kaçıp gelen 200 bin öğrenci eğitim sistemine dahil edildi. Ukraynalı çocuklar dışında diğer kriz bölgelerinden gelen sığınmacı ailelerin çocukları da eğitime entegre ediliyor. null Lars Heidrich/Funke Foto Services/IMAGO

"Pandemi kısıtlamalarının yol açtığı sorunlarla hâlâ uğraşıyoruz"

Müller, tanıklık ettiği sorunları DW'ye şöyle anlatıyor:

"Elbette çocuklar arasındaki iletişimi de değiştiren akıllı telefonun tüketimi, belirleyici konumda. Gençler artık birbirleriyle konuşmaktan ziyade birbirleri hakkında konuşuyor ve bu da, yüz yüze bir iletişimde ortaya çıkmayacak yanlış anlaşılmalara mahal veriyor. Öte yandan koronavirüs pandemisinin yol açtığı, güvenlik hissinin kaybı ve psikiyatrik hastalıkların artışı gibi sonuçlarla hâlâ başa çıkmaya çalışıyoruz."

Müller'e göre, okulların pandemi döneminde aylarca kapatılması, Alman korona politikasının en büyük hatası olarak tarihe geçti. Okulların kapatıldığı süre Fransa'da 56, İspanya'da 45 ve İsveç'te 31 iken, Almanya'da öğrenciler 180 günü aşkın süre evde kalmak zorunda kaldı. Müller, bu sosyalleşme eksikliğinin bir sonucu olarak, birçok gencin karşılıklı argümanlar öne sürmek yerine itişip kakışmaya meylettiğini gözlemlediğini söylüyor.

Okul yönetimi, gerilimin tırmanmasını önleme eğitimleri ile, bu eğilime karşı harekete geçmiş durumda. Söz konusu eğitimleri ekibiyle birlikte yöneten Müller, "Kavganin neden çıktığını ve grup veya birey olarak bu duruma gelinmesini nasıl önleyebileceğimize dair bilgiler aktarıyoruz. Ya da, her iki veya üç öğrenciden birinin deneyimlemiş olduğu mobbing'in ne olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Daha sonra egzersizlerde ortak stratejiler geliştiriyoruz" diye konuşuyor.

Müller'e göre, Almanya'nın, okullarını yeniden sağlığına kavuşturmasının yolu, aynı sayıda öğretmenle daha küçük sınıflar oluşturulması ve sosyal ve psikolojik yardım olanaklarının artırılmasından geçiyor.

Kalifiye iş gücü sorunu: "Bütün çalışmaz hâlde"

Alman Öğretmenler Birliği Başkanı Stefan Düll, Müller'in önerisinin altına imzasını atacağını, ancak listeyi biraz daha uzatacağını söylüyor:

"Almanca'yı ikinci ve yabancı dil olarak öğretebilecek çok fazla insana ihtiyacımız var. Okul psikolojisi, gençlik çalışmaları gibi konularda destek verecek personele ihtiyacımız var. Ancak demografik değişim kapsamında ihtiyaç karşılanamadığı için bu insanları bulmamız pek kolay değil. Bu ihtiyaç sürekli büyüyor, aranan kalifiye iş gücü sürekli azalıyor ve bütün çalışmaz hâle geliyor."

Bunlar yaşanırken, ders anlatmak yerine öğrenciler arasındaki sorunlarla boğuşmak zorunda kalan öğretmenlerin hayal kırıklığının şiddeti giderek artıyor. Bir anket, öğretmenlerin büyük çoğunluğunun işlerinden memnun olduğunu ortaya koysa da, ankete göre öğretmenlerin dörtte birinden fazlası, işlerini bırakmayı düşünüyor. Öğretmenler, bu isteklerine, birincil olarak, öğrencilerin davranış biçimini gerekçe gösteriyor.

Bavyera eyaletindeki bir lisenin müdürü, tam bu nedenle, şiddet önleme konusunda daha fazla personelin istihdam edilmesi gerektiği görüşünde. Ona göre, belirli kırmızı çizgiler aşıldığında, işe yarayan tek yöntem, "sıfır tolerans politikası". Bir noktadan sonra da kimi durumlarda konuyu polise de aktarmakla hallettmeyi denediklerini anlatıyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor:

"Belirli bir eşikten sonra sınır aşılıyor ve polise şikayette bulunma noktasına geliyoruz. Bunun nedeni biraz da caydırmak. Bu, mobbing vakaları için de geçerli. Siber mobbing konusunda da birçok okul müdürü, vakaları polise bildiriyor."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Ankara'nın İsrail hamleleri ve olası riskler

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Gazze savaşı nedeniyle İsrail'e yönelik tutumunu sertleştiriyor.

1 Mayıs'ta, Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı'nda (ICJ) İsrail'e karşı açtığı soykırım davasına müdahil olma kararını duyuran Ankara, dün de İsrail ile tüm ticari ilişkilerini "Gazze'ye kesintisiz, engelsiz ve yeterli miktarda insani yardım ulaştırılıncaya kadar" durdurma kararını açıkladı.

İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz
İsrael Katznull Dursun Aydemir/Anadolu/picture alliance / Anadolu

Türkiye'nin bu hamleleri, İsrail'in sert tepkisine yol açtı. İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz, yaptırım kararına tepkisinde doğrudan Erdoğan'ı hedef aldı. Katz, sosyal medya paylaşımında "Diktatörler böyle davranış sergilerler" ifadelerine yer verirken, Erdoğan'ın limanlarda İsrail'in ithalat ve ihracatını bloke ederek anlaşmaları ihlal ettiğine dikkat çekti.

Türkiye'nin Perşembe günü duyurduğu yaptırım kararının Dünya Ticaret Örgütü kapsamındaki yükümlülüklerine aykırılık teşkil edip etmediği, hukuki sonuçlar doğurup doğurmayacağı ile ilgili tartışmaları ise sürüyor.

"Ticaret, ilişkilerin son oksijen kaynağı"

İsrail-Türkiye ilişkileri uzmanı Gallia Lindenstrauss ise asıl bundan sonra yaşanabilecekler konusunda endişeli olduğu söylüyor.

İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS) kıdemli uzmanı Lindenstrauss, Ankara'nın ticari ilişkileri tamamen durdurma hamlesini DW Türkçe'ye, "Bu çok ciddi ve endişe verici" sözleriyle değerlendirdi. Ticari ilişkilerin, İsrail-Türkiye ilişkilerinde "tek oksijen kaynağı" olarak kaldığını söyleyen Lindenstrauss, Ankara'nın bunun da darbe almasına yol açacak radikal bir tedbir almasını "şoke edici" olarak tanımladı.

"Son derece kafa karıştırıcı"

İsrailli uzman, AKP hükümetinin tedbirinin mahiyetinin aslında Türkiye'nin kendi çıkarları açısında da "son derece kafa karıştırıcı" olduğunu ifade ederken, şunları kaydetti:

İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS) kıdemli uzmanı Gallia Lindenstrauss
Gallia Lindenstrauss.null Privat

"Çünkü aslında Türkiye, İsrail ile pozitif bir ticaret dengesine sahip. İkili ticaretin dörtte üçü Türkiye'nin İsrail'e yaptığı ihracattan oluşmakta. İsrail, zorluklara rağmen başka tedarikçiler bulacaktır. Ama diyelim Türkiye bir süre sonra yine rotasını değiştirdi. Güven ve öngörülebilirliği sarsan böylesine sert bir adımın ardından İsrailli ithalatçılar Türkiye ile ticarete devam eder mi? Devam etmek ister mi?"

AKP'nin İsrail ile ticareti durdurma hamlesi özellikle Türk ihracatçılarını olumsuz etkileyecek gibi görünüyor. Türkiye İhracatçıları Meclisi (TİM) Başkanı Mustafa Gültepe, İsrail ile ihracatın durdurulması nedeniyle 5-6 milyar dolarlık bir kaybın söz konusu olacağını, ihracat yasağının uzun sürmesi halinde de devletin ihracatının büyük bir bölümünü İsrail'e yapan firmalara sahip çıkmak, kayıplarını da karşılamak durumunda kalacağını söyledi.

Ankara'nın "Risk alan Türkiye stratejisi" sonuç verir mi?

Peki Erdoğan, zaten zor bir süreçten geçen Türkiye ekonomisini etkileyebilecek adımı neden atıyor? Bazı yorumcular Erdoğan'ın sertleşen İsrail hamlelerinin gerisinde yerel seçim mağlubiyeti ve iç politika baskısının rol oynadığı görüşünde.

Gallia Lindenstrauss ise bu denli ciddi bir politika değişikliğinin salt iç siyaset hesaplarıyla açıklanamayacağı görüşünde. İsrailli uzman ayrıca Ankara'nın hamlelerini değerlendirirken sadece Erdoğan'a odaklanılmaması ve daha geniş bir perspektiften bakılması gerektiğine işaret ederek, "Karar alma süreçlerinde yer alan başka kişiler, daha büyük risk alan bir Türkiye stratejisinin, hem sahada hem de Türkiye'nin uluslararası konumunun güçlendirilmesi bakamından olumlu sonuçlar doğuracağına inanıyor" diyor.

Erdoğan'ın Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile dua ederken çekilmiş fotoğrafı
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ortadoğu'ya yönelik olarak daha ideolojik bir politikaya yöneldiği öne sürülüyor null Murad Sezer/REUTERS

Lindenstrauss, bu politikayı "macerapest dış politika" olarak tanımlarken, söz konusu stratejinin tıpkı Ankara'nın Arap Baharı döneminde İhvan'a, Müslüman Kardeşler'e verdiği destek politikalarında olduğu gibi yine başarısızlıkla sonuçlanacağını öne sürdü.

İsrailli uzman, "Tıpkı Arap Baharı'nın ilk yıllarında Türkiye'nin daha ideolojik bir dış politikaya yöneldiği dönemde gördüğümüz gibi bu da ciddi bir şekilde geri tepecek" diye konuştu.

ABD'de Türkiye'ye yaptırım çağrıları yükseliyor

Batılı diplomasi kulislerinde, 7 Ekim'de İsrail'i hedef alan terör saldırıları sonrasında Hamas'a çok güçlü destek vermesi nedeniyle Ankara'nın zaten Gazze'de ateşkes sağlanmasına dönük müzakerelerden dışlandığını ve aslında son hamleleriyle de "Türkiye'yi oyun dışında bırakamazsınız, bırakırsanız biz de oyunu bozarız" mesajı vermek istediği konuşuluyor.

Akşam alacakaranlığında ABD Kongre binası
ABD Kongresi'nde İsrail'e yönelik sertleşen tutumu nedeniyle Türkiye'ye yaptırım uygulanması yönünde çağrılar yapılıyor. null picture-alliance/dpa/Bildfunk/epa/J. L. Scalzo

Ancak uzmanlar ABD ve Avrupa Birliği'nin (AB) terör örgütü olarak tanıdığı Hamas'a güçlü desteği ile tepkileri üzerine çeken Erdoğan'ın İsrail'e yönelik son hamlesiyle sadece Türkiye ekonomisini zora sokmayacağı, aynı zamanda Türkiye'nin ABD yaptırımlarına hedef olmasına da yol açabileceğine dikkat çekiyor.

Özellikle ABD'de, Türkiye'nin İsrail'e yönelik art arda attığı adımlar, geniş yankı buluyor. Washington'da Türkiye'ye yaptırım uygulanması, hatta Biden Yönetimi'nin Türkiye'ye satışına onay verdiği F-16'ların teslim edilmemesi yönünde çağrılar yapılıyor.

"Endişeleri daha da körükleyecek"

Alman Marshall Fonu (GMF) Başkan Yardımcısı ve Brüksel ofisi direktörü Ian Lesser ise bu çağrıların somut sonuç doğurma ihtimaline ihtiyatlı yaklaşıyor.

Lesser, Türkiye'nin ABD başta olmak üzere Batılı partnerleriyle ilişkilerinde son aylarda "bir tür yumuşama ve iyileşme yaşandığını" söylerken, "Ama bu zaten ihtiyatlı bir yakınlaşmaydı" diyor.

Alman Marshall Fonu (GMF) Başkan Yardımcısı ve Brüksel ofisi direktörü Ian Lesser
Ian Lessernull Samuel Corum/AA/picture alliance

Amerikalı uzman, Batılı başkentlerin özellikle Erdoğan'ın Hamas ile ilgili söylemleri nedeniyle Ankara'ya mesafeli bir tutum takındığını, Türkiye'nin İsrail'e yönelik son hamlesinin bu endişeleri daha da körükleyeceğini vurgulamakla birlikte, "Ama Ankara'nın İsrail ile ticareti durdurma kararının Türkiye ile zaten mesafeli ilişkilerde daha somut sonuçlar doğuracağını düşünmüyorum. En azında doğrudan olmaz" diye konuştu.

Hem Erdoğan ve çevresinin hem Türklerin önemli bir bölümünün Filistin meselesini Türkiye'nin bölgesel liderlik üstlenmesi gereken bir konu olarak gördüğüne işaret eden Lesser, "Erdoğan'ın Filistin davasına eskiden beri süregelen bağlılığı ve Müslüman Kardeşler ile bağları dikkate alındığında aslında Türkiye'nin politikalarında son aylarda olduğu gibi çekingen davranması bir yönüyle şaşırtıcıydı. Şu anda ise Türkiye'nin asıl, yani gerçek politikasının bir yansımasını görmekteyiz" görüşünü de aktardı.

Erdoğan'ın Beyaz Saray ziyareti neden ertelendi?

Erdoğan'ın bu ay gerçekleşmesi beklenen Beyaz Saray ziyaretinin ertelenmesinde Ortadoğu'daki gelişmelere ilişkin görüş ayrılıklarının etkili olduğu hatta ziyaretin ertelenmesi nedeniyle Ankara'nın son günlerde İsrail'e yönelik politikalarını sertleştirdiği iddia ediliyor.

Ian Lesser'e göre bu ziyaretin gerçekleşmemesinde, "taraflar arasında ortak endişe konularında yeterli düzeyde görüş birliği sağlanamaması" etkili oldu ve her iki taraf gerilime sahne olacak bir ziyaretin gerçekleşmesini arzu etmedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu ay ABD Başkanı Joe Biden ile Beyaz Saray'da olması beklenen buluşma iptal edildinull Gabriel Bouys/AFP/Getty Images

Ancak Lesser'e göre aslında Filistin meselesi ve Gazze'de olanlar konusunda Türkiye ile İsrail ve Batılı partnerleri arasında çok ciddi görüş ayrılıkları olmasına rağmen tarafların bölgede gerilimin tırmandırılmaması konusunda ortak çıkarlar bulunuyor.

İran ile tırmanacak gerilimin Türkiye dahil tüm bölge için ciddi bir tehdit oluşturduğuna dikkat çeken Lesser, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ayrıca Türkiye nükleer bir güç haline gelecek bir İran istemeyecektir yanında. Bu nedenle Türkiye-İsrail sürtüşmesi olsa da bölgede istikrarın sağlanması, Gazze'deki Filistinlilere yeterli düzeyde insani yardım ulaştırılmasını sağlayacak bir uzlaşıya varılması büyük önem taşıyor. Ayrıca Türkiye ile İsrail arasında gerilim yaşanıyor olsa da her iki tarafın ortak çıkarları bulunduğu göz ardı edilemez. Her iki ülke de Hizbullah gibi devlet dışı aktörlerin deniz ticaretine, enerji altyapılarına müdahale etmesini istemiyor. Bölgede gelecekte yaşanacak gelişmeler bakımından da bunlar büyük önem taşıyor. Ayrıca şu da göz ardı edilmemeli: Kızıldeniz'de yaşananlar Doğu Akdeniz'e de sıçrayabilir, bundan Türkiye de etkilenebilir."

Hamas'ın siyasi liderleri neden hala Türkiye'de?

Bu arada Türkiye İsrail'e yönelik tutumunu sertleştirken, AB ve ABD'nin terör örgütü olarak tanıdığı Hamas'a güçlü desteğini sürdürmesi dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daveti üzerine Türkiye'ye gelen Hamas'ın siyasi liderleri İsmail Haniye ve Halit Meşal'in ülkede kalmaya devam etmeleri soru işaretlerine yol açıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 20 Nisan'da Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye ile görüşmesinde, her iki tarafın heyetleri karşılıklı oturuyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hamas'ın siyasi liderini 20 Nisan'da İstanbul'da ağırladınull DHA

Erdoğan'ın 20 Nisan'da İstanbul'da ağırladığı Hamas temsilcileri, o günden bu yana aralarında Saadet Partisi Genel  Başkanı Temel Karamollaoğlu, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ve Büyük Birlik Partisi BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin de bulunduğu Türk siyasetçilerle görüşmeler gerçekleştirdi, ayrıca İsmailağa cemaatini de ziyaret etti.

İsrail ve Arap basınındaki haberlerde Hamaslı siyasi liderlerin "karagahlarını geçici olarak Katar'dan Türkiye'ye naklettikleri" iddiaları irdelenirken, "Haniye'nin bir süreliğine kimi Arap ve Filistinli yetkililerle görüşmek için Türkiye'de kalacağı" öne sürülüyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Türkiye Güney Afrika davasına nasıl müdahil olacak?

Türkiye Güney Afrika'nın İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) açtığı soykırım davasına müdahil olma kararı verirken başvuru sürecine ilişkin hazırlıklar da devam ediyor. Peki Türkiye davaya nasıl müdahil olacak?

Açık kaynaklardan toplanan bilgilere göre; devletler Adalet Divanı nezdinde açılmış bir davaya ilkesel olarak iki madde üzerinden müdahil olabiliyor.

Bunlardan birincisi olarak UAD Statüsü'nün 62. maddesi öne çıkıyor. Bu maddede, "Bir devlet, davadaki karardan etkilenebilecek hukuki nitelikte bir çıkarı olduğunu düşünürse Mahkemeden müdahil olmasına izin verilmesini talep edebilir" hükmü bulunuyor.

Nikaragua, Güney Afrika'nın açtığı davaya bu 62. Madde üzerinden müdahil olma isteğini bildirmişti. Ülkelerin bu madde üzerinden olan müdahillik talebini Divan karara bağlıyor.

Adalet Divanı davalarına müdahil olmanın bir başka yolu ise 63. madde. Bu madde Adalet Bakanlığı sitesine göre şöyle:

"Uyuşmazlığın taraflardan başka devletlerin de katıldığı bir antlaşmanın yorumlanması söz konusu olduğu zaman yazman bu devletlere hemen durumu bildirir. Kendisine duyuruda bulunulan her devlet yargı sürecine katılma hakkına sahiptir; ancak bu hakkı kullanırsa yargının varacağı hüküm o devlet için de aynı ölçüde bağlayıcı olur."

Diplomatik kaynaklara göre 63. madde Türkiye'ye de uyuşmazlık konusu olan sözleşmenin nasıl yorumlanması gerektiğine ilişkin genel beyanda bulunma imkânı getiriyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan
Hakan Fidannull Alaa Al-Sukhni/REUTERS

Bu çerçevede Türkiye müdahillik başvurusu kabul edilmesi durumunda, Güney Afrika'nın davasına dayanak teşkil eden 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin nasıl yorumlanması gerektiği ile ilgili hususlarda beyanlarda bulunabilecek.

Bu arada maddede bahsi geçen bağlayıcılık konusunda ise Ankara "Sadece soykırım sözleşmesinin nasıl yorumlanacağına ilişkin olması nedeniyle ileride Türkiye'yi ilgilendiren güncel ya da tarihi olaylar açısından herhangi bir dava açılmasına dayanak teşkil etmediğini" düşünüyor.

BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca kendiliğinden UAD Statüsüne de taraf olduğu için Türkiye de bu kapsamda yer alıyor. Ancak Türkiye UAD'nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmiyor.

Diplomatik kaynaklar Türkiye'nin İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyeleri arasında Güney Afrika davasına müdahil olan ilk ülke olacağına da dikkat çekiyor.

Kolombiya da 63. Madde kapsamında müdahillik talebinde bulunmuştu.

Diplomatik kaynaklar Divan'ın Ukrayna-Rusya arasındaki soykırım davasında, 63. madde kapsamında "müdahillik" başvurusu yapan 33 devletten ABD hariç 32'sinin başvurusunu kabul ettiğini hatırlatarak, bu nedenle Ankara'nın başvurusunun da kabul edilmesini beklediklerini bildiriyor.

Gazze'de bir bina enkazının üstünde iki kişi
BM'nin son verilerine göre yerle bir olan Gazze'de 37 milyon ton enkaz bulunuyornull Abed Rahim Khatib/dpa/picture alliance

TBMM'den heyet Lahey'e gidebilir

Bu arada TBMM Adalet Komisyonu Başkanı AKP'li Cüneyt Yüksel de TBMM'de açıklama yaparak hukuki çalışmaların sonuçlanmasının ardından resmi başvurunun yapılacağını bildirdi.

Yüksel açıklamasında "Uluslararası hukukun, hiçbir istisnaya ve istisnaya izin verilmeksizin, her koşulda herkese eşit bir şekilde uygulanması gerekiyor. Uluslararası Adalet Divanı'nın da bu prensiple hareket edeceğine inanıyorum" dedi.

TBMM'den Yüksel başkanlığındaki bir heyetin önümüzdeki günlerde merkezi yine Lahey'de olan Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) giderek temaslarda bulunması bekleniyor. Yüksel savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, soykırım ve saldırganlık gibi en ağır uluslararası suçları soruşturmak ve yargılamak üzere 2002 yılında kurulan UCM'ne ek deliller sunacaklarını belirtti.

Bayar: "Müdahil olmak Türkiye'nin hakkı ve görevi"

Türkiye'nin müdahillik kararını ve hukuku süreci DW Türkçe'ye değerlendiren Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tuğba Bayar, Türkiye'nin 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ne taraf ülke olarak bu davaya katılmasının hem hakkı hem de sözleşmeden doğan görevi olduğunu belirtiyor.

Bayar, bununla birlikte henüz bu müdahillik durumunun niteliğine yönelik bir açıklama olmadığını ve ayrıntıları beklemek gerektiğini ekleyerek, şunları dile getiriyor:

Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tuğba Bayar
Dr. Tuğba Bayarnull Uni Bilkent

"Türkiye'nin elinde ne yönde bir kanıt var, hukuki stratejisini ne üzerine kuruyor veya Güney Afrika'nın stratejisi üstüne mi bina ediyor henüz bilmiyoruz. Güney Afrika'nın stratejisine katkı niteliğinde olması davanın seyri açısından muhakkak bir avantaj olacaktır. Güney Afrika'nın üstünde durduğu ihtilafa ek yeni ihtilaf sunmaması beklenir. Sunacağımız kanıtların medya görüntülerinin ötesinde olması beklenir."

Türkiye'nin savının muhtemelen İsrail'in Gazze'ye / Filistin'e yönelik hareketlerinde bir değişiklik yapmamış olmasına dayanabileceği öngörüsünde bulunan Bayar, Ocak ayında İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun sarf ettiği "Bizi kimse durduramaz, Lahey de durduramaz" sözlerinin bunun temelini teşkil edebileceğini kaydediyor.

Davaya Türkiye'den önce Nikaragua ve Kolombiya da müdahil olmak üzere başvurularda bulunmuştu. Divan, bu başvurulara izin verip vermeyeceğini henüz açıklamadı. Almanya ise İsrail lehinde müdahil olma niyetini açıklamıştı.

Ne olmuştu?

Güney Afrika, İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuyla 1948'te kabul edilen Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle 29 Aralık'ta Uluslararası Adalet Divanı'na başvurmuştu.

Uluslararası Adalet Divanı, Güney Afrika'nın açtığı davada kararını Ocak ayında açıklamıştı. Mahkeme, İsrail'in dosyayı reddetme kararını onaylamadığını belirterek davanın görüleceğini bildirmişti. Hollanda Lahey merkezli mahkeme ayrıca İsrail'in Gazze'de soykırımı önlemek için tüm önlemleri almak zorunda olduğuna hükmederken, doğrudan ateşkes emri vermekten ise kaçınmıştı.

Türkiye ise bu davaya ilk etapta müdahil olmazken, bir heyet davayı takip etmiş ve ayrıca Güney Afrika'ya bilgi ve belge sağlanmıştı. Ankara'nın davaya neden müdahil olmadığı ya da bu davayı neden Türkiye'nin açmadığı kamuoyunda uzun süre tartışılmıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise Ocak ayındaki bir açıklamasında Türkiye'nin dava için belgeler sağladığını söyleyerek, "Şu anda bizim teslim ettiğimiz o belgeler, ağırlıklı olarak görsel belgeler de söz konusu, bu belgelerle İsrail mahkûm olacaktır" demişti.

Ankara'nın İsrail'e karşı uygulamaya soktuğu ve ticaretin sonlandırılmasını içeren bir dizi tedbir kapsamında son olarak bu davaya da müdahil olma kararı verildi.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan kararı "Türkiye olarak Güney Afrika'nın İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davaya müdahil olmaya karar verdik" diyerek açıkladı.

Fidan'ın Başdanışmanı Nuh Yılmaz ise X hesabından 1 Mayıs günü yaptığı paylaşımda, karara ilişkin "Yıllarca Irkçılık / Apartheid ile mücadele eden Güney Afrika, benzeri konularda dünyanın tüm ülkelerinden daha yüksek ahlaki krediye ve ırkçılıkla mücadele konusunda üstün hukuki tecrübeye sahip. Bu nedenle soykırım davasını Güney Afrika'nın açması en doğrusuydu!" yorumunu yaptı.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Gürcistan'da protestolara neden olan "ajan yasasında" neler var?

Gürcistan'da haftalardır protesto gösterilerine neden olan, Rusya modelini örnek alan "ajan yasası", Çarşamba günü meclisten geçti.

Tiflis'teki meclis, 23 hayır oyuna karşı 83 evet oyuyla yasayı onayladı. Çok sayıda Gürcü'nün yanı sıra Avrupa Birliği (AB) de, hükümetin faaliyetlerine eleştirel yaklaşan medya ve sivil toplum kuruluşlarının baskı altına alınmasında kullanılabilecek bir araç hâline dönüşebileceği argümanıyla söz konusu yasayı eleştiriyor.

Yasanın meclisten geçmesinin ardından on binlerce kişi, yine Tiflis sokaklarına döküldü. Meclis binası önünde toplanan göstericilerin, Gürcistan ve AB bayrakları salladığı gözlendi. Bir önceki günkü protesto gösterilerinde de biber gazı ve plastik mermi kullanan polis, 63 göstericiyi gözaltına almıştı.

Yasa, finansmanının yüzde 20'den fazla kısmı yurt dışından gelen basın ve sivil toplum kuruluşlarının gelecekte yabancı ajan olarak sınıflandırılmasını öngörüyor.

"Ülkemi savunmak için buradayım"

Rusudan Djakeli, sokağa çıkan on binlerce Gürcü'den biri. Djakeli, son günlerde tek bir akşamı bile evde geçirmemiş. Onun yerine sokağa çıkıp, meclis binasının önüne gitmiş ve on binlerce kişiyle birlikte hükümetin yeni yasasını protesto etmeye gitmiş.

Ülkesinin büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu düşünen 30 yaşındaki Djakeli, "Ülkemi savunmak için buradayım" diyor.

Söz konusu yasa, akıllara hemen Rusya'daki benzer mevcut düzenlemeyi getiriyor. Djakeli de bu izlenime sahip: "Rusya bize saldırıyor. Doğrudan değil, dolaylı olarak."

Son haftalarda yapılan protestolardaki birçok pankartlarda da, "Rus yasasına hayır" sloganına yer verildiği gözleniyor. Peki hükümete tepki veren göstericiler, bu benzetmeyi neden yapıyor?

