Bahçeli'den Özel ile görüşme öncesi sert mesajlar

Geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la görüşen CHP lideri Özgür Özel, bugün de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'yle bir araya geldi. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde basına kapalı olarak gerçekleştirilen görüşme, iki parti lideri arasında 7 yıl sonra gerçekleştirilen ilk görüşme olma özelliğini taşıyor.

Bir saatten az süren görüşme sonrasında gazetecilere açıklama yapılmadı.

Özel'in ziyareti öncesi partisinin grup toplantısında konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilen iş insanı ve insan hakları aktivisti Osman Kavala üzerinden sert mesajlar vermişti.

2017'den bu yana cezaevinde bulunan Kavala'nın yeniden yargılanmasına yönelik talepleri sert biçimde eleştiren Bahçeli, "Gezi Parkı Davası'nda hüküm alan Osman Kavala'nın yeniden yargılanması ya da serbest bırakılması konusunda kamçılanan sipariş bir süreç devamlı suretle ilerletilmektedir" ifadelerini kullandı. Kavala'nın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldığını ve diğer sanıkların da 18'er yıl ceza aldığını vurgulayan MHP lideri, "Bu kararı veren bağımsız ve tarafsız Türk yargısıdır" vurgusu yaptı.

Bahçeli, konuşmasında "bir davada sanıkların, tanıkların veya mağdurların lehlerine veya aleyhlerine olacak şekilde yargı yetkisi kullananlara baskı yapmak ve talimat vermenin suç olduğunu" vurguladı.

Bahçeli, Gezi davasını kaleme alan Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'yi de isim vermeden sert biçimde eleştirdi. "'Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan bir Türkiye, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan bir Türkiye, Avrupa Konseyi tarafından yaptırım tehdidi ile karşı karşıya olan bir Türkiye, peki bu kime yarar?' sorularıyla "gündem tayin edilmeye çalışıldığını" savunan Bahçeli, "Ne yapalım, boyun mu eğelim? Yarı sömürge bir ülke olmaya tamam mı diyelim? Avrupa istedi diye adalet ve hukuk şerefini iki paralık mı edelim?" diye konuştu.

Bahçeli, "Emin olunuz bunları kaleme alan şahıs, doğrudan doğruya 'Osman Kavala serbest bırakılmalıdır' dese en azından daha tutarlı ve omurgalı bir açıklama yapmış olurdu" ifadelerini kullandı.

Sinan Ateş iddianamesi: Yargılama süreci derhal başlamalı

MHP lideri, Sinan Ateş suikastına ilişkin iddianamenin hazırlanmasına da değindi. "MHP'yi ve Ülkü Ocaklarını bir cinayetle anma teşebbüslerinin saldırganlık olduğunu" savunan Bahçeli, parti olarak beklentilerinin iddianameyle ilgili yargılama sürecinin derhal başlatılması olduğunu söyledi. "Kimin elinde hangi belge ve bilgi varsa mahkemeye sunmalıdır" diyen Bahçeli, şahit olarak dinlenmek isteyenlere de mahkeme kapısının açılması gerektiğini vurguladı. MHP lideri, "Bakalım hukuki süreç Ankara’da mı bitecek, yoksa Pensilvanya’ya mı dayanacak" ifadelerini kullandı.

DW/SÖ,BK

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

 

MEB 20 bin öğretmen atayacak

Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), 20 bin öğretmen ataması yapılacağını açıkladı. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, "Bilhassa son dört yıl hem Türkiye’de hem dünyada ekonomik hayatı, sosyal hayatı alt üst eden arzu edilmeyen olaylar yaşandı. Pandemi ile başladığımız süreçte ekonomi ciddi şekilde daraldı. Ardından asrın felaketini yaşadık. Üstüne iki tane seçim yaşadık. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz konjonktürde sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla, Hazine ve Maliye Bakanlığımızla 20 bin öğretmen ataması konusunda uzlaştık" açıklamasını yaptı.

MEB de 20 bin sözleşmeli öğretmen alımına ilişkin atama takvimi ile branş bazında kontenjan dağılımlarını açıkladı. 

Buna göre sözleşmeli öğretmenlik için ön başvurular ve sözlü sınav merkezi tercihleri 20- 31 Mayıs tarihleri arasında alınacak. 

Adayların sözlü sınava alınacakları sınav merkezleri, 10 Haziran'da ilan edilecek. Adayların gireceği sözlü sınavlar ise 1 Temmuz tarihinden itibaren başlayacak. 

Öğretmenlik için atamaya esas teşkil eden 87 alandan en fazla kontenjan ayrılan beş branş ise şöyle: Sınıf öğretmenliği 3 bin 263, özel eğitim 2 bin 499, rehberlik bin 597, din kültürü ve ahlak bilgisi bin 594, İngilizce 968. 

DW/BK,JD

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

 

Rekabet Kurumu'ndan Meta'ya büyük ceza

Türkiye Rekabet Kurumu,sosyal medya şirketi Meta'yakullanıcıların verilerinin şirketin sahip olduğu sosyal medya platformlarının arasında paylaşılması sebebiyle 335 milyon 740 bin TL idari para cezası uygulanmasına karar verdi.

Kurumdan yapılan açıklamaya göre, şirket hakkındaki ön araştırma Meta tarafından kurulan "Threads" isimli uygulamaya giriş yapabilmek için kullanıcıların bir Instagram hesabına sahip olmalarının zorunlu tutulduğu ve benzer şekilde Threads hesabını kaldırmak isteyen kullanıcıların Instagram hesabını da silmek zorunda bırakıldığı iddiası üzerine başlatıldı.

Yürütülen ön araştırmada, Meta'nın veri birleştirme politikaları kapsamında, hem Instagram hesaplarından toplanan verilerin Threads hesaplarına aktarılabileceği hem de Threads üzerinden toplanan verilerin diğer Meta ürünlerini sağlamak, kişiselleştirmek ve iyileştirmek, Meta ürünlerinin performansının ölçümü ve analizi ile reklamlar gibi başka kurumsal hizmetler sunmak amacıyla kullanılabileceği anlaşıldı ve Meta hakkında 23 Kasım 2023 tarihinde soruşturma başlatıldı.

Sorun veri birleştirme

Soruşturmanın temel sebebi Meta'nın açtığı farklı uygulamalardan edindiği verileri birleştirme davranışı oldu. Veri birleştirme, rekabet uzmanlarınca dijital pazardaki rekabet ortamı açısından sorunlu bir davranış olarak tespit edildi.

8 Şubat 2024 tarihinde toplanan kurul Meta'nın uzun yıllardır faaliyet göstermesi sebebiyle kapsamlı ve detaylı bir veri havuzuna sahip olduğu, sahip olduğu kullanıcı tabanın büyüklüğü ve çeşitliliğinin, reklamverenler bakımından Meta hizmetlerini cazip hale getirdiği, Meta'ya hizmet geliştirme amacıyla daha fazla kaynak ayırabilmesine imkan sağladığı ve rakiplerin reklam verenlere ve dolayısıyla finansal kaynaklara erişimini zorlaştırdığı değerlendirmesinde bulunuldu. Bu çerçevede Meta'nın faaliyetlerinin pazarda yeni girişimlere engelleyici nitelikte olduğu belirtildi.

Kurulun yaptığı açıklamada Meta'nın bir ekosistem olarak faaliyette bulunduğu bunun da Meta'nın herhangi bir hizmetten edindiği gücü ve birikimi diğer hizmetine aktarmasını mümkün kıldığı ifade edildi. Türkiye Rekabet Kurumu bu tespitlerle birlikte Instagram ve Threads arasındaki veri birleştirme davranışının engellenmesi yönünde geçici tedbir kararı aldı. Kararın gereği yerine getirilinceye kadar her gün için 4 milyon 796 bin 152,96 lira günlük idari para cezası uygulanmasına karar verildi.

Meta'nın önerisi kabul görmedi

Meta tedbir kararına uymak adına daha önce Avrupa Birliği'ndeki (AB) kullanıcılar için getirilmiş olan "profilsiz kullanım" önerisini sundu. Ancak bu öneri endişeleri giderecek seviyede görülmeyerek kabul edilmedi. Bu gelişmenin ardından Meta kullanıcı verilerinin birleştirilmesine son vermek için yeni bir çözüm önerisinde bulunmadı. 30 Nisan 2024 tarihinde Türkiye'deki tüm Threads kullanıcılarının profilleri devre dışı bırakıldı.

Kurum, günlük para cezasının sonlandırılarak, 335 milyon 730 bin 707 lira 20 kuruş‬ olarak uygulanmasına karar verildi.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

DW,DHA / EÇ,ET

SWP: Almanya CHP'li belediyelere mali destek verebilir

Almanya'nın saygın düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı'nın (SWP), Türkiye'deki siyasi güç dengelerinde 31 Mart yerel seçimleri ile yaşanan değişimin mercek altına alındığı raporunda, Almanya ile Türkiye ilişkilerinin CHP'li belediyeler ile yoğunlaştırılacak, derinleştirilecek iş birliği ile canlandırılabileceğine dikkat çekiliyor.

SWP bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) Müdürü Dr. Hürcan Aslı Aksoy ile uzman Dr. Yaşar Aydın tarafından kaleme alınan raporda önce yerel seçim sonuçlarına ilişkin dikkat çekici gözlem ve değerlendirmelere yer veriliyor.

"Erdoğan'ın karizması zedelendi"

CHP'nin yerel seçimlerdeki başarısı "Tarihi galibiyet" sözleriyle tanımlanırken, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ise seçmen tarafından, "Sadece ekonomik sefalet nedeniyle değil, aynı zamanda artan yolsuzluk ve kayırmacılık nedeniyle cezalandırıldığına," seçmenin izlediği istikrarsız para politikasının faturasını Erdoğan'a yerel seçimlerde kestiğine işaret ediliyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel AKP Genel Merkezi’nde görüştü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel AKP Genel Merkezi’nde görüştü.null DHA

Seçim yenilgisi nedeniyle Erdoğan'ın "karizmasının zedelendiğine" dikkat çekilen raporda, "Muhtemelen bu seçimden çıkan en önemli mesaj, 2028 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde bir iktidar değişikliğinin ilkesel olarak mümkün olduğudur" ifadelerine yer veriliyor.

SWP raporunda ayrıca, "Kimlik siyasetinin reddi, Erdoğan'a bir ders" alt başlığı altında, yerel seçim sonuçlarının artık Türkiye siyasetindeki bir değişime işaret ettiği, laik-dindar, Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi kültürel ve etnik kimlikler üzerinden yapılan siyasetin öneminin azalmakta olduğu kaydediliyor.

"Sonun başlangıcı mı?"

"Erdoğan döneminin sonunun başlangıcı mı?" sorusuna yanıt aranan raporda, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yerel seçimlerden farklı sosyo-politik dinamiklere tabi olduğuna vurgu yapılıyor, ayrıca Erdoğan'ın partisinden daha popüler olduğu hatırlatılıyor.

Bununla birlikte uzmanlar, "Erdoğan'ın görev süresinin kalan dört yılı çok sayıda sınamayı beraberinde getirecektir. Bunları popülaritesini kaybetmeden atlatması çok zor olacaktır" öngörüsüne yer veriyor.

31 Mart yerel seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan eşi Emine Erdoğan ile birlikte Üsküdar’da oyunu kullandı.
31 Mart yerel seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan eşi Emine Erdoğan ile birlikte Üsküdar’da oyunu kullandı.null DHA

Erdoğan'ın bir sonraki seçimlere kadar popülaritesini yeniden artırmasını zora sokacak muhtemel zorluklar ise özetle şöyle sıralanıyor: Erdoğan'ın sağ cenahtaki mevcut ve potansiyel müttefikleri de büyük miktarda oy kaybetti. Yeniden Refah Partisi ile Erdoğan'ın yeni bir rakibi var. Ayrıca büyükşehirlerin muhalefete kaptırılması, iktidar elitlerinin kamu kaynaklarına erişimini daha da kısıtlayacak ve bu da daha fazla seçmeni AKP'den uzaklaştıracak.

"Otokrasiye daha fazla kayma tehlikesi şimdilik önlendi"

Seçim yenilgisiyle birlikte Erdoğan'ın Anayasayı değiştirerek iktidarda kalma planlarının da "ağır bir darbe almış" olduğu kaydedilirken, "Eğer Erdoğan Anayasa değişikliği için referandum çağrısı yaparsa, bundan sonuç alabilmek için bir kez daha ekonomik popülizme ve seçim hediyelerine güvenmek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisinin toparlanmasını engelleyecek ve dolayısıyla siyasi olarak da sürdürülemez olacaktır. Dolayısıyla otokrasiye doğru daha fazla kayma tehlikesinin şimdilik önlendiği sonucuna varılabilir" tespiti aktarılıyor.

"Türk finans ve iş dünyası CHP'ye yönelebilir"

Raporda, otokratik yönetim sisteminin konsolidasyonunu önlemeye çalışan ve Erdoğan sonrası döneme hazırlanan CHP için yerel seçimlerden ilk parti çıkmanın ise iyi bir başlangıç noktası olduğu vurgulanıyor.

Bu galibiyetle birlikte CHP'nin "yeni bir güç" olarak ortaya çıktığına işaret ediliyor, beş yıl boyunca yöneteceği yerel yönetimlerle birlikte ülkedeki siyasi ve ekonomik ağırlığının da daha artacağına dikkat çekiliyor.

CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u yeniden kazanması üzerine 31 Mart akşamı seçmenleri kutlamalarda bir araya geldi.
CHP’nin 31 Mart seçimlerinden birinci parti çıkması İstanbul’da olduğu gibi pek çok kentte kutlandı.null ANKA

CHP'li belediyelerin nüfusun yüzde 62'sine ev sahipliği yaptığına, bu bölgelerde gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 73,4'ünün üretildiğine ve tüm tasarruf mevduatlarının yüzde 84,5'inin de yine bu illerde tutulduğuna dikkat çekilen raporda, "Bu iller Türkiye'nin toplam ihracatının yüzde 79,6'sından sorumludur ve burada kişi başına düşen milli gelir 9 bin 588 dolar ile AKP'li belediyelerin kişi başına düşen gelirini aşmaktadırlar" bilgisine yer veriliyor.

CHP'nin yoksullukla kararlılıkla mücadele ve kamu yararı vurgularıyla hükümetin neoliberal politikalarına sıkı sıkıya bağlı olmadığını göstermekte olduğuna işaret edilirken, "Demokratik dönüşüm, yolsuzlukla mücadele ve kamu ihalelerinde şeffaflık vaatleri, Türk iş ve finans dünyasının bu partiye yönelmesi fırsatını yaratıyor" görüşü aktarılıyor.

"İmamoğlu umut vaat eden aday"

Raporda yerel seçimlerde ikinci kez seçilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için de ilginç değerlendirmelere yer veriliyor.

İmamoğlu'nun şimdiden Türk ve yabancı medyada diğer Türk muhalif siyasetçilerden daha fazla ilgi gördüğüne dikkat çekilirken, "İmamoğlu'nun zaferi hiç şüphesiz önümüzdeki yıllarda Erdoğan'ın en güçlü rakibi ve bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde umut vaat eden bir aday olarak konumunu sağlamlaştırdı" ifadeleri kaydediliyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.null ANKA

İmamoğlu'nun siyasi yasak ve üç yıldan yedi yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davaya işaret edilen raporda, "Bu yargılamanın siyasi amaçlı olduğu açıktır. Seçimin galibi İmamoğlu'nun mahkûm edilmesi, kendisi ve partisi CHP ile dayanışmaya yol açacaktır. Bu da onu siyasi olarak güçlendirecektir" görüşü aktarılıyor.

CHP'li belediyeler iş birliği için yeni fırsat kapısını aralıyor

SWP raporunda Almanya ile Türkiye ya da Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkilerde bir ilerleme kaydedilebilmesinin ancak Türkiye'deki merkezi hükümetin mevcut otoriter çizgisinden uzaklaşması ve Kıbrıs konusunda daha yapıcı adımlar atmasıyla mümkün olabileceğini vurgu yapılırken, "Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin canlandırılması artık öncelikle ekonomik bağlar ve belediyeler düzeyinde iş birliği yoluyla mümkün görünmektedir" ifadeleri yer alıyor.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye’ye ilk resmi ziyareti sırasında İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüştü.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye’ye ilk resmi ziyareti sırasında İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüştü.null Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

CHP'nin artık daha fazla belediyeyi yönettiği bu sayede de Alman ve Türk şehirleri ve belediyeleri arasında yeni iş birliği imkanları için alan açıldığı vurgulanırken, "Halihazırda 80'in üzerinde Türk-Alman kardeş şehir programı bulunmaktadır. Kardeş şehir uygulaması sadece toplumlar arasındaki bağları güçlendirmekle kalmıyor; aynı zamanda çevre koruma, sürdürülebilir kentsel gelişim, dijitalleşme, marjinalleşmiş grupların ve mültecilerin korunması ve gençlerin katılımı gibi konularda belediyeler arası iş birliği ve deneyim alışverişi için de alan yaratıyor" deniliyor.

"Almanya CHP'li belediyelere mali destek sağlayabilir"

Erdoğan'ın yerel seçimlerden önce seçmenlere "Oy yoksa hizmet yok" sözleriyle muhalefetin kazandığı belediyelere merkezi hükümetin destek sağlamayacağı mesajının anımsatıldığı SWP raporunda, şu dikkat çekici ifadelere yer alıyor:

"Bu yolla CHP yönetimindeki İstanbul belediyesinin iç borçlanmasını imkânsız hale getirmişti. Bu nedenle örneğin raylı ulaşım ağı daha fazla genişletilemedi. İşte bu noktada Almanya, raylı ulaşımın genişletilmesi ve dijitalleşme gibi altyapı ve iklim projeleri için belediyelere mali destek sağlayarak devreye girebilir."

DW/ DA, JD

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

 

Evrensel kültür mirası Kariye ibadete açıldı

Dünya sanat tarihinin baş yapıtlarından biri olan Kariye Müzesi, restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından bugün cami olarak ibadete açıldı. Düzenlenen törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan telekonferans yöntemiyle katıldı.

Kariye'de ibadet yapılacak bölümlerdeki mozaikler Ayasofya'da olduğu gibi kapatılırken, turistlerin gezeceği bölümler de ayrıldı. 

Kariye Camii, Ayasofya'dan sonra "Fetih" vurgusuyla ibadete açılan ikinci müze oldu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü himayesinde olan Kariye, 21 Ağustos 2020 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle cami statüsüne çevrilmişti.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) Dünya Miras Listesi'nde yer alan Kariye, Ortaçağ'dan kalan mozaik ve freskleriyle dünya kültürel mirasının önemli bir parçası.

"Mozaikler Hristiyan dininin özünü tasvir ediyor"

DW Türkçe'ye konuşan İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu Başkanı Ord. Prof. Nikolaos Uzunoğlu, kültürel bir miras ve evrensel bir değer olarak Kariye'nin önemini şöyle anlatıyor: 

"Kariye Bizans son Rönesans devrinin en önemli eseri olup içindeki mozaikler Hristiyan dininin özünü tasvir etmektedir. Mozaikler 1315 yılında yapılmıştır."

Kariye Müzesi, depremler ve yenilemeler dolayısıyla bugünkü biçimini geç Bizans Dönemi'nde almış bir Hristiyan dini yapısı. Bizans'taki ismiyle Khora Manastır Kilisesi'nin tarihi Justinianus dönemine kadar uzanıyor. Onu İstanbul'daki diğer Ortaçağ kiliselerinden ayıran ise Ortaçağ'dan kalan mozaik ve fresklerin serbestçe sergilenmesi. Kariye, İsa Peygamber ve Meryem Ana'nın hayatını anlatan mozaiklerle kaplı.

Kariye'deki mozaikler
Zeynep Ahunbay, Kariye'deki mozaik ve fresklerin Bizans sanatı açısından önemine dikkat çekiyornull ANKA

DW Türkçe'ye konuşan mimar ve restorasyon uzmanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Kariye'nin barındırdığı mozaik ve fresklerin 14'üncü yüzyıla ait olduğunu belirterek, kilisenin 1511 yılında camiye çevrildiğini ve 20'nci yüzyıla kadar bu şekilde geldiğini anlatıyor.

Kariye 1958'de müze olarak açıldı

Kariye'nin barındırdığı sanat eserleri nedeniyle Bizanslı sanat tarihçileri tarafından her zaman ilgiyle izlenen bir yapıt olduğunu söyleyen Ahunbay, bu nedenle yapının 1948-1958 yılları arasında Dumbarton Oaks Enstitüsü tarafından restore edilerek kültür varlıkları ve sanat eserlerinin yeniden ortaya çıkarıldığını ve 1958 yılında müze olarak açıldığını aktarıyor. 

Ahunbay, "Yani burada Ayasofya'da olduğu gibi bir müze sunumu gerçekleşiyor. Tabii bunlar çok önemli ve İstanbul'un Ortaçağ'dan kalmış olan değerli sanat eserleri" diyor.

İstanbul'da Vefa Kilise Camii, Fethiye Camii gibi kiliseden dönüştürülmüş başka camiler de olduğunu, ayrıca Aya İrini gibi birçok Bizans yapısının daha bulunduğunu dile getiren Ahunbay, "Deprem sonrası restorasyonlarla onarım geçirmiş birçok Bizans yapısı var ama bunların mozaik ve freskleri çok iyi korunmamış. Kariye'de ise bütün yapıyı kapsayan, yüzeylerini örten çok değerli sanat eseri, mozaik ve freskler var. Yani diyelim ki Fethiye Camii de çok sınırlı bir alanda Vefa da öyle. Ancak Kariye'de daha geniş bir alana yayılıyor ve sanat tarihi açısından kültür varlığını çok değerli kılan bezeme katmanları var" diye konuşuyor.

Ahunbay, yapının mimarisinin Ortaçağ Bizans sanatı için öneminin yanı sıra barındırdığı eserlerin, korunabilmiş mozaik ve fresklerin değerine dikkat çekiyor.

UNESCO rapor istemişti

2020'de statüsü değiştirilen Kariye Cami, içindeki fresklerin ibadet hazırlıkları kapsamında kapatılmasıyla gündeme gelmişti. Camide otomatik perdeleme sistemi kullanıldığı açıklanmıştı.

UNESCO'ya bağlı Dünya Mirası Komitesi, 2021 yılında Ayasofya ve Kariye'de yapılan değişikliklerle ilgili güncellenmiş rapor sunması için Türkiye'ye 1 Şubat 2022 tarihine kadar süre tanımış, Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise talebin "taraflı ve siyasi saiklerle kaleme alındığını" savunarak Komite'ye ret yanıtı vermişti.

"Kültür değerlerini açık tutmak gerek"

Bir kilisenin değil bir müzenin camiye dönüştürüldüğüne dikkat çeken Zeynep Ahunbay'a göre kültür mirasını onu en iyi şekilde ifade edecek biçimde sunmak gerekiyor.

Kariye'deki mozaiklerden birinde İsa Peygamber ve Meryem Ana tasvir ediliyor
Kariye, Hristiyanlık açısından önemli mozaik ve freskler içeriyornull Bildagentur-online/Tetra Images/picture alliance

Bulgaristan'da veya Yunanistan'da kalmış olan camilerin kilise veya müze olarak kullanılabildiğini söyleyen Ahunbay, bu işlev değişikliği sırasında o yapının mimari değerini, özelliklerini kapatmamak, yok etmemek gerektiğine dikkat çekiyor.

"Dinler arası hassasiyet en yüksek seviyede olmalı"

Peki Kariye'nin cami olarak ibadete açılmasının dinler ve medeniyetler arası barışa etkisi ne olur?

Nikolaos Uzunoğlu, "Türkiye ve İspanya'nın inisiyatifiyle 2006 yılında kurulan şu anda Birleşmiş Milletlerin önemli bir kurumu olan Medeniyetler İttifakı'nın yürüttüğü projeler göze alınırsa, medeniyetler arası diyaloğun ve karşılıklı anlayışın geliştirilmesi için dinler arası hassasiyetlerin en yüksek seviyede olması gerekiyor" diyor. 

Uzunoğlu'na göre Kariye'nin bulunduğu noktaya çok yakın birçok cami ve kilisenin olduğu düşünülürse söylenen prensip Kariye'nin müze olarak kalmasının önemini açıkça gösteriyor. 

İnsan medeniyetlerinin yaratmış olduğu eserlerin korunması için uzman görüşlerinin herkes tarafından ciddiyetle kabul edilmesi gerektiğini söyleyen Uzunoğlu, "Yakın zamanda kamuoyuna yansıyan haberlere göre son yıllarda Ayasofya'da ciddi sorunların yaşanması bu gerçeği doğruluyor" diye konuşuyor.

Kariye Camii
Kariye'nin, 2020 yılında Cumhurbaşkanlığı kararı ile müze statüsü kaldırılmıştınull Martin Siepmann/picture alliance

"Geriye dönüş var"

Prof. Dr. Zeynep Ahunbay ise Kariye'nin 1940'larda müzeye çevrilmiş olmasının o zamanki Cumhuriyet anlayışıyla ilişkili olduğuna işaret ediyor.

Ahunbay, "Kültür varlıklarının değerlendirilmesine ilişkin bir laik yönetimin verdiği kararlar. Bugün ise daha farklı. Kariye için Danıştay'ın 2019'da aldığı bir müze iptal kararı var. Yani ülkenin en üst düzeyindeki yargı organı böyle bir karar alıyor, Diyanet'e devrediliyor ve ona bağlı olarak da kullanımı dini olarak tekrar konuluyor. Yani burada bir geriye dönüş var" diyor ve ekliyor: "Bunun kültür varlıkları açısından doğru olmadığını düşünüyorum."

Kariye Camii'nin müze ve müze deposu olarak kullanılmasına yönelik 1945 yılına ait Bakanlar Kurulu kararı, 2019'da Danıştay 10'uncu Dairesi kararı ile iptal edilmişti. 21 Ağustos 2020'de yayınlanan Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla ise Kariye Camii'nin Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilerek ibadete açılmasına karar verildi.

Eliaçık: Etrafı zaten camilerle dolu

Kariye, İstanbul'un Fatih ilçesinin Edirnekapı semtinde yer alıyor. DW Türkçe'ye konuşan ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık'a göre Kariye'nin çok yakınındaki camiler, ibadet için gerekli olanakları sunuyor.

Kariye'ye yakın camiler arasında 750 metre uzaklıktaki Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii, 600 metre uzaklıkta olan Tercüman Yunus Camii, 450 metre uzakta bulunan Kefevi Camii, 300 metre uzaklıktaki Hoca Kasım Günani Camii gibi tarihi camiler bulunuyor.

İhsan Eliaçık, Kariye müzesinin camiye çevrilmesi kararını Ayasofya'nın camiye çevrilmesiyle birlikte okumak gerektiği görüşünde.

"Mevcut iktidar kiliseleri camiye dönüştürmeyi, müzeleri tekrar eski cami haline çevirmeyi bir politika olarak benimsemiş durumda. Bunun en çarpıcı örneği de Ayasofya idi. Kariye Müzesi'nin camiye çevrilmesini de bu çerçevede düşünmek gerekir" diyen Eliaçık, Kariye'nin daha önce camiye çevrildiğinde içindeki fresklerin ve mozaiklerin tamamen silindiğini, bunları tekrar ortaya çıkmak için yıllarca restorasyon çalışmaları yapıldığını hatırlatıyor. 

Eliaçık, "Çünkü kilisenin içerisindeki mimari çizimlerde Hristiyanlık tarihi var. Bunlar artık insanlığa mal olmuş tarihsel yapılar, müze olarak kalması gerekir. Camiye çevrilmesine de ihtiyaç yok zaten. Kariye müzesinin etrafı camilerle dolu, Ayasofya'nın etrafında da 60 tane cami vardı" diye konuşuyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

7 soruda Erdoğan-Özel görüşmesi

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in görüşmesinin yankıları sürerken, taraflarca Türkiye siyaseti açısından "yumuşama adımı" ve "kilometre taşı" olarak açıklanan görüşmenin ardından gelebilecek adımlar da merak ediliyor.

Erdoğan ile Özel'in 2 Mayıs'ta AKP Genel Merkezi'nde gerçekleştirdiği ve yaklaşık 1 saat 40 dakika süren görüşmenin ardından iki parti de genel bazı ifadelerle olumlu mesajlar verirken, görüşmenin ayrıntıları ve beklentiler ise henüz tam olarak açıklığa kavuşmadı.

DW Türkçe olarak görüşmeye dair bilinenleri, açıklamaları, eleştirileri ve konuşulanları derledik.

Protokol neden ön plana çıktı?

CHP'nin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne gitmeye dair çekincelerinin de etkisiyle AKP Genel Merkezi'nde gerçekleşen görüşmenin ilk etapta en dikkat çeken yanı protokol oldu.

Özgür Özel ile Recep Tayyip Erdoğan'ın görüşmesine katılan Namık Tan, Mustafa Elitaş ise arkadan gözüküyor
Görüşme sırasında bir koltuğun boş kalması soru işaretleri yarattınull DHA

Salondan verilen ilk fotoğrafla birlikte oturma düzeni ve Erdoğan'ın solundaki boş koltuk tartışılmaya başlanırken, görüşmenin CHP'nin istediği gibi "eşitler arası" olup olmadığına ilişkin çok sayıda yorum yapıldı.

Türkiye'nin eski Washington Büyükelçisi, CHP İstanbul Milletvekili Namık Tan ile AKP Genel Başkan Vekili Mustafa Elitaş'ın da katıldığı görüşmedeki düzenin Özgür Özel'i de rahatsız ettiği ve bunu Erdoğan'a aktardığı basına yansıdı.

Özel'in dikkate getirmesi üzerine Erdoğan'ın özel kalem müdürünü çağırarak telafi için en kısa sürede CHP'yi ziyaret etme talimatı verdiği de gelen bilgiler arasında. 

Görüşmede neler konuşuldu?

Görüşmeye gitmeden önce CHP tarafının çantasında neler olduğuna ilişkin bilgiler basına yansırken, görüşmede neler konuşulduğu ise tüm detaylarıyla henüz açıklığa kavuşmadı.

DW Türkçe'nin görüşme öncesinde konuştuğu CHP'li kurmaylar 31 Mart'ta toplumun kendilerine sorunlarını aktarması için bir nevi "sözcülük" görevi yüklediğini belirterek, Erdoğan'a toplumun yakıcı sorunlarının aktarılacağını, vatandaşların temel hakları ve değerlerinin değil bu sorunların müzakere edileceğini belirtmişti.

Kulislere yansıyan bilgilere göre ziyarette Özel'in hazırladığı dosya içinde emekliler ve asgari ücretliler başta olmak üzere yaşanan ekonomik sorunlar, Gezi tutukluları, Can Atalay'ın durumu ve bu bağlamda Atalay dosyası da dahil olmak üzere Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmaması, hasta tutuklular, kayyumlar sorunu, belediyelerin borç yükünü de içeren çok sayıda konu başlığı vardı.

Erdoğan'ın ise yeni anayasa çalışmaları, ekonomi için uygulanmakta olan program gibi bazı başlıkları gündeme getirdiği basında aktarıldı.

Basına yansıyan ancak resmen açıklanmayan bir başka unsur ise CHP'nin görüşmede gündeme getirdiği bazı konularda ilerleme olup olmayacağını görmek için çok detaylı bilgi şu an için vermeyi tercih etmediği oldu.

Özel-Erdoğan görüşmesi

Görüşme sonrası hangi açıklamalar yapıldı?

Görüşmeden sonra her iki liderden de olumlu yönde açıklamalar geldi.

Özel görüşmenin ertesi günü gazetecilerin soruları üzerine "Biz kamuoyunun gündeminde ne varsa hepsini sayın Erdoğan'la görüşme imkânı bulduk" diyerek, Erdoğan'ın kendilerini dinlediğini ve ekibinin de notlar aldığını söyledi. Özel kendilerinin de Erdoğan'ın değerlendirmelerini dinlediğini belirterek, görüşme için "Türkiye demokrasisi açısından önemli bir kilometre taşı olduğunu düşünüyorum" ifadesini kullandı.

Erdoğan da yine görüşmenin ertesi günü cuma namazından çıkışta gazetecilere yaptığı açıklamada "siyasette yumuşama" mesajını birkaç kez tekrarlayarak şöyle konuştu:

"Özgür Bey, Genel Başkan olduktan sonra böyle bir ziyareti kendisinin gerçekleştirmiş olması iktidar ve ana muhalefet arasında aslında olumlu bir gelişme oldu. Bundan önceki süreçlerde bu tür adımlar maalesef atılmıyordu. Bu adımın atılmasıyla siyasetin ülkemizde çok daha yumuşama dönemine girdiğini görüyoruz. Ben de Özgür Bey'e ilk fırsatta böyle bir ziyaretin karşılığını yapacağımı söyledim ki Türkiye'nin, Türk siyasetinin buna ihtiyacı var. İlk fırsatta bu ziyareti gerçekleştirerek Türkiye'de siyasetin yumuşama sürecini başlatalım istiyorum. Bu adımı da atacağız."

Açıklamalar yetersiz mi kaldı?

Görüşmeye dair bazı genel açıklamalar yapılsa da bunları yeterli görmeyenler de var. Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici kendi web sayfasında bu hususa dikkat çekerek şu ifadeleri kullandı:

"Erdoğan ve Özel ertesi gün gazetecilerin birkaç sorusunu yanıtladığında o saate kadar görüşmeyle ilgili o kadar çok 'kulis bilgisi' yayılmıştı ki, görüşmenin içeriği ile ilgili sorulara genel ifadelerle yanıtları 'kulis'lerin yarattığı havayı beslemekten öteye gidemedi. Maalesef 'boş koltuk' magazini ve görüşmenin yarattığı 'hava' içeriğinden çok yer tuttu medyada."

Gazeteci Faruk Bildirici
Faruk Bildiricinull privat

DW Türkçe'ye konuşan Bildirici böyle önemli bir görüşme sonrasında iki liderin birlikte ya da ayrı ayrı gazetecilerin karşısına geçerek soruları yanıtlaması gerektiğini söyleyerek, eleştirisini şöyle aktardı:

"Ama böyle bir açıklama olmadı. Görüşmeyle ilgili bilgiler kulis haberleri ve bu da son derece sakıncalı. Şu anda ne doğru ne değil tam olarak bilemiyoruz. İki tarafın da tabii ki bazı siyaset hesapları olacaktır, bu doğal. Ama siyaset yapmak demek topluma bilgi vermemek demek değil."

Görüşmede tam olarak ne olup bittiğinin hâlâ tam anlaşılamadığını belirten Bildirici, "Bu ülkede ikili zirvelerde neler olduğuna dair her zaman tevatürler doğar. Yıllar sonra birileri açıklama yapsa da herkes o ilk çıkan tevatürlere inanır, mesela Büyükanıt ile Erdoğan görüşmesi gibi" hatırlatmasında bulundu.  

Bildirici görüşmeye dair medya açısından tek olumlu gelişmeyi ise ilk kez muhalif medya olarak tanımlanan ve akredite verilmeyen bazı kurumların AKP Genel Merkezi önünden yayın yapmalarına izin verilmesi olarak gösterdi.

CHP'nin eleştirilere yanıtı ne?

Görüşmeye ilişkin detayların aktarılma süreciyle ilgili eleştirileri CHP Medya ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Burhanettin Bulut DW Türkçe'ye değerlendirdi.

Erdoğan ile görüşmede "kamuoyuna açıklanan konuların hemen hemen hepsi aktarıldı" diyen Bulut, bunların toplam 15-20 başlıkta toplandığını söyleyerek, "1,5 saatte tüm bunlarla ilgili müzakere yapma şansı var mıdır? Yoktur. O nedenle sadece aktarma olur, belli konularda görüşme ve talepler olur" diye konuştu.

CHP Medya ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Burhanettin Bulut
Burhanettin Bulut null Privat

Bulut halkından gündeminde yoksulluk, çeşitli alanlardaki hukuksuzluk ve adaletsizlik gibi konuların ön plana çıktığını ve tüm bunların Özal tarafından iktidara aktarıldığını belirterek, şunları kaydetti:

"Ortada bir gizlilik ya da kasvet yok aslında. Cumhurbaşkanı da açıklama yaptı ve 'yumuşama' dedi. Sonuçta biz toplumun faydasına olacak mı olmayacak mı ona bakacağız. Ortada gizlilik de yok, tüm görüşme kayıt altında. Bizden Namık Bey vardı zaten. Ancak bitmemiş, neticelenmemiş konularda kamuoyunda tartışmanın o konuya bir faydası bu aşamada yok."

AKP ile CHP'nin ilk kez bu tür bir görüşme yaptığına da dikkat çeken Bulut, "İlk defa bir araya geliniyor. Bunun neticesinde bir konuyu üzerinde tepinip de bozmak yerine konunun devamını beklemek gerekiyor" dedi.

Özel-Erdoğan görüşmesi bugünkü CHP Merkez Yönetim Kurulu toplantısında da ele alınacak konular arasında.

Yumuşamadan taraflar ne anlıyor?

Görüşme sonrasında siyasetçiler, gazeteciler ve siyaset bilimciler arasında olumlu ya da olumsuz yönde görüş belirtenler olduğu gibi, CHP için olası risklere dikkat çekenler ya da tarafların tutumlarının açık olmadığını ifade edenler de bulundu.

Bazı siyaset bilimciler Erdoğan'ın "yumuşama" mesajını daha çok muhalefete verdiğini ve kendisinin yumuşamaya niyeti olmadığını savunurken, diğer taraftan erken bir seçim olmaması halinde 2028'e kadar geçecek sürede başta ekonomi olmak üzere çeşitli sorunları aşmak için iktidarın da yumuşamaya ve daha sakin bir siyasete ihtiyacı olduğu yorumları da yapıldı. 

Son günlerde yaşanan "yumuşama" tartışmalarına ilişkin olarak Özel, 1 Mayıs'ta Taksim'in yasak olmasını, ODTÜ stadında öğrencilere izin verilmemesini hatırlatarak, "Ne yumuşamasından bahsediliyor?" dedi. Özel, "Anayasa Mahkemesi kararına rağmen arkadaşlarımız Gezi'den içeride yatıyorsa kimse normalleşmeden bahsetmesin" diye konuştu.

CHP'nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise görüşme öncesinde X hesabından "Saray ile müzakere değil mücadele edilir" derken, görüşme sonrasında da T24 haber sitesinde kaleme aldığı yazıda "Külliye denince akla ne geldiğini" 10 madde halinde sıralayarak, "Hiç kimsenin bu anlayışa yani saraya meşruiyet kazandırma hakkı yoktur" ifadesini kullandı.

Bazı yorumculara göre ise Erdoğan, Özel'i ön plana çıkartarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş gibi iki olası cumhurbaşkanı adayını geri plana atmak ve CHP içinde 14 Mayıs öncesi Millet İttifakı içindekine benzer bir yeni tartışma başlatmayı hedefliyor.

"Erdoğan'ın CHP içinde karışıklık planı olduğu şeklindeki" yorumlara dair bir soruyu Özel, "Kayıt dışı siyasete karşıyız. Her şeyi gözlerinizin önünde yapıyoruz, açıklıyoruz, çalışıyoruz. Hiç kimse korkmasın. CHP'yi topuyla, tüfeğiyle, tankıyla darbeciler karıştıramadı… Özgüvensiz tartışmalarla kimse kimseyi meşgul etmesin. İşimiz var daha iktidar olacağız" sözleriyle yanıtladı.

Bundan sonra ne bekleniyor?

Görüşmenin ardından beklenen en önemli gelişme Erdoğan'ın CHP'ye ziyareti olacak.

Bu görüşmenin ne zaman olacağına ilişkin henüz açıklanan bir takvim bulunmuyor.

Bir diğer beklenti ise ilk görüşmenin ardından iktidar tarafından gelebilecek adımlar. Can Atalay ve Osman Kavala ile birlikte diğer Gezi tutukluları, Selahattin Demirtaş, 28 Şubat'tan cezaevinde bulunan ve ileri yaşlarından dolayı zor durumdaki tutuklular gibi farklı dosyalarda olumlu bir gelişme olup olmayacağı kulislerde merak ediliyor.

Bu beklentiyi doğuran önemli etkenlerden birisi de hükümete yakınlığı ile bilinen medyanın görüşmeye yüklediği anlam olarak öne çıkıyor. Bu kapsamda Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi'nin Kavala ve diğer Gezi tutuklularının yeniden yargılanmasını gündeme getirmesi dikkati çekiyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Sinan Ateş iddianamesi: Azmettiren ve cinayet nedeni yok

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş cinayetine ilişkin 22 tutuklu şüpheli hakkında hazırladığı iddianamenin ayrıntıları ortaya çıktı. Cinayetin azmettiricileri ve nedenine ilişkin hiçbir bilginin yer almadığı iddianamede, dosyanın şüphelisi olan Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım'ın adının hiçbir yerde geçmemesi dikkat çekti.

Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ahmet Altun'a devredilen Sinan Ateş cinayeti soruşturması sonucunda hazırlanan iddianame, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Aykut Cihangir'in imzasını taşıyor. İddianamede, Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş ile cinayet sırasında yaralanan Selman Bozkurt müşteki olarak yer aldı.

İddianamede, dosyanın şüphelisi olan ve Sinan Ateş'in adresinin bulunması talimatını verdiği bilirkişi raporuna yansıyan Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım'ın adının hiç geçmediği görüldü. Tolgahan Demirbaş'ın, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amiri M. E. A.'dan Sinan Ateş'in adresini isterken gönderdiği "Amirim bizim GB istedi de" şeklindeki mesaja yer verilen iddianamede, "GB"nin Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım olduğu bilgisi yazılmadı. Bu yazışmada, Mustafa Aykal, "Reis önceki GB'ye çıkıyor bu numara" derken, Tolgahan Demirbaş ise "aynen," "reis," "onun ipini çekmişler" diye yanıt vermişti.

Cinayet nedeni de yazılmadı

Bunun yanı sıra cinayetin neden işlendiğine ilişkin de iddianamede bir değerlendirme yer almadı. Şüphelilerin örgütlü bir şekilde cinayeti işlemesine karşılık iddianamede, zanlılara yönelik herhangi bir suç örgütü isnadında bulunulmadı. Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş'in Ahmet Yiğit Yıldırım'ı suçlayan ifadesi de iddianameye geçirilmedi.

Azmettirici kim?

İddianamede "cinayetin azmettiricisi" olarak yer alan eski Ülkü Ocakları yöneticisi Tolgahan Demirbaş'a, bu talimatı kimin verdiği belirtilmedi. Yine Demirbaş'ın dönemin MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz'un evinde yakalandığı bilgisi de iddianameye yazılmadı. Savcılığın Ahmet Yiğit Yıldırım'ın arasında bulunduğu tutuksuz şüpheliler yönünden dosyayı ayırdığı öğrenildi. Bu şüpheliler yönünden soruşturma devam edecek.

Şüpheliler neyle suçlanıyor?

İddianamede, Sinan Ateş'i öldüren Eray Özyağci ile tetikçiyi olay yerine getiren ve kaçıran Vedat Balkaya ile Suat Kurt hakkında müşterek fail olarak Ateş'e yönelik toplu halde, iştirak halinde "tasarlayarak kasten öldürme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. Bu şüpheliler, Selman Bozkurt'un yaralanması nedeniyle de 13 yıldan 20 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacak.

Cinayetin organizasyonunda rol alan Doğukan Çep ve Tolgahan Demirbaş hakkında da "cinayeti azmettirdiği" iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi

Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Emre Yüksel, MHP'li avukat Serdar Öktem, polisler Aşkın Mert Gelenbey, Murat Can Çolak, M. E. A., eski MİT mensubu Çağlar Zorlu'nun arasında bulunduğu 17 şüpheli hakkında ise "cinayete yardım" suçundan 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası talep edildi. Ancak iddianamede, özellikle Emre Yüksel ve Serdar Öktem'e ilişkin suçlamaların ayrıntılarının yer almaması da dikkat çekti.

İddianamede, Sinan Ateş'e isabet eden 5 kurşundan 4'nün öldürücü nitelikte olduğu belirtildi.

İddianamenin "değerlendirme" bölümünde, Sinan Ateş'i öldürmek üzere "azmettirici" Doğukan Çep ve Tolgahan Demirbaş'ın "planlama ve tasarlama" yaptıkları anlatıldı. Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amiri olarak görev yapan Mustafa Ensar Aykal'ın Tolgahan Demirbaş'ın isteği üzerine Sinan Ateş'in cep telefon numarasını olaydan 8 ay önce sorguladığı ve ev adresini Tolgahan Demirbaş'a ilettiği ifade edildi. Diğer yandan Ahmet Yiğit Yıldırım'ın özel kalem müdürü olan Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Emre Yüksel'in Sinan Ateş'in avukatı Ali Yücel'in aracının sorgulanmasını Tolgahan Demirbaş'tan istediği anlatıldı.

İddianamede, Tolgahan Demirbaş'ın Ankara'nın Gölbaşı ilçesine Vedat Balkaya tarafından motosiklet ile getirilen tetikçi Eray Özyağci'yi bir araca bindirerek kaçırdığı anlatıldı. "Dodo" lakaplı Doğukan Çep'in de olayın diğer azmettiricisi olduğu anlatılan iddianamede, şöyle denildi:

"Şüpheli Doğukan Çep'in şüpheliler Eray Özyağci, Vedat Balkaya ve Suat Kurt'u maktulü öldürmek üzere azmettirdiği, şüpheli Eray Özyağci'nin silah kullanma konusunda usta olduğu, şüpheli Vedat Balkaya'nın moto kurye olduğu, iyi şekilde motosiklet kullandığı, olayın öncesinde ve sonrasında daha hızlı, esnek ve rahat hareket edebilmek üzere motosiklet ile olay yerine gelinmesi ve olay yerinden uzaklaşılmasının planlandığı, diğer şüpheli Suat Kurt'un olaydan önce, olay sırasında yoğun şekilde keşif ve gözcülük yaptığı, olayın tarafları ve azmettiricileri arasında bilgi ve veri paylaşımı yaptığı, bu suretle şüpheliler Eray Özyağci, Vedat Balkaya ve Suat Kurt'un maktulün öldürülmesi ve müşteki Selman Bozkurt'un öldürülmesine teşebbüs edilmesi olayında eylem üzerinde ortak hakimiyetlerinin bulunduğu, müşterek fail oldukları."

Ayşe Ateş'ten tepki

Öte yandan iddianamenin bir parçasını X hesabından paylaşan Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş, "İddianame burada. Peki, azmettiriciler nerede? Böyle bir suikastı birkaç çapulcunun tasarlayıp planladığına inanmamızı gerçekten bekliyor musunuz? Sırf bu iddianameyi hazırlamak için kamuoyunu neden bir buçuk yıl beklettiniz?" diye sordu.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

İsrail ile ticaretin durdurulmasının etkileri ne olur?

Türkiye Ticaret Bakanlığı "İsrail hükümeti, Gazze'ye kesintisiz ve yeterli miktarda insani yardım akışına izin verinceye kadar" İsrail ile her türlü ihracat ve ithalat işleminin durdurulduğunu açıkladı. Bakanlık, 9 Nisan'da 54 ürün grubunun İsrail'e ihracatının kısıtlanması kararı almış, ancak kararın kapsamı açıklanmamıştı.

Ticari ilişkilerin durdurulma kararı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 24 Nisan'da Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ile düzenlediği ortak basın toplantısında, DW Türkçe Yayınlar Yöneticisi Erkan Arıkan'ın Türkiye ile İsrail arasındaki ticarete yönelik sorusuna karşılık, "O iş bitti... Yoğun ticari ilişkileri artık ayakta tutmuyoruz" açıklamasının ardından geldi.

Türkiye ile İsrail arasındaki siyasi ilişkiler sık sık sert iniş çıkışlara sahne olsa da iki ülkenin ekonomik ilişkilerinin temelinde siyasi tutumlardan bağımsız bir iş birliği yatıyordu. ABD'nin terör örgütleri listesinde yer alan Hamas'ın İsrail'e saldırısıyla başlayan Gazze Savaşı, aylar sonra ticari ilişkiler açısından bir dönüm noktası oldu.

İsrail: Türkiye anlaşmaları ihlal ediyor

Ticaret Bakanlığı'nın yaptığı açıklama öncesinde Bloomberg, Türkiye'nin İsrail ile tüm ticari ilişkileri durdurduğunu iddia etmişti. Bu haberin ardından X hesabından açıklama yapan İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail'in ithalat ve ihracat limanlarını engelleyerek anlaşmaları ihlal ediyor. Türk halkının ve iş insanlarının çıkarlarını hiçe sayan ve uluslararası ticaret anlaşmalarını görmezden gelen bir diktatör işte böyle davranır" ifadelerini kullandı.

Türkiye Ticaret Bakanlığı'nın web sitesinde yer alan bilgilere göre Türkiye ile İsrail arasında her biri 1996 yılında imzalanan Gümrük İdarelerinin Karşılıklı Yardım Anlaşması, Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması, Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması, Ticaret, Ekonomik, Sınai, Teknik ve Bilimsel İş birliği Anlaşması ve Serbest Ticaret Anlaşması ile 2009'da yapılan Türkiye-İsrail Karma Ekonomik Komisyon (KEK) IV. Dönem Toplantısı protokolleri bulunuyor.

Karar hukuki bir sorun oluşturur mu?

Peki alınan karar mevcut anlaşmalar açısından Türkiye için hukuki bir sorun teşkil eder mi?

DW Türkçe'ye konuşan uluslararası mali hukuk uzmanı Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, ticareti durdurma kararının hukuki açıdan yaptırımı olmayacağı görüşünde.

Gümrük İdarelerinin Karşılıklı Yardım Anlaşması ve Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması'nda taraflar arasındaki görüşmelerde ihtilaf çözümlenmezse fesih imkanının açık bir şekilde düzenlenmiş olduğuna işaret eden Başaran Yavaşlar, söz konusu anlaşmaların fesih bildiriminden altı ay sonra yürürlükten kalktığını belirtiyor.

Uluslararası mali hukuk uzmanı Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar
Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlarnull privat

Başaran Yavaşlar, Ticaret, Ekonomik, Sınai, Teknik ve Bilimsel İş birliği Anlaşması'nda da ihtilafın taraflarca dostane bir şekilde çözümlenmesinin düzenlendiğine, dolayısıyla bu anlaşmaya dair bir fesih sorununun da görünmediğine dikkat çekiyor. 1996 tarihli Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması'nda tarafların 10 yıl sonra anlaşmayı sonlandırma hakkı bulunuyor.

Serbest Ticaret Anlaşması'na yönelik olarak ise sorunun çözümü için öncelikli olarak bir ortak komite kurulmasının kararlaştırıldığına işaret eden Başaran Yavaşlar'ın verdiği bilgiye göre, bu bir çözüm olmazsa, taraflardan biri, ortak komiteyi de bilgilendirerek bir tedbir alma hakkına sahip. Ancak bu tedbirin anlaşmaya en az zarar verecek tedbir olması gerekiyor. Yine anlaşmaya göre taraflardan bir tanesi hakem atama talebinde bulunabiliyor. Her iki ülkenin hakemleri ve bir ortak hakemle karar oy birliğiyle alınıyor. Bu karara da tarafların uyması gerekiyor. Yine Serbest Ticaret Anlaşması'nda da fesih imkanı mümkün. Tarafların feshi altı ay önce diplomatik yollarla bildirmesi gerekiyor.

"Anlaşmaların feshi yoluna gidilmez"

Ancak İsrail ile ilişkilerde geçmişte de kritik süreçlerden geçilmiş olmasına rağmen bu anlaşmaların hiç birinin feshi yoluna gidilmediğini söyleyen Başaran Yavaşlar, şu anda da böyle bir durumun söz konusu olmayacağını düşünüyor.

Ticari ilişkilerin sonlandırılmasının daha çok Serbest Ticaret Anlaşması'nın konusu olduğunu dile getiren Başaran Yavaşlar, "Bu şekilde ilişkiler yine bir müddet durdurulmuş olacak. İsrail de tabii ki buna misilleme yapacaktır. Diğer yandan biliyorsunuz Filistin'in tanınması söz konusu. Avrupa Birliği'nden yapılan açıklamalar pek çok Avrupa Birliği devletinin yakında Filistin'i tanıyacağı, Birleşmiş Milletler'e de üye olarak kabul edileceği şeklinde. Yakın zaman içerisinde belki ona bağlı olarak bir yumuşama hali tekrar ortaya çıkabilir" diyor. ABD'deki Filistin yanlısı öğrenci protestolarını hatırlatan Başaran Yavaşlar, "Tabi İsrail uygulamalarında farklılaşmaya giderse yumuşama olur. Ama şu aşamada en azından bir müddet bundan dönüş olmayacaktır" diye ekliyor.

"Dünya Ticaret Örgütü'ne gidilebilir"

Diğer yandan hem Türkiye hem de İsrail'in Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olduğuna işaret eden Başaran Yavaşlar, aralarındaki sorunu herhangi bir şekilde çözemedikleri durumda taraflardan birinin uyuşmazlık çözüm mekanizmasına başvurabileceğini anlatıyor. Müzakerelerden altı ay sonuç alınmaması halinde temyiz sürecine varan aşamaların olduğunu ifade eden Başaran Yavaşlar, "Bu süreçte Türkiye'nin anlaşmaya uymadığına karar verilmesi halinde nasıl bir yaptırım var? Bir tazminat burada öngörülmüş vaziyette ama tazminat neredeyse hiç uygulanmıyor. Bu durumda davacı olana, yani şikayet eden ülkeye misilleme imkanı tanınmış vaziyette. Bunu da devletler görüyorlar netice itibariyle. Dolayısıyla hiç oraya bile gitmeden kendi meselelerini kendileri yapıyorlar açıkçası" diye konuşuyor.

Mevcut ticari ilişkiler ne boyutta?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre İsrail, 2023 yılında, 5,4 milyar dolar ihracat hacmi ile Türkiye'nin en fazla ihracat gerçekleştirdiği ülkeler arasında 13'üncü sırada yer aldı. İsrail, Türkiye'nin toplam ihracatından yüzde 2,1 pay aldı.

Ticaret Bakanlığı'nın verilerine göre de savaşın başlangıcından önceki Eylül ayında Türkiye, İsrail'e 499 milyon dolar değerinde ihracat yaparken savaşın başladığı Ekim ayında İsrail'e yapılan ihracat, bir önceki aya göre ciddi bir düşüş göstererek yaklaşık 348 milyon dolar seviyesine geriledi. İhracat rakamı, Kasım ayında ise 319 milyon dolara indi. Ancak iki aylık düşüş sonrası ihracat Aralık 2023'te yönünü tekrar yukarı çevirerek neredeyse savaş öncesi seviyelere geldi. İsrail'e yapılan ihracat Aralık 2023'te 429 milyon doları bulurken Ocak'ta 349 milyon, Şubat'ta 422 milyon, Mart'ta 437 milyon dolar seviyelerine yükseldi. Buna göre İsrail'e olan ihracat Nisan'daki kısıtlama kararı öncesi son altı ayın rekorunu kırdı.

"İhracat daha fazla sekteye uğrayacak"

Bugün açıklanan Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verileri ise Mart ayında 437 milyon dolar olan Türkiye'nin İsrail'e ihracatının Nisan'da 315 milyon dolara gerilediğini gösterdi. 9 Nisan'da İsrail'e ihracata kısıtlama gelmişti. TİM verilerine göre İsrail, Nisan ayı itibarıyla Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı 16. ülke konumunda.

Türkiye'nin İsrail ile ticaret ilişkisinde dış fazla verdiğini, ticaret hacminin yüzde 76'sının ihracattan oluştuğunu ifade eden Prof. Dr. Oğuz Oyan, kararı, "Mevcut rakamlara göre ihracat-ithalat işlemlerinin durdurulması, Türk ihracatını, ithalata oranla daha fazla sekte uğratacak. Demek ki bunu gözden çıkarıyorlar" diye değerlendiriyor.

Türkiye'nin İsrail'den ithalatı Ocak-Mart 2024 döneminde yaklaşık 429 milyon dolar olarak gerçekleşti. Geçen yılın tamamında ise İsrail'den yapılan ithalat 1,6 milyar dolar düzeyinde oldu. İsrail, bu rakamla Türkiye'nin ithalat yaptığı ülkeler arasında 32. sırada yer aldı.

"AKP güven kaybını onarmaya çalışıyor"

Oğuz Oyan'a göre Erdoğan-Biden görüşmesinin iptal edilmesi de ticareti ilişkileri durdurma kararını hızlandırmış gözüküyor.

Geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 9 Mayıs'ta ABD'ye yapması planlanan ziyaret iptal edilmiş, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli, ziyaretin, "Programların uyuşmaması nedeniyle, her iki taraf için uygun olacak ileri bir tarihe ertelendiği" açıklamasını yapmıştı.

Ticareti durdurma kararının altında seçim sonrasında AKP'nin kendini yeniden inşa etme isteğinin de yattığının altını çizen Oyan, "Süreç seçimlerde AKP aleyhine çalıştı. Özellikle Yeniden Refah Partisi üzerinden gelen eleştiriler AKP seçmenini etkiledi, seçim başarısını önemli ölçüde düşürdü. AKP şimdiden seçimler uzakta da olsa toplum nezdinde azalan prestijini ve özellikle de bu konuda doğruları toplumla paylaşmamış olmasının getirdiği güven kaybını bir şekilde onarmaya çalışıyor" ifadelerini kullanıyor.

"Turizme de etkileri olacak"

İhracattaki kaybın gözden çıkarılmış olduğunu düşünen Oyan, İsrail'den Türkiye'ye önemli ölçüde İsrailli turist geldiğine işaret ederek kararın turizme olumsuz etkilerini de dikkat almak gerektiği görüşünde.

Türkiye, İsrailli turistler için önemli bir tatil lokasyonu. Türkiye'yi ziyaret eden İsraillilerin sayısı 2019'da 570 bin ile rekor kırmış, pandemi sonrasında sınırların yeniden açılması ile 2022'de Türkiye'ye gelen İsrailli turist sayısı 843 bini geçmişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre geçen yıl ise İsrail'den Türkiye'ye gelen ziyaretçi sayısı 2022 yılına göre yüzde 9,16 düşüşle yaklaşık 766 bin oldu. İsrail, savaşın ardından Türkiye'ye dönük seyahat uyarısı yaparak ve vatandaşlarına "Türkiye'yi derhal terk edin" çağrısında bulunmuştu. İsrail, bu rakamlarla Türkiye'ye en fazla turist gönderen 13. ülke konumundan 17'ciliğe geriledi.

Türkiye'ye fon akışı nasıl etkilenir?

Oyan'a göre alınan karar, Türkiye'nin dış kaynak arayışını da sekteye uğratabilir.

"Bugünkü Batı dünyası, yani Amerika ve Avrupa İsrail'e dönük önlemler alan ülkelere olumlu bakmıyor. Hatta bütün bunları antisemit eylemler olarak da görüyorlar" diyen Oyan, "Bunların antisemitizm ile kuşkusuz bir ilgisi yok. Gazze'de İsrail'in sürdürdüğü politikaları durdurma, özellikle de son olarak Refah'ta bir katliam yaşanmasına engel olma amacını taşıyor. Ama tabii bunu anlatmaları zor. Bu da İsrail'le olan ilişkileri etkileyeceği gibi, Türkiye'nin finans çevrelerinin ile olan ilişkilerini de etkileyebilir. Türkiye'ye fon akışlarını etkileyebilir gibi de gözüküyor" ifadelerini kullanıyor.

Öte yandan Türkiye'nin yakın zamanda Güney Afrika'nın İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davaya müdahil olmaya karar verdiğini açıkladığına işaret eden Oyan, "Bunun da yabancı yatırımlara ne kadar etkisi olup olmayacağını göreceğiz. Ama sıfır etkide olmayacağını düşünebiliriz" yorumunu yapıyor.

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Şimşek'ten Alman yatırımcıya: Birlikte çok daha güçlüyüz

Almanya'nın Düsseldorf kentinde Avrupa Türk İş İnsanları ve Sanayicileri Derneği (ATİAD) tarafından düzenlenen 8. Ekonomi Günü etkinliğine katılan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Alman yatırımcıları Türkiye'ye yatırım yapmaya davet etti.

Türkiye ekonomisinin son yıllarda gelişme kaydettiğini ve yabancı yatırımcılar için cazibesini artırdığını kaydeden Şimşek, enflasyonun da 2026 yılına kadar tek haneli rakamlara çekilmesinin hedeflendiğini söyledi.

Türk hükümetinin Almanya'yı önemsediğini ifade eden Şimşek, bir yandan köklü ticari ve siyasi ilişkiler, diğer yandan da Almanya'da yaşayan Türkiye kökenlilerin bunda etkili olduğunu kaydetti.

"Almanya bizim için çok değerli bir ülke, çünkü Almanya ile bizim çok güçlü bağlarımız var" diyen Şimşek, "Bugün ben Türkiye'de herhangi bir ile gitsem bu kadar kalabalık bir iş insanına hitap etme ihtimalim gayet zayıf" diye konuştu.

Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin kurumsal ve ekonomi ile sınırlı olmadığını kaydeden Şimşek, ilişkilerin daha çok halktan halka bir bağ olarak kendini gösterdiğini söyledi.

"Almanya değerli bir ortak"

Şimşek, "Almanya'yı biz değerli bir ortak olarak görüyoruz. NATO'da ortağız, Avrupa Birliği sürecinde Almanya'nın yapıcı tutumunu tabii ki her zaman önemsedik. Dolayısıyla biz Almanya ile asla ayrılamayız. Birlikte daha güçlüyüz. Şimdi sizlerin sayesinde bu bağları daha güçlendirmek istiyoruz" dedi.

Mehmet Şimşek, katılmcıların elini sıkıyor
ATİAD'ın düzenlediği Ekonomi Günü'nde Bakan Şimşek, Türkiye ve Almanya'dan iş insanları ile bir araya geldinull Tuncay Yildirim/DW

Türkiye ile Almanya arasındaki ticaret hacminin geçen yıl 55 milyar euro civarında gerçekleştiğini ifade eden Şimşek, "8 binin üzerinde büyük ve orta ölçekli Alman firması Türkiye'de yatırım yapmış, istihdam sağlıyor. Dolayısıyla bu anlamda güçlü bağlarımız var" şeklinde konuştu.

Almanya ile ticari ilişkilerin daha da geliştirilmesi için Alman yatırımcılara çağrı yapan Şimşek, "Önümüzdeki dönemde biz Almanya ile Afrika'da, Orta Asya'da, birçok bölgede beraber iş de yapabiliriz, yani sadece ikili ticaret değil, diğer alanlarda da bu mümkün" ifadelerini kullandı.

Gümrük Birliği'nin güncellenmesine vurgu

Türkiye ile Almanya arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesinin önünde bazı engellerin bulunduğunu da vurgulayan Şimşek, bu bağlamda Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesinin önemine dikkat çekti.

Gümrük Birliği anlaşmasının modernleştirilmesinin siyasi koşullara bağlandığını söyleyen Şimşek sözlerini şöyle sürdürdü:

"Gümrük Birliği'nin güncellenmesinin hem Avrupa Birliği'nin hem de Türkiye'nin menfaatine olacağını düşünüyoruz. Bunu siyasi koşullara bağlamanın, Avrupa'nın stratejik anlamda Türkiye'ye bakış açısının zayıf olduğunu düşündürüyor. Çünkü bunları koşulara bağlamak anlamlı değil. Çok açık ve net şekilde Türkiye'nin, bölgenin menfaatine olan bir konuda bizim ilerleme sağlamamız lazım. Ümit ediyorum Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra bu süreç hızlanır."

Avrupa'ya gelmek isteyen Türk iş insanlarının karşı karşıya olduğu vize sorununa da değinen Maliye Bakanı Şimşek, "İş yapabilmeleri için iş insanlarının, bilim insanlarının seyahat edebilmesi lazım. Bu bağlamda tabii ki vize kolaylığı önemli" diye konuştu.

Ekonomi Günü'nde katılımcılar
Ekonomi Günü'ne Türkiye ve Almanya'dan iş insanları katıldınull Tuncay Yildirim/DW

Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner'in video mesaj yolladığı etkinlikte Avrupa Türk İş İnsanları ve Sanayicileri Derneği Başkanı Aziz Sarıyar, Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başbakanı Hendrik Wüst  ve Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi Ahmet Başar Şen de konuşma yaptı.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Ankara'nın İsrail hamleleri ve olası riskler

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Gazze savaşı nedeniyle İsrail'e yönelik tutumunu sertleştiriyor.

1 Mayıs'ta, Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı'nda (ICJ) İsrail'e karşı açtığı soykırım davasına müdahil olma kararını duyuran Ankara, dün de İsrail ile tüm ticari ilişkilerini "Gazze'ye kesintisiz, engelsiz ve yeterli miktarda insani yardım ulaştırılıncaya kadar" durdurma kararını açıkladı.

İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz
İsrael Katznull Dursun Aydemir/Anadolu/picture alliance / Anadolu

Türkiye'nin bu hamleleri, İsrail'in sert tepkisine yol açtı. İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz, yaptırım kararına tepkisinde doğrudan Erdoğan'ı hedef aldı. Katz, sosyal medya paylaşımında "Diktatörler böyle davranış sergilerler" ifadelerine yer verirken, Erdoğan'ın limanlarda İsrail'in ithalat ve ihracatını bloke ederek anlaşmaları ihlal ettiğine dikkat çekti.

Türkiye'nin Perşembe günü duyurduğu yaptırım kararının Dünya Ticaret Örgütü kapsamındaki yükümlülüklerine aykırılık teşkil edip etmediği, hukuki sonuçlar doğurup doğurmayacağı ile ilgili tartışmaları ise sürüyor.

"Ticaret, ilişkilerin son oksijen kaynağı"

İsrail-Türkiye ilişkileri uzmanı Gallia Lindenstrauss ise asıl bundan sonra yaşanabilecekler konusunda endişeli olduğu söylüyor.

İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS) kıdemli uzmanı Lindenstrauss, Ankara'nın ticari ilişkileri tamamen durdurma hamlesini DW Türkçe'ye, "Bu çok ciddi ve endişe verici" sözleriyle değerlendirdi. Ticari ilişkilerin, İsrail-Türkiye ilişkilerinde "tek oksijen kaynağı" olarak kaldığını söyleyen Lindenstrauss, Ankara'nın bunun da darbe almasına yol açacak radikal bir tedbir almasını "şoke edici" olarak tanımladı.

"Son derece kafa karıştırıcı"

İsrailli uzman, AKP hükümetinin tedbirinin mahiyetinin aslında Türkiye'nin kendi çıkarları açısında da "son derece kafa karıştırıcı" olduğunu ifade ederken, şunları kaydetti:

İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS) kıdemli uzmanı Gallia Lindenstrauss
Gallia Lindenstrauss.null Privat

"Çünkü aslında Türkiye, İsrail ile pozitif bir ticaret dengesine sahip. İkili ticaretin dörtte üçü Türkiye'nin İsrail'e yaptığı ihracattan oluşmakta. İsrail, zorluklara rağmen başka tedarikçiler bulacaktır. Ama diyelim Türkiye bir süre sonra yine rotasını değiştirdi. Güven ve öngörülebilirliği sarsan böylesine sert bir adımın ardından İsrailli ithalatçılar Türkiye ile ticarete devam eder mi? Devam etmek ister mi?"

AKP'nin İsrail ile ticareti durdurma hamlesi özellikle Türk ihracatçılarını olumsuz etkileyecek gibi görünüyor. Türkiye İhracatçıları Meclisi (TİM) Başkanı Mustafa Gültepe, İsrail ile ihracatın durdurulması nedeniyle 5-6 milyar dolarlık bir kaybın söz konusu olacağını, ihracat yasağının uzun sürmesi halinde de devletin ihracatının büyük bir bölümünü İsrail'e yapan firmalara sahip çıkmak, kayıplarını da karşılamak durumunda kalacağını söyledi.

Ankara'nın "Risk alan Türkiye stratejisi" sonuç verir mi?

Peki Erdoğan, zaten zor bir süreçten geçen Türkiye ekonomisini etkileyebilecek adımı neden atıyor? Bazı yorumcular Erdoğan'ın sertleşen İsrail hamlelerinin gerisinde yerel seçim mağlubiyeti ve iç politika baskısının rol oynadığı görüşünde.

Gallia Lindenstrauss ise bu denli ciddi bir politika değişikliğinin salt iç siyaset hesaplarıyla açıklanamayacağı görüşünde. İsrailli uzman ayrıca Ankara'nın hamlelerini değerlendirirken sadece Erdoğan'a odaklanılmaması ve daha geniş bir perspektiften bakılması gerektiğine işaret ederek, "Karar alma süreçlerinde yer alan başka kişiler, daha büyük risk alan bir Türkiye stratejisinin, hem sahada hem de Türkiye'nin uluslararası konumunun güçlendirilmesi bakamından olumlu sonuçlar doğuracağına inanıyor" diyor.

Erdoğan'ın Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile dua ederken çekilmiş fotoğrafı
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ortadoğu'ya yönelik olarak daha ideolojik bir politikaya yöneldiği öne sürülüyor null Murad Sezer/REUTERS

Lindenstrauss, bu politikayı "macerapest dış politika" olarak tanımlarken, söz konusu stratejinin tıpkı Ankara'nın Arap Baharı döneminde İhvan'a, Müslüman Kardeşler'e verdiği destek politikalarında olduğu gibi yine başarısızlıkla sonuçlanacağını öne sürdü.

İsrailli uzman, "Tıpkı Arap Baharı'nın ilk yıllarında Türkiye'nin daha ideolojik bir dış politikaya yöneldiği dönemde gördüğümüz gibi bu da ciddi bir şekilde geri tepecek" diye konuştu.

ABD'de Türkiye'ye yaptırım çağrıları yükseliyor

Batılı diplomasi kulislerinde, 7 Ekim'de İsrail'i hedef alan terör saldırıları sonrasında Hamas'a çok güçlü destek vermesi nedeniyle Ankara'nın zaten Gazze'de ateşkes sağlanmasına dönük müzakerelerden dışlandığını ve aslında son hamleleriyle de "Türkiye'yi oyun dışında bırakamazsınız, bırakırsanız biz de oyunu bozarız" mesajı vermek istediği konuşuluyor.

Akşam alacakaranlığında ABD Kongre binası
ABD Kongresi'nde İsrail'e yönelik sertleşen tutumu nedeniyle Türkiye'ye yaptırım uygulanması yönünde çağrılar yapılıyor. null picture-alliance/dpa/Bildfunk/epa/J. L. Scalzo

Ancak uzmanlar ABD ve Avrupa Birliği'nin (AB) terör örgütü olarak tanıdığı Hamas'a güçlü desteği ile tepkileri üzerine çeken Erdoğan'ın İsrail'e yönelik son hamlesiyle sadece Türkiye ekonomisini zora sokmayacağı, aynı zamanda Türkiye'nin ABD yaptırımlarına hedef olmasına da yol açabileceğine dikkat çekiyor.

Özellikle ABD'de, Türkiye'nin İsrail'e yönelik art arda attığı adımlar, geniş yankı buluyor. Washington'da Türkiye'ye yaptırım uygulanması, hatta Biden Yönetimi'nin Türkiye'ye satışına onay verdiği F-16'ların teslim edilmemesi yönünde çağrılar yapılıyor.

"Endişeleri daha da körükleyecek"

Alman Marshall Fonu (GMF) Başkan Yardımcısı ve Brüksel ofisi direktörü Ian Lesser ise bu çağrıların somut sonuç doğurma ihtimaline ihtiyatlı yaklaşıyor.

Lesser, Türkiye'nin ABD başta olmak üzere Batılı partnerleriyle ilişkilerinde son aylarda "bir tür yumuşama ve iyileşme yaşandığını" söylerken, "Ama bu zaten ihtiyatlı bir yakınlaşmaydı" diyor.

Alman Marshall Fonu (GMF) Başkan Yardımcısı ve Brüksel ofisi direktörü Ian Lesser
Ian Lessernull Samuel Corum/AA/picture alliance

Amerikalı uzman, Batılı başkentlerin özellikle Erdoğan'ın Hamas ile ilgili söylemleri nedeniyle Ankara'ya mesafeli bir tutum takındığını, Türkiye'nin İsrail'e yönelik son hamlesinin bu endişeleri daha da körükleyeceğini vurgulamakla birlikte, "Ama Ankara'nın İsrail ile ticareti durdurma kararının Türkiye ile zaten mesafeli ilişkilerde daha somut sonuçlar doğuracağını düşünmüyorum. En azında doğrudan olmaz" diye konuştu.

Hem Erdoğan ve çevresinin hem Türklerin önemli bir bölümünün Filistin meselesini Türkiye'nin bölgesel liderlik üstlenmesi gereken bir konu olarak gördüğüne işaret eden Lesser, "Erdoğan'ın Filistin davasına eskiden beri süregelen bağlılığı ve Müslüman Kardeşler ile bağları dikkate alındığında aslında Türkiye'nin politikalarında son aylarda olduğu gibi çekingen davranması bir yönüyle şaşırtıcıydı. Şu anda ise Türkiye'nin asıl, yani gerçek politikasının bir yansımasını görmekteyiz" görüşünü de aktardı.

Erdoğan'ın Beyaz Saray ziyareti neden ertelendi?

Erdoğan'ın bu ay gerçekleşmesi beklenen Beyaz Saray ziyaretinin ertelenmesinde Ortadoğu'daki gelişmelere ilişkin görüş ayrılıklarının etkili olduğu hatta ziyaretin ertelenmesi nedeniyle Ankara'nın son günlerde İsrail'e yönelik politikalarını sertleştirdiği iddia ediliyor.

Ian Lesser'e göre bu ziyaretin gerçekleşmemesinde, "taraflar arasında ortak endişe konularında yeterli düzeyde görüş birliği sağlanamaması" etkili oldu ve her iki taraf gerilime sahne olacak bir ziyaretin gerçekleşmesini arzu etmedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu ay ABD Başkanı Joe Biden ile Beyaz Saray'da olması beklenen buluşma iptal edildinull Gabriel Bouys/AFP/Getty Images

Ancak Lesser'e göre aslında Filistin meselesi ve Gazze'de olanlar konusunda Türkiye ile İsrail ve Batılı partnerleri arasında çok ciddi görüş ayrılıkları olmasına rağmen tarafların bölgede gerilimin tırmandırılmaması konusunda ortak çıkarlar bulunuyor.

İran ile tırmanacak gerilimin Türkiye dahil tüm bölge için ciddi bir tehdit oluşturduğuna dikkat çeken Lesser, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ayrıca Türkiye nükleer bir güç haline gelecek bir İran istemeyecektir yanında. Bu nedenle Türkiye-İsrail sürtüşmesi olsa da bölgede istikrarın sağlanması, Gazze'deki Filistinlilere yeterli düzeyde insani yardım ulaştırılmasını sağlayacak bir uzlaşıya varılması büyük önem taşıyor. Ayrıca Türkiye ile İsrail arasında gerilim yaşanıyor olsa da her iki tarafın ortak çıkarları bulunduğu göz ardı edilemez. Her iki ülke de Hizbullah gibi devlet dışı aktörlerin deniz ticaretine, enerji altyapılarına müdahale etmesini istemiyor. Bölgede gelecekte yaşanacak gelişmeler bakımından da bunlar büyük önem taşıyor. Ayrıca şu da göz ardı edilmemeli: Kızıldeniz'de yaşananlar Doğu Akdeniz'e de sıçrayabilir, bundan Türkiye de etkilenebilir."

Hamas'ın siyasi liderleri neden hala Türkiye'de?

Bu arada Türkiye İsrail'e yönelik tutumunu sertleştirken, AB ve ABD'nin terör örgütü olarak tanıdığı Hamas'a güçlü desteğini sürdürmesi dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daveti üzerine Türkiye'ye gelen Hamas'ın siyasi liderleri İsmail Haniye ve Halit Meşal'in ülkede kalmaya devam etmeleri soru işaretlerine yol açıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 20 Nisan'da Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye ile görüşmesinde, her iki tarafın heyetleri karşılıklı oturuyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hamas'ın siyasi liderini 20 Nisan'da İstanbul'da ağırladınull DHA

Erdoğan'ın 20 Nisan'da İstanbul'da ağırladığı Hamas temsilcileri, o günden bu yana aralarında Saadet Partisi Genel  Başkanı Temel Karamollaoğlu, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ve Büyük Birlik Partisi BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin de bulunduğu Türk siyasetçilerle görüşmeler gerçekleştirdi, ayrıca İsmailağa cemaatini de ziyaret etti.

İsrail ve Arap basınındaki haberlerde Hamaslı siyasi liderlerin "karagahlarını geçici olarak Katar'dan Türkiye'ye naklettikleri" iddiaları irdelenirken, "Haniye'nin bir süreliğine kimi Arap ve Filistinli yetkililerle görüşmek için Türkiye'de kalacağı" öne sürülüyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Türkiye Güney Afrika davasına nasıl müdahil olacak?

Türkiye Güney Afrika'nın İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) açtığı soykırım davasına müdahil olma kararı verirken başvuru sürecine ilişkin hazırlıklar da devam ediyor. Peki Türkiye davaya nasıl müdahil olacak?

Açık kaynaklardan toplanan bilgilere göre; devletler Adalet Divanı nezdinde açılmış bir davaya ilkesel olarak iki madde üzerinden müdahil olabiliyor.

Bunlardan birincisi olarak UAD Statüsü'nün 62. maddesi öne çıkıyor. Bu maddede, "Bir devlet, davadaki karardan etkilenebilecek hukuki nitelikte bir çıkarı olduğunu düşünürse Mahkemeden müdahil olmasına izin verilmesini talep edebilir" hükmü bulunuyor.

Nikaragua, Güney Afrika'nın açtığı davaya bu 62. Madde üzerinden müdahil olma isteğini bildirmişti. Ülkelerin bu madde üzerinden olan müdahillik talebini Divan karara bağlıyor.

Adalet Divanı davalarına müdahil olmanın bir başka yolu ise 63. madde. Bu madde Adalet Bakanlığı sitesine göre şöyle:

"Uyuşmazlığın taraflardan başka devletlerin de katıldığı bir antlaşmanın yorumlanması söz konusu olduğu zaman yazman bu devletlere hemen durumu bildirir. Kendisine duyuruda bulunulan her devlet yargı sürecine katılma hakkına sahiptir; ancak bu hakkı kullanırsa yargının varacağı hüküm o devlet için de aynı ölçüde bağlayıcı olur."