Rusya’nın "yabancı ajan" yasasına benziyor

Çok sayıda Gürcü, iktidardaki Gürcü Rüyası partisinin Kremlin'in etkisinde olduğu inancına sahip. Partinin kurucusu ve onursal başkanı Bidzina İvanişvili, milyarlarca dolarlık servetini, 90'lı yıllarda Rusya’da inşa etti. Geçmişte başbakanlık da yapmış olan İvanişvili, son günlerde birçok kişiye Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i anımsatan çeşitli komplo teorilerini dolaşıma soktu. İvanişvili, birinde "NATO ve AB'nin belirleyici bir etkiye sahip olduğu küresel bir savaştan" bahsetti.

Göstericiler, Gürcistan'da parlamentodan gelen yasa ile 2012'de Rusya'da çıkarılan "ajan yasası" arasında paralellikler görüyor. Djakeli, "Hukuk sistemimizi Rusya'nınkine uygun hâle getirmeye çalışıyorlar. Bu yasa, Rus yasasının bir kopyası" serzenişinde bulunuyor.

O dönemde Rus parlamentosu Duma, yurt dışından finansman alan örgütlerin "yabancı ajan" olarak sınıflandırılmasını sağlayan bir yasayı geçirmişti.

İktidardaki Gürcü Rüyası partisinin, "Ajan Yasası"na destek amacıyla düzenlediği miting
İktidardaki Gürcü Rüyası partisi de, "Ajan Yasası"na destek amacıyla miting düzenledinull DW

Gürcistan'daki yasa da ise yurt dışından yüzde 20'yi aşkın finansman sağlayan örgütlerin "yabancı çıkarları temsil eden örgüt" olarak sınıflandırılmasını öngörüyor.

Almanya'da Sosyal Demokrat Parti'ye (SPD) yakınlığıyla bilinen Friedrich Ebert Vakfı'nın Güney Kafkasya Bölgesel Bürosu Yöneticisi Marcel Röthig, "Rus yasası bir kademe daha sertti. Ama her iki yasa da birbirlerini anımsatan, karşı tarafı kötüleyici bir karaktere sahip" değerlendirmesini yapıyor. Hükümetin, yeni düzenlemenin daha fazla şeffaflığı beraberinde getireceği argümanının gerçeği yansıtmadığı görüşünü de savunan Röthig, "Bu yasayla, kendisini doğayı korumaya adamış bir çevre koruma örgütü, uluslararası bir ortağından destek aldığında, yabancı çıkarları temsil ediyor olacak. Ya da hiç kimsenin çıkarını temsil etmeyen özgür bir basın kuruluşu, birdenbire yabancı güçlerin temsilcisi hâline geliveriyor" eleştirisini yapıyor.

Bu daha başlangıç

Gürcistan'da medya, bir yanda hükümete yakın ve vergilerle finanse edilen, diğer yanda da bağımsız ve mâli zorluklar çekenler olmak üzere iki tarafa bölünmüş durumda. bağımsız haber yapanların reklam gelirleri azalıyor ve böylece AB veya ABD'den gelecek finansmana muhtaç hâle geliyorlar. Bu finansal yardım olmaksızın, Gürcistan'da özgür medyadan bahsetmek imkansız hâle geliyor.

Öte yandan birçok yurttaş, hükümetin, LGBTQ gibi azınlık gruplarının hakları için mücadele eden sivil toplum kuruluşlarını itibarsızlaştırmaya çalışabileceğinden de endişeli. Gürcü Rüyası partisi mensubu birçok milletvekili, hâlihazırda gençlerin "LGBTQ propagandasından" korunması gerektiğini dile getiriyor. Dolayısıyla birçok kişi, söz konusu yasanın henüz bir başlangıç olabileceğini ve hükümetin hamlelerini gelecekte giderek sertleştirebileceğini düşünüyor: Aynen Rusya'da olduğu gibi.

Marcel Röthig, şöyle konuşuyor:

"Bunu Rusya'da da gördük. O dönemde çıkarılan bu yasa, Rus sivil toplumunun sonunun başlangıcı olmuştu. Bu yasalarla atmosfer zehirlenmiş oluyor ve sivil toplumda çalışan insanlar, şeytanlaştırılmaktan korkmaya başlıyor."

Gürcülerin yüzde 80'i AB'ye girmek istiyor

Bugünün Gürcistanı ve o dönemin Rusyası arasında benzerlikler bulunsa da, iki ülke arasında büyük bir fark var: Kafkas ülkesi Gürcistan, bugün resmen AB'ye girme perspektifine sahip. Tiflis, aday ülke statüsünü geçen yıl kazandı.

Meclisten geçen yasa, AB ile somut müzakereleri ilk etapta imkansız hâle getirecek gibi gözükse de, anketler, Gürcü vatandaşlarının yüzde 80'inin ülkelerinin AB üyesi olmasını istediklerini ortaya koyuyor.

Tam da bu nedenle, Rusudan Djakeli gibi çok sayıda kişi, her akşam sokağa çıkmaya devam etmekte kararlı.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Erdoğan-Özel görüşmesi: Hangi konuları konuşacaklar?

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ile Özel, bugün saat 16.00'da AKP Genel Merkezi'nde görüşecek.

31 Mart seçimlerinde CHP'nin çok sayıda büyükşehir ve belediyelerine yenilerini eklemesinin ardından Özel verdiği demeçlerde Erdoğan ile görüşebileceğini aktarmıştı. Erdoğan ile Özel, 23 Nisan'da TBMM'de düzenlenen resepsiyonda başka diğer siyasi partilerin de olduğu ortamda ilk kez bir araya gelmiş ve kısa bir görüşmenin ardından özel kalemlerin buluşma tarihi belirleyeceği duyurulmuştu.

Erdoğan ile Özel'in görüşmesi 2028’e ya da erken bir seçime kadar geçecek yaklaşık 4 yıllık sürede siyaset kodlarının nasıl olacağının işaretini verebileceği düşüncesiyle kulislerde önemli görülüyor.

Özel-Erdoğan görüşmesi

CHP görüşmeye nasıl bakıyor?

Erdoğan-Özel görüşmesi genel seçimlerde yenilgiye uğranılmasının ardından değişime kapı aralayan ve bunun bir parçası olarak kurultayda genel başkanını değiştiren CHP için önemli bir eşik olarak görülüyor.

CHP yönetimi görüşmeye "son seçimin ardından birinci parti olmanın özgüven ve sorumluluğu" ile karar verildiğini belirtiyor.

DW Türkçe'nin bilgi aldığı bazı CHP’li yetkililer Erdoğan’ın görüşmeyi domine edeceği gibi yorumların doğru olmadığını söyleyerek, protokol konusuna Genel Başkan’ın özel önem verdiğini ve bunun için çok detaylı ön görüşmeler yapıldığını belirtiyorlar. Bu çerçevede Özel'in "eşit koşullarda" bazı taleplerini dile getirdiği bir görüşme olacağı belirtiliyor.

Erdoğan-Özel görüşmesindeki protokol kuralları daha önceden iki parti yetkilileri arasında konuşuldu ve ev sahibi olarak AKP genel merkezi de CHP’nin isteklerini kabul etti. CHP tarafından görüşmeye İstanbul milletvekili, eski Washington Büyükelçisi Namık Tan da katılarak konuşma başlıklarının notlarını tutacak. Cumhurbaşkanlığı’nda görevli bir büyükelçinin de görüşmeye katılması bekleniyor.

Kılıçdaroğlu tepki göstermişti

Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun sosyal medya hesabından yaptığı "Saray’la müzakere edilmez, mücadele edilir" ifadesiyle de görüşmenin gerekli olup olmadığı ya da yeni anayasa için Erdoğan’ın şimdi de CHP’yi yanına çekmeye çalıştığı gibi farklı tartışmalar başladı.

Geçmiş dönemlerde Erdoğan ile eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu arasında buna benzer görüşme ihtimalleri görüşmenin yapılacağı mekâna dair polemikler gibi farklı nedenlerle gerçekleşmemişti. Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne sadece bir kez 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılan liderler zirvesi için 25 Temmuz 2016'da gitmişti.

CHP üst yönetimi ise Erdoğan ile bir "değerler müzakeresi" yapılmayacağının üstünde ısrarla dururken, Özgür Özel'in de çeşitli açıklamalarında zaten mevcut anayasayı uygulamayan bir iktidarla yeni anayasanın müzakere edilemeyeceğini birçok kere tekrarladığını hatırlatıyorlar.

Özel geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada "Vatandaşın gündemi olmayan hiçbir gündemle meşgul olmayacağım. Birileri istedi diye onlarla kavga etmeyeceğim. Gündemi değiştirmelerine izin vermeyeceğim. Müzakere de eden mücadele de eden yepyeni, dinamik sonuç alan bir siyaset için yola çıktık" demişti.

Bu arada Özel, Erdoğan ile buluşması öncesinde önceki CHP genel başkanları; Hikmet Çetin, Altan Öymen, Murat Karayalçın ve Kılıçdaroğlu’nu telefonla arayarak yapacağı görüşmenin çerçevesine dair bilgi vererek, önceki genel başkanların görüş ve önerilerini aldı.

CHP’li kurmaylar 31 Mart’ta toplumun kendilerine sorunlarını aktarması için bir nevi "sözcülük" görevi yüklediğini belirterek, Erdoğan’a toplumun yakıcı sorunlarının aktarılacağını, vatandaşların temel hakları ve değerlerinin değil sorunlarının müzakere edilmesinin söz konusu olabileceğini belirtiyor.

Bu arada yerel seçim sonuçlarını bir "sorumluluk" olarak gören Özel'in Erdoğan’ın ardından diğer siyasi partilerin liderleri ile de bir araya gelmesi planlamalar arasında.

Görüşmede neler konuşulacak?

Peki Erdoğan ile Özel'in masasında neler olacak ve hangi konular müzakere edilirken hangileri edilmeyecek?

Görüşmeye giderken CHP’nin çantasında emekli sorunlarından yargı kararlarına ve dış politikaya kadar farklı alanlardaki başlıklar var. Bunlar arasında emeklilerin ve asgari ücretlilerin yaşadığı ekonomik darboğaz, öğrencilerin sorunları, TİP Milletvekili Can Atalay’ın durumu, Gezi davasından cezaevinde bulunanlar, hasta tutuklular, kayyum uygulamaları, belediyelerin borçları, yurtdışından vize alma sorunu gibi başlıklar var.

CHP’li kurmaylar Erdoğan ile oturup emeklilerin sorunlarının konuşulabileceğini ancak müzakere edilmeyecek konular içinde "anayasal hakların" yer aldığını vurguluyor.

Görüşmede yeni anayasa konusunun da gündeme gelmesine kesin gözle bakılıyor. Ancak CHP’ye göre mevcut anayasaya uymayan bir iktidarın yapacağı yeni anayasaya uyma güvencesi de bulunmuyor. Bu kapsamda Özel'in öncelikli olarak şu anda mevcut anayasada uygulanmayan temel hakları Erdoğan’a aktarması bekleniyor.

Ancak diğer taraftan yeni anayasa için AKP'nin ve diğer partilerin önerileri de CHP yetkili kurumlarında ele alınarak değerlendirilecek.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, yeni anayasa için siyasi partiler turuna 30 Nisan Salı günü başlamış ve ilk olarak CHP Genel Başkanı Özgür Özel'i Meclis'te ziyaret etmişti.

Özel görüşme sonrasında yaptığı açıklamada "Anayasalar her doğan için yapılır, Erdoğan için yapılmaz… Sayın Başkan'a da söyledim, bir şeyin yenisini teklif ediyorsak, örneğin yeni bir elbise alalım, giyeceksek alalım. Giymemek üzere yeni elbise alınır mı? Biz anayasaya uyacaksak anayasayı değiştirelim” demişti.

Bu arada Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına kapatılmasının da bir anayasal hakkın çiğnenmesi olduğunu belirten CHP'nin bu konuyu da gündeme getirmesi bekleniyor.

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

1 Mayıs: Emek ve meslek örgütleri acı reçeteye karşı

1 Mayıs’ta işçilerin, sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin gündeminde vergi yükü, hayat pahalılığı, açlık sınırında kalan asgari ücret, düşük emekli aylıkları, kıdem tazminatı ve sendikal örgütlenme önündeki engeller var.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın enflasyonla mücadele yerine büyümeyi önceleyen Yeni Ekonomi Modeli, enflasyondan bütçe açığına geniş tanımlı işsizlikten yoksulluğa ekonomik parametrelerde ciddi bozulmaya yol açarken ekonominin tekrar rayına oturması için ortaya konan acı reçete ücretlilere kesildi.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in yürüttüğü ekonomi programına göre bir yandan faiz artırımlarıyla fiyat istikrarı sağlanıp enflasyon kontrol altına alınmaya çalışılırken, diğer yandan bütçedeki yükü hafifletmek için mali disiplin uygulanıyor. Uygulanan program, ücretliler ve emeklilerden oluşan düşük ve orta gelir grubundaki vatandaşların kemer sıkmasına dayanıyor.

Kemer sıkma politikalarına tepki 

Artan yoksulluk 31 Mart'ta gerçekleşen yerel seçim sonuçlarında belirleyici olurken emek ve meslek örgütleri, iktidara seslenmek için bu kez 1 Mayıs’ta kemer sıkma politikalarına karşı alanlara çıktı. 

DW Türkçe'ye konuşan çalışma hayatı ve iş hukuku uzmanı Dr. Murat Özveri, krizlerin her zaman olduğu gibi içinde bulunduğumuz dönemde çalışanlar için değersizleşme, sermaye için ise bir fırsat olduğunu vurguluyor.

Türkiye'de 1969, 1978, 1987 ve 2000'lerin başında da benzer durumların yaşandığını söyleyen Özveri, "Hep aynı reçete uygulanıyor. Kamu harcamaları kısılıyor, tarıma destekler azaltılıyor, ücretler baskılanıyor ve dolayısıyla biz, krizi çalışanlar üzerinden atlatmaya çalışıyoruz" diyor.

Şimşek’in vergiyi tabana yayacaklarına ilişkin açıklamasını hatırlatan Özveri, katma değer vergisi (KDV) üzerinden işleyen mekanizma nedeniyle temel tüketime ödenen vergi oranlarının arttığını, diğer yandan ücretlerin enflasyon nedeniyle değersizleştiğini, asgari ücrete yapılan zammın da alım gücündeki erimeye yetişemediğini ifade ediyor. Özveri, vergi dilimleri artmadığı için asgari ücretlinin ödediği verginin de arttığına işaret ediyor.

"Asgari ücrete ara zam yok"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve asgari ücret komisyonu 27 Aralık 2023’te bu yıl için asgari ücreti 17 bin 2 TL olarak bir yıllığına belirlemişti. Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan, yaklaşık iki hafta önce yaptığı açıklamada, temmuzda asgari ücrete ara zam olmayacağını yeniden teyit etti. Merkez Bankası (MB) yöneticileri de 5 Nisan'da hükümete 'açık mektup' göndererek 'asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesinin kritik önem taşıdığını' belirtmişti.

Türk-İş'in Açlık ve Yoksulluk araştırması mart ayı itibarıyla açlık sınırının16 bin 792 TL'ye yükseldiğini gösterirken, asgari ücret 17 bin 2 TL ile açlık sınırının çok az üzerinde bulunuyor. Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu'nun araştırma sonuçlarına göre ise nisan ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 19 bin 890 lira ile asgari ücreti çoktan geçti.

Yaklaşık 16 milyon emeklinin yarıdan fazlasının ise emekli aylığı 10 bin liraya ancak tamamlanıyor.

Murat Özveri, "Çalışanlar için kriz var, orta sınıf için kriz var. Sermaye için bir kriz yok. Sermayenin kaymak tabakası, Rahmi Koç'un bir krizde söylediği gibi, kim suyun altındaki nefesini daha çok tutarsa onu kurtaracaktır demektir. Her krizden sonra sermaye merkezileşir, aralarındaki zayıf halkaları temizlerler gürbüzleşir ve bu devran böyle gider" ifadelerini kullanıyor.

Kıdem tazminatı tartışmaları

Öte yandan 2024-2026 Orta Vadeli Programı'yla getirilmesi hedeflenen tamamlayıcı emeklilik sistemiyle (TES) kıdem tazminatı tartışmaları da gündemde.

Kanunla yapılacak düzenlemeyle, Otomatik Katılım Sisteminin (OKS) işverenlerin de katkısıyla ikinci basamak emeklilik sistemine dönüşeceği TES kurulacağı belirtiliyor. Hükümet temsilcileri, kıdem tazminatının bu sisteme dahil edilmesiyle, kıdem tazminatının ödenmemesi sorununun ortadan kalkacağı, TES’te biriken primlerin, ikinci emekli aylığı olarak verileceği yönünde açıklamalar yapıyor.

Ancak sendikalar ve çalışma ekonomisi uzmanlarına göre kıdem tazminatının TES'e entegre edilmesi kamu emeklilik sisteminin zayıflamasına yol açacak ve kazanılmış bir hak olan kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldıracak.

Murat Özveri, gündemde olan tamamlayıcı emeklilik sistemini şöyle özletiyor: "Ben seni yoksullaştırdım. Sosyal politikalarla ben senin yoksulluğunu gideremiyorum. Dolayısıyla senin cebinden biraz daha para alıp yarın senin çalışamadığı yerde yine senin kaynaklarınla, yani hazine bonoları ile, senin vergilerinle faizi ödenen, senin paranla faizi ödenen bonodan sana bir kısım daha para vereceğim. Bunun karşılığında belki kıdem tazminatın gidecek, belki bugün biraz daha rahat yaşayacaksın. Özeti bu".

Söz konusu sistemle yine sermayeye kaynak aktarılacağını dile getiren Özveri, Türkiye'de sermayenin yeniden kendini üretebilmesi için bedelin 20 milyon aktif çalışana ödetildiğini ifade ederek, "bürokrasiye sırtını dayayan sermayenin" bu desteğe rağmen küresel firmaların fason üreticisi olmaktan öteye geçemediğini söylüyor.

1 Mayıs İstanbul'da yasaklar ve kısıtlamaların gölgesinde geçiyor.
1 Mayıs İstanbul'da yasaklar ve kısıtlamaların gölgesinde geçiyor. null DHA

"Krizin bedelini hep aynı kesimler ödüyor"

Türkiye'de toplumun örgütsüz olduğunu vurgulayan Özveri'ye göre bu nedenle krizlerin bedelini hep aynı kesimler ödemek zorunda kalıyor.

Sendikaların etkili bir grev uygulayacak güçte örgütlenmelerine izin verilmediğine işaret eden Özveri, son yıllarda milli güvenlik ve genel sağlık gerekçeleriyle ertelenen grevlere dikkat çekti.

"Bakın burada örgüt çok. Meslek odaları var, sendikalar var vesaire. Bu başka bir şey. Bunların hayatın içerisinde, üyelerinin çıkarları temelinde politika belirleyebilecek güçte, etkinlikte ve iradede olması başka bir şey" diye devam eden Özveri, "İşte bu güçte, bu etkinlikte, üyelerinin desteğini arkasına almış ve siyasal iktidarla demokrasilerin olağan yapısı içerisinde görülen görüşme, müzakere, bu olmuyorsa toplantı, gösteri yürüyüşü vesaire ile sosyal politikaların belirlenmesinde bir nebze olsun söz sahibi olabilecek kimse yok” diye ekliyor.

1 Mayıs kutlamaları İstanbul'da yasakların gölgesinde geçti. Taksim'e giden tüm yollar İstanbul Valiliği tarafından kapatılırken, yoğun güvenlik önlemleri alındı. Sendikalar, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı grupların Saraçhane'den Taksim'e yürüyüşü engellenirken, polis farklı semtlerde çok sayıda göstericiyi gözaltına aldı. 

DİSK'ten gelirde, vergide ve ülkede adalet talebi

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) "Ekmeğimizin her gün küçülmesine, adaletin terazisinin tamamen bozulmasına, en temel hak ve özgürlüklerimizin gasp edilmesine karşı hep bir ağızdan sesimizi yükselteceğiz" diyor.

DİSK'in Taksim'e çağrı metninde Türkiye'nin gıda enflasyonunda dünyada açık ara birinci olduğu ifade edilerek, "Alım gücümüz enflasyona ezdirilirken KDV-ÖTV, gelir vergisi, vergi dilimi derken cebimiz boşaltılıyor. Vergi yükü bizlerin sırtına yüklenirken sermaye ise keyfine göre vergi veriyor; bir gecede vergileri sıfırlanıyor, affediliyor" denildi.

Ekonomi politikaları nedeniyle insanların borçlanarak yaşamaya mahkum edildiğini ve şimdi de yüksek faizler nedeniyle milyonların borç batağında olduğunu ifade eden DİSK, genç ve kadın işsizliği yeni rekorlara koşarken iş bulanlara da giderek daha düşük ücretler ve daha güvencesiz çalışma biçimlerinin dayatıldığını, emeklilerin ise açlık sınırının çok altına mahkum edildiğini vurguluyor.

Orta Vadeli Program’la acımasız bir kemer sıkma programının devreye gireceğine ve güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılacağına işaret eden sendika, 1 Mayıs'ta alanlarda gelirde, vergide ve ülkede adalet taleplerini yineleyeceklerini ifade etti.

Türk-İş ve Hak İş’in de ana gündemi vergiler

Türk-İş ise bu yıl 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü programını Bursa'da düzenledi. 

Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, ana gündemlerinin vergi yükü olacağını açıkladı.

Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınması gerektiğini söyleyen Atalay, 2024 yılında asgari ücrete temmuzda artış yapılmayacağı yönündeki açıklamaları anımsatarak "Enflasyonu durdurmadan, tabiri caizse küpün altını kapatmadan küpün üzerine istediğiniz kadar suyu doldurun, kısacası parayı verin paranın bir hükmü kalmıyor. Bunun için biran evvel küpün altını kapatmak lazım, enflasyonu durdurmak lazım" dedi.

Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan ise 1 Mayıs kutlamalarında çalışma hayatının önemli sorunlarına değineceklerini, vergiden hayat pahalılığına, sendikal örgütlenmenin önündeki engellere kadar birçok konuyu gündeme getireceklerini belirtti.

Erdoğan'ın emeklilik maaşına yönelik açıklamasına tepki

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Almanya'da siyasette hilafet gösterisi tartışması

Almanya'nın Hamburg kenti, Cumartesi günü yaklaşık bin kişinin katıldığı, tartışmalara neden olan bir gösteriye sahne oldu. Gösteride "Çözüm hilafet" ve "Almanya eşittir değerler diktatörlüğü" yazılı pankart ve afişler taşındı.

İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Almanya'da yoğun tartışmalara neden olan gösteriye ilişkin Bild gazetesine yaptığı açıklamada, daha fazla radikal İslamcı ve Yahudi düşmanını sınır dışı etmeyi planladıklarına dikkat çekti. Faeser, "Geniş çaplı yasa paketimiz şimdi yürürlükte. Bu çerçevede, Alman vatandaşlığı olmayan İslamcı ve antisemitlerin daha hızlı bir biçimde sınır dışı edilmesi kolaylaşıyor" diye konuştu.

Hamburg'da düzenlenen gösteride "Çözüm hilafet" afişi taşındı
Hamburg'da düzenlenen gösteride "Çözüm hilafet" afişi taşındı null Axel Heimken/dpa/picture alliance

İçişleri Bakanı Nancy Faeser'e eleştiri

Öte yandan, Hamburg'daki gösterinin yasaklanmamış olması, Alman siyaset camiası ve toplumda eleştirilere neden oldu.

Başbakan Olaf Scholz'ün de üyesi olduğu Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) üyelerinden Dirk Wiese, gösteride atılan sloganları eleştirdi. Wiese, "Hilafetin asla çözüm olmadığını, IŞİD teröründen kaçabilip Almanya'ya gelen çok sayıda insan bizzat biliyor. Hukuk devleti, şiddet, Hamas propagandası ve Yahudilere karşı nefret söylemine göz yummaz" diye konuştu.

Muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik'in (CDU) üyelerinden Christoph de Vries ise, İçişleri Bakanı Faeser'in radikal islamcılarla mücadele ediş biçimini "topyekün çöküş" olarak betimledi. De Vries, "Genç Müslümanlar üzerinde etkisi giderek artan İslamcılara karşı mücadelede derhal partiler üstü bir omuz omuza vermeye ihtiyaç var" değerlendirmesinde bulundu.

İslamcılık alanında uzmanlaşan Claudia Dantschke de, gösteriyi organize eden örgütlerden olan "Muslim Interaktiv" ismindeki grubun henüz yasaklanmamış olmasından ötürü İçişleri Bakanlığı'nı sert bir dille eleştirdi. Salı günü yaptığı açıklamada, Dantschke, "Muslim Interaktiv'in çoktan yasaklanmamış olması benim için gizemli bir durum. Çünkü bu grup maskesini çoktan çıkardı" diye konuştu.

Muslim Interaktiv örgütü, Hizb-ut Tahrir'in halefi olarak değerlendiriliyor. Dantschke, Hizb-ut Tahrir örgütünün 2003 yılından bu yana yasaklı olduğuna dikkat çekiyor.

Hizb-ut Tahrir'in Türkçe yayınları da var

Alman iç istihbaratı Anayası Koruma Teşkilatı'nın son raporunda, Hizb-ut Tahrir'in 750 üyesi olduğu bilgisi yer alıyor. 1953 yılında kurulan ve Almanya'da 2003'te faaliyetleri yasaklanan radikal örgütün hedefinin, "Bütün Müslümanları baskıdan kurtarmak" ve "dünya çapında bir hilefet çatısı altında birleştirmek" olduğu da belirtiliyor.

Örgüte göre Müslümanların baskıdan kurtulmak amacıyla kendini savunması için başvuracağı her yol mübah. Bu amaçla başka İslamcı gruplara yönelik şiddete de göz yumulabileceğini savunuyor. Hizb-ut Tahrir'in en karakteristik özelliği ise antisemitizm.

Federal istihbaratın raporuna göre, örgütün farklı dillerde hilafet hedefinin öne çıktığı yayın organları mevcut. Bunlar arasında Türkçe "Köklü değişim" isimli aylık gazete de bulunuyor.

Bu grupların hem yapılanmalarının tanınırlığını artırmak, hem de yeni üye kazanmak amaçlı yoğun sosyal medya faaliyeti yürüttüğü dikkat çekiyor. 

Hamburg'daki gösteride Muslim Interaktiv adlı internet ve sosyal medyada aktif olan yapılanma öne çıksa da, Türkçe'ye "İslam Kuşağı" diye çevrilecek "Generation Islam" da yine Hizb-ut Tahrir'e yakınlığıyla istihbarat raporlarına geçen bir diğer yapılanma.

Hafta sonunda düzenlenen ve hilafet çağrıları yapılan gösterilerle öne çıkan, hem kent hem de eyalet olan Hamburg'un istihbaratına göre, burada 2022 itibarıyla farklı uyruklara sahip 360 Hizb-ut Tahrir üyesi bulunuyor.

Güçlü oldukları Hamburg'da bu kişilerin özel ve kamuya kapalı alanlarda ya da restoranlarda biraraya geldiği de istihbarat raporunda yer alan bir diğer ayrıntı. 

Örgütün üyelerini, "Halaqat" yani güzel ahlak, halukluk adını verdiği iç eğitim çalışmalarıyla yetiştirdiği ve bu eğitimde derslerin Almanca, Dari ve Türkçe yapıldığı haber veriliyor.

Hizb-ut Tahrir üyelerinin Hamburg'da genelde camilerde istenmeyen gruplardan olduğu da istihbarat raporlarında yer alan bir diğer tespit.

12 "tehlikeli İslamcı" sınır dışı edildi

Resmi verilere göre, 2023 yılında Almanya toplam on iki "tehlikeli İslamcı"yı vatandaşları oldukları ülkeye sınır dışı etti.

Öte yandan, Alman güvenlik makamları, ülkede toplam 480 kişiyi dini aşırıcılık gerekçesiyle, "tehlike teşkil eden kişi" olarak sınıflandırıyor. Bu 480 kişiden 152'si Alman vatandaşlığına sahip. 120'si ise hem Almanya, hem de başka bir ülke olmak üzere çifte vatandaşlığa sahip.