Diplomatik kaynaklara göre 63. madde Türkiye'ye de uyuşmazlık konusu olan sözleşmenin nasıl yorumlanması gerektiğine ilişkin genel beyanda bulunma imkânı getiriyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan
Hakan Fidannull Alaa Al-Sukhni/REUTERS

Bu çerçevede Türkiye müdahillik başvurusu kabul edilmesi durumunda, Güney Afrika'nın davasına dayanak teşkil eden 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin nasıl yorumlanması gerektiği ile ilgili hususlarda beyanlarda bulunabilecek.

Bu arada maddede bahsi geçen bağlayıcılık konusunda ise Ankara "Sadece soykırım sözleşmesinin nasıl yorumlanacağına ilişkin olması nedeniyle ileride Türkiye'yi ilgilendiren güncel ya da tarihi olaylar açısından herhangi bir dava açılmasına dayanak teşkil etmediğini" düşünüyor.

BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca kendiliğinden UAD Statüsüne de taraf olduğu için Türkiye de bu kapsamda yer alıyor. Ancak Türkiye UAD'nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmiyor.

Diplomatik kaynaklar Türkiye'nin İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyeleri arasında Güney Afrika davasına müdahil olan ilk ülke olacağına da dikkat çekiyor.

Kolombiya da 63. Madde kapsamında müdahillik talebinde bulunmuştu.

Diplomatik kaynaklar Divan'ın Ukrayna-Rusya arasındaki soykırım davasında, 63. madde kapsamında "müdahillik" başvurusu yapan 33 devletten ABD hariç 32'sinin başvurusunu kabul ettiğini hatırlatarak, bu nedenle Ankara'nın başvurusunun da kabul edilmesini beklediklerini bildiriyor.

Gazze'de bir bina enkazının üstünde iki kişi
BM'nin son verilerine göre yerle bir olan Gazze'de 37 milyon ton enkaz bulunuyornull Abed Rahim Khatib/dpa/picture alliance

TBMM'den heyet Lahey'e gidebilir

Bu arada TBMM Adalet Komisyonu Başkanı AKP'li Cüneyt Yüksel de TBMM'de açıklama yaparak hukuki çalışmaların sonuçlanmasının ardından resmi başvurunun yapılacağını bildirdi.

Yüksel açıklamasında "Uluslararası hukukun, hiçbir istisnaya ve istisnaya izin verilmeksizin, her koşulda herkese eşit bir şekilde uygulanması gerekiyor. Uluslararası Adalet Divanı'nın da bu prensiple hareket edeceğine inanıyorum" dedi.

TBMM'den Yüksel başkanlığındaki bir heyetin önümüzdeki günlerde merkezi yine Lahey'de olan Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) giderek temaslarda bulunması bekleniyor. Yüksel savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, soykırım ve saldırganlık gibi en ağır uluslararası suçları soruşturmak ve yargılamak üzere 2002 yılında kurulan UCM'ne ek deliller sunacaklarını belirtti.

Bayar: "Müdahil olmak Türkiye'nin hakkı ve görevi"

Türkiye'nin müdahillik kararını ve hukuku süreci DW Türkçe'ye değerlendiren Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tuğba Bayar, Türkiye'nin 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ne taraf ülke olarak bu davaya katılmasının hem hakkı hem de sözleşmeden doğan görevi olduğunu belirtiyor.

Bayar, bununla birlikte henüz bu müdahillik durumunun niteliğine yönelik bir açıklama olmadığını ve ayrıntıları beklemek gerektiğini ekleyerek, şunları dile getiriyor:

Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tuğba Bayar
Dr. Tuğba Bayarnull Uni Bilkent

"Türkiye'nin elinde ne yönde bir kanıt var, hukuki stratejisini ne üzerine kuruyor veya Güney Afrika'nın stratejisi üstüne mi bina ediyor henüz bilmiyoruz. Güney Afrika'nın stratejisine katkı niteliğinde olması davanın seyri açısından muhakkak bir avantaj olacaktır. Güney Afrika'nın üstünde durduğu ihtilafa ek yeni ihtilaf sunmaması beklenir. Sunacağımız kanıtların medya görüntülerinin ötesinde olması beklenir."

Türkiye'nin savının muhtemelen İsrail'in Gazze'ye / Filistin'e yönelik hareketlerinde bir değişiklik yapmamış olmasına dayanabileceği öngörüsünde bulunan Bayar, Ocak ayında İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun sarf ettiği "Bizi kimse durduramaz, Lahey de durduramaz" sözlerinin bunun temelini teşkil edebileceğini kaydediyor.

Davaya Türkiye'den önce Nikaragua ve Kolombiya da müdahil olmak üzere başvurularda bulunmuştu. Divan, bu başvurulara izin verip vermeyeceğini henüz açıklamadı. Almanya ise İsrail lehinde müdahil olma niyetini açıklamıştı.

Ne olmuştu?

Güney Afrika, İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuyla 1948'te kabul edilen Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle 29 Aralık'ta Uluslararası Adalet Divanı'na başvurmuştu.

Uluslararası Adalet Divanı, Güney Afrika'nın açtığı davada kararını Ocak ayında açıklamıştı. Mahkeme, İsrail'in dosyayı reddetme kararını onaylamadığını belirterek davanın görüleceğini bildirmişti. Hollanda Lahey merkezli mahkeme ayrıca İsrail'in Gazze'de soykırımı önlemek için tüm önlemleri almak zorunda olduğuna hükmederken, doğrudan ateşkes emri vermekten ise kaçınmıştı.

Türkiye ise bu davaya ilk etapta müdahil olmazken, bir heyet davayı takip etmiş ve ayrıca Güney Afrika'ya bilgi ve belge sağlanmıştı. Ankara'nın davaya neden müdahil olmadığı ya da bu davayı neden Türkiye'nin açmadığı kamuoyunda uzun süre tartışılmıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise Ocak ayındaki bir açıklamasında Türkiye'nin dava için belgeler sağladığını söyleyerek, "Şu anda bizim teslim ettiğimiz o belgeler, ağırlıklı olarak görsel belgeler de söz konusu, bu belgelerle İsrail mahkûm olacaktır" demişti.

Ankara'nın İsrail'e karşı uygulamaya soktuğu ve ticaretin sonlandırılmasını içeren bir dizi tedbir kapsamında son olarak bu davaya da müdahil olma kararı verildi.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan kararı "Türkiye olarak Güney Afrika'nın İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davaya müdahil olmaya karar verdik" diyerek açıkladı.

Fidan'ın Başdanışmanı Nuh Yılmaz ise X hesabından 1 Mayıs günü yaptığı paylaşımda, karara ilişkin "Yıllarca Irkçılık / Apartheid ile mücadele eden Güney Afrika, benzeri konularda dünyanın tüm ülkelerinden daha yüksek ahlaki krediye ve ırkçılıkla mücadele konusunda üstün hukuki tecrübeye sahip. Bu nedenle soykırım davasını Güney Afrika'nın açması en doğrusuydu!" yorumunu yaptı.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Basın özgürlüğü: Türkiye'deki 'vahim tablo' değişmedi

3 Mayıs, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1993 yılında aldığı bir kararla tüm dünyada Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlanıyor. Türkiye ise basının demokrasiyi korumaktaki rolünü vurgulayan bu güne, yine gazetecilere yönelik hak ihlallerinin ve siyasi baskının gölgesinde haber alma hakkına yönelik engellerle girdi.

Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, bu yılki Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Türkiye'yi 180 ülke içerisinde 158. sırada gösterdi.

Türkiye'nin 2023 endeksinde 165. sırada bulunduğuna dikkat çeken RSF, bu yedi sıralık ilerleyişin Türkiye'de medya özgürlüğü kapsamında durumun iyiye gittiğinin bir işareti olmadığını vurguluyor.

Son 22 yılda 66 basamak geriledi

RSF bildirisine göre Türkiye, medya özgürlüğünün durumu itibariyle ”Çok vahim” kategorisinde kaldı. Türkiye 2002'de 99. sırada kendine yer bulduğu sıralamada, geçen 22 yılda 66 basamak geriledi.

Endekste 158'inci sıraya yükseliş, büyük ölçüde, geçen yılki endekste Türkiye'nin önünde yer alan Hindistan, Azerbaycan, Rusya, Belarus ve Bangladeş gibi ülkelerin son bir yılda özellikle de "politik" ve "güvenlik" göstergeleri bakımından daha büyük kayıp vermesinden kaynaklandı.

DW Türkçe'ye konuşan RSF Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, "Türkiye, RSF Endeksinde daima kendi elleriyle geriliyor, başka ülkelerin medya özgürlüğü karnesinin dahaca kötüleşmesinden kaynaklı olarak da ilerliyor" diyor ve ekliyor: "Bu durum, Türkiye'nin sıralamadaki yeri kadar acı. Temel özgürlüklere bakış değişmedikçe, otoriterlik uzlaşı toplumuna baskın geldikçe, ne hukuk devleti tesis edilebilir ne de gazetecilik haklarının geliştirilmesine uygun bir zemin yaratabiliriz."

Kıdemli gazeteci Tolga Şardan da yayımlanan bir haberi gerekçe gösterilerek 1 Kasım 2023'te gözaltına alınmıştı.
Kıdemli gazeteci Tolga Şardan da yayımlanan bir haberi gerekçe gösterilerek 1 Kasım 2023'te gözaltına alınmıştı. null Alican Uludağ/DW

Gözaltılar ve soruşturmalar devam ediyor

DW Türkçe'ye konuşan Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Başkanı Gökhan Durmuş da Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğünün büyük bir sorun olarak varlığını sürdürdüğüne işaret ederek "Hala gazeteciler gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklanıyor, yargılanıyor, haberlerine erişim engelleri geliyor" diyor. Durmuş, şu anda Türkiye'nin çeşitli cezaevlerinde 16 gazetecinin silahlı örgüt üyeliği, örgüt propagandası, anayasayı ihlal, gizliliği ihlal suçlamaları ile tutuklu bulunduğuna işaret ediyor.

TGS'ye göre son bir yılda 69 gazeteci gözaltına alındı, 74 gözaltı işlemi uygulandı, Gazeteciler toplamda 153 saat gözaltında kaldı, 52 gazeteci ise haklarında açılan soruşturmalar nedeniyle ifade verdi.

Toplam 264 gazetecinin yargılandığı geçen yıl içinde 63 gazeteci berat ederken, 36 kararda 55 yıl hapis cezası çıktı. Dezenformasyon Yasası sonrasında 40 gazeteciye toplamda 46 soruşturma açılırken, 10 gazeteci gözaltına alındı, 4 gazeteci tutuklandı.

Yine son bir yıl içeresinde 46 haber sitesine erişimin alan adı bazında engellenmesine, 4 bin 148 haber içeriğine URL bazında erişimin engellenmesine, 682 haberin tamamı veya bir bölümünün içerikten çıkarılmasına karar verildi. Basın yayın kuruluşlarına 38 ayrı idari para cezası kararı çıktı ve toplamda 40 milyon 744 bin 956 TL idari para cezası kesildi.

ARCHIV | Berlin Demo für Pressefreiheit
null Maurizio Gambarini/dpa/picture alliance

"En yoğun ihlalin raporlandığı ülke"

Avrupa Birliği üye devletleri ve aday ülkelerde basın ve medya özgürlüğü ihlallerini izleyen Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi'nin (ECPMF) Medya Özgürlüğü Acil Müdahale (MFRR) 2023 raporuna göre Türkiye, istila altındaki Ukrayna'yı da geride bırakarak en yoğun ihlalin raporlandığı ülke oldu.

Bir yıl içinde 236 vakayı raporlayan kuruluş, bu vakaların sadece bildirilen vakalar olduğuna, yani vaka mağdurunun açık kimliğiyle raporda yer almayı kabul ettiği durumları kapsadığına işaret ederek medya özgürlüğünün durumunun aslında daha da vahim olduğu uyarısı yaptı.

Raporu değerlendiren ECPMF Medya Özgürlüğü İzleme Koordinatörü Gürkan Özturan, "Geçen yıl Dezenformasyon Yasası'nın yürürlüğe girmesi, Şubat depremleri sonrasında gazetecilere, medya çalışanlarına ve medya kuruluşlarına yönelik hasmane tutum ve hedef gösterme sonucu gerçekleşen saldırılar, seçim sürecinde yaşanan kısıtlamalar zaten zorlu olan koşulları daha da kötü bir hale getirdi" dedi.

Siyasi baskılar ve yasal düzenlemeler

RSF'ye göre de seçim sürecinde kamu yayıncılığının tarafgirliği, onlarca gazetecinin tutuklanması ve cezasızlık gibi gelişmeler Türkiye'yi, medyaya yönelik "politik" faktörler bakımından en çok gerileyen ülkelerden biri haline getirdi. Şubat depremlerinin ardından gazeteciler hakkında "dezenformasyon" iddiasıyla yürütülen soruşturma ve kovuşturmalara işaret eden Örgüte göre bu da  işlerin "yasal" alanda da iyi gitmediğinin işareti.

RSF Endeksi, uzmanların yanıtladığı soru kitapçığının "Politik", "Güvenlik", "Ekonomik", "Sosyo-kültürel" ve "Yasal" olarak beş göstergeye yansıtılması ve katsayılara bağlanmasıyla ortaya çıkıyor. Hem Türkiye hem de dünya geneli için gerileme gösteren "Politik" gösterge, devletin ve diğer politik aktörlerin giriştiği siyasi baskılar karşısında medyanın bağımsızlığına yönelik destek ve saygının derecesini belirliyor.

Buna göre Türkiye, Doğu Avrupa ve Orta Asya (EECA) bölgesinde siyasi gösterge olarak en ciddi gerileme yaşayan ülkelerden oldu. Genel skor olarak 2023'te 100 üzerinden 33,97 puan toplayan Türkiye, 2024'te 2,37 puan düşüşle 31,6 puanla yetinmek zorunda kaldı.

Kürt medyasına çalışan 9 gazeteci, son olarak 24 Nisan'da düzenlenen operasyonla gözaltına alındı. Sıklıkla gözaltı ve tutuklamalara maruz kalan Kürt medyası çalışanları 2022'de de bir dizi operasyonla gözaltına alınmış, gözaltılar Diyabakır'da protesto edilmişti.
Kürt medyasına çalışan 9 gazeteci, son olarak 24 Nisan'da düzenlenen operasyonla gözaltına alındı. Sıklıkla gözaltı ve tutuklamalara maruz kalan Kürt medyası çalışanları 2022'de de bir dizi operasyonla gözaltına alınmış, gözaltılar Diyabakır'da protesto edilmişti. null Felat Bozarslan/DW

Kürt medyasında tutuklamalar

Bildiride, Mayıs 2023'te gerçekleşen Cumhurbaşkanlık ve Genel Seçimler öncesinde kamu yayıncılığının tarafgirliği, Kürt medyasından onlarca gazetecinin tutuklanması gibi gelişmeler medya özgürlüğünü zayıflatan politik etkenlerden sayıldı.

RSF bildirisinde, "Türkiye'de Recep Tayyip Erdoğan'ın partisinin yeniden seçilmesi endişe kaynağı. Türkiye, gazeteci tutuklamaya devam ediyor, neredeyse sistematik online sansür ve yargı kontrolüyle medyayı zayıflatmayı sürdürüyor" tespitine de yer verildi.

Erol Önderoğlu'na göre gazetecilik kamu makamlarınca susturulmaya devam edildikçe Türkiye, teknolojik yönde Yapay Zeka gibi onca fırsat ve tehlikeler karşısında medya sektörünü kendi elleriyle dönüştürmede geciken ülkeler arasında kalacak.

"Türkiye'de amaç baskılamak olunca medyaya dönük yasal reformlar hiç bir işe yaramıyor" diyen Önderoğlu,  Terörle Mücadele Kanunu'nun 50'den fazla kez değiştirildiğini ve halen kötüye kullanıldığını söylüyor.

"Cumhurbaşkanı'na hakaret" maddesinin en az 76 gazetecinin mahkumiyetinde rol oynadığına dikkat çeken Önderoğlu, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) "Dezenformasyon" düzenlemesine yol vermesini de oldukça sorunlu buluyor. AYM'nin online sansüre zemin hazırlayan düzenlemelerle ilgili kararının ise geç geldiğini belirten Önderoğlu, "Endekste daha iyi yerlere gelmek gazeteciliği 'tehlikeli ve suçlu meslek' anlayışından çıkarmakla mümkün olur" ifadelerini kullanıyor.

Açlık sınırına mahkum gazeteciler

DW Türkçe'ye konuşan Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Başkan Yardımcısı Ceren Bayar da Türkiye'de gazetecilerin çok uzun süredir mesleği neredeyse yapılmaz kılan pek çok uygulamayla, yasakla, engelle mücadele ettiğine işaret ediyor.

"Yayın yasakları, sansür yasası, sendikasızlaştırma, işsizlik, güvencesizlik, davalar, gözaltılar, tutuklamalar artık bu meslekte en çok kullanılan sözcükler oldu" diyen Bayar, tüm bu sorunlara düşük ücretler, yüksek enflasyon ve ne yazık ki açlık sınırına mahkum yaşamların da eklendiğini vurguluyor.

Türkiye'deki gazetecilerin halkın haber hakkını savunarak işsiz kalma, yargılanma, tutuklanma pahasına meslekte kalmaya direndiğini vurgulayan Baran, "Türkiye'nin her geçen gün demokrasiden uzaklaştığı bu koşullarda gazeteciler olarak beklentimiz; işsizlikle tehdit edilmediğimiz, insanca yaşam koşullarına sahip olduğumuz, örgütlenme hakkımızın engellenmediği, sansürün her türlüsünden uzak olarak, özgürce üretebildiğimiz koşulların oluşması. Elbette bunun için mücadelemiz sürecek. Çünkü özgür basın, özgür toplum demektir" diye konuşuyor.

Kürt medyasına polis operasyonu

Gazeteci yoksulluğu da ana gündem

TGS Başkanı Durmuş da sendika olarak bu yılki raporlarının temasını basın özgürlüğünün konuşulmayan kısmı olan "gazeteci yoksulluğu" olarak belirlediklerini söylüyor.

Ekonomik kaygı içinde ve iş güvencesinden yoksun çalışan gazetecilerin, kalemlerini özgürce kullanamadığını sahadaki görüşme ve gözlemlerinde gördüklerini ifade eden Durmuş, "Basın çalışanlarının geçim kaygısı, hiçbir dönem bu kadar büyük olmadı. İş güvencesi, ekonomik ve sosyal haklar, adil ücret talebi de doğrudan basın özgürlüğünün konusu. Türkiye'de gazeteciler haberlerini korumak için savaşırken şimdi karınlarını doyurmak için de savaş sürdürmek zorunda. Gelecek kaygısı olan, evinin kirasını düşünmek zorunda olan gazetecinin özgürce haber yapması beklenemez" diyor ve ekliyor: "Türkiye Gazeteciler Sendikası olarak basın özgürlüğü mücadelesinin bir parçası olarak gördüğümüz gazeteci yoksulluğuna da sessiz kalmayacağız."

Gazeteciler Cemiyeti'nin 2023 Mesleki Memnuniyet Anketi'ne göre de Türkiye'de gazetecilerin üçte biri asgari ücret ya da bunun altında maaş alıyor. Gazeteciler bu düşük ücretlere karşın uzun mesai saatleriyle çalışıyor. Yasal çalışma süresi olan 8 saat çalışan gazetecilerin oranı sadece yüzde 28,2. Gazetecilerin büyük bölümü (yüzde 39,4) günlük 9 ila 12 saat arasında çalışıyor. 13 saat ve üzeri çalıştığını belirtenlerin oranı ise yüzde 14,7.

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Türkiye İsrail'le tüm ticari ilişkilerini kesti iddiası

Bloomberg'in iki Türk hükümet yetkilisine dayandırdığı habere göre Türkiye, Perşembe gününden itibaren İsrail ile arasındaki bütün ithalat ve ihracat faaliyetlerini, Ankara'nın aldığı bir karar doğrultusunda askıya aldı.

Haberde Türkiye'nin İsrail'e ihracatı ve İsrail'den ithalatını durdurarak, bu ülkeye ambargo uygulama kararı aldığı iddia edildi. Ancak bu konuda henüz resmi bir açıklama yapılmadı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 24 Nisan'da Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ile Ankara'da düzenlediği basın toplantısında DW Türkçe Yayınlar Sorumlusu Erkan Arıkan'ın İsrail- Türkiye ticareti hakkındaki sorusuna, "İsrail ile yoğun ticareti artık ayakta tutmuyoruz" yanıtını vermişti.

Kartz'dan Erdoğan'a "diktatör" tepkisi

Türkiye'nin İsrail ile tüm ticari ilişkileri durdurduğunun iddia edilmesinin ardından X hesabından açıklama yapan İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail'in ithalat ve ihracat limanlarını engelleyerek anlaşmaları ihlal ediyor. Türk halkının ve iş insanlarının çıkarlarını hiçe sayan ve uluslararası ticaret anlaşmalarını görmezden gelen bir diktatör işte böyle davranır" ifadelerini kullanarak söz konusu iddiaları doğrulamış oldu.

Türkiye, İsrail'in Gazze'deki saldırıları nedeniyle İsrail'e 54 ürün grubunun ihracatını geçen ay  kısıtlamıştı.

 

DW / TY,ET

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Erdoğan-Özel görüşmesi: Hangi konuları konuşacaklar?

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ile Özel, bugün saat 16.00'da AKP Genel Merkezi'nde görüşecek.

31 Mart seçimlerinde CHP'nin çok sayıda büyükşehir ve belediyelerine yenilerini eklemesinin ardından Özel verdiği demeçlerde Erdoğan ile görüşebileceğini aktarmıştı. Erdoğan ile Özel, 23 Nisan'da TBMM'de düzenlenen resepsiyonda başka diğer siyasi partilerin de olduğu ortamda ilk kez bir araya gelmiş ve kısa bir görüşmenin ardından özel kalemlerin buluşma tarihi belirleyeceği duyurulmuştu.

Erdoğan ile Özel'in görüşmesi 2028’e ya da erken bir seçime kadar geçecek yaklaşık 4 yıllık sürede siyaset kodlarının nasıl olacağının işaretini verebileceği düşüncesiyle kulislerde önemli görülüyor.

Özel-Erdoğan görüşmesi

CHP görüşmeye nasıl bakıyor?

Erdoğan-Özel görüşmesi genel seçimlerde yenilgiye uğranılmasının ardından değişime kapı aralayan ve bunun bir parçası olarak kurultayda genel başkanını değiştiren CHP için önemli bir eşik olarak görülüyor.

CHP yönetimi görüşmeye "son seçimin ardından birinci parti olmanın özgüven ve sorumluluğu" ile karar verildiğini belirtiyor.

DW Türkçe'nin bilgi aldığı bazı CHP’li yetkililer Erdoğan’ın görüşmeyi domine edeceği gibi yorumların doğru olmadığını söyleyerek, protokol konusuna Genel Başkan’ın özel önem verdiğini ve bunun için çok detaylı ön görüşmeler yapıldığını belirtiyorlar. Bu çerçevede Özel'in "eşit koşullarda" bazı taleplerini dile getirdiği bir görüşme olacağı belirtiliyor.

Erdoğan-Özel görüşmesindeki protokol kuralları daha önceden iki parti yetkilileri arasında konuşuldu ve ev sahibi olarak AKP genel merkezi de CHP’nin isteklerini kabul etti. CHP tarafından görüşmeye İstanbul milletvekili, eski Washington Büyükelçisi Namık Tan da katılarak konuşma başlıklarının notlarını tutacak. Cumhurbaşkanlığı’nda görevli bir büyükelçinin de görüşmeye katılması bekleniyor.

Kılıçdaroğlu tepki göstermişti

Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun sosyal medya hesabından yaptığı "Saray’la müzakere edilmez, mücadele edilir" ifadesiyle de görüşmenin gerekli olup olmadığı ya da yeni anayasa için Erdoğan’ın şimdi de CHP’yi yanına çekmeye çalıştığı gibi farklı tartışmalar başladı.

Geçmiş dönemlerde Erdoğan ile eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu arasında buna benzer görüşme ihtimalleri görüşmenin yapılacağı mekâna dair polemikler gibi farklı nedenlerle gerçekleşmemişti. Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne sadece bir kez 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılan liderler zirvesi için 25 Temmuz 2016'da gitmişti.

CHP üst yönetimi ise Erdoğan ile bir "değerler müzakeresi" yapılmayacağının üstünde ısrarla dururken, Özgür Özel'in de çeşitli açıklamalarında zaten mevcut anayasayı uygulamayan bir iktidarla yeni anayasanın müzakere edilemeyeceğini birçok kere tekrarladığını hatırlatıyorlar.

Özel geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada "Vatandaşın gündemi olmayan hiçbir gündemle meşgul olmayacağım. Birileri istedi diye onlarla kavga etmeyeceğim. Gündemi değiştirmelerine izin vermeyeceğim. Müzakere de eden mücadele de eden yepyeni, dinamik sonuç alan bir siyaset için yola çıktık" demişti.

Bu arada Özel, Erdoğan ile buluşması öncesinde önceki CHP genel başkanları; Hikmet Çetin, Altan Öymen, Murat Karayalçın ve Kılıçdaroğlu’nu telefonla arayarak yapacağı görüşmenin çerçevesine dair bilgi vererek, önceki genel başkanların görüş ve önerilerini aldı.

CHP’li kurmaylar 31 Mart’ta toplumun kendilerine sorunlarını aktarması için bir nevi "sözcülük" görevi yüklediğini belirterek, Erdoğan’a toplumun yakıcı sorunlarının aktarılacağını, vatandaşların temel hakları ve değerlerinin değil sorunlarının müzakere edilmesinin söz konusu olabileceğini belirtiyor.

Bu arada yerel seçim sonuçlarını bir "sorumluluk" olarak gören Özel'in Erdoğan’ın ardından diğer siyasi partilerin liderleri ile de bir araya gelmesi planlamalar arasında.

Görüşmede neler konuşulacak?

Peki Erdoğan ile Özel'in masasında neler olacak ve hangi konular müzakere edilirken hangileri edilmeyecek?

Görüşmeye giderken CHP’nin çantasında emekli sorunlarından yargı kararlarına ve dış politikaya kadar farklı alanlardaki başlıklar var. Bunlar arasında emeklilerin ve asgari ücretlilerin yaşadığı ekonomik darboğaz, öğrencilerin sorunları, TİP Milletvekili Can Atalay’ın durumu, Gezi davasından cezaevinde bulunanlar, hasta tutuklular, kayyum uygulamaları, belediyelerin borçları, yurtdışından vize alma sorunu gibi başlıklar var.

CHP’li kurmaylar Erdoğan ile oturup emeklilerin sorunlarının konuşulabileceğini ancak müzakere edilmeyecek konular içinde "anayasal hakların" yer aldığını vurguluyor.

Görüşmede yeni anayasa konusunun da gündeme gelmesine kesin gözle bakılıyor. Ancak CHP’ye göre mevcut anayasaya uymayan bir iktidarın yapacağı yeni anayasaya uyma güvencesi de bulunmuyor. Bu kapsamda Özel'in öncelikli olarak şu anda mevcut anayasada uygulanmayan temel hakları Erdoğan’a aktarması bekleniyor.

Ancak diğer taraftan yeni anayasa için AKP'nin ve diğer partilerin önerileri de CHP yetkili kurumlarında ele alınarak değerlendirilecek.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, yeni anayasa için siyasi partiler turuna 30 Nisan Salı günü başlamış ve ilk olarak CHP Genel Başkanı Özgür Özel'i Meclis'te ziyaret etmişti.

Özel görüşme sonrasında yaptığı açıklamada "Anayasalar her doğan için yapılır, Erdoğan için yapılmaz… Sayın Başkan'a da söyledim, bir şeyin yenisini teklif ediyorsak, örneğin yeni bir elbise alalım, giyeceksek alalım. Giymemek üzere yeni elbise alınır mı? Biz anayasaya uyacaksak anayasayı değiştirelim” demişti.

Bu arada Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına kapatılmasının da bir anayasal hakkın çiğnenmesi olduğunu belirten CHP'nin bu konuyu da gündeme getirmesi bekleniyor.

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?

1 Mayıs: Emek ve meslek örgütleri acı reçeteye karşı

1 Mayıs’ta işçilerin, sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin gündeminde vergi yükü, hayat pahalılığı, açlık sınırında kalan asgari ücret, düşük emekli aylıkları, kıdem tazminatı ve sendikal örgütlenme önündeki engeller var.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın enflasyonla mücadele yerine büyümeyi önceleyen Yeni Ekonomi Modeli, enflasyondan bütçe açığına geniş tanımlı işsizlikten yoksulluğa ekonomik parametrelerde ciddi bozulmaya yol açarken ekonominin tekrar rayına oturması için ortaya konan acı reçete ücretlilere kesildi.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in yürüttüğü ekonomi programına göre bir yandan faiz artırımlarıyla fiyat istikrarı sağlanıp enflasyon kontrol altına alınmaya çalışılırken, diğer yandan bütçedeki yükü hafifletmek için mali disiplin uygulanıyor. Uygulanan program, ücretliler ve emeklilerden oluşan düşük ve orta gelir grubundaki vatandaşların kemer sıkmasına dayanıyor.

Kemer sıkma politikalarına tepki 

Artan yoksulluk 31 Mart'ta gerçekleşen yerel seçim sonuçlarında belirleyici olurken emek ve meslek örgütleri, iktidara seslenmek için bu kez 1 Mayıs’ta kemer sıkma politikalarına karşı alanlara çıktı. 

DW Türkçe'ye konuşan çalışma hayatı ve iş hukuku uzmanı Dr. Murat Özveri, krizlerin her zaman olduğu gibi içinde bulunduğumuz dönemde çalışanlar için değersizleşme, sermaye için ise bir fırsat olduğunu vurguluyor.

Türkiye'de 1969, 1978, 1987 ve 2000'lerin başında da benzer durumların yaşandığını söyleyen Özveri, "Hep aynı reçete uygulanıyor. Kamu harcamaları kısılıyor, tarıma destekler azaltılıyor, ücretler baskılanıyor ve dolayısıyla biz, krizi çalışanlar üzerinden atlatmaya çalışıyoruz" diyor.

Şimşek’in vergiyi tabana yayacaklarına ilişkin açıklamasını hatırlatan Özveri, katma değer vergisi (KDV) üzerinden işleyen mekanizma nedeniyle temel tüketime ödenen vergi oranlarının arttığını, diğer yandan ücretlerin enflasyon nedeniyle değersizleştiğini, asgari ücrete yapılan zammın da alım gücündeki erimeye yetişemediğini ifade ediyor. Özveri, vergi dilimleri artmadığı için asgari ücretlinin ödediği verginin de arttığına işaret ediyor.

"Asgari ücrete ara zam yok"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve asgari ücret komisyonu 27 Aralık 2023’te bu yıl için asgari ücreti 17 bin 2 TL olarak bir yıllığına belirlemişti. Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan, yaklaşık iki hafta önce yaptığı açıklamada, temmuzda asgari ücrete ara zam olmayacağını yeniden teyit etti. Merkez Bankası (MB) yöneticileri de 5 Nisan'da hükümete 'açık mektup' göndererek 'asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesinin kritik önem taşıdığını' belirtmişti.

Türk-İş'in Açlık ve Yoksulluk araştırması mart ayı itibarıyla açlık sınırının16 bin 792 TL'ye yükseldiğini gösterirken, asgari ücret 17 bin 2 TL ile açlık sınırının çok az üzerinde bulunuyor. Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu'nun araştırma sonuçlarına göre ise nisan ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 19 bin 890 lira ile asgari ücreti çoktan geçti.

Yaklaşık 16 milyon emeklinin yarıdan fazlasının ise emekli aylığı 10 bin liraya ancak tamamlanıyor.

Murat Özveri, "Çalışanlar için kriz var, orta sınıf için kriz var. Sermaye için bir kriz yok. Sermayenin kaymak tabakası, Rahmi Koç'un bir krizde söylediği gibi, kim suyun altındaki nefesini daha çok tutarsa onu kurtaracaktır demektir. Her krizden sonra sermaye merkezileşir, aralarındaki zayıf halkaları temizlerler gürbüzleşir ve bu devran böyle gider" ifadelerini kullanıyor.

Kıdem tazminatı tartışmaları

Öte yandan 2024-2026 Orta Vadeli Programı'yla getirilmesi hedeflenen tamamlayıcı emeklilik sistemiyle (TES) kıdem tazminatı tartışmaları da gündemde.

Kanunla yapılacak düzenlemeyle, Otomatik Katılım Sisteminin (OKS) işverenlerin de katkısıyla ikinci basamak emeklilik sistemine dönüşeceği TES kurulacağı belirtiliyor. Hükümet temsilcileri, kıdem tazminatının bu sisteme dahil edilmesiyle, kıdem tazminatının ödenmemesi sorununun ortadan kalkacağı, TES’te biriken primlerin, ikinci emekli aylığı olarak verileceği yönünde açıklamalar yapıyor.

Ancak sendikalar ve çalışma ekonomisi uzmanlarına göre kıdem tazminatının TES'e entegre edilmesi kamu emeklilik sisteminin zayıflamasına yol açacak ve kazanılmış bir hak olan kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldıracak.

Murat Özveri, gündemde olan tamamlayıcı emeklilik sistemini şöyle özletiyor: "Ben seni yoksullaştırdım. Sosyal politikalarla ben senin yoksulluğunu gideremiyorum. Dolayısıyla senin cebinden biraz daha para alıp yarın senin çalışamadığı yerde yine senin kaynaklarınla, yani hazine bonoları ile, senin vergilerinle faizi ödenen, senin paranla faizi ödenen bonodan sana bir kısım daha para vereceğim. Bunun karşılığında belki kıdem tazminatın gidecek, belki bugün biraz daha rahat yaşayacaksın. Özeti bu".

Söz konusu sistemle yine sermayeye kaynak aktarılacağını dile getiren Özveri, Türkiye'de sermayenin yeniden kendini üretebilmesi için bedelin 20 milyon aktif çalışana ödetildiğini ifade ederek, "bürokrasiye sırtını dayayan sermayenin" bu desteğe rağmen küresel firmaların fason üreticisi olmaktan öteye geçemediğini söylüyor.

1 Mayıs İstanbul'da yasaklar ve kısıtlamaların gölgesinde geçiyor.
1 Mayıs İstanbul'da yasaklar ve kısıtlamaların gölgesinde geçiyor. null DHA

"Krizin bedelini hep aynı kesimler ödüyor"

Türkiye'de toplumun örgütsüz olduğunu vurgulayan Özveri'ye göre bu nedenle krizlerin bedelini hep aynı kesimler ödemek zorunda kalıyor.

Sendikaların etkili bir grev uygulayacak güçte örgütlenmelerine izin verilmediğine işaret eden Özveri, son yıllarda milli güvenlik ve genel sağlık gerekçeleriyle ertelenen grevlere dikkat çekti.

"Bakın burada örgüt çok. Meslek odaları var, sendikalar var vesaire. Bu başka bir şey. Bunların hayatın içerisinde, üyelerinin çıkarları temelinde politika belirleyebilecek güçte, etkinlikte ve iradede olması başka bir şey" diye devam eden Özveri, "İşte bu güçte, bu etkinlikte, üyelerinin desteğini arkasına almış ve siyasal iktidarla demokrasilerin olağan yapısı içerisinde görülen görüşme, müzakere, bu olmuyorsa toplantı, gösteri yürüyüşü vesaire ile sosyal politikaların belirlenmesinde bir nebze olsun söz sahibi olabilecek kimse yok” diye ekliyor.

1 Mayıs kutlamaları İstanbul'da yasakların gölgesinde geçti. Taksim'e giden tüm yollar İstanbul Valiliği tarafından kapatılırken, yoğun güvenlik önlemleri alındı. Sendikalar, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı grupların Saraçhane'den Taksim'e yürüyüşü engellenirken, polis farklı semtlerde çok sayıda göstericiyi gözaltına aldı. 

DİSK'ten gelirde, vergide ve ülkede adalet talebi

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) "Ekmeğimizin her gün küçülmesine, adaletin terazisinin tamamen bozulmasına, en temel hak ve özgürlüklerimizin gasp edilmesine karşı hep bir ağızdan sesimizi yükselteceğiz" diyor.

DİSK'in Taksim'e çağrı metninde Türkiye'nin gıda enflasyonunda dünyada açık ara birinci olduğu ifade edilerek, "Alım gücümüz enflasyona ezdirilirken KDV-ÖTV, gelir vergisi, vergi dilimi derken cebimiz boşaltılıyor. Vergi yükü bizlerin sırtına yüklenirken sermaye ise keyfine göre vergi veriyor; bir gecede vergileri sıfırlanıyor, affediliyor" denildi.

Ekonomi politikaları nedeniyle insanların borçlanarak yaşamaya mahkum edildiğini ve şimdi de yüksek faizler nedeniyle milyonların borç batağında olduğunu ifade eden DİSK, genç ve kadın işsizliği yeni rekorlara koşarken iş bulanlara da giderek daha düşük ücretler ve daha güvencesiz çalışma biçimlerinin dayatıldığını, emeklilerin ise açlık sınırının çok altına mahkum edildiğini vurguluyor.

Orta Vadeli Program’la acımasız bir kemer sıkma programının devreye gireceğine ve güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılacağına işaret eden sendika, 1 Mayıs'ta alanlarda gelirde, vergide ve ülkede adalet taleplerini yineleyeceklerini ifade etti.

Türk-İş ve Hak İş’in de ana gündemi vergiler

Türk-İş ise bu yıl 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü programını Bursa'da düzenledi. 

Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, ana gündemlerinin vergi yükü olacağını açıkladı.

Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınması gerektiğini söyleyen Atalay, 2024 yılında asgari ücrete temmuzda artış yapılmayacağı yönündeki açıklamaları anımsatarak "Enflasyonu durdurmadan, tabiri caizse küpün altını kapatmadan küpün üzerine istediğiniz kadar suyu doldurun, kısacası parayı verin paranın bir hükmü kalmıyor. Bunun için biran evvel küpün altını kapatmak lazım, enflasyonu durdurmak lazım" dedi.

Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan ise 1 Mayıs kutlamalarında çalışma hayatının önemli sorunlarına değineceklerini, vergiden hayat pahalılığına, sendikal örgütlenmenin önündeki engellere kadar birçok konuyu gündeme getireceklerini belirtti.

Erdoğan'ın emeklilik maaşına yönelik açıklamasına tepki

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

8 soruda yeni müfredat taslağı: İdeolojik unsurlar var mı?

AKP'nin 2022'de açıkladığı vizyon belgesiyle bir kavram olarak öne çıkan, geçen yılki Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimleri ile 31 Mart mahalli seçimlerinde slogan olarak da kullanılan "Türkiye Yüzyılı" Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) kamuoyuna geçen hafta sunduğu yeni müfredatın da başlığına girdi.

"Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" adlı yeni müfredat bu Cuma gününe kadar öğretmen ve akademisyenlerin görüşüne de açık. Okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise kademelerinde okutulacak zorunlu dersleri kapsayan müfredat taslağı (https://gorusoneri.meb.gov.tr/) 10 yıllık bir çalışmanın ürünü olarak lanse edildi ve yeni müfredatın 26 farklı yeni öğretim programı içerdiği belirtiliyor.

3 bini aşkın sayfadan oluşan yeni müfredatın bir hafta içinde incelenemeyeceğini belirten sivil toplum örgütleri, MEB’e süreyi uzatması için çağrı yaptı. Müfredatın beceri odaklı bir yaklaşımı benimsediği savunulurken, hedeflenen değişikliklerde "yetkin ve erdemli" insan yetiştirme istendiği belirtiliyor.

Müfredat neden seyreltildi?

Milli Eğitim Bakanlığı''nın yeni müfredat taslağında içerikte seyreltme yapıldığı görülüyor. MEB, ülke bazlı karşılaştırmalarda, Türkiye'deki mevcut müfredatın muadillerinden ağır olduğunun saptandığını belirtiyor. Bilgiye erişimin kolaylaştığına da dikkat çekilerek müfredatta yüzde 35 oranında seyreltilmeye gidildiği kaydediliyor.

Ayrıca, bilgiyi depolayan akademik başarı odaklı eğitim yerine, öğrencilerin yeteneklerini ortaya çıkaran bir anlayışın benimsendiği de iddia ediliyor. Yapılan değişikliklerin başında 12. sınıf matematik programından integral konusunun çıkarılması geliyor. Kimi eğitimcilere göre bu değişiklik matematik fobisini yenmekte etkili olabilir. Ancak bazı uzmanlar ise mühendislik eğitimi alacak olan öğrencilerin hiç integral görmeden üniversiteye gidecek olmasına karşı çıkıyor.

Dini ve ideolojik unsurlar arttı mı?

Yeni müfredat kapsamında oluşturulan öğrenci profili "yetkin ve erdemli" sıfatlarıyla tanımlanıyor. Ahlak ve değerler ile vatanseverlik ve ailenin de sık sık vurgulandığı görülüyor. Ayrıca, müfredat metninde kimi kavramların Türkçesi yerine Arapçalarının kullanıldığı ve kimi tasavvuf terimlerinin de müfredata girdiği görülüyor.

Öğretim porgramlarının ortak metninde "milli bilince sahip şahsiyetlerden oluşan bir toplum oluşturma" hedefi de dile getiriliyor. Bu hedefin ahlaklı, erdemli nesiller yetiştirilerek gerçekleştirileceği savunuluyor. Kimi uzmanlar, eleştirel bakış ve sorgulamanın ikincil hedefler arasında yer aldığını söyleyerek eleştiriyor. 

"Dini ve milli duyarlılığın, işin içine belki gereğinden fazla konduğu da görülebiliyor" diye konuşan eğitim uzmanı Onur Soğuk'a göre yeni müfredatın adının "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" olması da tesadüf değil. "Eğitim demiyor, maarif diyor. Bu bile ideolojik yaklaşımın bir göstergesi" değerlendirmesinde bulunuyor.

Hangi değerler vurgulanıyor?

Duyarlılık, vatanseverlik, sabır, mütevazılık, özgürlük gibi değerlerin öğretim programları içinde işlenmesiyle öğrencilerin içsel ahenge sahip huzurlu insanlar olması ve daha geniş alanda da huzurlu aile ve toplum yapısına ulaşılması müfredat taslağındaki hedefler arasında. 

Aile olmanın ve aile bütünlüğünün önemi de öğretim programlarında öne çıkarılırken, din kültürü dersinde dinin aile kurumuna verdiği değer ve önemin analiz edilmesi de müfredatta ifade ediliyor.

"Dini ve ideolojik yönlendirme ve atıfların laik eğitim sisteminde kabul edilemeyeceğini" belirten Eğitim İş ve Eğitim Sen sendikaları, yeni müfredatın geri çekilmesini talep ediyor. Bu iki sendika, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili konuların ağırlığının azaldığını ve yeni müfredatta bilimsellik vurgusunun olmadığını savunuyor. Müfredat değişikliğini önemli bir ihtiyaç olarak gören ve hükümete yakınlığıyla bilinen Eğitim Bir Sen ise, yeni müfredatla "Batı karşısında ezilmemiş, özgüveni yüksek, kendi tarihini ve kültürünü bilen" nesillerin yetiştirileceğini savunuyor.

Milli ve manevi değerler okul öncesine uygun mu?

Programın tamamında yer alan milli ve manevi değerler vurgusunun okul öncesinde nasıl hayata geçirileceği ise merak ve endişe konusu. Okul öncesi öğrencilerine, milli ve manevi değerlerle ilişkili becerilerin kazandırılması amaçlanıyor. Yeni müfredatla ilgili bir değerlendirme hazırlayan okul öncesi eğitim uzmanı Doç. Dr. Mehmet Toran, programın bu haliyle çocuk merkezli değil öğrenme merkezli olduğunu belirtiyor. Toran, "Hazırlanmış olan taslak program, çocuğu iktidarın önemli bir temsilcisi olarak değerlendirmekte ve çocuğu bu bağlamda inşa etmek istemektedir" ifadesini kullanıyor.

Şeffaflık ve katılımcılık eleştirilerinin arkasında ne var?

MEB, yeni müfredatın hazırlanma sürecinde binden fazla öğretmen ve akademisyenle periyodik toplantılar düzenlendiğini belirtti. 260 akademisyen ve 700'ün üzerinde öğretmenin bu toplantılara düzenli olarak katıldığı açıklandı. Ancak bu akademisyenlerin ve öğretmenlerin kim olduğu kamuoyuyla paylaşılmadı. Eğitim Reformu Girişimi'ne göre, müfredat hazırlama toplantılarına katılanlar Türkiye'nin eğitim ekosistemini temsil etmekte yetersiz. Eğitimin önemli paydaşlarından öğrencilerin, velilerin ve sivil toplum örgütlerinin görüş ve deneyimlerinin göz ardı edildiği savunuluyor.

DW Türkçe’ye konuşan Eğitim Uzmanı Onur Soğuk, eğitimcilerin müfredat hazırlanırken ortaya çıkan tartışmalardan habersiz bırakıldığını belirtiyor ve şöyle diyor: "Şeffaflık adına, bu öğretmenler kim? Bu akademisyenler kim? Kimlerden görüş alındı? Hangi eğitim fakültelerine başvuruldu? Hangi eğitim fakültesi ne söyledi? Bence bu da tartışılması gereken bir konu".

Ders içeriklerinin kim ya da kimler tarafından ve hangi kaynaklar referans alınarak hazırlandığı bilgisi de taslakta yer almadı.

Yeni müfredat uygulamaya uygun mu?

Laboratuvarda uygulama derslerinin hayata geçirilmesi ve spor, müzik, resim gibi sanatsal faaliyetlerin ağırlığının artırılması hedeflenen yeni müfredat taslağında matematik ve edebiyat atölyeleri kurulmasına, kütüphane kullanımına da ağırlık verilmesi öngörülüyor.

"Sanki aslında bir özel okulunuz var. Özel okula hazırlanmış bir müfredat gibi bir görüntü var" diyen eğitim uzmanı Onur Soğuk, okulların çok büyük bir kısmında bu tür atölye ve laboratuvarların bulunmadığına da dikkat çekiyor. Soğuk, ilaveten on yıllık bir çalışmanın ürünü olduğu belirtilen yeni müfredatın uygulanabilir olmadığı görüşünde. Bunun en önemli üç nedenini ise şöyle açıklıyor: Öğretmenlerin yeterli donanıma sahip olmaması, yüksek sınıf mevcutları ve okulların fiziki koşulları.

Türkçe vurgusunun nedeni ne?

Müfredatta, Türkçe'nin öğretimi ve etkili kullanılmasına yönelik becerilerin kazandırılması tüm derslerin ortak hedefi olarak belirlenmiş. Türkçe ve edebiyatta ezbere dayalı konuların azaldığı, okuma ve anlama konularına ağırlık verildiği kaydediliyor.

Son yıllarda lise ve üniversite giriş sınavlarında Türkçe ve edebiyat netleri düşük seyrediyordu. Türkiye'deki öğrencilerin okuma alanında başarısı, kısaca PISA olarak bilinen uluslararası öğrenci değerlendirme sınavında da düşüş kaydetti. Değişikliğin bu nedenle yapıldığı tahmin ediliyor.

Ne zaman ve hangi kademede uygulanacak?

Yeni müfredat ilk kez 2024-2025 eğitim ve öğretim yılında, her okul kademesinin ilk sınıfında uygulamaya konulacak. Bu da 1., 5. ve 9. sınıflarda başlanacağı anlamına geliyor. Uygulamanın kademeli olarak başlatılması, eğitimciler tarafından genel olarak olumlu görülüyor.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın yeni müfredat taslağı

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Steinmeier’in ziyareti: Alman yatırımcının gözü yapısal reformlarda

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in 22-24 Nisan’da gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinde beraberindeki heyette Maliye Bakanı Christian Lindner’in yanı sıra Alman iş dünyasından temsilciler de yer aldı.

Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası (AHK Türkiye) da ziyaretin İstanbul ayağında ekonomik ve ticari ilişkileri istişare etmek amacıyla Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier ve Maliye Bakanı Christian Lindner ile bir araya geldi. Görüşmelerde iki ülkenin de ticari ve ekonomik ilişkilerin desteklenmesi için alması gereken önlemlerin masaya yatırıldığını dile getiren AHK Türkiye Başkanı Pınar Ersoy’a göre yabancı yatırımcılar açısından bir güven ortamı sağlanması için Türkiye'deki yapısal reformların bir an önce tamamlanması gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Türkiye ziyareti akabinde Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de Mayıs ayında Almanya’yı ziyaret edeceğine işaret eden Ersoy, ziyaretin iş birliği, güven ve iki ülkenin birlikte çalışmasına yönelik arzunun politik bir göstergesi ve ilişkilerin de daha iyiye gittiğinin belirtisi olduğuna inanıyor.

AHK Türkiye Başkanı Pınar Ersoy ile Steinmeier’in ziyareti kapsamında iş dünyasıyla yapılan görüşmelerde nelerin ele alındığını ve iki ülke arasındaki iş birliği fırsatlarını konuştuk.

“Mesleki eğitim, sanayi ve vize konuları öne çıktı"

DW: Alman yatırımcılar ile Türkiye iş dünyası temsilcileri arasında yapılan toplantılarda öne çıkan başlıklar nelerdi?

Pınar Ersoy: Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Türkiye ziyareti vesilesiyle İstanbul’da kendisi ve Maliye Bakanı Lindner ile bir araya gelme fırsatı bulduk. Türkiye'deki Alman yatırımcısı diye bahsettiğimizde ilk akla gelen ve hepsi de odamızın üyesi olan şirketlerin üst düzey temsilcilerinin bulunduğu bu görüşmelerde ikili ekonomik ve ticari ilişkilerimize dair birçok konu gündeme geldi.

Her iki ülkenin de ticari ve ekonomik ilişkileri desteklemesi için alması gereken önlemler, şu anda sanayinin büyük ihtiyacı olan nitelikli iş gücünün sağlanması için mesleki eğitim, sanayinin yeşil dönüşümünün sağlanması ve yeşil enerji konuları ile elbette vize öne çıkan başlıklardı. Gümrük Birliğinin Modernizasyonu, Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması gibi sadece Almanya özelinde değil genel olarak AB ile ilişkilerde ön plana çıkan konulara da değindik.

AHK Türkiye olarak 30. yılımızı kutluyoruz. Kuruluşumuzdan itibaren ikili ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine odaklı olarak çalıştık. Yapılan bu temaslarının çok faydalı olduğu düşüncesindeyim.

AHK Türkiye Başkanı Pınar Ersoy
AHK Türkiye Başkanı Pınar Ersoynull DIHK/AHK

"Yeniden yapılanmada yeşil dönüşüme odaklanılmalı”

Deprem bölgesi için yatırım konuşuldu mu? Deprem bölgesinde Alman yatırımcılar neler yapabilir?

Elbette, hatta, bildiğiniz üzere, Sayın Steinmeier’in İstanbul sonrası durağı Gaziantep’ti. Orada konteyner kentleri ziyaret etti, temaslarda bulundu. Deprem geçen sene hepimizi derinden sarstı, sadece bölgedeki insanlar için değil hepimiz için çok büyük bir felaketti. Biz Oda olarak depremin ilk gününden itibaren bölgeye desteklerin koordinasyonu için çalıştık. Üyelerimiz anında çağrımıza tepki verdiler. Bununla da gurur duyuyoruz. Biz burada sadece Alman şirketlerini temsil etmiyoruz, aynı zamanda Türk özel sektörünün de birçok kıymetli temsilcisi bizim üyemiz. Hepsine buradan bir kez daha destekleri için teşekkür etmek isterim.

Geçen sene faaliyetlerimizde hep deprem vardı. Nisan ayında Adıyaman’ı ziyaret ettik. Bölgeyi gözlerimizle görünce yeniden yapılanma konusunun önceliği daha önem kazandı. Temmuz ayında, bağlı bulunduğumuz Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Alman Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği (DIHK) ile birlikte Berlin’de bir yeniden yapılanma konferansı gerçekleştirdik. Kasım ayında ise Almanya Büyükelçiliği ile birlikte Gaziantep’te bir Ekonomi Günü gerçekleştirerek Alman temsilcileri deprem bölgesinde ağırladık.

Amacımız bölgenin yeniden yapılanmasına olabildiğinde yabancı yatırımcının dahil olması. Biliyorsunuz dünyada yeni bir eğilim ve odak var, bu da yeşil dönüşüm. Bölge yeniden yapılanırken bu konuya bilhassa önem verilmesi gerekiyor. Bizim AHK Türkiye olarak deprem bölgesi ile ilgili faaliyetlerimiz devam edecek. 6 Şubat hiçbirimizin unutmaması gereken bir tarih. Alman yatırımcıların da bölgedeki toplumun iyileşme sürecine önemli bir destek sağlayarak, uzun vadeli kalkınma hedeflerine katkıda bulunmaya devam edeceklerine inanıyorum.

Ayrıca biz AHK olarak sadece bölgenin kalkınması barınma ve istihdam gibi konuları değil, oradaki gençlerimizi de önemsiyoruz. Ve buna yönelik bir çalışma içerisindeyiz. O gençlere umut aşılamak diğer konular kadar önemli.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye ziyareti çerçevesinde DHL'in İstanbul'daki lojistik merkezini de ziyaret etti.
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye ziyareti çerçevesinde DHL'in İstanbul'daki lojistik merkezini de ziyaret etti.null Cemal Yurttas/Anadolu/picture alliance

"Almanya ve Türkiye enerjide iş birliği için yaratılmış”

Enerji, altyapı, yeşil ekonomi, dijital dönüşüm gibi farklı alanlarda somut projeler, iş birlikleri söz konusu mu?

Enerji ile başlayacak olursak, Almanya ve Türkiye adeta iş birliği için yaratılmış. Türkiye'de müthiş bir yenilenebilir enerji potansiyeli var, Almanya’da ise muazzam bir teknik ve bilgi birikimi. Şimdi bile rüzgâr ve güneş yatırımlarına baktığımızda Alman firmalarının realize ettikleri büyük yatırımları görebiliriz.  Bunun dışında her iki ülkenin ilgili Bakanlıkları 10 yılı aşkın süredir "Türk-Alman Enerji Ortaklığı” projesini sürdürüyor, biz de AHK Türkiye olarak bu projenin bir parçası olmaktan gurur duyuyoruz. Beraber çalıştığımızda başarısız olmamız mümkün değil. Ancak biraz önce de ifade ettiğim gibi, dünyadaki trend sürdürülebilirlik. Ortaklık yaparken buna mutlaka dikkat etmemiz gerekiyor. Özellikle yeşil hidrojen konusunda potansiyelimizi daha açığa çıkaramadığımızı düşünüyorum. Ayrıca enerji verimliliği, depolama, atık yönetimi, su arıtma tesisleri, geri dönüşüm projeleri gibi uygulamalara daha fazla odaklanmamız gerekiyor.

Yeşil ve döngüsel ekonomi ise başka bir konu. Bu konuda Türk özel sektörünün genel gidişatı daha yakından takip etmesi gerektiğine inanıyorum. Örneğin Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması 2026 yılında yürürlüğe girecek ama bugünden yapılan sözleşmeleri etkilemeye başladı. Biz AHK Türkiye olarak değişen mevzuatlar ve trendler ile ilgili üyelerimizi bilgilendirmeyi çok önemsiyoruz.

Bir diğer konu da elbette dijital dönüşüm. Yapay zekanın kullanımının yaygınlaşması ile bambaşka bir geleceğin kapısı açıldı. Yapay zeka, nesnelerin interneti (IoT), veri analitiği gibi alanlarda yürütülen ortak AR-GE çalışmaları ve teknoloji transferi projeleri, Türkiye ve Almanya'nın dijital dönüşümünü hızlandırmaya ve yenilikçi bir ekonomiye geçişini kolaylaştırmaya yardımcı oluyor. Hem Türkiye'de hem Almanya'da teknoloji konusunda faaliyet gösteren birçok firma, bilhassa startup var. Biz de AHK Türkiye olarak iki ülkenin dijital dönüşüm iş birliklerini destekliyoruz.

“Türk iş dünyası ilişkileri derinleştirmek istiyor”

Türk iş dünyası Almanya’dan ne bekliyor? Hangi alanlarda yatırımlara ve/veya iş birliğine ihtiyaç var?

Türk iş dünyası, Almanya ile olan ilişkilerini daha da derinleştirmek istiyor. Karşılıklı yarar sağlayacak çeşitli alanlarda daha kapsamlı iş birlikleri kurulması lazım. Alman firmalarının özellikle mühendislik alanlarındaki teknik tecrübesi ve teknolojisinin Türkiye'ye aktarılması, aynı şekilde de Türk pratikliğinin Almanya’ya gitmesi gerekiyor. Birbirimiz ile çok iç içe geçmiş iki toplumuz ancak hala birbirimizden öğreneceklerimiz çok fazla.

Biraz önce de konuştuğumuz gibi, yenilenebilir enerji ve dijital dönüşüm gibi teknolojik alanların yanı sıra otomotiv ve tekstil gibi konvansiyonel alanlarda çok büyük iş birliğimiz var. Bunların da gelişen ve değişen düzene uyumlandırılarak geliştirilmesi mühim.

 "Lindner uzun zamandır dile getirilen bir konuyu ifade etti”

Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner, Türkiye temasları sırasında yaptığı açıklamalarda, yabancı yatırımcıların Türkiye'ye ilgisi konusunda bir yandan Türkiye'nin zengin potansiyeline değinirken diğer yandan yatırımlar için mevcut ekonomik programın sürdürülebilirliği ve aynı zamanda insan hakları durumunun güvenilirliğinin önemine dikkat çekti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'deki yapısal reformların bir an önce tamamlanması ve yabancı yatırımcılar için bir güven ortamı sağlanması için mevcut ekonomik programın sürmesi çok önemli. Türkiye'nin geniş ekonomik potansiyelinin desteklenmesi ve hedeflere ulaşmanın ana unsuru bunlar. Sürdürülebilir ve sürekli ekonomi politikaları yatırımcıların uzun vadeli perspektiften değerlendirme yapabilmesini sağlar. Ayrıca, yatırımcının güvenini artırabilir ve uzun vadeli yatırımları teşvik edebilir. Bu konuda Sayın Lindner bilinen ve uzun zamandır dile getirilen bir konuyu ifade etti. Türkiye'de yerleşik bir oda olarak elbette ki bizim de en büyük arzumuz sürdürülebilir ve öngörülebilir ekonomik programların desteklenmesi.

“Yabancı yatırımların artması için zaman belirtmek çok zor"

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de fiyat istikrarını önceleyen politikaların sürdürüleceği ve mali disiplinin sağlanacağı konusunda önemli hedefler ortaya koyuyor. Şimşek’in Mayıs ayında da Almanya’ya gitmesi bekleniyor. Bu hedefler doğrultusunda Türkiye'ye doğrudan yabancı yatırımların artmasını ne zaman bekleyebiliriz?

Doğrudan yabancı yatırımların artması için bir zaman belirtmek çok zor. Küresel salgınlar, ekonomik krizler, doğal afetler, savaşlar derken son beş yıla baktığımızda aslında sürekli bir instabilite (oynaklık) olduğu ortada. Bu tip durumlar olduğunda firmaların uzun vadeli yatırım kararları almaları zor oluyor. Öngörülebilirlik ile yatırım kararları paralel ilerliyor, iş insanları öngöremedikleri noktalarda risk almamayı tercih ediyorlar.

Türkiye'ye gelecek olursak, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Şimşek geldiği günden itibaren yatırımların arttığını görmek mümkün. Güvenin olduğu yerde ticaret ve ekonomi daha rahat gelişir.

Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Türkiye ziyareti akabinde Sayın Şimşek’in de Almanya’yı ziyaret etmesinin bu iş birliği, güven ve birlikte çalışmamıza yönelik arzunun politik bir göstergesi ve ilişkilerin de daha iyiye gittiğinin belirtisi olduğuna inanıyorum.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Ayhan Bora Kaplan davasında gizli tanık krizi

Suç örgütü lideri olmak iddiasıyla tutuklanan Ayhan Bora Kaplan aleyhinde ifade veren ve kayıtlara "M7Ü3H9F8C4" olarak geçen gizli tanığın kaybolduğu iddia edildi. Gizli tanık M7'nin, bu nedenle son duruşmada dinlenemediği, öte yandan Kaplan'ın avukatı ile İzmir'de görüşen polislerin "gizli tanığın ismini" verdiği öne sürüldü. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bu nedenle müfettiş görevlendirdiği ileri  sürüldü.

Ayhan Bora Kaplan'ın arasında bulunduğu 28'i tutuklu 61 sanık hakkında açılan davanın duruşması geçen hafta görüldü. Mahkeme, duruşma sonunda 8 sanığın tahliyesine karar verdi. Ancak duruşma sonunda gizli tanık krizi yaşandı. Mahkeme başkanı, gizli tanık "M7Ü3H9F8C4"ün soruşturma aşamasındaki beyanlarıyla yetineceklerini bildirdi. Başkan, buna gerekçe olarak savcılığın gönderdiği yazıda dinlenmek üzere duruşmada hazır edilemeyeceğini ve gizli tanığa ulaşılamadığını bildirdiğini aktardı. Kaplan ise "Biz soru soramayacak mıyız" diyerek tepki gösterdi.  

Gizli tanık kaçtı mı?

DW Türkçe'nin ulaştığı bilgilere göre, gizli tanık ortadan kayboldu. Ne savcılık ne de polis, yaptığı araştırmada gizli tanığa ulaşabildi. Öte yandan gizli tanığın, can güvenliğinden endişe duyduğu için "kaçtığı" ve halen yurt dışında olduğu iddia edildi.

İzmir’deki görüşmede "gizli tanığın ismi verildi" iddiası

Öte yandan Sabah gazetesi, Ayhan Bora Kaplan'a operasyon yapan Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne bağlı 4 polisin müdürünün talimatıyla İzmir'e giderek Kaplan’ın avukatıyla görüştüğünü yazmıştı.

DW Türkçe'nin görüştüğü güvenlik kaynakları, bu görüşmede polislerin Kaplan'ın avukatına gizli tanığın adını söylediğini iddia etti.

Ayhan Bora Kaplan'da eski bakan Süleyman Soylu'nun ses kaydı bulunduğu iddia ediliyor
Ayhan Bora Kaplan'da eski bakan Süleyman Soylu'nun ses kaydı bulunduğu iddia ediliyornull DHA

"Soylu'nun ses kaydı Kaplan'da"

Suç örgütü lideri olmakla suçlanan Ayhan Bora Kaplan, Türkiye'nin gündemine 15 Temmuz darbe girişimi sırasında TRT Genel Müdürlüğü önünde adamlarıyla birlikte verdiği silahla pozla geldi. Kaplan'ı TRT önüne çağıran ise dönemin Çalışma Bakanı Süleyman Soylu oldu. Eski bakan Soylu, kuzeni Sadık Soylu'nun telefonuyla Kaplan ile görüşmüş ve TRT'ye çağırmıştı.

Kaplan, mahkemedeki savunmasında fotoğraftaki silahların kaynağına ilişkin soru üzerine, "Benim devlet birimlerini suçlamamı bekliyorlar. Efendim benim bu soruya burada cevap verme ihtimalim yok. Özel olarak size birebir söyleyebilirim" dedi. Soylu, TRT Genel Müdürlüğü'nün önüne Cumhurbaşkanının çağrısıyla geldiğini, fotoğrafı da anı olarak çektirdiğini iddia etmişti.

8 yıl önce yaşanan söz konusu olayla ilgili dikkat çeken başka iddialar da ortaya atıldı. Buna göre, Kaplan o dönem Süleyman Soylu ile yaptığı telefon görüşmesini telefonuna kaydetti ve yakın çevresine "kaydı bende var" dedi. Kaplan'ın, gözaltına alındığında telefonunun şifresini polise vermediği bildirildi. DW Türkçe'nin ulaştığı bilgiye göre Kaplan, yargılama aşamasında bir şifreyi mahkeme başkanına iletti. Emniyetten getirilen telefona şifre ile girildi, ancak telefon açılmadı. Bu nedenle telefon üç saatliğine kilitlendi.

Diğer yandan Sadık Soylu ile Kaplan'ın tanıştıran kişinin ise halen suç örgütü davasında yargılanan Barış Kurt'un olduğu öğrenildi. Mimarlık şirketi bulunan Kurt, bir dönem Çankaya Belediye Meclis Üyeliği ve AKP Ankara İl Yöneticiliği yaptı. 

Bu arada gözaltına alındığında sorgudan önce mülakat yapılan Kaplan'a özellikle bir flaş bellek sorulduğu öğrenildi. Bu bellek içerisinde bazı bürokratlar ve emniyetçiler ile ilgili bilgiler olabileceği tahmin ediliyor.

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Tahir Elçi davasında üç sanık polise beraat talebi

Diyarbakır eski Baro Başkanı Tahir Elçi’nin 28 Kasım 2015 günü Sur ilçesinde çıkan çatışmada hayatını kaybetmesine ilişkin dört yıldır devam eden yargılamada sona yaklaşıldı. Mart ayında Diyarbakır 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın son duruşmasında dosyanın esas hakkındaki mütalaasını hazırlamak üzere savcılığa gönderilmesine karar verilmişti. Dosyayı inceleyen savcılık, esas hakkındaki mütalaayı hazırlayarak mahkemeye gönderdi. Esas hakkındaki mütalaada, dosyada yargılanan biri ihraç edilmiş üç polisin beraatına karar verilmesi talep edildi. Savcılık, dört sayfalık mütalaada olayı başından itibaren anlattı. PKK'lı Uğur Y. ve Mahsum G.'nin iki polisi öldürdükten sonra ateş ederek sokağa girdiğini, Elçi'nin yaşamını yitirdiği çatışmanın da bu sırada çıktığını belirtildi. Olay günü Elçi'nin yaşamını yitirdiği yerde olay yeri incelemesi yapılmak istendiği kaydedilen mütalaada silahlı saldırıların devam etmesi nedeniyle çalışma yapılamadığı vurgulandı. 30 Kasım günü yeniden olay yeri inceleme çalışması yapıldığını belirten savcılık, silah seslerinin artması üzerine geri çekinildiği ve olay yeri inceleme işlemlerine son verildiğini ifade edildi.  

3 Aralık günü ise bir kez daha olay yeri incelemesi için bölgeye gidildiğini ancak silah seslerinin artması üzerine yapılamadığını belirten savcılık, son olarak 17 Mart 2016’da bölgeye gidildiğini aktardı. 28 Kasım'dan itibaren yaşanan terör olayları nedeniyle olay yeri özelliklerinin büyük ölçüde kaybolduğu belirtilen mütalaada Elçi'nin ölümüne neden olan merminin bulunamadığı kaydedildi. 

Adli Tıp Kurumu'nun ölüme neden olan atışın hangi silahtan, hangi açıyla, kişinin hangi vücut pozisyonu ile nasıl gerçekleştiğinin tıbben ve fiziken bilinemeyeceğine dair raporuna da vurgu yapan savcılık, atışın yönünün tespitinin mümkün olmadığını kaydetti.

Tahir Elçi'nin ölümü 8 yıldır aydınlatılamadı

Görüntülerde kesinti bulunamadı

Mütalaada Adli Tıp Kurumu ve TÜBİTAK’tan gelen uzmanlık raporlarına da dikkat çekildi. Adli Tıp Fizik İhtisas Dairesi Ses ve Görüntü İnceleme Şubesi’nce hazırlanan raporda tüm görüntülerin birleştirilmesi sonucunda Tahir Elçi'nin son olarak görüntü kaydına girdiği kareler ile yerde hareketsiz yattığı tespit edilen görüntü kareleri arasında 12 saniyelik bir boşluk olduğu, kişinin vurulma anını gösteren herhangi bir video kaydının bulunmadığı ifade edildi. 

Raporda, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube Müdürlüğü kamerasında yapılan incelemede herhangi bir silme işlemi tespit edilemediği ifade edildi. TÜBİTAK tarafından gönderilen raporda ise olay yerini gören Mardin Kebap Evi'ne ait 4 numaralı güvenlik kamerasının açılamadığı, bu cihaz üzerinde yapılan incelemede ise herhangi bir kesme, montaj, silme işlem kaydı bulunmadığı belirtildi. 

"Polisler başka kişiye zarar vermeyecekleri düşüncesiyle ateş etti"

Sanık polisler M.S., F.T., ve S.T.'nin ateş ederek kaçan PKK'lıları etkisiz hale getirmek için görevlerinin icrası kapsamında silah kullandığını belirten savcılık, sanıkların mesleki tecrübe ve yetenekleri ile kaçan PKK'lıları etkisiz hale getirecekleri ve olayda başka bir şahsa zarar vermeyecekleri inanç ve düşüncesiyle hareket ettiklerini kaydetti. Sanık polislerin Tahir Elçi'nin ölümü şeklinde gerçekleşen neticeyi istemediklerini kabul ederek olay bütünlüğü içinde silah kullandıklarına dikkat çekilen mütalaada yargılanan polislere ilişkin kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği belirtildi. 

Mütaalada, "Sonuç olarak sanık polislerin maktule yönelik olarak bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunu işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilememesi karşısında (...) suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle beraatine karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur" denildi. 

Tahir Elçi cinayeti davasında biri ihraç edilmiş üç polis "bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek" iddiasıyla 2 ila 6 yıl arasında hapis istemiyle yargılanıyor. Dosyanın firari sanığı olan PKK'lı Uğur Yakışır hakkında ise "iki polisi öldürmek, ülke birliğini ve bütünlüğünü bozmaktan" üç kez ağırlaştırılmış ömür boyu ve 45 yıl hapis cezası isteniyor. 
Olay günü taksi ile Sur ilçesine gelen Uğur Y. ve Mahsum G. iki polisi öldürdükten sonra Yıkıkkaya Sokak'a girmiş, burada polislerle girdikleri çatışmada Tahir Elçi hayatını kaybetmişti. Çatışmada kaçarak kurtulan iki PKK'lıdan Mahsum Gürkan'ın hendek olaylarında öldüğü açıklanmış, Uğur Y.'nin ise Kandil Dağı'ndaki PKK kampında olduğuna dair bir video yayınlanmıştı. 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

Taksim Meydanı: 1 Mayıs'ın hafızası

Türkiye, tüm dünyada 125 yıldır İşçi Bayramı olarak anılan 1 Mayıs Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü'ne yine Taksim tartışmaları ve yasaklar eşliğinde hazırlanıyor. 

İstanbul Valisi Davut Gül, 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı Taksim Meydanı'nda kutlamanın bu yıl da yasak olduğunu açıkladı. Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Taksim yasağına karşı geçen yıl verdiği "hak ihlali" kararını hatırlatan sendikalar ve meslek kuruluşları karara tepki göstererek Taksim ısrarını sürdürüyor. 

Taksim'in sembolik önemi

1 Mayıs'ın sol için ideolojik olarak tarihsel bir önemi bulunuyor. Her yıl 1 Mayıs'ta sadece işçiler değil, aydınlar, sanatçılar, öğrenciler, kadınlar ve toplumun farklı kesimleri emek ve demokrasi mücadelesinde birleşiyor.

Taksim Meydanı ise demokrasi ve emek mücadelesi hafızasıyla toplumun belleğinde yer edinen önemli mekanlardan biri. Meydan'ın sol hareket ve emekçiler için sembolik bir anlamı var.

Türkiye'nin ilk geniş katılımlı 1 Mayıs kutlamaları 1976'da Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) öncülüğünde bu Meydan'da yapıldı. Bir sonraki yıl da Türkiye tarihinin en kanlı katliamlarından biri 1 Mayıs 1977'de Taksim'de yaşandı. 

Kanlı 1 Mayıs ve sıkıyönetim

O tarihte sol ve işçi hareketi çok güçlüydü ve giderek güçleniyordu. 1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'ndaki kutlamalara yaklaşık 500 bin kişi katılmıştı. Meydana bakan Sular İdaresi binası ve bugünkü The Marmara Oteli üzerinden açılan ateş sonrası 37 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Failleri bulunamadı. Her yıl 1 Mayıs'ta yaşamını yitirenler için Kazancı yokuşu başına karanfiller bırakılıyor. Şişhane ve Kadıköy'de de anma yapılıyor.

Sendika temsilcilerine göre bu katliam, Türkiye'yi 12 Eylül karanlığına ve darbe koşullarına götüren önemli bir dönüm noktası oldu.

Kanlı 1 Mayıs'ın ardından 1978'de daha kalabalık bir 1 Mayıs kutlaması yapılsa da ardından sıkıyönetim koşulları geldi. 12 Eylül darbesiyle birlikte Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs etkinlikleri yasaklandı. 2007 yılında gözaltılara rağmen Taksim'e çıkıldı. 

"Güç kullanılarak" durduruldular

2010 yılında ise AKP hükümeti, Taksim'i yeniden 1 Mayıs kutlamasına açtı. Ancak 1 Mayıs burada üç yıl üst üste coşkuyla ve hiçbir sorun yaşanmadan kutlansa da bu uzun sürmedi. 2013'ten itibaren yasaklar yeniden devreye girdi. 

Dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, 1 Mayıs'ta miting yapmak için Taksim Meydanı'na gidenlerin "güç kullanılarak" durdurulacağını açıkladı. Öyle de oldu. Taksim için Beşiktaş, Şişli, Tarlabaşı tarafından yola çıkan, aralarında DİSK, Türk-İş, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve farklı siyasi partilerin olduğu kortejler polisin sert müdahalesiyle karşılaşırken çok sayıda kişi yaralandı, 72 kişi ise gözaltına alındı. DİSK'in Şişli binası da gaz bombalarının hedefi oldu.

Sendikalar ve meslek odaları, 2014 ve 2015 yıllarında da 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı Taksim Meydanı'nda kutlama kararı nedeniyle polis müdahalesi ve gözaltılarla karşılaştı.  Yasak kararı Anayasa Mahkemesi'ne taşındı.

Kutlamaların adresi değişmişti

DİSK, 2016'ya kadar Taksim iradesiyle başka bir meydanda 1 Mayıs kutlamasa da 10 Ekim Ankara Gar Katliamı bir kırılma noktası oldu ve kutlamalar yeniden Taksim dışındaki alanlara kaydı.

Son yıllarda Türk-İş, 1 Mayıs için İstanbul dışındaki illeri tercih ederken, DİSK, KESK, meslek odaları ve CHP, HDP gibi muhalefet partileri 1 Mayıs'ı İstanbul, önce Bakırköy'de sonra Maltepe'de kutlamaya başladı. DİSK'e bağlı bazı sendikalarla birlikte Umut Sendikası (Umut-Sen), İnşaat İşçileri Sendikası gibi sendikalar ise bu dönemde Taksim yasağına karşı çıkmayı sürdürürken gözaltılarla karşılaştı.

Sendika ve meslek odalarının Taksim yasağına ilişkin yaptığı AYM başvurusu geçen yıl sonuçlandı.

Anayasa Mahkemesi geçen yıl Ekim ayında aldığı kararla Taksim Meydanı'nda yapılacak 1 Mayıs kutlamalarının yasaklanmasının hak ihlali olduğunu bildirdi. AYM, Taksim'de kutlama yapılmasının engellenmesinin "Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının engellenmesi" olduğuna karar verdi ve Taksim'in işçiler açısından sembolik anlamı olduğunu belirterek, "Taksim Meydanı emekçilerin ortak hafızasıdır" dedi.

Geçen yıl da 1 Mayıs kutlamalarına polis müdahale etmişti
Geçen yıl da 1 Mayıs kutlamalarına polis müdahale etmiştinull KEMAL ASLAN/REUTERS

AYM'nin hak ihlali kararı 1 Mayıs kutlamalarının Taksim'de yapılmasının önünü açtı. 

Sendikalar ve odalar Taksim'de olacak

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, 2 Nisan'da bütün konfederasyonlara, sendikalara ve emekçilere seslenerek yaklaşan 1 Mayıs İşçi Bayramı için Taksim Meydanı'na çağrı yaptı. 

"1 Mayıs'ta demokrasi şimdi, Taksim şimdi diyoruz. Kararımız kesindir. 1 Mayıs sabahında bir elimizde karanfil, bir elimizde çocuklarımızla Taksim Meydanı'na yürüyeceğiz" diyen Çerkezoğlu, ardından da diğer işçi örgütlerle birlikte resmi başvuruyu İstanbul Valiliği'ne yaptı. 

DİSK ile birlikte KESK, TMMOB, TTB ve Türk Dişhekimleri Birliği (TDB) de 1 Mayıs'ta Taksim'de olacaklarını duyurdu.

Ancak Anayasa Mahkemesi'nin 5 ay önce verdiği hak ihlali kararına rağmen Taksim Meydanı yine 1 Mayıs kutlamalarına kapatıldı. İstanbul Valisi Davut Gül, 23 Nisan kutlamalarının ardından yaptığı açıklamada, "1 Mayıs 2012 yılından itibaren Taksim'de kutlanmıyor. Dolayısıyla Taksim bu anlamda bu tür etkinliklerin tamamına kapalı. Biz başta DİSK, KESK ve benzeri kuruluşlar olmak üzere talep eden herkesle konuştuk. Taksim'de bu sene olmayacağını kendilerine izah ettik" dedi. 

Yerlikaya: Yasak yok kısıtlama var

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ise Anayasa Mahkemesi kararının iyi okunması gerektiğini belirterek, kararı "Bir yasak yok kısıtlama var" diye savundu.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan da tartışmaya ''Taksim'de hayatlarını kaybeden emekçilerimizin isimlerini bile hatırlamayanların, onların aziz hatıralarını kullanarak, bu alanda kitlesel kutlama inadı, 1 Mayıs'ın dayanışma ruhunu zedelemektedir'' sözleriyle katıldı.

Taksim'de yasak kararına karşı muhalefetten de sendika ve meslek odalarından da tepki geldi.

Ana muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı Özgür Özel TBMM grup toplantısında Taksim'in 1 Mayıs'a açılması için çağrı yaptı. Özel, AYM kararlarının bağlayıcılığına işaret ederek "Türkiye Cumhuriyeti bir anayasa devletidir… Bu ülkede eğer devlet olacaksa, yani insanların canı ve malı güvende olacaksa en üstteki cumhurbaşkanından en sade vatandaşa kadar herkes bu Anayasa'ya bağlı olacak" ifadelerini kullandı.