Almanya'da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı (Verfassungsschutz), ülkedeki İslamcıların üye potansiyelini 27 bin 480 olarak tahmin ediyor. 

Almanya'dan IŞİD'e katılan Türkler

AFP, KNA / BÜ, ETO, HT

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Hangi ülkeler TikTok'a karşı nasıl önlemler aldı?

ABD geçen hafta çocuklar ve gençler arasında popüler olan kısa video uygulaması TikTok'u yasaklamaya yönelik yeni bir adım attı. Uygulamanın üreticisi Çinli şirkete koşulları yerine getirmesi için dokuz ay süre tanıyan yasa, geçen Çarşamba günü ABD Senatosu'ndan geçti. ABD Başkanı Joe Biden'ın imzasının ardından yasanın yürürlüğe girmesi ile birlikte TikTok, ABD'deki ticari varlığını ya bir Amerikan şirketine satacak ya da uygulama ABD'de yasaklanacak.

ABD'de uygulamaya kısıtlama öngörülmesinin sebebi, TikTok'un sahibi Çinli şirket ByteDance'in Çin hükümeti ile yakın ilişkiler içerisinde olması ve ABD vatandaşlarının kişisel verilerini Pekin'e aktardığına yönelik suçlamalar. ByteDance ise bu suçlamaları reddediyor.

Avrupa Birliği (AB) de ABD gibi TikTok'a karşı önlemler alıyor. Ancak AB'nin gerekçesi farklı. AB kurumları, uygulamanın özellikle genç kullanıcılar için "yüksek oranda bağımlılık potansiyeli" barındırdığı ve ruh sağlığını olumsuz etkileyebileceği savıyla harekete geçti.

Çinli şirket, AB'nin adımı karşısında AB'de sürümde olan ikincil TikTok Lite uygulamasındaki ödüllendirme özelliğini geçici olarak kullanımdan kaldırdı. Tartışmalı bulunan bu özellikle kullanıcıların video izlemesi, gerçek malların satın alımında kullanılabilen indirim kuponlarıyla ödüllendiriliyor.

Peki dünya genelinde TikTok'a ilişkin durum nasıl? Türkiye'de de bu platforma kısıtlama getirilmesi söz konusu mu?

TikTok'u hangi ülkeler yasakladı?

TikTok ve diğer Çin kaynaklı uygulamaları yasaklayan ilk ülke Çin'in komşusu Hindistan olmuştu. İki ülke arasında bulunan Himalaya bölgesindeki sınırda yaşanan askeri çatışmaların ardından Hindistan, aralarında TikTok'un da bulunduğu 60 Çin uygulamasına yasak getirdi. TikTok, ülkede 2020 yılından bu yana kalıcı olarak yasak. Hint hükümeti, bu adıma gerekçe olarak halkın veri güvenliğini gösterdi.

Hindistan'ı 2022 yılında TikTok'u ahlaki kaygı gerekçesiyle yasaklayan Taliban yönetimindeki Afganistan izledi. Yasak, Taliban'ın ülkedeki siyasi kontrolü ele geçirmesinden yaklaşık bir yıl sonra geldi.

Uygulama İran'da da yasaklı. İran İslam Cumhuriyeti hükümeti, TikTok'un yanı sıra YouTube, Instagram, WhatsApp, Facebook ve Telegram'ı da yasakladı.

TikTok'un benzer nedenlerle yasaklı olduğu ülkeler arasında Kırgızistan, Özbekistan, Nepal ve Somali de bulunuyor.

Kısmi yasak getiren ülkeler hangileri?

TikTok kullanımını sınırlandıran hükümetlerin neredeyse tamamı bu kararı, halklarını uygulamanın olumsuz sonuçlardan koruma amacıyla aldıklarını söylüyor. Bu olumsuzluklar arasında veri istismarı, platformda yanlış bilgi yayıldığı iddiaları, ahlaki ve fiziksel sorunların yanı sıra "düşman propagandası" da yer alıyor.

Ancak bu ülkeler, uygulamaya tam bir yasak getirmiyor. Örneğin Pakistan, TikTok'a erişimi uygunsuz içerik suçlamasıyla bugüne kadar birden çok kez geçici olarak durdurdu. Erişim, "uygunsuz" içeriklerin engellenmesine yönelik filtrelerin devreye sokulmasının ardından yeniden sağlanıyor.

Rusya ise Ukrayna savaşına yönelik Kremlin'le örtüşmeyen görüşlerin yer aldığı içeriklere erişimi yasaklıyor.

Çin'de de uygulama yabancı telefonlarda kullanılamıyor. Ülkede uygulamanın yalnızca Çin versiyonunun kullanımına izin veriliyor.

2020'de patlak veren Dağlık-Karabağ krizi sırasında Azerbaycan ile muhalif siyasetçi Ousmane Sonko'nun 2023 yılında gözaltına alınmasının ardından Senegal de uygulamaya erişimi geçici olarak durdurmuştu.

Devlet kurumlarında TikTok kullanımını kısıtlayan ülkeler

TikTok'un indirilmesi ve kullanımını devlet kurumlarına ait iş telefonlarında yasaklayan 16 ülke mevcut. Hangi kurumların bu kısıtlamaya tâbi olduğu ise ülkeden ülkeye değişiklik gösteriyor. ABD ve Kanada'da federal hükümet çalışanlarının TikTok'u iş telefonlarında kullanması 2023 yılının başından bu yana yasak. Eyalet düzeyinde ise her iki ülkede çok sayıda eyalet yönetimi benzer bir sınırlandırma uyguluyor.

Mart 2023'ten bu yana çeşitli ülkelerde devlet kurumlarının çalışanlarına TikTok'u iş telefonlarından silmeleri çağrıları artıyor. Avustralya, Yeni Zelanda, İngiltere, Hollanda ve Norveç'in hükümet kurumları bu çağrıyı yapan ülkeler arasında.

Danimarka'da TikTok yasağı yalnızca Savunma Bakanlığı çalışanlarına uygulanırken aynı yasak Letonya'da Dışişleri Bakanlığı çalışanları için uygulanıyor.

Almanya'da TikTok'la ilgili durum nasıl?

Alman hükümeti de TikTok'u kurala tâbi tutmak ve devlet memurlarına verilen iş telefonlarında uygulamayı yasaklama fikri üzerine kafa yoruyor. Muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ise uygulamanın tamamen yasaklanması gerektiği görüşünde. Almanya'da şu ana kadar TikTok'a herhangi bir kısıtlama uygulanmadı.

Almanya'da TikTok'u en çok kullanan parti ise aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD). AfD, özellikle de Haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerimden önce TikTok'ta genç seçmen avlamaya çalışıyor.

Bir kullanıcı, elinde tuttuğu telefondan AfD adayı Maximilian Krah'ın bir TikTok videosunu izliyor
AfD'nin Avrupa Parlamentosu liste başı adayı Maximiliah Krah, TikTok üzerinden genç seçmenlere, hatta reşit olmayan öğrencilere ulaşmaya çalışıyornull Guido Schiefer/IMAGO

Türkiye'de durum nasıl?

Türkiye'de de uygulamanın kaderinin ne yöne evrileceği tartışılıyor.

TikTok şirket temsilcileri, Ocak 2022 ve Aralık 2023'te olmak üzere şu ana dek iki kez TBMM Dijital Mecralar Komisyonu'nun huzuruna çıkmıştı. Geçen hafta hükümetin TikTok'a bakışına ilişkin bir açıklama yapan TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı Hüseyin Yayman da bir yandan TikTok içeriklerinin ahlaki boyutunu eleştirdi, diğer yandan da herhangi bir kapatma hamlesinin gündemlerinde olmadığı mesajını verdi.

"Biz AK Parti olarak sansüre, yasaklamalara karşıyız. İnsanlar fikirlerini özgürce ifade etmeliler" diyen Yayman, sözlerini "Ahlaka, yasaya, etiğe, dini değerlere, hiçbir değere sığmayan paylaşımların bir son bulması lazım" diye sürdürdü. AKP'li siyasetçi, "TikTok temsilcilerinin komisyona verdikleri cevaplarla uygulamaları arasında farklılıklar var. Bu nedenle TikTok temsilcilerini tekrar Meclis'e çağıracağız" dedi.

Şirketin Ortadoğu, Afrika ve Türkiye Bölgesi Kamu Politikalarından Sorumlu Yöneticisi Emir Gelen ise "Yeni bir davetin gelmesi durumunda, üzerimizdeki sorumluluk bilinciyle bir kez daha komisyonun huzuruna çıkmaktan memnuniyet duyacağız" açıklamasını yaptı.

TikTok, Türkiye'de Ekim 2022'de yürürlüğe giren Dezenformasyonla Mücadele Yasası kapsamında değerlendiriliyor.

TikTok'un yasaklanmasına karşı olan Amerikalılar
Yaşamlarını yaptıkları sosyal medya videoları üzerinden kazanan kimseler, Mart ayı başında Washington'da TikTok yasağına karşı protesto gösterisi düzenlemişlerdinull Lenin Nolly/Sipa USA/picture alliance

Dünyada en çok vakit TikTok'ta harcanıyor

We Are Social ve Meltwater'ın yayınladığı 2024 Küresel Dijital Raporu'na göre, dünyanın en çok kullanılan beşinci sosyal medya platformu olan TikTok, uygulamada geçirilen ortalama süre karşılaştırıldığında ise ilk sırada.

Türkiye özelinde ise ayda TikTok'ta geçirilen ortalama süre, 29 saat ve 25 dakika olarak göze çarpıyor. Bu rakam ile Türkiye, 34 saat olarak kaydedilen dünya ortalamasının gerisinde.

Japonya merkezli strateji kuruluşu Oosga'nın 2023 yılının başında yayınlamış olduğu verilere göre, Türkiye'de yaklaşık 30,8 milyon TikTok kullanıcısı bulunuyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Taksim Meydanı: 1 Mayıs'ın hafızası

Türkiye, tüm dünyada 125 yıldır İşçi Bayramı olarak anılan 1 Mayıs Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü'ne yine Taksim tartışmaları ve yasaklar eşliğinde hazırlanıyor. 

İstanbul Valisi Davut Gül, 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı Taksim Meydanı'nda kutlamanın bu yıl da yasak olduğunu açıkladı. Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Taksim yasağına karşı geçen yıl verdiği "hak ihlali" kararını hatırlatan sendikalar ve meslek kuruluşları karara tepki göstererek Taksim ısrarını sürdürüyor. 

Taksim'in sembolik önemi

1 Mayıs'ın sol için ideolojik olarak tarihsel bir önemi bulunuyor. Her yıl 1 Mayıs'ta sadece işçiler değil, aydınlar, sanatçılar, öğrenciler, kadınlar ve toplumun farklı kesimleri emek ve demokrasi mücadelesinde birleşiyor.

Taksim Meydanı ise demokrasi ve emek mücadelesi hafızasıyla toplumun belleğinde yer edinen önemli mekanlardan biri. Meydan'ın sol hareket ve emekçiler için sembolik bir anlamı var.

Türkiye'nin ilk geniş katılımlı 1 Mayıs kutlamaları 1976'da Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) öncülüğünde bu Meydan'da yapıldı. Bir sonraki yıl da Türkiye tarihinin en kanlı katliamlarından biri 1 Mayıs 1977'de Taksim'de yaşandı. 

Kanlı 1 Mayıs ve sıkıyönetim

O tarihte sol ve işçi hareketi çok güçlüydü ve giderek güçleniyordu. 1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'ndaki kutlamalara yaklaşık 500 bin kişi katılmıştı. Meydana bakan Sular İdaresi binası ve bugünkü The Marmara Oteli üzerinden açılan ateş sonrası 37 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Failleri bulunamadı. Her yıl 1 Mayıs'ta yaşamını yitirenler için Kazancı yokuşu başına karanfiller bırakılıyor. Şişhane ve Kadıköy'de de anma yapılıyor.

Sendika temsilcilerine göre bu katliam, Türkiye'yi 12 Eylül karanlığına ve darbe koşullarına götüren önemli bir dönüm noktası oldu.

Kanlı 1 Mayıs'ın ardından 1978'de daha kalabalık bir 1 Mayıs kutlaması yapılsa da ardından sıkıyönetim koşulları geldi. 12 Eylül darbesiyle birlikte Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs etkinlikleri yasaklandı. 2007 yılında gözaltılara rağmen Taksim'e çıkıldı. 

"Güç kullanılarak" durduruldular

2010 yılında ise AKP hükümeti, Taksim'i yeniden 1 Mayıs kutlamasına açtı. Ancak 1 Mayıs burada üç yıl üst üste coşkuyla ve hiçbir sorun yaşanmadan kutlansa da bu uzun sürmedi. 2013'ten itibaren yasaklar yeniden devreye girdi. 

Dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, 1 Mayıs'ta miting yapmak için Taksim Meydanı'na gidenlerin "güç kullanılarak" durdurulacağını açıkladı. Öyle de oldu. Taksim için Beşiktaş, Şişli, Tarlabaşı tarafından yola çıkan, aralarında DİSK, Türk-İş, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve farklı siyasi partilerin olduğu kortejler polisin sert müdahalesiyle karşılaşırken çok sayıda kişi yaralandı, 72 kişi ise gözaltına alındı. DİSK'in Şişli binası da gaz bombalarının hedefi oldu.

Sendikalar ve meslek odaları, 2014 ve 2015 yıllarında da 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı Taksim Meydanı'nda kutlama kararı nedeniyle polis müdahalesi ve gözaltılarla karşılaştı.  Yasak kararı Anayasa Mahkemesi'ne taşındı.

Kutlamaların adresi değişmişti

DİSK, 2016'ya kadar Taksim iradesiyle başka bir meydanda 1 Mayıs kutlamasa da 10 Ekim Ankara Gar Katliamı bir kırılma noktası oldu ve kutlamalar yeniden Taksim dışındaki alanlara kaydı.

Son yıllarda Türk-İş, 1 Mayıs için İstanbul dışındaki illeri tercih ederken, DİSK, KESK, meslek odaları ve CHP, HDP gibi muhalefet partileri 1 Mayıs'ı İstanbul, önce Bakırköy'de sonra Maltepe'de kutlamaya başladı. DİSK'e bağlı bazı sendikalarla birlikte Umut Sendikası (Umut-Sen), İnşaat İşçileri Sendikası gibi sendikalar ise bu dönemde Taksim yasağına karşı çıkmayı sürdürürken gözaltılarla karşılaştı.

Sendika ve meslek odalarının Taksim yasağına ilişkin yaptığı AYM başvurusu geçen yıl sonuçlandı.

Anayasa Mahkemesi geçen yıl Ekim ayında aldığı kararla Taksim Meydanı'nda yapılacak 1 Mayıs kutlamalarının yasaklanmasının hak ihlali olduğunu bildirdi. AYM, Taksim'de kutlama yapılmasının engellenmesinin "Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının engellenmesi" olduğuna karar verdi ve Taksim'in işçiler açısından sembolik anlamı olduğunu belirterek, "Taksim Meydanı emekçilerin ortak hafızasıdır" dedi.

Geçen yıl da 1 Mayıs kutlamalarına polis müdahale etmişti
Geçen yıl da 1 Mayıs kutlamalarına polis müdahale etmiştinull KEMAL ASLAN/REUTERS

AYM'nin hak ihlali kararı 1 Mayıs kutlamalarının Taksim'de yapılmasının önünü açtı. 

Sendikalar ve odalar Taksim'de olacak

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, 2 Nisan'da bütün konfederasyonlara, sendikalara ve emekçilere seslenerek yaklaşan 1 Mayıs İşçi Bayramı için Taksim Meydanı'na çağrı yaptı. 

"1 Mayıs'ta demokrasi şimdi, Taksim şimdi diyoruz. Kararımız kesindir. 1 Mayıs sabahında bir elimizde karanfil, bir elimizde çocuklarımızla Taksim Meydanı'na yürüyeceğiz" diyen Çerkezoğlu, ardından da diğer işçi örgütlerle birlikte resmi başvuruyu İstanbul Valiliği'ne yaptı. 

DİSK ile birlikte KESK, TMMOB, TTB ve Türk Dişhekimleri Birliği (TDB) de 1 Mayıs'ta Taksim'de olacaklarını duyurdu.

Ancak Anayasa Mahkemesi'nin 5 ay önce verdiği hak ihlali kararına rağmen Taksim Meydanı yine 1 Mayıs kutlamalarına kapatıldı. İstanbul Valisi Davut Gül, 23 Nisan kutlamalarının ardından yaptığı açıklamada, "1 Mayıs 2012 yılından itibaren Taksim'de kutlanmıyor. Dolayısıyla Taksim bu anlamda bu tür etkinliklerin tamamına kapalı. Biz başta DİSK, KESK ve benzeri kuruluşlar olmak üzere talep eden herkesle konuştuk. Taksim'de bu sene olmayacağını kendilerine izah ettik" dedi. 

Yerlikaya: Yasak yok kısıtlama var

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ise Anayasa Mahkemesi kararının iyi okunması gerektiğini belirterek, kararı "Bir yasak yok kısıtlama var" diye savundu.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan da tartışmaya ''Taksim'de hayatlarını kaybeden emekçilerimizin isimlerini bile hatırlamayanların, onların aziz hatıralarını kullanarak, bu alanda kitlesel kutlama inadı, 1 Mayıs'ın dayanışma ruhunu zedelemektedir'' sözleriyle katıldı.

Taksim'de yasak kararına karşı muhalefetten de sendika ve meslek odalarından da tepki geldi.

Ana muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı Özgür Özel TBMM grup toplantısında Taksim'in 1 Mayıs'a açılması için çağrı yaptı. Özel, AYM kararlarının bağlayıcılığına işaret ederek "Türkiye Cumhuriyeti bir anayasa devletidir… Bu ülkede eğer devlet olacaksa, yani insanların canı ve malı güvende olacaksa en üstteki cumhurbaşkanından en sade vatandaşa kadar herkes bu Anayasa'ya bağlı olacak" ifadelerini kullandı.

DİSK Genel Başkanı Çerkezoğlu ise Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan ve Anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ile açıklama yaptı.

"Milyonlarca yürek Taksim Meydanı'yla atacak"

"Milyonların gözü kulağı İstanbul Taksim 1 Mayıs alanında olacak ve milyonlarca yürek Taksim Meydanı'yla atacak" diyen Çerkezoğlu, "Taksim, 1 Mayıs alanıdır ve bu hukuksal, tarihsel, toplumsal bir hakikattir. Taksim'in 1 Mayıs alanı olduğu gerçeğinin 2013 yılından beri tamamen keyfi bir biçimde yok sayılmasına, inkâr edilmesine 11 yıl sonra 2024 1 Mayıs'ında artık son verilmelidir" diye ekledi. Sağkan ve Kaboğlu da Anayasa Mahkemesi'nin verdiği "hak ihlali" kararına uyulması çağrısı yaptı.

Altmış dört yazar ve sanatçı ise 1 Mayıs kutlamalarının adresinin Taksim Meydanı olduğuna dikkat çekerek "yasakçı tutuma son verilmesi" yönünde çağrıda bulundu. Çağrı metninde "Özgürlük içinde kutlanacak bir bayram ülkemize iyi gelecektir" denildi.

DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDP, 1 Mayıs 1977'de yaşamını yitirenleri anmak için pazar günü Kazancı Yokuşu, Şişhane ve Kadıköy'de bir araya gelecek. Sendika ve meslek odaları 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlama kararından vazgeçmiyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

İYİ Parti kurultayında genel başkan kim olacak?

İYİ Parti bugünkü 5. Olağanüstü Kurultay'da yeni genel başkanını belirleyecek. TBMM'deki sandalye sayısı ile hâlâ siyasi dengeleri etkileyebilecek potansiyeli olan ancak kimlik bakımından savrulan partinin yeni liderle yeni bir yön bulup bulamayacağı merak ediliyor.

MHP'den ayrılan Meral Akşener liderliğinde kurulmasının ardından merkez sağ parti olup olamayacağı ile ilgili beklentilerin odağındaki İYİ Parti bu çizgiye yaklaşmış ancak tam anlamıyla bu boşluğu dolduramamıştı.

Kongre neden önemli?

31 Mart yerel seçimlerinin ardından Genel Başkan Meral Akşener'in aday olmayacağını açıklaması sonrasında, olağanüstü kurultaydan kimin yeni genel başkan olarak çıkacağı İYİ Parti'nin bundan sonraki çizgisi kadar aynı zaman siyasetteki dengeler açısından da önemli görülüyor.

Her ne kadar yerel seçimlerde oyların yüzde 3,7'sini alarak ciddi oy kaybına uğrasa da İYİ Parti'nin Meclis'teki 38 sandalyesi 2028'e kadar geçecek sürede siyasetteki gelişmelerde önemli bir değişken. AKP'nin anayasa değişikliği çalışmalarını gelecek yıl yoğunlaştırması beklenirken, Cumhur İttifakı'nın toplam milletvekili sayısı anayasa değişikliğini TBMM Genel Kurul'dan geçirecek çoğunluğa ulaşamıyor.

Anayasa değişikliklerinin referanduma gidilmeden Meclis'te kabul edilmesi için 400, referanduma gitme çoğunluğu için ise 360 sandalye gerekiyor.

Yeni genel başkanın bundan sonra partiyi ilk etapta planlandığı gibi "merkez sağ" çizgiye oturtmayı isteyip istemeyeceği ve isterse bunu ne kadar başarabileceği de merak konusu.

Liderlik için kimler aday?

Genel Başkanlık için partinin Grup Başkanı Koray Aydın, Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu ve Genel Başkan Yardımcısı Tolga Akalın adaylıklarını açıkladı.  

Parti tüzüğüne göre genel başkanlık adaylığı için delegelerin yüzde 5'inin imzasını almak gerekiyor. Aydın, Dervişoğlu, Akalın'ın bu yeter imzaya ulaşabileceği ve yarışın bu üç isim arasında geçeceği öngörüsü yapılıyor.

İYİ Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu
Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu, İYİ Parti'nin Genel Başkanlığına adaynull DHA

Müsavat Dervişoğlu'nun Akşener'e yakınlığı bilinirken, Tolga Akalın ise daha çok merkez sağ parti iddiasını devam ettirenler ile genç kadroların desteklediği bir isim olarak değerlendiriliyor.

Ancak Meral Akşener'in devam etmesini isteyenler ve bunun için gerek sosyal medyada gerekse parti nezdinde çabalarını son ana kadar sürdürenler de var.

AREA Araştırma Şirketi'nin 20-22 Nisan günlerinde 26 ilde yaptığı ankette seçmenlere yöneltilen 'Hangi adayın genel başkan olmasını istersin?' sorusu üzerine Tolga Akalın yüzde 22,2, Koray Aydın yüzde 21,3, Akşener'in destekleyeceği aday olarak görülen Müsavat Dervişoğlu ise yüzde 16,3 oy aldı.

AREA Araştırma Başkanı Murat Karan'a göre kurultayda "eğer delege iradesi seçmenin iradesiyle paralel olarak sandığa yansırsa" İYİ Parti'yi 1997 MHP Kongresi sonucu bekleyebilir. Karan, üç adayın da ilk turda birbirlerine yakın oy alması durumunda yarışta üçüncü çıkacak adayın hangi aday lehine çekileceğinin İYİ Parti'nin genel başkanını belirleyeceğini belirtiyor.

Yine aynı ankete göre katılımcılar içinde kuruluşundan bu yana İYİ Parti'ye oy verdiğini açıklayan yüzde 21,8'lik kesimin yüzde 60,9'u Akşener'in genel başkanlığı bırakmasına olumlu bakıyor, olumsuz karşılayanlar ise yüzde 29,7.

Koray Aydın, elinde mikrofon ile konuşma yapıyor
Genel Başkanlık için yarışan isimler arasında Koray Aydın da bulunuyornull DHA

Bu arada Mayıs 2023 seçimleri sonrasında 24 Haziran 2023'te gerçekleşen olağan kongrede yine Akşener seçilmiş, kongrede partinin en yetkili kurulu olan Genel İdari Kurulu'na (GİK) MHP'nin eski Grup Başkanvekili Oktay Vural ve eski Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz gibi isimlere yer verilmişti. Oktay Vural bazı İYİ Partililer tarafından "AKP'ye yakın olmakla" eleştiriliyor.

Kurultaya katılım neden kısıtlandı?

Adaylar arasındaki rekabetin ve tartışmaların yüksek seyrettiği kongreye dışardan katılımcı alınmayacak.

Genel Başkan Yardımcısı Hakan Şeref Olgun Çarşamba günü yaptığı açıklamada ATO Congresium'da yapılacak olan partinin 5. Olağanüstü Kurultayı'na "salonun fiziki şartları" nedeniyle katılımcı kısıtlaması getirildiğini duyurdu.

İYİ Parti'den Şubat 2024'te istifa eden eski Genel Başkan Yardımcısı Cem Karakeçili DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede kongrelerde seyirci hakimiyetinin oylamalarda önemli etkide olduğunu söyleyerek, bu seyirci kararının Koray Aydın ve Tolga Akalın'ın salona daha çok hâkim olacağı düşüncesiyle Dervişoğlu lehine alınmış olabileceğini belirtiyor.

Karakeçili, bu kararın herkes için sürpriz olduğunu belirterek, adayların hepsinin milliyetçi kökenden geldiği ve birbirlerine yakın olduğuna dikkat çekiyor. Karakeçili, "Ancak salonda hakimiyet elde edildiği zaman onun yönlendirici bir sonucu olabiliyor. Bence genel merkez hakimiyeti Koray ve Tolga beylere bırakmak istemedi" yorumu yapıyor.

Olgun adayların ortak kararıyla; kurultay delegeleri, il, ilçe ve belediye başkanları ile önceki dönem milletvekilleri dışında katılımcı davet edilmeyeceğini belirtirken, üç adaydan biri olan İYİ Parti Göç Politikaları Başkanı Tolga Akalın'dan buna itiraz geldi.

Akalın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda İYİ Parti'nin kurulması öncesinde Akşener ve MHP içindeki muhalif isimlerin toplanmasını istediği ancak engellenen 15 Mayıs 2016'daki kongreyi hatırlatarak, "Seyircisiz kongre yapmanın elbette tek bir gerekçesi var. Bunun farkındayız. Milletimizle kurduğumuz gönül köprüleri birilerini rahatsız etmiş görünüyor" ifadelerini kullandı.

Akalın alınan karara tepki göstererek, kongrenin "sönük hale getirilmeye çalışıldığını" ileri sürdü.

Katılımcı davetleri konusunda mutabakat olduğunu savunan Olgun'a Koray Aydın'ı temsilen toplantıya katılan Yetkin Öztürk de itiraz etti. İYİ Parti Genel İdare Kurulu Üyesi olan Öztürk varılan bir mutabakat, alınan bir karar bulunmadığını söyleyerek, "Alınan karar yalnızca belirlenen alanlar ile sınırlı olup harici tüm alanlarda partililerimiz ile mutlaka kucaklaşılacaktır" dedi.

Öte yandan eleştiriler üzerine İYİ Parti Kurultay Organizasyon Komitesi dün akşam bir açıklama yaparak, kongrede bütün üye ve gönüllüleri bir araya getirmek istediklerini ancak kongrenin yapılacağı salonun 3 bin kişi kapasiteli olduğu belirtilerek, "Oy kullanacak 1.302 delegemiz, adaylarımızın temsilcileri, basın mensupları, sandıklarda görev yapacak üye ve müşahitler ile görevliler salon kapasitesinin büyük kısmını doldurmaktadır" denildi.

Açıklamada ayrıca delege listeleri ile kongre davetlilerinin sınırlı tutulması hususlarının çarpıtıldığı ileri sürülerek, "Hiçbir dış güç İYİ Parti’ye siyaseten rol dağıtamamıştır; dağıtamaz" denildi.

Yeni istifalar gelebilir mi?

İYİ Parti'nin yarınki kurultayının ardından partinin üst yönetiminin nasıl şekilleneceği ve ardından yeni istifaların gelip gelmeyeceği de merakla takip ediliyor.