DİSK Genel Başkanı Çerkezoğlu ise Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan ve Anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ile açıklama yaptı.

"Milyonlarca yürek Taksim Meydanı'yla atacak"

"Milyonların gözü kulağı İstanbul Taksim 1 Mayıs alanında olacak ve milyonlarca yürek Taksim Meydanı'yla atacak" diyen Çerkezoğlu, "Taksim, 1 Mayıs alanıdır ve bu hukuksal, tarihsel, toplumsal bir hakikattir. Taksim'in 1 Mayıs alanı olduğu gerçeğinin 2013 yılından beri tamamen keyfi bir biçimde yok sayılmasına, inkâr edilmesine 11 yıl sonra 2024 1 Mayıs'ında artık son verilmelidir" diye ekledi. Sağkan ve Kaboğlu da Anayasa Mahkemesi'nin verdiği "hak ihlali" kararına uyulması çağrısı yaptı.

Altmış dört yazar ve sanatçı ise 1 Mayıs kutlamalarının adresinin Taksim Meydanı olduğuna dikkat çekerek "yasakçı tutuma son verilmesi" yönünde çağrıda bulundu. Çağrı metninde "Özgürlük içinde kutlanacak bir bayram ülkemize iyi gelecektir" denildi.

DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDP, 1 Mayıs 1977'de yaşamını yitirenleri anmak için pazar günü Kazancı Yokuşu, Şişhane ve Kadıköy'de bir araya gelecek. Sendika ve meslek odaları 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlama kararından vazgeçmiyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim? 

İYİ Parti kurultayında genel başkan kim olacak?

İYİ Parti bugünkü 5. Olağanüstü Kurultay'da yeni genel başkanını belirleyecek. TBMM'deki sandalye sayısı ile hâlâ siyasi dengeleri etkileyebilecek potansiyeli olan ancak kimlik bakımından savrulan partinin yeni liderle yeni bir yön bulup bulamayacağı merak ediliyor.

MHP'den ayrılan Meral Akşener liderliğinde kurulmasının ardından merkez sağ parti olup olamayacağı ile ilgili beklentilerin odağındaki İYİ Parti bu çizgiye yaklaşmış ancak tam anlamıyla bu boşluğu dolduramamıştı.

Kongre neden önemli?

31 Mart yerel seçimlerinin ardından Genel Başkan Meral Akşener'in aday olmayacağını açıklaması sonrasında, olağanüstü kurultaydan kimin yeni genel başkan olarak çıkacağı İYİ Parti'nin bundan sonraki çizgisi kadar aynı zaman siyasetteki dengeler açısından da önemli görülüyor.

Her ne kadar yerel seçimlerde oyların yüzde 3,7'sini alarak ciddi oy kaybına uğrasa da İYİ Parti'nin Meclis'teki 38 sandalyesi 2028'e kadar geçecek sürede siyasetteki gelişmelerde önemli bir değişken. AKP'nin anayasa değişikliği çalışmalarını gelecek yıl yoğunlaştırması beklenirken, Cumhur İttifakı'nın toplam milletvekili sayısı anayasa değişikliğini TBMM Genel Kurul'dan geçirecek çoğunluğa ulaşamıyor.

Anayasa değişikliklerinin referanduma gidilmeden Meclis'te kabul edilmesi için 400, referanduma gitme çoğunluğu için ise 360 sandalye gerekiyor.

Yeni genel başkanın bundan sonra partiyi ilk etapta planlandığı gibi "merkez sağ" çizgiye oturtmayı isteyip istemeyeceği ve isterse bunu ne kadar başarabileceği de merak konusu.

Liderlik için kimler aday?

Genel Başkanlık için partinin Grup Başkanı Koray Aydın, Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu ve Genel Başkan Yardımcısı Tolga Akalın adaylıklarını açıkladı.  

Parti tüzüğüne göre genel başkanlık adaylığı için delegelerin yüzde 5'inin imzasını almak gerekiyor. Aydın, Dervişoğlu, Akalın'ın bu yeter imzaya ulaşabileceği ve yarışın bu üç isim arasında geçeceği öngörüsü yapılıyor.

İYİ Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu
Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu, İYİ Parti'nin Genel Başkanlığına adaynull DHA

Müsavat Dervişoğlu'nun Akşener'e yakınlığı bilinirken, Tolga Akalın ise daha çok merkez sağ parti iddiasını devam ettirenler ile genç kadroların desteklediği bir isim olarak değerlendiriliyor.

Ancak Meral Akşener'in devam etmesini isteyenler ve bunun için gerek sosyal medyada gerekse parti nezdinde çabalarını son ana kadar sürdürenler de var.

AREA Araştırma Şirketi'nin 20-22 Nisan günlerinde 26 ilde yaptığı ankette seçmenlere yöneltilen 'Hangi adayın genel başkan olmasını istersin?' sorusu üzerine Tolga Akalın yüzde 22,2, Koray Aydın yüzde 21,3, Akşener'in destekleyeceği aday olarak görülen Müsavat Dervişoğlu ise yüzde 16,3 oy aldı.

AREA Araştırma Başkanı Murat Karan'a göre kurultayda "eğer delege iradesi seçmenin iradesiyle paralel olarak sandığa yansırsa" İYİ Parti'yi 1997 MHP Kongresi sonucu bekleyebilir. Karan, üç adayın da ilk turda birbirlerine yakın oy alması durumunda yarışta üçüncü çıkacak adayın hangi aday lehine çekileceğinin İYİ Parti'nin genel başkanını belirleyeceğini belirtiyor.

Yine aynı ankete göre katılımcılar içinde kuruluşundan bu yana İYİ Parti'ye oy verdiğini açıklayan yüzde 21,8'lik kesimin yüzde 60,9'u Akşener'in genel başkanlığı bırakmasına olumlu bakıyor, olumsuz karşılayanlar ise yüzde 29,7.

Koray Aydın, elinde mikrofon ile konuşma yapıyor
Genel Başkanlık için yarışan isimler arasında Koray Aydın da bulunuyornull DHA

Bu arada Mayıs 2023 seçimleri sonrasında 24 Haziran 2023'te gerçekleşen olağan kongrede yine Akşener seçilmiş, kongrede partinin en yetkili kurulu olan Genel İdari Kurulu'na (GİK) MHP'nin eski Grup Başkanvekili Oktay Vural ve eski Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz gibi isimlere yer verilmişti. Oktay Vural bazı İYİ Partililer tarafından "AKP'ye yakın olmakla" eleştiriliyor.

Kurultaya katılım neden kısıtlandı?

Adaylar arasındaki rekabetin ve tartışmaların yüksek seyrettiği kongreye dışardan katılımcı alınmayacak.

Genel Başkan Yardımcısı Hakan Şeref Olgun Çarşamba günü yaptığı açıklamada ATO Congresium'da yapılacak olan partinin 5. Olağanüstü Kurultayı'na "salonun fiziki şartları" nedeniyle katılımcı kısıtlaması getirildiğini duyurdu.

İYİ Parti'den Şubat 2024'te istifa eden eski Genel Başkan Yardımcısı Cem Karakeçili DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede kongrelerde seyirci hakimiyetinin oylamalarda önemli etkide olduğunu söyleyerek, bu seyirci kararının Koray Aydın ve Tolga Akalın'ın salona daha çok hâkim olacağı düşüncesiyle Dervişoğlu lehine alınmış olabileceğini belirtiyor.

Karakeçili, bu kararın herkes için sürpriz olduğunu belirterek, adayların hepsinin milliyetçi kökenden geldiği ve birbirlerine yakın olduğuna dikkat çekiyor. Karakeçili, "Ancak salonda hakimiyet elde edildiği zaman onun yönlendirici bir sonucu olabiliyor. Bence genel merkez hakimiyeti Koray ve Tolga beylere bırakmak istemedi" yorumu yapıyor.

Olgun adayların ortak kararıyla; kurultay delegeleri, il, ilçe ve belediye başkanları ile önceki dönem milletvekilleri dışında katılımcı davet edilmeyeceğini belirtirken, üç adaydan biri olan İYİ Parti Göç Politikaları Başkanı Tolga Akalın'dan buna itiraz geldi.

Akalın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda İYİ Parti'nin kurulması öncesinde Akşener ve MHP içindeki muhalif isimlerin toplanmasını istediği ancak engellenen 15 Mayıs 2016'daki kongreyi hatırlatarak, "Seyircisiz kongre yapmanın elbette tek bir gerekçesi var. Bunun farkındayız. Milletimizle kurduğumuz gönül köprüleri birilerini rahatsız etmiş görünüyor" ifadelerini kullandı.

Akalın alınan karara tepki göstererek, kongrenin "sönük hale getirilmeye çalışıldığını" ileri sürdü.

Katılımcı davetleri konusunda mutabakat olduğunu savunan Olgun'a Koray Aydın'ı temsilen toplantıya katılan Yetkin Öztürk de itiraz etti. İYİ Parti Genel İdare Kurulu Üyesi olan Öztürk varılan bir mutabakat, alınan bir karar bulunmadığını söyleyerek, "Alınan karar yalnızca belirlenen alanlar ile sınırlı olup harici tüm alanlarda partililerimiz ile mutlaka kucaklaşılacaktır" dedi.

Öte yandan eleştiriler üzerine İYİ Parti Kurultay Organizasyon Komitesi dün akşam bir açıklama yaparak, kongrede bütün üye ve gönüllüleri bir araya getirmek istediklerini ancak kongrenin yapılacağı salonun 3 bin kişi kapasiteli olduğu belirtilerek, "Oy kullanacak 1.302 delegemiz, adaylarımızın temsilcileri, basın mensupları, sandıklarda görev yapacak üye ve müşahitler ile görevliler salon kapasitesinin büyük kısmını doldurmaktadır" denildi.

Açıklamada ayrıca delege listeleri ile kongre davetlilerinin sınırlı tutulması hususlarının çarpıtıldığı ileri sürülerek, "Hiçbir dış güç İYİ Parti’ye siyaseten rol dağıtamamıştır; dağıtamaz" denildi.

Yeni istifalar gelebilir mi?

İYİ Parti'nin yarınki kurultayının ardından partinin üst yönetiminin nasıl şekilleneceği ve ardından yeni istifaların gelip gelmeyeceği de merakla takip ediliyor.

Genel ve yerel seçimler süreçlerinde ardı ardına üst düzeyde istifaların yaşandığı partide son istifa da Perşembe günü geldi.

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Birol Aydemir istifa kararını X hesabından yaptığı açıklama ile "İYİ Parti'deki görevlerimden ve üyeliğimden istifa ettiğimi kamuoyunun bilgilerine sunarım" ifadesiyle açıkladı.

Aydemir, "Ülkemizin mevcut siyasi atmosferindeki 'doğru' alternatif olma yolunda partimizin karar alıcı organlarında fikirlerimi beyan etmekten geri durmadım. Ancak maalesef partideki çalışma arkadaşlarımla aynı rotada ilerleyemeyeceğimizi üzülerek müşahede ettim" dedi.

Geçtiğimiz günlerde partinin önemli isimlerinden Bilge Yılmaz da istifa etmişti. Daha önce de partideki Ekonomi Politikaları Başkanlığı görevini bırakan Yılmaz istifa kararını "Partimizin kurumsal yapısı kişilerin çıkar, eğilim ve beklentileri karşısında çöktü" diyerek açıklamıştı.

Bu arada partisinden geçen aralık ayında istifa eden ve beş aydır bağımsız olan İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu da CHP'ye katıldı. CHP'nin sandalye sayısı bu yeni katılımla 126'ye yükseldi.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Taksim'de bombalı saldırı davasında karar açıklandı

İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde bulunan İstiklal Caddesi'nde, 2022'de altı kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırıya ilişkin davada karar açıklandı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, bombayı olay yerine bırakan tutuklu sanık Ahlam Albashır, 7 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis ile bin 794 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Duruşmaya, Albashır'la birlikte beş tutuklu sanık ile avukatları iştirak ederken bazı tutuklu sanıklar mahkeme salonuna Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlandı. Mahkeme heyetinin, tutuklu sanıklardan Fatma Berkel, Ferhat Habeş, Ahmed Carkes ve Ammar Jarkas'e ek savunma hakkı vermesi üzerine söz alan Berkel, patlamanın olduğu dönem hamile olduğunu ve psikolojisinin iyi olmadığını öne sürerek, "Tek sorduğum şey, 'Neden buraya geldiniz?' oldu. Bana 'Biz buraya yaşamaya geldik, tutunamazsak dışarıya çıkacağız.' dedi. Aramızda geçen konuşma bundan ibaret. Bunları hiç tanımıyorum, beraatimi istiyorum" ifadelerini kullandı.

Sanık Ahlam Albashır da son sözünde, kendini savunmayacağını dile getirerek, "Bu olan patlama ve vefat edenlerden dolayı bana vereceğiniz herhangi bir cezayı kabul ediyorum. Ammar Carkes'in hiçbir şeyden haberi yoktur. Benim ailemin vefat ettiğini biliyor ama ailem yaşıyor. Ahmed Carkes'in telefonu kırdığında hiçbir şeyden haberi yoktu. Ahmad Haj Hasan'ın da evinde 3 gün kaldım. Tanışıklığımız atölyeden kaynaklanıyor. Bayan olduğumdan atölyede kalmama razı olmadı. Evine davet etti. Ferhat Habeş ve Fatma Berkel'i sadece evde gördüm. Sayın başkanla baş başa konuşmak istiyorum" dedi.

Beş soruda Taksim'de bombalı saldırı davası

Bugüne dek beş duruşma gerçekleştirilirken saldırıya ilişkin sis perdesi hâlâ tam olarak aralanabilmiş değil. Beş soruda Taksim saldırısı ve dava sürecinde yaşananları derledik:

Patlama nasıl gerçekleşti ve Albashır nasıl yakalandı?

İstiklal Caddesi'nde 13 Kasım 2022'de bir bankın üzerine bırakılan patlayıcı madde, saat 16.14'te patladı. Altı kişinin hayatını kaybettiği patlama, 99 kişinin de yaralanmasına neden oldu. İstanbul'un en turistik yerlerinden olan caddenin çevresindeki birçok işyeri de saldırıdan etkilendi. Yaşananların ardından Emniyet ekipleri, patlamaya neden olan bombanın bir kadın tarafından caddedeki banka bırakıldığını belirledi. Yüzlerce kamera kaydının izlenmesiyle birlikte, aynı kişinin patlamanın sonrasında taksiye binip Taksim'den uzaklaştığı tespit edildi. Bu kişi, kamuflaj desenli bir pantolon giyen ve siyah başörtüsü takan, 1999 doğumlu Suriyeli Ahlam Albashır'dı. Ekipler şüpheliyi saldırıdan kısa süre sonra, saat 02.55'te Küçükçekmece ilçesinin Kanarya Mahallesi'ndeki bir evde yakaladı. Albashır'la birlikte saldırıyla bağlantılı olduğu belirtilen toplam 51 kişi gözaltına alındı.

Saldırının zanlısı Albashır'ın ifadelerindeki çelişkiler neler?

14 Kasım 2022'de gözaltına alınan Albashır'ın ifade işlemleri günlerce sürdü. İstanbul Emniyeti, şüphelinin "PKK/PYD bağlantısını itiraf ettiğine" yönelik bir duyuru paylaştı. Emniyet ayrıca zanlının "PKK/PYD/YPG terör örgütü tarafından özel istihbarat elemanı olarak yetiştirildiğini" ve "Afrin-İdlib üzerinden Türkiye'ye eylem yapmak için kaçak yollarla giriş yaptığını" da belirtti.

14 Kasım 2022'de gözaltına alınan Albashır, elleri kelepçeli olarak ayakta duruyor, iki yanında Türk bayrağı var
14 Kasım 2022'de gözaltına alınan Albashır, mahkemede ifadesinde değişiklik yaptınull ANKA

Ahlam Albashır'ın gözaltına alındığı andan itibaren verdiği ifadelerdeki çelişkili anlatımlar ise dikkat çekti. Albashır, Emniyet aşamasındaki verdiği ifadede saldırının nasıl planlandığını aktardı. Hatta bombayı İdlib'den gelirken yanlarında götürdüklerini ileri sürdü. Şüpheli, savcılıktaki ifadesinde ise banka bıraktığı çantanın içerisinde bomba olduğunu bilmediğini ve uyuşturucu sandığını savundu.

21 Kasım 2022'de Sabah gazetesinde yayımlanan bir habere göre, Albashır, savcılıktaki ifadesinde, "ağabeyinin Özgür Suriye Ordusu'nda (ÖSO) üst düzey bir komutan olduğunu" dile getirmişti. Ancak İslamcı akımlardan oluşan ve Suriye'de Beşar Esad yönetimine muhalif olmalarıyla bilinen ÖSO detayı, hazırlanan iddianamede yer almadı. Aralarında Albashır'ın de bulunduğu 17 şüpheli, 18 Kasım 2022 tarihinde tutuklanarak eski adı Silivri olan Marmara Cezaevi'ne götürüldü. 29 şüpheli ise sınır dışı edildi.

Saldırıyı üstlenen örgüt var mı?

Şu ana kadar hiçbir örgüt saldırıyı üstlenmedi. Saldırıya ilişkin soru işaretleri bu aşamada oluştu. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, yaptığı ilk açıklamada PKK'yı işaret etti, "Eylemi yapanın Afrin'den geçtiği konusunda bir değerlendirmemiz var" ifadelerini kullandı. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün açıklamasında ise, şüphelinin İdlib'den Türkiye'ye geçtiği bilgisine yer verildi.

Fakat PKK'ya bağlı Halk Savunma Merkezi saldırıyla ilişkilerinin olmadığını iddia etti. Belkemiğini YPG'nin oluşturduğu ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) yöneticilerinden Mazlum Abdi de "patlamayla ilgilerinin olmadığını" öne sürdü.

MHP Şırnak Güçlükonak İlçe Başkanı Mehmet Emin İlhan'ın üzerine kayıtlı telefon hattından, zanlı Albashır ile görüşme trafiği yapıldığına ilişkin iddialar da soru işaretlerine neden oldu. MHP İlçe Başkanı, "Cizre'de sahte bir imza ile bir bayiden adıma bir hat çıkartmışlar" açıklaması yaptı. Şırnak Valiliği, İlhan'ın ifadesinin alındığını aktararak, söz konusu hattın yasadışı yollardan üçüncü şahıslara verildiğini bildirdi.

Saldırının kilit ismi kim ve sanıklar neyle suçlanıyorlar?

Saldırının kilit ismi, Ahlam Albashır'ın eşi görünümünde olan Bilal Hacmaos'tu. Albashır'ı Taksim Meydanı'na getiren araçta bulunduğu belirlenen Hacmaos, şu an firari durumda. Hacmaos'un daha sonra yakalanan Ammar Jarkas tarafından kaçırılıp Bulgaristan'a götürülmek üzere Edirne'ye bırakıldığı belirtiliyor. Edirne'den sonra izini kaybettiren bu kilit isme hâlâ ulaşılmış değil.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 3 Şubat 2023'te hazırlanan iddianamede de Albashır ile Hacmaos arasındaki ilişkiye dikkat çekiliyor. Bu iki sanığın Esenler'de tekstil atölyesi sahibi olan davanın tutuklularından Ferhat Habeş'in evine yerleştiği aktarılıyor. İddianamede, Albashır ve Hacmaos'un, YPG tarafından özel eğitime tabi tutulduğu savunuluyor. Bu iki kişinin patlayıcı malzeme eşliğinde Türkiye'ye gönderildiklerinin tespit edildiği de belirtiliyor. Sanıkların gelen talimatla saldırıyı gerçekleştirdiği iddianamede yer alan detaylardan. Ayrıca Albashır'ın üç kez Taksim'de, bir kez de Fatih Camisi'nde keşif yaptığı, çektiği fotoğraf ile videoları "Hacı" kod adını kullanan ve örgüt üyesi olduğu belirtilen bir kişiye gönderdiği bildiriliyor.

İddianamede olay gününe ilişkin ayrıntılara da yer veriliyor. Buna göre Hacmaos ile Albashır, içinde bomba olan çantayı yanlarına alarak Taksim'e gitti. Caddedeki bir bankta oturup talimat bekleyen Albashır, "Hacı"nın, "Çantayı bırak, hemen oradan ayrıl" mesajı üzerine hızla meydana doğru yürümeye başladı. Bomba da bu esnada patladı.

İddianamede, saldırgan Albashır'ın "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak", "silahlı terör örgütüne üye olmak" gibi çeşitli suçlardan toplamda 7 kez ağırlaştırılmış müebbet ve bin 949 yıldan 3 bin 9 yıla kadar hapsi isteniyor. PKK'nın üst yöneticilerinden Cemil Bayık'ın da aralarında bulunduğu diğer şüphelilerin ise 7'şer kez ağırlaştırılmış müebbet ve 3 bin 16 yıl 6 aya kadar hapisleri talep ediliyor.

Yargılama ne zaman başladı ve duruşmalarda bugüne dek neler yaşandı?

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin iddianameyi kabul etmesiyle yargılama 9 Mayıs 2023'te başladı. Duruşmalar, Marmara Cezaevi'nin karşısındaki salonunda yapıldı.

Marmara Cezaevi Duruşma Salonu'nun binası
Davanın ilk duruşması Mayıs 2023'te Marmara Cezaevi'nin karşısındaki salonda yapıldınull DHA

Sanık Albashır, iddianamenin Arapçaya çevrilmemesi nedeniyle ilk duruşmada savunma yapamadı. İkinci celsede yani 17 Temmuz 2023'te ilk kez konuşan Albashır, "Daha önce bunları anlatmadım" diyerek soruşturma aşamasındaki ifadesini değiştirdi. Daha önceki ifadelerinde bombayı Suriye'den aldıklarını söyleyen Albashır, "Suriye'den gelirken patlayıcı yanımızda değildi. Böyle bir şey olacağını bilmiyordum. Bombayı İstanbul'da el Hacmaos teslim aldı" dedi.

Bilal Hacmaos'un kaçacağından haberinin olmadığını iddia eden Albashır, "Aslında bombayı ben değil, Bilal kendisi götürecekti" dedi ve olay anını şöyle anlattı: "Bir yere oturup beklemeye başladım. Orada otururken bana Hacı'dan video geldi. Biri arkamdan videomu çekmiş, korktum. Çantayla oynadım. Bombayı gördükten sonra polisi aradım ama Türkçe bilmiyordum. Hacı bu esnada, 'Çantayı bırak, yürü' dedi. Bilal'i sordum 'Onu boş ver' dedi. Caddenin başına doğru yürüdüm. Taksiye bindim. Eve gittim."

Savcı mütalaasını 12 Şubat'ta yapılan duruşmada açıkladı ve iddianamedeki gibi 7 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 3 bin 9 yıla kadar hapis cezası istedi. Mütalaaya karşı söz verilen sanık Albashır, bu kez de "Bomba olduğunu bilmiyordum" diyerek şunları ifade etti: "Bana sadece turist olarak gideceğimi söylediler, sadece fotoğraf çekmemi söylediler. Vefat eden insanlardan dolayı geceleri uyuyamıyorum. Suriye'ye giden şahısların yakalanması için Suriye'ye gitmeye hazırım."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Şimşek politikaları sırat köprüsünde

Türkiye, son açıklanan Mart 2024 verilerine göre yüzde 68,5'lik tüketici enflasyonu ile dünyada en yüksek enflasyona sahip dördüncü ülke konumunda bulunuyor. Enflasyonda Türkiye'yi geçen ülkeler ise Arjantin, Suriye ve Lübnan olarak sıralanıyor. Eylül 2021'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın "faiz indirimi" ısrarı ile yükselişe geçen enflasyon, Türkiye toplumunun son 2,5 yılda en çok şikayet ettiği konu oldu, olmaya da devam ediyor.

28 Mayıs Cumhurbaşkanı seçimini Erdoğan’ın az farkla kazanması sonrasında ekonominin başına getirdiği Mehmet Şimşek’in başta Merkez Bankası olmak üzere ekonomi bürokrasisinde yaptığı değişiklikler ve "rasyonele dönüş" söylemi, faiz artırımı politikasına geri dönüşün de önünü açtı. Haziran 2023’te tekrar başlayan faiz artırımları ile, son 11 ayda TCMB’nin politika faizi yüzde 8,5'ten yüzde 50'ye çıkarıldı. Aynı dönemde tüketici enflasyonu ise yüzde 38,2'den yüzde 68,5'e yükseldi. Dolayısıyla aradan geçen 11 ayda hala enflasyonda bir gerileme ve Türkiye'ye olan yabancı sermaye girişlerinde artış beklentisi karşılanmış değil.

Faiz eleştirileri artıyor

Kulislere göre hem AKP içinde hem Saray danışmanları içerisinde Şimşek’in politikalarına ilişkin rahatsızlıklar giderek artıyor. Bununla birlikte son günlerde iş dünyasından da "faiz artışlarının işe yaramadığı" yönünde eleştiriler yapılmaya başlanması dikkat çekiyor. DW Türkçe'ye konuşan ekonomistlere göre, Mehmet Şimşek’in ‘rasyonel’ ekonomi politikalarının bekleneni verememesi halinde, Şimşek üzerindeki baskılar da artacak. Özellikle Mayıs ve Haziran aylarında enflasyonda kalıcı etki yapacak bir gerileme olmazsa, Şimşek politikalarına olan eleştirilerin artması bekleniyor.

TCMB, 31 Mart yerel seçimleri öncesinde politika faizini 500 baz puan artırarak yüzde 50'ye çıkarmıştı. TCMB’nin seçimden hemen önceki bu hamlesi piyasa oyuncularını hem şaşırttı hem de Fatih Karahan başkanlığındaki TCMB’nin kredibilitesine olumlu katkı yaptı. TCMB, Şubat 2024’te ise faizi sabit tutmuştu. Nisan ayında da faizin sabit tutulmasıyla TCMB yine "bekle-gör" dönemine girmiş oldu. Artık önümüzdeki 2 ay, yani Mayıs ve Haziranda mevcut sıkılaştırma ve tedbirlerin enflasyon üzerindeki etkisi izlenecek. Dolayısıyla bu önümüzdeki 2 ayda, dezenflasyon süreci için ortaya konan ‘rasyonel' politikalar açısından da bir test dönemi olacak.

Ege Yazgan
Ege Yazgannull Privat

"Şimşek ve ekibi için en kritik 2 ay"

TCMB'nin Nisan 2024 toplantısında politika faizini sabit bırakmasını DW Türkçe'ye değerlendiren Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ege Yazgan'a göre, bu ‘bekle-gör' döneminde enflasyonda bir iyileşme görülmezse, Haziran sonrasında mutlaka yeni bir faiz artışına ihtiyaç olacak.

Mevcut ekonomi yönetiminin de yaz ortasında bir faiz artışı yapmaya bu şartlarda sıcak baktığını ifade eden Prof. Yazgan, son 11 aydır yürütülen enflasyonla mücadele programının işe yarayıp yaramadığının önümüzdeki 2 ayda ciddi bir teste tabi tutulacağı görüşünde. "Önümüzdeki 1 -2 aylık dönem, hem Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ‘rasyonel’ politikaları hem de TCMB yönetimi için kritik önemde" diyen Yazgan, baz etkisi dışında enflasyon dinamiklerinde kayda değer bir gerileme gözlemlenmezse, Şimşek politikalarına karşı hem iktidar içerisinde hem de iş dünyasında güçlü bir itirazın yükselebileceğini ifade ediyor.

Yazgan, olası itirazlara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu aşamada Mehmet Şimşek’i görevden almasının ise "en olumsuz ve gerçekleşmesi en uzak senaryo" olacağını kaydediyor.

Şimşek ve Karahan’dan "güven" vurgusu

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, geçtiğimiz günlerde Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) tarafından düzenlenen Küresel Görünüm Forumu'nda Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuş ve "Piyasalar ve yatırımcılar genel olarak enflasyonun düşeceği ve Orta Vadeli Program'ın (OVP) sonuç vereceğine inanmaya başladı" ifadesini kullanmıştı.

Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü (PIIE) ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR) tarafından düzenlenen "Gelişmekte Olan Piyasalarda Merkez Bankası Yönetimi" başlıklı etkinlikte konuşan TCMB Başkanı Fatih Karahan da, "Ne gerekiyorsa yapacağımızın sinyalini her zaman verdik. Piyasaların beklediğinden çok daha fazla miktarda sıkılaştırma yaptık ve dezenflasyon konusunda ne kadar ciddi olduğumuzu gösterdik" diye konuşmuştu.

Ancak aynı günlerde iş dünyasından ise mevcut para politikasının beklenen düzeyde işe yaramadığına dair eleştiriler ortaya çıktı.

"Ne enflasyon düştü ne yabancı geldi"

Önce Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç, parasal sıkılaştırmadan beklenen sonucun alınamadığını savunan bir açıklama yaptı. ASO Meclis toplantısında konuşan Ardıç, sanayicinin enflasyonun düşürülmesi ve belirsizliklerin giderilmesi için faiz artışına razı olduğunu, ancak gelinen noktada enflasyon düşmediği gibi, yabancı sermayenin de gelmediğini söyledi.

ASO Meclis toplantısında konuşan Ardıç, krediye erişim zorluğu sürerken, ticari kredi kartı limitlerinin sınırlandırılmasının sanayiciyi zor durumda bıraktığını da kaydetti.

Türkiye'nin bir diğer sanayi merkezi olan Bursa’dan da uyarı niteliğinde bir araştırma yayınlandı. Bursa Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (BUSİAD), üyeleri nezdinde Nisan 2024'te gerçekleştirdiği, BUSİAD İktisadi Yönelim Anketi'nin sonuçlarını değerlendiren BUSİAD Başkanı Buğra Küçükkayalar, seçim sonrasında belirsizliğin ortadan kalkmadığını gözlemlediklerini belirterek, "Öngörülemezlik; üretim ve hizmet sektöründeki üyelerimizin ortak kaygıları olarak ortaya çıkıyor" dedi.

Sinan Alçın
Sinan Alçınnull privat

Enflasyonda gerileme olacak mı?

Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın’a göre, ekonomi yönetimi gerçekleşmesi çok zor olsa da, yıl sonu için yüzde 36'lık enflasyon hedefini korumaya devam ediyor.

Önümüzdeki birkaç ayda faiz artışı yapılmasa bile, son dönemde ‘parasal sıkılaşma’ya dönük mesajların giderek güçlendiğine işaret eden Prof. Alçın, "Ancak Haziran ayına gelindiğinde geçen ayki raporda olduğu gibi bu ayki raporda da yazan dezenflasyon sürecinin istenen seviyede gerçekleşmemesi olası. Mart ayı enflasyonunun da beklentinin üstünde geldiğini görüyoruz. Nisan ve Mayıs aylarında da enflasyonun geriye dönme ihtimali zayıf. Her ay beklenen üzerinde enflasyon olduğuna göre, burada jeopolitik riskler, güçlü iç talep, hizmet enflasyonu ve gıda enflasyonunun etkisi sürüyor" değerlendirmesi yapıyor.

"Şimşek politikaları gözden geçirilebilir"

Ekonomi yönetiminin enflasyonda istenen gerileme sağlanamazsa yapacağı yeni bir faiz artışı ile birlikte, yılsonu enflasyon hedefini de yukarı yönlü revize etmesi gerektiğini dile getiren Prof. Sinan Alçın, Mehmet Şimşek’in politikalarının geleceğine ilişkin ise şu görüşleri dile getiriyor:

"Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankası, Mehmet Şimşek 'in yönetim ve yönlendirmesi altında. Ama onun üzerinde Ekonomi Koordinasyon Kurulu var, Ekonomiden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz var ve tabi en tepede Cumhurbaşkanı Erdoğan var. Son 11 ayda enflasyonda ve rezervlerde pek olumlu gelişmeler sağlanamadı. Bu nedenle Haziran ayı sonrasında, Şimşek'in yönettiği ve yönlendirdiği Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankası politikalarının Cumhurbaşkanlığı tarafından gözden geçirilebileceğini düşünüyorum."

AB Adalet Divanı'ndan Türklere vatandaşlık konusunda karar

Avrupa Birliği (AB) bünyesindeki en yüksek yargı mercii olan Avrupa Adalet Divanı, Almanya'dan beş Türk'ün açtığı davada kararını açıkladı.

Türkiye'den Almanya'ya göç eden ve Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde yaşayan beş kişi, 1999 yılında Alman vatandaşlığına geçmiş ve Alman yasaları gereği Türk vatandaşlığından ayrılmıştı. Alman vatandaşlığına geçtikten sonra yeniden Türk vatandaşlığı almak için başvuruda bulunan beş Türk, bu nedenle otomatikman Alman vatandaşlığını kaybetmiş, bunun üzerine yargı yoluna başvurmuştu.

Alman mahkemesi, davacıların Alman vatandaşlığının yanı sıra AB içinde serbest dolaşım ve ikamet gibi AB vatandaşlık haklarını da kaybetmeleri nedeniyle görüş bildirmesi için konuyu Avrupa Adalet Divanı'na havale etmişti.

"Almanya'daki yasa AB hukukuna aykırı değil"

Divan, AB üyesi olmayan bir devletin vatandaşlığına gönüllü olarak geçen bir kişinin Alman vatandaşlığını kaybedebileceğini, bu yönde Alman kanunlarında yer alan düzenlemenin AB hukukuna aykırı olmadığını bildirdi. Lüksemburg'daki mahkeme, bu durumda AB vatandaşlık haklarının da kaybedileceğinin dikkate alınması gerektiğine vurgu yaptı.

AB'ye üye devletlerin vatandaşlıkla ilgili koşulları kendilerinin belirleyebileceğine işaret eden Divan yargıçları, "Bir devletin kendisiyle vatandaşları arasında özel bir bağlılık ve sadakate dayalı ilişkiyi korumak istemesinin meşru olduğuna" hükmetti. Yargıçlar, diğer yandan kişilerin, AB vatandaşlığının kaybedilmesinin kendileri açısından orantısız sonuçlara yol açıp açmadığına dair mahkemelere başvurabilmeleri gerektiğine de vurgu yaptı.

Almanya çifte vatandaşlığa yeşil ışık yakmıştı

Almanya'da koalisyon hükümeti, çifte vatandaşlık önündeki engelleri kaldıran yeni düzenlemeleri yürürlüğe sokmaya hazırlandığı için Divan kararının Türkler aleyhine önemli bir etkisinin olması beklenmiyor. Yeni vatandaşlık yasası, Haziran ayı sonunda yürürlüğe girecek.

Almanya'da çifte vatandaşlığa şimdiye kadar sadece istisnai durumlarda izin veriliyor, Türk vatandaşlığına geçen kişi otomatikman Alman vatandaşlığını kaybediyordu. Yeni düzenlemeyle başka bir vatandaşlığa geçmek isteyen Alman vatandaşları, Alman makamlarından izin almak zorunda olmayacak ve Alman vatandaşlığını da kaybetmeyecek. Aynı şekilde Alman vatandaşlığına geçmek isteyen bir Türk'ün Türk vatandaşlığından çıkması gerekmeyecek.

 

dpa / BK,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Erdoğan'ın Ortadoğu hamlelerinin gerisinde ne yatıyor?

İstikrarsızlığın tırmandığı Ortadoğu'da daha aktif bir rol üstlenmeye çalışan Türkiye, aynı zamanda bölgede nüfuzunu artırma arayışında.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bölge ülkeleriyle yoğun diplomasi trafiği bu arayışı yansıtıyor. Pazartesi günü neredeyse tüm bakanlarıyla birlikte Irak'a resmi ziyaret gerçekleştiren Erdoğan yakın bir gelecekte de Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi Türkiye'de ağırlamak istiyor.

Ankara'nın yoğun diplomasi trafiğinin odağında ise Gazze'de ateşkesin sağlanması için yürütülen müzakereler yer alıyor. Ancak Türkiye bugüne kadar bu sürece müdahil olma çabalarından somut bir sonuç elde edebilmiş değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Hamas'ın önde gelen bir yöneticisini kucaklıyor, fotoğrafın sol tarafında Hamas liderlerinden İsmail Haniye
Erdoğan, 20 Nisan'da İstanbul'da Hamas liderlerini ağırladınull Mustafa Kamaci/Anadolu/picture alliance

Erdoğan'ın, 7 Ekim'de İsrail'i terör saldırılarıyla hedef alan Hamas'ı söylemleriyle sahiplenirken, İsrail'le köprüleri atmış olması, Gazze konusunda uluslararası müzakerelerde Katar ve Mısır gibi ülkelerin merkezi rol üstlenmesine, Türkiye'nin geri planda kalmasına yol açtı.

Fishman: Türkiye oyun dışı kaldı

Brooklyn College öğretim üyesi tarihçi Louis Fishman'a göre Türkiye "oyun dışı kaldı", yakın gelecekte Gazze ihtilafında önemli bir arabulucu rolü üstlenme fırsatını da kaybetti.

Erdoğan'ın hafta sonunda Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye'yi bir kez daha İstanbul'da ağırladığını, öncesinde de "Kuvayi Milliye neyse Hamas da aynen odur" dediğini anımsatan Fishman, "Erdoğan aslında bu söylemleriyle aynı zamanda Hamas'a Türk halkı nezdinde meşruiyet kazandırmaya çalıştı. Ama bu da tamamıyla geri tepti" dedi.

Erdoğan'ın son haftalarda ABD ve AB'nin terör örgütü olarak tanıdığı Hamas'a destek söylemlerini yeniden artırdığına dikkat çeken Fishman, bunu stratejik ve taktiksel hata olarak nitelendiriyor.

Brooklyn College öğretim üyesi tarihçi Louis Fishman
Brooklyn College öğretim üyesi tarihçi Louis Fishman, Türkiye'nin Gazze müzakerelerinde "oyun dışı kaldığı" görüşündenull privat

Aslında Türkiye'nin Hamas'ın İsrail'i hedef aldığı 7 Ekim'den sonra hemen devreye girerek çok önemli bir rol üstlenme fırsatına sahip olduğuna vurgu yapan Fishman, "Bir yandan Filistin halkından yana olan aynı zamanda İsrail ile de iyi ilişkileri bulunan Türkiye en etkili aktör, arabulucu olabilirdi. Ama Erdoğan bunun yerine Hamas'a çok güçlü destek açıklayarak Türkiye'nin bu önemli fırsatı kaçırmasına yol açtı. Oysa Türkiye, Mavi Marmara krizinden sonra İsrail ile ancak iyi ilişkileri olduğu müddetçe ister Hamas ister Fetih olsun, genel olarak Filistinliler üzerinde nüfuzunu kullanabileceğini görmüştü, son yıllarda İsrail ile ilişkilerini onarmak için de çok yoğun çaba göstermişti. Ne yazık ki onca emeğini, yatırımını Hamas için heba etti ve artık sahne arkasında kalan bir oyuncu konumuna düştü" diye konuştu.

Ankara şimdi ne hedefliyor?

Türkiye aslında yıllardır Hamas ile Fetih'in anlaşmazlıklarını gidermesi için temaslar yürütüyor. Haniye ile İstanbul'da yapılan görüşme sonrasında İletişim Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada da Erdoğan'ın görüşmede "Filistinlilerin birlik içinde hareket etmesinin hayati öneme sahip olduğunu söylediği" vurgulandı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da geçen hafta Katar'a yaptığı ziyaret sırasında Haniye ile bir araya gelmiş, aynı günü Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile ortak basın toplantısında da dikkat çekici açıklamalarda bulunmuştu. Hamas'ı "bir ulusal hareketi olarak göstermekten ziyade, IŞİD gibi bir terörist örgüt olarak nitelendirme çabası olduğunu" savunan Fidan, Haniye ile "bu türden algıların giderilmesine dönük görüş alışverişinde" bulunduklarını kaydetmişti.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan
Hakan Fidannull DHA

Fidan ayrıca, "Yıllardır Hamas'la yaptığımız siyasi görüşmelerde, kendilerinin 1967 sınırları içerisinde kurulacak olan bir Filistin Devleti'ni kabul ettiklerini ve Filistin Devleti'nin kurulmasını müteakip Hamas'ın ayrıca silahlı kanadının olmasına gerek kalmayacağını, kendilerinin bir siyasi parti olarak hayatlarına devam edeceklerini bana ilettiler. Bu da aslında bence dünya kamuoyunun Filistin Devleti'ne giden yolda atacağı adım için fevkalade önemli bir mesaj diye düşünüyorum" açıklamasını yapmıştı.

Ankara'nın bu hamlelerinin gerisinde Hamas'ı uluslararası toplum tarafından daha kabul edilebilir, daha ılımlı bir yapıya dönüştürme, Filistin sorununa çözüm çabalarında Hamas'ın denklem dışında bırakılmasını önleme çabalarının yattığı belirtiliyor. Türk uzmanlar, bunun aynı zamanda bölgede gerilimi tırmandıran İran'ın nüfuzunu da sınırlandırabileceği öne sürüyor.

Schindler: Hamas değişmez

Alman terörle mücadele uzmanı Dr. Hans-Jakob Schindler ise Türkiye'nin son hamlelerinin çok da sonuç vermeyeceği, Hamas'ın daha ılımlı bir yapıya dönüştürme hedefinin ise hiç inandırıcı olmadığı görüşünde.

Schindler, kâr amacı gütmeyen Aşırıcılıkla Mücadele Projesi (CEP) adlı uluslararası kuruluşun kıdemli direktörü. Geçmişte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin IŞİD, El Kaide ve Taliban yaptırımlarını izleme ekibinin koordinatörlüğünü yürüten Schindler, Hamas'ı ve Türkiye'deki faaliyetlerini de yakından takip eden bir isim.

Aşırıcılıkla Mücadele Projesi (CEP) Kıdemli Direktörü Dr. Hans-Jakob Schindler
Dr. Hans-Jakob Schindlernull Dr. Hans-Jakob Schindler

"Hamas, Filistin toplumunda farklı görüşleri asla tolere etmeyen İslamcı aşırılıkçı bir terör örgütü" diyen Schindler, Hamas'ın Taliban, El Kaide gibi son derece şiddet eğilimli ve acımasız bir yapı olduğuna dikkat çekiyor. Terör uzmanı, bu tür örgütlerin çıkarları gerektiğinde taktiksel olarak bir süreliğine ılımlı bir tavır takınabileceklerini ancak dini bir ideoloji söz konusu olduğu için özünde değişim olmayacağını belirtti, "Çünkü ya 'Ben yanılmışım' diyecekler ya da 'Allah yanılmış' diyecekler bu da mümkün olmadığı için özünde bir değişim mümkün görünmüyor" diye konuştu.

"Erdoğan dış politikada oportünist"

Erdoğan'ın son günlerdeki Hamas çıkışlarını da DW Türkçe'ye değerlendiren Schindler, şu değerlendirmeyi aktardı:

"Dış politika söz konusu olduğunda Erdoğan yüzde yüz oportünist. Türkiye'yi bölgede lider güç olarak konumlandırma düşüncesi dışında bunu hayata geçirecek somut bir strateji geliştirmiş değil. Somut ittifaklar inşa edemiyor, sürekli bir yerden bir yere savruluyor. Gazze'deki ateşkes görüşmelerinde hiçbir rolü yok. Ve Erdoğan şimdi İsrail ile Hamas arasında Katar, Mısır ve ABD destekli müzakerelerinden beklenen sonucun alınamadığını, zora girdiğini gördüğü için, bunu sürece müdahil olmak için araçsallaştırmaya çalışıyor. Ama bu da söylemden ibaret çünkü Hamas'ı ikna edebilecek durumda da değil, süreçte rol oynayan bir aktör de değil, bu sürece müdahil olduğu takdirde somut fark yaratabileceği konusunda da ikna edici değil."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın posterlerini taşıyan Hamas destekçileri
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın posterlerini taşıyan Hamas destekçilerinull Nabil Mounzer/EPA/dpa/picture-alliance

Türkiye'nin istediği takdirde Hamas'a baskı uygulayabileceğini ancak bunu bugüne kadar yapmadığına işaret eden Schindler, "Hamas'ın şirket yapılanmalarının, şirketler ağının önemli unsurları ve üst düzey yöneticileri Türkiye'de. Bunların bir kısmı son dönemde birkaç kez ABD tarafından yaptırımlar kapsamına alındı. En tanınmışlarından biri Trend GYO… Hatta Türk bankaları da bu nedenle yaptırım kapmasına alınma riskiyle karşı karşıya. Ancak Türk hükümeti, devleti bir süre boyunca Hamas'a destek söylemlerinde değişikliğe gitmiş olsa da Hamas'ın mali kaynaklarını kesme konusunda somut hiç bir adım atmadı" dedi.

"Türk kamuoyu Hamas'ı ağırlamayı öyle kolayca kabullenmez"

Kimi uzmanlar, artık Hamas'ın bölgede savaş sonrası inşa edilmesi muhtemel düzende yer alamayacağını savunuyor. Tarihçi Louis Fishman ise İsrail'in diplomatik çözüm bulmada uzun zamandır ayak diremesi nedeniyle Hamas'ın halen "fiilen ana aktör konumunda" olduğuna dikkat çekiyor.

Fishman, "Erdoğan da bunun farkında. Zaten Hamas tamamıyla oyun dışı kalmış olsa, Erdoğan onlarla görüşecek son kişi olurdu değil mi? Ama işte Erdoğan'ın onlarla yeniden buluşmuş olması Türkiye'ye uzun vadede bir fayda sağlamayacak. Ne ABD ne AB ile ilişkilerinde, hatta bölgede ABD ile kısmi koalisyonda olan ılımlı aktörlerle ilişkilerine de bu Türkiye'ye olumlu katkı sağlamayacak. Hatta Hamas'a bile bunun bir getirisi yok ki. Evet Erdoğan tarafından ağırlanmaları belki onları o an ilgi odağı haline getirip, spotların onlara çevrilmesini sağlıyor olabilir ama işte o kadar, çünkü Türkiye bu meselede ana aktörlerden değil" görüşünü aktardı.

Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları'nın eli silahlı, yüzü maskeli militanları
Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları, Salı günü "tüm cephelerde İsrail'e karşı gerilimin tırmandırılması" çağrısı yaptınull AFP/Getty Images/S. Khatib

Üstelik Erdoğan'ın Haniye ile Cumartesi günü gerçekleştirdiği görüşmeden sadece üç gün sonra Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları tarafından "tüm cephelerde İsrail'e karşı gerilimin tırmandırılması" çağrısı yapması, Ankara'nın girişimlerinin çok da sonuç vermediğini gösteriyor.

Bu arada uluslararası basında, Katar'ın Hamas'ın ülkeyi terk etmesini istediği, terör örgütünün karargahını Türkiye'ye taşıyabileceği iddiaları yer almıştı. Hamas böyle bir konunun gündemde olmadığını açıklarken, Erdoğan da kendisine böyle bir bilgi gelmediğini, Katar'ın böyle bir adım atacağını düşünmediğini söyledi.

Tarihçi Fishman da buna ihtimal vermediğini anlatırken, "Hamas'ın karargahını Türkiye'ye taşıması ihtimali Türk kamuoyunun öyle kolayla sindirebileceği kabul edebileceği bir şey olmaz zaten. Basında bu konuda yer alan iddialara yönelik tepkiler bile çok yoğundu. Ayrıca bu Erdoğan'a, her şeyden daha büyük bir zarar verir. Kendisi de bunun farkındadır" dedi.

"Olabilecek en kötü senaryo yaşanıyor"

Bu arada Hamas'ın İsrail'de 1200 kişinin ölümüne yol açtığı ve 250 kişiyi rehin aldığı 7 Ekim'deki terör saldırıları sonrasında İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik başlattığı askeri operasyonlarda hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 34 bini aştı, bölge halkının yüzde 90'ı yerinden edildi.

Bir iş makinesi ile açılan toplu mezara, mavi plastik çuvallar içinde defnedilen çok sayıda insan, sağ ve sol tarafta onlarca kişi
İsrail'in Gazze Şeridi’ne yönelik başlattığı askeri operasyonlarda hayatını kaybeten Filistinlilerin sayısı 34 bini aştınull Sais Khatib/AFP

İsrail ordusunun hedef aldığı Nasser ve El Şifa hastanelerinde toplu mezarlar bulunduğu yönündeki haberler uluslararası toplumda Netanyahu hükümeti ve İsrail ordusuna yönelik tepkileri daha da arttırdı.

Birleşmiş Milletler (BM) ve uluslararası toplumdan toplu mezarlarla ilgili bağımsız soruşturma yürütülmesi yönünde art arda çağrılar yapılıyor. BM, çıplak, elleri bağlanmış cesetler bulunduğu iddialarının savaş suçları endişesini yeniden gündeme taşıdığına dikkat çekiyor. İsrail'in yoğun itirazlara rağmen Refah'a yönelik askeri operasyonunu başlatması durumunda insani felaketin boyutunun daha da ağırlaşmasından endişe ediliyor.

Refah'ta, battaniyelerle yapılan çadırlarda kalan Filistinli çocuklar
İsrail'in operasyonları sonucunda yerinden edilen Filistinlilerin büyük bir bölümü sığındıkları Refah'ta battaniyelerle yapılan derme çatma çadırlarda kalıyornull Mohammed Abed/AFP

Louis Fishman'a göre, bölge 7 Ekim sonrası yaşanabilecek en kötü senaryoya sahne oluyor ve bunda büyük ölçüde Hamas'ı salt askeri yöntemlerle geri püskürtmeye çalışan, diplomatik strateji ve siyasi çözüm stratejileri geliştirmeyi tamamıyla göz ardı eden Netanyahu hükümetinin sorumluluğu bulunuyor.

İsrail'de, Türkiye'dekine benzer bir süreç yaşanmakta olduğuna, ülkenin giderek otoriterleştiğine dikkat çeken Fishman, Netanyahu hükümetinin bir süre daha iktidarda kalmak adına her şeyi göze alır noktaya geldiğine vurgu yaptı, "Kısa bir süre daha iktidarda kalmak adına uzun dönemli istikrar tehlikeye atılıyor. Tanık olduğumuz şey bu" diye konuştu.

Hamas neden uzlaşmaya yanaşmıyor?

Alman terör uzmanı Hans-Jakob Schindler de kısa vadede Gazze'de ihtilafın son bulması konusunda iyimser olmadığını, Hamas'ın uzlaşmaya yanaşmadığını söyleyerek bunun nedenlerine şu ifadelerle açıklık getiriyor:

"Hamas'ın stratejisi başından beri üç ayaklıydı. 7 Ekim'de planladıklarına İsrail'in sert karşılık vereceğini, Gazze'de sahip oldukları imkanlarla buna karşı koyamayacaklarını biliyorlar bu nedenle ihtilafı bölgesel bir ihtilafa dönüştürmeyi hedefliyorlardı. Son aylarda yaşananlar, Hamas'ın istediği boyutta olmasa da bir ölçüde bundan sonuç aldığını gösteriyor. İkinci olarak Hamas, İsrail'e olabildiğince çok Filistinliyi öldürterek uluslararası toplumu etkilemek, '7 Ekim'de ne olduysa oldu ama asıl bakın İsrail ne yapıyor' demek istedi. Bu hedefinden ciddi ölçüde sonuç almış görünüyor. New York'ta Columbia Üniversitesi'nde ve ABD'deki diğer üniversitelerde olanları görüyorsunuz. Üçüncü ayak da rehinelerdi. Bunu Filistinli tutukluların serbest bırakılması ama aynı zamanda Hamas liderliğinin hayatta kalması için kullanıyorlar. Ve bu üç ayaklı stratejileri kısmen de olsa Hamas için işliyor görünüyor. Bu nedenle ne yazık ki Hamas'ın şu anda uzlaşması zor, zaten bu nedenle her öneriyi geri çeviriyorlar."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Steinmeier ile Erdoğan'ın ortak basın toplantısı: Birbirimize ihtiyacımız var

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ankara’daki görüşmelerinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısının öne çıkan başlıkları ikili ilişkilerin ve döner tartışmalarının yanı sıra Gazze ve Ukrayna’da halen devam eden savaş oldu.

Steinmeier, Türkiye-Almanya dostluk anlaşmasının 100'üncü yılı nedeniyle yaptığı üç günlük Türkiye ziyaretinin Ankara’daki resmi ayağında Erdoğan ile Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde bir araya geldi.

Baş başa ve heyetler arası görüşmelerin ardından iki lider ortak basın toplantısında konuşarak soruları yanıtladı.

Steinmeier, diplomatik ilişkilerin başlamasının 100'üncü yılında yaptığı bu ziyareti çok önemli gördüğünü dile getirerek, iki ülkenin aslında daha uzun bir tarihe dayalı geçmişi bulunduğunu hatırlattı.

Türkiye-Almanya ilişkilerinin sadece diplomatik ya da siyasi boyutu bulunmadığını, aynı zamanda insani ilişkilerin iki ülke arasındaki bağları özel kıldığını söyleyen Steinmeier, "Dünyadaki hiçbir ülke ile Almanya’nın bu kadar yoğun ve ailevi ilişkileri yoktur" dedi.

Steinmeier, Şubat 2023’te gerçekleşen Kahramanmaraş depremlerinin ardından Almanya’dan gelen yardım ekiplerinin ve sağlanan insani ve maddi desteğin bu insani bağları gösterdiğini söyleyerek, Gaziantep’te yaptığı temaslarda yeniden inşa çalışmalarını gözlemlediğini ve takdire şayan bulduğunu kaydetti. Depremden Suriyeli sığınmacıların da etkilendiğini belirten Steinmeier, onlarla da konuştuğunu ve Almanya olarak depremzedeleri desteklemeye devam edeceklerini bildirdi.

İki ülke arasındaki ticaret hacminin geçen yıl 55 milyar euro hacmiyle yeni bir rekora ulaştığını söyleyen Steinmeier, şu anda Türkiye'nin finans politikalarının Batı'da büyük takdirle karşılandığını kaydetti.

Steinmeier sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ülkelerimiz ekonomik açıdan zor dönemlerden geçiyor ve ekonomik alışverişimizi artırmak ve iyileştirmek iki tarafın da somut olarak çıkarına. Bu açıdan hukuk güvencesi ve hukuk devleti ilkesinin önemli yatırım koşulları olduğu açık. Pazartesi günü İstanbul'da bir araya geldiğim Alman iş insanları da bunu bana iletti."

Steinmeier, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin gelişmesi açısından ise insan hakları, basın özgürlüğü ve hukuk devleti ilkelerinin ön koşul olduğunu ifade ederek, Almanya olarak geçen haftaki AB zirvesinde, ekonomi ve yatırımlar, vize sorunun çözümlenmesi ve göç konuları da dahil olmak üzere Avrupa ile Türkiye arasındaki ilişkilerde somut ilerleme kaydedilmesi için çaba gösterdiklerini söyledi.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeiernull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Sivil topluma övgü

"Bu gezinin tüm duraklarında gördüm ki Türkiye'nin çok çeşitli bir sivil toplumu var; cesur, bilinçli, çalışkan, azimli, ülkelerini destekleyen ve ülkelerinin iyiliğini isteyen insanları var" diyen Steinmeier, "Tam da bu yüzden Türkiye'nin dinamik, demokratik, Avrupa'ya yönelen bir gelişim göstermesini diliyorum" ifadelerini kullandı.

Alman Cumhurbaşkanı dünyadaki gelişmelerin herkesi son derece endişelendirdiğini de söyleyerek, "Görüşmemizde bunları da ele aldık. Böylesi bir dünyada Türkiye ve Almanya olarak birbirimiz için vazgeçilmez partnerleriz. Birbirimize ihtiyacımız var; gerek NATO gerek G-20'de ve Ortadoğu'daki trajik gelişmelerde de mümkün olduğunca ortak çıkarlarımızı ön plana alarak mümkün olduğunca ortak çözümler bulmalıyız" dedi.

Görüşmelerde Kıbrıs ve Ukrayna konusunu da ele aldıklarını söyleyen Steinmeier, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Alman hükümeti adına Ukrayna'nın Yeniden İnşası Konferası'na davet etti.

Gazze konusunda farklar ve ortaklıklar

"Ortadoğu'daki sorunla ilgili olaraksa birçok konuda hemfikir değiliz" ifadesini kullanan Steinmeier "Hamas, İsrail'e 7 Ekim'deki vahşice saldırısı ile erkek, kadın ve çocuk 1200 kişiyi öldürdü ve 6 ayı aşkın süredir 130 İsrailliyi rehin tutuyor. Bana göre 7 Ekim saldırısı olmasaydı Ortadoğu'da bu savaş olmazdı" dedi.

Steinmeier görüşmede konuyla ilgili farklılıkların dile geldiğini belirterek "Görüşmemizde ama aynı zamanda ortak hedeflerimizi vurguladık. Gazze'deki insani durumu düzeltmeliyiz, buna mecburuz. Savaşın bölgeye yayılmasını da engellemeliyiz, buna mecburuz. Burada da Türkiye'ye önemli bir rol düşüyor. Sayın Cumhurbaşkanı ile de hepimizin bölgedeki imkanlarımızı, ilişkilerimizi Hamas'ın kaçırdığı rehinelerin serbest kalması için kullanmamız gerektiğini konuştum. Gerilim sarmalından çıkmak için atılacak diğer adımlar için anahtar, bu” ifadelerini kullandı. 

Steinmeier "Filistinliler için siyasi bir perspektif olmadan orta ve uzun vadede barış, İsrail için de güvenlik sağlanamaz, bunda da hemfikiriz. Nihayetinde bu da sadece iki devletli bir çözüm ile olabilir, buraya varacak bir yol bulmalıyız" diye konuştu.

Erdoğan'dan savunma sanayi ve Gazze mesajları

Erdoğan da konuşmasında iki ülke ilişkilerinin önemine atıfta bulunarak, "Beşeri bağlarla bugüne kadar hep güçlenen Türk-Alman dostluğunun kuvvetlenerek gelişmeye devam edeceğine inanıyorum" diye konuştu.

Steinmeier ile ilişkileri ilerletme konusunda hemfikir olduklarını söyleyen Erdoğan, NATO müttefiki Almanya ile güvenlikten, ekonomiye, kültürden, bilime her alanda yoğun ilişkilere sahip olunduğunu ve 50 milyar doları bulan ikili ticaret hacmini dengeli biçimde 60 milyar dolar seviyesine ulaştırmayı hedeflediklerini kaydetti.

Karşılıklı yatırımların arttırılmasına da özel önem verdiklerini belirten Erdoğan, şunları kaydetti:

"Savunma sanayi alanındaki iş birliğimizi de ikili ilişkilerimize ve müttefiklik ruhuna uygun şekilde ilerletmek arzusundayız. Savunma sanayinde karşılaştığımız kısıtlamaları artık gündemimizden tamamen çıkartalım istiyorum. Türkiye ve Almanya'nın savunma alanında engelleri değil, bundan sonra ortak üretim projelerini konuşacağını ümit ediyoruz.”

Erdoğan, iki ülke arasındaki beşeri bağlara da işaret ederek, 63 yıl önce Sirkeci garından uğurlanan Türklerin sayısının 3,5 milyona ulaştığını kaydetti.

“63 yıllık süre zarfında Türk toplumu gurbetçilikten çıkarak Almanya'nın sosyal, ekonomik, kültürel ve akademik hayatında kritik rolleri üstlenmeye başladı. Sayın Cumhurbaşkanı'nın heyetinde yer alan değerli temsilciler bunun örneğidir” diyen Erdoğan, Türk toplumunun eşit katılım temelli entegrasyonuna önem verdiklerini belirtti.

“Çifte vatandaşlığı mümkün kılan yeni Alman vatandaşlık yasasını bu bağlamda atılmış kıymetli bir adım olarak görüyoruz” diyen Erdoğan, buna karşılık Avrupa ile birlikte Almanya'da yükselen yabancı karşıtı, İslam düşmanı, aşırı sağcı ve ırkçı örgütlere ilişkin endişelerinin giderek arttığını söyledi.

25 Mart’ta ikisi çocuk, dört kişinin ölümünü hatırlatan Erdoğan, şöyle konuştu:

“25 Mart tarihinde yaşanan menfur hadisenin tamamen aydınlatılması ve sorumlularının cezalandırılması noktasında beklentilerimizi paylaştım. PKK, YPG, FETÖ başta olmak üzere insanlarımızın huzurunu kaçıran ve temsilciliklerimize saldıran terör örgütleriyle mücadeleye de değindik. Müttefiklik hukukumuza zarar veren bu örgütlerle mücadelede daha etkin iş birliğine ihtiyacımız bulunuyor. Terörle mücadele hususunda Alman makamlarından daha fazla destek ve dayanışma beklediğimizi ifade ettim.”

"İsrail ile ticaret bitti”

Görüşmelerde Gümrük Birliği ve vize serbestisi başta olmak üzere atılması gereken adımları ele aldıklarını da söyleyen Erdoğan, Gazze ile ilgili şunları kaydetti:

“Gazze'de 200 gündür yaşanan benzeri görülmemiş zulmün son bulması çağrımızı tekrarladım. Netanyahu sırf siyasi ömrünü uzatmak adına kendi vatandaşları dahil tüm bölgemizin güvenliğini tehlikeye atıyor. İsrail yönetiminin Gazze'de işledikleri insanlık suçlarını ve katliamlarını gündemden düşürme çabalarına prim verilmemesi gerekiyor. İsrail'in saldırıları devam ettiği müddetçe hem bölgesel hem de küresel barışa yönelik tehditlerin arttığının herkes bilincindedir.”

Erdoğan, Türkiye olarak ateşkesin sağlanması, kesintisiz ve yeterli insani yardımın Filistin halkına ulaştırılmasına yönelik çabaları artırarak sürdüreceklerini belirterek, İsrail ile ticaretin ayakta tutulmasının Türkiye’nin Gazze politikası ile çelişki yaratıp yaratmadığına ilişkin soru üzerine şöyle konuştu:

"Yoğun ticari ilişkileri artık ayakta tutmuyoruz. O iş bitti. Bunu da kısa zaman önce Dışişleri Bakanım açıkladı. Fakat şunu bilmenizi istiyorum. Şu anda İsrail'in Gazze'ye yaptığı saldırılardaki ölüm sayısı ne yazık ki 45 bini buldu. Bu rakamı bir kenara koymamız söz konusu olamaz. Yaralılar ise 75 bini buldu.”

Bu yaralılar içerisinde durumu ağır olanların bir kısmını aldıklarını ve tedavi ettirdiklerini belirten Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Burada maalesef ağır bir manzara var. Bu manzarayı Alman dostlarımızın görmesi lazım. Gazze, Filistin tamamıyla yerle yeksan olmuş, her taraf yıkılmış. Kaldı ki İsrail ile Gazze'nin silah, mühimmat, araç, gereçleri bunlar zaten mukayese edilmez. Bunları görerek değerlendirmeyi yapmak lazım. Bütün bunların yanında tüm Batı kimin yanında yer alıyor? İsrail'in yanında yer alıyor. İsrail'in acımasız saldırıları karşısında Gazze'nin böyle bir imkanı var mı? Yok. İmkansızlıklar içerisinde bütün bunlara rağmen biz şu anda rehinelerin takası noktasında bir gayret ve mücadelenin içerisindeyiz. Temenni ederiz ki bu takasta başarılı oluruz."

Döner tartışması

Steinmeier ve Erdoğan'a gazetecilerden yöneltilen sorulardan biri de konuk cumhurbaşkanının Almanya'dan gelirken yanında getirdiği döner oldu.

Erdoğan esprili bir dille "Döner İstanbul'da bitirildi herhalde” yanıtını verirken, Steinmeier beraberinde döner getirmesini değil, bu tartışmaları yüzeysel bulduğunu kaydetti.

Steinmeier, Türkiye'ye kalabalık bir heyetle geldiğini ve heyetin Alman-Türk toplumunun çeşitliliğini yansıttığını söyledi. Heyette Hannover Belediye Başkanı Belit Onay, tiyatrocu Adnan Maral, CDU milletvekili Serap Güler, yazar Dinçer Güçyeter gibi isimlerin de olduğuna dikkat çeken Steinmeier, "Bu durum yeni Almanya'yı şekillendiren bir çeşitlilik. Bunun anlaşılmasını ümit ediyorum ve bu yüzeyselliği artık geride bıraktığımızı düşünüyorum” diye konuştu.

Bir gazetecinin Uluslararası Adalet Divanı'nda soykırıma yardım suçlamasıyla Almanya aleyhinde açılan davayı hatırlatması ve görüşünü sormasına karşılık Steinmeier, mahkeme nezdinde bu konuda girişimde bulunduklarını söyleyerek, "Biz bu nitelemeyi paylaşmıyoruz ve hukukçularımız uluslararası mahkeme nezdinde bu konumumuzu savunuyor” yanıtını verdi.

Steinmeier, bir başka gazetecinin Almanya'da Türk kökenli vatandaşlara yönelik ırkçı saldırıları hatırlatarak, ne gibi önlemler alındığını sorması üzerine de şunları kaydetti:

"Sayın Cumhurbaşkanıyla bu konuyu konuştum ve sizin bahsettiğiniz olayın beni de en az Türkiye Cumhurbaşkanı'nı üzdüğü kadar üzdüğünü teyit ettim. Solingen'deki saldırının 30'uncu yıl dönümü vesilesiyle bir konuşma yaptım, o saldırının mağdurlarının yakınlarının da bulunduğu çok duygusal bir anmaya katıldım. Bu kadar duygusal bir etkinlikten sonra aslında benzer bir olayın tekrarlanabileceği düşünülemezdi. Sorunuzda ifade ettiğiniz husus ise farklı. Yeni bir saldırı oldu maalesef. Alman güvenlik güçleri ve yargısının bu olayda bu faillere hak ettikleri cezayı vereceklerini temin edebilirim.”

Erdoğan-Özel görüşmesinin gündeminde ne olacak?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in gelecek hafta bir araya geleceğinin netleşmesinin ardından gözler görüşmenin gündemine çevrildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile CHP lideri Özel arasındaki ilk temas 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) verilen resepsiyonda gerçekleşti. Erdoğan ve Özel arasındaki "çay sohbeti"ne AKP, CHP ve MHP kurmayları, diğer siyasi partilerin liderleri ile çok sayıda milletvekili de katıldı.

Özel çıkışta, "Bugün bayramlaşmak üzere kendisi 'İçeride bir çay içelim' dedi. Çayımızı içtik, bayramlaştık, haftaya görüşeceğiz" açıklamasını yaptı.

Erdoğan da bir soru üzerine "Önümüzdeki hafta Sayın Özgür Özel ile inşallah bir araya geleceğiz" dedi.

Ancak Erdoğan ve Özel'in gelecek hafta hangi gün ve nerede bir araya geleceği henüz kesinlik kazanmadı.

DW Türkçe'nin edindiği bilgiye göre Özgür Özel'in görüşme için tercih ettiği yer Çankaya Köşkü. Ancak Erdoğan'ın Özel'e Beştepe'deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde randevu vermesi bekleniyor.

Özgür Özel hangi gündemle gidecek?

Erdoğan ile yapacağı görüşmenin "nezaket ziyareti olmayacağını," bunun

"çalışma ziyareti" olacağını vurgulayan Özgür Özel'in görüşmedeki en önemli konusu yerel seçimlerden sonra gündeme gelen "belediye borçları" olacak.

CHP'nin devam eden çalışmalardaki ilk tespitlerine göre, CHP'nin devraldığı belediyelerin 100 milyar TL'yi aşan borçları bulunuyor. Özgür Özel'in bu konuda Erdoğan'a "Belediyelerin hükümet tarafından kıskaca alınması CHP'ye değil, millete zararı olur. Ayrıca 2019'dan 2024'e kadar belediye meclislerinde bu yapıldı, millet yeni yanlışları görürse yine cezayı keser" mesajı vermesi bekleniyor. Hem bu borçların yapılandırılmasında iktidarın onay mekanizmalarının hızlı işlemesi gerektiği hem de belediye gelirlerinin azaltılmasına yönelik iktidarın atacağı olası adımların vereceği zararlar Özel tarafından Erdoğan'a aktarılacak.

Belediye gündemi dışında Özgür Özel'in çantasında; başta TİP'ten Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay olmak üzere Gezi davası tutuklularının durumu, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki Can Atalay davasında yaşanan yetki krizi, 28 Şubat davasından tutuklu bulunan Çetin Doğan'ın durumu, "hasta tutuklular" gibi başlıklar da olacak. Bu konularda Özel'in Erdoğan'a bir dosya sunması da bekleniyor.

Ayrıca, Özgür Özel, atanamayan öğretmenler, ücretli öğretmen sorununun çözümü, emekli maaşlarının düşüklüğü, Temmuz ayında zam yapılmayacağı açıklanan asgari ücrete ek zammın yeniden gündeme getirilmesi gibi ekonomi başlıkları da konuşulacak konulardan olacak.  Özel'in kamu kurumları olan TRT ve Anadolu Ajansı'na dair rahatsızlıklarını da Erdoğan'a iletmesi bekleniyor.

Bu arada, Erdoğan-Özel görüşmesinin 1 Mayıs Çarşamba gününden önce olması halinde Özgür Özel'in 1 Mayıs'ta Taksim'in işçi sendikalarına ve halka açılarak miting yapılması talebini Erdoğan'a ileteceği öğrenildi.

Erdoğan'ın gündemi anayasa

Edinilen bilgiye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından ise Özel ile yapacağı görüşmede ana gündem yeni anayasa çalışmaları olacak. Erdoğan'ın gelecek dört yıl seçim olmadığını ve yeni anayasayı tüm partilerin desteğiyle yapmak istediklerini Özel'e iletmesi bekleniyor. Bu kapsamda ilk adım ise 30 Nisan Salı günü atılacak. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Özgür Özel'i ziyaret edecek.

Özel'in Erdoğan'a yeni anayasayı değiştirmek istediklerini ancak bunu "Türkiye'nin önemli sorunlarını unutturan ve gündem değiştirmeye yönelik bir hamle olmaması için dayatma olmadan yapılması" gerektiğini söyleyeceği belirtiliyor. Özgür Özel'in ayrıca, mevcut Anayasaya dahi uyulmadığını Erdoğan'a söylemesi bekleniyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Özel'in seçimlerden CHP'nin birinci parti olarak çıktığı yönündeki açıklamalarına, "Türkiye'de iktidar 14-28 Mayıs 2023'te belirlendi. Yetkiyi millet verdi. Yerel sonuçlar üzerinden iktidara bir vesayet kurma girişimi yanlış olur" karşılığı verebileceği ifade ediliyor.

Erdoğan'ın ayrıca ekonomi modeli ile ilgili Özgür Özel'e bilgi vermesi de beklenirken yeni yargı reformu hakkında da konuşması ve Özel'den de görüş alacağı kaydediliyor.

Kamuda kapsamlı bir tasarruf çalışması da bir süredir iktidar tarafından yürütülüyor. Bu konuda da hem makam araçları hem kamu kurumlarının yüksek fiyatlarla bina kiralaması gibi tartışılan konulardaki tasarruf başlıklarında da Erdoğan'ın Özel'e bilgi aktarması bekleniyor.

"Dış politika," "terör operasyonları," "Avrupa ile ilişkiler" başlıklarında da Erdoğan ve Özel'in karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağı ifade ediliyor.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz ile nasıl erişebilirim?

Af Örgütü'nden otoriterleşme ve ırkçılık uyarısı

Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) "Dünyada İnsan Haklarının Durumu"na ilişkin 2023/24 raporunu bugün yayınladı. Raporun Türkiye bölümünde, cezasızlıktan barışçıl toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne, işkenceden kadın ve LGBTİ+'ların yaşadığı hak ihlallerine pek çok alanda insan hakkı ihlali ele alındı.

"Türkiye'de insan hakları savunucuları, gazeteciler, muhalif siyasetçiler ve diğerleri hakkında temelsiz soruşturmalar, yargılamalar ve mahkumiyet kararlarının devam ettiğine" işaret edilen raporda, 6 Şubat depremlerinin ve Mayıs ayında gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin etkisiyle yaşanan ihlaller de kayıt altına alındı.

"Evrensel özgürlükler saldırı altında"

Uluslararası Af Örgütü'nün geçen yıl 155 ülkede insan hakları alanında kaydedilen gelişmeleri özetlediği raporunda, dünya genelinde evrensel özgürlüklerin saldırı altında olduğu, devletler ve silahlı grupların savaş kurallarını çiğneyip esnettiği, bazı müdahalelerin merkezinde ırkçılığın yer aldığına dikkat çekildi. 

Küresel düzeyde dört soruna odaklanan raporda, bu sorunlar, "silahlı çatışmalarda sivillerin gözden çıkarılabilir gibi görülmesi; toplumsal cinsiyet adaletinde gerilemenin hızlanması, ekonomik krizler, iklim değişikliği ve çevre tahribatının ötekileştirilen topluluklar üzerindeki orantısız etkileri ve üretken yapay zeka dahil yeni ve mevcut teknolojilerin meydana getirdiği tehditler" olarak sıralandı. Tüm bu sorunların 2024 ve sonrası için önemli zorluklar oluşturduğuna dikkat çeken Uluslararası Af Örgütü, devletlere, bu sorunlarla başa çıkmak ve başka çatışma ve krizlerin ortaya çıkmasını veya hali hazırdakilerin derinleşmesini önlemek için eşgüdümlü adımlar atma çağrısı yaptı.

Raporun Türkiye bölümünde ise ülke genelinde yaşanan insan hakları ihlalleri farklı başlıklar altında ele alındı.

Gazetecilere gözaltı ve tutuklama

Rapora göre Türkiye'de terörle mücadele ve dezenformasyon yasaları ifade özgürlüğünü sınırlandırmak için kullanıldı.

İfade özgürlüğü başlığı altında, 6 Şubat depremlerinin hemen ardından yetkililerin Twitter ve TikTok'a erişimi kısıtladığı belirtilerek hükümetin deprem müdahalesini eleştirdikleri gerekçesiyle gazeteciler dahil en az 257 kişinin gözaltına alındığına dikkat çekildi.

"Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" ya da "kamu görevlisini hedef gösterme" suçlarından gazetecilerin gözaltına alınıp tutuklandığına işaret edilen raporda, pop şarkıcısı Gülşen'in de "halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşılama" suçundan 10 ay hapis cezası aldığı ve "konutu terk etmeme" şartıyla tahliye edildiği hatırlatıldı. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eş Başkanı da dahil 15 gazetecinin "terör örgütü üyeliği" suçlamasıyla yargılandığı davanın da devam ettiğine dikkat çekilen raporda gazetecilerin 13 ay tutuklu yargılandığı ifade edildi.

Gazeteciler hangi şartlarda çalışıyor?

Raporda "Kanun Hükmü" adlı belgeselin festival seçkisinden çıkarılması üzerine başlayan tartışmaların ardından 60. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin iptal edilmesi de ifade özgürlüğü başlığı altına ele alındı.

Barışçıl toplanma hakkına engel

Raporda barışçıl toplanma özgürlüğünün de hukuka aykırı olarak kısıtlandığına dikkat çekildi. Bu başlık altında Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın, yaklaşık 5 buçuk yıllık yasağın ardından 11 Kasım'da ilk kez müdahale olmadan Galatasaray Meydanı'nda toplanıp açıklama yapabildiğine dikkat çekilerek ancak Nisan ve Kasım ayları arasında Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın protestolarını dağıtmak ve katılımcıları gözaltına almak için kolluk görevlilerinin hukuka aykırı güç kullanmaya devam ettiği ifade edildi.

Raporda Onur Yürüyüşleri'ne yönelik "hukuka aykırı kısıtlamaların sürdüğü" ifade edildi. Genel yasaklara rağmen ülke genelinde en az altı il ve dört ilçede çok sayıda Onur Yürüyüşü gerçekleştirildiği, Onur Yürüyüşleri döneminde izleyiciler, çocuklar, avukatlar, gazeteciler, üniversite öğrencileri, insan hakları savunucuları ve yabancı uyruklular dahil en az 224 kişinin keyfi olarak gözaltına alındığı belirtildi.

Muğla'daki Akbelen Ormanı'nda bir kömür madeni sahasını genişletmek için binlerce ağacın kesilmesini protesto eden ekoloji aktivistlerine karşı da hukuka aykırı güç kullanıldığı ve en az 50 aktivistin gözaltına alındığı hatırlatıldı.

"Sivil toplum örgütleri taciz ediliyor"

Örgütlenme özgürlüğünün ihlaline ilişkin ise "Türkiye'nin hükümetler arası Mali Eylem Görev Gücü'nün (FATF) kara para aklama ve terörün finansmanıyla mücadeleye ilişkin tavsiyelerini sivil toplum örgütlerinin taciz edilmesini kolaylaştırmanın kılıfı olarak kullanmaya devam ederken bir yandan da FATF'nin 'gri liste'sinde olmaya devam etti" değerlendirmesi yapılan raporda, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun kapatılmasına ilişkin açılan dava hatırlatıldı.

Ayrıca Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) kapatılması ve partinin eski ve mevcut 451 üyesine beş yıl süreyle siyasi yasak getirilmesi istemiyle dava açıldığına, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi'nin 11 üyesinin ise "TTB'nin kuruluş amaçlarına aykırı faaliyette bulundukları" gerekçesiyle görevden alındığına dikkat çekildi.

Hak savunucularına baskılar

Raporun insan hakları savunucularına baskıların değerlendirildiği bölümünde ise Türkiye'nin Osman Kavala'yı serbest bırakmayı reddetmesi nedeniyle ihlal prosedürüyle karşı karşıya olmasına rağmen Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamamaya devam ettiği hatırlatıldı.

Şebnem Korur Fincancı'nın 2022'de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nde kimyasal silah kullanımı iddiaları hakkında bağımsız bir soruşturma yapılması çağrısında bulunduğu için Ocak ayında "terör örgütü propagandası yapma" suçundan 32 ay hapis cezasına mahkum edildiği ve 76 gün tutuklu kaldığı belirtilen raporda, ayrıca Eylül ayında Yargıtay'ın Osman Kavala'ya verilen müebbet hapis ve Çiğdem Mater, Can Atalay, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman hakkındaki 18'er yıl hapis cezalarını onadığı vurgulandı.

Can Atalay'ın Mayıs ayındaki parlamento seçimlerinde Hatay Milletvekili seçilmesi ve Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) iki kez, Atalay'ın devam eden tutukluluğunun haklarının ihlali olduğuna hükmetmesine rağmen Yargıtay'ın AYM'nin bağlayıcı kararlarını uygulamayı reddettiği belirtildi.