Genel ve yerel seçimler süreçlerinde ardı ardına üst düzeyde istifaların yaşandığı partide son istifa da Perşembe günü geldi.

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Birol Aydemir istifa kararını X hesabından yaptığı açıklama ile "İYİ Parti'deki görevlerimden ve üyeliğimden istifa ettiğimi kamuoyunun bilgilerine sunarım" ifadesiyle açıkladı.

Aydemir, "Ülkemizin mevcut siyasi atmosferindeki 'doğru' alternatif olma yolunda partimizin karar alıcı organlarında fikirlerimi beyan etmekten geri durmadım. Ancak maalesef partideki çalışma arkadaşlarımla aynı rotada ilerleyemeyeceğimizi üzülerek müşahede ettim" dedi.

Geçtiğimiz günlerde partinin önemli isimlerinden Bilge Yılmaz da istifa etmişti. Daha önce de partideki Ekonomi Politikaları Başkanlığı görevini bırakan Yılmaz istifa kararını "Partimizin kurumsal yapısı kişilerin çıkar, eğilim ve beklentileri karşısında çöktü" diyerek açıklamıştı.

Bu arada partisinden geçen aralık ayında istifa eden ve beş aydır bağımsız olan İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu da CHP'ye katıldı. CHP'nin sandalye sayısı bu yeni katılımla 126'ye yükseldi.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Almanya'daki yabancı doktorların durumu nasıl?

Uzun yıllardır sağlık çalışanı sıkıntısı çeken Almanya, göç etmek isteyen doktorların yoğunlukla tercih ettiği bir ülke. Yıllar içerisinde Almanya'daki yabancı doktor sayısında önemli bir artış kaydedildi. Alman Tabipler Birliğinin verilerine göre, Alman vatandaşlığı olmayan yaklaşık 60 bin doktor ülkenin sağlık alanındaki iş gücünün yaklaşık yüzde 12'sini oluşturuyor.

Almanya'daki yabancı uyruklu doktorların çoğunluğunu diğer Avrupa ülkelerinden ya da Ortadoğu ülkelerinden gelen doktorlar oluşturuyor. Suriye'den gelen 6 bin 120 doktorun çalıştığı Almanya'da, Suriyeliler yabancı doktorlar arasında en büyük grup. Bunu 4 bin 668 ile Rumenler, 2 bin 993 ile Avusturyalılar, 2 bin 943 ile Yunanlar, 2 bin 941 ile Ruslar ve 2 bin 628 ile Türkler takip ediyor.

Almanya'ya taşınan doktorlar bir hastanede çalışmaya başlamadan önce hem genel hem de mesleki Almanca dil becerilerinde yeterlilik gösterebildiklerini kanıtlayan iki sınavı da içeren bir onay sürecinden geçmek zorunda.

Pek çok kişi yabancı doktorların Almanya'da çalışması için gerekli sürecin zorlu olduğu, Almanya'da çalışmak isteyen doktorlar için daha fazla desteğe ihtiyaç duyulduğu kanaatinde. Bu desteğin sağlanmadığı bir durumda Almanya'nın sağlık hizmetlerinin zarar görme ihtimalinin olduğu düşünülüyor.

DW'ye konuşan Rhineland-Pfalz Eyalet Tabipler Birliği Genel Müdürü Jürgen Hoffart, "Bu doktorları ucuz iş gücü olarak görmemeliyiz, ancak onları mümkün olduğunca hızlı ve etkili bir şekilde sisteme entegre etmeliyiz" diyor.

Almanya'da neden yabancı doktor sıkıntısı var?

Uluslararası sağlık kuruluşları sağlık personeli sıkıntısının tüm dünyada arttığını ve yakında profesyonel tıp hizmetine erişimin birçok ülkede lüks haline gelebileceği konusunda uyarıyor. Bu durum özellikle Dünya Sağlık Örgütü'nün tavsiye ettiği bin kişi başına bir doktor oranının yakalanamadığı fakir ülkelerde ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Alman hükümetinin verilerine göre, bin kişi başına 4,53 hekimin bulunduğu ve Avrupa'daki 1,82 milyon doktorun yüzde 30'unun çalıştığı Almanya'da şu anda yeterli sayıda doktor bulunuyor, ancak bu sayı hızla azalıyor.

Yaşlanan ve bu sebeple tıbbi müdahaleye daha fazla ihtiyaç duyacak nüfusuyla Almanya'nın, tıpkı diğer Avrupa Birliği ülkeleri gibi yakın zamanda sağlık personeli sıkıntısıyla karşı karşıya kalacağı tahmin ediliyor.

Emekli olan doktorların yerine yeterli sayıda yeni doktor yetişmiyor. Bu da özellikle kamu sektöründeki sağlık çalışanlarının üzerinde ek bir yük oluşturuyor.

2023 yılı itibarıyla Almanya'da çalışan doktorların yüzde 41'i, uzmanların ise yüzde 28'i 60 yaşın üzerindeydi. Önümüzdeki üç yıl içinde, büyük ölçüde emeklilik nedeniyle tahminen 5 bin ila 8 bin doktor muayenehanesinin kapanması bekleniyor.

Bir doktor, hastasına reçete veriyor
Yabancı doktorlar için dil bir sorun oluşturuyor mu? null Uwe Umstätter/Westend61/IMAGO

Emekli olan doktorların yerine yeterli sayıda mezun bulunmadığından, sağlık sisteminin şu andaki standartta işlemeye devam etmesi için kısa vadeli tek çözüm yurt dışından doktor alımı olarak öne çıkıyor.

Almanya'da yabancı doktorlar hangi koşullarda çalışıyor?

Almanya'da 18 yılı aşkın süredir çalışan Dr. Fabri Beqa, "Almanya'da, burada doğmamış olanlar da dahil olmak üzere tüm tıp uzmanlarına güveniliyor ve değer veriliyor" ifadelerini kullanıyor. DW'ye konuşan Beqa, kendi deneyimlerine göre yabancı doktorların başka bir ülkenin sağlık sisteminde çalışmanın zorluklarını öğrenmeye ve bunlarla baş etmeye istekli insanlar olduğunu söylüyor.

"Almanya'nın sağlık altyapısı, kendi ülkem olan Kosova da dahil olmak üzere diğer birçok ülkeden önemli ölçüde daha iyi finanse ediliyor" diyen Beqa bunun bir tıp uzmanı için daha gelişmiş aletlerle çalışmak ve mesleki olarak kendini geliştirebilmek anlamına geldiğini belirtiyor.

"Yabancı doktorların genellikle acil servislerde veya iş yükünün nispeten daha yüksek olduğu hastane merkezli görevlerde" çalışmak zorunda kaldıklarını belirten Beqa buna rağmen Almanya'da iş-hayat dengesinin iyi olması sebebiyle buna değdiğini söylüyor: "Yeterince kazanıyorsunuz ve hayattan keyif almak için yeterli zaman var."

Beqa, Almanya'da yapısal anlamda bir desteğin olmaması yüzünden yabancı bir doktorun kariyer gelişiminde Alman bir doktorla kıyasla daha fazla çaba göstermesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Örneğin, yabancı hekimlerin kendi kliniklerini veya muayenehanelerini açmaları, Alman yasalarındaki uygulamadan dolayı Almanya'daki meslektaşlarına göre çok daha uzun sürüyor.

"Almanya yalnızca temel tıp eğitimini tanıyor, dolayısıyla bir uzman Almanya'da çalışmak istiyorsa yeniden uzmanlık eğitiminden geçmesi gerekiyor" diyen Beqa, bunun yıllar süren yeni bir eğitim gerektirdiğini vurguluyor.

Yabancı doktorlar için dil bir engel oluştuyor mu?

Yabancı doktorların yaşadığı dil sorunlarına dikkat çeken Rhineland-Pfalz Eyalet Tabipler Birliği Genel Müdürü Hoffart, bazı hastalardan yabancı doktorları anlayamadıklarına dair şikayetler geldiğini söylüyor.

"Hastalardan 'Doktorların düzgün Almanca konuştuğu bir hastane önerebilir misiniz?' sorusunu soran başvurular alıyorum" diyen Hoffman yabancı doktorların dil becerisine yönelik eleştirilerin haklı olabileceğini belirtiyor. Yabancı doktorların girdiği dil testlerinin standart Almanca'ya odaklandığını ifade eden Hoffman bunun yerel lehçeleri ve aksanları anlamalarına yardımcı olmadığını vurguluyor.

Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi tarafından 2016 yılında yapılan bir araştırma, birçok göçmen doktorun Almanca dil sorunlarının yanı sıra Almanya'daki kültür ve sağlık sistemine ilişkin bilgi eksikliğiyle mücadele ettiğini ortaya koydu.

Basel Üniversitesi'nin 2022'de yayınladığı ve Almanya'daki iki büyük üniversite hastanesini kapsayan bir başka çalışma ise hemşireler ve doktorlar da dahil olmak üzere birçok göçmen sağlık çalışanının dil, milliyet, ırk ve etnik kökene bağlı ayrımcılığa maruz kaldığını gösterdi.

Dr. Beqa ise doktorların uyum sorunu yaşamadığını ve Almanca öğrenmekte zorlanmadığını gözlemlediğini ifade ediyor. "Benim deneyimlerine göre doktorların çoğu dili çabuk öğreniyor" diyen Beqa, "Ayrıca, siz Almanca'yı çok iyi konuşsanız bile, konuşamayan hastalar her zaman oluyor ve dolasıyla dil sadece doktorlar için bir engel değil" sözleriyle gözlemlerini aktarıyor.

Hoffart, Almanya'daki deneyimli doktorların yurtdışından gelen yeni gelen meslektaşlarıyla daha fazla ilgilenmeleri ve onlara Alman sisteminin özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi vermelerinin iletişim sorunlarını çözebileceğini söylüyor. Hoffman yabancı doktorlara da ek olarak dil ve iletişim kursları alma tavsiyesinde bulunuyor.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim? 

Taksim'de bombalı saldırı davasında karar açıklandı

İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde bulunan İstiklal Caddesi'nde, 2022'de altı kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırıya ilişkin davada karar açıklandı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, bombayı olay yerine bırakan tutuklu sanık Ahlam Albashır, 7 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis ile bin 794 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Duruşmaya, Albashır'la birlikte beş tutuklu sanık ile avukatları iştirak ederken bazı tutuklu sanıklar mahkeme salonuna Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlandı. Mahkeme heyetinin, tutuklu sanıklardan Fatma Berkel, Ferhat Habeş, Ahmed Carkes ve Ammar Jarkas'e ek savunma hakkı vermesi üzerine söz alan Berkel, patlamanın olduğu dönem hamile olduğunu ve psikolojisinin iyi olmadığını öne sürerek, "Tek sorduğum şey, 'Neden buraya geldiniz?' oldu. Bana 'Biz buraya yaşamaya geldik, tutunamazsak dışarıya çıkacağız.' dedi. Aramızda geçen konuşma bundan ibaret. Bunları hiç tanımıyorum, beraatimi istiyorum" ifadelerini kullandı.

Sanık Ahlam Albashır da son sözünde, kendini savunmayacağını dile getirerek, "Bu olan patlama ve vefat edenlerden dolayı bana vereceğiniz herhangi bir cezayı kabul ediyorum. Ammar Carkes'in hiçbir şeyden haberi yoktur. Benim ailemin vefat ettiğini biliyor ama ailem yaşıyor. Ahmed Carkes'in telefonu kırdığında hiçbir şeyden haberi yoktu. Ahmad Haj Hasan'ın da evinde 3 gün kaldım. Tanışıklığımız atölyeden kaynaklanıyor. Bayan olduğumdan atölyede kalmama razı olmadı. Evine davet etti. Ferhat Habeş ve Fatma Berkel'i sadece evde gördüm. Sayın başkanla baş başa konuşmak istiyorum" dedi.

Beş soruda Taksim'de bombalı saldırı davası

Bugüne dek beş duruşma gerçekleştirilirken saldırıya ilişkin sis perdesi hâlâ tam olarak aralanabilmiş değil. Beş soruda Taksim saldırısı ve dava sürecinde yaşananları derledik:

Patlama nasıl gerçekleşti ve Albashır nasıl yakalandı?

İstiklal Caddesi'nde 13 Kasım 2022'de bir bankın üzerine bırakılan patlayıcı madde, saat 16.14'te patladı. Altı kişinin hayatını kaybettiği patlama, 99 kişinin de yaralanmasına neden oldu. İstanbul'un en turistik yerlerinden olan caddenin çevresindeki birçok işyeri de saldırıdan etkilendi. Yaşananların ardından Emniyet ekipleri, patlamaya neden olan bombanın bir kadın tarafından caddedeki banka bırakıldığını belirledi. Yüzlerce kamera kaydının izlenmesiyle birlikte, aynı kişinin patlamanın sonrasında taksiye binip Taksim'den uzaklaştığı tespit edildi. Bu kişi, kamuflaj desenli bir pantolon giyen ve siyah başörtüsü takan, 1999 doğumlu Suriyeli Ahlam Albashır'dı. Ekipler şüpheliyi saldırıdan kısa süre sonra, saat 02.55'te Küçükçekmece ilçesinin Kanarya Mahallesi'ndeki bir evde yakaladı. Albashır'la birlikte saldırıyla bağlantılı olduğu belirtilen toplam 51 kişi gözaltına alındı.

Saldırının zanlısı Albashır'ın ifadelerindeki çelişkiler neler?

14 Kasım 2022'de gözaltına alınan Albashır'ın ifade işlemleri günlerce sürdü. İstanbul Emniyeti, şüphelinin "PKK/PYD bağlantısını itiraf ettiğine" yönelik bir duyuru paylaştı. Emniyet ayrıca zanlının "PKK/PYD/YPG terör örgütü tarafından özel istihbarat elemanı olarak yetiştirildiğini" ve "Afrin-İdlib üzerinden Türkiye'ye eylem yapmak için kaçak yollarla giriş yaptığını" da belirtti.

14 Kasım 2022'de gözaltına alınan Albashır, elleri kelepçeli olarak ayakta duruyor, iki yanında Türk bayrağı var
14 Kasım 2022'de gözaltına alınan Albashır, mahkemede ifadesinde değişiklik yaptınull ANKA

Ahlam Albashır'ın gözaltına alındığı andan itibaren verdiği ifadelerdeki çelişkili anlatımlar ise dikkat çekti. Albashır, Emniyet aşamasındaki verdiği ifadede saldırının nasıl planlandığını aktardı. Hatta bombayı İdlib'den gelirken yanlarında götürdüklerini ileri sürdü. Şüpheli, savcılıktaki ifadesinde ise banka bıraktığı çantanın içerisinde bomba olduğunu bilmediğini ve uyuşturucu sandığını savundu.

21 Kasım 2022'de Sabah gazetesinde yayımlanan bir habere göre, Albashır, savcılıktaki ifadesinde, "ağabeyinin Özgür Suriye Ordusu'nda (ÖSO) üst düzey bir komutan olduğunu" dile getirmişti. Ancak İslamcı akımlardan oluşan ve Suriye'de Beşar Esad yönetimine muhalif olmalarıyla bilinen ÖSO detayı, hazırlanan iddianamede yer almadı. Aralarında Albashır'ın de bulunduğu 17 şüpheli, 18 Kasım 2022 tarihinde tutuklanarak eski adı Silivri olan Marmara Cezaevi'ne götürüldü. 29 şüpheli ise sınır dışı edildi.

Saldırıyı üstlenen örgüt var mı?

Şu ana kadar hiçbir örgüt saldırıyı üstlenmedi. Saldırıya ilişkin soru işaretleri bu aşamada oluştu. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, yaptığı ilk açıklamada PKK'yı işaret etti, "Eylemi yapanın Afrin'den geçtiği konusunda bir değerlendirmemiz var" ifadelerini kullandı. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün açıklamasında ise, şüphelinin İdlib'den Türkiye'ye geçtiği bilgisine yer verildi.

Fakat PKK'ya bağlı Halk Savunma Merkezi saldırıyla ilişkilerinin olmadığını iddia etti. Belkemiğini YPG'nin oluşturduğu ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) yöneticilerinden Mazlum Abdi de "patlamayla ilgilerinin olmadığını" öne sürdü.

MHP Şırnak Güçlükonak İlçe Başkanı Mehmet Emin İlhan'ın üzerine kayıtlı telefon hattından, zanlı Albashır ile görüşme trafiği yapıldığına ilişkin iddialar da soru işaretlerine neden oldu. MHP İlçe Başkanı, "Cizre'de sahte bir imza ile bir bayiden adıma bir hat çıkartmışlar" açıklaması yaptı. Şırnak Valiliği, İlhan'ın ifadesinin alındığını aktararak, söz konusu hattın yasadışı yollardan üçüncü şahıslara verildiğini bildirdi.

Saldırının kilit ismi kim ve sanıklar neyle suçlanıyorlar?

Saldırının kilit ismi, Ahlam Albashır'ın eşi görünümünde olan Bilal Hacmaos'tu. Albashır'ı Taksim Meydanı'na getiren araçta bulunduğu belirlenen Hacmaos, şu an firari durumda. Hacmaos'un daha sonra yakalanan Ammar Jarkas tarafından kaçırılıp Bulgaristan'a götürülmek üzere Edirne'ye bırakıldığı belirtiliyor. Edirne'den sonra izini kaybettiren bu kilit isme hâlâ ulaşılmış değil.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 3 Şubat 2023'te hazırlanan iddianamede de Albashır ile Hacmaos arasındaki ilişkiye dikkat çekiliyor. Bu iki sanığın Esenler'de tekstil atölyesi sahibi olan davanın tutuklularından Ferhat Habeş'in evine yerleştiği aktarılıyor. İddianamede, Albashır ve Hacmaos'un, YPG tarafından özel eğitime tabi tutulduğu savunuluyor. Bu iki kişinin patlayıcı malzeme eşliğinde Türkiye'ye gönderildiklerinin tespit edildiği de belirtiliyor. Sanıkların gelen talimatla saldırıyı gerçekleştirdiği iddianamede yer alan detaylardan. Ayrıca Albashır'ın üç kez Taksim'de, bir kez de Fatih Camisi'nde keşif yaptığı, çektiği fotoğraf ile videoları "Hacı" kod adını kullanan ve örgüt üyesi olduğu belirtilen bir kişiye gönderdiği bildiriliyor.

İddianamede olay gününe ilişkin ayrıntılara da yer veriliyor. Buna göre Hacmaos ile Albashır, içinde bomba olan çantayı yanlarına alarak Taksim'e gitti. Caddedeki bir bankta oturup talimat bekleyen Albashır, "Hacı"nın, "Çantayı bırak, hemen oradan ayrıl" mesajı üzerine hızla meydana doğru yürümeye başladı. Bomba da bu esnada patladı.

İddianamede, saldırgan Albashır'ın "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak", "silahlı terör örgütüne üye olmak" gibi çeşitli suçlardan toplamda 7 kez ağırlaştırılmış müebbet ve bin 949 yıldan 3 bin 9 yıla kadar hapsi isteniyor. PKK'nın üst yöneticilerinden Cemil Bayık'ın da aralarında bulunduğu diğer şüphelilerin ise 7'şer kez ağırlaştırılmış müebbet ve 3 bin 16 yıl 6 aya kadar hapisleri talep ediliyor.

Yargılama ne zaman başladı ve duruşmalarda bugüne dek neler yaşandı?

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin iddianameyi kabul etmesiyle yargılama 9 Mayıs 2023'te başladı. Duruşmalar, Marmara Cezaevi'nin karşısındaki salonunda yapıldı.

Marmara Cezaevi Duruşma Salonu'nun binası
Davanın ilk duruşması Mayıs 2023'te Marmara Cezaevi'nin karşısındaki salonda yapıldınull DHA

Sanık Albashır, iddianamenin Arapçaya çevrilmemesi nedeniyle ilk duruşmada savunma yapamadı. İkinci celsede yani 17 Temmuz 2023'te ilk kez konuşan Albashır, "Daha önce bunları anlatmadım" diyerek soruşturma aşamasındaki ifadesini değiştirdi. Daha önceki ifadelerinde bombayı Suriye'den aldıklarını söyleyen Albashır, "Suriye'den gelirken patlayıcı yanımızda değildi. Böyle bir şey olacağını bilmiyordum. Bombayı İstanbul'da el Hacmaos teslim aldı" dedi.

Bilal Hacmaos'un kaçacağından haberinin olmadığını iddia eden Albashır, "Aslında bombayı ben değil, Bilal kendisi götürecekti" dedi ve olay anını şöyle anlattı: "Bir yere oturup beklemeye başladım. Orada otururken bana Hacı'dan video geldi. Biri arkamdan videomu çekmiş, korktum. Çantayla oynadım. Bombayı gördükten sonra polisi aradım ama Türkçe bilmiyordum. Hacı bu esnada, 'Çantayı bırak, yürü' dedi. Bilal'i sordum 'Onu boş ver' dedi. Caddenin başına doğru yürüdüm. Taksiye bindim. Eve gittim."

Savcı mütalaasını 12 Şubat'ta yapılan duruşmada açıkladı ve iddianamedeki gibi 7 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 3 bin 9 yıla kadar hapis cezası istedi. Mütalaaya karşı söz verilen sanık Albashır, bu kez de "Bomba olduğunu bilmiyordum" diyerek şunları ifade etti: "Bana sadece turist olarak gideceğimi söylediler, sadece fotoğraf çekmemi söylediler. Vefat eden insanlardan dolayı geceleri uyuyamıyorum. Suriye'ye giden şahısların yakalanması için Suriye'ye gitmeye hazırım."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Erdoğan'ın Ortadoğu hamlelerinin gerisinde ne yatıyor?

İstikrarsızlığın tırmandığı Ortadoğu'da daha aktif bir rol üstlenmeye çalışan Türkiye, aynı zamanda bölgede nüfuzunu artırma arayışında.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bölge ülkeleriyle yoğun diplomasi trafiği bu arayışı yansıtıyor. Pazartesi günü neredeyse tüm bakanlarıyla birlikte Irak'a resmi ziyaret gerçekleştiren Erdoğan yakın bir gelecekte de Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi Türkiye'de ağırlamak istiyor.

Ankara'nın yoğun diplomasi trafiğinin odağında ise Gazze'de ateşkesin sağlanması için yürütülen müzakereler yer alıyor. Ancak Türkiye bugüne kadar bu sürece müdahil olma çabalarından somut bir sonuç elde edebilmiş değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Hamas'ın önde gelen bir yöneticisini kucaklıyor, fotoğrafın sol tarafında Hamas liderlerinden İsmail Haniye
Erdoğan, 20 Nisan'da İstanbul'da Hamas liderlerini ağırladınull Mustafa Kamaci/Anadolu/picture alliance

Erdoğan'ın, 7 Ekim'de İsrail'i terör saldırılarıyla hedef alan Hamas'ı söylemleriyle sahiplenirken, İsrail'le köprüleri atmış olması, Gazze konusunda uluslararası müzakerelerde Katar ve Mısır gibi ülkelerin merkezi rol üstlenmesine, Türkiye'nin geri planda kalmasına yol açtı.

Fishman: Türkiye oyun dışı kaldı

Brooklyn College öğretim üyesi tarihçi Louis Fishman'a göre Türkiye "oyun dışı kaldı", yakın gelecekte Gazze ihtilafında önemli bir arabulucu rolü üstlenme fırsatını da kaybetti.

Erdoğan'ın hafta sonunda Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye'yi bir kez daha İstanbul'da ağırladığını, öncesinde de "Kuvayi Milliye neyse Hamas da aynen odur" dediğini anımsatan Fishman, "Erdoğan aslında bu söylemleriyle aynı zamanda Hamas'a Türk halkı nezdinde meşruiyet kazandırmaya çalıştı. Ama bu da tamamıyla geri tepti" dedi.

Erdoğan'ın son haftalarda ABD ve AB'nin terör örgütü olarak tanıdığı Hamas'a destek söylemlerini yeniden artırdığına dikkat çeken Fishman, bunu stratejik ve taktiksel hata olarak nitelendiriyor.

Brooklyn College öğretim üyesi tarihçi Louis Fishman
Brooklyn College öğretim üyesi tarihçi Louis Fishman, Türkiye'nin Gazze müzakerelerinde "oyun dışı kaldığı" görüşündenull privat

Aslında Türkiye'nin Hamas'ın İsrail'i hedef aldığı 7 Ekim'den sonra hemen devreye girerek çok önemli bir rol üstlenme fırsatına sahip olduğuna vurgu yapan Fishman, "Bir yandan Filistin halkından yana olan aynı zamanda İsrail ile de iyi ilişkileri bulunan Türkiye en etkili aktör, arabulucu olabilirdi. Ama Erdoğan bunun yerine Hamas'a çok güçlü destek açıklayarak Türkiye'nin bu önemli fırsatı kaçırmasına yol açtı. Oysa Türkiye, Mavi Marmara krizinden sonra İsrail ile ancak iyi ilişkileri olduğu müddetçe ister Hamas ister Fetih olsun, genel olarak Filistinliler üzerinde nüfuzunu kullanabileceğini görmüştü, son yıllarda İsrail ile ilişkilerini onarmak için de çok yoğun çaba göstermişti. Ne yazık ki onca emeğini, yatırımını Hamas için heba etti ve artık sahne arkasında kalan bir oyuncu konumuna düştü" diye konuştu.

Ankara şimdi ne hedefliyor?

Türkiye aslında yıllardır Hamas ile Fetih'in anlaşmazlıklarını gidermesi için temaslar yürütüyor. Haniye ile İstanbul'da yapılan görüşme sonrasında İletişim Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada da Erdoğan'ın görüşmede "Filistinlilerin birlik içinde hareket etmesinin hayati öneme sahip olduğunu söylediği" vurgulandı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da geçen hafta Katar'a yaptığı ziyaret sırasında Haniye ile bir araya gelmiş, aynı günü Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile ortak basın toplantısında da dikkat çekici açıklamalarda bulunmuştu. Hamas'ı "bir ulusal hareketi olarak göstermekten ziyade, IŞİD gibi bir terörist örgüt olarak nitelendirme çabası olduğunu" savunan Fidan, Haniye ile "bu türden algıların giderilmesine dönük görüş alışverişinde" bulunduklarını kaydetmişti.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan
Hakan Fidannull DHA

Fidan ayrıca, "Yıllardır Hamas'la yaptığımız siyasi görüşmelerde, kendilerinin 1967 sınırları içerisinde kurulacak olan bir Filistin Devleti'ni kabul ettiklerini ve Filistin Devleti'nin kurulmasını müteakip Hamas'ın ayrıca silahlı kanadının olmasına gerek kalmayacağını, kendilerinin bir siyasi parti olarak hayatlarına devam edeceklerini bana ilettiler. Bu da aslında bence dünya kamuoyunun Filistin Devleti'ne giden yolda atacağı adım için fevkalade önemli bir mesaj diye düşünüyorum" açıklamasını yapmıştı.

Ankara'nın bu hamlelerinin gerisinde Hamas'ı uluslararası toplum tarafından daha kabul edilebilir, daha ılımlı bir yapıya dönüştürme, Filistin sorununa çözüm çabalarında Hamas'ın denklem dışında bırakılmasını önleme çabalarının yattığı belirtiliyor. Türk uzmanlar, bunun aynı zamanda bölgede gerilimi tırmandıran İran'ın nüfuzunu da sınırlandırabileceği öne sürüyor.

Schindler: Hamas değişmez

Alman terörle mücadele uzmanı Dr. Hans-Jakob Schindler ise Türkiye'nin son hamlelerinin çok da sonuç vermeyeceği, Hamas'ın daha ılımlı bir yapıya dönüştürme hedefinin ise hiç inandırıcı olmadığı görüşünde.

Schindler, kâr amacı gütmeyen Aşırıcılıkla Mücadele Projesi (CEP) adlı uluslararası kuruluşun kıdemli direktörü. Geçmişte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin IŞİD, El Kaide ve Taliban yaptırımlarını izleme ekibinin koordinatörlüğünü yürüten Schindler, Hamas'ı ve Türkiye'deki faaliyetlerini de yakından takip eden bir isim.