Mültecilerin karşılaştığı tutum

Mülteci karşıtı politika ve siyasi söylemlerin yarattığı atmosfer de Af Örgütü raporunun Türkiye bölümünde yer aldı.

Rapora göre mültecilere ve göçmenlere yönelik ayrımcı ve yaftalayıcı söylemler Mayıs ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler öncesinde arttı.

"Mayıs'taki Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi döneme, önde gelen adayların ırkçı ve mülteci karşıtı söylemlerinin damga vurduğu" ifade edilen raporda, 6 Şubat depremlerinden sonra da hem siviller hem de kamu görevlilerinin ırkçı saldırılarla Suriyeli mültecileri fiziksel şiddete ve/veya nefret söylemiyle sözlü tacize maruz bıraktığı, Suriyeli mültecilerin, depremden kurtulan Türkiye vatandaşlarına yer açmak için konteyner kamplardan çıkarıldığı belirtildi.

LGBTİ+'lara yönelik söylemler

Öte yandan raporda Mayıs seçimleri öncesinde LGBTİ+'ların da artan ayrımcı ve yaftalayıcı söylemlerle karşı karşıya kaldığına dikkat çekildi. Raporda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Mayıs ayında katıldığı bir televizyon programında sarf ettiği "LGBT denilen olay aile kurumuna sokulmuş bir zehirdir. Bu zehri hele hele halkının yüzde 99'u Müslüman olan bir ülke olarak kabullenmemiz mümkün değil" ifadeleri de yer aldı.

Raporda ayrıca Şubat depremlerinin ve çadır kentlerdeki koşullar engelli kişileri orantısız bir şekilde etkilediği, depremlerin ardından birçok LGBTİ+'nın da güvenlik endişeleri nedeniyle barınma, tıbbi bakım ve diğer yardımlara erişimden kaçındığı, diğer yandan kamu görevlilerine yönelik cezasızlık politikalarının devam ettiği vurgulandı.

Yüksek gıda enflasyonu nedeniyle yoksullaşmanın arttığı ve ekonomik, sosyal ve kültürel hakların ihlal edildiğine işaret edilen raporda, Türkiye'nin kömüre bağımlı enerji politikalarının devam etmesi nedeniyle sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı özelinde de sorunlara dikkat çekildi.

30 yıllık cezası bitti ama tahliye edilmiyor

Dünya 1948 öncesine mi dönüyor?

Raporun önsözünü kaleme alan Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, dünyanın 1948'in evrensel insan hakları vaadinden geriye doğru savrulduğuna işaret ederek "otoriter" uygulamalar ve fikirlerin birçok devlete ve topluma nüfuz ettiğini belirtti. 

"Metaforik zaman makinemiz bizi 1985'ten de geriye fırlattı ve kapıları 1948'de sımsıkı kapatılmış bir cehenneme düştük" ifadelerini kullanan Callamard, "Dünyadaki milyonlarca kişi için Gazze bugün, İkinci Dünya Savaşı sonrası sistemin mimarlarının çoğunun ahlaki başarısızlığını; evrenselliğe, müşterek insanlığımıza ve 'bir daha asla' taahhütlerimizi koruma başarısızlıklarını simgeliyor" diye ekledi.

"Irksal ayrımcılık var"

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının geniş yer bulduğu raporda, çatışmalara müdahalede ırksal ayrımcılığın ortaya çıktığı belirtilerek "Ayrımcı çifte standartlar yalnızca ABD ve pek çok Avrupa devletinin İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları'nda yaşanan çatışmalar hakkındaki söylem ve politikalarında değil, sonuçları bakımından da belirginleşiyor. Birçok hükümet, Filistinlilerle dayanışma protestolarına hukuksuz kısıtlamalar getirdi. Avusturya, Fransa, Almanya, Macaristan, Polonya ve İsviçre hükümetleri 2023'te kamu düzeni veya ulusal güvenliğe yönelik muğlak riskleri öne sürerek ve bazı durumlarda ırkçı kalıp yargılara başvurarak bu protestoları önden yasakladı" denildi.

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard,
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard,null Carlos Garcia Granthon/ZUMA Press/picture alliance

Öte yandan Callamard, kuzeyden güneye, doğudan batıya otoriter politikaların, ifade ve örgütlenme özgürlüklerini silip süpürdüğünü, toplumsal cinsiyet eşitliğine darbe vurarak cinsel sağlık ve üreme sağlığı haklarını aşındırdığına dikkat çekerek, Afganistan'da kadın veya kız çocuk olmanın fiilen suç haline getirildiğini, ABD'de 15 eyaletin kürtajı tamamen veya son derece istisnai durumlar dışında yasakladığını hatırlattı.

Eşitsizlik yılı 2023

Raporda, 2023'ün bir "eşitsizlik yılı" olduğu vurgulanarak, Birleşik Krallık'tan Macaristan'a, Hindistan'a kadar birbirinden farklı birçok ülkede, ekonomik ve sosyal hakları savunanların en fazla hedef alınan aktivistler arasında olduğu, iklim aktivistlerinin "terörist" olarak yaftalandığı, Ortadoğu'da hükümetlerin ekonomi yönetimini eleştirenlerin, Asya-Pasifik'te sendikalar, Batı Afrika'da yolsuzlukla mücadele edenlerin susturulduğu ve keyfi olarak tutuklandığı belirtildi.

Raporda ayrıca üretken yapay zeka teknolojilerinin teknoloji kaynaklı suistimalleri artırdığına, hakların yaygın olarak aşındırılmasına kapı açtığına da dikkat çekildi: "Devletler, son derece müdahaleci casus yazılımları ve yüz tanıma teknolojilerini acilen yasaklamalıdır. Yapay zeka teknolojilerinin yol açtığı riskleri ve zararları ortadan kaldırmak için güçlü yasalar ve yönetmelikler çıkarmalıdırlar. Büyük teknoloji şirketlerini, özellikle bu şirketlerin gözetim temelli iş modelinin zararlarına son vermek yoluyla dizginlemelidirler."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Alman Maliye Bakanı'ndan Türk ekonomisi için insan hakları ve hukuk vurgusu

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in Türkiye ziyaretinde beraberindeki heyette yer alan Maliye Bakanı Christian Lindner, Türk ekonomisinin toparlanma şansı, yabancı yatırımlar, vizede yaşanan zorluklar gibi konularda DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı; insan hakları ve hukukun üstünlüğünün ekonomide sorunların aşılmasında taşıdığı öneme vurgu yaptı.

DW Türkçe Yayınlar Sorumlusu Erkan Arıkan'ın sorularını yanıtlayan Lindner, Türk hükümetinin ekonominin istikrara kavuşturulması için gösterdiği çabaları desteklediklerini belirterek, "Bu, enflasyonla mücadele ve ekonomik büyümeyi güçlendirecek bir faiz seviyesine geri dönülmesi anlamına geliyor. Ancak sağlam bir maliye, her tür refahın ön koşuludur. Burada gördüğümüz gelişmeler, daha güvenilirliği artırma yönünde çabalar bulunduğunu gösteriyor" dedi.

"Ekonomi ve para politikalarıyla ilgili sorunlar iş yapmayı zorlaştırıyor"

Lindner, yabancı yatırımcıların Türkiye'ye ilgisi konusundaysa Türkiye'nin zengin bir potansiyele ve Alman değer zincirinin genişletilmesine olanak sağlayan bir istihdam piyasasına sahip olduğunu belirterek, Almanya'da yaşayan kalabalık Türk toplumuna işaretle çerçeve koşulların mevcut olduğunu kaydetti.

Maliye Bakanı, "Ancak Türkiye'de iş yapmayı zorlaştıran, ekonomi politikalarıyla ve para politikalarıyla ilgili bazı mevcut sorunlar var. Bunların aşılmasını umuyorum" diye konuştu.

Müdahalecilik uyarısı

Christian Lindner, "Türk ekonomisinin yaklaşık on yıl önceki kadar sağlam bir görünüme, kestirilebilir bir süre içinde yeniden ulaşabileceğine inanıyor musunuz?" sorusunu ise "Bu Türkiye'nin elinde. Türkiye'de ekonomi politikası müdahalecilikten ziyade daha piyasa odaklı hale gelirse, hukuki çerçeve koşulların, ama aynı zamanda insan hakları durumunun güvenilirliği sağlanırsa bunun ekonomik büyüme perspektifi ile yabancı ve Alman yatırımcı açısından cazibesine olumlu etkileri olacaktır" yanıtını verdi.

Alman Maliye Bakanı, Çarşamba günü bir araya geleceği Türk mevkidaşı Mehmet Şimşek'i tanıdığını ve dile getirdiği politika niyetlerinin güven uyandırdığını da belirterek bölgesinde istikrarlı, iyi bir ekonomik perspektife sahip ve insan haklarındaki durumu iyileştiren bir Türkiye'nin herkesin çıkarına olacağını vurguladı.

"Vize sorununda gerekli adımları atıyoruz"

Aynı zamanda iş dünyasına yakınlığıyla bilinen liberal Hür Demokrat Parti'nin (FDP) Genel Başkanı olan Lindner, Türk iş insanlarının Almanya'ya iş gezilerinde yaşadıkları vize sorunlarıyla ilgili soruya ise, "Dışişleri Bakanlığı vize yönetiminin iyileştirilmesi ve hızlandırılması için çalışıyor. Bu sorun burada iş dünyasından temsilciler tarafından da dile getirildi. Gerekli adımları atıyoruz" yanıtını verdi.

Alman Maliye Bakanı, buna karşılık gümrük konusunda Türkiye'nin çıkardığı bazı zorluklar bulunduğuna işaret etti. "Gümrük konusunda da ikili ticarette bazı kolaylıklar sağlanmasını arzu ederim" diyen Lindner, "Ama bu konuda top Türk tarafında. Gündelik işleyişte kolaylıkların mümkün olması için Türkiye'nin bertaraf etmesi gereken, Gümrük Birliği'ne aykırı bazı engeller var" ifadelerini kullandı.

 

DW / BK,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

Yargıtay Başkanlığı seçimlerinde adayların vaatleri neler?

Krize dönüşen Yargıtay Başkanlığı seçimlerinde başkan adayları Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Muhsin Şentürk ve son turda en çok oyu alan Başkan Adayı Ömer Kerkez'in Yargıtay üyelerine bazı vaatlerde bulunduğu öğrenildi.

Mehmet Akarca'nın görev süresinin dolmasının ardından Yargıtay Başkanlığı için 25 Mart'tan bu yana seçim yapılıyor. Ancak seçimin üzerinden 20 tur geçmesine karşın, hiçbir aday salt çoğunluk olan 175'e ulaşamadı. Geçen hafta en çok oyu alan iki aday arasında yapılan 20'nci turda Ömer Kerkez 149, Mehmet Akarca ise 114 oy aldı. 64 oy ise boş veya geçersiz atıldı. Ancak bu sonuçlar da seçim krizinde oluşan düğümü çözemedi. 

Seçimler, adaylar Mehmet Akarca, Muhsin Şentürk ve Ömer Kerkez arasında 24 Nisan'da üç tur şeklinde sürecek. Sonuç alınmazsa 25 Nisan'da en çok oy alan iki aday yarışacak.

Adayların vaatleri neler?

Seçimlerdeki kriz sürerken, adayların Yargıtay üyelerinin oyunu almak için telefon mesajları ile üyelere gönderdiği vaatler de ortaya çıktı. DW Türkçe'nin ulaştığı bilgilere göre, Can Atalay kararını uygulamayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Muhsin Şentürk, yargıyı ve Yargıtay'ı hak ettiği onur ve saygınlığa ulaştırmak yolunda azami çaba ve gayret göstereceğini iddia etti. Şentürk, eşit yaklaşımlı, adil ve katılımcı bir yönetim anlayışı ile hareket edeceğini savundu ve bazı somut vaatlerde bulundu.

Maaş için yasal düzenleme

"AYM'nin maaş düzenlemesini iptal etmesi ile ortaya çıkan sorunu bu konuda yetkin arkadaşlarımızın görüş ve düşüncelerini almak suretiyle istikrarlı bir yasal dayanağa" kavuşturacağını belirten Şentürk, emeklilik maaşlarının daha yüksek olmasını hedeflediğini kaydetti:

 "Emeklilik halinde maaşlarımızda oluşan aşırı orandaki azalmayı ortadan kaldırarak, bazı kurumlarda mevcut olduğu gibi daha yüksek bir oranda emekli maaşı sağlamayı hedefliyoruz."

Yargıtay üyeliğinin süresine ilişkin olarak "Yargıtayımızın hafızasını yok etme tehlikesi doğuran Yargıtay üyeliğinin 12 yıl ile sınırlanmasına dair mevcut yasal düzenlemenin değiştirilmesi için azami çaba sarf edeceğiz" diyen Şentürk, Yargıtay'ın ana omurgasını oluşturan tetkik hakimliği kadrosunu güçlendireceğini ifade etti.

Şentürk, Yargıtay üyeleri tarafından tepkiyle karşılaşılan ve mevcut Başkan Mehmet Akarca'nın uygulamaya koydurduğu "Gerekçeli Karar Yazım Formatı"nı da erteleyeceğini ve daha sonra uygulanabilir şekilde revize edeceğini kaydetti.

Şentürk, meslektaşlarının "hastane, abonelik ve benzeri resmi-özel kurum işleri gibi devam eden yahut ortaya çıkacak olağan veya olağanüstü sorunlarını derhal üstlenip gelişmeleri takip etmek ve çözüme kavuşturmak için sosyal bir birim oluşturmayı" planladığını da duyurdu.

Alakart yemek, diplomatik pasaport

Yargıtay'ın merkezden uzakta İncek'te olmasının "doğurduğu olumsuz sonuçları" ortadan kaldırmak amacıyla da bir dizi vaat sıralayan Şentürk, yemeklerde iyileştirme, alakart uygulaması, ulaşımda ring artışı, Yargıtay'da yemekhane dışında başka uygun yerleri lokanta durumuna getirmeyi planladığını belirtti. 

Şentürk, üyelerin ve yakınlarının ilaç alırken Türkiye'nin değişik yerlerinde karşılaşacağı sorunları gidereceğini savundu. "Diplomatik pasaport kullanım hakkının sağlanması için yasal düzenlemenin gerçekleşmesine yönelik çaba göstereceğiz" diyen Şentürk, otel ve tatil köyü de vaat etti:

"Özellikle şehir dışından gelip konaklama ihtiyacı olan arkadaşlarımız için Ankara/Panora'daki otelimizi işlevsel hale getireceğiz. Mensuplarımızın azami ölçüde yararlanması için Yargıtay Tatil Köyü'nün kapasite ve işlevini gözden geçireceğiz ve tüm mensuplarımızın istifadesine sunacağız."

"Mescidin kapasitesi artırılacak"

Muhsin Şentürk, özellikle Cuma günleri yetersiz kalan mescit sorununa da çözüm getireceğini bildirdi. Yargıtay üyelerine konut sözü de veren Şentürk, "⁠Mensuplarımızın konut ihtiyacını teminen TOKİ vb. kurum ve kuruluşlarla gerçekleştirilecek yahut yürütülmekte olan projelere güçlü bir şekilde sahip çıkacağız ve süratle sonuçlandıracağız" dedi.

Yargıtay Başkan Adayı Şentürk, kanunlardaki aksaklık, eksiklik ve yanlışlıkların giderilmesine yönelik çalışmalarda bulunmak, kanun değişikliği ve önerileri hazırlamak, Adalet Bakanlığı'na, TBMM Başkanlığı'na ve Cumhurbaşkanlığı'na iletmek üzere sabit bir komisyon kuracağını da sözlerine ekledi.

Ömer Kerkez: Ötekileştirme ve dedikodu olmayacak

Diğer başkan adayı Ömer Kerkez de "Şeffaf ve hesap verilebilir bir anlayış" içinde olacağını kaydetti. Yargının Yargıtay'ın sorunlarına çözüm odaklı yaklaşacağını belirten Kerkez, tüm Yargıtay üyelerine eşit mesafede, her türlü ihtiyaçları ile dilek ve görüşlerine açık olacağını savundu. "Katılımcı ve demokratik bir anlayışla, her ortamda, her toplantıda ve görev alınan her Kurul'da, görüş ve oyların serbestçe kullanılmasını" temin edeceğini kaydeden Kerkez, "önyargı ve ötekileştirme olmayacağını, dedikodu ve iftiranın prim yapmayacağını, bilgi, kıdem ve çalışmanın değer" bulacağını ifade etti.

"Tarafsız ve bağımsız bir Yargıtay"

Ömer Kerkez, "Türk yargısına yön veren, yargıya olan güven duygusunun hızla yükselmesi için tarafsız ve bağımsız bir şekilde yoğun ve etkili çalışmalar yürüten bir Yargıtay hayali" kurduğunu da vurguladı. Kerkez ayrıca Yargıtay'ın daha etkin ve verimli çalışmasını sağlayacak mesleki ve sosyal projeler vaat etti.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?

Türkiye ile Irak arasında 26 belge imzalandı

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın uzun bir aradan sonra Irak’a gerçekleştirdiği resmi ziyarette Türkiye ile Irak arasında yeni bir dönemin açılmasını hedefleyen toplam 26 belgeye imza atılırken, Erdoğan ile Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani "güvenlik iş birliği" konusunda mesajlar verdi.

Erdoğan’ın Bağdat ve ardından Erbil olarak devam eden iki ayaklı ziyareti kendisinin 13 yıl aradan sonra bu ülkeye yaptığı ilk ziyaret niteliğinde. Türkiye’den cumhurbaşkanı düzeyindeki son ziyaret ise 2009 yılında Abdullah Gül tarafından yapılmıştı. Türkiye ile Irak arasında yeni bir dönemin açılması için uzun bir zamandır altyapısı hazırlanan Irak ziyaretinde Erdoğan’a kalabalık bir bakan heyeti eşlik etti.

Bu kapsamda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Ticaret Bakanı Ömer Bolat, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır da heyetler arası görüşmelerde Iraklı mevkidaşları ile bir araya geldi.

Hangi anlaşmalar imzalandı?

Ziyaretin ilk ayağı olan Bağdat’ta Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ve Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ile görüştü.

Ziyaret kapsamında hazırlıkları daha önceden yapılarak Irak tarafı ile uzlaşıya varılan ve iki ülke ilişkilerini stratejik bir çerçeveye oturtmayı hedefleyen çeşitli alanlarda toplam 26 belge imzalandı.

Bu belgelerden en önemlilerinden birisi ilişkileri yapısal çerçeveye oturtmayı amaçlayan "Stratejik Çerçeveye İlişkin Mutabakat Zaptı" oldu.

Buna ek olarak iki ülke İçişleri Bakanlıkları arasında "Güvenlik İş Birliği Mutabakat Zaptı" da imzalandı.

Türkiye Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile Irak Ulaştırma Bakanlığı arasında uzun zamandır konuşulan "Kalkınma Yolu" projesiyle ilgili mutabakat zaptı da imzalanırken, aynı zamanda Irak tarafı için çok hayati bir konu olan Dicle ve Fırat nehirleri ile ilgili olarak "Su Alanında İş Birliği Çerçeve Anlaşması" imzalandı.

Kalkınma Yolu projesi için aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Irak Başbakanı Sudani himayesinde Irak, Türkiye, Katar ve BAE arasında Kalkınma Yolu Projesi'nde iş birliğine ilişkin dörtlü mutabakat zaptına da imza atıldı.

Irak'ı Avrupa'ya ve dış dünyaya açacak olan Kalkınma Yolu projesinin finansmanı için Körfez ülkeleri ile bir süredir temaslar sürdürülüyordu.

İki ülke savunma ve askeri alanında da bazı belgeler üstünde uzlaştı. Bu kapsamda "Türkiye Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) ile Irak Savunma Sanayii Komisyonu (DIC) Arasında Savunma Sanayii Alanında Stratejik İş Birliği Mutabakat Zaptı, Türkiye Millî Savunma Bakanlığı ile Irak Savunma Bakanlığı Arasında Askeri Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırası, Türkiye Millî Savunma Bakanlığı ile Irak Savunma Bakanlığı Arasında Askeri Sağlık Alanında Eğitim ve İş Birliği Protokolü" imzalandı.

Ziyaret çerçevesinde iki ülke arasında ayrıca şu belgelere imza atıldı:

"Türkiye Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanlığı ile Irak Dışişleri Bakanlığı Dış Hizmetler Enstitüsü Arasında İş Birliği Mutabakat Zaptı, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) ile Irak Ticaret Odaları Birliği Arasında Mutabakat Zaptı, Türkiye Devlet Arşivleri Başkanlığı ile Irak Kültür, Turizm ve Eski Eserler Bakanlığı Milli Kütüphanesi ve Arşivi Arasında Mutabakat Zaptı, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ile Irak Sünni Vakfı Divanı Arasında İslami İşler Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptı, Türkiye ile Irak hükümetleri Arasında Medya ve İletişim Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı."

Bunlara ek olarak çalışma hayatı, sağlık ve tıp, eğitim, aile, kültür ve turizm, yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması, enerji, spor, adalet, tarım, bilim ve teknoloji, ürün güvenliği gibi farklı alanlarda belgelere imza atılırken, iki ülke ticaret bakanlıkları arasında ortak komite kurulması da kararlaştırıldı.

Irak Başbakanı Sudani ve Cumhurbaşkanı Erdoğan havaalanında el sıkışıyor
Irak Başbakanı Sudani ve Cumhurbaşkanı Erdoğannull Turkish Presidency/Murat Cetinmuhurdar/Handout/Anadolu/picture alliance

Erdoğan’dan yeni dönem ve PKK mesajları

Görüşmelerin ardından Erdoğan ile Sudani ortak basın toplantısı düzenlerken, anlaşmaların imza töreni de gerçekleştirildi.

Erdoğan ortak basın toplantısında ziyaretinin ve imzalanan anlaşmaların Türkiye-Irak ilişkilerinde "yeni bir dönüm noktası" olacağına inandığını belirterek, imza atılan stratejik çerçeve anlaşmasının iki ülke için sağlam bir yol haritası olacağını kaydetti.

Söz konusu anlaşmayı "Güvenlik, terörle mücadele, ekonomi, ticaret, enerji, ulaştırma, çevre, sınır aşan sular, sağlık, eğitim gibi pek çok alanda teknik müzakerelerin sürdürülmesini ve takibini sağlayacak ortak daimî komiteler kurulmasına karar verdik" sözleriyle anlatan Erdoğan, imzalanan diğer belgelerin de hayata geçirilmesi için koordinasyon içinde olacaklarını kaydetti.

Erdoğan’ın basın toplantısında vurgu yaptığı bir diğer konu PKK ile mücadele oldu.

Görüşmelerin en önemli gündem maddelerinden birisini "güvenlik ve terörle mücadelenin" oluşturduğunu söyleyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Irak topraklarından Türkiye'yi hedef alan terör örgütü PKK'ya ve uzantılarına karşı alabileceğimiz müşterek adımları istişare ettik. PKK'nın Irak'ta yasaklı örgüt ilan edilmesini memnuniyetle karşıladık. Resmen terör örgütü ilan edilerek Irak topraklarındaki varlığının en kısa zamanda sonlanacağına olan güçlü inancımı bu vesileyle mevkidaşlarımla paylaştım. Bu komşuluk ve kardeşlik hukukumuzun da gereğidir. Irak hükümetinin bu doğrultuda atacağı her adımda ihtiyaç duyacağı tüm desteği sağlamaya hazırız."

Irak için çok önemli olan "su" konusuna da değinen Erdoğan, bu alanda Irak'ın yaşadığı sıkıntıların farkında olduklarını ifade ederek, "Şu bir gerçek ki iklim krizi ve kuraklık Irak olduğu kadar Türkiye'yi ve dahi bütün dünyayı olumsuz etkiliyor. Ayrıca su miktarı kadar israfın önüne geçilerek suyun verimli kullanılması da önemlidir" diye konuştu.

Erdoğan, kurdukları ortak daimî komitenin su alanındaki iş birliğini ele alacağını da kaydetti.

Basın toplantısının ardından Türkmenlerle de bir araya geleceğini söyleyen Erdoğan, ardından Erbil’e gideceğini hatırlattı. Erdoğan Irak’ta siyaset yelpazesindeki hassas dengeye de atıfta bulunarak, şöyle konuştu:

"Irak'a yönelik siyasetimizde farklı etnik, mezhebi veya dini kesimler arasında ayrım gözetmediğimizin bilinmesini isterim. Hangi etnik kökene ve mezhebe mensup olursa olsun Irak halkı bizim kardeşimizdir, dostumuzdur. Tüm Iraklı bir bütün olarak görüyor ve Irak'ın demografik zenginliğine büyük değer veriyoruz."

Irak Başbakanı Sudani’den güvenlik iş birliğine atıf

Basın toplantısında Irak Başbakanı Sudani de imzalanan belgelere ilişkin bilgi vererek güvenlik iş birliği konusunda konuştu.

Rudaw’a göre Sudani "Türkiye ve Irak'ın istikrarını sağlayacak güvenlik işbirliğinde mutabık kaldık" derken, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Irak topraklarından başka bir ülkeye saldırı düzenlenmesine izin veremeyiz. Irak ve Türkiye'nin güvenliği bölünmez bir bütündür."

Ziyaret ve Irak tarafının açıklamaları Türkiye’nin yakında PKK ile mücadele için yapmayı planladığı operasyon öncesi önem taşıyordu. Erdoğan 4 Mart'taki kabine toplantısından sonra "İnşallah bu yaz, Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturacağız. Irak-Suriye sınırları boyunca 30-40 kilometre derinliğinde güvenlik koridoru oluşturacağız" demişti.

Sudani, stratejik iş birliği için yol haritası olması için pek çok belgeye imza attıklarını da söyleyerek, su konusunda Dicle ve Fırat ile ilgili ortak bazı projeler ve alt yapının geliştirilmesine ilişkin çalışmaların gündemde olacağı bilgisini verdi.

Bağdat’ın ardından Erbil ikinci durak

Erdoğan’ın Bağdat’ın ardından ziyaretinin ikinci durağı Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) başkenti Erbil olacak.

IKBY Başkanı Neçirvan Barzani Erdoğan temaslarını Bağdat’ta sürdürdüğü sırada sosyal medya hesabından Türkçe bir paylaşım yaparak "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Bağdat ve Erbil'e yaptığı tarihi ziyaret bölgede hassas bir döneme denk geliyor" ifadelerini kullandı.

Barzani, Irak ve Kürdistan Bölgesi ile Türkiye arasındaki güçlü siyasi, ekonomik ve güvenlik bağlarının önemli olduğunu belirterek, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Erbil'de ağırlamaktan mutluluk duyuyorum. Barış, istikrar, ekonomik kalkınma gibi önemli konuları ele alacağız" dedi.

Erbil’deki gündem başlıklarının PKK ile mücadelenin yanı sıra enerji olması da bekleniyor. Yarı özerk durumdaki Kürt bölgesinden Türkiye'ye uzanan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı uluslararası tahkim mahkemesinin Ankara'nın Irak merkezi hükümetini baypas eden petrol ihracatı için Irak'a 1,5 milyar dolar ödemesine hükmetmesinin ardından Mart 2023'ten bu yana kapalı durumda.

Petrol ve gaz gelirlerinin paylaşımı konusu Bağdat ile Erbil arasındaki tartışmalı konulardan birisi.

Dünyada askerî harcamalarda Türkiye 22'nci sıraya yükseldi

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), 2023 yılına dair küresel askerî harcamalarla ilgili raporunu açıkladı. Dünya çapında askerî harcamaların toplamı bir önceki yıla göre yüzde 6,8 artarak 2 trilyon 443 milyar dolara ulaştı. Böylece 2009'dan bu yana harcamalarda en keskin artış yaşanmış oldu.

Askerî harcamalarda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 916 milyar dolarla başı çekerken tahminî verilere göre 296 milyar dolarla Çin ikinci ve 109 milyar dolarla Rusya üçüncü sırada yer aldı. Bu ülkeleri 83,6 milyar dolarla Hindistan ve 75,8 milyar dolarla Suudi Arabistan izledi.

Türkiye'nin harcamaları yüzde 37 arttı

Türkiye ise 15,8 milyar dolarlık harcamayla, 2022'ye göre bir sıra yükselerek dünya genelinde 22'nci sırada yer aldı. Türkiye'nin askerî harcamaları 2023'te 2022'ye göre yüzde 37, 2014-2023 arası dönemde de yüzde 59 artış gösterdi.

SIPRI raporuna göre Türkiye, 2023'te Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'sının (GSYİH) yüzde 1,5'ini askeri harcamalara ayırdı, Türkiye'nin harcamalarının küresel harcamalardaki payı ise yüzde 0,6 oldu.

Denizin içinde Çin Deniz Kuvvetleri'ne ait bir denialtının kule kısmında iki Çin bayrağı
Çin, geçen yıl da ABD'nin ardından dünyada en çok askeri harcama yapan ülke oldunull Guang Niu/Pool/AP/picture alliance

Dünya toplamında NATO'nun payı yüzde 55

NATO'ya üye 31 ülkenin 2023'teki askerî harcamaları ise 2022'ye göre yüzde 5,2 artarak 1 trilyon 341 milyar doları buldu. NATO ülkelerinin dünyadaki toplam harcamalarda payı yüzde 55 oldu. Rapor hazırlanırken İsveç'in üyeliği henüz gerçekleşmediğinden 32'nci üye İsveç'in verileri NATO kapsamında rapora yansıtılmadı.

NATO'daki toplam askerî harcamalarda ABD'nin payı yüzde 68 olurken AB'ye üye 27 ülkenin payı yüzde 28 ile son on yılın en yüksek oranına ulaştı.

NATO'ya üye ülkelerin GSYİH'larının yüzde 2'sini askeri harcamalara ayırması hedefine ise 31 üyeden 11'i ulaştı. NATO üyelerinin harcamalarının GSYİH'ya oranı ortalama yüzde 1,9 oldu. Sadece üç üye ülke; ABD, Türkiye ve Hırvatistan son on yılda bu oranı artırmadı. Türkiye'nin askeri harcamalarının GSYİH'sına oranı 2014'te yüzde 1,9 iken bu oran yüzde 0,4'lük düşüşle 2023'te yüzde 1,5  oldu.

Ukrayna'ya bir yılda 35 milyar dolarlık askerî yardım

Batılı ülkelerin harcamalarında Ukrayna'ya yapılan askerî yardımlar da rol oynadı. SIPRI'nin tahminlerine göre Ukrayna'ya 2023'te  toplam 35 milyar dolarlık askerî yardım yapıldı, bu yardımın 25,4 milyar dolarlık kısmı ABD'den geldi.

Ortadoğu'da da askerî harcamalar son on yılın rekorunu kırdı. 2023'te askerî harcamalar yüzde 9'luk artışla 200 milyar doları buldu. Bu artışta bölgedeki en büyük üç müşteri; Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye'nin harcamaları etkili oldu. İsrail'in askerî harcamaları yüzde 24 artarak 27,5 milyar dolara ulaştı.

 

DW / BK,ET

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

9. Yargı Paketi'nde neler var?

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un 9. Yargı Paketi ile ilgili açıklamaları gözleri planlanan düzenlemenin içeriğine çevirdi.

Bakan Tunç, TBMM'deki AKP Grup Toplantısı öncesinde yaptığı açıklamada, 9. Yargı Paketi'yle ilgili çalışmada son aşamaya gelindiğini açıkladı. Tunç, "9. Yargı Paketi'ni de Meclis tatile girmeden Meclisin gündemine getireceğiz" dedi.

Tunç, daha önce 19 Mart'ta yaptığı açıklamada da paketin içeriğine ilişkin "Özellikle Ceza Muhakemesi Kanunu'yla ilgili, cezasızlık algısıyla ilgili bazı yasal düzenleme ihtiyaçları var" ifadesini kullanmıştı.

Peki, 9. Yargı Paketi'nde neler gündeme gelecek?

Hapis cezasına cezaevi yolu

Alınan bilgiye göre, 8. Yargı Paketi'nde yer alan ancak son anda taslaktan çıkarılan düzenlemelerin bu yargı paketinde gündeme geleceği öğrenildi. Bakan Tunç'un "cezasızlık algısına neden oluyor" dediği infaz yasasında değişiklik yapılması bekleniyor. Bu kapsamda denetimli serbestlik kriterlerinin değiştirilmesi öngörülüyor.

Şu anda 2 yıl ve altı hapis cezası alanlar, kapalı cezaevine girmiyor. Ancak yeni yargı paketiyle sanığın aldığı ceza, düşük bile olsa mutlaka bir bölümünün cezaevinde geçirmesinin sağlanacağı belirtiliyor. Örneğin bir ay ceza alan kişi, 12 gün kapalıda yatacak, daha sonra açık cezaevine geçecek. Bu durum, özellikle gazeteciler başta olmak üzere basın ve ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin ceza alması durumunda cezaevine girmesinin önünü açacak.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç
Adalet Bakanı Yılmaz Tunçnull DHA

Kadınlara soyadı hakkı gelecek mi?

Diğer yandan kadınlar evlendiğinde, yalnızca kendi soyadlarını kullanmalarına ilişkin bir düzenlemenin de 9. Yargı Paketi'nde yer alacağı ifade edildi. Daha önce Anayasa Mahkemesi (AYM), Türk Medeni Kanunu'nun 187'nci Maddesi'nin iptaline karar vermişti. İptal hükmü ise 28 Ocak 2024'te yürürlüğe girmişti. İptal edilen düzenleme, kadının evlendikten sonra tek başına kendi soyadını kullanmasını yasaklıyordu. Ancak AYM'nin iptal kararıyla oluşan hukuksal boşluk, yeni yargı paketiyle giderilecek.

Hakaret suçlarına ön ödeme

8. Yargı Paketi'nden çıkarılan hakaret suçlarına ön ödeme şartı getirilmesine ilişkin düzenlemenin de 9. Yargı Paketi'ne girmesi bekleniyor. Buna göre, Türk Ceza Kanunu'nda yer alan hakaret suçu, uzlaştırma kapsamından çıkarılacak ve ön ödeme kapsamına alınacak. Şikâyet üzerine başlatılacak hakaret soruşturmalarında şüpheliye savcılık tarafından ön ödeme tutarı tebliğ edilecek. Şüpheli, söz konusu parayı yatırırsa hakkında takipsizlik verilecek.

Sporda şiddetin cezası artacak mı?

Öte yandan son olarak Trabzonspor-Fenerbahçe ile Ankaragücü-Çaykur Rize maçlarında gündeme gelen sporda şiddet olaylarına verilecek cezaların artırılıp artırılmayacağı konusunda da gözler yeni yargı paketine çevrildi. Ancak buna ilişkin herhangi bir açıklama yapılmadı.

Barolardan görüş alınmadı

Adalet Bakanlığı'nın yeni yargı paketine ilişkin henüz Türkiye Barolar Birliği ve baroların görüşünü sormadığı öğrenildi. DW Türkçe'ye konuşan Ankara Barosu Başkanı Mustafa Köroğlu, Türkiye'de uzun bir süredir yargıya ilişkin reformların yargı paketleri altında yapıldığını belirterek, "Fakat bunu üzülerek belirtmek isteriz ki defaten vurgulamamız, çağrılarımızı yüksek sesle dile getirmemize rağmen bakanlık tarafından taslakların hazırlanma sürecine Barolar dahil edilmiyor" dedi.

Kanunun uygulayıcılarının yasal boşluklara ilişkin görüşleri alınmaksızın hazırlanan yargı paketlerinin "hukuki değil siyasi saikle kurgulandığını" belirten Köroğlu, şunları kaydetti:

"Zira bugün kendi özelimizden bahsedecek olursak, başkentte 25 bine yaklaşan üye sayısıyla 100 yıldır güçlü bir varlık gösteren, yargının ve toplumun en büyük örgütlü gücünün bilgisinden faydalanmamanın makul bir açıklaması yok. Çünkü barolar salt meslek odaları değil kanundan aldığı güçle, insan haklarının koşulsuz teminatıdır."

Adalet Bakanı Tunç'ın "basın mensuplarının hukuk devletlerinde dördüncü kuvvet olduğunu ve devamla kamunun denetimi açısından doğru bilgilendirmenin yapılmasının önemini" vurguladığını belirten Köroğlu, "Bu açıklamayı yaparken yargının kurucu unsurlarından savunmanın sesine de önem vermesi gerektiğini hatırlatmakta da fayda görüyoruz" ifadesini kullandı.

Ankara Baro Başkanı, "Bugün 9. Yargı Paketi'ne ilişkin görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmak yerine paydaşları ile hazırlanmış kanunlara ilişkin gerekçeleri anlatıyor olmalıydık" dedi.

Kamu avukatları 3 yıldır bekliyor

Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2021 yılında açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı'nda, "Kamu Avukatlarının çalışma esaslarına ve özlük haklarına yönelik iyileştirme yapılacaktır" sözü verilmişti. Bakanlık, uygulama takviminde bunun 2 yıl içerisinde yerine getirileceğini bildirmişti. Bu konuda sorumlu kurum olarak da Hazine ve Maliye Bakanlığı gösterildi. Ancak aradan geçen 3 yılda kamu avukatlarının özlük hakları iyileştirilmedi. 6, 7 ve 8. yargı paketlerinde buna ilişkin herhangi bir düzenleme yer almadı. Kamu avukatları, maaşlarının düşüklüğü, aşırı iş yükü ve avukatlık mesleğiyle bağdaşmayan görevler verilmesi gibi sorunlar ile karşı karşıya.  Bu nedenle kamu avukatları özellikle 4800 Ek Gösterge, 2000 makam tazminatı ve emsale uygun temsil tazminatı, yüzde 200 özel hizmet tazminatı verilmesini istiyor. Ayrı zamanda kamu avukatları, hâkim ve savcılar gibi göreve 8. dereceden başlatılmalarını talep ediyor.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Restoranlara boykot: Talepleri aynı olan kesimler karşı karşıya

Türkiye'de son günlerde kiracı-ev sahibi krizinin bir benzeri gündemde. Toplumun farklı kesimlerini uzun süredir esir alan hayat pahalılığı, bu kez de kafe ve restoran sahipleri ile müşteri konumundaki vatandaşları karşı karşıya getirdi. Yine kira tartışmalarında olduğu gibi "Kim haklı?" sorusunun yanıtı belirsiz.

Yerel seçimlerde "geçim derdi" toplumun farklı kesimlerini bir araya getirse de, demokrasilerde yönetilenlerin sandığa gitmek dışında yönetime katılma biçimlerinden biri olan örgütlenme ve protesto hakkı açısından toplumda bir ortaklaşma görünmüyor.

Enflasyonu düşürebilmek için asgari ücrete ara zam yapılmayacağının yeniden teyit edildiği, mali disiplinin sadece düşük ve orta gelirli vatandaşların üzerine yüklendiği bugünlerde kamu yönetiminin işleyişi için sık sık kullanılan "Filler tepişir, çimenler ezilir" atasözü yine akıllarda.

Sosyal medyada yayıldı

Son günlerde sosyal medyada #fahişyemeğeBOYKOT etiketiyle başlatılan kafe ve restoranları boykot çağrısı kısa sürede yayıldı. Çağrıyı başlatan ekonomist İris Cibre, X hesabından yaptığı paylaşımda, "Fırsatçılığa son vermek için" herkesi boykota katılmaya davet etti. Ancak tepkinin yanlış yere yönlendirildiği eleştirilerinin ardından Cibre'den "tüm bunların hükümetin sorumluluğunu azaltmadığı" açıklaması geldi.