Aşırıcılıkla Mücadele Projesi (CEP) Kıdemli Direktörü Dr. Hans-Jakob Schindler
Dr. Hans-Jakob Schindlernull Dr. Hans-Jakob Schindler

"Hamas, Filistin toplumunda farklı görüşleri asla tolere etmeyen İslamcı aşırılıkçı bir terör örgütü" diyen Schindler, Hamas'ın Taliban, El Kaide gibi son derece şiddet eğilimli ve acımasız bir yapı olduğuna dikkat çekiyor. Terör uzmanı, bu tür örgütlerin çıkarları gerektiğinde taktiksel olarak bir süreliğine ılımlı bir tavır takınabileceklerini ancak dini bir ideoloji söz konusu olduğu için özünde değişim olmayacağını belirtti, "Çünkü ya 'Ben yanılmışım' diyecekler ya da 'Allah yanılmış' diyecekler bu da mümkün olmadığı için özünde bir değişim mümkün görünmüyor" diye konuştu.

"Erdoğan dış politikada oportünist"

Erdoğan'ın son günlerdeki Hamas çıkışlarını da DW Türkçe'ye değerlendiren Schindler, şu değerlendirmeyi aktardı:

"Dış politika söz konusu olduğunda Erdoğan yüzde yüz oportünist. Türkiye'yi bölgede lider güç olarak konumlandırma düşüncesi dışında bunu hayata geçirecek somut bir strateji geliştirmiş değil. Somut ittifaklar inşa edemiyor, sürekli bir yerden bir yere savruluyor. Gazze'deki ateşkes görüşmelerinde hiçbir rolü yok. Ve Erdoğan şimdi İsrail ile Hamas arasında Katar, Mısır ve ABD destekli müzakerelerinden beklenen sonucun alınamadığını, zora girdiğini gördüğü için, bunu sürece müdahil olmak için araçsallaştırmaya çalışıyor. Ama bu da söylemden ibaret çünkü Hamas'ı ikna edebilecek durumda da değil, süreçte rol oynayan bir aktör de değil, bu sürece müdahil olduğu takdirde somut fark yaratabileceği konusunda da ikna edici değil."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın posterlerini taşıyan Hamas destekçileri
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın posterlerini taşıyan Hamas destekçilerinull Nabil Mounzer/EPA/dpa/picture-alliance

Türkiye'nin istediği takdirde Hamas'a baskı uygulayabileceğini ancak bunu bugüne kadar yapmadığına işaret eden Schindler, "Hamas'ın şirket yapılanmalarının, şirketler ağının önemli unsurları ve üst düzey yöneticileri Türkiye'de. Bunların bir kısmı son dönemde birkaç kez ABD tarafından yaptırımlar kapsamına alındı. En tanınmışlarından biri Trend GYO… Hatta Türk bankaları da bu nedenle yaptırım kapmasına alınma riskiyle karşı karşıya. Ancak Türk hükümeti, devleti bir süre boyunca Hamas'a destek söylemlerinde değişikliğe gitmiş olsa da Hamas'ın mali kaynaklarını kesme konusunda somut hiç bir adım atmadı" dedi.

"Türk kamuoyu Hamas'ı ağırlamayı öyle kolayca kabullenmez"

Kimi uzmanlar, artık Hamas'ın bölgede savaş sonrası inşa edilmesi muhtemel düzende yer alamayacağını savunuyor. Tarihçi Louis Fishman ise İsrail'in diplomatik çözüm bulmada uzun zamandır ayak diremesi nedeniyle Hamas'ın halen "fiilen ana aktör konumunda" olduğuna dikkat çekiyor.

Fishman, "Erdoğan da bunun farkında. Zaten Hamas tamamıyla oyun dışı kalmış olsa, Erdoğan onlarla görüşecek son kişi olurdu değil mi? Ama işte Erdoğan'ın onlarla yeniden buluşmuş olması Türkiye'ye uzun vadede bir fayda sağlamayacak. Ne ABD ne AB ile ilişkilerinde, hatta bölgede ABD ile kısmi koalisyonda olan ılımlı aktörlerle ilişkilerine de bu Türkiye'ye olumlu katkı sağlamayacak. Hatta Hamas'a bile bunun bir getirisi yok ki. Evet Erdoğan tarafından ağırlanmaları belki onları o an ilgi odağı haline getirip, spotların onlara çevrilmesini sağlıyor olabilir ama işte o kadar, çünkü Türkiye bu meselede ana aktörlerden değil" görüşünü aktardı.

Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları'nın eli silahlı, yüzü maskeli militanları
Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları, Salı günü "tüm cephelerde İsrail'e karşı gerilimin tırmandırılması" çağrısı yaptınull AFP/Getty Images/S. Khatib

Üstelik Erdoğan'ın Haniye ile Cumartesi günü gerçekleştirdiği görüşmeden sadece üç gün sonra Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları tarafından "tüm cephelerde İsrail'e karşı gerilimin tırmandırılması" çağrısı yapması, Ankara'nın girişimlerinin çok da sonuç vermediğini gösteriyor.

Bu arada uluslararası basında, Katar'ın Hamas'ın ülkeyi terk etmesini istediği, terör örgütünün karargahını Türkiye'ye taşıyabileceği iddiaları yer almıştı. Hamas böyle bir konunun gündemde olmadığını açıklarken, Erdoğan da kendisine böyle bir bilgi gelmediğini, Katar'ın böyle bir adım atacağını düşünmediğini söyledi.

Tarihçi Fishman da buna ihtimal vermediğini anlatırken, "Hamas'ın karargahını Türkiye'ye taşıması ihtimali Türk kamuoyunun öyle kolayla sindirebileceği kabul edebileceği bir şey olmaz zaten. Basında bu konuda yer alan iddialara yönelik tepkiler bile çok yoğundu. Ayrıca bu Erdoğan'a, her şeyden daha büyük bir zarar verir. Kendisi de bunun farkındadır" dedi.

"Olabilecek en kötü senaryo yaşanıyor"

Bu arada Hamas'ın İsrail'de 1200 kişinin ölümüne yol açtığı ve 250 kişiyi rehin aldığı 7 Ekim'deki terör saldırıları sonrasında İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik başlattığı askeri operasyonlarda hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 34 bini aştı, bölge halkının yüzde 90'ı yerinden edildi.

Bir iş makinesi ile açılan toplu mezara, mavi plastik çuvallar içinde defnedilen çok sayıda insan, sağ ve sol tarafta onlarca kişi
İsrail'in Gazze Şeridi’ne yönelik başlattığı askeri operasyonlarda hayatını kaybeten Filistinlilerin sayısı 34 bini aştınull Sais Khatib/AFP

İsrail ordusunun hedef aldığı Nasser ve El Şifa hastanelerinde toplu mezarlar bulunduğu yönündeki haberler uluslararası toplumda Netanyahu hükümeti ve İsrail ordusuna yönelik tepkileri daha da arttırdı.

Birleşmiş Milletler (BM) ve uluslararası toplumdan toplu mezarlarla ilgili bağımsız soruşturma yürütülmesi yönünde art arda çağrılar yapılıyor. BM, çıplak, elleri bağlanmış cesetler bulunduğu iddialarının savaş suçları endişesini yeniden gündeme taşıdığına dikkat çekiyor. İsrail'in yoğun itirazlara rağmen Refah'a yönelik askeri operasyonunu başlatması durumunda insani felaketin boyutunun daha da ağırlaşmasından endişe ediliyor.

Refah'ta, battaniyelerle yapılan çadırlarda kalan Filistinli çocuklar
İsrail'in operasyonları sonucunda yerinden edilen Filistinlilerin büyük bir bölümü sığındıkları Refah'ta battaniyelerle yapılan derme çatma çadırlarda kalıyornull Mohammed Abed/AFP

Louis Fishman'a göre, bölge 7 Ekim sonrası yaşanabilecek en kötü senaryoya sahne oluyor ve bunda büyük ölçüde Hamas'ı salt askeri yöntemlerle geri püskürtmeye çalışan, diplomatik strateji ve siyasi çözüm stratejileri geliştirmeyi tamamıyla göz ardı eden Netanyahu hükümetinin sorumluluğu bulunuyor.

İsrail'de, Türkiye'dekine benzer bir süreç yaşanmakta olduğuna, ülkenin giderek otoriterleştiğine dikkat çeken Fishman, Netanyahu hükümetinin bir süre daha iktidarda kalmak adına her şeyi göze alır noktaya geldiğine vurgu yaptı, "Kısa bir süre daha iktidarda kalmak adına uzun dönemli istikrar tehlikeye atılıyor. Tanık olduğumuz şey bu" diye konuştu.

Hamas neden uzlaşmaya yanaşmıyor?

Alman terör uzmanı Hans-Jakob Schindler de kısa vadede Gazze'de ihtilafın son bulması konusunda iyimser olmadığını, Hamas'ın uzlaşmaya yanaşmadığını söyleyerek bunun nedenlerine şu ifadelerle açıklık getiriyor:

"Hamas'ın stratejisi başından beri üç ayaklıydı. 7 Ekim'de planladıklarına İsrail'in sert karşılık vereceğini, Gazze'de sahip oldukları imkanlarla buna karşı koyamayacaklarını biliyorlar bu nedenle ihtilafı bölgesel bir ihtilafa dönüştürmeyi hedefliyorlardı. Son aylarda yaşananlar, Hamas'ın istediği boyutta olmasa da bir ölçüde bundan sonuç aldığını gösteriyor. İkinci olarak Hamas, İsrail'e olabildiğince çok Filistinliyi öldürterek uluslararası toplumu etkilemek, '7 Ekim'de ne olduysa oldu ama asıl bakın İsrail ne yapıyor' demek istedi. Bu hedefinden ciddi ölçüde sonuç almış görünüyor. New York'ta Columbia Üniversitesi'nde ve ABD'deki diğer üniversitelerde olanları görüyorsunuz. Üçüncü ayak da rehinelerdi. Bunu Filistinli tutukluların serbest bırakılması ama aynı zamanda Hamas liderliğinin hayatta kalması için kullanıyorlar. Ve bu üç ayaklı stratejileri kısmen de olsa Hamas için işliyor görünüyor. Bu nedenle ne yazık ki Hamas'ın şu anda uzlaşması zor, zaten bu nedenle her öneriyi geri çeviriyorlar."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Alman basınından Steinmeier'e hem övgü hem eleştiri

Alman basını, Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'ın Türkiye ziyaretini ve Ankara'da mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan ile düzenlediği ortak basın toplantısındaki açıklamalarını yorumladı.

Frankfurter Rundschau gazetesi, Steinmeier-Erdoğan görüşmesinin zamanlamasına dikkat çekti. Gazete, Türkiye ile Almanya'nın birbiri için "vazgeçilmez" olduğunu belirten Steinmeier'in bu sözlerini de yorumladı.

"Steinmeier'ın Türkiye'deki ziyaret programı bile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la ilişkinin ne kadar mesafeli olduğunu gösteriyor. Steinmeier, üç günlük resmi ziyaretinin ancak son gününde Ankara'da Erdoğan'la görüştü. Nihayetinde Berlin ve Ankara'nın görüş ayrılığı yaşadığı birçok konu var. Örneğin Erdoğan Hamas'ı 7 Ekim'deki acımasız terör saldırısından sonra bir kurtuluş örgütü olarak tanımladı. Erdoğan'ın insan haklarına yaklaşımı da tartışmalı. Ve Türkiye'de uzun süredir bağımsız bir yargı yok. Steinmeier, Türkiye ve Almanya'nın birbirinden ayrılmaz şekilde bağlantılı olduğunu vurguladı. Ki Almanya'daki yaklaşık 3 milyon Türkiye kökenli insan tek başına bunu sağlıyor. Federal Cumhurbaşkanı 'Birbirimize ihtiyacımız var' dedi. Bu doğru. Türkiye zor bir partner. Ama aynı zamanda da vazgeçilmez bir partner."

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan'ın ortak basın toplantısı
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan'ın ortak basın toplantısınull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Reutlinger General-Anzeiger gazetesi ise Steinmeier'in Ankara-Hamas ilişkisi ve Türkiye'deki insan hakları konusundaki tavrını eleştirdi.

"Geçmişte sadece Dışişleri Bakanı değil, aynı zamanda Başbakanlık Dairesi Başkanı ve SPD'nin başbakan adayı da olan bu politik Federal Cumhurbaşkanı'ndan birkaç tane de olsa daha net kelimeler duymak isterdi insan. Eğer Almanya İsrail'in güvenliğini bir devlet politikası olarak ilan ediyorsa, o zaman cumhurbaşkanı da Türkiye'nin Hamas'a desteğini sert şekilde eleştirmek zorunda. Hamas'ın açıkladığı hedef zira, İsrail'i ortadan kaldırmak. Ayrıca Steinmeier, Türkiye'de demokrasinin durumu ve insan hakları konusunda da eleştirel birkaç kelime etseydi kendisine yakışan bir davranış olurdu."

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeiernull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier'ın Erdoğan konusundaki yaklaşımını öven Rhein-Neckar-Zeitung gazetesindeki yorumdaysa şöyle denildi:

"Recep Tayyip Erdoğan kusursuz bir demokrat değil. Ancak anlaşmalar söz konusu oduğunda güvenilir bir partner. İster Avrupa Birliği ile mülteci mutabakatı olsun isterse de Rusya ile Ukrayna arasındaki tahıl anlaşması olsun, Erdoğan sözünü tuttu. Muhalefete ve kendisini eleştirenlere rahat vermemesi, Yahudi düşmanı Hamas'ı desteklemesi ve Kürtlere karşı savaş yürütmesi de siyasetçi Erdoğan'ın birer parçası. Ancak Frank-Walter Steinmeier'in bu Türkiye ziyaretinde ortaya koyduğu gibi, onu idare edebilirsiniz. Bir dışişleri bakanı rolü oynayan Federal Cumhurbaşkanı, yerel yönetimin muhalefette olduğu İstanbul'dan başlayan seyahat güzergâhıyla Ankara'daki Cumhurbaşkanı'yla arasına kritik bir mesafe koydu. Aynı zamanda Almanya'daki Türklerin başarı hikâyelerine önem verdi. Ki elbette bu Erdoğan'ı memnun ediyor. Kıymet bilmek, başarı odaklı diplomaside önemli bir değerdir. Kibirli bir şekilde karşıdakini rencide etmekse bunun tersidir."

dpa/CÖ,EC

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Steinmeier ile Erdoğan'ın ortak basın toplantısı: Birbirimize ihtiyacımız var

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ankara’daki görüşmelerinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısının öne çıkan başlıkları ikili ilişkilerin ve döner tartışmalarının yanı sıra Gazze ve Ukrayna’da halen devam eden savaş oldu.

Steinmeier, Türkiye-Almanya dostluk anlaşmasının 100'üncü yılı nedeniyle yaptığı üç günlük Türkiye ziyaretinin Ankara’daki resmi ayağında Erdoğan ile Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde bir araya geldi.

Baş başa ve heyetler arası görüşmelerin ardından iki lider ortak basın toplantısında konuşarak soruları yanıtladı.

Steinmeier, diplomatik ilişkilerin başlamasının 100'üncü yılında yaptığı bu ziyareti çok önemli gördüğünü dile getirerek, iki ülkenin aslında daha uzun bir tarihe dayalı geçmişi bulunduğunu hatırlattı.

Türkiye-Almanya ilişkilerinin sadece diplomatik ya da siyasi boyutu bulunmadığını, aynı zamanda insani ilişkilerin iki ülke arasındaki bağları özel kıldığını söyleyen Steinmeier, "Dünyadaki hiçbir ülke ile Almanya’nın bu kadar yoğun ve ailevi ilişkileri yoktur" dedi.

Steinmeier, Şubat 2023’te gerçekleşen Kahramanmaraş depremlerinin ardından Almanya’dan gelen yardım ekiplerinin ve sağlanan insani ve maddi desteğin bu insani bağları gösterdiğini söyleyerek, Gaziantep’te yaptığı temaslarda yeniden inşa çalışmalarını gözlemlediğini ve takdire şayan bulduğunu kaydetti. Depremden Suriyeli sığınmacıların da etkilendiğini belirten Steinmeier, onlarla da konuştuğunu ve Almanya olarak depremzedeleri desteklemeye devam edeceklerini bildirdi.

İki ülke arasındaki ticaret hacminin geçen yıl 55 milyar euro hacmiyle yeni bir rekora ulaştığını söyleyen Steinmeier, şu anda Türkiye'nin finans politikalarının Batı'da büyük takdirle karşılandığını kaydetti.

Steinmeier sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ülkelerimiz ekonomik açıdan zor dönemlerden geçiyor ve ekonomik alışverişimizi artırmak ve iyileştirmek iki tarafın da somut olarak çıkarına. Bu açıdan hukuk güvencesi ve hukuk devleti ilkesinin önemli yatırım koşulları olduğu açık. Pazartesi günü İstanbul'da bir araya geldiğim Alman iş insanları da bunu bana iletti."

Steinmeier, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin gelişmesi açısından ise insan hakları, basın özgürlüğü ve hukuk devleti ilkelerinin ön koşul olduğunu ifade ederek, Almanya olarak geçen haftaki AB zirvesinde, ekonomi ve yatırımlar, vize sorunun çözümlenmesi ve göç konuları da dahil olmak üzere Avrupa ile Türkiye arasındaki ilişkilerde somut ilerleme kaydedilmesi için çaba gösterdiklerini söyledi.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeiernull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Sivil topluma övgü

"Bu gezinin tüm duraklarında gördüm ki Türkiye'nin çok çeşitli bir sivil toplumu var; cesur, bilinçli, çalışkan, azimli, ülkelerini destekleyen ve ülkelerinin iyiliğini isteyen insanları var" diyen Steinmeier, "Tam da bu yüzden Türkiye'nin dinamik, demokratik, Avrupa'ya yönelen bir gelişim göstermesini diliyorum" ifadelerini kullandı.

Alman Cumhurbaşkanı dünyadaki gelişmelerin herkesi son derece endişelendirdiğini de söyleyerek, "Görüşmemizde bunları da ele aldık. Böylesi bir dünyada Türkiye ve Almanya olarak birbirimiz için vazgeçilmez partnerleriz. Birbirimize ihtiyacımız var; gerek NATO gerek G-20'de ve Ortadoğu'daki trajik gelişmelerde de mümkün olduğunca ortak çıkarlarımızı ön plana alarak mümkün olduğunca ortak çözümler bulmalıyız" dedi.

Görüşmelerde Kıbrıs ve Ukrayna konusunu da ele aldıklarını söyleyen Steinmeier, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Alman hükümeti adına Ukrayna'nın Yeniden İnşası Konferası'na davet etti.

Gazze konusunda farklar ve ortaklıklar

"Ortadoğu'daki sorunla ilgili olaraksa birçok konuda hemfikir değiliz" ifadesini kullanan Steinmeier "Hamas, İsrail'e 7 Ekim'deki vahşice saldırısı ile erkek, kadın ve çocuk 1200 kişiyi öldürdü ve 6 ayı aşkın süredir 130 İsrailliyi rehin tutuyor. Bana göre 7 Ekim saldırısı olmasaydı Ortadoğu'da bu savaş olmazdı" dedi.

Steinmeier görüşmede konuyla ilgili farklılıkların dile geldiğini belirterek "Görüşmemizde ama aynı zamanda ortak hedeflerimizi vurguladık. Gazze'deki insani durumu düzeltmeliyiz, buna mecburuz. Savaşın bölgeye yayılmasını da engellemeliyiz, buna mecburuz. Burada da Türkiye'ye önemli bir rol düşüyor. Sayın Cumhurbaşkanı ile de hepimizin bölgedeki imkanlarımızı, ilişkilerimizi Hamas'ın kaçırdığı rehinelerin serbest kalması için kullanmamız gerektiğini konuştum. Gerilim sarmalından çıkmak için atılacak diğer adımlar için anahtar, bu” ifadelerini kullandı. 

Steinmeier "Filistinliler için siyasi bir perspektif olmadan orta ve uzun vadede barış, İsrail için de güvenlik sağlanamaz, bunda da hemfikiriz. Nihayetinde bu da sadece iki devletli bir çözüm ile olabilir, buraya varacak bir yol bulmalıyız" diye konuştu.

Erdoğan'dan savunma sanayi ve Gazze mesajları

Erdoğan da konuşmasında iki ülke ilişkilerinin önemine atıfta bulunarak, "Beşeri bağlarla bugüne kadar hep güçlenen Türk-Alman dostluğunun kuvvetlenerek gelişmeye devam edeceğine inanıyorum" diye konuştu.

Steinmeier ile ilişkileri ilerletme konusunda hemfikir olduklarını söyleyen Erdoğan, NATO müttefiki Almanya ile güvenlikten, ekonomiye, kültürden, bilime her alanda yoğun ilişkilere sahip olunduğunu ve 50 milyar doları bulan ikili ticaret hacmini dengeli biçimde 60 milyar dolar seviyesine ulaştırmayı hedeflediklerini kaydetti.

Karşılıklı yatırımların arttırılmasına da özel önem verdiklerini belirten Erdoğan, şunları kaydetti:

"Savunma sanayi alanındaki iş birliğimizi de ikili ilişkilerimize ve müttefiklik ruhuna uygun şekilde ilerletmek arzusundayız. Savunma sanayinde karşılaştığımız kısıtlamaları artık gündemimizden tamamen çıkartalım istiyorum. Türkiye ve Almanya'nın savunma alanında engelleri değil, bundan sonra ortak üretim projelerini konuşacağını ümit ediyoruz.”

Erdoğan, iki ülke arasındaki beşeri bağlara da işaret ederek, 63 yıl önce Sirkeci garından uğurlanan Türklerin sayısının 3,5 milyona ulaştığını kaydetti.

“63 yıllık süre zarfında Türk toplumu gurbetçilikten çıkarak Almanya'nın sosyal, ekonomik, kültürel ve akademik hayatında kritik rolleri üstlenmeye başladı. Sayın Cumhurbaşkanı'nın heyetinde yer alan değerli temsilciler bunun örneğidir” diyen Erdoğan, Türk toplumunun eşit katılım temelli entegrasyonuna önem verdiklerini belirtti.

“Çifte vatandaşlığı mümkün kılan yeni Alman vatandaşlık yasasını bu bağlamda atılmış kıymetli bir adım olarak görüyoruz” diyen Erdoğan, buna karşılık Avrupa ile birlikte Almanya'da yükselen yabancı karşıtı, İslam düşmanı, aşırı sağcı ve ırkçı örgütlere ilişkin endişelerinin giderek arttığını söyledi.

25 Mart’ta ikisi çocuk, dört kişinin ölümünü hatırlatan Erdoğan, şöyle konuştu:

“25 Mart tarihinde yaşanan menfur hadisenin tamamen aydınlatılması ve sorumlularının cezalandırılması noktasında beklentilerimizi paylaştım. PKK, YPG, FETÖ başta olmak üzere insanlarımızın huzurunu kaçıran ve temsilciliklerimize saldıran terör örgütleriyle mücadeleye de değindik. Müttefiklik hukukumuza zarar veren bu örgütlerle mücadelede daha etkin iş birliğine ihtiyacımız bulunuyor. Terörle mücadele hususunda Alman makamlarından daha fazla destek ve dayanışma beklediğimizi ifade ettim.”

"İsrail ile ticaret bitti”

Görüşmelerde Gümrük Birliği ve vize serbestisi başta olmak üzere atılması gereken adımları ele aldıklarını da söyleyen Erdoğan, Gazze ile ilgili şunları kaydetti:

“Gazze'de 200 gündür yaşanan benzeri görülmemiş zulmün son bulması çağrımızı tekrarladım. Netanyahu sırf siyasi ömrünü uzatmak adına kendi vatandaşları dahil tüm bölgemizin güvenliğini tehlikeye atıyor. İsrail yönetiminin Gazze'de işledikleri insanlık suçlarını ve katliamlarını gündemden düşürme çabalarına prim verilmemesi gerekiyor. İsrail'in saldırıları devam ettiği müddetçe hem bölgesel hem de küresel barışa yönelik tehditlerin arttığının herkes bilincindedir.”

Erdoğan, Türkiye olarak ateşkesin sağlanması, kesintisiz ve yeterli insani yardımın Filistin halkına ulaştırılmasına yönelik çabaları artırarak sürdüreceklerini belirterek, İsrail ile ticaretin ayakta tutulmasının Türkiye’nin Gazze politikası ile çelişki yaratıp yaratmadığına ilişkin soru üzerine şöyle konuştu:

"Yoğun ticari ilişkileri artık ayakta tutmuyoruz. O iş bitti. Bunu da kısa zaman önce Dışişleri Bakanım açıkladı. Fakat şunu bilmenizi istiyorum. Şu anda İsrail'in Gazze'ye yaptığı saldırılardaki ölüm sayısı ne yazık ki 45 bini buldu. Bu rakamı bir kenara koymamız söz konusu olamaz. Yaralılar ise 75 bini buldu.”

Bu yaralılar içerisinde durumu ağır olanların bir kısmını aldıklarını ve tedavi ettirdiklerini belirten Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Burada maalesef ağır bir manzara var. Bu manzarayı Alman dostlarımızın görmesi lazım. Gazze, Filistin tamamıyla yerle yeksan olmuş, her taraf yıkılmış. Kaldı ki İsrail ile Gazze'nin silah, mühimmat, araç, gereçleri bunlar zaten mukayese edilmez. Bunları görerek değerlendirmeyi yapmak lazım. Bütün bunların yanında tüm Batı kimin yanında yer alıyor? İsrail'in yanında yer alıyor. İsrail'in acımasız saldırıları karşısında Gazze'nin böyle bir imkanı var mı? Yok. İmkansızlıklar içerisinde bütün bunlara rağmen biz şu anda rehinelerin takası noktasında bir gayret ve mücadelenin içerisindeyiz. Temenni ederiz ki bu takasta başarılı oluruz."

Döner tartışması

Steinmeier ve Erdoğan'a gazetecilerden yöneltilen sorulardan biri de konuk cumhurbaşkanının Almanya'dan gelirken yanında getirdiği döner oldu.

Erdoğan esprili bir dille "Döner İstanbul'da bitirildi herhalde” yanıtını verirken, Steinmeier beraberinde döner getirmesini değil, bu tartışmaları yüzeysel bulduğunu kaydetti.

Steinmeier, Türkiye'ye kalabalık bir heyetle geldiğini ve heyetin Alman-Türk toplumunun çeşitliliğini yansıttığını söyledi. Heyette Hannover Belediye Başkanı Belit Onay, tiyatrocu Adnan Maral, CDU milletvekili Serap Güler, yazar Dinçer Güçyeter gibi isimlerin de olduğuna dikkat çeken Steinmeier, "Bu durum yeni Almanya'yı şekillendiren bir çeşitlilik. Bunun anlaşılmasını ümit ediyorum ve bu yüzeyselliği artık geride bıraktığımızı düşünüyorum” diye konuştu.

Bir gazetecinin Uluslararası Adalet Divanı'nda soykırıma yardım suçlamasıyla Almanya aleyhinde açılan davayı hatırlatması ve görüşünü sormasına karşılık Steinmeier, mahkeme nezdinde bu konuda girişimde bulunduklarını söyleyerek, "Biz bu nitelemeyi paylaşmıyoruz ve hukukçularımız uluslararası mahkeme nezdinde bu konumumuzu savunuyor” yanıtını verdi.

Steinmeier, bir başka gazetecinin Almanya'da Türk kökenli vatandaşlara yönelik ırkçı saldırıları hatırlatarak, ne gibi önlemler alındığını sorması üzerine de şunları kaydetti:

"Sayın Cumhurbaşkanıyla bu konuyu konuştum ve sizin bahsettiğiniz olayın beni de en az Türkiye Cumhurbaşkanı'nı üzdüğü kadar üzdüğünü teyit ettim. Solingen'deki saldırının 30'uncu yıl dönümü vesilesiyle bir konuşma yaptım, o saldırının mağdurlarının yakınlarının da bulunduğu çok duygusal bir anmaya katıldım. Bu kadar duygusal bir etkinlikten sonra aslında benzer bir olayın tekrarlanabileceği düşünülemezdi. Sorunuzda ifade ettiğiniz husus ise farklı. Yeni bir saldırı oldu maalesef. Alman güvenlik güçleri ve yargısının bu olayda bu faillere hak ettikleri cezayı vereceklerini temin edebilirim.”

Erdoğan-Özel görüşmesinin gündeminde ne olacak?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in gelecek hafta bir araya geleceğinin netleşmesinin ardından gözler görüşmenin gündemine çevrildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile CHP lideri Özel arasındaki ilk temas 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) verilen resepsiyonda gerçekleşti. Erdoğan ve Özel arasındaki "çay sohbeti"ne AKP, CHP ve MHP kurmayları, diğer siyasi partilerin liderleri ile çok sayıda milletvekili de katıldı.

Özel çıkışta, "Bugün bayramlaşmak üzere kendisi 'İçeride bir çay içelim' dedi. Çayımızı içtik, bayramlaştık, haftaya görüşeceğiz" açıklamasını yaptı.

Erdoğan da bir soru üzerine "Önümüzdeki hafta Sayın Özgür Özel ile inşallah bir araya geleceğiz" dedi.

Ancak Erdoğan ve Özel'in gelecek hafta hangi gün ve nerede bir araya geleceği henüz kesinlik kazanmadı.

DW Türkçe'nin edindiği bilgiye göre Özgür Özel'in görüşme için tercih ettiği yer Çankaya Köşkü. Ancak Erdoğan'ın Özel'e Beştepe'deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde randevu vermesi bekleniyor.

Özgür Özel hangi gündemle gidecek?

Erdoğan ile yapacağı görüşmenin "nezaket ziyareti olmayacağını," bunun

"çalışma ziyareti" olacağını vurgulayan Özgür Özel'in görüşmedeki en önemli konusu yerel seçimlerden sonra gündeme gelen "belediye borçları" olacak.

CHP'nin devam eden çalışmalardaki ilk tespitlerine göre, CHP'nin devraldığı belediyelerin 100 milyar TL'yi aşan borçları bulunuyor. Özgür Özel'in bu konuda Erdoğan'a "Belediyelerin hükümet tarafından kıskaca alınması CHP'ye değil, millete zararı olur. Ayrıca 2019'dan 2024'e kadar belediye meclislerinde bu yapıldı, millet yeni yanlışları görürse yine cezayı keser" mesajı vermesi bekleniyor. Hem bu borçların yapılandırılmasında iktidarın onay mekanizmalarının hızlı işlemesi gerektiği hem de belediye gelirlerinin azaltılmasına yönelik iktidarın atacağı olası adımların vereceği zararlar Özel tarafından Erdoğan'a aktarılacak.

Belediye gündemi dışında Özgür Özel'in çantasında; başta TİP'ten Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay olmak üzere Gezi davası tutuklularının durumu, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki Can Atalay davasında yaşanan yetki krizi, 28 Şubat davasından tutuklu bulunan Çetin Doğan'ın durumu, "hasta tutuklular" gibi başlıklar da olacak. Bu konularda Özel'in Erdoğan'a bir dosya sunması da bekleniyor.

Ayrıca, Özgür Özel, atanamayan öğretmenler, ücretli öğretmen sorununun çözümü, emekli maaşlarının düşüklüğü, Temmuz ayında zam yapılmayacağı açıklanan asgari ücrete ek zammın yeniden gündeme getirilmesi gibi ekonomi başlıkları da konuşulacak konulardan olacak.  Özel'in kamu kurumları olan TRT ve Anadolu Ajansı'na dair rahatsızlıklarını da Erdoğan'a iletmesi bekleniyor.

Bu arada, Erdoğan-Özel görüşmesinin 1 Mayıs Çarşamba gününden önce olması halinde Özgür Özel'in 1 Mayıs'ta Taksim'in işçi sendikalarına ve halka açılarak miting yapılması talebini Erdoğan'a ileteceği öğrenildi.

Erdoğan'ın gündemi anayasa

Edinilen bilgiye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından ise Özel ile yapacağı görüşmede ana gündem yeni anayasa çalışmaları olacak. Erdoğan'ın gelecek dört yıl seçim olmadığını ve yeni anayasayı tüm partilerin desteğiyle yapmak istediklerini Özel'e iletmesi bekleniyor. Bu kapsamda ilk adım ise 30 Nisan Salı günü atılacak. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Özgür Özel'i ziyaret edecek.

Özel'in Erdoğan'a yeni anayasayı değiştirmek istediklerini ancak bunu "Türkiye'nin önemli sorunlarını unutturan ve gündem değiştirmeye yönelik bir hamle olmaması için dayatma olmadan yapılması" gerektiğini söyleyeceği belirtiliyor. Özgür Özel'in ayrıca, mevcut Anayasaya dahi uyulmadığını Erdoğan'a söylemesi bekleniyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Özel'in seçimlerden CHP'nin birinci parti olarak çıktığı yönündeki açıklamalarına, "Türkiye'de iktidar 14-28 Mayıs 2023'te belirlendi. Yetkiyi millet verdi. Yerel sonuçlar üzerinden iktidara bir vesayet kurma girişimi yanlış olur" karşılığı verebileceği ifade ediliyor.

Erdoğan'ın ayrıca ekonomi modeli ile ilgili Özgür Özel'e bilgi vermesi de beklenirken yeni yargı reformu hakkında da konuşması ve Özel'den de görüş alacağı kaydediliyor.

Kamuda kapsamlı bir tasarruf çalışması da bir süredir iktidar tarafından yürütülüyor. Bu konuda da hem makam araçları hem kamu kurumlarının yüksek fiyatlarla bina kiralaması gibi tartışılan konulardaki tasarruf başlıklarında da Erdoğan'ın Özel'e bilgi aktarması bekleniyor.

"Dış politika," "terör operasyonları," "Avrupa ile ilişkiler" başlıklarında da Erdoğan ve Özel'in karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağı ifade ediliyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz ile nasıl erişebilirim?

Almanya'nın yeni gündemi: Çin ve Rusya ajanları

Almanya Federal Savcılığı hareketli günlerden geçiyor. Gündem ise farklı ülkelerin gizli servis elemanı olmakla suçlanan şüphelilerin art arda gözaltına alınması.

Üç erkek ve bir kadın dört şüphelinin Çin adına casusluk yaptığı suçlamasıyla yakalanmasının ardından, Federal Meclis'in İstihbarat Servisleri Parlamento Kontrol Komitesi'ne başkanlık eden Yeşiller Partisi milletvekili Konstantin von Notz, "Bunun güvenliğimize yönelik çok ciddi ve gerçek bir tehdit olduğunu anlamalıyız. Hem cezai işlemler uygulayarak de hem de yapıları ve ağları ortaya çıkararak hızlı ve kararlı bir şekilde hareket etmeliyiz" ifadelerini kullandı. 

Yaşanan son gelişmeler Almanya'nın iç istihbarat örgütü olan Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Thomas Haldenwang için sürpriz olmadı. Haldenwang, DW'ye yaptığı açıklamada "Bu soruşturmaları biz başlattık ve deliller netleştiğinde polise ve savcılığa teslim ettik" diye konuştu. Teşkilatın 2023 raporunda şu ifadeler yer alıyordu: "Çin'in giderek daha fazla güç elde etme yönündeki küresel hırsları takip ediliyor. Devlet aktörlerini etkilemenin yanı sıra Çin'in casusluk faaliyetlerini daha da yoğunlaştırması beklenebilir"

Çin'in acelesi olmadığını söyleyen Haldenwang, "2049'a kadar dünyanın bir numaralı siyasi, askeri ve ekonomik gücü olmak istiyorlar. Hem yasal hem de yasadışı yollarla sürekli bu hedefin peşinden koşuyorlar" dedi.

Klasik hedefler: Üniversiteler ve iş dünyası

Haldenwang, Alman Üniversitelerindeki Çinli akademisyenler ve öğrencilerin "Devlete (Çin) bilgi vermekle yükümlü olduğu" konusunda uyardı.

"Çin'le ilişkilerimizde saf olmamalıyız" diye konuşan Almanya Eğitim Bakanı Bettina Stark-Watzinger de, "İhtiyacımız olan şey, özellikle üniversitelerde ve bilim alanında yaptığımız iş birliklerindeki risklerin ve faydaların daha eleştirel bir şekilde tartışması" ifadelerini kullandı.

Anayasayı Koruma Teşkilatı da ekonomik iş birliğine karşı temkinli davranıyor. Haldenwang, her ortak girişim ve doğrudan yatırımla birlikte Çin'den yöneticilerin ve çalışanların Almanya'ya geldiğini bunun da casusluk faaliyetleri için potansiyel oluşturduğunu belirtti ve iş dünyasına ait sırların da Çin'e ulaşabileceği konusunda uyardı.

Ancak Salı günü Çin ajanı suçlamasıyla göz altına alınan şüpheli, bilim veya iş dünyasından ziyade siyaset alanını öne çıkarıyor. Jian G., Haziran 2024'teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı popülist Almanya için Alternatif Partisi'nin (AfD) lider adayı Maximilian Krah'ın yakın çalışma arkadaşıydı.

Federal Anayasayı Koruma Dairesi tarafından aşırılıkçılık şüphesiyle ülke çapında izlenen aşırı sağcı parti AfD, defalarca Rusya ile yakın bağlara sahip olmakla suçlandı.

Almanya Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Thomas Haldenwang
Thomas Haldenwangnull Martina Skolimowska/dpa/picture alliance

Ancak istihbarat teşkilatının bulgularına göre Rusya'nın amacı Çin'inkinden farklı. Haldenwang, Rusya'nın muazzam güç kullanarak bir sıcak savaş yürüttüğünü ve bu sebeple istihbarat servislerinin Avrupa'da karmaşık operasyonlar yürütme yeteneğinin ve isteğinin olmadığını varsaymanın ihmalkarlık olacağını söyledi.

İç istihbarat şefi, Rus casusluğunun artarak devam edeceğini ve bu amaçla Rusya'nın yeni kişileri görevlendireceğini tahmin ediyor. Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı savaştan kısa bir süre sonra Almanya, Berlin'deki Rus büyükelçiliğine akredite olan yaklaşık 40 ajan olduğu düşünülen şüpheliyi sınır dışı etti.

O zamandan beri Rusya'nın Almanya'da yaşayan Rusları askere alma girişimine dair raporlar bulunuyor. Rus topluluğunun çok dayanıklı olduğunu kanıtladığını söyleyen Haldenwang yine de Almanya'da Rusya Devlet Başkanı Putin'e sempati besleyen, "Rusların çıkarları doğrultusunda hareket etmeye hazır" Rusların yaşıyor olabileceğine dikkat çekti.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, casuslukla suçlanan altı şüphelinin altı gün içerisinde benzeri görülmemiş bir şekilde göz altına alınmasını bir başarı olarak nitelendirdi. Faeser, "Federal Anayasayı Koruma Dairesi başta olmak üzere güvenlik yetkililerimiz, casusluğa karşı önlemleri büyük ölçüde güçlendirdi. Bu şekilde kendimizi hem Rus rejiminin hibrit tehditlerine karşı hem de Çin'den gelen casuslara karşı koruyoruz" dedi.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Steinmeier'in Türkiye ziyareti: Depremzedelere dayanışma mesajı

Türkiye ziyaretine İstanbul'dan başlayan Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier bugün de Gaziantep'te incelemelerde bulundu. Steinmeier, 6 Şubat depremlerinin etkilediği kentler arasında bulunan Gaziantep'te Almanya'nın yardımları ile inşa edilen Gazikent İlkokulu'nu ve Nurdağı ilçesinde de depremzedeler için yapılan barınma yerlerini ziyaret etti.

Steinmeier Gaziantep'te yaptığı konuşmada, depremzedelere "unutulmadıkları" mesajını verdi. "Sizi unutmuyoruz, yardımları sürdüreceğiz, örneğin eğitim tesislerinin yeniden inşasında uzun vadeli destek vereceğiz" diyen Steinmeier, bunun için Alman hükümetinin 300 milyon euro tutarında kredi vermeye hazır olduğunu kaydetti.

Steinmeier, Gaziantep'te ilkokul ziyaret ederek, 23 Nisan etkinliklerine katıldı
Steinmeier, Gaziantep'te ilkokul ziyaret ederek, 23 Nisan etkinliklerine katıldınull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Steinmeier, bu sabah da İstanbul'da sivil toplum kuruluşları temsilcileri ile hak ihlalleri ve temel hak ve özgürlükler konusunu ele almak üzere bir araya geldi.

İstanbul'da İmamoğlu karşıladı

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, üç günlük Türkiye gezisinin ilk gününde ise İstanbul'da, 1960'larda Türkiye'den on binlerce işçinin Almanya'ya yola çıktığı Sirkeci Tren Garı'nı ziyaret etti.

Steinmeier burada yaptığı konuşmada "Gezimize bu tren garını ziyaret ederek başlamamız tesadüf değil. Türkiye gezimizin ilk durağı olarak, Türkiye'den Almanya'ya giden binlerce insanın kaderi açısından yoğun duyguların yaşandığı bu yeri ziyaret etmekten mutluluk duyuyorum" ifadelerini kullandı.

Sirkeci Garı'nı İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile gezen Almanya Cumhurbaşkanı, günümüzde Almanya'da yaşayan yaklaşık 3 milyon Türkiye kökenliye işaret ederek, "Türkiye'den gelen insanlar toplumumuzun bir parçası oldu. Onların hikayeleri bizim hikayemizdir, bu göç kökenli insanların hikayesi değil, göç kökenli bir ülkenin hikayeleridir" dedi.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu (ortada) ve tarihçi İlber Ortaylı ile Sirkeci Garı'nı ziyaret etti
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu (ortada) ve tarihçi İlber Ortaylı ile Sirkeci Garı'nı ziyaret ettinull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Almanya Cumhurbaşkanı'nın Sirkeci Garı'nı ziyareti bir protesto gösterisi ile gölgelendi. İsrail'in Gazze'ye yönelik operasyonlarını ve Almanya'nın izlediği tutumu protesto eden bir grup gösterici "Çocuk katili Almanya" şeklinde sloganlar attı. Daha sonra göstericiler polis tarafından uzaklaştırıldı.

Almanya ile Türkiye arasındaki dostluk önemli

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı dönemde sıklıkla Türkiye'ye gitmiş olsa bu Cumhurbaşkanı olarak ilk Türkiye ziyareti. Üç günlük ziyaretinde Steinmeier'e bakan ve müsteşarlar ile milletvekilleri de eşlik ediyor.

Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi, Federal Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz da Steinmeier'in beraberindeki heyette yer alan siyasetçiler arasında bulunuyor. Özoğuz'un ailesi Türkiye'den misafir işçi olarak Almanya'ya gidenlerden. Bu nedenle Özoğuz için Cumhurbaşkanı Steinmeier'in bu ziyaretinin sembolik bir önemi var. DW Türkçe'ye konuşan Özoğuz, "Bu ziyaretle geçmişe ve elbette bugüne bakıyor, Almanya ile Türkiye arasındaki sorunlar aynı mı diye gözden geçiriyoruz" dedi. İki ülke arasındaki sorunların aynı olmadığını belirten Özoğuz, ilişkilerde önemli adımlar atıldığını ve adımların iki ülke ilişkilerini olumlu bir geleceğe taşıyabileceğini ifade etti. Ancak gerçekçi olan Özoğuz, Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin yeniden bir dostluk ilişkisine dönüşmesi için Almanya Cumhurbaşkanı'nın ziyaretinden daha fazlasının gerektiğinin de farkında. 

Steinmeier'in heyetinde Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz ve Maliye Bakanı Christian Lindner de yer alıyor
Steinmeier'in heyetinde Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz ve Maliye Bakanı Christian Lindner de yer alıyornull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Ankara ile Berlin arasındaki ilişkilerde son yıllarda gerginlikler yaşanıyor. Berlin'in Türkiye'de yaşanan insan hakları ihlalleri ile hukukun üstünlüğü ve demokrasi alanlarındaki eksikliklere yönelik eleştirilerin yanı sıra Ankara'nın Almanya'daki Türkiye kökenliler üzerinde giderek artan tesiri gibi meseleler iki ülke arasındaki ilişkilerde gerginliğe yol açıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın geçmişe kadar sınırları açıp mültecileri Avrupa Birliği'ne (AB) gönderme tehditleri ile İsveç'in NATO üyeliğinin onay sürecini uzatması ve konunun muhatabı olmayan AB'den şartlar talep etmesi gibi çıkışlar da ilişkilerde gerginliğe neden olmuştu.

Son aylarda ise Erdoğan'ın İsrail'i "terör devleti" olarak nitelendirerek, Hamas'ı bir "kurtuluş ve mücahitler grubu" olarak gördüğünü ifade etmesi de tarihi açıdan İsrail'e karşı kendini sorumlu gören ve kayıtsız şartsız onun yanında yer alan Almanya'da büyük tepkiyle karşılandı. Buna geçen hafta sonu Erdoğan'ın Hamas lideri İsmail Haniye'yi İstanbul'da kabul etmesi de eklenince, Steinmeier'in ziyareti hiç de kolay olmayan şartlar altında gerçekleşiyor.

Öte yandan her ne kadar partisi AKP 31 Mart yerel seçimlerinden yenilgiyle çıktıysa da bir erken seçim kararı olmadığı sürece Erdoğan 2028'e kadar görevde. Dolayısıyla Steinmeier, bütün bu şartlar altında diplomatik dengeyi de koruyacak bir ziyaret çabası içinde bulunuyor.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier
Steinmeier'in ziyareti, Almanya'dan Türkiye'ye 10 yıl aradan sonra cumhurbaşkanı düzeyinde yapılan ilk ziyaretnull EPA/ERDEM SAHIN

Almanya Cumhurbaşkanı ziyaretine Türkiye'de "muhalefetin siyasi yıldızı" olarak değerlendirilebilecek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüşerek başladı.

Gaziantep ziyaretinin ardından başkent Ankara'ya gidecek olan Steinmeier, yarın da mevkidaşı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilecek.

Steinmeier'e "açık konuşma" çağrısı

Almanya Cumhurbaşkanı'na eşlik eden delegasyonda yer alan bir diğer isim de ana muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) üyesi Milletvekili Serap Güler. Babası 1963 yılında maden işçisi olarak Almanya'ya giden Güler için bu gezinin ayrıca bir önemi var.

Almanya'nın yeni bir Türkiye stratejisi geliştirmesi gerektiğini savunan Güler, yarın yapılacak Erdoğan-Steinmeier görüşmesinde köklü ilişkilere sahip iki ülke liderinin meseleleri açıkça konuşması gerektiğini ifade etti.

Steinmeier'in Türkiye'nin Hamas ile ilgili tutumundan dolayı Almanya'da duyulan rahatsızlığı dile getirmesi gerektiğine işaret eden Güler, "Türkiye'nin Hamas'a yönelik tutumuyla ilgili eleştirdiğimiz bayağı noktalar var. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier'in bunu Türkiye Cumhurbaşkanı'na açık açık iletmesinin, dile getirmesinin çok doğru olacağını düşünüyorum" dedi. 

Alman Maliye Bakanı, Şimşek ile görüşecek

İki liderin görüşmesine paralel olarak bakan ve müsteşarlar düzeyinde de görüşmeler yapılacak.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier ile Türkiye'de bulunan Federal Maliye Bakanı Christian Lindner'in yarın Ankara'da Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile bir araya gelmesi bekleniyor. Lindner, DW Türkçe'ye yaptığı açıklamada, Türk hükümetinin ekonominin istikrara kavuşturulması için gösterdiği çabaları desteklediklerini belirterek, "Bu, enflasyonla mücadele ve ekonomik büyümeyi güçlendirecek bir faiz seviyesine geri dönülmesi anlamına geliyor. Ancak sağlam bir maliye, her tür refahın ön koşuludur. Burada gördüğümüz gelişmeler, güvenilirliği artırma yönünde çabalar bulunduğunu gösteriyor" diye konuştu. Lindner, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün ekonomide sorunların aşılmasında taşıdığı öneme vurgu yaptı.

Keleş: Benim için bir onur

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, dün akşam Tarabya'daki Almanya Büyükelçiliği'nin yazlık rezidansında bir davet verdi. Siyasetten, sanat ve edebiyata, ekonomiden başarılı iş insanlarına çok sayıda davetlinin katıldığı etkinlikte konuklara Almanya'dan götürülen 60 kilogramlık döner ikram edildi.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, İstanbul'da verdiği resepsiyonda konuklara döner ikram etti
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, İstanbul'da verdiği resepsiyonda konuklara döner ikram ettinull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Sosyal medyada oldukça tartışmaya neden olan döneri hazırlayan ve ikram eden, Berlin'de üçüncü kuşak dönercilik yapan gastronom Arif Keleş ise Almanya Cumhurbaşkanı'nın delegasyonunda yer almaktan çok mutlu. DW Türkçe'ye konuşan Keleş, "Cumhurbaşkanlığı'ndan beni aradıklarında ve beni davet etmek istediklerini söylediklerinde çok mutlu oldum. Burada olmak benim için onurdur" diyor. Keleş, Berlin'de hazırladığı ve dondurulmuş 60 kilogramlık döner ve sosları ile İstanbul'a uçmuş.

Döner yemeyi çok sevdiğini belirten Almanya Cumhurbaşkanı için gastronom Keleş'in yaşam öyküsü Almanya'ya Türkiye'den iş gücü göçünü sembolize eden tam bir başarı hikayesi. Almanya'da kültür, sanat veya ekonomi gibi gastronomi de artık Türkiye kökenliler olmadan düşünülemeyecek bir alan.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Steinmeier'in Türkiye gezisi Alman basınında nasıl yorumlandı?

Süddeutsche Zeitung gazetesi Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in Türkiye ziyaretiyle ilgili beklentileri şöyle ele alıyor:

"Steinmeier'in Erdoğan ile görüşmesinde nasıl davranacağı merakla bekleniyor. Federal Meclis'in bazı üyeleri Cumhurbaşkanı'nı açık konuşmaya çağırdı. Ancak Steinmeier'in en güçlü yönü bu değil. Uzun süre görevde olan dışişleri bakanı, Bellevue Sarayı'na çıktığında da temkinli bir diplomat olarak kaldı. Kasım ayında Erdoğan’ı Berlin'de misafir etti. Ziyaret sonrası Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada 'Türkiye tarafının Ortadoğu sorunu ile ilgili son açıklamalarına istinaden' Steinmeier'in 'Almanya’nın pozisyonunu kesin bir şekilde ortaya koyduğu' belirtildi. Steinmeier için bu açık konuşmak sayılır. Ancak bu temkinli halinin nedenleri var…Türkiye mülteci sayısının sınırlandırılması konusunda zaten önemli bir ortaktı. Rusya'nın Ukrayna'daki saldırı savaşı ve Ortadoğu'da gerilimin tırmanması Türkiye'nin önemini daha da güçlendirdi. Ukrayna'yı desteklemek için Ankara'ya ihtiyaç var. Ve Erdoğan'ın Ortadoğu'daki savaşı körüklememesini hatta arabulucu olarak yardımcı olması umuluyor."

Lausitzer Rundschau gazetesi Steinmeier'in gezisindeki sembollerinin birçok mesaj içerdiğinin altını çiziyor.

"Türkiye gibi zor bir ortakla ilişkiler söz konusu olduğunda, bir Federal Cumhurbaşkanının kelime dağarcığı dahi sınırlarına çarpıyor. Aslında eleştirilerin açıkça ifade edilmesi gerekiyor ancak kusursuz, demokratik yönetim sergilemeyen Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu tür seslere anlayışsız, alıngan ve saldırgan bir tepki veriyor. Frank-Walter Steinmeier bu nedenle Türkiye gezisini, zamanlama, dramaturji, ziyaret noktaları, seçilen muhataplar bakımından her türlü sembolle süsledi. Bu sembollerin daha Erdoğan’la buluşması sırasında ilk cümleler kurulmadan önce çeşitli mesajlar taşımaları bekleniyor. Bu mesajlar da şöyle: İnsanların hayat gerçekliği önemlidir, muhalefetin teminat altına alınmış hakları vardır, eleştiri yükseltenler seslerinin duyulmasını isterler ve hukuk devleti korunmalıdır."

Volksstimme gazetesi de iki ülke arasındaki özel ilişkilere dikkat çekerken Türkiye'ye ihtiyaç duyulduğuna da vurgu yapıyor.

"Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Alman siyasetinde yıllardır bir dokunulmazlık statüsüne sahipti. Şimdi Steinmeier, Almanya ile Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 100’üncü yılını kutlamak için ona gidiyor. (...) İki taraf (Almanya ile Türkiye) özel ilişkilerle birbirine bağlı. Türkiye kökenli 3 milyondan fazla insan Almanya’da yaşıyor. Yakınlaşmanın sebebi ise Türkiye’ye ihtiyaç duyulması. Ülke, Merkel’in hemen hemen 10 yıl önce yaptığı anlaşmadan beri Avrupa'ya yasadışı kaçış yolları açısından bir kale. Bunun da tüm iniş ve çıkışlarına karşın böyle olmaya devam etmesi ve Tunus ya da Mısır gibi ülkelere örnek teşkil etmesi gerekiyor. Avrupa Birliğinin ilan ettiği gümrük birliğinin modernizasyonu Türkiye’nin dinçleşmesine yardımcı olacaktır. Avrupa Birliği’ne katılımda yeni müzakereler ise -haklı olarak- gündeme bile gelmiyor."

DW / SSB, EC

 

Türkiye ile Irak arasında 26 belge imzalandı

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın uzun bir aradan sonra Irak’a gerçekleştirdiği resmi ziyarette Türkiye ile Irak arasında yeni bir dönemin açılmasını hedefleyen toplam 26 belgeye imza atılırken, Erdoğan ile Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani "güvenlik iş birliği" konusunda mesajlar verdi.

Erdoğan’ın Bağdat ve ardından Erbil olarak devam eden iki ayaklı ziyareti kendisinin 13 yıl aradan sonra bu ülkeye yaptığı ilk ziyaret niteliğinde. Türkiye’den cumhurbaşkanı düzeyindeki son ziyaret ise 2009 yılında Abdullah Gül tarafından yapılmıştı. Türkiye ile Irak arasında yeni bir dönemin açılması için uzun bir zamandır altyapısı hazırlanan Irak ziyaretinde Erdoğan’a kalabalık bir bakan heyeti eşlik etti.

Bu kapsamda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Ticaret Bakanı Ömer Bolat, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır da heyetler arası görüşmelerde Iraklı mevkidaşları ile bir araya geldi.

Hangi anlaşmalar imzalandı?

Ziyaretin ilk ayağı olan Bağdat’ta Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ve Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ile görüştü.

Ziyaret kapsamında hazırlıkları daha önceden yapılarak Irak tarafı ile uzlaşıya varılan ve iki ülke ilişkilerini stratejik bir çerçeveye oturtmayı hedefleyen çeşitli alanlarda toplam 26 belge imzalandı.

Bu belgelerden en önemlilerinden birisi ilişkileri yapısal çerçeveye oturtmayı amaçlayan "Stratejik Çerçeveye İlişkin Mutabakat Zaptı" oldu.

Buna ek olarak iki ülke İçişleri Bakanlıkları arasında "Güvenlik İş Birliği Mutabakat Zaptı" da imzalandı.

Türkiye Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile Irak Ulaştırma Bakanlığı arasında uzun zamandır konuşulan "Kalkınma Yolu" projesiyle ilgili mutabakat zaptı da imzalanırken, aynı zamanda Irak tarafı için çok hayati bir konu olan Dicle ve Fırat nehirleri ile ilgili olarak "Su Alanında İş Birliği Çerçeve Anlaşması" imzalandı.