Yapılan çağrıya destek veren sosyal medya kullanıcılarının bu hafta sonu kafe ve restoranlara gitmemesi bekleniyor. Boykota katılımın ne düzeyde olacağı, sosyal medyadan yapılan çağrının toplumsal bir karşılığı olup olmayacağı ise belirsiz.

DW Türkçe'ye konuşan çalışma ekonomisi uzmanı Özgür Müftüoğlu, tüketim üzerinden yapılan boykot çağrılarını çok işlevsel bulmadığını, çünkü meselenin üretim süreci ile ilgili olduğunu söylüyor. "Burada hele hiç işlevsel değil. Kafelerdeki fiyatlar yüksek, tamam. Ancak pazarda uluslararası zincir markalar olsa da yüzde 99'u öyle değil" diyen Müftüoğlu, küçük işletmelerin de ekonomik süreçten benzer şekilde etkilendiğini, bunun bir maliyet meselesi olduğunu, özellikle kiraların çok yüksek olduğunu hatırlatıyor.

"Tam tersine hedef şaşırtır"

Müftüoğlu, "Elbette astronomik karlar elde edenler de vardır ama ben onların müşterilerinin zaten böyle bir boykota katılacağını zannetmiyorum. Dolayısıyla bunun bir karşılığı yok. Yani buradan bir baskı oluşturulmaz. Bir uyarı niteliği yok. Tam tersine hedef şaşırtır" diye konuşuyor.

Çalışma Ekonomisi Uzmanı Özgür Müftüoğlu
Özgür Müftüoğlunull privat

Konunun bu şekilde "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da yapmaya çalıştığı gibi kötü niyetli tüccarlar fiyatları yükseltiyor" meselesine getirildiğini düşünen Müftüoğlu, bu tarz boykotların devamının gelmesi halinde küçük esnafın zarar görmesiyle birlikte kafe ve restoran çalışanlarının işten çıkarılabileceğine de dikkat çekiyor.

Cibre: Fiyat artışları enflasyonun üzerinde

Sosyal medyadaki boykot hareketini başlatan ekonomist İris Cibre ise DW Türkçe'ye, bu çağrıyı neden yaptığını "Fiyatlar artışlarının enflasyonun çok üzerinde olduğunu görüyorum ve herkesin sabrı taştı" diyerek anlatıyor. 

"Bu hareket, hükümetin verdiği yanlış kararlar dolayısıyla bizi soktukları bu korkunç ekonomik tablodaki sorumluluğunu azaltmıyor" diyen Cibre, ekliyor: "Hükümetin birçok konuda uyguladığı yanlış politikalar var. Vergi afları, verginin tabana yayılması… Halbuki tavana yayılması gerekirken… Bunun yanında negatif faiz politikasıyla para arzını hızlı bir şekilde artırarak, kur ataklarına sebep olarak enflasyonu hızla artırması…"

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) açıkladığı Mart ayı enflasyonuna göre lokanta ve oteller yüzde 94,97 yılık artışla, eğitimden sonra fiyat artışlarının en yüksek olduğu ikinci harcama kategorisi durumunda. Gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 70,4 artış görülürken işletmeleri ulaştırma, enerji grubu, kira ve vergilerdeki artış da etkiliyor. Geçen yıl temmuz ayında mal ve hizmetlere uygulanan yüzde 8 oranındaki Katma Değer Vergisi (KDV) yüzde 10'a ve yüzde 18 oranındaki KDV ise yüzde 20'ye çıkarılmıştı. 

DW Türkçe'nin konuştuğu kafe ve restoran işletmecileri de artan maliyetlere dikkat çekerek tepkinin kendilerine yönlendirilmesini doğru bulmuyor.

"Ülkede bahar havası esmiyor"

İşletmeci Emre Süvari restoran ve kafe müşterilerinin aldığı ya da alabileceği örgütlü tepkiye saygı duymakla beraber bu girişimin başarıya ulaşabileceğini düşünmüyor. Sorunun genel ekonomi politikaları ile ilgili olduğunu, doğrudan küçük esnafa yönelik hamlelerin sadece lokal ve geçici çözümler sunabileceğini belirten Süvari, fahiş fiyat iddialarıyla daha önce marketler ve toptancılar da karşılaşsa da enflasyon sorununun devam ettiğini hatırlatıyor.

"Ülkede topyekün bir bahar havası esiyor da esnaf fiyatlarına keyfi zam yapıyor. her esnaf şımarmış ve arsız suçlaması yapmak doğru değil" diyen Süvari, bununla beraber iş yeri kiralarına yüzde 100'ün üzerine zam geldiğini, asgari ücret ve temel maliyetlerde de benzer bir artış olduğunu belirtiyor.

Boykotun sadece popülist politikalara ve hükümetin gerçek enflasyonu gizleme çabalarına hizmet edeceğini düşünen Süvari, "İzlenmesi gereken yol, kamu çıkarına hizmet eden, yoksulluğun önlenmesi, halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması ve gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasına yönelik topyekün bir maliye politikası" diyor.

İstanbul-Karaköy'de, masaları sokakta olan bir barda, akşam saatlerinde oturan müşteriler ve sokaktan geçen bir çift
Sembol fotoğraf - İşletmeciler, protesto eyleminin, hükümetin gerçek enflasyonu gizleme stratejisine hizmet edeceğini düşünüyornull Rena Effendi

"Enflasyonun sorumlusu iktidar"

İşletmeci Ümit Bektaş'a göre de zamlara yönelik tepkiyi siyasi iktidar yerine restoran ve kafelere yönlendirmek çok işe yarar bir yöntem değil.

Kriz ortamından yararlanan, insanların fiyat algısının kaybolması ile birlikte bunu kendince bir fırsata çeviren işletmelerin de elbette olduğunu ifade eden Bektaş, "Ancak genel anlamıyla yükselen maliyetlerin, enflasyonun sorumlusu esnaf, işletmeler değil ülkeyi yöneten iktidar. Gereğinden pahalı ve kalitesiz hizmet veren işletmelerle ilgili de denetim mekanizması uygulanmalı ve buralar tercih edilmemeli" ifadelerini kullanıyor.

Gıda fiyatlarına bazen günlük bazen haftalık zam geldiğini, diğer yandan hizmet sektöründe maaş ödemeleri, kiralar ve faturaların ciddi bir maliyet oluşturduğunu anlatan Bektaş, "Temel gıda maddelerinin fiyatını düşürmeye yönelik politikalar yerine KDV oranı yükseltilirse, toplumun büyük bir kesimi tarafından tüketilen içkiye senede iki kere ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) zammı yapılırsa bu pahalılık ve zamlar devam eder ne yazık ki" diye ekliyor.

"Bilinç oluşmasına katkı sağlıyor"

Boykot çağrısını yapan ekonomist İris Cibre ise bu çağrının toplumda "genel bir bilinç oluşmasına katkı sağladığını" savunuyor.

Cibre, "Bu protesto sayesinde insanların belli konularda aydınlanmasını halk olarak sağlayabiliriz. Bu boykotla birlikte hükümet de görüyor ki halk fiyat artışlarından ciddi rahatsız" diyor.

Ancak Özgür Müftüoğlu, Cibre ile aynı görüşte değil.

"Starbucks protestolarından farkı yok"

Eşitsizliklerin kaynağının gelir yönetim süreci olduğunu vurgulayan Müftüoğlu, "Restoran çalışanlarının bir eylemi olsa bu anlamlı olurdu. İşçi sınıfının üretimden gelen gücü vardır da tüketicinin tüketimden gelen gücü yoktur. Dolayısıyla İsrail'e kızıp Starbucks'ın bardaklarını kırmaktan çok da farkı yok" ifadelerini kullanıyor.

Tepkinin kafe ve restoranlara yönlendirilmesi yerine maliyetlerin neden yüksek olduğunun sorgulanması gerektiğini söyleyen Müftüoğlu, "İktidarın isteği de aslında insanlar kafeye restorana gitmesin, daha da eve kapansın. Çünkü otokratik iktidarlar insanların sosyalleşmesini istemezler. Maalesef bu tarz boykotlar bunu da körüklüyor" diye ekliyor.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim?

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier'den Türkiye'ye 100. yıl ziyareti

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve beraberindeki heyet, Türk-Alman diplomatik ilişkilerinin 100'üncü yılının dolması vesilesiyle Pazartesi-Çarşamba günleri arasında üç günlüğüne Türkiye'yi ziyaret edecek.

Ziyaretine İstanbul'dan başlayacak olan Steinmeier, daha sonra Gaziantep ve ardından Ankara'ya gidecek. Steinmeier, Ankara'da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ağırlanacak.

Ortadoğu'daki gerginliğin tırmandığı günlerde gerçekleşecek olan bu ziyarette, bölgede yaşanan gerilimle ilgili konuların da gündeme gelmesi bekleniyor.

Ziyaretin CHP'nin yerel seçim zaferinden üç hafta sonrasına denk gelmesinin de Steinmeier'in resmi programına yansıdığı görülüyor. Steinmeier ziyaretinin başlangıcında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile, sonunda da CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile görüşecek.

"Türk demokrasisi yaşıyor"

Başbakan Olaf Scholz'ün lideri olduğu Sosyal Demokrat Parti'ye (SPD) yakınlığıyla bilinen Friedrich Ebert Vakfı'nın Türkiye Büro Şefi Henrik Meyer, DW Türkçe'ye Steinmeier'in ziyareti ile ilgili yaptığı değerlendirmede, "Ziyaretin 31 Mart seçimlerinden kısa süre sonra gerçekleşmesi çok önemli. Görüşmelerin bir kısmını mutlaka Türk demokrasisinin durumu oluşturacak. Almanya'nın, seçim sonuçlarının iktidar tarafından kabul edilmesini memnuniyetle karşılaması da gündeme gelecektir" dedi.

İki kadın 31 Mart'ta Türk bayrağıyla İmamoğlu'nun zaferini kutluyor
CHP'nin 31 Mart seçimlerinde elde ettiği tarihi zafer, Steinmeier'in Türkiye ziyaretindeki programını şekillendirmişe benziyornull Tolga Ildun/ZUMA/IMAGO

Meyer, "Steinmeier'in ziyaretine İstanbul'dan başlayacak olması, hem bir siyasi bir mesaj hem de demokratik sürece saygının bir işareti olarak değerlendirilebilir. Nihayetinde Ekrem İmamoğlu büyük önem taşıyan İstanbul seçimini kazandı, Türkiye ve dünyaya şu mesajı gönderdi: Türk demokrasisi yaşıyor" görüşünü dile getirdi.

Duisburg-Essen Üniversitesi bünyesindeki Türkiye Çalışmaları ve Entegrasyon Araştırmaları Merkezi'nden (ZfTI) Yunus Ulusoy da muhalefetin elde ettiği zaferin Almanya'nın gözündeki önemine vurgu yaptı.

Ziyareti DW Türkçe için değerlendiren Ulusoy, "Türk demokrasisi, yerel seçimlerde ne kadar canlı olduğunu kanıtladı. Buna ek olarak AB, Türkiye ile ilişkilerin yeniden canlandırılmasını istiyor. Erdoğan yönetimindeki Türkiye'nin de, yaşanan ekonomik kriz ve dış politikadaki bazı zorluklar çerçevesinde, Alman-Türk ilişkilerinin işler biçimde sürmesinde çıkarı var" diye konuştu. Ulusoy sözlerini "Bu ziyaret yalnızca nostaljik hatıralarla ilgili olmaktan ziyade, aynı zamanda iki devletin ikili ilişkilerindeki somut çıkarlarının da görüşüleceği bir ziyaret" diye sürdürdü.

Üç kentte kapsamlı bir program

Steinmeier'in Türkiye'deki ilk durağı, binlerce Türk'ün Almanya'ya "konuk işçi" olarak gelmek üzere yola çıktığı Sirkeci Garı olacak. Steinmeier'i burada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu karşılayacak. İmamoğlu ile ikili bir görüşme gerçekleştirecek olan Steinmeier, garda bir konuşma da yapacak. Bunun ardından Türk-Alman göç deneyimi olan kişilerle görüşecek olan Cumhurbaşkanı, Türkiye'de faaliyet gösteren Alman şirketlerinin temsilcileriyle tekne gezisine katılacak ve gezide Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ilişkileri görüşecek.

Ekrem İmamoğlu, Atatürk fotoğrafının önünde, 31 Mart seçim zaferinin ardından konuşma yapıyor
İmamoğlu'nun zaferi dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi Almanya'da da ilgiyle takip edildinull OZAN KOSE/AFP

Salı gününe sivil toplum temsilcileriyle birlikte Türkiye'de hukuk devletinin durumu konusunda yapacakları bir görüşmeyle başlayacak olan Steinmeier, ardından DHL Express lojistik merkezini ziyaret edecek. İstanbul'daki programının ardından Salı günü öğlen saatlerinde Gaziantep'e uçarak yapımı Almanya tarafından desteklenen bir okulu ziyaret edecek.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle düzenlenen bir etkinliğe de katılacak olan Steinmeier, Nurdağı'nda depremzedelerle bir araya gelecek. Salı akşamı Gaziantep'ten Ankara'ya uçacak olan Cumhurbaşkanı, Çarşamba sabahı Anıtkabir'i ziyaret ettikten sonra Ankara Üniversitesi'ne geçerek Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne bir ziyaret gerçekleştirecek.

İstanbul ve Gaziantep'ten sonra Erdoğan ağırlayacak

Bunun ardından Steinmeier, öğle saatlerinde Külliye'de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından karşılanacak. Liderlerin bulunacağı ikili görüşmenin ardından bir basın toplantısı düzenlenecek.

Almanya ile Türkiye arasında düzenlenen en son üst düzey görüşme, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kasım 2023'te Berlin'e yaptığı ziyarette gerçekleşmişti. Hamas-İsrail savaşının başlangıcından kısa süre sonra gerçekleşen ziyarette Erdoğan, Steinmeier ve Scholz ile bir araya gelmişti. Scholz ile Erdoğan'ın yaptığı ikili basın toplantısı gergin geçmiş, Erdoğan, akıllarda kalan "Bizim İsrail'e borcumuz yok" sözlerini sarf etmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Scholz, AB, Türkiye ve Almanya bayrakları önünde basın toplantısı düzenlerken
Erdoğan ile Scholz'ün Kasım'da gergin geçen basın toplantısından bir kare. Almanya'nın İsrail-Hamas savaşına ilişkin politikasını eleştiren Erdoğan, "Bizim İsrail'e borcumuz yok" demiştinull Bernd von Jutrczenka/dpa/picture alliance

Steinmeier'in öğleden sonra Ankara'dan Berlin'e geri dönmeden önce son durağı, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel ile yapacağı görüşme olacak. 

Ekonomi de gündemde

Türkiye'ye gidecek olan Alman heyetinde ekonomi ve kültür dünyasından da birçok üst düzey isim bulunuyor. Heyette yer alan isimler arasında Steinmeier'den sonra en üst düzey isim olarak göze çarpan Maliye Bakanı Christian Lindner'in Türk mevkidaşı Mehmet Şimşek ile bir görüşme gerçekleştirmesi planlanıyor.

Heyetteki hükümet temsilcileri arasında Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve İklimden Sorumlu Devlet Bakanı Anna Lührmann, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Niels Annen ve Maliye Bakanlığı Müsteşarı Heiko Thoms da yer alıyor.

Federal Alman Meclisi'nden (Bundestag) ise Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz, Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) üyesi milletvekili Serap Güler ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) Dış Politika Sözcüsü Nils Schmid heyette yer alacak.

Ayrıca Hannover Belediye Başkanı Belit Onay, yazar Dinçer Güçyeter, gastronom Arif Keleş, oyuncu Adnan Maral, insani tıbbi yardım kuruluşu humedica'dan Dr. Hansi Sobez ve DHL Express Almanya'nın yöneticisi Mustafa Tonguç da Türkiye'ye gidecekler arasında.

Aydan Özoğuz meclis kürsüsünde konuşma yaparken
Türkiye'ye gidecek heyette Federal Alman Meclisi Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz da yer alıyornull Britta Pedersen/dpa/picture alliance

"Türkiye'ye verilen önemin kanıtı"

Delegasyonda üst düzey isimlerin yer almasını değerlendiren Meyer, "Böylesine üst düzey bir delegasyonla gidiliyor oluşu, Almanya ve hükümetin Türkiye'ye büyük önem atfettiğinin kanıtı. Ortadoğu'daki savaş, göç akınları, küresel tedarik zincirleri, Ukrayna'daki savaş… Son yıllardaki gelişmeler Almanya'nın gözünde Türkiye'nin önemini giderek artırdı. Dolayısıyla Türkiye'yi aktif bir dış politikaya dahil etmek için ortada birçok neden var" diye konuştu. Meyer, Almanya'nın Türkiye ile hem dış politika hem de ekonomi alanında ilişkilerini geliştirmeyi hedeflediğini kaydetti.

Almanya-Türkiye ilişkileri uzmanı Ulusoy'a göre ise ziyaretin üç duraktan oluşacak olması, Türkiye ile Almanya arasındaki "çok boyutlu akraba ilişkilerini" teyit eder nitelikte. Ziyaretin "ikili ilişkilerde fırsatların ön planda olduğu bir zamanda gerçekleşeceğini" ifade eden Ulusoy, Steinmeier'in depremzedelerle bir araya gelecek olmasının, ikili ilişkilerdeki "dayanışma" boyutuna işaret ettiğini de sözlerine ekledi.

İkili ilişkiler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde derinlik kazanmaya başlamıştı. Türkiye ile Almanya arasındaki diplomatik ilişkiler ise 3 Mart 1924 tarihinde imzalanan Dostluk Anlaşması ile resmiyet kazanmıştı.

Sembolik rolü var

Steinmeier'in 2017 yılından bu yana yürüttüğü Almanya Cumhurbaşkanı makamının sembolik bir rolü bulunuyor. Almanya'da federal ve eyalet düzeyinde görev yapan siyasetçilerin yanı sıra kültür ve spor gibi alanlardan isimlerin de oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı, partiler üzeri bir role sahip. Söz konusu rolü üstlenmeden önce yıllarca SPD'de siyaset yapan Steinmeier, Cumhurbaşkanlığını devralmadan önce Dışişleri Bakanlığı görevini yürütmüştü.

Steinmeier'in Türkiye ziyaretine başlayacağı Pazartesi günü kendisinin kaleme aldığı "Wir", Türkçesiyle "Biz" kitabı piyasaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı'nın 75 yılı geride bırakan Federal Almanya Cumhuriyeti'nin deneyimleri ve sorunlarına ilişkin görüşlerini paylaştığı kitap, Cumhurbaşkanlığı ofisinin resmi web sitesinden ücretsiz olarak indirilebilecek.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Sinem Dedetaş: Kadınlar her şeyi yapabileceğine inanmalı

31 Mart yerel seçimlerinde yüzde 49,9 oy oranıyla Üsküdar Belediye Başkanlığına seçilen Sinem Dedetaş yerel seçimler sonrası yaşanan değişim rüzgârının öne çıkan isimlerinden biri oldu. CHP'li Dedetaş'la birlikte Üsküdar'da ilk kez bir kadın belediye başkanı göreve gelirken ilçede 20 yıldır devam eden Refah, Fazilet Partisi ve AKP geleneği de son buldu.

1981 Eskişehir doğumlu olan Sinem Dedetaş, lisans eğitimini İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Bölümünde, yüksek lisansını İTÜ Gemi İnşaatı ve Gemi Makinaları Mühendisliği Bölümünde tamamladı. 2014-2016 yılları arasında TMMOB Gemi Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı olan Dedetaş, 2019'dan 2023'e kadar ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) iştirak şirketi İstanbul Şehir Hatlarında Genel Müdürlük yaptı.

Peki Sinem Dedetaş, siyaset sahnesine nasıl atıldı? Görevde olduğu beş yıllık süre boyunca Üsküdar'ı nasıl bir değişim bekliyor?

Sinem Dedetaş, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte
Sinem Dedetaş, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birliktenull Pelin Ünker/DW

Üsküdar'ın ilk kadın belediye başkanı olan CHP'li Sinem Dedetaş, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

"Şikayet etmek çözüm değil"

Gemi Mühendisleri Odası Başkanlığının (GMO) ilk kamu tecrübesi olarak tanımlayan Dedetaş, toplumsal konulara hep duyarlı biri olduğunu, sorunlardan şikayet etmek yerine çözüm sunan noktada olmayı tercih ettiğini söylüyor.

İBB'nin insan kaynakları biriminin 2019 yılında kendisiyle iletişime geçerek Şehir Hatları Genel Müdürlüğü görevini teklif ettiğini söyleyen Dedetaş, görev aldığı süre boyunca kamu kaynaklarını doğru kullanarak neler yapılabildiğini görmenin kendisini çok mutlu ettiğini anlatıyor.

Yerel seçimler öncesinde ise İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tüm bürokratlara "Siyasete girmeyi düşünür müsünüz?" sorusunu yönelttiğini, kendisinin de tecrübesine ve hizmet üretme isteğine güvenerek bu soruya "Evet" yanıtı verdiğini aktaran Dedetaş, "Şehir Hatları tecrübesi olmasa buna cesaret edemeyebilirdim" diyor.

Dedetaş, mesleği gereği hep erkek egemen olarak görünen işlerde çalışmış. Ancak başarının cinsiyetten bağımsız değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor.

Kariyeri boyunca hep "ilk kadın" olma görevlerinin olduğunu belirten Dedetaş, "GMO'nun ilk kadın başkanı, Şehir Hatları'nın ilk kadın Genel Müdürü, Uluslararası Toplu Taşımacılar Birliği (UITP) Su Yolu Komitesi'nin ilk kadın başkanı oldum. Ancak başarılarımı hiçbir zaman 'kadın olduğum için' kalıbı içerisinde değerlendirmedim. Hiçbir zaman kendimi yetersiz görmedim" diye konuşuyor.

"Şimdi de Üsküdar Belediyesi'nin ilk kadın belediye başkanı olma şansına eriştiğini ve kendisine oy verenlerin teveccühlerine layık olmak için çok çalışması gerektiğinin farkında olduğunu" söyleyen Dedetaş, kadınlar için de iyi bir rol model olabileceğini düşünüyor.

"Cumhuriyetin bizlere tanıdığı fırsatlar sayesinde bugün olduğum yere gelebildim" diyen Dedetaş, kadınlara şu tavsiyelerde bulunuyor:

"Kendilerine kadın işi-erkek işi rolleri büründürülmesine izin vermemeleri. Etraftaki 'yapamaz' ya da 'yapılamaz' söylemi ister istemez kadınlarda bir refleks oluşturuyor. Haliyle bazen kadınlar bazı işlere hiç heveslenmiyor, belki aklına dahi gelmiyor 'yapabilirim' diye. Kadınlar her şeyi yapabileceğine inanmalı, talip olmalı, harekete geçmeli ve engellemelerle karşılaştıklarında bir şekilde pes etmeden, üstünden atlayarak o engeli geçmeliler."

Dedetaş'ın Haliç'te özelleştirmeye karşı mücadelesi

Dedetaş, Haliç Tersanesi'nin özelleştirilme girişimine karşı mücadelesiyle de tanınıyor.

Haliç Tersanesi'ni hem bir sanayi mirası hem de denizcilik kültürü mirası olarak değerlendiren Dedetaş, Türkiye'nin son kamu tersanesinin farklı fonksiyonlarla projelendirilerek işlevselliğini yitirmesine karşı durmak zorunda hissettiğini ve Oda Başkanlığı görevi boyunca bu doğrultuda çalıştıklarını vurguluyor.

Sinem Dedetaş, bir grup kadınla birlikte
Sinem Dedetaş, Üsküdar'da seçim çalışmaları sırasında null Pelin Ünker/DW

Şehir Hatları Genel Müdürü olduktan sonra bu mücadelenin ne kadar haklı olduğunu bir anlamda kanıtladıklarını söyleyen Dedetaş, tersaneyi yeniden üreten bir noktaya getirdiklerini ve yıllık cirosunu 1 milyondan 160 milyon TL'ye çıkararak bir yandan sanayi mirasını ayakta tutarken diğer yandan kamu faydası ürettiklerini anlatıyor.

Sosyal yardımlar, turizm ve kentsel dönüşüm

Peki Sinem Dedetaş'ın Üsküdar'da öncelikli olarak planladığı hizmetler neler?

Dedetaş, İstanbul ve tüm Türkiye için önemli bir sorun haline gelen kent yoksulluğunun Üsküdar için de geçerli olduğunu, insanların sosyal yardımlara bağımlı bir şekilde yaşamaya zorlandıklarına dikkat çekiyor.

Bu nedenle ilk hedeflerinin seçim kampanyasında anlattıkları sosyal yardım projelerini hızla hayata geçirmek olduğunu söyleyen Dedetaş, kent yoksulluğu sorununun gerçek çözümünün ise daha üst ölçekli bir planlamadan geçtiğini vurguluyor.

Yerel ekonomiyi canlandıracak ve esnafı destekleyecek projeleri de kısa zamanda hayata geçireceklerini ifade eden Dedetaş, tarihi bir ilçe olan Üsküdar için turizmi destekleyen adımların da önemli bir başlık olduğunu aktarıyor:

"Üsküdar hak ettiği değeri göremiyor. Üsküdar'ı yalnızca bir geçiş ve transfer noktası olmaktan kurtarıp hem Üsküdarlıların hem de diğer ilçelerde yaşayanların, turistlerin geldiği bir yer haline getirmek istiyoruz."

Kentsel dönüşüm de Üsküdar'ın en büyük sorunlarından biri.

İlçede yapı stokunun yüzde 70'inin 1999 öncesi yapılardan oluştuğu bilgisini veren Dedetaş'a göre Üsküdar özellikle kentsel dönüşüm anlamında "vaat yorgunu" bir semt haline gelmiş.

Üsküdar Belediye Başkanı Sinem Dedetaş, bir kadın ile birlikte cep telefonuna bakıyor
Sinem Dedetaş, kadın ve gençlere yönelik projeler de planlıyornull Pressefoto Gemeinde Üsküdar in Istanbul

Her mahallenin farklı sorunları olduğunu ve bu sorunlara yönelik farklı çözüm önerileri oluşturacaklarını dile getiren Dedetaş, "Belediyemizin, vatandaşlarla müteahhitler arasında bir garantör pozisyonunda olacağını, ücretsiz müşavirlik hizmeti vereceğini anlattık hep. Hem finansal hem de proje garantörlüğünden bahsediyorum. Bizim ranttan anladığımız, o mahallenin yıllarca kahrını çeken vatandaşın bu ranttan faydalanması. Bu anlamda mahalle bazlı çözümlerimiz var" diyor. Dedetaş, sadece depreme dayanıklı binalar değil, vatandaşın sosyal donatı eksiklerini de çözecek kentsel dönüşüm projeleri olduğunu söylüyor.

Kadın ve gençlere yönelik projeler

Sinem Dedetaş, ücretsiz HPV aşısı gibi kadın sağlığı ve üniversite öğrencilerinin barınma sorununa yönelik farklı projeleri olduğunu da söylüyor:

"Üsküdar'ın yüzde yetmişi ev hanımı. Çocuk ve yaşlı bakımlarının tamamı kadınların üstünde. Biz kadınların üstündeki bu yükü biraz olsun alabilmek için kreş sayısını artırmak istiyoruz. Şu anda Üsküdar'da İBB’nin üç kreşi var. Bunu daha çok mahalleye yaymak bizim hedefimiz. Kadınların meslek edinebilecekleri kursları ve sosyalleşebilecekleri alanları artıracağız. Şu anda hiç olmayan Kadın Sağlığı Merkezleri’ni kuracağız. Bu merkezlerde HPV aşılarını ücretsiz yapacağız. Kadın hastalıkları ve psikolojik danışmanlık konusunda hizmetler de sunulacak bu merkezde."

Sinem Dedetaş, bir kadına sarılıyor, kadının arkası dönük
Sinem Dedetaş, seçim kampanyası sırasındanull Pressefoto Gemeinde Üsküdar in Istanbul

Gençlere yönelik ise üniversite öğrencilerinin barınma sorununu çözecek yurt projeleri olduğunu belirten Dedetaş, ayrıca gençleri sosyal, kültürel, sanatsal, sportif ve teknolojik konularda destekleyecek alanlar ve kurslar açacaklarını ifade ediyor.

"İşten çıkarma olmayacak"

Dedetaş, İBB ile iş birliği içinde olabilmenin de Üsküdar için çok önemli olacağını vurguluyor. Görevi süresince önceki dönem işe alınan belediye işçilerinin durumunda bir değişiklik olmayacağının da sözünü veriyor:

"Hep 'CHP gelecek, sosyal yardımları kesecek, farklı görüşte olanları işten atacak' şeklinde bir algı var. Bunların gerçekleşmeyeceğini tekrar söylemek istiyorum. Aynı algı 2019'da İBB'de göreve geldiğimizde de vardı, aynı şeyler söyleniyordu. Ancak işini doğru yapan herkesle çalışmaya devam ettik, kimseyi görüşü nedeniyle işten çıkarmadık. Dolayısıyla biz bu sınavı zaten verdik. Üsküdar Belediyesi'nde de aynısı olacak. Bizim için öncelikli olan liyakat."

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?

Yeni Anayasa tartışmasında kim nerede duruyor?

31 Mart yerel seçimleri sonrası Ankara'da siyaset gündeminin başlıklarından biri Anayasa değişikliği. Bu süreçte AKP için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yeniden aday olabilmesi ile partiyi iktidarda tutmaya yönelik formül arayışının öncelikli olması beklenirken muhalefet partilerinin tavrı da kritik önem taşıyor.

TBMM'nin açılması sonrası partisinin ilk grup toplantısında yerel seçim sonuçlarını değerlendiren Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, AKP'nin yaşadığı oy kaybına karşılık MHP ile birlikte Cumhur İttifakı olarak 31 Mart'ın galibi olduklarını savundu.

Erdoğan, grup toplantısında Anayasa için öngörülen çalışmalarla ilgili yeni bir değerlendirme yapmadı, ancak önümüzdeki dönemde AKP'nin Anayasa çalışmalarına hız vermesi bekleniyor.

Anayasa için yine yeniden

AKP, 14 Mayıs genel seçimi öncesinden bu yana Anayasa çalışmalarını sık sık gündeme getiriyor. Yerel seçim için verilen aranın ardından bu yönde somut adımlar da atılması gündemde.

Bu kapsamda TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un inisiyatif alarak Meclis'teki siyasi partileri Anayasa'da uzlaşı arayışı için iyaret etmesi planlanıyor ancak bu konuda şu ana kadar bir takvim resmen açıklanmadı.

TBMM'nin yaz tatili için kapanmasına kadar tahmini yaklaşık 2-3 aylık bir zaman aralığı bulunuyor.

2 Nisan'da yaptığı açıklamada dört yıllık seçimsiz bir döneme girildiğini söyleyen Kurtulmuş, bu dönemde "çağdaş, demokratik, kapsayıcı, kuşatıcı" bir Anayasa hazırlanacağı işaretini vermişti. Kurtulmuş'un 1921 Anayasasına "Şimdi tekrar, aynen 1921 Anayasası'nda olduğu gibi Türkiye'nin katılımcı, güçlü bir anayasa yapma imkânı bu Meclis'te vardır. Yeter ki iyi niyetle, samimi olarak bu meselenin takipçisi olalım" sözleriyle yaptığı atıf ise çok tartışılmıştı. Kurtuluş Savaşı sırasında geçiş süreci için hazırlanan ve sonradan 1924 anayasası ile değiştirilen 1921 anayasasında laiklik, üniter bütünlük, kadın erkek eşitliği gibi bazı ilkeler bulunmuyor.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuşnull picture-alliance/AA/A. Bolat

Siyasette 1982 Anayasasının yerine "sivil bir anayasanın" hazırlanması için istek ve çabalar aslında yeni değil.

12 Eylül askeri darbesinin ardından hazırlanan ve halk oylamasında yaklaşık yüzde 92'yle kabul edilen 1982 Anayasası geçen zaman içinde farklı kesimlerce "darbe dönemi anayasası" olarak görülmüştü. 42 yılda değişiklikler yapılmasına karşılık yerine yeni bir Anayasa için uzlaşı farklı iktidarlar döneminde hiç sağlanamadı.

Bu arada Anayasa'nın farklı hüküm ve bölümlerinde şimdiye kadar 20'den fazla değişiklik yapıldı. Son önemli değişiklik ise 2017 referandumunda parlamenter sistemin yerine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi getirilmesi ile oldu.

Cumhur İttifakı ne istiyor?

Cumhur İttifakı'nın yeni Anayasa ile ilgili çalışmalarda önceliği Erdoğan'ın seçimlere yeniden katılabilmesi ile partinin iktidarda kalması olacak.

Erdoğan ve ittifak ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli gerek 2023'teki genel seçim gerekse yerel seçim öncesinde yaptıkları konuşmalarda yeni Anayasa'nın gerekliliğine vurgular yapmıştı. Ancak iki partinin "yeni Anayasa" söylemlerinin yüzde yüz örtüşüp örtüşmediği şu an için bilinmiyor.

MHP Mayıs 2021'de 100 maddelik bir Anayasa değişikliği teklifi hazırlayarak başta AKP olma üzere tüm partilere iletmişti. Bu teklif içinde Bahçeli'nin verdiği kararlar nedeniyle "Kapatılmalıdır" dediği Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) "yüksek mahkeme" statüsünden çıkarılıp özel bir statüde düzenlenmesi de yer almıştı.

Bahçeli, 16 Nisan'daki grup konuşmasında "Kasten uzatılan HDP'nin kapatma davası sonuçlanmalı, arkasından sıra DEM'e gelmeli, nitekim bölücü partilerin kapısı kilitlenmeli, başka isimlerle açılması Anayasa çerçevesinde engellenmelidir. Siyasi ve demokratik istikrarı zaafa uğratan ve uygulamada şahit olunan bazı çarpıklıklar ilerleyen süreçte giderilmelidir. Önümüzdeki sıcak gündemlerin birisi de sivil, demokratik ve kapsayıcı yeni anayasa hazırlığı olmalıdır" demişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli el sıkışıyor
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçelinull DHA

Hükümete yakın bazı medya organlarında AKP'nin cumhurbaşkanı seçimi için gerekli olan yüzde 50 artı 1 şartını değiştirme yönünde isteklerin olduğu belirtiliyor. Ancak iktidarın kamuoyuna açıkladığı resmi bir taslak henüz bulunmuyor.

MHP ise yüzde 50 artı 1 şartının kaldırılmasına kesinlikle karşı ve bu şartı 2017'de getirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin sigortası olarak görüyor ve Erdoğan'ın üçüncü kez aday olabilmesinin TBMM'nin seçimleri yenileme kararı ile mümkün olacağını ya da bunun için anayasa değişikliği yapılabileceğini belirtiyor.

Kasım 2023'te 50 +1 şartının değişmesinin iyi olacağını düşündüğünü söyleyen Erdoğan, "Çoğunluğu alanın seçilmesi halinde Cumhurbaşkanlığı seçimi de seri olur, uğraştırmaz, yanlış yollara sevk etmez. Mevcutta 50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil. Yok altılı, yok on altılı masa…" demişti.

Erdoğan'ın bu sözleri üzerine o dönemde Bahçeli, "Cumhurbaşkanı'nın yüzde 50+1 bir oyla seçilmesi sistemin temelidir, bu konuda fikrimiz değişmedi" yanıtını vermişti.

CHP'nin tutumu ne olacak?

Yerel seçimlerden 2023 yenilgisini geride bırakıp 2028'e dönük beklentilerini artırarak çıkan CHP ise Anayasa tartışmalarında bir yandan keskin bir itiraz tavrı geliştirmezken diğer yandan uygulamadaki yanlışlara dikkat çekiyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, seçimden hemen sonra 4 Nisan'daki açıklamasında iktidarın mevcut anayasayı bile uygulamadığını belirterek "Can Atalay, Gezi tutukluları içerde yatıyor, bizimle Anayasa değişikliği konuşan birisinin önce Anayasa'ya uyuyor olması lazım. Bizi hapisten çıkarmayan biriyle müzakere edemeyiz" demişti.

Önümüzdeki günlerde Özel ile Erdoğan'ın yapması beklenen yüz yüze görüşmenin de konunun gündeme gelmesi durumunda Anayasa değişikliği için önemli olabileceği belirtiliyor.

Diğer partilerin tutumları kritik

AKP ve MHP parlamentoda anayasa değişikliği için gerekli olan 360 çoğunluğu bulamadığı için muhalefet partilerinin tutumu kritik önemde.

DEM Parti Anayasa değişikliği konusunda Kürt sorunu ve anadilde konuşma hakkı gibi MHP için hassas konuları ön plana çıkartırken İYİ Parti ise şu anda genel başkan seçiminin yapılacağı 27 Nisan kongresine hazırlanıyor. İYİ Parti'de kimin seçileceği bundan sonra anayasa değişikliği için izlenecek politika için belirleyici olacak.

14 Mayıs seçimlerinde parlamentoya CHP çatısı altında girerek eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'na karşı tartışmaların fitilini ateşleyen DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Partili vekillerin izleyeceği tutum da ilgiyle gözleniyor.

Meclis aritmetiği nasıl?

14 Mayıs parlamento seçimleri ile büyük çoğunluğu sağ eğilimli milletvekillerinden oluşan TBMM'de şu anda sandalye sayısı yine benzer oranlarda olsa da 31 Mart'tan zaferle dönen CHP'nin daha aktif bir politika takip edeceği beklentisi var.

Anayasa değişikliklerinin referanduma gidilmeden Meclis'te kabul edilmesi için 400, referanduma gitme çoğunluğu için ise 360 sandalye gerekiyor. AKP'nin ortakları MHP ve Hüda Par ile birlikte sandalye sayısı 360'e ulaşmıyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel
CHP Genel Başkanı Özgür Özel null Evrim Aydin/Anadolu/picture alliance

TBMM'deki en son sandalye dağılımına göre AKP'nin 265, Cumhur İttifakı ortağı MHP'nin 50, Hüda Par'ın ise 4 milletvekili bulunuyor. CHP'nin sandalye sayısı bazı vekillerinin son yerel seçimde belediye başkanı seçilmesiyle 125 oldu.

Geçmiş dönemde Millet İttifakı'nda yer alan ancak 28 Mayıs'taki ikinci tur sonrası kopan İYİ Parti'nin son kayıplarının ardından 38 milletvekili var. 14 Mayıs seçimlerinde Millet İttifakı ile bir arada olan DEVA'nın 15, Gelecek Partisi ve Saadet Partisinin ortak grubunun 20 sandalyesi var. DEM Parti ise 57 milletvekiline sahip.

Geçmişte Cumhur İttifakı içinde yer alan ancak son yerel seçimde bağımsız ve güçlü adaylar çıkartarak oylarını artıran Yeniden Refah Partisi'nin 4 milletvekili var. Şu anda 5 milletvekili bağımsız durumda iken Demokrat Parti'nin 3, Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) 3, Demokratik Bölgeler Partisi'nin (DBP) 2, Emek Partisi'nin 2, Demokratik Sol Parti'nin ise 1 milletvekili bulunuyor.

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?