Kalkınma Yolu projesi için aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Irak Başbakanı Sudani himayesinde Irak, Türkiye, Katar ve BAE arasında Kalkınma Yolu Projesi'nde iş birliğine ilişkin dörtlü mutabakat zaptına da imza atıldı.

Irak'ı Avrupa'ya ve dış dünyaya açacak olan Kalkınma Yolu projesinin finansmanı için Körfez ülkeleri ile bir süredir temaslar sürdürülüyordu.

İki ülke savunma ve askeri alanında da bazı belgeler üstünde uzlaştı. Bu kapsamda "Türkiye Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) ile Irak Savunma Sanayii Komisyonu (DIC) Arasında Savunma Sanayii Alanında Stratejik İş Birliği Mutabakat Zaptı, Türkiye Millî Savunma Bakanlığı ile Irak Savunma Bakanlığı Arasında Askeri Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırası, Türkiye Millî Savunma Bakanlığı ile Irak Savunma Bakanlığı Arasında Askeri Sağlık Alanında Eğitim ve İş Birliği Protokolü" imzalandı.

Ziyaret çerçevesinde iki ülke arasında ayrıca şu belgelere imza atıldı:

"Türkiye Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanlığı ile Irak Dışişleri Bakanlığı Dış Hizmetler Enstitüsü Arasında İş Birliği Mutabakat Zaptı, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) ile Irak Ticaret Odaları Birliği Arasında Mutabakat Zaptı, Türkiye Devlet Arşivleri Başkanlığı ile Irak Kültür, Turizm ve Eski Eserler Bakanlığı Milli Kütüphanesi ve Arşivi Arasında Mutabakat Zaptı, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ile Irak Sünni Vakfı Divanı Arasında İslami İşler Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptı, Türkiye ile Irak hükümetleri Arasında Medya ve İletişim Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı."

Bunlara ek olarak çalışma hayatı, sağlık ve tıp, eğitim, aile, kültür ve turizm, yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması, enerji, spor, adalet, tarım, bilim ve teknoloji, ürün güvenliği gibi farklı alanlarda belgelere imza atılırken, iki ülke ticaret bakanlıkları arasında ortak komite kurulması da kararlaştırıldı.

Irak Başbakanı Sudani ve Cumhurbaşkanı Erdoğan havaalanında el sıkışıyor
Irak Başbakanı Sudani ve Cumhurbaşkanı Erdoğannull Turkish Presidency/Murat Cetinmuhurdar/Handout/Anadolu/picture alliance

Erdoğan’dan yeni dönem ve PKK mesajları

Görüşmelerin ardından Erdoğan ile Sudani ortak basın toplantısı düzenlerken, anlaşmaların imza töreni de gerçekleştirildi.

Erdoğan ortak basın toplantısında ziyaretinin ve imzalanan anlaşmaların Türkiye-Irak ilişkilerinde "yeni bir dönüm noktası" olacağına inandığını belirterek, imza atılan stratejik çerçeve anlaşmasının iki ülke için sağlam bir yol haritası olacağını kaydetti.

Söz konusu anlaşmayı "Güvenlik, terörle mücadele, ekonomi, ticaret, enerji, ulaştırma, çevre, sınır aşan sular, sağlık, eğitim gibi pek çok alanda teknik müzakerelerin sürdürülmesini ve takibini sağlayacak ortak daimî komiteler kurulmasına karar verdik" sözleriyle anlatan Erdoğan, imzalanan diğer belgelerin de hayata geçirilmesi için koordinasyon içinde olacaklarını kaydetti.

Erdoğan’ın basın toplantısında vurgu yaptığı bir diğer konu PKK ile mücadele oldu.

Görüşmelerin en önemli gündem maddelerinden birisini "güvenlik ve terörle mücadelenin" oluşturduğunu söyleyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Irak topraklarından Türkiye'yi hedef alan terör örgütü PKK'ya ve uzantılarına karşı alabileceğimiz müşterek adımları istişare ettik. PKK'nın Irak'ta yasaklı örgüt ilan edilmesini memnuniyetle karşıladık. Resmen terör örgütü ilan edilerek Irak topraklarındaki varlığının en kısa zamanda sonlanacağına olan güçlü inancımı bu vesileyle mevkidaşlarımla paylaştım. Bu komşuluk ve kardeşlik hukukumuzun da gereğidir. Irak hükümetinin bu doğrultuda atacağı her adımda ihtiyaç duyacağı tüm desteği sağlamaya hazırız."

Irak için çok önemli olan "su" konusuna da değinen Erdoğan, bu alanda Irak'ın yaşadığı sıkıntıların farkında olduklarını ifade ederek, "Şu bir gerçek ki iklim krizi ve kuraklık Irak olduğu kadar Türkiye'yi ve dahi bütün dünyayı olumsuz etkiliyor. Ayrıca su miktarı kadar israfın önüne geçilerek suyun verimli kullanılması da önemlidir" diye konuştu.

Erdoğan, kurdukları ortak daimî komitenin su alanındaki iş birliğini ele alacağını da kaydetti.

Basın toplantısının ardından Türkmenlerle de bir araya geleceğini söyleyen Erdoğan, ardından Erbil’e gideceğini hatırlattı. Erdoğan Irak’ta siyaset yelpazesindeki hassas dengeye de atıfta bulunarak, şöyle konuştu:

"Irak'a yönelik siyasetimizde farklı etnik, mezhebi veya dini kesimler arasında ayrım gözetmediğimizin bilinmesini isterim. Hangi etnik kökene ve mezhebe mensup olursa olsun Irak halkı bizim kardeşimizdir, dostumuzdur. Tüm Iraklı bir bütün olarak görüyor ve Irak'ın demografik zenginliğine büyük değer veriyoruz."

Irak Başbakanı Sudani’den güvenlik iş birliğine atıf

Basın toplantısında Irak Başbakanı Sudani de imzalanan belgelere ilişkin bilgi vererek güvenlik iş birliği konusunda konuştu.

Rudaw’a göre Sudani "Türkiye ve Irak'ın istikrarını sağlayacak güvenlik işbirliğinde mutabık kaldık" derken, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Irak topraklarından başka bir ülkeye saldırı düzenlenmesine izin veremeyiz. Irak ve Türkiye'nin güvenliği bölünmez bir bütündür."

Ziyaret ve Irak tarafının açıklamaları Türkiye’nin yakında PKK ile mücadele için yapmayı planladığı operasyon öncesi önem taşıyordu. Erdoğan 4 Mart'taki kabine toplantısından sonra "İnşallah bu yaz, Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturacağız. Irak-Suriye sınırları boyunca 30-40 kilometre derinliğinde güvenlik koridoru oluşturacağız" demişti.

Sudani, stratejik iş birliği için yol haritası olması için pek çok belgeye imza attıklarını da söyleyerek, su konusunda Dicle ve Fırat ile ilgili ortak bazı projeler ve alt yapının geliştirilmesine ilişkin çalışmaların gündemde olacağı bilgisini verdi.

Bağdat’ın ardından Erbil ikinci durak

Erdoğan’ın Bağdat’ın ardından ziyaretinin ikinci durağı Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) başkenti Erbil olacak.

IKBY Başkanı Neçirvan Barzani Erdoğan temaslarını Bağdat’ta sürdürdüğü sırada sosyal medya hesabından Türkçe bir paylaşım yaparak "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Bağdat ve Erbil'e yaptığı tarihi ziyaret bölgede hassas bir döneme denk geliyor" ifadelerini kullandı.

Barzani, Irak ve Kürdistan Bölgesi ile Türkiye arasındaki güçlü siyasi, ekonomik ve güvenlik bağlarının önemli olduğunu belirterek, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Erbil'de ağırlamaktan mutluluk duyuyorum. Barış, istikrar, ekonomik kalkınma gibi önemli konuları ele alacağız" dedi.

Erbil’deki gündem başlıklarının PKK ile mücadelenin yanı sıra enerji olması da bekleniyor. Yarı özerk durumdaki Kürt bölgesinden Türkiye'ye uzanan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı uluslararası tahkim mahkemesinin Ankara'nın Irak merkezi hükümetini baypas eden petrol ihracatı için Irak'a 1,5 milyar dolar ödemesine hükmetmesinin ardından Mart 2023'ten bu yana kapalı durumda.

Petrol ve gaz gelirlerinin paylaşımı konusu Bağdat ile Erbil arasındaki tartışmalı konulardan birisi.

Dünyada askerî harcamalarda Türkiye 22'nci sıraya yükseldi

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), 2023 yılına dair küresel askerî harcamalarla ilgili raporunu açıkladı. Dünya çapında askerî harcamaların toplamı bir önceki yıla göre yüzde 6,8 artarak 2 trilyon 443 milyar dolara ulaştı. Böylece 2009'dan bu yana harcamalarda en keskin artış yaşanmış oldu.

Askerî harcamalarda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 916 milyar dolarla başı çekerken tahminî verilere göre 296 milyar dolarla Çin ikinci ve 109 milyar dolarla Rusya üçüncü sırada yer aldı. Bu ülkeleri 83,6 milyar dolarla Hindistan ve 75,8 milyar dolarla Suudi Arabistan izledi.

Türkiye'nin harcamaları yüzde 37 arttı

Türkiye ise 15,8 milyar dolarlık harcamayla, 2022'ye göre bir sıra yükselerek dünya genelinde 22'nci sırada yer aldı. Türkiye'nin askerî harcamaları 2023'te 2022'ye göre yüzde 37, 2014-2023 arası dönemde de yüzde 59 artış gösterdi.

SIPRI raporuna göre Türkiye, 2023'te Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'sının (GSYİH) yüzde 1,5'ini askeri harcamalara ayırdı, Türkiye'nin harcamalarının küresel harcamalardaki payı ise yüzde 0,6 oldu.

Denizin içinde Çin Deniz Kuvvetleri'ne ait bir denialtının kule kısmında iki Çin bayrağı
Çin, geçen yıl da ABD'nin ardından dünyada en çok askeri harcama yapan ülke oldunull Guang Niu/Pool/AP/picture alliance

Dünya toplamında NATO'nun payı yüzde 55

NATO'ya üye 31 ülkenin 2023'teki askerî harcamaları ise 2022'ye göre yüzde 5,2 artarak 1 trilyon 341 milyar doları buldu. NATO ülkelerinin dünyadaki toplam harcamalarda payı yüzde 55 oldu. Rapor hazırlanırken İsveç'in üyeliği henüz gerçekleşmediğinden 32'nci üye İsveç'in verileri NATO kapsamında rapora yansıtılmadı.

NATO'daki toplam askerî harcamalarda ABD'nin payı yüzde 68 olurken AB'ye üye 27 ülkenin payı yüzde 28 ile son on yılın en yüksek oranına ulaştı.

NATO'ya üye ülkelerin GSYİH'larının yüzde 2'sini askeri harcamalara ayırması hedefine ise 31 üyeden 11'i ulaştı. NATO üyelerinin harcamalarının GSYİH'ya oranı ortalama yüzde 1,9 oldu. Sadece üç üye ülke; ABD, Türkiye ve Hırvatistan son on yılda bu oranı artırmadı. Türkiye'nin askeri harcamalarının GSYİH'sına oranı 2014'te yüzde 1,9 iken bu oran yüzde 0,4'lük düşüşle 2023'te yüzde 1,5  oldu.

Ukrayna'ya bir yılda 35 milyar dolarlık askerî yardım

Batılı ülkelerin harcamalarında Ukrayna'ya yapılan askerî yardımlar da rol oynadı. SIPRI'nin tahminlerine göre Ukrayna'ya 2023'te  toplam 35 milyar dolarlık askerî yardım yapıldı, bu yardımın 25,4 milyar dolarlık kısmı ABD'den geldi.

Ortadoğu'da da askerî harcamalar son on yılın rekorunu kırdı. 2023'te askerî harcamalar yüzde 9'luk artışla 200 milyar doları buldu. Bu artışta bölgedeki en büyük üç müşteri; Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye'nin harcamaları etkili oldu. İsrail'in askerî harcamaları yüzde 24 artarak 27,5 milyar dolara ulaştı.

 

DW / BK,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Türkiye ile Irak arasında yeni bir düzen mi kuruluyor?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın uzun bir aranın ardındanIrak'a bugün yapacağı ziyaret ile Türkiye ile Irak arasında PKK ile ortak mücadeleyi de kapsayabilecek ve enerji ile ticari ilişkilerin güçlendirilmesi gibi birçok farklı alanı içeren yeni ve güçlendirilmiş bir iş birliği modelinin kurulması hedefleniyor.

Erdoğan, Irak'ın başkenti Bağdat'ı ziyaret etmesinin ardından Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin başkenti Erbil'e de gidecek.

Alt yapısı iki ülke yetkilileri arasında yoğun bir trafikle uzun bir süredir hazırlanan ziyaret sırasında iki ülke ilişkilerinin çeşitli alanlarda yapısal çerçevesinin kurulması için bir dizi anlaşmaya imza atılması bekleniyor.

İki ülke arasında yeni bir dönemin kapısının açması beklenen ziyaretin ana gündem başlıkları daha önce ortak komiteler kurularak çalışmalarına başlanan "terörle mücadele, ticaret, tarım, enerji, su, sağlık ve ulaştırma" olarak sıralanıyor.

İki ülke arasında hangi anlaşmalar yapılacak?

Ziyaret öncesinde iki ülkenin düşünce kuruluşlarını bir araya getiren toplantı için Bağdat'ta bulunan ORSAM (Ortadoğu Araştırmaları Merkezi) Irak Çalışmaları Koordinatörü Bilgay Duman, Irak'ın başkentindeki atmosferi şöyle anlatıyor:

"Ziyaret genel olarak yeni bir döneme giriş olarak adlandırılıyor ve ilişkilerin her alanda işbirliğiyle somutlaşacağı bir sürecin beklentisi içerisindeler. Yeni bir düzen ortaya çıkacak gibi gözüküyor."

Duman, iki ülke arasında daha önce yapılan açıklamalar doğrultusunda iki askeri işbirliği dahil teröre karşı ortak mücadele, ekonomi, su, sağlık, lojistik ve ulaştırma gibi alanlarda mutabakat muhtıralarının imzalanmasının beklendiğini belirtiyor.

Irak Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşit, Irak askerlerinin önünde
Erdoğan'ın Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşit'le görüşmesi bekleniyor null Ameer Al-Mohammedawi/dpa/picture alliance

Erdoğan da son kabine toplantısının ardından gazetecilerle sohbetinde ziyaretine ilişkin "Türkiye ve Irak olarak münasebetlerimizi farklı bir zemine oturtacağız" demişti.

Ziyaretin ana gündemi güvenlik ve PKK ile mücadele

Ziyaret sırasında masadaki en önemli başlıklardan biri son dönemde hızlanan görüşme trafiği kapsamında PKK ile mücadele ve genel olarak güvenlik konuları olacak.

Türkiye ve Irak makamlarının 14 Mart'ta Bağdat'ta gerçekleştirdikleri 2. Güvenlik Zirvesi sonrasında ortak bildiri yayınlanmış ve bu toplantıdan PKK'nın Irak topraklarındaki varlığının sona erdirilmesini hedefleyen önemli sonuçlar çıkmıştı. Irak yönetimi, Türkiye'nin terör örgütü olarak gördüğü PKK'yı "yasaklı bir örgüt" olarak tanımlarken Türkiye ile ortak önlemler konusunda da uzlaşıya açık olduğunu beyan etmişti.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, AKP'nin TBMM'deki grup Toplantısı öncesi gazetecilerin soruları üzerine ziyarete dair "Planlamalarımızı yaptık, çalışmalar devam ediyor. Uzun yıllar sonra ilk defa böyle bir stratejik anlaşmayı imzalayacağız Iraklı dostlarımızla. PKK ile ilgili 'PKK terör örgütü' demese de ona yakın bir ifadeyi ilk defa kabul ettiler" diye konuşmuştu.

Irak, Avrupa Birliği gibi pek çok kuruluş ve ülke tarafından "terör örgütü" olarak tanınan PKK'yı böyle sınıflandırmıyor.

Bilgay Duman, Irak yönetiminin PKK'yı "yasaklı örgüt" olarak tanımasının uzun zaman aldığını ve bu tanımın bile çok önemli olduğunu söyleyerek böylelikle yasaklı bir örgüt olarak gördüğü PKK ile mücadelede bazı sorumluluklarının ortaya çıktığını söylüyor. Duman'a göre bu yeni süreçte sadece PKK'ya karşı değil aynı zamanda PKK ile ilintili sivil toplum kuruluşları ya da siyasi örgütlere karşı da bazı adımların atılabileceğini belirtiyor.

Türkiye'nin Irak ile güvenlik alanında son dönemdeki yoğun diplomasi trafiğinin ilk adımları aslında yaz aylarında atılmıştı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, göreve gelmesinin ardından Ağustos ayında ilk kez gittiği Irak'ta gerek Bağdat yönetimi gerekse Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği yetkilileri ile görüştü.

19 Aralık'ta ise Irak'ın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin Ankara'ya geldi ve iki ülke arasındaki güvenlik zirvesinin ilki düzenlendi.

Bu görüşmeden sonra yayımlanan ortak bildiride iki ülke heyetlerinin terörle mücadele, güvenlik ve su alanları başta olmak üzere ikili ve bölgesel konularda kapsamlı istişarelerde bulundukları belirtildi. 

Bu önemli zirvenin ardından ise PKK'dan 22-23 Aralık ve 12 Ocak tarihlerinde ardı ardına saldırılar geldi. Bu saldırılarda 22 asker hayatını kaybetti.

Görüşme trafiği daha sonra Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın Irak'a ziyaretleri ile devam ederken Erdoğan 4 Mart'taki kabine toplantısından sonra "İnşallah bu yaz, Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturacağız. Irak-Suriye sınırları boyunca 30-40 kilometre derinliğinde güvenlik koridoru oluşturacağız" dedi.

Bu çerçevede Türkiye'nin yaz aylarında Irak'ta PKK ile mücadele amaçlı sürdürdüğü Pençe Kilit operasyonlarına farklı boyutlar eklemesi beklentisi halen yüksek. Bu olası yeni operasyonun Bağdat yönetimiyle koordine şekilde yapılması, bunun için bir "ortak harekât merkezi" kurulması da gündemde.

Bu arada ziyaret kapsamında PKK'ya desteği nedeniyle Türkiye'nin tepkili olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği'ne (KYB) yönelik bir mesaj verilip verilmeyeceği de önemli olacak.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Irak'ın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Irak'ın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyinnull Thaier Al-Sudani/REUTERS

Erbil ziyaretinin önemi ne? 

Erdoğan'ın Bağdat ziyaretinin ardından Irak'taki diğer durağının Erbil olması bekleniyor.

Erbil'deki temaslar gerek enerji iş birliği gerekse yaklaşan parlamento seçimlerindeki dengeler açısından önemli görülüyor.

Ankara'nın yakın ilişkiler içinde olduğu Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) 10 Haziran'da yapılması beklenen seçimlere katılmayacağını açıklamış ve bu bölgedeki tansiyonu artırmıştı.

Duman, Bağdat merkezi hükümetiyle KDP'nin hala belli noktalarda anlaşamadıklarını hatırlatarak, Erdoğan'ın ziyaretine Erbil'e eklemesi hakkında şunları söylüyor:

"Türkiye'nin Bağdat'la ilişkileri konusunda zaman zaman şüpheler ortaya çıkmıştı. Acaba Türkiye Erbil'i göz ardı mı ediyor ya da Erbil'in yerine Bağdat'ı mı tercih ediyor gibi… Ziyaret gösteriyor ki Türkiye açısından Erbil ve Bağdat ile ilişkiler birbirine alternatif değil birbirinin tamamlayıcısı."

Kalkınma Yolu Projesi 

Türkiye ile Irak arasında hedeflenen yeni dönemin tek boyutunu güvenlik oluşturmuyor.

İki ülkenin son dönemde güvenlik alanındaki yakınlaşmasını besleyen iş birliği alanları olarak Kalkınma Yolu ve enerji başlıkları öne çıkıyor.

Irak açısından olduğu kadar Türkiye için de önemli görülen Kalkınma Yolu ile Doğu Asya ve Basra Körfezi ülkelerinden Irak'ın güneyinde inşa edilen Fav Limanı'na gelecek yüklerin önce Türkiye'ye, buradan da Avrupa'ya ulaştırılması planlanıyor.

Irak'ı Avrupa'ya ve dış dünyaya açacak olan projenin finansmanı için Katar ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkelerinin katkısı beklenirken, bu projenin hayata geçmesine İran'ın bakışı ve tepkisi de önemli noktalardan biri.

Duman, Kalkınma Yolu'nun iki ülkeyle ilgili olduğu kadar aynı zamanda bölgesel istikrar ve iş birliğini ön plana çıkartacak bir proje olduğunu belirterek, Ankara'nın bu projeye İran'ın da katılmasına soğuk bakmadığını belirtiyor.

Basra Körfezi'ni Türkiye üzerinden Avrupa'ya ve Orta Asya'ya bağlaması hedeflenen proje için Irak tarafında yaklaşık 1.200 kilometrelik demiryolu ve otoyol yapımı, Türkiye tarafında ise mevcut ulusal demiryolu ve karayolu ağına yaklaşık 130 kilometrelik demiryolu ve 300 kilometrelik otoyol inşası gerekiyor.

Gül'ün 2009 ziyaretinden sonra ilk

Erdoğan'ın ziyareti 15 yıl aradan sonra cumhurbaşkanı düzeyindeki ilk ziyaret olacak.

Geçmiş dönemde 2008, 2009 ve 2011 yıllarında Irak'ı başbakan olarak ziyaret eden Erdoğan, 13 yıl sonra yapacağı ziyaretle Irak'a ilk kez cumhurbaşkanı olarak gitmiş olacak. 

 

Türkiye'den cumhurbaşkanı düzeyinde Irak'a son resmi ziyaret ise Abdullah Gül tarafından Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin daveti üzerine 23-24 Mart 2009 tarihlerinde düzenlenmişti. Gül'ün 2009 yılındaki ziyareti Irak'a Türkiye'den cumhurbaşkanı düzeyinde 33 yıl aradan sonra yapılan ilk ziyaret olması açısından önem taşımıştı.

Irak'a Gül'den önce Türkiye'den yapılan son cumhurbaşkanı ziyareti ise 26 Nisan 1976'da Fahri Korutürk döneminde olmuştu. 

Eski Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal'ın son Irak ziyareti ise başbakanlığı döneminde 1988'de yapılmıştı.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Almanya: Konut krizi alarm veriyor

Amir Schraff*, 16 yılı aşkın süredir Almanya'da yaşıyor. Afganistanlı bekâr bir baba. Schraff'ın ev sahibi 24 Aralık 2022'de Bonn kenti yakınlarında bulunan kiralık dairesinden çıkmasını istedi. O günden beri Almanya'daki yüz binlerce insanla aynı kaderi paylaşıyor: Uygun fiyatlı bir daire için aylar süren umutsuz bir arayış.

Onlarca cevapsız mektup, birbiriyle yarışan yüzlerce başvuru sahibi ve evleri sadece görmek için bile beklenen ve sonu gelmeyen kuyrukla... Tabii evi görmeye davet edilmek için de şanslı olmak gerekiyor. Çoğu zaman da karşılaşılan standart bir cevap var: "Üzgünüz, başka birini seçtik!"

Evden çıkarılma kararına karşı yasal yollara başvurduğunu DW'ye anlatan Schraff, "Almanya'daki konut sorunu giderek dramatik bir hal alıyor" diyor.

800 binin üzerinde konut açığı

Rakamlar da Alman emlak piyasasındaki durumun ne kadar kötü olduğunu kanıtlar nitelikte. Ülkede 800 binin üzerinde konut açığı var ve bu açık giderek artıyor. Federal İstatistik Ofisi'ne göre, çoğu bekar ebeveyn ve çocuklarından oluşan 9,5 milyondan fazla kişi evlerinde sıkışık durumda yaşıyor. Alman hükümetinin 100 bini sosyal konut olmak üzere her yıl 400 bin yeni konut inşa etme yönündeki iddialı hedefi ise yüksek faiz oranları ve inşaat maliyetleri nedeniyle zor görünüyor.

Münih kentindeki Ekonomi Araştırma Enstitüsü (ifo), 2023 yılında yaklaşık 245 bin konut inşa edildiğini ancak bu yıl sayının yalnızca 210 bin olacağını açıkladı.

Almanya'da konut arzı az ama talep çok büyük olduğu için kiralar da hızla yükseliyor. Amir Schraff gibi giderek daha fazla kişi çaresizlik içinde kiracıların çıkarları için kampanya yürüten Alman Kiracılar Birliği gibi kuruluşlara başvuruyor. Alman Kiracılar Derneği Bonn/Rhein-Sieg/Ahr Genel Müdürü Peter Kox, DW'nin konuya ilişkin sorularını yanıtladı.

Alman Kiracılar Derneği Bonn/Rhein-Sieg/Ahr Genel Müdürü Peter Kox
Alman Kiracılar Derneği Bonn/Rhein-Sieg/Ahr Genel Müdürü Peter Koxnull privat

Kox, "Düsseldorf, Köln ve Bonn gibi büyük belediyelerde, insanların neredeyse yüzde 50'si artık gelirlerine bağlı olarak bir konut hak sertifikası, yani kira kontrollü bir daire hakkına sahip. Bugünlerde danışmanlık servisimizi ziyaret edenler sadece 'olağan' vatandaşlık yardımı alanlar değil, aynı zamanda toplumun orta kesimi" diyor.

Kiracı derneklerine üyelik rekor düzeyde

Almanya Başbakanı Olaf Scholz da konut sıkıntısının ülkenin en önemli sosyal sorunu olduğu görüşünde. Ülkede artık sadece çocuklu bekar ebeveynler, işsizler, öğrenciler ve mülteciler değil, aynı zamanda giderek artan bir şekilde orta sınıf da uygun fiyatlı konut için mücadele ediyor.

İnşaat halinde bir bina, önünde iskele görülüyor
Almanya'da konut arzının düşük olması, kiraların yükselmesine neden oluyornull Frank Hoermann/SVEN SIMON/picture alliance

Birliğin rekor bir sayıya, yaklaşık 25 bin üyeye ulaştığını ve birliği her gün daha fazla kişinin katıldığını anlatan Kox, "İnsanlar zaten çaresiz durumda. Son yıllarda gördük ki bize gelenler sadece akut yeni sorunları olanlar değil. Örneğin nasıl ödeyeceklerini bile bilmedikleri enerji faturasıyla gelenler de var" diye sözlerini sürdürüyor.

Ev bulamayanlar ise ya dışarıda kamp kuruyor ya arkadaştan arkadaşa taşınıyor veya geceyi belediyeye ait konaklama yerlerinde geçiriyor. Bonn'daki Alman Kiracılar Derneği yetkilisi Kox, kendi bölgesinde şu anda 3 bin 500 kişi olduğunu tahmin ediyor. Bu sayı birkaç yıl önceki sayılardan on kat daha fazla.

Kox acil bir çağrıda bulunyor:

"Önümüzdeki 20 yıl içinde Bonn'a yaklaşık 30 bin kişi taşınacak ve onlar için 15 bin konuta ihtiyacımız var. Sağlıklı bir konut piyasasında tüm dairelerin yüzde 12 ila 14'ünün devlet tarafından sübvanse edildiği ve kira kontrollü olduğu varsayılırsa, bunların 10 bini devlet tarafından sübvanse edilen daireler olmalı."

Almanya: Kiracılar ülkesi

Almanya bir kiracılar ülkesi ve Avrupa'da bu konuda açık ara bir numara. Nüfusun yarısından fazlası kendi evinde yaşamıyor ve Avrupa Birliği'nde ev sahibinden çok kiracısı olan tek ülke. Ancak Almanya şimdi geçmişte yaptığı siyasi hataların bedelini ödüyor: Federal hükümet binlerce daireyi özel yatırımcılara satarken eyaletler sosyal konut yapımından büyük ölçüde çekilmişti.

DW'nin sorularını yanıtlayan konut politikası uzmanı Matthias Bernt, "Eskiden dört milyon sosyal konutumuz ve 15 milyon kiracı hanemiz vardı, bu da 1 bölü 4 oranı anlamına geliyordu. Bugün bir milyon sosyal konutumuz ve 21 milyon kiracı hanemiz var, bu da 1 bölü 21 oranı anlamına geliyor. Şu anda bir şekilde sosyal konuta erişebilenler piyangoyu kazanmış demektir" diyor.

Konut politikası uzmanı Matthias Bernt
Konut politikası uzmanı Matthias Berntnull Leibniz-Institut für Raumbezogene Sozialforschung (IRS)

Bernt, Leibniz Mekânsal Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nde "Politika ve Planlama" araştırmasının başkanlığını yürütüyor. Konut krizinin özellikle büyük şehirlerde ve üniversite kentlerinde belirgin olduğunu gözlemlediğini belirtiyor. Örneğin başkent Berlin'de giderek daha fazla Airbnb dairesi bulunurken aynı zamanda yeni kiralanan dairelerin kirası mevcut dairelerin kirasından ortalama iki kat daha yüksek.

Kira dondurma süresi uzatıldı

Alman hükümeti bu sorunla mücadele etmek için çaresizce çabalıyor ve şimdi kira dondurma süresini 2029 yılına kadar uzattı. Buna göre, yeni bir kira sözleşmesi imzalandığında, kira bedeli standart yerel karşılaştırmalı kira bedelinin yüzde onundan fazla olamaz. Bununla birlikte yeni inşa edilen, kapsamlı bir şekilde modernize edilen veya kısmen mobilyalı daireler için istisnalar mevcut. Berndt'e göre bunlar acilen kapatılması gereken boşluklar.

Berndt, "Kısa vadede kiralık emlak piyasasının gerçekten daha güçlü bir şekilde düzenlenmesine ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Örneğin Berlin'deki dairelerin yarısının bir hile kullanılarak yarı mobilyalı olarak sunulması kabul edilemez. Ev sahipleri bunu, daireye bir masa ve bir dolap yerleştirerek ve bunun için korkunç meblağlar talep ederek üst kira sınırını aşmak için kullanıyor" diyor.

*: İsim editörler tarafından değiştirilmiştir

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Almanya'dan 1150 kişi IŞİD ve El Kaide'ye katıldı

IŞİD'in Horasan kolunun (IŞİD-H) Rusya'da geçen ay düzenlenen ve 130'dan fazla kişinin hayatını kaybettiği saldırının ardından Almanya'da gözler radikal İslamcı örgütlere katılan ve geri dönenlere çevrildi.

Alman hükümetinin İslam ve göç karşıtı aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yönelttiği bir soru önergesine verdiği yanıta göre, 2011 yılından itibaren Suriye ve Irak'a giderek El Kaide ve IŞİD gibi radikal İslamcı örgütlere katılanların sayısı bin 150'yi buluyor. Yanıtta, bu kişilerden yüzde 65'inin IŞİD, El Kaide ve bu gruplara yakın örgütlenmelerin terör faaliyetlerinde yer aldığı veya bu örgütlere destek verdiğine ilişkin ipuçları bulunduğu belirtiliyor.

Hükümetin tespitlerine göre Almanya'dan radikal İslamcı terör örgütlerine katılmak üzere bu bölgelere gidişler 2013-2015 yılları arasında yoğunlaştı. Gittiği tespit edilen bin 150 kişiden 650'si Alman vatandaşı. Kayıtlarda bunlardan 273'ünün çifte vatandaş olduğu yer alıyor. Hem Alman hem de Türk vatandaşı olanların sayısı ise 35.

Suriye ve Irak'a giden bin 150 kişinden 153'ü de Türk vatandaşı. Böylece Almanya'dan giden kişiler arasında Türk vatandaşları, Almanların ardından en büyük ikinci grubu oluşturdu. Bu grubu 85 ile Suriye, 55 ile Rus vatandaşları takip etti.

Alman makamlarının tespitlerine göre 2019'dan bu yana Suriye ve Irak'a gidişler büyük oranda azaldı.  

Yüzde 40'ı döndü

Almanya'dan Suriye ve Irak'a gidenlerin yüzde 40'ı, yani yaklaşık 460'ı ülkeye geri döndü. Bunların da 30'dan fazlasının sınır dışı edilmesi yoluyla veya kendi isteğiyle ülkeden ayrıldığı açıklandı. Almanya'ya dönen 460 kişiden 307'sinin Alman vatandaşı, 44'nün Türk, 30'unun Suriye ve 21'inin Rus vatandaşı olduğu belirtiliyor.

Suriye ve Irak'taki bir radikal İslamcı örgüte katılıp geri dönenlere yönelik Almanya'da başlatılan soruşturma sayısı da 2023 sonu itibarı ile 312 oldu. Bunların büyük kısmı Almanya Ceza Kanunu'nun 129a ve 89a maddeleri ile bağlantılı olarak "yabancı bir terör örgütüne üye olmak, onun için faaliyet yürütmek ve/veya devlete karşı şiddet eylemi hazırlığında olmakla" suçlanıyor.

Alman hükümetin verdiği bilgiye göre, hakkında soruşturma yürütülen 111 kişi ceza aldı, 119'unun davası devam ediyor. 122 kişi hakkında da takipsizlik kararı verildi.  

Bin 150 kişiden yüzde 25'i kadın

Almanya'dan Suriye ve Irak'a giderek radikal İslamcı örgütlere katılanlardan yüzde 25'inin kadın olduğu kaydediliyor. Bunlar arasında Türkiye kökenliler de bulunuyor. IŞİD  içindeki kadınların örgüte finansman ve yeni kadın eleman kazandırma için rol oynadığı yönündeki haberler, katılımın üst seviyede olduğu yıllarda ortaya çıkmıştı. Almanya'da görülen davalarda bu boyut da yeniden gündeme geldi.

Düsseldorf'ta geçen ay sonuçlanan bir davada Alman vatandaşı Alperen K. ile Türk vatandaşı eşi Çağla K., 2020-2021'de IŞİD'e yaklaşık 3 bin 700 euro para yardımı yaptıkları suçlamasıyla 1 yıl 9 ay ile 1 yıl 3 ay tecilli hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme heyeti, Alperen K. ile eşi Çağla K.'nın cezalarını sabıkaları bulunmaması ve toplumla uyumlu yaşadıkları gerekçesiyle verdiği erteledi. Suçunu itiraf eden çift savunmasında "Kürt kamplarında tutulan IŞİD'li kadın ve çocuklara insani amaçlı yardım yaptıklarını" söylemişti.

Bir el arabasını çeken çocuk, arka planda flu insan kalabalığı
IŞİD'in elindeki bölgeleri kaybetmesinden sonra yakalanan pek çok IŞİD üyesi, kadın ve çocuk El Hol ve Roj kampında tutuluyornull Maya Alleruzzo/AP/picture alliance

Yine Düsseldorf'ta bu hafta başlayan başka bir davada da IŞİD'e maddi yardım yapmak suçlamasıyla beş kişi hakim karşısında. Güneybatı Radyo TV Kurumu'dan (SWR) Eric Beres ile Bavyera Radyo TV Kurumu'ndan (BR) Joseph Röhmel'in ulaştığı iddianameye göre bu sefer IŞİD'e yapılan yardım daha büyük melağda ve sistematik. Sistemin arkasındaki isimlerden birinin de 2015'te 16 yaşında Münih'ten giderek IŞİD'e katılan Elif Ö. olduğu iddia ediliyor.

Almanya'da geçen sene Mayıs ayında 10 eyalette eş zamanlı operasyon düzenlenmiş, sosyal medyada verilen tepkilerde "masum Müslümanlara gıda ve giyecek yardımı gönderen kişilerin suçlu olarak sergilendiği" yönünde iddialar ortaya atılmıştı. Ancak Almanya Federal Başsavcılığı'nın hazırladığı iddianameye göre hakim karşısına çıkan söz konusu beş zanlı 2020-2022'de IŞİD'e 250 bin eurodan fazla para gönderdi.

Gönderilen paranın örgütte Elif Ö.'nün de içinde bulunduğu bir sisteme aktığı öne sürülüyor. Bu paranın El Hol ve Roj kamplarında tutulan IŞİD'lilerin "satın alınması" veya "oradaki hayatlarının örgütün ideolojisi çerçevesinde düzenlenmesi" amaçlı da kullanıldığı belirtiliyor. Bunun koordinasyonunda "Bacın Esir Kampında" projesi için yardımlar toplayan Elif Ö.'nün önemli rol oynadığı ifade ediliyor.

Düsseldorf'ta bu hafta ilk kez hakim karşısına çıkan beş zanlıdan Kosova vatandaşı Kujtim B.'ye de Almanya'dan toplanan yardımları "para casusları"(finanzagent) veya aracılar üzerinden Türkiye ya da Suriye'ye gönderdiği iddia ediliyor. Savcılığın dijtal yazışma protokollerinden ortaya çıkardığına göre Kujtim B. Elif Ö. ile de iki kez görüştü.

Çarşaflı kadınlar arasında yürüyen bir erkek çocuk, kadınlardan birinin elini tutar halde...
IŞİD'lilerin tutulduğu bir diğer kamp da Roj; buradaki IŞİD'lilerin kurtarılması için Türkiye ve yurt dışında para toplandığı kaydediliyornull Delil Souleiman/AFP/Getty Images

"Bacın Esir Kampında" için Türkiye'den de para toplandı

Örgüte Almanya'dan katılan Elif Ö.'nin basına daha önce de yansıyan "Bacın Esir Kampında" adlı proje için Facebook, Instagram ve Telegram üzerinden yardım koordine ettiği belirtiliyor.

Projenin Instagram hesabından para toplamak için Türkçe çağrı yapıldığı da görülüyor. Hesaptan para toplamak için yapılan 2020 tarihli bir çağrıda, projenin Ankara'da Mayıs 2018'te kurulduğu belirtiliyor. Projenin 20'den fazla kentte faaliyet gösterdiği belirtilen çağrıda, yardım çalışmalarının IŞİD'in Suriye'deki kalesi İdlib merkezli yürütüldüğü vurgulanıyor. IŞİD'e yönelik operasyonlardan da şikayet edilen açıklamada bazı gönüllü çalışanların ya gözaltına alındığı ya da tutuklandığı aktarılıyor.

Çağrıda Suriye'de YPG'nin elinde tutulan IŞİD'lilerin kurtarılması için bir çok kurumdan ve davetçiden destek aldıkları ve "Bacın Esir Kampında" projesinin bu şekilde hayata geçtiği belirtiliyor. 

Projenin sosyal medya sayfalarında Ramazan'da iftar ve sahur için ayrıca destek istendiği de görülüyor. Aylık "sadaka" bedelinin 33 dolar, "kontör" bedelinin de 7 dolar olduğu yönünde paylaşımlarla takipçilerin düzenli desteği isteniyor. 

Destek çağrılardaki numaraların Türkiye'den cep telefonları olduğu da dikkat çekerken projeye dair son paylaşımın 21 Aralık 2023'te yapıldığı ve projenin sonlandırılacağının duyurulduğu görülüyor. Projenin neden sonlandırıldığına dair bilgi ise verilmiyor.

Projeyi yöneten Elif Ö. Alman Başsavcılığın saptamasına göre hâlâ Suriye'de. IŞİD'in sahip olduğu bölgeleri kaybetmesiyle Elif Ö. önce tutuklanarak Kürtlerin kontrolündeki El Hol kampına düştüyse de oradan kaçmayı başardığı, radikal İslamcıların kontrolündeki İdlib'e geçtiği ve oradan "Bacın Esir Kampında" için yardımlar toplamaya başladığı belirtiliyor.

Alman Başsavcılığı Elif Ö.'nün bu amaçla en az 40 bin euro yardım toplamayı başardığını tahmin ediyor.

IŞİD Horasan örgütü kimdir?

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier'den Türkiye'ye 100. yıl ziyareti

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve beraberindeki heyet, Türk-Alman diplomatik ilişkilerinin 100'üncü yılının dolması vesilesiyle Pazartesi-Çarşamba günleri arasında üç günlüğüne Türkiye'yi ziyaret edecek.

Ziyaretine İstanbul'dan başlayacak olan Steinmeier, daha sonra Gaziantep ve ardından Ankara'ya gidecek. Steinmeier, Ankara'da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ağırlanacak.

Ortadoğu'daki gerginliğin tırmandığı günlerde gerçekleşecek olan bu ziyarette, bölgede yaşanan gerilimle ilgili konuların da gündeme gelmesi bekleniyor.

Ziyaretin CHP'nin yerel seçim zaferinden üç hafta sonrasına denk gelmesinin de Steinmeier'in resmi programına yansıdığı görülüyor. Steinmeier ziyaretinin başlangıcında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile, sonunda da CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile görüşecek.

"Türk demokrasisi yaşıyor"

Başbakan Olaf Scholz'ün lideri olduğu Sosyal Demokrat Parti'ye (SPD) yakınlığıyla bilinen Friedrich Ebert Vakfı'nın Türkiye Büro Şefi Henrik Meyer, DW Türkçe'ye Steinmeier'in ziyareti ile ilgili yaptığı değerlendirmede, "Ziyaretin 31 Mart seçimlerinden kısa süre sonra gerçekleşmesi çok önemli. Görüşmelerin bir kısmını mutlaka Türk demokrasisinin durumu oluşturacak. Almanya'nın, seçim sonuçlarının iktidar tarafından kabul edilmesini memnuniyetle karşılaması da gündeme gelecektir" dedi.

İki kadın 31 Mart'ta Türk bayrağıyla İmamoğlu'nun zaferini kutluyor
CHP'nin 31 Mart seçimlerinde elde ettiği tarihi zafer, Steinmeier'in Türkiye ziyaretindeki programını şekillendirmişe benziyornull Tolga Ildun/ZUMA/IMAGO

Meyer, "Steinmeier'in ziyaretine İstanbul'dan başlayacak olması, hem bir siyasi bir mesaj hem de demokratik sürece saygının bir işareti olarak değerlendirilebilir. Nihayetinde Ekrem İmamoğlu büyük önem taşıyan İstanbul seçimini kazandı, Türkiye ve dünyaya şu mesajı gönderdi: Türk demokrasisi yaşıyor" görüşünü dile getirdi.

Duisburg-Essen Üniversitesi bünyesindeki Türkiye Çalışmaları ve Entegrasyon Araştırmaları Merkezi'nden (ZfTI) Yunus Ulusoy da muhalefetin elde ettiği zaferin Almanya'nın gözündeki önemine vurgu yaptı.

Ziyareti DW Türkçe için değerlendiren Ulusoy, "Türk demokrasisi, yerel seçimlerde ne kadar canlı olduğunu kanıtladı. Buna ek olarak AB, Türkiye ile ilişkilerin yeniden canlandırılmasını istiyor. Erdoğan yönetimindeki Türkiye'nin de, yaşanan ekonomik kriz ve dış politikadaki bazı zorluklar çerçevesinde, Alman-Türk ilişkilerinin işler biçimde sürmesinde çıkarı var" diye konuştu. Ulusoy sözlerini "Bu ziyaret yalnızca nostaljik hatıralarla ilgili olmaktan ziyade, aynı zamanda iki devletin ikili ilişkilerindeki somut çıkarlarının da görüşüleceği bir ziyaret" diye sürdürdü.

Üç kentte kapsamlı bir program

Steinmeier'in Türkiye'deki ilk durağı, binlerce Türk'ün Almanya'ya "konuk işçi" olarak gelmek üzere yola çıktığı Sirkeci Garı olacak. Steinmeier'i burada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu karşılayacak. İmamoğlu ile ikili bir görüşme gerçekleştirecek olan Steinmeier, garda bir konuşma da yapacak. Bunun ardından Türk-Alman göç deneyimi olan kişilerle görüşecek olan Cumhurbaşkanı, Türkiye'de faaliyet gösteren Alman şirketlerinin temsilcileriyle tekne gezisine katılacak ve gezide Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ilişkileri görüşecek.

Ekrem İmamoğlu, Atatürk fotoğrafının önünde, 31 Mart seçim zaferinin ardından konuşma yapıyor
İmamoğlu'nun zaferi dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi Almanya'da da ilgiyle takip edildinull OZAN KOSE/AFP

Salı gününe sivil toplum temsilcileriyle birlikte Türkiye'de hukuk devletinin durumu konusunda yapacakları bir görüşmeyle başlayacak olan Steinmeier, ardından DHL Express lojistik merkezini ziyaret edecek. İstanbul'daki programının ardından Salı günü öğlen saatlerinde Gaziantep'e uçarak yapımı Almanya tarafından desteklenen bir okulu ziyaret edecek.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle düzenlenen bir etkinliğe de katılacak olan Steinmeier, Nurdağı'nda depremzedelerle bir araya gelecek. Salı akşamı Gaziantep'ten Ankara'ya uçacak olan Cumhurbaşkanı, Çarşamba sabahı Anıtkabir'i ziyaret ettikten sonra Ankara Üniversitesi'ne geçerek Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne bir ziyaret gerçekleştirecek.

İstanbul ve Gaziantep'ten sonra Erdoğan ağırlayacak

Bunun ardından Steinmeier, öğle saatlerinde Külliye'de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından karşılanacak. Liderlerin bulunacağı ikili görüşmenin ardından bir basın toplantısı düzenlenecek.

Almanya ile Türkiye arasında düzenlenen en son üst düzey görüşme, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kasım 2023'te Berlin'e yaptığı ziyarette gerçekleşmişti. Hamas-İsrail savaşının başlangıcından kısa süre sonra gerçekleşen ziyarette Erdoğan, Steinmeier ve Scholz ile bir araya gelmişti. Scholz ile Erdoğan'ın yaptığı ikili basın toplantısı gergin geçmiş, Erdoğan, akıllarda kalan "Bizim İsrail'e borcumuz yok" sözlerini sarf etmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Scholz, AB, Türkiye ve Almanya bayrakları önünde basın toplantısı düzenlerken
Erdoğan ile Scholz'ün Kasım'da gergin geçen basın toplantısından bir kare. Almanya'nın İsrail-Hamas savaşına ilişkin politikasını eleştiren Erdoğan, "Bizim İsrail'e borcumuz yok" demiştinull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Steinmeier'in öğleden sonra Ankara'dan Berlin'e geri dönmeden önce son durağı, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel ile yapacağı görüşme olacak. 

Ekonomi de gündemde

Türkiye'ye gidecek olan Alman heyetinde ekonomi ve kültür dünyasından da birçok üst düzey isim bulunuyor. Heyette yer alan isimler arasında Steinmeier'den sonra en üst düzey isim olarak göze çarpan Maliye Bakanı Christian Lindner'in Türk mevkidaşı Mehmet Şimşek ile bir görüşme gerçekleştirmesi planlanıyor.

Heyetteki hükümet temsilcileri arasında Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve İklimden Sorumlu Devlet Bakanı Anna Lührmann, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Niels Annen ve Maliye Bakanlığı Müsteşarı Heiko Thoms da yer alıyor.

Federal Alman Meclisi'nden (Bundestag) ise Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz, Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) üyesi milletvekili Serap Güler ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) Dış Politika Sözcüsü Nils Schmid heyette yer alacak.

Ayrıca Hannover Belediye Başkanı Belit Onay, yazar Dinçer Güçyeter, gastronom Arif Keleş, oyuncu Adnan Maral, insani tıbbi yardım kuruluşu humedica'dan Dr. Hansi Sobez ve DHL Express Almanya'nın yöneticisi Mustafa Tonguç da Türkiye'ye gidecekler arasında.

Aydan Özoğuz meclis kürsüsünde konuşma yaparken
Türkiye'ye gidecek heyette Federal Alman Meclisi Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz da yer alıyornull Britta Pedersen/dpa/picture alliance

"Türkiye'ye verilen önemin kanıtı"

Delegasyonda üst düzey isimlerin yer almasını değerlendiren Meyer, "Böylesine üst düzey bir delegasyonla gidiliyor oluşu, Almanya ve hükümetin Türkiye'ye büyük önem atfettiğinin kanıtı. Ortadoğu'daki savaş, göç akınları, küresel tedarik zincirleri, Ukrayna'daki savaş… Son yıllardaki gelişmeler Almanya'nın gözünde Türkiye'nin önemini giderek artırdı. Dolayısıyla Türkiye'yi aktif bir dış politikaya dahil etmek için ortada birçok neden var" diye konuştu. Meyer, Almanya'nın Türkiye ile hem dış politika hem de ekonomi alanında ilişkilerini geliştirmeyi hedeflediğini kaydetti.

Almanya-Türkiye ilişkileri uzmanı Ulusoy'a göre ise ziyaretin üç duraktan oluşacak olması, Türkiye ile Almanya arasındaki "çok boyutlu akraba ilişkilerini" teyit eder nitelikte. Ziyaretin "ikili ilişkilerde fırsatların ön planda olduğu bir zamanda gerçekleşeceğini" ifade eden Ulusoy, Steinmeier'in depremzedelerle bir araya gelecek olmasının, ikili ilişkilerdeki "dayanışma" boyutuna işaret ettiğini de sözlerine ekledi.

İkili ilişkiler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde derinlik kazanmaya başlamıştı. Türkiye ile Almanya arasındaki diplomatik ilişkiler ise 3 Mart 1924 tarihinde imzalanan Dostluk Anlaşması ile resmiyet kazanmıştı.

Sembolik rolü var

Steinmeier'in 2017 yılından bu yana yürüttüğü Almanya Cumhurbaşkanı makamının sembolik bir rolü bulunuyor. Almanya'da federal ve eyalet düzeyinde görev yapan siyasetçilerin yanı sıra kültür ve spor gibi alanlardan isimlerin de oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı, partiler üzeri bir role sahip. Söz konusu rolü üstlenmeden önce yıllarca SPD'de siyaset yapan Steinmeier, Cumhurbaşkanlığını devralmadan önce Dışişleri Bakanlığı görevini yürütmüştü.

Steinmeier'in Türkiye ziyaretine başlayacağı Pazartesi günü kendisinin kaleme aldığı "Wir", Türkçesiyle "Biz" kitabı piyasaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı'nın 75 yılı geride bırakan Federal Almanya Cumhuriyeti'nin deneyimleri ve sorunlarına ilişkin görüşlerini paylaştığı kitap, Cumhurbaşkanlığı ofisinin resmi web sitesinden ücretsiz olarak indirilebilecek.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Dünyanın en büyük seçimi Hindistan'da başladı

Hindistan'da 19 Nisan'da başlayıp altı hafta boyunca devam edecek olan dev seçim 1 Haziran'da son bulacak. Yaklaşık 1 milyara yakın seçmenin bulunduğu ülkede seçimler, bölgelere göre kademelendirilerek yedi aşamada yapılacak ve resmi sonuçlar 4 Haziran'da açıklanacak.

Yaklaşık 1,5 milyar nüfusu olan Hindistan, Çin'den sonra dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi. Nüfus açısından dünyanın en büyük demokrasisi kabul edilen ülkede seçmenler Hindistan parlamentosunun alt kanadı Lok Sabha'nın (Halk Meclisi) 543 üyesini seçecek.

Ülkenin mevcut Başbakanı Narendra Modi bu seçimlerde üçüncü dönemini kazanmayı umuyor.

Seçim yarışında 6 ulusal parti, 57 eyalet partisi ve oy pusulasında yer almasına izin verilen ancak ulusal Seçim Komisyonu tarafından resmen tanınmak için gerekli koşulları karşılamayan 2 bin 597 küçük parti yer alıyor.

Ancak asıl yarış Hindistan'ın en büyük iki siyasi partisi; iktidardaki Bharatiya Janata Partisi (BJP - Hindistan Halk Partisi) ve muhalefetteki Hindistan Ulusal Kongresi (INC) arasında geçecek.

INC, 2024'te BJP ve Modi'ye karşı daha organize bir muhalefet sergilemek amacıyla "Hindistan Ulusal Kalkınmacı Kapsayıcı İttifakı" adı altında bölgesel muhalefet hareketleri ile 28 partili bir ittifakın liderliğini yapıyor.

Başbakan Modi ve partisi BJP, seçim bildirgesini 14 Nisan'da açıklamıştı.
Başbakan Modi ve partisi BJP, seçim bildirgesini 14 Nisan'da açıklamıştı.null Manish Swarup/AP/picture alliance

Modi ve BJP seçmenler arasında popülerliğini koruyor

Anket ve kamuoyu yoklamalarına göre Başbakan Modi ve Hindu milliyetçisi partisi BJP'nin 2024 seçimlerinden birinci çıkması bekleniyor. Modi, Hindistan nüfusunun yüzde 80'ini oluşturan Hindu çoğunluğa hitap etmesi sayesinde ülkenin en popüler lideri.

Ülkesinde ekonomik büyüme planları başlatan Modi, Hindistan'ın 2029 yılına kadar dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olacağı sözünü veriyor. Modi'nin lideri olduğu BJP, 2019 seçimlerinde 303 sandalye kazanarak ezici bir zafer elde etmiş ve toplam 353 sandalyeye sahip bir koalisyon kurmuştu. Kongre partisi ise 52 sandalye kazanmış, müttefiklerinin katılımı ile meclisteki desteğine daha sonra 91 sandalye eklenmişti.

Siyasi gözlemciler, BJP'nin on yıldır iktidarda olması ve beş yıl daha iktidarda kalma ihtimalinin bulunmasını temkinli karşılıyor. Modi hükümetinin Hindistan'ın çok partili demokrasi ve laikliğe olan bağlılığını tersine çevirdiği düşünülüyor.

Hindularla Müslümanlar arasındaki gerilim

Ülkede BJP'nin 2019'da yeniden seçilmesinden bu yana Hindular ile Müslüman azınlık arasındaki gerilim tırmanmış durumda. BJP'nin siyasi muhalifleri de partinin aşırı milliyetçi söyleminin Hindistan Anayasası'nın temeli olan laikliği yok etme tehdidi oluşturduğunu söylüyor.

Kadın hakları savunucusu ve Hindistan Planlama Komisyonu eski üyesi Syeda Hameed de BJP'nin genel seçimleri tekrar kazanması halinde Anayasa'nın değiştirilmesinden korkuyor. DW'ye konuşan Hameed, "(BJP'nin) sahip olduğu çoğunluğa bağlı olarak Anayasa'yı değiştirmesi halinde Hindistan'ın teokratik bir devlete dönüşeceği açık bir şekilde ilan edildi. Korkumuz, Anayasanın değiştirilmesi ve baskı ortamının daha da şiddetlenmesi" diyor.

BJP hükümetini demokrasiyi geriletmekle suçlayan muhalefet, işsizlik ve enflasyonla ilgili sorunları da seçim kampanyası boyunca gündeme getirdi.

Görevliler, seçmenlerin parmağına boyanan seçim mürekkebi kutularını hazırlıyor.
Görevliler, seçmenlerin parmağına boyanan seçim mürekkebi kutularını hazırlıyor.null Rakesh Nair/REUTERS

Dünyanın en büyük seçmen kitlesi

Resmi rakamlara göre Hindistan'da 497 milyon erkek seçmen ve 471 milyon kadın seçmen bulunuyor. Seçmen sayısı 2019'daki son genel seçime kıyasla yüzde 6 oranında artmış durumda.

Bu seçimlerde seçmen kitlesine 18 ila 29 yaş grubunda 20 milyondan fazla genç eklendi.

Seçimler nasıl yapılıyor?

Hindistan'da her beş yılda bir genel seçim yapılıyor. Bu seçimlerde 18'inci Lok Sahba seçilecek. Ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonraki ilk seçim Ekim 1951'den Şubat 1952'ye kadar yapılmıştı.

Bölgelere göre kademeli olarak yapılacak genel seçimler, altı hafta boyunca şeffaflığı sağlamak için Hindistan Seçim Komisyonu tarafından görevlendirilen seçim gözlemcileri görevlendiren denetlenecek.

Seçimler sonucunda çoğunluğu elde etmek için bir parti ya da koalisyonun parlamentoda 272 sandalye elde etmesi gerekiyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?